Revnakoğlu’nun İstanbul’u İstanbul’un İç Tarihi, Fatih, Cilt 4 - 1
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Revnakoğlu’nun İstanbul’u İstanbul’un İç Tarihi, Fatih Cilt 4
Fatih Belediyesi Kültür Yayınları no: 14 Yayıncı sertifika no: 49172
ISBN 978-605-70414-6-3 (4.Cilt)
ISBN 978-605-70414-1-8 (Takım)
1. Baskı, İstanbul, Kasım 2021
Hazırlayan
Prof. Dr. Mustafa Koç
İstinye Üniversitesi
Yayın Koordinasyon
Abdullah Kargılı
Editör
Ubeydullah Kısacık
Kitap Tasarım
Abdüsselam Ferşatoğlu
Grafik Uygulama
Onur Melih / Fotografika Güzel Sanatlar
Abdi Paşa sokağı 14A Kısıklı Üsküdar İstanbul fotografika.com.tr
Baskı
Seçil Ofset
-
Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No:77 Bağcılar İstanbul Tel: +90 212 629 06 15
www.secilofset.com Sertifika no: 44903
Fatih Belediye Başkanlığı
Copyrigth © Her hakkı mahfuzdur.
Akşemsettin Mahallesi
Adnan Menderes Bulvarı (Vatan Caddesi) No:54 Fatih İstanbul
Telefon: +90 (212) 453 1453
Revnakoğlu’nun İstanbul’u
İstanbul’un İç Tarihi
F A T İ H
Mustafa Koç
“Bir şehri sevmek, bir hayatı, bir zamanı, bir dünyayı sevmektir.” der Ahmet Hamdi Tanpınar. İstanbul tarih sahnesinin tam orta yeridir. İstanbul’u, sadece büyük mimari anıtları ve doğal güzellikleriyle değil,
tarihi ve onun ortaya çıkardığı estetiği, mimarisi, müziği ve edebiyatından oluşan bütünlüklü bir eser olarak anlamak gerekir.
Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halid Karay, Tahirü’l Mevlevi gibi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir hayat yaşamış, kültür taşıyıcısı aydınlarımız, giderek yok olan bir medeniyetin temsilcileri olarak İstanbul’a bu gözle bakmış ve bizlere bu kıymetli eseri sevmeyi, korumayı öğretmeye çalışmışlardır.
Modern hayatın zaman ve mekânı ayırması, İstanbul’un pek çok değerini yok etmiş, şehre ait bütünlük ve aidiyet duygusu neredeyse kaybolmuştur. Eski İstanbul’a dair korunacak emanetler sadece mimari ve sanat eserleri değil, bu şehrin caddelerinde, sokaklarında yaşanan hayatın hatıralarıdır.
Merhum Cemaleddin Server Revnakoğlu, bahsettiğimiz bu kültür terkibini oluşturan bütün unsurları bir bir tanıyıp arşivlemeye gayret eden değerli bir kültür tarihçimizdir. Notlarında “İstanbul’un İç Tarihi” ifadesini kullanan Revnakoğlu, İstanbul’u anlatan diğer araştırmacılardan farklı olarak şehri birçok cephesiyle ele alır. Şehrin deruni tarafını, manevi yüzünü öne çıkarır.
Musikişinaslar, dergâhlar, kütüphaneler, büyük şahsiyetler, mezarlıklar, camiler, şairler, mektuplar, edebî notlar ve fotoğraflardan meydana gelen Revnakoğlu arşivi İstanbul’umuz için paha biçilemez bir hazinedir.
Merhum Revnakoğlu’nun notlarından yola çıkılarak hazırlanan 5 ciltlik bu muhteşem külliyatı kültür hayatımıza armağan etmekten iftihar ediyoruz.
Bu vesileyle kendisini rahmet ve şükranla anıyor, başta eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Mustafa Koç olmak üzere emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
M. Ergün Turan
Fatih Belediye Başkanı
TAKDİM ‣ 1513
DOKUZUNCU GÜZERGÂH
Saraçhane ‣ 1521
Mimar Ayas Camii ‣ 1522
Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi ve Türbesi ‣ 1526
Hoşkadem Camii ‣ 1532
Hattat Behcetzâde Mustafa Efendi haziresi ‣ 1533
18 Sekbanlar ‣ 1536
18 Sekbanlar Mektebi ‣ 1540 Bukağılı Dede Türbesi ‣ 1543 Fevziye Çarşısı ‣ 1546
Şekerci Cemil’in Dükkânı ‣ 1547 Acemioğlanlar Kışlası ‣ 1549 Üryani Dede Türbesi ‣ 1549
Sakallı Cemil’in Çardak Kahvesi ‣ 1551
Osman Baba Türbesi ‣ 1552 Fevziye Kıraathanesi ‣ 1557 Musiki-i Osmani Mektebi ‣ 1559 Vidinli Tevfik Paşa Konağı ‣ 1561
Kırtasiyeci Rıfkı’nın Dükkânı ‣ 1563
Müdafaa-i Milliye Tiyarosu ‣ 1564
İstanbul Kültür Okumaları
Tulûatta Şeyhler, Sufiler ve Diğerleri ‣ 1567 Temaşa ve Tulûatı Aşağılamak Hastalığı ‣ 1577 Naşid ‣ 1580
Revnakoğlu’nun Karagöz ve Hacivat, Tulûat Üzerine Bazı Yazıları ‣ 1583
Âsım Baba ‣ 1594
Şehzadebaşı Âlemi ‣ 1600
Sekbanbaşı Camii ‣ 1603
Hekim Çelebi Tekkesi ‣ 1604
Hatice Usta Camii ve Çeşmesi ‣ 1606
Osman Keşfî Efendi Tekkesi - Kemter Baba Tekkesi ‣ 1609
Derunî Mehmed Efendi Tekkesi ‣ 1613
Helvâî Tekkesi ‣ 1616
Kalenderhane Mektebi - Arpaemini Mustafa Efendi Mektebi ‣ 1621
Molla Hüsrev Camii - Taştekneler Camii ve Hüsrev Kethüda Dârülkurrâsı ‣
1624
İstanbul Kültür Okumaları
Vefa Bozacısı ‣ 1626
Darüttedris Mektebi ‣ 1630 Şeyh Vefa Camii ‣ 1632 Sarı Beyazıt Camii ‣ 1645 Hançerli Sultan ‣ 1647
Payzen Yusuf Paşa Türbesi ‣ 1651
Revanî Çelebi Camii ‣ 1653
Şeyh Teberrük Camii - Yahya Güzel Camii ‣ 1665
Voynük Şüca Camii ‣ 1668
İstanbul Kültür Okumaları
Kâtip Çelebi - Keşfü’z-zunûn ‣ 1669
Hızır Bey Mescidi - Hacı Kadın Tekkesi ‣ 1673 Yavuz Er Sinan Camii - Sağrıcılar Camii ‣ 1675 Üçmihraplı Camii - Kazancılar Camii ‣ 1678
ONUNCU GÜZERGÂH
Aksaray’dan Topkapı’ya ‣ 1683
Tokmaklı Dede Tekkesi - Hamidiye Tekkesi ‣ 1684
Oğlanlar Tekkesi - Gavsî Tekkesi ‣ 1687
İstanbul Kültür Okumaları
İstanbul’da Bir Dilci Şeyh: Mehmed Râşid Kudretullah Efendi ve Çalışmaları ‣ 1706
Kuşadalı İbrahim Efendi - Şâmîler Tekkesi ‣ 1716
Zıbın-ı şerîf Tekkesi (Zıbın-ı Saâdet Tekkesi - Taşkasap Tekkesi - Nuri Efendi Tekkesi) ‣ 1725
Revnakoğlu Notlarında İstanbul’un Zakirleri, Kıyamcıları… ‣ 1733
Molla Güranî Haziresi ‣ 1758
Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi ve Mektebi ‣ 1763 Karamanî Pîrî Mehmed Paşa Camii ve Tekkesi ‣ 1774 Fındıkzâde Tekkesi ‣ 1781
Fındıkzâde Tekkesi ‣ 1784
Hacı Feyzullah Efendi Tekkesi ‣ 1788
İstanbul Kültür Okumaları
Revnakoğlu Notlarında Küçük Hüseyin Efendi ve Çevresi ‣ 1796
İnadiye Tekkesi - Şeyh Râşid Efendi Tekkesi ‣ 1799 Hüdâiyye Tekkesi - Cafer Ağa Tekkesi ‣ 1811 Ceylanlı Tekkesi ‣ 1821
Hulvi Tekkesi ‣ 1823
Remlî Baba Tekkesi - Karakullukçu Şeyh Mustafa Efendi Tekkesi ‣ 1832
İstanbul Kültür Okumaları
Bir Devrin Zakirbaşılığını Ebediyyete Götüren Adam: Yorgancı Şeyh Râşid ‣ 1836
Yavaşça Mehmed Ağa Zaviyesi ‣ 1843
Mecidiye Karakolu - Baltalı Baba ‣ 1848
Attar Halil Camii - Köprübaşı Camii ve Çeşmesi ‣ 1849
Pazar Tekke ‣ 1851
Ümmî Sinan Tekkesi ‣ 1862
Harbî Mescidi - Kıllı Yusuf Tekkesi ‣ 1872
İstanbul Kültür Okumaları
İstanbul’da Burhanla Meşhur Ayni Ali Baba Tekkesi ve Mazhar Osman ‣ 1879
ON BİRİNCİ GÜZERGÂH
Şerbetdar Tekkesi ‣ 1889
Fenâî Baba - Fenâî Dede Türbesi ‣ 1902
Şeyh Taha Tekkesi ‣ 1903
Revnakoğlu Dosyalarında Halil Nihat Boztepe Biyografileri ‣ 1907
Terceme-i Hâl-i Halil Nihat ‣ 1911
Başçı Hacı Mahmud Tekkesi ‣ 1915
Kadızâde Tekkesi ‣ 1921
Şeyh Tavîl Mahmud Efendi Tekkesi ‣ 1930
İstanbul Kültür Okumaları
Takvimci Ziya – Ahmed Ziya Akbulut ‣ 1931
Şeyh Abdullah Efendi Tekkesi - Odabaşı Tekkesi - Koruk Mahmud Tekkesi ‣ 1938
Saatçi Tekkesi ‣ 1945 Beşikçizade Tekkesi ‣ 1947 Sinnî Halil Efendi Tekkesi ‣ 1952 Seyyid Baba Tekkesi ‣ 1953 Bayram Paşa Tekkesi ‣ 1957
Keyci Hatun Camii ve Tekkesi ‣ 1964
Hekimoğlu Ali Paşa Tekkesi - Abdal Yakup Tekkesi ‣ 1968
Yolgeçen Mescidi ve Tekkesi ‣ 1975
Şeyh Revvas Tekkesi ‣ 1976
Bekâr Bey Tekkesi ‣ 1979
Gümüş Dede Tekkesi - Taşçı Tekkesi - Hasan Halife Zaviyesi ‣ 1985
Kadem-i şerîf Tekkesi ‣ 1988
Etyemez Tekkesi ‣ 1994
Sancakdar Hayreddin Baba Mescit ve Tekkesi ‣ 2004
Çınar Tekkesi ve Mescidi ‣ 2011
DOK U Z UNC U GÜ ZER GÂH
Bu güzergâh, Aksaray’dan başlar, Macar Kardeşler Caddesi, Şehzadebaşı Caddesi, Gençtürk Caddesi, 15 Temmuz Şehitleri Caddesi, Vidinli Tevfik Paşa Caddesi, Büyük Reşitpaşa Caddesi, Darülfünun Caddesi, 16 Mart Şehitleri Caddesi, Bozdoğan Kemeri Caddesi, Cemal
Yener Tosyalı Caddesi, Vefa Caddesi, Sarı Beyazıt Caddesi, Atatürk Bulvarı, Hacı Kadın Caddesi ve Ragıp Gümüşpala Caddesi’ni içine alır. Bu caddelere bağlanan sokaklarla Kemalpaşa Mahallesi, Balabanağa Mahallesi, Molla
Fenari Mahallesi, Kalenderhane Mahallesi, Molla Hüsrev Mahallesi, Hacıkadın Mahallesi, Hoca Gıyasettin Mahallesi, Molla Hüsrev Mahallesi ve Yavuz Sinan Mahalleleri güzergâhın üzerinde kısmen veya tamamen bulunur.
Güzergah üzerindeki mekanları, başlıkların altında verilen Mahalle, ada ve parsel bilgilerini Fatih Belediyesi coğrafi bilgi sistemleri web sayfasında ilgili bölüme girerek harita üzerindeki yerini tespit edebilirsiniz. https://gis.fatih.bel.tr/webgis/
İstanbul’un fethinden az sonra klasik hayatın etrafında döndüğü at sanayii Saraç- hane’de tesis edilmişti. Saraçlık, at takımları, eyer, koşum gibi malzemeleri yapma sanatıydı. Şehzade Camii ile Fatih Camii arasında teşkilâtlanan bu çarşıdan günümüze sadece Fatih’e doğru bazı sokaklarda esnaf teşekküllerine ait adlar kaldı.
Çarşı, Kapalıçarşı’nın üstü açık şeklini andırıyordu, müşterek işlerin yürütüldüğü dükkânlardan müteşekkil sokaklar şeklindeydi. 1908’de büsbütün yanmadan önce dükkân sayısı 320’ydi. Etrafında erken dönemden itibaren yapılan cami, hamam, medrese ve tekkelerle içtimaî hayatın bütün tezahürleri bu çarşıda görülebiliyordu.
Atatürk Bulvarı’nın açılması, büyükşehir belediye binasının yapılması, Fevzipaşa - Macar Kardeşler Caddelerinin genişletilmesi gibi faaliyetlerle birçok tarihî yapı bu çevrede ortadan kaldırıldı, eski ana ticarî merkezin bir kısmı da Saraçhane Parkı olarak yeşil alana dönüştürüldü.
Not düşelim, “Fevziye Caddesi” adındaki “Fevziye” için Reşad Ekrem Koçu’nun İs- tanbul Ansiklopesi’nde “Ahmediye Caddesi” maddesinde şu açıklamaya yer verilir: “Yeniçeri ocağı kanlı bir şehir muharebesiyle kaldırıldığında vakada büyük yararlığı görülen Ahmed Fevzi Paşa’nın adına nisbetle yeniçerilerin kışlalarının (eski odaların) bulunduğu yere Fevziye ismi verilmişti.”
Saraçhane, İstanbul’un iç dünyasının merkeziydi, buradan Vezneciler’e uzanan güzergâhı, fetihten sonra teşekkül eden Acemioğlanlar kışlasına doğru, Tanzimat sonrası da Direklerarası’na açılıyordu. Şehzadebaşı Camii, bu peyzajın en belirgin, görünen eseriydi. Yine Saraçhane’den Fatih’in içine doğru, Edirnekapı’ya ilerleyen güzergâh, şehrin daha derunî dünyasına açılıyordu. Unkapanı’na ve Aksaray’a açılan diğer cepheleriyle Saraçhane tam dört yolun buluştuğu ve ayrıldığı müstakil bir âlemdi, İstanbul’un neşeli köşelerindendi.
Saraçhane Çarşısı’ndan
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1521
Mimar Ayas Ağa Camii yola gitmiş, cadde
genişletilmiştir
Mimar Ayas Camii
Macar Kardeşler Caddesi’nde Horhor Caddesi’ni dönmeden Saraçhane Parkı’nın önünde, şimdi cadde üzerinde kalan kısımda Mimar Ayas Camii vardı.
Şehri okumadı şehre hükmedenler. Tarihin, medeniyetin, insanların asırlarca şek- lini verdiği İstanbul, bu talihsizliği geçen asır hep tecrübe etti. Zevki insanlarıyla beraber giden İstanbul’u hattına yabancılaşan, manasına uzaklaşan, mimarîsi ve musikisine sağır ve kör kesilen eller yakıp yıkıp zevksizliğe teslim ettiler. Şimdi çok defa apartman yığınları arasında tesadüf edebildiğimiz mazi bakiyeleri bu şehrin bir zamanlar saltanatlı ihtişamının silik silüetleri olarak kaldı. Mimar Ayas Camii, şehrin İslâm devrinde açılan mabetlerdendi. O kadar asır ayakta durmuş bu ilk mirasa da kazma kürek devri tahammül edemedi.
Halk arasında (231:9) daha çok “Saraçhane Camii” diye bilinen mabedin banisi Mimar Ayas (ö.892-1487) Fatih devri mimarlarındandı. Revnakoğlu, onun Fatih Camii’nin ilk inşasında Atik Sinan’la beraber çalıştığını, Fatih Darüşşifası’nın da onun eseri olduğunu kaynak vermeden yazar.
Muhafazası veya taşınması hususunda bir yığın neticesiz yazışmalardan sonra cami önünden geçen caddenin genişletilmesi uğruna 1957’de imar faaliyetleri için belediye tarafından yıktırıldı. Cami, şehrin en kadim kısımlarından birinde fetih yadigârıydı, kıymet görmeliydi, hiç değilse bugün geniş bir yeşil alan olan parkta bir köşeye taşınabilirdi, ona çok görüldü.
1522 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Fatih’in mimarlarından olup 892 Rebiülahirinin 18’inde vefat etmiştir. Saraçhanebaşı’nda kendi adını taşıyan câ- mi‘-i şerîfin arkasında, bulvara bakan taraftaki duvarı yı- kılmış bakımsız hazirede medfundur. Etrafı demir par- maklıkla çevrili ve çift şahideli kabrinin kitabesi devrin en eski yazılarındandır, fakat Fatih’in mimarı olduğu bu kitabeye yazılmamıştır. Sonradan yazdırılan iki ayrı kita- bede bu cihetin tasrih edildiğini görüyoruz. Zamanının kıymettar ve orijinal sülüs celîsi ile meydana getirilen bi- rinci Arapça kitabede ne yazık ki imlâ yanlışı vardır. Baş şahide şöyle başlamakta:
“Mâte’l-merhûmu’l-magfûr el-Mi‘mâr Üstâz Ayas…” Ayak şahidesinde:
“Rahmetullâhi aleyhi rahmeten vâsia fi’s-sâmini aşer f î Rebîilâhire, 892”
Hazirenin Horhor Caddesi’ne bakan altı pencereli yüzünde ise sonradan ko- nulmuş oldukça eski bir sülüsle yazılı küçük kitabe insanı sinirlendirecek de- recede bozuk ve galattır. Okuyalım:
“Metfun Ebü’l-Feth Sultan Muhammed Han-ı Gazi hazretlerinin mimarı üs- taz Ayas, sene H.892”
Baştaki “metfun” kelimesi eski harflerin imlâsına göre “dal” ile yazılması lâ- zım gelirken “hattât-ı fâsidimiz” bunu “t” yapmış, “üstaz”a bir de “vav” katmış, “Ayas” adının sonundaki “sin”i de “se”ye çevirmiş, yani pek hünerli ve muvaf- fakiyetli bir ifsat adaptesi meydana çıkarmıştır. Allah razı olsun…
Câmi‘-i şerîfin tramvay caddesindeki yüzünde iki pencere arasında ve yuka- rıda bir üçüncü kitabe daha vardır ki diğerlerine göre sonuncusu ve en yenisi olmak itibarıyla hamdolsun imlâsında birden fazla yanlış yapılmamış, fakat ne garip, ne acayip bir tesadüftür ki bunun da tarihi doğru yazılmamıştır. Ya- rısı Osmanlıca, yarısı Arapça olarak tertip edilen şu kitabeye bakınız:
“Cennet-mekân firdevs-âşiyân ve ceale’l-cennete mesvâhu Ebü’l-Feth Sultan Muhammed Han hazretlerinin mimarı sâhibü’l-hayrât üstat Mimar Ayas merhumun rûhıyıçun ve cemî‘-i ehl-i îmân rûhıyıçun rızâen lillâhi taâlâ el-fâtiha, 873”
Mimar Ayas Ağa’nın baş taşı (Konyalı arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1523
Ayas Ağa Camii’nin “metfun”lu kitabesi (Konyalı arşivinden)
Yazısı nesihtir. Görüyorsunuz ki üç kitabe de birbi- riyle yanlış yarışına çıkmıştır. Koca mimara doğru dürüst bir taş yazdırılamamış, bu okuduğumuz so- nuncu kitabede de vefatından tam 20 yıl önce top- rağa sokulmuştur.
Biraz yüksekte ve köşe başında olan câmi‘-i şerîf, Hadîka’nın yazdığına göre Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Minberi Saraçhane halkı- nın Evkaf’a istidası üzerine sonradan konulmuştur.
Revnakoğlu, 1953’te “İstanbul’da Yatan Fatih Adamları” başlıklı radyo konuşmalarında da bu yapıya ve hemen hemen biyografisi meçhul kalan mimarına temas edecektir (157:391-92):
Bu da mühim bir sanatkâr. Fatih devrinin en büyük mimarı ve zamanındaki sayılı üstatların kendi sözleriyle “medâr-ı iftihârı.” Saraçhanebaşı’nda kendi namına, kendi eliyle yaptığı câmi‘-i şerîfi, İstanbul’un içinde ve dışında vü- cuda getirdiği diğer hayratı, bunların vakfiyeleri, şehrin içinde ve merkezî bir yerinde bulunan mazbut, muayyen mezarıyla bize kadar geldiği ve bü- tün şahsiyetiyle önümüzde durduğu hâlde membaların susmasından, kendisi hakkında en az bilgimiz olan talihsiz bir adam, hakkında en az yazı yazılan, sanat ve şahsiyeti hususunda bugüne kadar hemen hiç konuşulmayan maz- hariyetsiz bir sanatkâr.
Fatih Camii’nin birinci yapılışında Usta Sinan’la birlikte çalıştı. Caminin et- rafındaki “Sahn-ı Semân”, “Semâniyye”, daha sonda “Medâris-i Osmâniyye” denilen sekiz medreseyi, her medresenin arkasındaki “tetimme” tabir olunan diğer küçük medreseleri, câmi‘-i şerîfin batı tarafındaki darüşşifayı, tabha- neyi, misafirhaneyi ve kütüphaneyi Mimar Ayas yaptı. Sanatı, eserleri beğe- nildiğinden kendisine “mimarbaşı” unvanı verildi. Devrinin üstatları onunla övünür oldular.
Devrine en yakın bir yazı istifi karakterini, kezâ süsleme tarzının şekil ve üs- lûp hususiyetlerini ihtiva etmesi bakımından orijinal kıymetler taşıyan mezar taşındaki Arapça kitabenin ayak şahidesine ait ikinci parçasında okuduğu- muza göre “el-merhûmu’l-magfûr Üstâzü’l-Mi‘mâr Ayaz…” 892 Rebiülahiri- nin 18’inde yani 1484’te eceliyle göçüp Saraçhanebaşı’nda Horhor’a inen cad- denin yukarı tarafında kendi adına yaptırdığı caminin haziresine gömüldü. Fakat Sicill-i Osmânî’nin “Ebü’l-Feth Sultan Muhammed Han hazretlerinin mimarı 928’de vefat etmiştir” demesi bittabi doğru olamaz.
Caminin yapılış tarihine dair Hadîkatü’l-Cevâmi‘‘de bir kayda rastlayamıyo- ruz, ancak tramvay caddesi tarafındaki kitabede okunduğuna göre câmi‘-i şerîf 872’de yani mimarının vefatından 20 yıl önce meydana getirilmiş.
1524 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Cümle kapısı tâkında Hırka-i şerîf hatibi merhum Ömer Vasfi Efendi’nin sa- natkâr kaleminden çıkmış bulunan “Efdalü’l-a‘mâl…” ilâ âhirihi hadîs-i şerîfi ile Filibeli Hacı Arif Efendi’nin meşhur ketebesini taşıyan şadırvan kitabesi eski güzel yazımızın en güzel örneklerinden sayılır.
Buna karşılık mezar taşının imlâsında meselâ “üstâz” kelimesinin eliften son- ra “vav”la yazılması, “Ayas” isminin “Ayaz” olası, “medfun”un “dal” yerine “t” ile “metfun” şekillerinde taşa geçirilmesi gibi eski Türk harflerinin ve yazısı- nın imlâ usullerine çok aykırı büyük yanlışlıklar yapıldığını içimiz üzülerek görüyoruz.
İstanbul mezarlıklarında görülen kitabelerin en eskilerinden biri olan bu taş- ların son tamirde kendi yerleri ve kitabe yüzleri değiştirilmekle büyük bir ta- rih ve üslûp hatası işlenmiştir.
Ayas Ağa, İstanbul’daki eserlerinin bir kısmını bazen Sinân-ı Atîk ile beraber yapmış, bir kısmını da kendi başına meydana getirmiştir. Afyonkarahisar’da- ki cami ve külliyesini kendisinden bir yıl önce vefat eden sanat arkadaşı Sam- sunlu Hasan b. Abdüssamed’le birlikte vücuda getirmiş bulunuyor.
Mimar Ayas Ağa Camii (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1525
Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi ve Türbesi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi avlusundaki havuzun önünde, şimdi Şehzadebaşı Caddesi üstünde Ebü’l- Fazl Mahmud Efendi Medresesi ve Türbesi vardı.
Medresenin banisi 17.yy’ın ilk yarısında İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazas- kerliklerinde bulunmuş Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi’ydi, Karaçelebizâdeler ailesine mensuptu.
H.1077 - M.1666-67’de Rumeli kazaskeri Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi’nin yaptırdığı medrese 1894 İstanbul depreminde ilk darbeyi yemiş, Direklerarası’na giden yolun açılması sırasında da bir kısmı yıkılmıştı. 1953’te başlanan belediye binası inşası gerekçesiyle medrese büsbütün yıkıldı.
Revnakoğlu bu medreseyi ve banisinin mezarını medrese ortadan kaldırılırken kendisi oradadır, bütün bir hayhuyun ortasındadır. Kendi şahsî teşebbüslerini de anlatan bir dilekçede vaziyeti anlatır (82:107-108):
Muhterem Teftiş Heyeti Yüksek Makamına,
Şehzadebaşı’nda belediye sarayı inşaatına tahsis edilen geniş sahanın için- de kalan ve bundan dolayı son zamanlarda yıktırılmasına lüzum ve zaruret görülen Ebü’l-Fazl Kara Çelebizâde Medresesi’nin bitişiğinde bu medreseyi yaptıran Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi’nin kendine mahsus kubbeli taş türbesi vardı.
Sırasıyla Galata ve İstanbul kadılıklarında bulunduktan sonra yine sırasıyla Anadolu ve Rumeli kazaskerliğini yapmış ve bu vazifelerde daha çok tanınmış, nihayet “reîsü’l-ulemâ” rütbesine kadar yükselmiş bulunan Ebü’l-Fazl Mah- mud Efendi, Kara Çelebizâdeler soyundandır ve aynı künyeyi taşımaktadır, zira şeyhülislâmlar içinde aynı zamanda tarihçiliği ile ayrı bir şöhret kazan- mış olan, Ravzatu’s-Safâ, Ravzatu’l-Ebrâr ve Süleymannâme isimli meşhur tarihlerin müellifi Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi’nin kardeş çocuğudur, bundan dolayı ona da “Kara Çelebizâde” derler, 1063 Zilkadesinde göçtü.
Kendisinin tarihî şahsiyeti ve diğer hayır yapıları arasında bu medrese ve türbe de aynı isimle söylenilmekteydi, “Ebü’l-Fazl” ve “Kara Çelebizâdelik”le meşhur olmuştu.
Belediye sarayının temel atma hazırlıklarına başlandığı sıralardaydı. “Patrona Halil” adı ile daha çok bilinen meşhur Beyazıt Hamamı gibi bu medresenin de yıktırılmaması hakkında hayli söz söylendi. Günlerce devam eden ihtilâflı münakaşalardan sonra alınan müsbet ve müsmir neticeye göre bütün İstan- bul’un bildiği gibi kazma kürek faaliyeti durdurulmuştu.
1526 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Ebü’l-Fazl’ın hususî bir oda hâlinde demir parmaklıklı, yüksek pencereli bü- yük taş türbesi evvelâ kubbesinden, sonra da bünyesinden parça parça edil- mek suretiyle aşağı indirildi ve ortada fevkalâde bir zaruret olmadığı hâlde benzerlerine de pek çok muhtaç olduğumuz bir zamanda ne kadar hazindir ki derhâl yok edildi.
Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1527
Ankaravî Medresesi’ne ait hazirenin naklinde olduğu gibi bize ne resmî ne hususî şekilde hiçbir surette bildirilmediği için türbenin ne zaman yıktırıla- cağını günü gününe bittabi bilmiyordum.
Fakat bir tarih hizmetkârı olmam ve bu gibi işlerle öteden beri zaten meş- gul bulunmam itibarıyla ilgisiz kalamazdım. Daha önceden oraya gidip şahsî ve hususî olarak medrese ve türbeden birkaç poz tesbit etmeyi unutamaz- dım, nitekim bunu yaptım. Yeni Sabah gazetesiyle mensup bulunduğum Ta- rih Dünyası mecmuasının foto muhabiri Osman Özcan ile bir gün gidip bu işi tamamladık (Nisan 1954)
Bir başka gün yine oradan tramvayla geçiyordum. Türbenin hemen yere ka- dar indirildiğini, oraların bir moloz yığını hâline geldiğini ve Kara Çelebizâ- de’ye ait baş ve ayak taşlarının da bir arabaya yükletilerek Kadı Hüsamed- din Câmi‘-i şerîfinin yanındaki 18 Sekbanlar’a doğru götürülmekte olduğunu içim sızlayarak gördüm.
Tramvay Allah’tan olacak, önüne çıkan bir maniadan dolayı biraz ağırlaştı. Hemen atladım, koşarak arabaya yetiştim. 18 Sekbanlar’ın haziresine geldik. Bir de ne göreyim, Ebü’l-Fazl’ı gömmek için buraya yeni bir mezar açıyorlardı.
Meseleyi anlamak için sordum:
-
Ne olacak, kim imiş bu zat?
-
Fatih’in hocası imiş… dediler.
Bu şekildeki cahilâne cevap beni büsbütün sinirlendirdi. Zaten üzüntü için- deydim. Hemen daireye koşup müdür beyi gördüm, vaziyeti arz edip bu işi mutlak surette durdurmamız lâzım geldiğini kendilerine teklif ve rica ettim. Zaten eski bir maarif adamı olan müdür bey bu heyecanlı alâkamdan pek mütehassis kaldı. Büyük takdirkârlık gösterdi, tekrar tekrar müteşekkir ol- duğunu bildirerek yanıma Kontrolör Yunus Bey’i terfik etti. Yeniden 18 Sek- banlar’a geldik. Arz ettiğim gibi oraya gömülmek üzere bulunan Ebü’l-Fazl’ın arabaya konulmuş iki mezar taşını oradan aldık ve mahallî tarihin kaybol- maması için Saraçhabebaşı’ndaki Mimar Ayas Câmi‘-i şerîfinin haziresinin önüne getirdik.
Evkaf’ın henüz haberi ve müsaadesi olmadığından mezar taşlarını hazireye almaktan haklı olarak imtina eden hademenin rıza ve muvafakatini temin et- mek için hayli uğraştım. Ve zaten tıklım tıklım dolu olan hazirede Ebü’l-Fazl
1528 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Fakat şunu da bilhassa ilâve etmek lâzım gelir ki o gün tramvayda tesadüfen bu hadiseyi görmemiş olsaydım, tanındığı tarihe göre 1040 ricalinden bulu- nan bir kazaskeri bu şekilde unutulmayacak bir gafletle fethin şühedası ve ordunun sekbanları arasında göstermek edebiyete kadar düzeltilmeyecek bir garabet vesikası hâlinde taşlaşıp kalacaktı. Tesadüfün lutfuna, lutufkâr irşa- dına çok borçluyuz.
Memleketin tarih ve ilim hayatıyla ilgili çok şerefli hizmetlerde bulunmak için çatısı altında vazife aldığım bir idarenin muamele şeklini insafsızca ten- kit ve tahtie etmiş olmak için söylemiyorum, fakat bunlar zamanında bildi- rilmiş olsaydı bu gibi yanlışlıklara asla meydan ve imkân verilmiş olamazdı.
Yıktırılan muazzam türbenin yanındaki tarihi medresenin kamyonlardan ta- şan ve taşımakla bitirilemeyen enkazı arasında Ebü’l-Fazl Efendi’ye ait bir pehle taşının sonraki mezara getirilmediğinden şikâyet ediliyormuş!
Getirilseydi ne olacaktı?
Parça parça edilmiş müstakil bir bina hâlindeki koca bir taş türbeden uzun veya kısa bir mermer parçasını nakletmek acaba ne işe yarayacaktı, memleket ve tarih namına nasıl bir mana ifade edebilecekti?
Bir defa Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi’nin mezarında pehle taşı değil, yukarıda tarif ettiğim gibi ancak üzerinde delikli kapak taşı vardı. Uzunluğu baş taşıy- la ayak taşının arasını kaplayacak kadar genişti ve kalıncaydı. Zaten bu me- zar mermer sanduka şeklinde olmadığı için orada pehle taşı bulunamaz ve aranılamazdı.
Bir tek tabir veya kelimenin mana hususiyetlerini burada derinden derine incelemek belki lüzumsuz gibi görünürse de raporun mevzu ve muhtevası aslında ilmî mahiyettedir, binaenaleyh sırası ve zamanı gelmişken bunun da izahını yapmak faydalı olur:
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1529
Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi (Encümen arşivinden)
Vücudun iki yanından her birine Fâ- risîde “pehle” veya “pehlû” denilir, koltuk ile kalça başlarının arasında kalan kısımdır. “Pehlevan” kelimesi bu kökten gelir. Mütefekkir dostum Erzurumlu Sıtkı Dursunoğlu, Noel Baba hakkında ibda ettiği cidden pek mükemmel bir hicviyesinde bu kelimeyi fevkalâde bir kudretle is- timal ve istihdam eylemiştir: “Şim- di küşâde pehlû şimdi küşâde sîne - Arz eyleriz visâli Noel Baba’ya karşı”
Bu işin böyle olacağı sanki kalbime doğmuş gibi o günlerde müdüriye- te takdim ettiğim raporda: “Ebü’l- Fazl’ın muntazam kapaklı mermer lahdi baş ve ayak şahidesiyle hususî şekli ve kıymeti bozulmadan, güzel bir talik ile yazılı kitabesi zedelen- meden yine o çevredeki Mimar Ayas Câmi‘-i şerîfi haziresine nakledilme- sinin her bakımdan uygun olacağı- nı yüksek tensip ve tasvibinize arz…” şeklinde bu keyfiyeti hususî surette belirtmek ve dikkate arz etmek iste- miştim. Fakat bir başka şekilde içimi
yakan Ankaravî haziresi gibi bu iş de ne yazıktır ki böyle oldu. Ben kendi kendime yanıp tutuştum, kendi kendimi parçaladım. Fakat memleketin tapu senetleri olan bu çapta ve bu değerdeki eserlerin göz önünde ve amele elinde parçalanmasına ne kadar söylediysem de mani olamadım ve bittabi bu kifa- yetsiz hâlimle de olamazdım.
18 Kasım 1954 tarihini taşıyan bu mevzuya dair eski raporumun bir suretini lüzum görülürse tedkîk-i âlîlerine arzen takdim edebilirim.
Hürmetlerimle, 10 Mart 1056.
Kitabeler Uzmanı Cemaleddin Server
1530 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Encümen dosyasında bu medresenin 1936’daki vaziyeti için Ali Saim Ülgen’in şu notları yer alır: “Bu medrese klasik üslûpta sade ve güzel bir esermiş. Ortada 12 direkli bir avlusu olup murabba şekildeymiş. Sokak cephesinde harici tonozlu dükkânlar ile medrese kapısı varmış. Bu kapının tam mukabilinde dershane olup bunun yüksek tamburlu büyük bir kubbesi vardır. Dershanenin kapısı yeşil porfir ile mermerden mütekabil zambak üslûplu oyma taş şekilleriyle kemer teşkil edilmiştir. Sütun başlık- ları maiü’ş-şekl ve çok sadedir. Revaklı kısım ise yan talebe odaları gibi kubbeliymiş. Hey’et-i umûmiyyesi güzel bir esermiş.”
Ebü’l-Fazl Medresesi’ne dair son çalışma 1965’te Semavi Eyice tarafından “İstanbul’un kaybolan bir eski eseri: Kazasker Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi” başlığıyla neşredildi.
Ebü’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1531
Büyükşehir Belediye binasını geçince sola dönen Bukağılı Dede Sokağı’na giriyoruz. Sokağın ilerisinde solda Hoşkadem Camii önündeyiz. (Kemalpaşa Mahallesi, 930 ada, 10 parsel)
Fatih devri sekbanbaşılardan Mehmed Ağa - Hoşkadem Ağa’nın banisi olduğu bu cami, uzun süre devam eden harap hâlinden ilk hâline ait hususiyetlerini yitirerek gelebildi. Yakınındaki belediye binasının yapımı sırasında alâka gören cami 1977’de de tamirden geçirildi (157:390):
Hoşkadem Ağa, Ebü’l-Feth’in sekbanbaşılarından Mehmed Ağa’dır ki Şehza- debaşı’nda 18 Sekbanlar’ın arkasına rastlayan Selim Paşa Yokuşu’nun başın- da, 97 numaralı kendi camisinin haziresinde ehli “Havva Hatun” ile beraber yatıyorlar.
Yanındaki fevkanî mekteple helâya ve abdest musluklarına giden su teşkilâtı bakımsızlık yüzünden bugün battal olmuştur.
Karşısında Şeyhülislâm Ankaralı Mehmed Emin Efendi’nin H.1119’da yap- tırdığı şimdi pek harap olmuş olan darülhadisi ile Defterdar Sebili, bunların karşısında da Kasım Ağa isimli bir hayır sahibinin medresesi vardır. Perişan haziresinde zamanının “İkinci İmâd”ı sayılan tanınmış hattatlardan Beh- cetzâde Mustafa Cevdet Efendi (vefatı H.1201) yatıyor.
Hoşkadem Camii (Encümen arşivinden)
1532 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Hoşkadem Mehmed Ağa’nın Sicil’deki vefat tarihi 882 olduğu hâlde mezar taşına 857 yazılmış.
1950 Ramazanında yaşlı Müezzin Ali Rıza Efendi’nin himmetiyle caminin iç duvarlarının biraz tamir edildiğini görüyoruz.
Revnakoğlu bir başka notunda Hoşkadem Ağa’nın mezarını ve kitabesini de tesbit eder (157:402):
Câmi‘-i şerîfin sağına düşen minarenin yanındaki hazirede ve geride taflan ağacıyla kaynaşmış hâlde, sülüsle yazılı baş şahide: “Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî
- Ebü’l-Feth merhûmun sekbanbaşısı ve bu mescid-i şerîfin banisi sâhi- bü’l-hayrât ve’l-hasenât merhûm ve magfûrun leh Hoşkadem Ağa rûhıyıçun rızâen lillâhi taâlâ el-fâtiha, 857.
Câmi‘-i şerîfin sağ yanında (157:402) fevkanî bir mektep ve onun yanında da helâsı vardı. Yarım asra yakın bir zamandan beri kapalıdır ve arsadır.
Hattat Behcetzâde Mustafa Efendi haziresi
Hoşkadem Camii’nin karşısında Hattat Behcetzâde Mustafa Efendi haziresi vardı (Kemalpaşa Mahallesi, 940 ada, 2 parsel)
Revnakoğlu, Behcetzâde Mustafa Efendi’nin mezarının taşınması için aşağıdaki dilekçeyi kaleme alır (105:64):
Müdüriyet Yüksek Makamına,
Şehzadebaşı’nda Selim Paşa Yokuşu’nun üst kısmında ve köşede, yine bele- diye inşaatı sahası içine giren Fatih’in sekbanbaşılarından Hoşkadem Meh- med Ağa’nın yaptırdığı küçük mescidin tam karşısında pek harap bir hâlde bulunan Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Efendi Darülhadisi ile Kasım Ağa Medresesi ve Defterdar Sebili arasında uzunca bir köşe teşkil eden yüksek hazirede dîvân-ı hümâyûn hâcelerinden Hattat Behcetzâde Mustafa Cevdet Efendi yatmaktadır.
-
Rebiülahire 1201’de vefat eden ve kitabesinde zamanının “İkinci İmâd”ı sa- yıldığı yazılı bulunan bu sanatkâr adamın talik yazılı tek şahideden ibaret ka- bir taşıyla mezarının diğerleri gibi yine Mimar Ayas Câmi‘-i şerîfi haziresine naklinin pek lüzumlu ve yerinde olacağını ihtiramatımla arz eylerim.
10-11-1954
Tarihî Mezarlar ve Kitabeler Raportörü Cemaleddin Server Revnakoğlu
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1533
Hoşkadem Camii karşısında Hattat Behcetzâde Mustafa Efendi’nin de medfun olduğu hazirenin
yok olmadan önceki hâli, sağda Ankaravi Mehmed Paşa Medresesi’nin girişi (Encümen arşivinden)
Şimdi belediye binasının arkasında otopark olan hazire, sadece eski fotoğraflarda görülebiliyor.
Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn’de Behcetzâde Mustafa Efendi ve babası hakkında şu bilgileri verir:
Büyükşehir Belediye binasının arkasında, Hoşkadem Camii’nin karşısındaki hazire (157:393)
1534 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Mehmed Behcet Efendi’nin oğlu Behcetzâde Mustafa Efendi de hatta babası- nın yolunda ilerlemiş, daha çok talikte kendini göstermişti. Dedezâde Seyyid Mehmed Efendi’nin hat icazeti verdiği dördüncü öğrencisiydi. Defterdarlığı yanında ok atmak, tüfekçilik gibi sporlarda maharet sahibiydi. H.1201’de ve- fat ettiğinde babasının yanında defnedildi.
Revnakoğlu okla işaretli bu
fotoğrafın altına “Hoşkadem Câmi’-i şerîfi karşısındaki
yüksekçe hazirede sanatlı, nakışlı mezar taşları.
Okla gösterilen mihrabiyeli, ziynetli taş, Hattat Mustafa Behcet Efendi’nin babası Behcet Efendi’ye aittir” notunu düşer (179-1:487)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1535
Tekrar Şehzadebaşı Caddesi’ne dönüyoruz. Belediye binasını geçtikten sonra sağda 18 Sekbanlar haziresi önündeyiz. (Kemalpaşa Mahallesi, 947 ada, 1 parsel)
Revnakoğlu’nun yukarıda bahsettiği kitabe (157:393)
Refik Fersan (1893-1965) hatıralarında yer alan (Refik Fersan ve Hatıraları, hz. Murat Bardakçı), geçen asrın başlarındaki Şehzadebaşı, Revnakoğlu’nun anlattıklarıyla kesişecektir:
Şehzadebaşı Karakolu’ndan Saraçhane Caddesi’ne doğru giderken sağda köşe başında çocukluğumda daima bardak şekeri, kutu macunu, badem ez- mesi ve o tarihlerde tanesi beş paraya satılan incecik çikolata vesair şekerle- meler almak üzere uğradığım Şekerci Ömer Efendi’nin dükkânı vardı. Ömer Efendi şişman, top sakallı, göbekli, güler yüzlü bir adamcağız idi. Dükkânının önünden geçerken “Buyurun küçük beyimiz” diye beni davet eder, dadım ve lalamla birlikte girer, alacaklarımız alırdık.
Dadım beni ekseri karşı köşe başındaki Bukağılı Dede’nin türbesine götürür, türbedarı yeşil sarıklı, nur yüzlü zata nazar değmesin diye okutur üfletirdi. Cadde üzerinde bir berber dükkânı vardı ki aynı zamanda dişçiydi. Bu dük- kânın camekânında tesbih gibi iplere dizili bir sürü azı dişlerden ve kara yı- lan gibi simsiyah kerpetenlerden ödüm kopar, hep karşı tarafa geçerdim. İki dükkân sonra babamın adamlarından meşhur muhallebici Ahmed Ağa’nın dükkânı ve bunun tam karşısında ufacık bir meydancık ve büyücek bir kah- vehane vardı. Ramazân-ı şerîfte bu kahvede karagöz oynatılırdı. Karagözcü meşhur Hakkı Necip -eski İstanbul Opereti sanatkârlarından- bu kahvede
ben küçücükken senelerce karagöz oynatmıştı. Ramazanda ekserî geceleri gider, seyrederdim.
Bu meydancıkta bir de su terazisi vardı. Bizim konağımızn bahçesi bu terazinin tam arkasındaydı. Evin asıl harem kapısı arkadaki Taş Mektep Sokağı’ndaydı. Burası şimdi İstiklâl Lisesi’nin bulunduğu sokaktır.
İttisalimizde Şekerci Udî Cemil Efendi merhumun kayınpederi meşhur Bektaşî Nuri Baba’nın, onun ittisalinde de Doktor Kadri Raşid Paşa’nın pederi Raşid Paşa’nın evi vardı.
Nuri Baba, Mehmed Ali Baba’dan evvel Merdivenköy Bektaşî Tek- kesi’nin babasıydı. Gayet şişman, fevkalâde ehl-i dil, daima gülen çehresiyle, top sakalıyla bugün gibi hatırımdadır. Her geldiğinde bana bir oyuncak getiririrdi. Damadı bestekâr, udî meşhur Şekerci Cemil Efendi’nin o devirde büyük bir şöhreti vardı. Şehzadebaşı’n-
1536 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Şehzade Camii’nin karşısında, İstanbul’un fethinde şehit düşmüş 18 sekban askeri için tanzim edilmiş şehitlik yer alır. Burası hakkında en etraflı ve ilk malûmatı yine Revnakoğlu verir (157:391):
İstanbul muhasarasında ve fethinde büyük yararlıklar göstermiş, İstanbul uğ- runa kanlarını akıtmış 18 Sekban, Şehzadebaşı Karakolu’nun arkasına düşen Muhtar Paşa Akaretleri’nin bulunduğu sokakta, eski adı “Çamaşırcı Mescidi” olan Kadı Hüsamüddin Câmi‘-i şerîfinin mihrabı önünde, son tamirler mü- nasebetiyle biraz derlenip düzenlenen büyük çevirmede yatıyorlar. Bakım- sızlıkla geçen uzun yılların biriktirdiği ve yükselttiği toprak yığınları altında kabirleri belirsiz hâle gelmişti.
Sultan II.Mahmud’un tamiri zamanına ait sanatkâr bir elin enfes sülüs celî- si ile istiflediği mermer kitabeye bakılırsa nimelceyşten bulunan yani İstan- bul’un fethinde ve Fatih’in maiyetinde hizmetleri geçen bu 18 yiğitin şehit düştükleri mübarek yer de burası. Bakınız kitabe bize neler söylüyor:
“Ebü’l-Feth Sultan Muhammed Han aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretle- rinin maiyetinde bulunan “Ve leni‘me’l-ceyşü zâlike’l-ceyş” medîha-i Nebe-
Sekbanbaşı haziresi ve arkada Çamaşırcı Hüsameddin Camii (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1537
Birbirini tamamlayan yangınlar, birbirini kovala- yan ihmaller yüzünden mezar kitabeleri zamanla kaybolmuş. Sekbanbaşı Hızıroğlu Hamza’dan baş- kasının isimlerini bilmiyoruz.
Revnakoğlu Tarih Dünyası’nda (15 Kasım 1950) 18 Sek- banları daha geniş ele alır (192:54-55):
Bir zamanlar Sekbanbaşı Hızıroğlu Hamza’nın mezarında keçi otlarken (157:238)
18 Sekbanlar: Bu kelime Farsçadır, “köpeğe bakan” demektir. Fatih’in maiyetinde gelip fetihte şehit düşen 18 nefer sekbandır ki “seğmen” de denilirdi. Bunlar ayı avlamaya mahsus köpeklerin muhafaza- sına memurken sonradan orduda rütbe alarak bir nevi tüfekli asker olmuşlardır. 34 ortadan yani bö- lükten ibaret bulunup komutanlarına “sekbanbaşı” tabir edilir: 18. sekban bölüğünün diğer bir adı da “kâtib-i sekbânân”dır. 20. bölüğüne “kethüdâ-yı sek- bânân” adı verilir. 33. bölük aynı zamanda avcıdır,
bunların başındaki amire “ser-şikârî” derler.
Şehzade Karakolu’nun yanından giren Kemal Paşa Caddesi üzerinde hâlen Fatih türbesinin son türbedarı merhum Hafız Hasan Efendi’nin ailesinin oturduğu Kadı Hüsameddin Câmi‘-i şerîfinin mihrabı önünde, şehit düştük- leri gayet büyük hazirenin (Bu kelimenin Türkçe karşılığı “ağıl”dır, fakat bu- rada cami, tekke, türbe mezarları gibi etrafı duvarla çevrili hususî kabristan manasına gelen bir tabir olduğundan aynen kullanıyorum) içinde yatmakta- dırlar. Müteaddit yangınlardan sonra kabirlerinin yeri belirsiz hâle gelmiştir. Sonradan hepsinin namına bir taş yazdırılarak pencerelerden birinin önüne konulmuş olduğunu görüyoruz. Filizî renkte, dört köşeli mermer üzerine ne- sih ile yazılmış kitabe şudur:
“Fatih Sultan Muhammed Han hazretleriyle maan teşrif buyurup bu mahal- de şehîden vefat eden on sekiz nefer sekban aleyhimü’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretlerinin rûh-ı pür-fütûhlarıyıçun el-fâtiha” (Tarih yoktur)
Hazirenin 18 Sekbanlar Sokağı’na bakan yüzünde ise sıra ile 10 penceresi olup soldan ikincisinin üstünde yine mistarlı, beyaz mermer üzerine sanatkâr bir elin güzel bir sülüs ile istiflediği üç satırdan ibaret bir kitabe daha oku- maktayız ki yazısı gerçekten güzel ve değerlidir:
“Ebü’l-Feth Sultan Muhammed Han aleyhimü’r-rahmetü ve’l-gufrân hazret- lerinin maiyetinde bulunan “ve le-ni‘me’l-ceyşü zâlike’l-ceyşü” medîha-i ne-
1538 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
18 Sekbanlar’da Hızır b. Hamza’nın mezarı (157:393)
beviyyesine mazhar olan zevattan bu mahalde nûş-ı şehd-âbe-i şehâdet eden on sekiz sekbanların ervâh-ı şerîfesiyiçün el-fâtiha, sene 857”
Bu güzel kitabenin bulunduğu pencerenin biraz arkasında yatan Sekban- lar kethüdası Hızıroğlu Hamza’nın baş şahidesinde de sülüs celîsi ile şunlar
yazılıdır:
“Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî - Kethüdâ-yı şühedâ-yı sek- bân Hamza b. Hızır hazret- lerinin rûhuna fâtiha, sene H.857”
Kitabe güzel yazılmış oldu- ğu gibi başındaki yeniçe- ri kavuğu da sanatkârane sarılmıştır.
Diğerlerinin kabirleri kita- beleri mevcut olmadığı için isimlerini bilemiyoruz.
1950’de 18 Sekbanlar haziresi duvar kitabesiyle (157:393)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1539
18 Sekbanlar haziresi önünde kimilerince 18 Sekbanlar Mektebi denilen bir yapı vardı, Şehzadebaşı Camii ile karşı karşıyaydı, Gençtürk Caddesi’nin başındaydı.
18 Sekbanlar haziresi önünde yıkılmadan önceki fotoğrafları belediye arşivinde bu- lunan bu mektebe dair Revnakoğlu’nda ve diğer kaynaklarda pek bilgiye rastlanmaz. Hakikatte burasının mektep olduğu da şüphelidir. Yerinde bulunmayan bu yapının fotoğraflarını vermekle yetinebiliyorum:
18 Sekbanlar Mektebi’nin arka kısmı (Belediye arşivinden)
1540 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
18 Sekbanlar Mektebi’nin Şehzadebaşı Caddesi’ne bakan kısmı (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1541
18 Sekbanlar Mektebi yıkılırken (Belediye arşivinden)
Önde 18 Sekbanlar haziresi, arkada 18 Sekbanlar Mektebi (Salt arşivinden)
1542 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
15 Temmuz Şehitleri Caddesi’nden Bukağılı Dede Sokağı’na döner dönmez sokağın ortasında Bukağılı Dede Türbesi vardı.
Bugün 18 Sekbanlar haziresinde ona ait mezar görülmektedir. Tuhaf bir şekilde cahillerce bir hayal mahsulü olarak mezar taşına Kubbe Tekkesi’nde şeyhlik yaptığı var sayılan Muhammed Bağdadî’nin Bukağılı Dede olduğu işlenmiştir!
Revnakoğlu bu yatırın sahibi Bukağılı Dede’ye dair bir yazısında, onun Bizans’tan kalma bir miras, Hristiyan bir aziz olduğuna işaret eder (140:132; 105:89,130-31):
Fetihle, Fatih’le ilgileri kesin olarak bilinemeyen Bukağılı Dede, Uryanî Dede, Tezveren Dede gibi hüviyetleri belirsiz birtakım yatırların masal ve hayal mahsullerinden ibaret türbelerini yeniden ihya ve onarma masrafı olarak en azı 2.400 liradan 5.000 liraya yakın bir para gitti. Bunların içinde Bukağılı Dede gibi Bizans azizlerinden veya havarilerden olduğu bile rivayet edilen bu sonradan çıkma uluların yakıştırma ve uydurma mezarları birçok maddî kül- fetlerle yeni baştan yaptırıldı, yani bir hiç uğruna dünyanın parası harcandı...
Bukağılı yahut Bukağılu Dede, ayağı zincirli demek, fakat niçin?
-
Sekbanlara komşu olan, fakat ana kaynakların hiçbirinde adı bile geçme- yen bu zat hakkında güvenilir, sağlam malûmat verecek eski - yeni dayan- dığımız yegâne şey, efsane ve
-
hikâyeden ibarettir. Bu zatın Bizans devri azizlerinden ol- duğu bile söylenilir. Hıristiyan- ların mübarek saydığı, ziyaret ettiği bu yatırı fetihten sonra biz Türkler de hürmeten şehit gibi kabul etmişizdir. Bu saygı ve teberrük (mübarek bilme) duygusundan ortaya müşterek bir ziyaretgâh çıkmıştır.
Bir rivayete göre Bizans zama- nından kalma bir müslümandır. Bilinmeyen bir sebeple, belki de müslümanlığı dolayısıyla kendisine eziyet etmek için Bi- zans hıristiyanları tarafından zindana atılmış, ayaklarına bu- kağı vurulmuştur. İstanbul alı-
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1543
Bukağılı Dede’nin yıkılmadan önceki türbesi (105:57)
nırken sağ olduğu görülerek vefatından sonra üzerine türbe yaptırılmıştır.
Ziyaret penceresi üstünde, türbelerin kapanışına kadar herkesin gördüğü , şunun bunun yazdığı nakkaş levhasına bakılırsa Bukağılı Dede güya Fatih’in adamlarındandır, fetihten sonra bir müddet daha yaşamıştı ve kendisini iba- det ve riyazete vermiş, Allah’ına yakın bir kimse olduğundan riyazet sırasın- da (ibadet maksadıyla aç durma) uyumamak için ayaklarını zincirlermiş.
Şehzadebaşı Karakolu’nun yanından 18 Sekbanlar’a kıvrılan Muhtar Paşa So- kağı’nın başındaki çökmüş, çürümüş ahşap türbesi fetih yılı hürmetine bu defa tuğla ile yeniden yaptırıldı.
Bukağılı Dede’nin Bizanslı olduğu hususunu daha ileri götüren Revnakoğlu, notla- rında Osmanlı arşivinde buna dair bir vesikanın bulunduğunu da kaydeder (105:91):
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde kıymetli bir mütehassıs olan Erzurumlu Musa Bey merhum, Bukağılı’nın Bizans azizlerinden olduğunu gösteren bir arşiv vesikası bulmuş ve buna dair Cumhuriyet gazetesine bir yazı göndermişse de neşrolunmamıştır. Bu hadise bir öğle paydosunda yemek masası etrafında görüşülürken bizzat orada bulunup meseleyi dinleyen arşiv memurlarından emekli Ahmed Hamdi Maral, Derviş Albar, Bekir Ağazâde Kitapçı Ahmed Hamdi Beyler, hamdolsun hayattadırlar, kendilerinden sorulabilir.
Revnakoğlu bahsi şöyle bitirir (105:130):
Bukağılı Dede de Kara Baba gibi aslında Bizans azizlerinden bulunduğu için mezarları batıya bakıyordu. Üzerlerine türbe ve sanduka yapıldıktan sonra başları kıbleye çevrildi. Belediyece onarılan fetih şehitleri ve bu devre ait bü-
1544 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
yüklerin mezarları arasında Bukağılı Dede’nin mezarı betonla yaptırılmış ve
2.465 lira ve beş kuruş gitmişti.
Revnakoğlu aynı isimde bir başka Bukağılı Dede’nin Üsküp’te yatırı olduğunu da kaydeder (105:91):
Bir Bukağılı Dede de Üsküp’te vardır, kendi namıyla bilinen Bukağılı Hasan Dede Tekkesi’nde yatar. Tekke, Üsküp’ün Şeyh Çayırı semtinde, Hacı Gazi Mahallesi’nde, Yahya Paşa Câmi‘-i şerîfi kıble kapısı karşısında ve dibinde olup Sinâniyye tarikatındandır. Mimar Sinan âsârından bulunan Yahya Paşa Câmi‘-i şerîfinin artakalan enkazıyla yaptırıldığı söylenilir. Kanunî devrinden kalma çok eski bir türbedir. Çarşamba günü akşamı - perşembe gecesi âyîn-i şerîf icra olunurdu. Şimdiki şeyhi Kadri Efendi’dir (23 Nisan 1953). Halkın bir kısmı “Bukayılı Baba” derler.
1950’lere ait bir haberde 18 Sekbanlar
(157:238)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1545
Gülsoy Oteli’nin önünde, Şehzadebaşı Caddesi’ne karışan alanda Fevziye Çarşısı vardı.
Şehzade Camii minaresinden çekilen fotoğrafın en solda tarafında bugün büyükşehir belediyesi
binası bulunan Münir Paşa Konağı, önünde de İbrahim
Paşa Hamamı (Encümen arşivinden)
Yeniçeriler devrinde eski odalara uzanan bu saha mahiyet değiştirmiş, Acemioğlan- lar Kışlası’nın yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasından sonraki çıplak arsasına vakıf dükkanları yapılmıştı. Burası artık “Fevziye” adıyla anılıyordu, “Fevziye” ismi de buradaki çarşının, kıraathanenin adı olarak geçen asrın ilk yarısına kadar muhafaza edilmişti. Sermet Muhtar, 1 Kânûn-ı sânî 1939 tarihli Akşam’da burada “1310 zelzele- sinde Kalpakçılarbaşı’ndan kaçanların barındıkları”nı kaydediyordu.
Revnakoğlu 1940’ta kitabesi Râkım’a ait bir çeşmenin bu çarşının arkasında oldu- ğundan bahseder (38:107): “Şehzadebaşı’nda, Fevziye Çarşısı arkasında, Mahmudiye Çeşmesi Sokağı’nda, 1940 yılında yıktırılmış, geniş mermer kurnalı, tek lüleli güzel çeşmenin celî kitabesi…” Bu çeşmenin tam yeri, Mahmudiye Çeşmesi Sokağı’nda 7A numaralı yapının bulunduğu alandı.
Not düşelim, Babanzâde Ahmed Naim’in evi Fevziye Çarşısı yanındaydı ve Ahmed Amiş Efendi o evde vefat etmişti.
1546 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Fevziye Çarşısı’nın bitişiğinde Şekerci Cemil’in dükkânı vardı. Eski kayıtlarda dükkânın adresi, Şehzadebaşı Caddesi, no 3’tü.
İbnülemin ve Suphi Ezgi’nin kayıtlarına göre 1867’de doğan Cemil Bey’in çocukluğu önce bedestende kuyumcu dükkânında, sonra bir şekerci dükkânında çıraklıkla geçmiş; bu arada Udî Basri ve Hanende Kel Ali’den de musiki meşk etmişti. Onu daha sonra Mediha Sultan’ın dairesinde imam ve Muzika-i Hümâyûn’da ud hocası olarak görüyoruz. Emekli oluncaya kadar 1898-1911 yılları arasında burada çalışmış, aynı yıllarda Şehzadebaşı’ndaki dükkânında şekercilikle meşgul olmuştu. Abbas Hilmi Paşa’nın davetiyle gittiği Kahire’de 1928’de vefat etti. Orada da bir şekerci dükkânı açmıştı.
Revnakoğlu notlarında Şekerci Cemil için şu bilgiler yer alır (148:61):
Şekerci Cemil Bey, İstanbulludur ve Şehzadebaşı- lıdır. Bir müddet Mısır’da bulunduğu için oralı ta- nındığından “Mısırlı” derler. Şehzade Camii kar- şısında, son istimlâklarda yıktırılan meşhur Çinili Fırın’ın yanında çifte kapılı büyük bir şekerci dük- kânı vardı. O zamanki piyasanın tanınmış, tutun- muş birinci sınıf şekercilerinden biriydi. Cemil Bey burada hem müşterilerini karşılar hem bes- telerini yapardı.
Cemil Bey’in babası Şehzade Câmi‘-i şerîfi imamı, dersiam Hasan Tâhir Efendi, Vefa’da Küçük Ko- vacılar’da otururdu. Vefatında Eyüp’te Kırkmerdi- venler’de gömülmüştü.
Cemil Bey’in çocuklarından Şekerci Mehmed Ali Bey 1958’de vefat etti. Diğer evlâdı yine Şeker- ci Nureddin Bey ile Perveriş Hanım, Kadıköy’de oturuyorlar.
Not düşelim, Cemil Bey’in çocukları İstanbul’da birçok yerde “Cemilzade” adıyla babalarının şekercilik mesleğini devam ettirmektedir.
Şekerci Cemil Bey
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1547
Şekerci Udî Cemil ve oğlu Mehmed Ali’nin Kahire’deki dükkânı
Şekerci Cemil’in Şehzadebaşı’ndaki dükkânının reklamı (Şehbal, 15 Eylül 1325)
1548 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Acemioğlanlar Kışlası buradaydı. İstan- bul’un yeniçeri kışlalarından biri olan Eski Odalar’ın yeri Şehzadebaşı’ndan Vezneciler’e kadar uzanır, bu hiza- nın Laleli’ye bakan tarafları yeniçeri odalarını teşkil ederdi. Acemioğlanı adını alan devşirmeler, usta birlikleri dediğimiz sınıfa geçmek, ücretli ve daimi kadrolu yeniçeri olmak için hazırlık safhasını, acemilik dönemini burada tamamlardı. Vezneciler’deki bu kışla hamamı, yeniçerilikten geriye kalan son eser 1990’larda ağır ağır yanındaki otel tarafından sarmalandı, gözden kayboldu…
Üryani Dede Türbesi
Acemoğlu Hamamı (Encümen arşivinden)
Şehzadebaşı Caddesi’nden Gençtürk Caddesi’ne giriyoruz. Bu caddenin sola dönen ikinci sokağı Onsekiz Sekbanlar Sokağı’dır. Bu sokağa giriyoruz, hemen sağda Uryanî Dede Türbesi önündeyiz. (Kemalpaşa Mahallesi, 790 ada, 16 parsel)
Şimdi bakımsız, soğuk, alâkadan mahrum hâlde dükkânlar arasında kalmış türbesinde medfun bu ermiş kişiye ait Revnakoğlu’nda şu notu buluyoruz (227:210):
Uryanî Dede: İsmi Mustafa’dır. Şehzadebaşı’nda 18 Sekbanlar sırasında- ki bugünkü kubbeli taş türbesi vaktiyle sadrazam çukadarlarından Ahmed Ağa’nın (Ahmed Ağa’nın oğlu Şeyh Şakir Efendi, şair ve müelliftir) oturduğu evin altındaydı. Çevresine “Eski Odalar” denilirdi ki sonra Fevziye Çarşısı oldu. Türbesi 1953’te tamir edildi ve bugünkü şekli verildi.
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1549
1941’de Uryanî Dede Türbesi (Encümen arşivinden)
Revnakoğlu dosyalarında “Yâ Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî kuddise sırruhu” yazılı hat (93:72)
1550 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Sakallı Cemil’in Çardak Kahvesi
Şehzade Camii avlusunda Sakallı Cemil’in çardak kahvesi vardı. Tekkelerde zakirlik yapan Sakallı Cemil Efendi’nin hem zakirliğinden hem de bu kahvesinden Revnakoğlu dosyalarında bahis yer alır (116:50-51):
Siyah, gür sakallı, gösterişli bir zattı, Şeh- zade Câmi‘-i şerîfi avlusundaki çardak kah- veyi işletirdi. Zamanın kalem efendileri ve tekke mensupları, ekseri zakirler bu kahve- ye devam ederlerdi. Burası tiryakileri mem- nun eden köpüklü ve okkalı kahve yapmak- la da meşhur olmuştu.
Cemil Efendi merhum (Müştakzâde, Sakal- lı), pek çok meşhur olmamış, fakat düm- tek usulüyle metotlu bir tarzda zikre riya- set etmekle tanınmış ve ileriye geçmiş usta bir kıyam reisiydi. Tekkelerde fazla görün- mezdi, yalnız Matrak Dergâhı’na gelir, zikri idare ederdi. Tarikaten amcası Müştakzâde Ahmed Efendi’ye müntesipti. 1323’te altmı- şa yakın bir yaşta göçtü. Pek mütevazı in- sandı, hiçbir varlığı yoktu. Kalem efendisi terbiyesiyle görünürdü. Mengene’nin Ce- vad Bey merhum, bu zattan yetişmedir.
Revnakoğlu,
Eyüp - Şah Sultan Tekkesi’nde (112:227)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1551
Osman Baba, solda demir kafesli türbe (1838 tarihli Constantinople And The Scenery Of The Scenery Of The Seven Churches Of Asia Minor’dan)
Osman Baba Türbesi
Şehzadebaşı Caddesi’nin Fevziye Caddesi’yle kesiştiği yerde, İbrahim Paşa Sebili’nin tam karşısında, Şehzadebaşı Caddesi’nin Vezneciler’e gidiş kısmının üzerinde Osman Baba’nın türbesi bulunuyordu.
Direklerarası’nı gösteren yağlı boya resim, gravür ve fotoğraflarda dikkat çeken bu mezar, H.1197 (M.1782-83) tarihinde vefat eden Osman Baba’nındı. 1914’te tramvay yolunu genişletme çalışmaları sebebiyle, mezar Şehzade Camii’nin haziresine taşındı. Revnakoğlu notlarında Osman Baba da yer alır (227:20-21):
Osman Baba, mecâzibden bir zat olup yalın ayak gezer ve Direklerarası’nda medfeninin bulunduğu yerde iğne satarmış. Direklerarası’nın alt başındadır. Sultan I. Abdülhamid devrinde yaşamıştır, mazinneden bir zattır, kerameti görülmüştür. Zamanın vüzerâ, vükelâ ve ricâl konaklarına sellemehüsselâm girer ve girdiği konağın en mutena bir odasının yine en hususî ve en güzel minderi üstüne çıkar otururmuş. Asıl hayret edilen tarafı, ayakları çamur içinde olduğu hâlde bağdaş kurarak oturduğu mindere çamur bulaştırmaz- mış. Kendisinin bir eve, bir konağa girmesini herkes teyemmün eder ve Os- man Baba’dan bir ikbal ve devlet beklermiş (Kibâr-ı Evliyâ’dan, s. 118) Kırk- lardan bilinir.
1552 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Yukarıda Osman Baba’dan iktibasa yapılan Kibar-ı Evliya, Kenan Rifâ‘î’nin oğlu Kâzım Büyükaksoy’un eseridir. Revnakoğlu, tarikat pîrlerinin biyografilerinde Kâzım Büyü- kaksoy’un bu eserinden istifade etmiş, dosyalarında onun bu kitabının parça parça hemen tüm istinsahı yer almıştı. Kibar-ı Evliya’dan kaydıyla yazdığı bu kısımların uzun zaman müellifini tesbit edememiştik, 187:117’de “Şeyh Kenan Beyzâde Kâzım Bey’in Kibâr-ı Evliyâ’sında…” notu eserin müellifini tesbite imkân sağladı.
Kazım Büyükaksoy’un kısa biyografisi Revnakoğlu dosyalarındaki bir gazete ku- püründe şöyle yer alır (82:24): “İstanbul’da Karagümrük’te Ümmü Kenan Dergâhı şeyhi meşhur Kenan Bey’in oğludur. Kendisi Eczacı Okulu mezunu olmakla beraber maarife intisap etmiş ve oradan emekli olmuştur. Okuyuşu ve tavrı merhum Hafız Sami Efendi’nin yoludur. İnce, kıvrak ve tatlı sese sahip olan arkadaşımızın güzel mevlid okuyuşunun yanında musiki bilgisi de bir hayli geniştir. Bir zamanlar meşhur üstat Mahmud Kemal İbnülemin Bey’in evindeki haftalık mutat musiki ve sohbet toplantılarında Kâzım Büyükaksoy’un büyük bir vukuf içinde fasıl idare ettiği ve güzel gazeller okuduğunu görür ve dinlerdik. Ses vüsati iki oktav civarında olan bu arkadaşımızın mevlid okuyuşu da nevi şahsına münhasırdır. Devrin üstatlarından Muallim Kâzım Bey, Eyyûbî Ali Rıza Bey gibi hocalardan musiki meşk etmiştir.”
Tekrar Osman Baba’ya dönüyor, onu asıl kaynak olan Kâzım Büyükaksoy’un Kibâr-ı Evliyâ’sından okuyoruz (227:22):
Osman Baba: Mecâzibden bir zat olup yalın ayak gezer. Ve I. Sultan Hamîd devrinde bulunmuş, o devirde yaşamıştır. Rivayete göre kendisi mazinneden bir zat imiş.
Osman Baba, zamanının vüzerâ ve ricali konaklarına sellemehüsselâm girer ve girdiği konağın en mutena bir odasının minderine çıkar otururmuş.
Osman Baba’nın kerameti, ayakları çamurlu olduğu hâlde oturduğu mindere bir parça olsun çamur bulaştırmamasıymış. Sonra kendisinin bir eve veya bir konağa girmesini herkes temenni eder ve Osman Baba’dan bir ikbal ve dev- let beklermiş. Osman Baba, kendi medfeni olan Direklerarası’nın alt başında iğne satarmış.
Bu vakanın nâkili o zamanın sadrazamının kavasbaşısı Ahmed Ağa’dır ki bu- nun oğlu II.Sultan Hamîd devrinde vefat eden, Büyük Çarşı’da mahfazacılık edip yüz yaşına kadar bir müddet yaşamış olan Şakir Efendi’nin babasıdır. Ahmed Ağa, Şakir Efendi’ye hikâye edip Şakir Efendi’den de nakledilmiştir.
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1553
1835’te Osman Baba, solda (Bartlett’in The Beauties Of The Bosphorus’undan)
Osman Baba’nın yol ortasında kalan mezarının taşınması gerektiği 23 Ağustos 1325 tarihli Muhibban’da kalabalık ahalinin geçiş yeri olan Direklerarası’nın başındaki bu türbenin yol ortasında kaldığı ve lâzım gelen hürmetin esirgenir olduğu, artık mezarın bir başka yere kaldırılması gerektiği ifade ediliyor, etrafta söylenip duran bir söz aktarılarak bunun hakikati olmadığı söyleniliyordu: “Osman Baba, kabrini nakletmek isteyenleri çarptığına dair dallı budaklı bir hikâye vardır. Vallâhi yalandır, Kur’an’da böyle bir şey yoktur!”.
Bu yazıdan bir süre sonra, 1914’te burada tramvay yolu açılırken taşınma işlemi gerçekleşti.
İhtifalci Ziya (II,45), “Üstü kubbe şeklinde demir ve tel kafeslerle setr edilmiş, mü- kellef sandukalı” mezarın “bir gece alelacele hedm ve merhûm müşarünileyhim pek muntazam, gayet metin ve vasi lahdi açtırılarak bakiyye-i izâmı büyük bir sandık içerisine alınıp Şehzade Camii avlusuna, Fevziye Caddesi’nden Vefa’ya giden yolun iç köşesine nakil ve defin edildi” bilgisine yer verir.
Osman Baba’nın Şehzadebaşı Camii haziresinin İbrahim Paşa Sebili’ne bakan köşe- sindeki Mevlevî sikkeli mezar kitabesinde sülüsle “Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî - Meczûb-ı ilâhî merhûm ve magfûrun leh Derviş Hafız Osman Velî rûhıyıçun el-fâtiha, 1197” yazısı görülür:
1554 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Ludvig Hans Fischer (ö.1915) tarafından yapılan yağlı boya resim
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1555
19. yy’a ait ismi bilinmeyen bir yağlı boya resimde Osman Baba ve Şehzade Camii
1556 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
Osman Baba
Osman Baba Türbesi’nin hemen arkasında, sonradan yola giden Fevziye Kıraathanesi bulunuyordu.
Osman Baba Türbesi’nin arkasında, Şehzadebaşı Caddesi’nin Fevziye Caddesi’yle kesiştiği yerde, İbrahim Paşa Sebili’nin karşısında, Hamidiye Hotel’in Şehzadebaşı Caddesi’ne bakan 1A’nın önündeydi. Şimdi üzerinden Şehzadebaşı Caddesi geçiyor.
Kuruluş tarihi tesbit edilemeyen bu kıraathane, 19.yy’ın son çeyreğinde İstanbul’un en meşhur yerlerindendi. Reşad Mimaroğlu, Reşat Ekrem Koçu’nun hazırladığı İstanbul Ansiklopesi’nde burayı şöyle anlatır:
Kapısı o zamanlar Direklerarası denilen Şehzadebaşı Caddesi’ndeydi. Fevzi- ye Caddesi üzerinde bir bahçesi vardı, bahçenin yanında da yüksek riyaziye (matematik) hocası Vidinli Tevfik Paşa’nın konağı vardı.
İçi gayet genişti, yüz elli kişi kadar alırdı, fakat müşterisi az ve kibar, münev- ver tabakadan kimselerdi. Senede bir ay, Ramazanlarda pek cazip bir sanat, musiki mahfili olurdu. Kadir gecesi müstesna her gece İstanbul’un en seçkin profesyonel sazende ve hanendelerinin musiki fasılları pek meşhurdu. Fa- sıl ya Kemençeci Vasilaki’nin yahut Kemanî Memduh Efendi’nin idaresinde bulunurdu.
Çalan ve okuyan meşhurlar da şunlardı: Memduh yahut Vasilaki Efendiler- den biri, Kanunî Selanikli Berber Şemsi (berber dükkânı Direklerarası’nday- dı), Udî Astikzâde Bogos, Nısfıyezen Kirkor, Lavtacı Övrik Efendiler.
Hanendeler: Ahmed Bey, Ortaköylü Musevî Karakaş Efendi, Kara Bogos Ağa.
Şemsi Efendi’nin icrası kolay olmayan kanunu hiç falsosuz çalışı, zamanının musiki üstatları tarafından daima övülürdü. Bazı geceler okuyuculara ama- tör bir sanatkâr olarak Hafız Osman Efendi de katılırdı. Bazı geceler devrin büyük şöhretlerinden Tan-
burî Cemil Bey, Ali Rifat Bey, Rauf Yekta Bey, Şekerci Ce- mil Bey, Rahmi Bey, Lemi (Atlı) Bey, Lemi Bey’in dayısı Hanende Muhib Bey ve sair amatör musiki müntesiple- ri de Fevziye fasıllarını gelip takip ederlerdi ki alelâde bir sazlı kıraathane olmadığına delildir.
İbrahim Paşa Sebili’nin karşısında işaretlenmiş Osman Baba ve arkasında Fevziye Kıraathanesi (Atatürk Ktp.
Hrt_005930)
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1557
Kıraathanede yalnız kahve, çay, şurup verilirdi. Pek muntazam idare edilir, her akşam dört saat kadar sürerdi ve yalnız iki makam üzerine tertip edilir, bir musiki ziyafeti olurdu…
Kıraathanenin müdavimlerinden Ahmed Rasim, Resimli Şark’ta (Ocak 1932) buraya temas ediyor, müdavimleri arasında Zekâî Dede’nin de olduğunu söylüyordu:
Şöhret-i fâika kazanmış olan Fevziye Kıraathanesi, bir zaman İstanbul’un darülelhanı olmuştu. Kâzım Efendi namında sarışın, nazik, halûk bir zatın taht-ı isticârında bulunduğu zamanlarda müdavemete başlamıştım. Burada Kemençeci Vasil’in, düğün savanlardan Yahudi Kemal’in, Kemanî Usta Mi- ke’nin saz heyeti çaldılarsa da en ziyade payidar olanı Kemanî Tatyos’un ta- kımıydı. Tatyos, musikimize pek çok hizmet etmiş, makbûl-i zamân olmuş, peşrev, semaî, ara nağmeleri güzide şarkıları vücuda getirmiş ustalardan Hanende Bogos Efendi’nin pederi, meşâhîr-i bestekârândan Astik ile Ka- nunî Şemsi, Tanburî Ovagim, sonraları Karakaş, Hacı Karabet, Kuzguncuklu Artin, Seatik… bulunurdu. Fevziye Kıraathanesi gitgide bir musiki mahalli ehemmiyetini haiz olarak bazen Zekâî Dede, Hünkâr imamı Medenî Aziz Efendi, Hacı Arif Bey, Hacı Faik Bey, Sermüezzin Rifat Bey, Behlül, Kiramî Efendiler gibi esâtîze ile Kel Ali, Nedim, Kör Hüsameddin Beyler, zamanın sair bestekârları, meşhur sazende ve hanendeleri gelirler, bilhassa Ramazan gecelerinde her taraftan yüzlerce erbâb-ı nezâhet ve merak toplanırlar, otu- rulacak yer, sandalye bulunmadığı pek çok vaki olurdu…
Kıraathanede Ramazanlarda, kış gecelerinde kukla oynatıldığını belirten Mahmud Yesari (Yedigün, 1936), Meşrutiyet’in ilânında Heveskârân Heyeti’nin burada tiyatro oynadıklarını, İbnürrefik Ahmed Nuri, Muvahhid, Rafet merhumlarla Şâdî’yi ve Nu- reddin Şefkatî’yi burada seyrettiğini söyler.
Beyoğlu’ndan sonra ilk sinema filmi Fevziye Kıraathanesi’nde Kâtip Salih’in karagöz
1558 Revnakoğlu’nun İstanbul’u
“Şehzadebaşı’nda kâin Fevziye Kıraathanesi’nde Belçika’dan şehrimize gelmiş olan Sinematograf Kumpanyası tarafından her gece menâzır-ı latîfe irâe edilmektedir, ayrıca kanto ve düetto” (1 Ekim 1909)
“Yazıları Türkçe sinematograf. Bu kere Pathe Freres Fabrikası’na sipariş edilen gayet cesim kordelalar Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi’nde her gece gösterilmek- tedir. Fiyatlar 1 ve 3 kuruştur” (20 Aralık 1911)
Fevziye Kıraathanesi 1914’te Millî Sinema olmuştu. Bu sinema daha sonra sırasıyla Güneş, Emperyal, Felek ve Türk adlarıyla devam etti. Revnakoğlu, Rifâ‘iyye’den Oda- başı’nda Koruk Mahmud Sokağı’ndaki Abdullah Efendi Tekkesi - Koruk Tekkesi şeyhi Ahmed Muhtar’dan bahsederken sinemaya giden şeyhlerin de adlarını verir (111:28): “Gayet rint olduğundan sazı sözü sever, Yenikapı şeyhi Bakır Dedeefendi ve Merkez şeyhi Ahmed Efendi ile birlikte sinemaya giderlermiş.”
Musiki-i Osmani Mektebi
Fevziye Kıraathanesi’nin üst katında Musiki-i Osmanî Mektebi kurulmuştu. Ser-sâzen- de-i şehriyârî İsmail Hakkı Bey (ö.1927) tarafından 1909’da kurulan cemiyet, ertesi yıl mektebe dönüşmüştü. İzzeddin Hümâyî, hocası İsmail Hakkı Bey’den nota dersi almış, Mûsikî-i Osmânî Mektebi’nde kendisine müdür muavini ve meşk muavini olmuştu. Bu mektep, İstanbul’da verilen birçok konserin şekillendiği, devrin meşhur hanende ve sazendelerin yetiştiği meşkhanelerden biri oldu. Daha önce Karagümrük’te Dört Yol’da Hasan Ağa’nın kahvesini gayrıresmî bir mektebe dönüştüren Muallim İsmail Hakkı, 1912’de Mûsikî-i Osmânî Mektebi’nin Eyüp’te bir şubesini de açmıştı. Neyzen Amca İhsan Bey (Büyük İhsan, Kahveci İhsan), Udî Fahri (Kopuz), Kanunî Ahmed Nazım Bey gibi şöhretlerle on yıl faaliyet gösteren bu mektep musiki tarihimizin bir sayfasıydı.
DOKUZUNCU GÜZERGÂH 1559
Müsikl-i Osman! Mektebi hocaları (132:97)
Musawer Hale'de Musikl-i Osman! Cemiyeti fotoğrafı (1 Kanün-ı ewel
1325)
1560 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Fevziye Kıraathanesi'nin arkasındaki konakta (Kemalpaşa Mahallesi, 922 ada, 112 parsel) Vidinli Tevfik Paşa kışın kalırdı.Yazlık konağı Feneryolu'nda bugün de ayaktadır.Paşa 1901'de Şehzadebaşı'ndaki bu konakta vefat etti. 1 Kanün-ı sani 1939 tarihli Akşam'da konak tan bahseden Sermet Muhtar Alus, o sırada buranın "talebe yurdu" olduğunu söyler:
Direklerarası nihayetlenince sol gene bir çıkıntı yapardı: Os man Baba Türbesi. Aman ya rabbi, öyle sakar bir türbedarı vardı ki ömrü günü sokaktan geçenlerle sataşmak. Karşısı Sa dabatçı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sebili.
Osman Baba Türbesi'nin arkasındaki Fevziye Kıraathanesi'nin önünden Laleli'ye giden yola sapalım. Az ötede, solda namlı riyaziyeci Vidinli Tevfik Paşa'nın konağı (bugün talebe yurdu). Karşısında meşhur dahiliyeci Dr. Feyzi Paşa'nınki.
Pervititich haritasında konak, "Leyli Talebe Yurdu" olarak işaretlenmiştir. Konağın arsası üzerinde şimdi Hamidiye Hotel'i bulunuyor. Revnakoğlu konağıve konağın sahibine şöyle temas eder (317:16):
Vidinli Tevfik Paşa
(317:7)
Yidinli Hüseyin Tevfik Paşa merhum: Yaver-i ekrem, müşir. Şehzadebaşı'nda Fevziye Caddesi'nin başında büyük beyaz konak kendisinindi. Bir zamanlar "Turk Lisesi" olmuştu, şimdi talebe yurdudur. Bu dört katlı gayetle sağlam konağı paşa bizzat başında durarak yaptırtmıştı. Fenni n ve estetiği n bütün sanat inceliklerini içinde toplamıştı. Nakışlı, yald ızlı tavanlardaki tezyinat gö rülecek şeydi. Sonradan 160 bin liraya satıldı. Katırcıoğlu Hanı'nın yeni sa hipleri aldılar.
Revnakoğlu,paşanın mezar yerini ve kitabesini de tesbit eder (317:16):
Eyüp, ana caddeden Feridun Bey Türbesi'ne gelirken köşe başındaki Abdur rahman Ağa Türbesi'nin arkasından Feridun Bey Türbesi'ne doğru 27 met re ileride kısa duvar önünde sağlam, muntazam, başlıksız, ustuvane şekilde, mistarlı beyaz mermer şahide (alt kısımları ziynetlice) nefis bir sülüs celi ile yazılmıştı r:
"Hüve'l-Baki - Teftiş-i askeri komisyon-ı alisi a'zasından ve müşiran -ı izam dan Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa'nın ruhıyıçun rızaen lillahi el-fatiha, 29 Sa ferü'l-hayr 1319, yevm-i pazar:' (Tesbit tarihi 18 Haziran 1958)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1561
Sağ yanında validesi Şerife Emine Hanım: 27 Rebiü'l-evvel 1297. Kerimesi Saliha Hanım: 26 Cumade'l-ahire 1307. (317:17)
Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa merhum, Osmanlı Müellifleri'ne göre "1309'da irtihal eylediler, civar-ı Hazret-i Halid'de Bostan İskelesi Caddesi'nde Feridun Bey Türbesi'ne giden sokağın sağ tarafında medfundur:'
Bostan İskelesi'nde değil, Abdurrahman Ağa Türbesi'nden! Muallimler Birli ği Mecmuası'nın ikinci senesinin 22. sayısında mufassal hal tercümesi yazıl mıştır. c 2, s. 259 (317:19)
VidinliTevfik Paşa konağı,sağda dört katlıgörülen beyaz bina (Salt arşivinden)
1562 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Kırtasiyeci Rıfkı'nın Dükkanı
Kırtasiyeci Rıfkı'nın dükkanı, Oireklerarası'nda Turan Tiyatrosu'nun yanındaydı (187:35-37):
Hacı Rıfkı merhum (Mehmed Rıfkı Akbaba), aslen Üsküdarlıd ır. Altuniza de imamı Hafız Kamil Efendi'nin beş evladından en büyüğüydü, "İmamza de" derlerdi, çini mavi gözleri biraz şehla baktığından daha ziyade "Şaşı Rıfkı" diye tanınmıştır. Bahriye binbaşıhğından emekliye ayrıldıktan sonra Şehza debaşı'nda Naşid merhumun Turan Tiyatrosu'nun yanında kırtasiye mağa zası açmıştı. Hocası Muallim İsmail Hakkı Bey'in oğulları Darüşşafakalı Mu aJlim Kazım Bey, Muallim İzzeddi n Hümayi Bey, Muallim Kemani Faik Bey, Eyyubi Ali Rıza Hoca, Hanende Balatlı Feyzi Kaptan, Hanende Arap Hüs nü, kard eşi kıyam reisi Arap Ali, Hanende Zakir Celal, Zekaizade Münir Bey, Zekaizade Hafız Ahmed İlhami Efendi, Yeraltı hatibi Hafız Ali Efendi, Beya zıt başi mamı Halid Bey, Hafız Kemal, Hafız Sadeddin, Darbukacı Hasan Tah sin, Aktör Şadi, İstanbul müftüsü Mehmed Fehmi Efendi, Altıncı hukuk reisi Şeyh Kemal Bey, Kevakibizade Salahaddin Molla, Neyzen Tevfik, Salahattin Pınar, eski hanendelerden Adliyeli Edhem Bey, Karagümrüklü Zakir Hacı Şe ref, kardeşi Hattat Hafız Salahaddin, Kavuklu Ali Bey, pişekarı Küçük İsmail Efendi, Hayali Şefik Safı, Kemani Memduh Bey, Karababa Tekkesi postnişini ve kendisinin şeyhi Ali Haydar Bey merhumlar bu dükkandan ayrılmazlardı.
Muallim İsmail Hakkı Bey merhumdan yetişmişti. Sesi biraz falsolu olmakla beraber hayret edilecek derecede gürdü ve kuvvetliydi. Uzun zaman çevgani, zilzen ve hanende olarak vazife gördüğü mehter takımında sesi sazın üstün de yüzerdi. Çok da şuuJ bilirdi, bunun için hanendeliği zengin ve ustalıklı, za kirliği cemiyetliydi. Son zamanlara kadar sesinin kuvvetini, musiki bilgisini ve hafızasını kaybetm emişti, ihtiyar haliyle defi eline alır almaz faslı sürük lerdi. Zakir postunda da duyulmamJŞ ilahiler atar ve saatlerce devam ettirird i.
Her şeyde istidadı olan, her şeyde kendini denemek isteyen bir adam oldu ğundan taklitteki mahareti de fevkaladeydi. Pek güzel Yahudi taklidi yapardı. Hevesinden dolayı amatör olarak hayal ve hokkabaz yardaklığı yapar, şöh ret sahibi sanatkarlardan fazla hüner gösterirdi. Hele perde arkasında tasvir sü rüldüğü zaman klasik tavırda taksim etmesi, keza perde gazelleri emsalsizdi.
Nadide güfteleri seçerdi. Şef hanende olarak idare ettiği fasıllarda çok defa eski sazende ve hanendeler kendisini takip edemezlerdi. İstanbul tekkelerinde kıyam zikrinin idaresini de zakirbaşılar ekseriyetle ona bırakırlardı. İki haccı vardır.
Tekkelerin sırlanmasından biraz önce Karababa şeyhi Ali Haydar Bey mer humdan istihlaf edildiği zaman cemiyetinde fakir de bulunmuştum. Çok ka-
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1563
!abalık olmuştu. Hilafet duasını şeyhinin yakın dostu olan İstanbul müftüsü ve Nakşi şeyhzadesi Mehmed Fehmi Efendi hoca mız yapmışlardı. Meşayih arasındaki fatiha taksimi iki saatten fazla sürmüştü.
Son zamanlarda hastalandı, ayağındaki romatizma arttı, gözlerine kara su indi. Beş sene Sultanahmet'teki evinde kapalı kaldı. Nihayet 1945 Kanun-ı sanisinde 75 yaşı nda olarak göçtü. Edirnekapı dışında Nakşibendiyye hulefa sından kayınpederi Sultanahmetli Hacı Behcet Efendi'nin hazi resinde yatıyor, ayrıca taşı yoktur.
Müdafaa-i Milliye Tiyarosu
ŞehzadebaşıCaddesi'nde 1numara ıCe alAğaı<onağı Hotel'in 1A-1E arasındaki kapı arının ka dırım ve cadde üzerinde kalan kısmında Müdafaa-iMilliye Tiyatrosu vardı.
Bir süre sonra adı "MilliSinema" olacaktır.Tiyatronun bu ilk isim değişikliğini Ahmed Esad Ben'im'in Ramazan Geldi Hoş Geldi'sinden (s.36) öğreniyoruz.
Cemal Sahir, Müdafaa-i Milliye Tiyatrosu'nun olduğu yerde daha sonra Sahir Ope reti'ni kurmuştu.
İstanbul şarkılı müzikli tiyatro olan operete i gi duyuyor,Batıdan gelen bu tiyatro türünü şark enstrümanlarıyla icra eden temsiller Direklerarası'nda icraya konuyordu. Revnakoğlu'nun Güzide/er Kafilesi adlıçalışmasında operetin bizdeki hikayesi Cemal Sahir'in biyografisiyle beraber anlatılır. İlk sanatçılar, ilk teşebbüsler, hafız olarak yetiştirilirken kendisini Macaristan ve Viyana'da opera çalışırken bulan Cemal Sahir'in dünyası hep Revnakoğlu'nun Sahir'in jübilesi için yazdıklarında yer alır.
istanbul'un bugün çağrışımları büsbütün başka olan Çarşamba - Fethiye muhitinde geçen asrın başlarında garp tiyatrosunu, musikisini bize taşıyan simalar da yeti şiyordu. Mesnevihane Sokak'ta 34 numaralıbinanın bulunduğu yerde Cemal Sahir doğmuştu. Operetçi ik bizde biraz da Cemal Sahir'le başlamıştı.
Revnakoğlu tiyatro tarihimizin meşhurlarından olan dostu CemalSahir'e dair birkaç yazıneşretti. İlk yazısını"CemalSahir Jübilesi - Türk Sahnesinde Garp Operetini Tesis Eden Adam ..." başlığıyla 3 KanOn-ıevvel 1940 tarihli Vakit'te yayımladı:
Baba Behzat, Muhsin, Galip, Kemal Küçük, Naşid, Eyüp Sabri, Em in Bel iğ, Burhanettin Tepsi ve yakında yapılacak Afife Jale jübileleri arasında Türk opereti ni n banisi rejisör ve müellif Cemal Sahir'i unutmamak pek yeri nde bir kadirşinaslık olmuştur.
Bugünkü salı günü Şehir Tiyatrosu'nun komedi kısmında Şehir Tiyatrosu ar tistleriyle birlikte Naşid, Nivar t, İrma Toto bu jübilede vazife göreceklerdir.
1564 Revnakoğlu'nun ıstanbut'u
Cemal Sahir operet uğrunda hayli fedakarlıklara katlanmak metanetini göstermiştir. Türk sahnesinde Şekspir evladı Otello Kamil, Molyer mümessili Behzat, Hamid'in hailele rinde at koşturan Burhanettin Tepsi, Musahipzade'ye şan ve ren M. Kemal Küçük, kafesten sahneye geçen Afife Jale ne ise Cemal Sahir de odur. O bizim sahne müziğim izde Muhlis Sabahattin'in şarkılı komedilerini ilk defa sahneye koyan eski İstanbul Opereti'nin değerli çocuğu Ömer Aydın'dan sonra Türk sahnesine opereti getirmiş ve öğretmiş adamdır. Ope reti ve operetçiliği idame yolunda her yokluğa tahammül et miş, mahrumiyetleri hiçe saymış, kendi kendini yetiştirmiş, her şeye rağmen bütün manileri ezerek sanatı sürüklemek rnuvaffakiyetini göstermiştir.
Opereti evvela Macar artist akademisi denilen Peşte Konser vatuvarı'nda tahsil etmiş, Viyana'da Burg ve Ronhan tiyat- rolarında staj görm üş, aynı zamanda Macaristan'dan ticaret
--·
3 BiRiNCi KANUN".:;:_·
aAU OONO A......MI
ŞEHİR TİYATROSU
UIHll llSMllU
.ıualLaaı
ŞEHİR TiYATROSU, ve diğer Opcttt
san'ııı.kArı...n ve..,,atu.. •
tahsili yaparak döndüğü için Milli İktisat Bankası'ndaki vazi- NA ŞID'ln
fesin i bırakarak sahneye intisap etmiş, musiki üstatlarından işıirakiyte
merhum İsmail Hakkı ve Kaptanzade Ali Rıza Beylerin tek-
liflerini kabul ederek İstanbul Opereti'ne üçüncü dereceden artist olmuştur.
Birkaç sene evvel Güzide/er Kafilesi (İlahiyat, edebiyat, dil, tarih, şiir ve sa nattan Türk temaşası ve tiyatroya kadar her bilgi kolunda ilerlemiş Turk bü yüklerinin eserlerini, el yazılarını bizzat tesbit edilmiş mufassal hal tercüme lerini ihtiva edecek büyücek tahlili bir eserdir, henüz basılmamıştır) adlı eser için konuşmasında ısrar ettiğim zaman bana şu hikayeyi nakletmişti:
"İstanbul operet heyetinin temsiline bir hafta kalmıştı. İstanbuJ halkı sabır sızlıkla bu yeni doğacak alaturka operet heyetini bekliyorlardı. Safı Çelebi (Musahipzade'nin İstanbul Efendisi komedisinde baş kahraman) rolüne ha zırlanmakta olan İsmail Faik nedense umumi provalarda aksıyor, şarkıları okuyamıyor, rejisörü, sahne müdürünü müşkül vaziyetlere sokuyordu. Ben kendisine ait şarkılardan başka diğer rolleri de ezberlemiştim. Bir provada üstat Fehim bağırıyor:
-
Olmuyor! Bu böyle gitmeyecek! Bu role bir genç lazım! diyordu. Ben teşne, fakat ürkek:
-
Muvafık görürseniz bendeniz oynayabilirim, dedim.
İçim güm güm ötüyordu. Bir taraftan gülüşmeler, alaylar başladı. Rejisör hay rette, sahne müdürü şaşkın. Bir türlü inanamıyorlardı.
Ben yılmadım:
-
Müsaade buyurun, müzik çalsın, ben de seyirci önündeymişim gibi oynaya yım, tetkik edersiniz dedim.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1565
Cemal Sahir
(Taha Toros arşivinden)
Fehim Efend i tecrübeden çekinmedi, usulcacık omuzuma vurdu:
- Haydi oğlum, göreyim seni dedi.
Safı Çelebi'yi oynamış değil, giymiş ve benimsemiştim. Derhal ilanlar değişti, baş rolü bana verdiler. İlk temsil Ferah Tiyatrosu'ndaymış. Ömrümde gör mediği m bir kalabalığın önünde, Türkiye'nin en büyük tiyatrosunda seçkin bir zümre önünde en büyük role çıkan ben, ertesi günü gazetelerde, bilhassa Yarın ve Tanin'de "Türk sahnesi genç ve yeni bi r eleman kazandı. Eserin en ruhlu parçalarını müstesna bir istidad-ı fıtri ile temsil eden bu genç artistin Türk temaşa hayatının atisi için ne kadar kıymetli bir uzuv olacağını takdir ve teslim etmelidir..." şeklinde sena ediliyordum.
Bundan sonra sahneye konan operetlerin hepsinde baş rolü bana veriyorlar dı. Musahipzade'nin Kaşıkçılar, Yedekçi, Macun Hokkası, Atlı ve Ases, Lale De vri gibi operetlerinde uzun yıllar tenor vazifesi bana tahsis edilmiş gibiydi. Müellifin teveccühünü kazandığıma da ayrıca mem n un oluyordum, zira bi zim sanatta en mühim mesele müellifi memnun etmektir. Bunu yapabildiğim için iftihar ediyordum.
Muvaffakiyetim alakadarların gözünden kaçmadı, beni üçüncü sınıftan çıka rıp birinci sınıf artist yaptılar. İstanbul Opereti de yürüdükçe yürüyordu. Fa kat bu tarz bir türlü beni tatmin etmemişti, çünkü ince sazla operetin bir ara da yürümeyeceğine kani idim. Bir yandan Peşte'de seyrettiğim Macar tiyatro muharrirlerinden Frens Martos'un Paçirta isimli şaheserini tercümeye başla mıştım. Bunu Bülbül adıyla adapte ettim ve müziğinde bazı değişiklikler yapa rak 1337'de sahneye koydum. "Hacer"i Nivart, "Sahire Hanım"ı Agavni Necip, "Ressam Şemsi Bey"i bizzat ben oynayacaktım. Sazımız on sekiz kişilikti. Şark Musikisi Mektebi Orkestrası firmasını taşıyan bu heyette Viyolensel Udi Fah ri, Neyze n ihsan, Kemençeci Ruşen Ferit, Kuddüm Ali Rıza Bey gibi muallim ve sanatkar şahsiyetler vardı. Orkestrayı şef olarak Muallim İsmail Hakkı Bey idare ediyordu. Bütün bu salahiyetler bir araya gelince bittabi, rağbet görecek tik, nitekim öyle de oldu. Yalnız Bülbiil'ü bu Ramazan on beş defa tekrar ettik.
Fakat ben istediğim alafranga müziği sahnede göremediğim için üzülüyordum . Nihayet istifa ederek şimdiki MilliSineına'nın (Ertuğrul Sineması) bulunduğu yerde Sahir Opereti'ni kurdum. ilk eser olarak da Çardaş opereti ni Han ettim (1921). Bu suretle ilk garp operetini Türkiye'ye getirmişve tanıtmış oluyordum:'
Cemal Sahir tiyatro edebiyatımıza da hizmet etmiş velut bir muharrirdir. Te lif, tercüme ve adapte olarak kırka yakın eseri vardır. Birkaçı basıl mış, senar yoya alınmış ve istanbul'un muhtelif tiyatrolarında defalarca temsil edilmiştir. Sanat arkadaşlarmın gösterdiği alakayı takdir ile anıyoruz .
Notdüşelim,Sahir Opereti binasıdaha sonra da MilliSinema ve Ertuğrul Sineması olacaktır.
1566 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
Tuluatta Şeyhler, Sufiler ve Diğerleri
Tulüattekkeye kadar girensanattı.
Revnakoğlu notlarına göre şehir,mihraptan sahneye, posttan perdeye, zikir halkasından tuluata geçen sufi-meşrep biryığın simaya şahit oldu. Orta oyunu, tiyatro ve kantoyu bünyesinde toplayan kumpanya larda bu müslilman şahsiyetler isimlerininönüne aldıkları "komik" sıfatıyla
sahne almışlar, temaşa sanatını icra ederken temaşadan tiyatroya geçişte umumiseyirciye hitap edebilmişlerdi. Çok zaman bir metne bağlı kalmadan kendilerini muhawilelerine,
Yaratıcılıklarına teslim eden busanatçılar hayattan çekilmeden önce istanbul'u eğlendirmiş, dinin müsamahakar cephesini,istanbul'u şekillendiren mizah peyzajını tamamlamışlardı.Aksaray'da dükkanının önünde toplananları güldüren Abdürrezzak, Kadıköy'de yoğurt satan ve saçlarının seyrekliğiyle anılan Kel Hasan Efendi,Cerrah paşa'da hem cami imamı hem şeyhken bütün bunları bırakıp başında püskülsüz fes ve ayağında patiska donla sahneye çıkıp göbek atan Hakkı Efendi hep bu seyritakip etti."Tekke şeyhive dervişlerinden olup da Türk temaşası hayatında isim yapmış, mesela Salkımsöğüt'te Aydınoğlu Tekkesi postnişini Hayali Şeyh Fehmi Efendi,Haseki'de Zindanarkası'nda Gülşeniwe'den Başçı Mahmud Efendi Tekkesi'nin Postnişini İmam Hakkı Efendi gibi estetik tarafları olan sanatkar şahsiyetlerdendi 'Tekke,tulOattan tiyatroya, oradan sinemaya uzanan sahne sanatında
sade müsamahakar değil,kurucu, yapıcı bir rol üstlenmişti.
Karagöz üstadı Hayali Fehmi Efendi (259:688-
93) top sakalı, öksürüklü sesi, parlak ve yuvarlak yüzüyle çok güzel olan ve bil hassa kara gözleriyle tıpkı karagöze benzeyen bu zarif, rintıneşrep, zevk ehli ve deryadil ada nı aynı zamanda devrinde büyük kudret gösteren hayal üstadıdır. l<arag,özcüler arasında "el peşrevi" yahut "el şerbeti" tabi r edilen bir nev perdeye tasvir sürme ve çekmelerde büy ük mahareti olduğu söylen ilir.
Üstat Fehmi Efendi'den zamanın hemen bütün hayalileri bilhassa bu husustaki kültüründen daima faydalanmış, bu tasavvuf i eğlence
üzeri nde bir hayli bilgi edinmişler ve her hafta mukabeleden sonra da şeyh odasında kalıp şeyhten hayal meşk etmiş, onun tasavvufi nüktesi ve incelikleri hakkında onda n bir hayl i ders ve usul dinlemişlerdir.
Son zamanlann büyük şöhreti olan Beyceğizli Şefik Safi ile zennede büyük kudret göstermiş olmasından kendisi ne "Zenne Mehmed" de denilen ve ayrıca "Pire Meh med';"Tezgahçı Mehmed" adlarını da taşıyan meşhur Neyzen ve Hayali Meh nıed Efend i merhu mla r, Şl'yhin meşkine muntazam dt!vam etm iş olanlar arasında ileri gitmişlerden sayılır.
Meşihat makamını işgal eden bir zatın hayal oynatmasını münasip görmeyenler, şeyhi Meclis-i Meşayih'e şikayette bul u nmuşla r. Esasen piyasaya çıkmayıp sarayda yalnız sultan şehzadelerine ve şeyh çocuklarının düğünlerine kendisi ne yapılan ısrarlara
DOKUZU NCU GUZERGAH 1567
dayana mayıp hususi mahiyette ve büyük sanat hadisesi halinde bazen ve çok seyrek olarak perdeler kurn n ve bu küçücük beyaz bezin üzerinde en aşağı yi rm i ye yakın tasvir süıerek bunları birbirine karıştırmada n bülbülleştiren, saatlerce sanat ve zarafet harikalan yaratan
bu büyük sanat ve tarikat adamı Meclis-i Meşayih'in tezkfresine karşıJık vermiş:
-Yah u erenler, bu iş büsbütü n neşemizi
tatm inden ibaret kalmıyor, dergahın kıt kanat taa m iyesinden fukarayı doyuramıyoruz, burada n gelen ma rtgı rl:ı lokma yapıp
(sofra kuruyor), ihvanla cünbüşleniyoruz (yiyip içiyoruz.) Böyle hayırlı zuhurattan ne istiyorsunuz? Kafam ı k ı zdı rmayın ha,
perdeyi kaldırır Millet Ba hçesi'nde (şimdiki Sultanahmet parkının tramvay caddesi
ta rafındaki birinci bölümü) kurarım" demiştir derler.
Revnakoğlu bir başka yerde Şeyh Feh mi için şunları söylüyordu(259:277,272,282,287):
Şeyh Fehmi, orta boylu, top sakallı, beyazı çok, siyahı az, esmerü'l-levn, balık eti. Sesi karagöze benzerdi. .. Şeyhin hayal üstadı Sultan Aziz'in hayalcibaşısı cerrah binbaşıları ndan Salih Efendi'dir.
Ta rakçı Dellfıl Rıza, Tezgahçı Mehmed, Sultan Hamid'i n muzika -i humayunda oynatttğı haya l oyu n larma giden Latif Ağa (Vzun fesi ve koca püskülü ile meşhurdu. Musiki esatizesinden ism:ıil Hakkı Bey merhum un hocası olan, ınuzika-i hümayundan mütekait Latif Ağa başkad ır, bu zat, DelJalzade'den. Dellalzade
de Dede Efendi'den yetişmiştir), Ermeni Usta Karanfil, Katip Salih bu hayal sanatkarları o zaman Fehm i Efendi'ni n dergahına geli rler, mukabeleden sonra şeyhten hayal meşk ederlerdi.
1568 Revn<J koğlu'nun lsttınbul'Lı
Şeyh merhum, karagöz değneklerini tesbit için göğsünde kuşak kuJlanırd ı.
Fehm i Efendi, bütün taklitlerde fovkal:lde mahareti olduğu halde kız takl idini çırağı Tezgahçı Mehmed'e bı rakırdı...
Şeyh Feh mi Efendi, eski Çiçek Pazan'nda Karamanlı ve kırmızı burunlu Lefter'in hayalciler kahvesine devam ederdi. Serçe Mehmed, Abdürrezzak, Hayali Katip Salih, Arap Ömer bu kahveye da ima gel i r giderlerdi. Kel Hasan Efendi arada gelirdi.
Şeyh Fehm i Efencli'nin hayal oyn.ıttığı
yerler: 1296-1297 arası bi r yaz Ra mazan ında Diva nyolu'nda, şimdik i Şark Mahfili'nin bulunduğu, eski valilerden Akif Beyzade Macid Bey'e ai t büyük arsada; Sultanahmet'te şimdiki parkın cadde tarafındaki kapısından Vilhelm Çeşmesi'ne kadar olan kısımda,
Millet Ba hçesi denilen il k belediye bahçesinde;
Saraçha nebaşı'nda, eski adıyla Saraçlar Kapısı karşısındaki setl i kahvede. Pek eski olan bu uzun kahve son zaman lara kadar Erzurumlu Ahmed Efendi'nin bakkal dükkanıydı, şimdi muhallebici dükkanıdır. 1295'ten itibaren
on beş Ramazan-ı şerifte devamlı olarak Beyazıt'ta Karakulak Hanı'nda; bilhassa Sult:ınahmet'te Bi nbirdirek yahut Fazlı Paşa Konağı denilen yerde ıneşlıur Hürriyet Bahçesi'nde: 1305'ten 1308 senesine kadar da Şehzadebaşı.'nda Acemoğlu Hamamı'nın karşı tarafı nda ki arsada; üç dört Ramazan Eyüp'te Eski Yenj Cadclesi'ndeki bir kahvehanede hayal oynatmıştır.
Şeyh Fehmi Efend i, dergahta m ukabeleden sonra sohbet odasında çı rağı ve kafada rı Çınar Dergahı şeyhi Tahi r'le ihvan arasında
takl it yaparlar, ağıılarıyla havan döverlerm iş. Bu gayet mahirane yapılır, herkesi hayrette bırak ırmış. Şeyh Fehme, Şeyh Tah ir'i n hayalde ustasıdır.
Şeyh Fehmi, Sofula r'da Ekmel Tekkesi'nin hulefüsındandı r. Hasan Ünsi evladından olup çok şuul ve ilahi bi lirdi. Sevdiği ve şeyhleriyle ahbap olduğu dergahlara geldiği zaman meşayihe mahsus cenah postuna geçmez, devranda şeyh halkasına girmez, hemen daima zakir postuna oturur,zakirlik ederdi. Zekası, Arabisi, f arsisi kuvvetliydi. O devirde cami dersleri görenlerin biri nci derecede gelenlerindendi. Hayal oynatma tarzı tamam ıyla eski usuldeydi. Dergahın dervişleri nden Abdi - Abdulla h Ağa adında
güzel sesli bir yardağı vardı, tekkelerde zakirlik ederdi, perde arkasmdal<i taksim leri o derece emsalsizdi...
Meşhur Hayali Şefik Safi Bey (138:87-93), I<ızlarağası Meh med Ağa Tekkesi Şeyh Necmed din Efendi'den ıra kiye giymişti.
Üsküdar'da Rifa'iyye tarikatında n meşhur Debbağlar - Tabaklar Tekkesi'nin kıdemli dervişlerinden Kambur Mehmed Efendi (190:83-90) isimli bir zat vardı, her yerde kendisinden bahsedilir, sohbeti dinlenilir sevimli bir insandı. ''Kambur Dede" de
derlerdi. Aynı zamanda devrin tuluat sahneleri ve orta oyunu sanatkarları arasında eski şöhret sahiplerinden biri olarak tanınmışt ı, orta oyunlarında kavukluya çıkıyordu. Karşısında pişekar oynayan Tenekeci ismail Hakkı da
aınburdu. Bunlara "çifte kamburlar" derlerdi. Usküdar'da Bağlarbaşı'nda bir Ermeni'ye a it yazlık gazinoda devamlı olarak beş altı sene oyunlar verdiler. Cuma, pazar günleri buralan seyircilerle tıklJ m tı klı m dola r, sokaklar tıkanır, yollardan geçilmez bir hal alırdı.
Kambur Dede kısacık boylu, ufak tefek, küçücük bir adamdı. Tuhaflık olsun diye onu zembile koyarak veya omuza alarak oyuna çıkarı rlardı. Ka mburu sağ taraftaydı, irice burun lu olup göılerinin arası dardı. Hiçbir şey söylemeden bu hal i güldürmeye kafi gelirdi.
Sırtında ekseri ya nar çiçeği renginde, kollan uzun kırmızı bir cübbe bulunurdu. Yaz günleri tekkede ve dışarıda turnagözüne çaJaJ1kolsuz haydariye giyerdi. Saf gibi görü nü rdü, fakat
çok zeki, içinden gülümseyen, kskin bakışlı ve duygulu bir insandı. Gözlerinde daima derin, manalı, imalı zeka parıltıJarı sezil irdi.
Türk temaşası hayatında orta oyunları nda herkesçe biJinen ve takdir gören sanatkarlık tarafı ve sanat şahsiyeti gibi nüktedanlığı, hazırcevapl ığı ve kalendermeşrepl iliğiyle sevdikleri arasında meşhur olmuştu.
Hazırcevaplığına kolay kolay cevap veren bulunam ıyordu. Meslekten sanat arkadaşı olan Tenekeci İsmail Hakkı vefat edince meyda nda
!<;endi başına kalması onu pek üzmüştü.
Bir müddet çaresiz kalarak zamının meşhur tuluat kom iği Abdi Efendi'nin kumpanyasına geçti. Bu sefer de onunla Kuşdili Çayırı'nda, Yoğurtçu'da orta oyunlarına devam ettiler ve Ramazan geceleri ayrıca eski Direklerarası'nda (Şehzadebaşı'nda) Abdi Efendi ile perdeli oynadılar, yani tuJlıatçılara mahsus olan şekilde sahneye çıkarılan eserleri suflörsüz temsil ettiler, yaratana sığınarak saatlerce
kaı-şılıklı çene yarıştırdılar, seyirciyi gülmeklen katılttılar.
Abdi Efendi de Kambur Mehmed Efendi gibi Rifa'i dervişleri ndendi. Hem tekkede hem sahnede candan arkadaş olan bu i ki
sanatkar birbirlerini pek sc.:verlerdi. Meh med Efendi ölene kadar Abdi Efend i'ni n yanından ayrılmadı.
Abdi Efendi tam aksine i ri yapılı, gösterişli
ve uzun boyluydu. Yolda beraber giderlerken Mehmed Efendi onun yanında pek ufacık kaldığı için Abdi Efendi, Mehmed Efendi'ye latife olsun diye:
- Ulan Mchmed, derd i, seninle yan yana geldik mi on numara oluyoruz!
DOKUZUNCU GUZERGAH 1569
Karagöz Ressamı Balıa Bey (Veni
Kitap'tan,1ı<anün·ıevvel 1927)
Abdi Efendi ile karşılıklı yoğu rt yemeleri de pek meşhurdu.
Mehmed Efendi tekke hizmetinde destur aldığı, manen izinli olduğu için
hasta da okurdu. Temiz kalpli, saf insan olduğu
için nefesinin iyi geldiğini söylerlerdi.
fi 20 Teşdn-i evvel 1324'' Kabir numarası 1387'dir.
Ayakapı'da Halvetiye'den Sirkeci Baba Tekkesi'nin son postnişini Şeyh Mehmed Hasib Efendi'nin büyük damadı Ressam Baha Bey ( 140:238) uzun müddet Bahriye
Matbaası ressamlığında bulunmuş, mazimize ait hahı·aları ve eski adetleri canJandu·an
pek kıymetli tablolarıyla meşhur olmuştu. Karagöz gazetesinin ilk zamanlarda bütün karikatürlerini kendisi çiziyordu, bundan dolayı "Karagöz Ressamı Baha Bey" diye tanınmıştL. Musi kişi nastı, iyi ud çalar, zakirlik ederdi. Pek sanatkarane bir şekilde yaptığı karagöz tasvirleri ve resimleri gibi dostlar meclisinde bizzat perde kurup karagöz
Abdi Efendi yine Meluned Efendi'yi kızdırmak için ona "Püfçü Mehmed Efendi" ismini takmıştı. Tekkede ve meclislerde:
- Şu Püfçü Mehmed Efendi değil mi, onu bana sorun, ne mal olduğunu ben bilirim! diye onu ikide bir kızdırmak isterdi.
Mehmed Efendi ufak tefek olmasına rağmen vücudu zikre de yatkındı. Tekkede kendisine verilen vazifeleri n ifasında kusu r etmediği gibi Üsküdar ve çevresi dergahlarında tanınmış, eskimiş sayılı kıyamcılar arasında onun da adı geçerdi...
20 Teşrin-i evvel 1324 (Ekim 1906)da vefat ettiği zaman bi r hayli yaşlanmıştı. İnadiye'de Celvetiyye'den Bandırmalızade Tekkesi
önünde SeUm Baba Türbesi'nin arkasına rastlayan cadde ta rafında yatıyor. Kendisi gibi küçücük mezar taşında ufactk bir Aziziye fesi konulduğunu gördüğümüz talik yazılı kitabesi şöyledir: "Ya Hu - Bu ciha nda bulmadım hiç rahatı - İhtiyar ettim onun için nhleti - Kimse gülmez, kimse dahi gülmeye - Zevkine değmez cihanın m ihneti - Tarik-i Rifü'iyye'den Derviş Kambur Meh med Efendi'n in ruhuna el-fatiha,
1570 Revnakoğlu'nun İslanbul'u
oynatması fevkalade kudretteydi. Perdeye sürdüğü şah ısların türkü ve şarkılarını ekseriya kendisi okurdu. Güzel, hazin bir sesi, üstadane tavrı vardı, ancak kendi dergahı dışıııda
zakirl ik etmediği için tekkeler muhitinde pek tanınmadı. Binbaşı rütbesiyle Bahriye Matbaası ressamlığını yapmaktayken 14 Mart 1927'de vefat etti. Hatuniye Tekkesi'ııde kayınpederinin ayak ucuna defnedildi. Ne Hasib Efendi için ne de kendisi için taş dikildi.
İsmail Hakkı (71:144...) ilk defa Komik Abdi'de "sirar"ı yani genç aşık rolünde baş rolü oynamış, sonra Yenibahçe'de Kehhalin
Bağı'nda (Bu tiyatro bi nası şimdi Natuk Baytar Parkı'nın Vatan Caddesi'ne bakan önüne
denl< gelir, Adnan Menderes, Vatan Caddesi üzerinden geçti.) temsiller veren Küçük İsmail'in ku m panyasında uşağa soyunm uş, "komik" olmuştu İsmail Hakkı. Za manı n polis müdürü Agah Bey oyunda Ha kkı Efendi'yi görünce hayret ve hiddetten fen;ı halde
sinirlen miş:
-
Hakkı, seni bir defa daha burada bu
şekilde görürsem doğru sürgün ederim! diye bağırmıştı.
Bu tehdit üzerine hemen sonra ayrı bir kumpanya kurarak Girit'e, oradan Anadolu'ya geçen ve seyahatini köylere kadar götüren bu adam, daha önce oturduğu şeyh postunu, cami imamlığını 150 liraya satıp kendisıni sahnede bulan Gülşeni şeyhi İsmail Hakkı Efend i'ydi
ve artık adı da Kom ik Hakkı'ydı. Gençliğinde gittiği hacdan dönüşünde o çok sevdiği Keşfiye Hamm'ı boşamış, zaman ın meşhur şantörlerinden Marika'nın ka rdeşi Tireje'ye gönlünü ka pt ırm ıştJ. Boşadığı Keşfiye Hanım, daha sonra Diyanet işleri başkanı olacak olan Şerefettin Yaltkaya'nın ablasıydı. Uzun siyah kirpikleri, gayet güzel gözleriyle yakışıklı, cazip bi r delikanlı olan Hakkı, simsiyah
sakalını da kestirdikten sonra 25 yaşında bir delikanlı halinde tul uat sahnesine intisabıyla başlayan yeni hayatı pek kanşık ve maceralarla geçmiş, gençliğinde "Hafız Hakkı';"imam Hakkı';"Hacı Hakkı':sonra da "Komik Hakkı'; "Kavuklu Haklo" diye anılmış ve nihayet "Yağc ı Hakkı" ismiyle Yağcı Mahmud Efendi'nin
yağhanesinde tezgahtarlık yaparken 1915'te, seferberlikten bi r sene sonra vefat etmişti.
İsmail Dü mbüllü, bir defasında Ulunay'a şöyle demişti (147:107): "Bir de İmam Hakkı Efendi vardı, hem imam hem tekke şeyhi hem hatipti. Bir gü n Abdi'yi, Kel Hasan'ı, Küçük İsmail'i tekkeye davet etti. Hep beraber gittik. Diğer dervişlerle beraber biz de ayak zikrine girdik, hay huy... Adamakı llı coştuk. Zikir bittikten sonra bizi selametlerken "Her Pazar beklerim'" dedi. Kendim i. orta oyununda sandım ..."
Babası Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin hatibi olan Kom ik Abdi (Abdürrezzak Efendi)
( 111:65; 190:358;249...) ise Odabaşı Rifa'i Tekkesi şeyhi Abdullah Vehbi'nin dervişiydi. Tekkesin in eşiğine uzanıp soranlara "Hakk'a şükürler olsun, erenlerin sayesinde aman kapısının paşmakçılığıru yapıyorum!" diyen. "Bugün Nu ri imam oldu uyan gelsin bu
Komik Abdi
(249:63)
meyda ne" mısralarıyla başlayan ilahiyi dinlerken boğulacak derecede ağlayan adamdı Abdi... Sahnede, sarayda o kadar kal mış, Meşrutiyet'le sönen yıldJZından sonra 12
Eylül 1914'te şeyhi Ahmed Muhtar Efend i'nin kollarında gözlerini kapamJŞlı.
Odabaşı Tekkesi şeyhi Ahmed M uhtar Efendi (ö. 1928) de gayet rint olduğundan sazı sözü sever, Yenikapı şeyhi Balm Dedeefend i ve Merkez şeyhi Ahmed Efendi ile bi rlikte sinemaya giderd i...
Surlar İstanbul 'u ilk sinema film i ni 1897'de Fevziye Kıraathanesi'nde seyretmişti. Filmler burada Katip Salih'in karagöz perdesinde seyrediliyordu. Karagöz perdesinden sinema perdesine in tibak eden ahalin i n hevesi ile bu kıraathane 1914'te Milli Sinemn'ya dönüştü, ardından Güneş, Eınperyal, Felek ve Türk adlarıyla devam etti.
Hafız Kenan Bey (Öztireli) (128:216), "Kambur Kenan" derlerdi, usule vakıf eski hanende ve zakirlerdendi. İyi, musi kişinastı. Elinde def, fasıl idare eder, saz çalar, mukabele okur,
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1571
Hayali Küçük Ali
mevlid okur, mi nbere çıkar hutbe o1uı; tekkede zakir postu na oturur, zikri açar ve yürütürdü, ayrıca taklit yapa r, karagöz oynatır, hayrete şayan bi r insandı.
Ya Vedud Türbesi'n in maruf bir türbedarı da Kızıl Mescit ve Zal Mahmud Paşa hatibi
Hafız Mustafa İsmai l Efendi'ydi (241:87-88). Fevkalade rintmeşrep, hoş-gu ve hazLrcevap bir zat olan Mustafa Efendi, Eyüp çevresinin imam ve hatipleri arasında en yaşh bulu nmasından kendisine "şeyhü'l-hutaba" unvanı verilmişti.
Ayvansaraykapısı yanındak i Muhammed el Ensari Türbesi'n in de baştürbedan idi, aynı zamanda Eyüp Hazret-i Halid Cami'-i şerifinin ferraşlığı m da yapan pek mütevazı insandı.
O derece deryadil, ehl-i zevk bir kimse idi ki Bahriye Naz ın Bozcaada lı Hasa n Hüsnü Paşa'nın Balcı Yokuşu'ndaki evinde ve bir
defa da Kızıl Mescit yanında vaktiyle beygir değirmeni olan arsada civarın fakir çocukları için yaptlan sünnet düğününde komşusu Kavuklu Hamdi Efend i ile karşı karşıya pişekar oynam ış ve onunla saatlerce çene yarıştırarak Hamdi Efendi'yi bir hayli yormuş, terletmiştir.
Hicri 1335'te (14 Şubat 1333- 1916) doksan yaşlarınd a iken göçtü.
Hacı Kiramizade Cemal Şadi, diğer maruf adıyla Arap Cemal (182:98), meşhur
1572 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
hanendelerden ve İmrahor Tekkesi halifeleri nden Hacı Kirami Efend i'nin oğluydu. Babası Kirami, 1909'da Sultan Reşad tahta çıktığında sarayın başmüezzi ni olacağını u mmuş, bunun olacağı haberi etrafa yay ılmış, dostlarından da tebrikler almıştı. Ancak umduğu gibi çıkmayınca
teessü ründen kendisini bahçesi nde tut ağacına asmıştı. Cemal Şadi, Şehzadebaşı'nda eski
Asaf Eczanesi'nin yanındaki sokağın başında Gümrüklü Şişman Azmi Bey'in işlettiği kahvede uzun yıllar hayal oynatmış ve ara vermeden Balkan harbine kadar perdesini burada şulelendirmeye devam etmişti.
Hayali Küçük Ali (128:421) posta müvezziliğinden emeklidir.Tarsus Tekkesi son şeyhi Mücellit Mehmed Hayri Efendi merhumun dervişlerindendi. Zakirliği
peyrevaned i r. I<ara Baba'ya da gelirdi. zakir postuna oturur, zikri açar ve yürütü rdü, ayrıca taklit yapar, karagöz oynatır, hayrete şayan bir insandı.
Kubbe Tekkesi'nin son şeyhi Haydar Bey'in halifelerindend i Fatih Belediyesi tahrirat katiplerinden Yahudi Cemal Bey (96:38).
Sarayda huzu rda oynanan orta oyunund a Yahudi taklidi ne çıktığından bu nam ile meşhur olmuştu...
1954'te vefat eden Üsküdar Tabaklar (Debbaglar) Tekkesi şeyhi Hayrullah Taceddin Yalım (190:382), eski temaşa hayatımızla da meşgul olmuş, bu mevzuda bazı yayınla r ve tetkikler yayınlamış, bir de tuluat tiyatroları için piyes yazmıştı. Babası Şeyh Tevfik Şua't Efend i'nin eski dervişlerinden ve Komik Abdi Efendi'ni n sah ne arkadaşlarından Kambur Mehmed'in kavukluya çıktığı orta oyununda yine bi r defasında pek rica elmiş olmalarına dayanamayarak Dümbüllü ismail Efendi ile karşı karşıya pişekar oynadı. Eski edebiyatın lafız sanatlarını meydana getiren telmih,
tevriye bakımından pek değerli olan ince cinasla rı, edibane açmazları ile ortalığı kırıp geçirmiş ve maruf sahne kurdu Dümbüllü'yü de hayret ve takdirler içinde coşturmuş ve biraz da şaşırtmıştı.
Uzun yıllar orta oyununda kavukluya çıkan Kambur Mehmed Efendi (190:364) ise Rifa'i'ydi, başına daima ortadan kılıçlı (tek d ilimli) beyaz arakjye giyer, üzerine
Rifü'ilere mahsus siyah şemle sarardı, Üsküdar Debbağlar Tekkesi'ne intisaplıydı.
Meddah Süruri ve Kavuklu Ali Bey (96:2) zamanının iyi zikircileri ndendi, beı:aber Kubbe Tekkesi'nde yan ya na zikre girerlerdi. Meddah Süruri Efend i, bu tekke ve mahalledek i adıyla Ayı Kema l, tekkeni n şeyh i Molla Bey'in biatlı dervişlerindendir; vücudu zikre yakıştığından iyi tevhid edenler arasında sayılırdı.
1938 Kanun-ı sanisinde vefat ederek Edirnekapı dışına gömülen Şeyhü'l-meddahin
Aşki Efendi merhum (81:46), Mesnevihan Şeyh Raşid Efendi'den Arapça, Farsça ve Mesneııi-i şerif okumuştu. Şeyh Raşid Efendi, Kefevi Tekkesi'nde şeyhti.
Meşhur klasik komiklerimizden Sepetçi Ali Rıza (85:62), Rifa'iyye'den Beşikçi Tekkesi şeyhi Terzi Şeyh Rıza Efendi'ni n dervişiydi.
Kası mpaşa Mevlevihanesi hücre-nişin dedeganından Tekbıyık Sabri Dede (288:32). piyasaya çıkmamış olma kla beraber, hususi mahallerde anlattığı taklitli hikayel.eri ve meddahlığı fevkaladeydi. Fasılasız dört beş saat süı·en hikayeleri ile dinleyenleri güldürmekten kırar geçirir, zaman ın meddahlarını da
hayrete düşürürdü. Ayn ı zamanda i nşaatçı ve sanatkardı, cami pencerelerim tami r eder veya yen iden döküp yapardı.
Aktör Nizaıneddin I<arakaya (116:43), orta derecede sayılan kıyam reislerindendi. Ekseriya
kanada ve daha ziyade kanat al tına girerdi. Düzgün zikir ederdi, hareketleri çevik ve ahenkliydi, bilhassa baş atışları güzeldi, dikkati çekerdi. Yorulmadan, bıkmadan saatlerce zikirde kalırdı. Tcvhid-i şeriften çıkar, ism-i celale girer, terini kurutmadan yeniden terlerdi. Tevhldhaneden çıkmak, zikirden ayrıJ mak istemezdi. Sa'diyye tariki ne mensuptu. Bursa'da Dondurma Tekkesi'n i n postnişini Şeyh
Cemil Efendi'nin hulefası ndan, istanbul'da Kapalıçarşı esnafı ndan Şeyh Galip Efendi'ye intisap etmişti. Tuluat panayırlarında oyna rdı, kavukl uya da çıkardı. Peltek konuştuğu içi n aktörlüğü pek muvaffakiyetli olmamıştı, fakat geçimi bu yüzdendi. Vefatına kadar sahneyi bırakmadı. Dergahları h sı rlan masından soma tekkeleri kötüleyen bir eser kaleme aldı ve bunu evvela Şehzadebaşı'nda, sonra gezdiği yerleTde kendisi sahneye koydu.
"Türk Fakfri" diye ünlenen Aziz Ensa ri (173:148-151), Kası mpaşa'da Ayni Ali Baba Tekkesi şeyhi Muhammed EnsM'nin büyük oğlu, son şeyhi Muhittin Ensa rl'n in kardeşiydi. Mevlevfük'e de intisap etmiş, Kasımpaşa Mevlevihanesi semazenlerinden Yaver Dede'den sema çıkarmıştı. Kendi tekkesi nde, Üsküdar Rifa'i Asitanesi'nde ve Kadirihane'de sema ederdi. Kasımpaşa Mevlevihanesi'nde mukabele günleri ayin-i şerifte bulunup orada da ten nure açtığı olurdu. Zayıf, ince bedenli. olduğundan sülün gibi siizü lerek çat·lı atması çok cazip görünürdü. Hiç ara vermeden bu
hal üzere üç saatten fazla sem ada kaldığı görülürdü. Hazin tavırlı, titrek ve ince sesiyle bazen zakirlik de ederdi. Kasımpaşa ve çevresi tekkelerinden başka Yeniköy'deki Ratıfıyye'den İsmail Efendi Tekkesi'nde bir müddet zaki rliği vardı. Pek terbiyeli, ince ruhlu, hassas, kibar bir insandı. Tekkeleri n kapanmasrndan sonra bir müddet I<ası mpaşa'da kahve işlettiyse
de yapamadı. Anadolu'ya çıkan tiyatro
DOKUZUNCU GUZERGAH 1573
( Tarihi Türk Temaşa Gecesi)
"Bu1()k Orta Oyunu.. Hey•eti Şehnmi:ıde!.
itilir 11111111llHll H 111110111
K A.RŞI l<A°R$1V A
Hı .,.,,,,. ....1..ı...1-.ıı ' .,.,.i.r,,, o.JJ;,.ı.-4
K...ıUN. Eyyifı Sabri. tsı.ıu.de Ki& Ztcıne tevdet
5*...... NedtıA, Siret lbbdatlı hıSaii V8
-
taııikadro oma iştirikideciklrir.
-
P1oo .. W1'!ı,_,,tff. •rMI• -.ıı,.,. llru l••i•t;eöl.I
=:-=
.ı---....... ...ıra..c. .... -, ,,....._
. ..... ..
ftO ..o...Mf......
.,, ,
1 K'oeln•••
•• T maıam.ııılamtmq golunda ,,
O..,. ı.... ,........., ı,lreddln 'i•'"'•" .,;.w,..6
Süleyman'ın Bahaaddin adında güzel sesli
bir de yardağl vardı, bilhassa perdeye Tuzsuz Deli Bekir tasviri geldiği zaman "içtim aşkın şarabın aman aman !" şarkLsını pek güzel okurdu. Aksa ray taraflarında oturan Hamamcı Süleyman Efendi üzennde yeşil entari, Ankara sofunda haydariye benzeyen uzunca yazlık cübbesiyle zayıfça, orta boylu, seyrekçe sakallı, musaUi:, mütedeyyin, ağır, baba adamdı. Kalp rahatsızlığı olduğu için karagöz oynatırken arada bir durur, tasvirleri kaldırır, üzerine
su serpilir, tekrar karagöze başlardı. Bektaşi
olduğu için "huzCtr-ı hazıran, cemiyet-i irfan, vakt-i safa-yı yaran"daki "vakt-i safa-yı
J i(.._.... Ho,._ııı-__
yetmişindeyken 1885 civarında vefat etti.
3 M•dd,o..h..•.•..M.........ı..ftt,... ....-
yaran"ı "vakt-i safa-yı merdan" yapardı. Yaşı
4 o.to ot-
...
Karyağdı Bektaşi Tekk esi'ni n şeyhi Yaşar
........................a.-..-::ıt
Revnakoğlu'nun da konuşma yaptığıBursa'da 1940'taki temaşa merasimi programı (138:60)
truplarında "fakirizm" gösterileri yaparak hayatını kazanmak zorunda kaldı. Ağzmda yumurta pişirmek, başına bıçak saplamak,
keskin kılıçların ve çivilerin üstüne yatmak gibi şaşılacak hünerleri icra ediyordu. Bir dergiye verdiği mülakatta o da içinde büyüdüğü tekkelerin aleyhinde konuşmuştu ...
Sultan Hamid devrinin hayal ustalarından Bektaşi Hamam cı Süleyman Efendi (126:308) vardı, Musahip Said Efendi'n in yetiştirmesi. Beşiktaş'ta vapur iskelesi sokağının sonundaki Lambi'nin gazinosunda hayal oynatırdı.
Gazino, kayıkhanelerin üstündeydi. Ziya Paşa'nın buraya rakı içmeye geldiği söylenilirdi. Kavuklu Hamamcı Süleyman 1900'ların başında Üsküdar Bağlarbaşı'nda Ata Bey Gazinosu karşısında palanga tabir edilen salaş tiyatroda orta oyunu oynamıştı. Hamamcı
1574 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Baba'nın ise sahneyle doğrudan ilgisi yoktu.
Tüm İstanbul ona tutkuluydu. İlahi aşkın, tasawufun zamanında ilk büyük mektebi ve klasik musikimizin biricik konservatuvarı sayılan eski dergahların, dergahlara mahsus zikir alemlerinin hakikaten yüzünü güldürmüş adamdı. Yaşar Baba'nın erenler meydanında bir görünmesi zikrin zevkini arttırır, herkese bir başka coşkunluk getiri rdi. Öteden bu
işin üstadı bilinen eski zakirler, zakirbaşılar onun bulunduğu yerde bu sebeple zikir açamazlar, yanında ilahi atamazlar, onun usul tertibinden dışarıya çıkamazlardı. Meşk hocaları bile unuttukl arını tamamlamak
için Yaşar Baba'ya gelirlerdi. Keza yıllarca
ve defalarca meydan açmış, devran sürmü ş, zikir şekillerinin her türlü usul ve erkanına vakıf kıdemli şeyh efendiler Yaşar Baba'nın idaresi altında yürüyen mukabele ve ayin-i şeriflere ufacık bir müdahalede bulunmaktan çekinirlerdi; zikrin usul ve ahengini bozmamak için kıyam olsun, devran olsun meydanda
her şeyi tamam ıyla ona bırakırlardı. Son yıllarında hayatı çok sıkıntı içinde geçmiş,
Aktör Şadi Bey bu eski üstadını himayesi altına almıştı, Şehzadebaşı'nda işlettiği Fera h Tiyatrosu'nda ona küçük bir vazife verdi.
Tiyatroya gelenlerin biletlerini yakıyor, salonda yerlerini gösteriyordu. Fakat bu iş ona ağır geldi, yapamadı, dayanamadı nihayet bi r şeker bayramının arefe gününe rastlayan Ocak 1934 tarihinde akşam ezanı ile yatsı arası kendi muhiblerinden Mübaşir Nihad Baba'nın evinde bir muhabbet sırasında birden göçüverdi, yaşı yetmişti ...
Mehmet Akif Ersoy (188:142) da orta oyununa giderdi. Revnakoğlu, Neyzen Tevfik'ten dinlemişti:Musa Kazım Efendi, orta oyununda ara sıra Neyzen'i yanına alı r,
Beykoz'a Ah med Midhat Efendi'ye giderlermiş; kendileri ni ekseriya Muallim Naci karşılarmış. Manyasizade Refik Bey, İbnürrefik Ahmed
Nuri Bey, Ahmed Rasim Bey ve arkadaşları
sonradan gelip katılırlarmış, hep beraber orta oyunu oynarlarmış. Ahmed Rasi m Bey ekseriya kavukluya yahut pişekara çıkarmış.
Taklitler çıkarken ve oyundan sonra Neyzen'e de ney üfletirlermiş . Bazen Akif de gelirmiş, başını Musa Kazım Efendi'nin omzuna koyar, kendilerinden geçer bir halde Neyzen'i dinler imiş. İkisi de o dereceye gelirlermiş ki bazen yerde diz üstü otururlar, gözlerini de açarak ve hiç konuşmadan sükut ve huzur içinde Neyzen'i dinlemeye devam ederlermiş.
Tiyatroytt, bilhassa Türk temaşa sanatını pek seven ve onunla da meşgul olan Ahmed Midhat Efendi bu oyunlardan hoşlanır ve bitmesini hiç istemezmiş. Oyunları uzun müddet seyre daldığını, sonra dayanamayıp birkaç taklide birden çıktığını ve ustalıklı makyaj yaptığını Neyzen anlatırdı.
Tarsus'un Mehmed Efendi (116:39-42), doğma büyüme Mevlanakapılıdır. Adı Mehmed Fethi, soyadı Usal'dır. Tarsus Rifa'i Tekkesi'nin son postnişini "şuul torbası" Mücellit Mehmed
Neyzen Tevfik
Hayri Efendi'nin dört oğlundan en büyüğü olduğundan "Tarsus'un Mehmed';"Tarsus'un Mehmed Efendi" derlerdi. Son zamanların
orta derece kıyam reisleri ndendir. Her tekkeye gitmezdi, daha ziyade babasının yolu olan Rifa'i-Sayyadilerin zikrinde bulunurdu.
Kısa boylu, ufak tefek yapılı bir zat olduğu
için kıyam tevhidine pek girmezdi. Kalbi ism-i celalde, hele Beyyumi zikrinde coşkunl uklar gösterirdi, aşıkane halleri vardı. Zi kri idaresi ustalıklıydı, yoru lmak usanmak bilmezdi.
Tekkelerin sırlanmasında n sonra üniversi teye kaloriferci olmuştu, bu vazifede iken lOcak 1953 tarihinde göçtü. Vefatında yetmişine
yetmişti. Gençliğinde bir müddet seyyar tulüat kumpanyalarında komiklik etmişti.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1575
Deli Esad (182:136-37), Muzıka-i hümayundan mütekaitti. Okurken elini daima kulağının altına koyardı. Zama nında çok fazla şuul bilen bir zakirdi. Hemen her tekkeye gelip gittiği halde muntazam olarak bir yerde zakirliği görülmem iştir. Meşrutiyet başlarında göçtü. Muııka -i hümayü ndayken sarayda oynanan orta oyunları nda, bilhassa bayram gecelerinde tertip edilen eğlencelerde taklitlere de iştirak eder ve bu sahada şaşılacak muvaffakiyetler gösterirdi. Beşiktaşlı Hacı Nuri Bey
kendisi nden birkaç d urak ve şuul geçmiştir. Muallim izzeddi n Hümftyi bu zattan bazı şuulleri geçmişti r; Yaşa r Baba da kendisinden meşk etmiştir. Küçükpazar'cia Hacı Kadın Camii imamı meşhur Hopla'nı n taJebesidir.
Ordinary üs Mustafa Şevket Yun t'un kardeşi Cemal Bey (72:193), pek güzel yüzlü bir delikanhydı. Bazen Hayali Kör İzzet'in orta oyunlarında izzet kavu kluya çıkar, Cemal Bey de onun karşısında zenne oynardı. Bilhassa talebe-i ulumun icazet merasimlerinde yapılan orta oyunlarında da ima zenneye o çıkardı.
Birkaç on sene sonra bu zevat unutulmaya yüz tuttu. İstanbul Belediyesi Tarihi Merkadleri lsliıh Cemiyeti, Cihangir'de Coşkun Sokak, 17 numaralı Füruzan A partmanı'nda mukim ve ayn ı zamanda Sahne Sanatkarları Cemiyeti reisi Vasfi Rıza Zobu 'ya 1956'da bir mektup yazdı. Mektupta Kel Hasan, Naşid, Fehim
ve emsalin i n meza rla rının nerede olduğu
soruluyordu. Cemiyette o sırada Süheyl Ünver, Reşat Ekrem Koçu, L< adircan Kaflı ve Reşat
Beyatlı vardı...
Çemberlitaş Ş5ze11 Tekkesi'nin arsası tuluatın mekanlarındandı (263:50): Sultan Mahmud Türbesi'nin karşı köşesi nde Köprülüler Tlirbesi'nin yanında, son zamanlarda yaptırılan yeni pembe apartmanın bulunduğu yerdeydi. Tekkenin arsası uzun müddet boş kaldıktan sonra apartman ın yapıldığı tarihe kadar
1576 Revnakoğlu'nun lslanbul'u
"Fikret Bahçesi" ismiyle yazl ı k kahve ola rak kullanılmıştı. Merhu m Kavuklu Ali Bey bu bahçede bir hayli temsiller verdi, Meddah Süruri Efendi hikayeler anlattı, Fethiyeli Hay:ıll Şefik Safi Bey merhum karagöz oynattı...
Mehmed Avni Bey merhum (202:59): İçerenköy'de Rifa'i tekkesi şeyhi Rıza Efendi'nin (ö.22 Nisan 1930) küçü_k oğludur. Eski Darülbedayi aktörlerinden Tayya reci Siret Atıf Fişen k (Uzun Atıf ), Fantoma Memduh (CiJ1angU-li Memduh Fikret Bey), Eşref ve Neşet Beylerle birlikte "Tenvir-i
Hissiyat" adındaki temsil trupunu teşkil edenlerden biriydi. Bu heyet "Şi.icaeddin'' mahlasını alan Neşet Bey'in idaresinde çalıştı. Çanakkale harbinde askel'di. Mehıned Avni sonradan tulüata intisap etti, komi k ve düetto oynardı, bilhassa Keklik Düettosu'nda çok muvaffak olmuştu. İzm ir taraflarında dolaştı. 1333 yılında henüz 26 yaşındayken verem döşeğinde vefat etti. Tekkede büyükannesinin koynundadır.
1940'larda bazı çevrelerde tu llıat sanatı mızı aşağılamak modayd ı, aşağılayanla r arasında Kemal Emin gibi tiyatro sahasında yetki n isimler de vard ı. Revnakoğlu, konferansı nı ta kip ettiği Kemal Emi n'in tezleri ne karşı aşağıdaki metni kaleme ald ı. Yazı, tu lGat sanatını n yeni dünyada m üdafa namesid ir (71:3-6):
Temaşa ve Tuluat1 Aşağllamak Hastalığı
Biz zannediyorduk ki geri çağları geçtik, sanata yum ruk sallayan zilıniyetlerden uzaktayız. "Aktör"ü istihfaf lügati diye kulla na n, "sanat''ı maskara lıktan, "sanatka r"ı soytarıdan saya n
ve ona cemiyet hayatuıda hiçten başka yer vermeyen tamtakırlar artık baş kaldıramazlar, çü nkü makbUlu'ş-şehade değildir diye bazen idamına fetva veren mehakiın -i şer'iyyelerin, bab-ı fetvaların yeller eser şimdi yerinde.
Fakat bu hal ne yazık ve ne şfiyan-ı hayretti r kj son zama nlarda münevverleri mize arız
olmaya başladı hem de onlardan daha korkunç bir şekilde, çünkü eskilerin bir meziyeti
vardı, samimi ve hasbiydiler. Bugünküler bunu da yapamadıklarından zannediyorlar ki "tiyatro"yu yükseltmek için "temaşa''yı batırmak, bayağı göstermek lazımdır ve bu,
bugünün telakkisinden, asrın icaplarından olan bir zaru rettir!
Şaşıyorum, sahnede başkalarının sözlerini tekrarlamak sanat da -yaradana sığınıp
saatlerce çene yarıştırmak neden sanat değil? Kitaba, suflöre, rejisöre bağlı sanatkar kıymet ve hüvi yet taşıyor da kafasından ve zekasından
başka bir şeye metelik vermeyen tuluatçı neden bir şahsiyet olamıyor? Bu ezeli suali halletmiş bir adama rastlayamadım.
Geçen gün Beyoğlu Halkevi'nde bu işlerde ihtisasıyla ta nınan KemaJ Emin'in konferası nda bulundum. Zevk.le, lezzetle dinlemedim
dersem haksızlık olur. Zaten kim inanu·
ki? M uhakkak lüzu mlu, isabetli, kültür ve salahiyete dayanan çok faydalı bir konuşma. Fakat beni müteessir eden de burast değil mi? Yani yi ne bu sütunlarda değerli sanatkar GaJip'e söylediği m gibi kültürlü bir adamdan dinlediğimiz bu birbirini tutmayan acaip sözler, temaşa hakkındaki bilgileri temaşaya düşman kesilmekten ibaret olan Selam i
ve Subhi Nuri gibilerden sadır olsa ki mse aJdınş etmez ve ben de ehem miyet vermem. Fakat saçlannı tiyatro sahasında ağartmış Kemal Emin gibi cidden kıymetJj bir adama yakışmıyor. Bakınız ne diyorlar:
"... Bizde ti yatro Süleymaniye Bimarhanesi'nde karagözün canlanmasıyla başlamıştır, çünkü orta oyunu ka ragözden alınmadır. Karagöze karşılık kavukl u, hacivata r:madil pişekar aynı sözleri, aynı oyunları tekrarlayarak maskaralık ederler. Bundan sonra Aksaray'da dükkanının önüne toplana nları güldüren Abdürrezzak
ile bunun bu halini gören ve biraz da aynı karakterde yaşayan, Kadıkôy'de yoğurt satan ve saçlarının seyrekliği dolayısıyla bir başka adla meşhur olan Hasan Efendi. hem cami imamı hem şeyh olan Şevki Efendi (Komik Şevki), daha sonra Cerrahpaşa imamlığını bırakarak kaşlarını sekiz şekilde yaparak başında püskülsüz bir fes ve ayağında patiska donla
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1577
KemalKuçük, Musahipzade Celal, Revnakoğlu
-şeklini tarif edemeyeceği m- bir k ı lığa girerek sah neye çıkıyor ve göbek atıyor. Komi klik buradan kalmadır...0
A rlık yazamayacağı m. Görülüyor ki Kemal Emin tuluau yalnız bilmeyenlerden değil, ona karşı hıncı olanlardandı r. Ne yazık ki bu cümleler, bu kelimeler ve göz önündeki tarih yanlışları (çünkü Kanuni devrine
ait bimarhaneyi Adli Ma hmud zamanma indirmiştir) bilhassa "maskaralık'' tabiri meflıuın ve lafız itibarıyla tamamen kendilerine aittir.
Edebiyat, tiyatro, müzik ve Fransız dili gibi güzel sanatların birbirini tamamlayan birçok şubelerinde derin bilgisini bildiğim Kemal Emin'in baştan başa irtical ve espri olan orta oyununu maskara lıktan sayacağını sekiz
saat düşünseydim aklımdan geçirmezdim.
1578 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
Bu kıymetli maarifçi nasıl oldu da nükte ve zarafetin canlanmış şekli olan orta oyununun tunarhane delilerine değil, güzelden anlayan dirayetli, ferasetli insanlar cinas ve irtical gibi bedii i nceliklere, dil ve edebiyat u nsurla rından nükte servetine ve hazırcevaplı k kabiliyeti taşıyan müstesna kafalara hitap ettiğini unutuyordu, hala hayretteyim.
Gerçi orta oyuncuların arasında böyle bi r rivayet vardır, onlar neden bilmem oyunun ınebdeini ta Kanuni devrine kadar götü rmekte ısrar ederler. fakat nereden çıktığı mal um olmaya n bu rivayeti Kemal Emi n hocamız pek emina ne bir dirayetle pek ala reddedebilirlerdi, ben kendilerinden bunu beklerdi m. Esasen bu amiyane sözün ilim vesikası olarak alınması için Kemal Emin olmaya lüzum yoktur, çünkü elimizde Enderun Tarihi'nin verdiği yegane malumattan başka orta oyununun mebdeini esaslı surette tayin edecek tek vesikaya da sahip değiliz. Zaten aktörlerinin çoğu rakkase ve curcunabazların ibaret bulunan bu oyunun
adı da "orta oyunu" değil, "kol tak ımı"dır. Fakat tarih sahi binin anlattığına göre orta oyununa pek yakından benzerliği vardı r, nitekim Selim Nüzhet de bu malumatı kitabında aynen tekrar eder.
Elde edebildiğimiz mahdut vesikaları n şehadetleri nisbetinde orta oyunun un zuhuru hakk ında edinebildiğimiz malümat şudur: Bu oyun hangi devre ait olursa olsun evvela Enderun'da başlamıştı r; zayıf bir kayda göre lll . Sultan Selim zamanından da
başlatabiliriz. Fakat en doğrusu il. Malunud'a kadar sarayda kalmış, Tanzimat başlarında yani Abdül mecid ve Abdülaz iz zamanlarında terakki ve inkişaf ederek her tarafa yayılmıştır ve bu suretle de üstadın telakkisine münafı olarak "maskaralık"ın değil, Türk komik ve komedyası nın başlamasına sebep olmuştur. Eğer bu hususta pek sevdiğim temaşa için
bitaraflık yapa mayacağımı zannediyorlarsa kendileri ne pek naçiz gayretimle yapllrdığım Fati h Hal kevi'ndeki "Temaşa Haftası" konfera nslarımda birer birer saydığım
seksen beş Türk muharrir ve m ütefekkirini n yazdık larını değil, Prof. Dr. lgnk I<t'.ınos, Prof. Dr. Hellmut Ritter, Prof. Dr. l<aha le, Menzel, İngiliz müsteşriki Yakob, Fransız edip ve müverrihi Theophile Gautier, ibn Danyal'in Tayjil'l-Hayal'ini Almancaya çeviren Alman müsteşrik Süssheim gibi ecnebi muharrir
ve müellifleri ni n karagöz adına bastı kları risaleleri ve 1898'de Paris'te çıkan bir Fransız mecmuasında karagözün hüviyet ve
karakterine dair yapılmış etüdü, yine 1886'da Peşte'de ve 1936'da Paris'te neşredi lıniş "Gölge Tiyatrosu" başlıklı yazıları bir defacık tetkik buyurmalarııu kendilerine hatırlatmak isterim.
Gelelim Komik Şevki merhumun haya lhane mahsulü olan Cerrah Paşa imamlığına.
Şeyhlikle, imamlıkla hiçbir alakası olmayan, sülalesi içinde de imam, şeyh olmayan Şevki merhumun eski tuli'.'iatçılar arasında bilinen adı "Büyü k Şevki"dir. İmam Şevki'ye gelince, Cerrah Paşa ima mlığı bir yana, Cerrahpaşa semtinde veya çevresinde bile otu rmamıştır. Cerrah paşa'da oturanlar İmanı H:ı kkı,
Hayali Memduh, Terzi Salih ve bugünkü son kavuklunıuz Ali Bey 'dir. Şehir tiyatrosundaki Şevkiye May, Şevki merhumun kızıdır, kendisiyle görüşmeniz faydalı olacaktu'.
Görülüyor ki zat-ı alilerinin Abdi, Hamdi, Küçük İsmail, Büyük Şevki, İmam Hakkı gibi klnsi k temaşamız ın büyük şöhrelleri hakkında bildikleri ezberedir.
DOKUZUNCU GUZERGAH 1579
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tulüatın cemiyette ve devlette gördüğü muamele bir seviyede ilerlemez, tulGat lehinde ve aleyhinde vaziyet alanlar hiç eksik olmayacaktır. İki devre arasında sanatçının kadim olandan yeni olana geçişi sıkıntı ıolacak, Naşid'in şahsında, onun ve birkaç kuvvetli simanın tesiriyle, karagöz sanatçısının, orta oyuncusunun itibarı iade
edilecekti. Bu mevzuya Revnakoğlu 22 Mart 1938 tarihliSon Telgraf'ta Naşid üzerine yazısında temas eder.Yazının sahibi Revnakoğlu henüz 21yaşındadı r ve yazısında Naşid'in yaratıcı şahsında tiyatro sanatında değişimi var eden sanatçıları hatırlatır,iki devrin muhasebesini yapar, Naşid'in hakkınıteslim eder.Yazısının bir bölümünü aktarıyorum:
Naşid
30 seneden beri sanatına dört elle sanltp bin bir mihnet ve meşakkate rağmen "Sabit
kademim, yine o reyin üzerinde" mazmununa bir an inhiraf etmemiş bir sadakatle
medlul olan Naşid bugün yılların y ıprattığı yorgunluğu nun karşılığım görüyor, na mına devlet eliyle anılar ve ihtifaller yaptlıyor.
insa nlığın, kudrete inan manın, hak ve kıymet tanı manın, tek kelime ile sanatseverliğin bütün temayül ve tahassüsleri heyecanla haykırılıyor, "kaza"ya kalmış "fazilet tarzları"nın edasına başlanıyor.
Eskiden sanat "ceraim"den sayılı r, sanatkar ile mücrim hemen hemen müradif mana larda
1580 Revnakoğlu'nun istanbul'u
kullanı lırdı. Yaşayış aleminde hiçbi r kı ymeti olmayan, insanlığın maatteessüf bu en bedbaht, talihsiz ve mevkiisiz adamı medeni hukukta n iskat edilir,ancak sabıka sicilindeki sırada yer alırdı. Kadı ve naibin, "mesmu'u'ş şehade değil" (tanıklığı kabul edilmez)
diye hükmettiği bu cemiyet mahkumu na akide-i avamda da "namazı kılınmaz" itikadı
beslenirdi. "Filozof"un dinsiz manastna alındığı gibi, maskara, mezzak, mezah'ın muharrifi soyta rı ve palyaço da "sanatkar" lafzı ik aynı hizaya yazıldığından bu tabirler düne kadar örf dili ni n rnüradifleri arasında kullanılırdı ...
Atatürk kültürü geri çağları n istihfaf lügatı olan "aktör adamı" bugünkü dile "büyük sanatkar" diye çevirdi. İşte çağımızın fikir fazileti. Bi naenaleyh qiz Naşid'i alkışlamakla yal nız onun sanatkar şahsiyetini, iktidar ve kabiliyetini değil , bizzat tes'id ve ilan ederek
anladığımız telakki ve tefekkür medeniyetimizi de alkışlamış oluyoruz.
"Tuluat':edebiyatın "irtical" dediği sünuh serveti, halk dilinde biz bunu "düşünmeden buJmak" manasına hazırcevaplık ve doğuşat diye kulla nırız, yaratılışın ve yara tma kudreti ola n, fıtratın çok az kimselere müyesser kıldığı bu kabiliyet Hamdi ve Abdi'den sonra bizde maalesef basmakalıp mazbut klişelerin
ezberciliği ma nasına alınmış ve bugüne kadar da yine esefle söylüyorum aynı şek li muhafaza etmiştir....
İlk isyan Naşid'in başkanlığı altında başladı. Binaenaleyh kadrini çok sonra anladığı mız bu adamı ben bu janrın ne eskileri arasında
sayıyor ne de eskilerin kopyası olan şimdiki papağanlar fasilesine karıştırmak istiyorum. Ben onu bir tuluatçı olmaktan ziyade tuluatta teknik ve temeddün kuran bi r inkılapçı, bir sanat kahramanı olarak alıyorum.
Düşünün bir kere, tam 35 sene durmadan, dinlenmeden, dinlenmeyi düşün meden, yaz tatili yapmadan, yapmadığı halde usanmadan senenin bütün sezonunca işleyen bir hançere. Sınıfsız, imtiyazsız her dilden konuşan,
her kafaya hitap eden, hitabını dinleten, düşündüren, güldüren, güldürürken öğreten, en basit insanda bile hayret, takdir uyandıran bir kafa 35 sene mütemadiyen çalışıyor, kudret kaynayan ve zeka fışkıran istidadıyla her insanda sempati yapıyor.
Ahmet Vefik Paşa'nm ilk kalkınmasıyla başlayan sanat seferberliği evvela Reşat Rıdvan'a, sonra rahmetli Kemal'e, daha sonra fahri ve Naşid'e intikal etti. Kalkış kafilesine paşada n sonra kumanda eden Reşat Rıdvan, Kemal Küçük, Fahri İsmet ve Naşid'ler başka başka yollardan aynı gayeyi güttüler. Hepsinin kafası nda aynı ihtilalin imzalanmış planlan,
zabta geçmiş notları, zafer vaat eden krokileri vardı.
Kemal yaşasaydı tiyatroda fikri inkılap yapacak, kültür kuracak, tiyatro akademisin in ilk müessislerinden olacaktı. Geniş kültürlü fahri bu uğurda epeyce ter döktü. Naşid daha acil davranmış, veraset intikalini beklemeden işe başlamıştı. Arkadaşları ayrılınca arta kalanı tamamladı, onların kafalarında tasarlanan ve tatbiksizl ikten kabuk bağlayan fikri inkılabı o tek başına fiilen yaptı.
Onun bu fedakarlığı yalnız kend inde kalmamış, meslektaşlarından da yardım görmüş olsaydı gaye tamamlanacak, ortaya noksansız çıkacaktı. Fedakarlık diyorum, çünkü yirmi küsur senedir gedikli bir anane
Naşid
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1581
halinde teneke devirmekle güldü rülmeye alıştınl mış bi r kjtleyi bu defa ağır piyeslerle piyazlamak, aynı neşeyi alışılmamış bir vasıtayla aksatmadan iade etmek her halde kolay değild i. Bunu biliyor ve düşünüyordu.
Güvendiği istidadmı bütün ihtirasıyla kullandı. Kendini yal nız seyrettiren değil, dinleten bir adamdı. Emelleri ni yapmakta, kabul ettirip tatbike başlamakta güçlük çekmedL Fakat
ya lnızdı. Didinirken müzaheret şöyle dursun, "A llah razı olsun'; "İşini rast getirsin'; hatta sadece "Kolay gele yahu, yaptığın nedir?" diyen çıkmadı. Fakat kıskananlar, diş bileyenler,
önüne çıkanlar, yolunu kesenler, fikrinden caydırmak isteyen ler oldu.
O bize tiyatro meden iyetini düşü n müş, tasarlamış değil, bizzat getirmiş adamdır.
Şehir tiyatrosu gibi devlet delaletiyle, resmi hiınayetle değil bizzat kendi teşebbüsü, kendi aşkı, kendi varl ığı ve kendi fedakarlığı ile yapmıştır. Kendi başına çırpınmış, kurmuş, yapmış ve yaşatmışt ır. Nazariye serdetmek, kafıye yuvarla mak, mütalaalarda bulunmak gibi, laf u güzafla çene çalmakla değil, 35 senenin 365 gününden müteşekkil her senesi nde sıhhat ve istirahat kaydı
düşün meden olanca kudretiyle, kafasıyla, nefesiyle, hırpaladığı hançeresiyle binnefıs yapm ış ve taha kkuku için parçalan ırcasına çalışm ıştır. Bi naenaleyh kendi zafer inin abidesini kendi muzaffer eliyle diken
Naşid, istidadı gibi bu hususta k imseye borçlu değildir. Tiyatro tari hi mizde ondan
bahsedecek kalem ler onu yal n ız bir mücedctit, bir ir1kılapçı değil, bilfiil kurduğu halk tiyatrosu ile bir sanat banisi ola rak kaydedeceklerdir.
Neler yaptı? Bunları sıralamak uzun gider. Hiç yazmamak, o da doğru değil. Halkın her seviyedeki tabakasını tatmin eden sahnesinde hep beraber memnuniyetle seyrettiğimiz bu
1582 Revnakoglu'nun lstanbul'u
şeylerden bazıla rını hattrlaya lım:
Temsillerine ayrn saatte başlayan. aynı saatte biten muayyen bir intizam verdi. Dekorları ''nakkaş"tan boşaltıp "ressam"a nikahladı. Ziya teşkilatı yaptı. Peruz'dan başlayıp Şamram
Han ım'a kadar gelen kartlaşmış kantolar yerine Laz, zeybekçi. sepetçi ve kazaska gibi milli rakslar koydu. Müzikli kuvaretler, varyeteler gibi asra uygun oyunlar yaptı. Halkı "ayak
oyunları" denilen oyunlarıyla birlikte oynanan A nadolu türkülerine, oylln havalarına,
boralara, sazla çalınan yerli koşmalara alıştırdı.
Köy düğünü deyince hatıra gelen bü tün
bir köylü nün meyda nda toplan ışı, köyün ağası, eşrafı, imaın1, muhta rı, hacısı hocası, kadını kızanı bütün erkan ıyla köy meydanına çevirdiği sahnesinde toplayıp hepsin i teker teker lehçe, şive, eğlence, anane, sazıyla sözüyle, kostüml ü oyunlarıyla muazzam revüler halinde karşı mızda sıraladı.
Eski Darülbedayi'in talebe ve zabitan gecesine mukabil, kenru tiyatrosu nda da haftada bir gece halka mahsus ucuz biletli ve zengin programlı halk geceleri tertip etti.
Her gün başka bir tipi n halet i ruhiyesi n i canlandırmak ve her defasında değişen başka bir karakteri n meşrep ve mizacını mükem meliyet derecesindeki iktidarıyl:ı yaşatmak suretiyle tulüah yeknesakl ıktan kurtardı ...
Revnakoğlu'nun Karagöz ve Hacivat, Tuluat Uzerine Bazı Yazıları
1930' arda itibaren Karagöz ve Hacivat'ıntarihi şahsiyetler olup olmadığı, bu hayal oyunun kökeni meselesiyle beraber ele a lınmış,
vaziyet Revnakoğlu için rahatsız edici bir hale
dönüşmüştü, bilhassa Selim Nüzhet'in bu yolda iddialarından sonra. Cemaleddin Server, camiü'l-eşya bir şehrin bütün mütemmimlerini
Yoklarken Karagöz ve Hacivat'ı da ihmal etmedi.
Ölnıeye yüz tutmuş bu kadim kültürü ihya etmek için her türlü teşebbüsü sürdürürken bir süredir Karagöz'ü Türklerden almaya çalışan, Osmanoğullarının Türklüğüne şüpheyle bakanlar türemişti. Revnakoğlu, zamanla perişan hallere düşmüş Karagöz'ün kırık mezar taşının peşine düşüp onu müzeye kaldırtan adamdı.Artık Köprülü'yü, Selim Nüzhet'i karşısına alarak yazması icap ediyordu. Nihayet Yeni Sabah'ta, 26 Haziran 1940 -1Temmuz1940 arasında "Karagöz Yaşamış mıdır? Mühim Bir
Tarih Tetkik" başlığıyla altı yazı tefrika etti:
Karagöz var m ı yok mu? Hatı rımda kaJd ığına göre bu mesele şöyle başlamıştı: Karagöz'ü pek seven Hazım Körmükçü asil bir hareketle I<aragöz'ün kabrini tamir ettirmek istem iş, Bursa Hal kevi ile Lemasa geçmiş, bunun için de Karagöz'ün mezarına snrf edilmek üzere verilecek müsamerede Bursa'ya gidecek, Karagöz oynataca k, toplanan para ile Karagöz'ün ta Meşruliyet 'ten beri Fuad Bey
merhumun teşebbüsüyle başlan ıp ya rıda kalan kabri yeniden imar görecek, Hazım da "bani-i sani'' yahut ''salis" olacaktı.
Şimdi Bursa mebusu olan Tiirk Trıbabet Tarihi müellifi Osman Şevki Uludağ, o zaman Bursa Belediye Sanatoryu m u'nda röntgen mütehassısı ve Bursa Halkevi'nde aza bulu nuyordu.
Hazım'ın necibane teklifi halkevi içtimaında görüşüJürken asırlardan beri ademoğullanndan sayılan Karagöz'ü n muhayyel bir şahsiyet, mezarının da uydurma olduğu söylendi. O
gün bu gündür Karagöz uydurma; uyduran da meşhur oldu (Ağustos 1932).
Sebep de şu: "Karagöz oyunu evvela Çinliler tarafından icat edilmiş!" imiş. Kim in kimden aldığını bilm iyorum. Selim Nüzhet de
aynı kanaatte olacak ki Osman Şevki'nin mütalaasından iki sene evvel çıkan kitabında şöyle diyor, güya her şeyin bidayetini ararsan muhakkak Çin'i bulurmuşsun, bi naenaleyh hayalin bidayetini araştıranlar da Çin gölgelerini bulurlarm ış.
Pekala efend im, a nı ma dava bu değil ki! Karagöz oyunu başka, Karagöz'ü n oyun ve uydurma olmayan şahsı başkadır. Karagöz oyunu, Ka ragöz'ü hayat sahnesi nden ibret perdesine çıkaran Şeyh Küşted ile başlar. Bu oyunun "Çi n gölgeleri"nden intikal etmesi Karagöz ile Hacivat'ı ne diye muhayyel yapsın? Esasen bu bili n memiş bir hakikat mi? Şeyh Küşteri bizzat kendileri de ''Hazret i Sultan
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1583
Orhan'dan beri mevki'-i icrada hikmet gösterir bir ibretiz" demiyorlar mı?
Gölge oyunlarının Çinlilerden Moğollara,
A raplara, AcemJere, onlardan da bize sirayet ettiğini bil mek için ulema-yı kiramdan olmaya lüzum yoktur. Karagöz oyununun gölge oyunu olduğu nda tereddüt edecek kimse kalmamıştır. fakat Türklerde Karagöz oyunundan evvel
ona benzer bi r başka oytu1yok muydu acaba? Muhakkak ki vardı. Olmamış da olsa bunların Karagöz'ün kendi şahsiyeti ile ne münasebeti var? Her gölge oyunu, Karagöz oyununu mu ifade eder? Etmiş ınidir?
Fakat biz c\aha çok şuna hayretteyiz: Yegane halk komiği Karagöz'li kovan yer halkevi, inkar eden bi r doktor. Dava "Karagöz''. delil "Karagöz oyunu':huccet "Çin gölgesi''.
Yıllardı r sinesinde yattığı toprağı ona çok gören de Bursa, yani Karagöz'ün doğup büyüdüğü, Hacivat'ın yerleştiği ve nihayet onları hakikaten daha canJı bir hayal halinde asırlarca tanıtan Şeyh Küşteri'nin yattığı yer: "Hayret ile payan veririm hayrete tekrar"
Bir de mehazlara bakalım: Evliya Çelebi'ye göre "Karagöz. İstanbul tekfuru Kostantin'in salsidir, asıl adı Seryozlu Bali Çelebi'dir.Yılda bi r kere Alaüddin Selçuki'ye gider "bir mir-i sahib-kclam vf! ayyar- ı cihan kı ptl"dir.
Çok defa tarihe meha:t ola n anane diyor ki Bursa'daki Vlu Cam i inşa edilirken Karagöz'le Hacivat, cami yapa n ustalar arasında çalışmaktadır.
Padişah caminin süratle ikmalini mimarına
emretliği halde inşaat bir türl ü ilerlemiyormuş, çünkü Karagöz'le Hacivat'ın bitmek tüken mek bil meyen karşılıklı latifeleri, münakaşaları ameleyi işinden alıkoymakta imiş. Mübarekler bir defa başJadılar m ı amele işlerini bı rakır, güle bay ıJa onları dinlerlermiş. Bunu haber
1584 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
alan Yıldı rım Beyazıt, Karagöz'le Hacivat'ı işçilerin yanından ayırmış ve ancak bundan sonra cam in in inşasına devam edebilmiş.
Diğer bir rivayette de bu zavallılar. padişahın gazabına uğrayarak çalıştıkları caminin temel taşları önünde idam edilmişlerdir.
imdi Evliya'nın kıbtilik isnadım tekzip etmek için Karagöz 'ün kara gözlerine bakmak kafidir.
İkinci rivayete gel ince, "Bunun nereden çıktığı malüm değil" deniyor. Ciddi bir vesika ile
de tevsik edilemiyormuş. Va rsın edilmesin. Kii tüb j sitte hadislerin i ka rıştırmıyoruz ki ravisine ehem miyet verelim. "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" derler, Karagöz ve Hacivat varmış ki bu nlar söylenmiş.
Hacivat hakkında elimizde mevcut bulunan malumat da şudur: Hacivat, Selçuki Türklerindendir. Asıl adı Halil Yörükçe'dir. Onun da Karagöz gibi sfüliği vardır. Yetmiş sene müddetle Mekke'den Bursa'ya gidip gelmiş. Ecdadı "Efelioğull:ırı" adıyla şöhret bulmuştur. Ailesi köpek beslemeye meraklı
olduğundan bir hayli cins köpek beslemiş ve terbiye etınişlerdiı. Efelioğulları'nın zağar ları meşhurdur. Darbımesellerim iz arasmda söyJenen "Efelioğlu zağarı gibi ne yılarsın" sözü bu şöhretten kinayed ir. Uzun yıJJar Bursa'da
kalan Haci vat'ın birk:ıç kere hapse girmesi, hayal oyunundan evvel kendine "Hacı İvaz" yahut "Hacı İvad" den mesine sebep olmuştur. Perdeye çıktıktan sonra "Hacivat"a çevrildiğini görüyoruz. Bunun da asl ı "Haci-vad" yahut "Hacivat" değil, "Hacı Evhad''dır. "Hacivat gazeli" tabir olunan bi r perde gazelinin: "Burusa semtidir aslım, Hacı Evhad dinür namım - Safa meddahıdır tab'ım, zehi bir
tane geldim ben" beyti de bunu gösteriyor. Sanatı mimar ustalığı idi. Çok okumuş, zarif, nüktedan, güzel yüzlü, neşeli, ince ruhlu, hassas bir adamdı.
Rivayete göre dostu Karagöz idam olunduğu zama n yetmiş yaşında bulunuyordu. Sevdiği arkadaşınm ölümünden müteessir oldu.
Kalbindeki derin yeisi gidermek için ruhunu tesliye etmek lazım geliyordu. Bu şifayı Beytullah'a yüz sürmekte buldu. H.710'da Bursa'dan çıkh, kara yolunda n hacca gitti.
Fakat hac zamanı bittikten sonra yola çıktığı ve katılacak kervan bulamadığı içi n Harameyn arasında yalnız başına giderken Arap eşkıyası tarafından soyulup katlolundu. Huneyn ile Eedir taraflarında bir yere defnedildi.
Diğer bir rivayette bu deryadil adamın yanında köpeği de vardı. Köpek, sahibinin vahşiya ne bir surette öldürül mesine şahit
olmuştu. Onu öldürürken bedevilerin üzerine atılıp kurtarmaya çahştt Katiller, Hacivat'tan aldıkları eşyayı Şam çarşısında satarlarken
bu köpek yanlarında idi. (Evliya Çelebi, bu eşyanın Mitabe, ibrik, sapan, teber, kantura, rübaba benzeyen bir saz, zil ve Bursa'ya götüreceği mektuplardan ibaret olduğunu söylüyor.) Kudurmuş bi r kinle Üzerlerine ahlıyordu. Hadise çarşı halkının nazar-t dikkat ini celbetmişti. Şam zabı tası bu halden Şüphelenerek Arapları tevkif etti. Sirkat ve katilleri tebeyyün edince idama mahkum oldular ve Sinaniye Çarşısı önünde asıldtlar. Hacivat'ın Karagöz'le beraber Bursa'da idam edildiği ne dair başka bir rivayet varsa da zayıftır. Köpeğin idam sehpası altına gelerek
uluduğu ve orada terk-i hayat ettiği de söylenir.
Hacivat'ın Bursa'dan beş kilometre uzakta '.'.Bağdat Çarşısı'' denilen yerde Konya Caddesi uzerinde Kapılıkaya suyu sahil inde metruk bir han harabesi vardır, bu hanın Hacivat'ın şahsi e1?11akından olduğu bugün tesbit edilmiştir. Şu halde bu adam yaşamıştır.
l ragöz'ün Salahaddin-i Eyyübi'nin vuzerasından birini n karikatürü zannederek Müslüman bir Türk olduğuna inanan lar; sivri
sakallı, sivri külahlı Hacivat'ı süslü çarığına, renkli ve çeşitl i elbisesine bakarak XI. Lui'nin karikatü rüne benzetenler olmuştur. Fakat hayat ve şahsiyetinden şüphe eden yoktur.
Şimdi irfan ve i nsaf sahiplerine soruyoru m: Bütün bu rivayetler, men kul olsw1, mevsuk olsun, Karagöz'ün yaşadığını mı gösterir yaşamadığını mı?
Evliya Çelebi ha kikate hayal karıştırmayı zevk edinmiş bir artist, bu malQm. Fakat her sözüyle isti. hat edilen maruf seyyahın bu rivayeti ne neden inanılmıyor? MevLid sahibi Süleyman Efendi'nin "Sarımsakçızade'' olduğunu söyleyenler de bu adama dayanmadıJar mı?
Her sözü doğru da Karagöz - Hacivat rivayeti mi ya nJ ış?
Ona bakılırsa Nasreddin Hoca'nın varlığı da tarihi bir rivayetten ibarettir. Şahsına atfedilen fıkralann hangisinde imzası var?
Selçuki Türklerinden midir? Daha sonra mı gelmiştir? Mesela Hacı Bektaş asrına yetişmiş midir? Akşeh ir'de kimsenin gülmeden geçtiği rivayet ed ilen türbe haki katte onun mud ur?
İ htifalci Ziya'nın Yenikapı Mevlevilıane.si'ni yazarken yaptığı gibi bu sandukayı kaldırıp altına bakan mı olmuştur? Timurlenk devrini idra k etti diyenlere ne cevap verildi? 1933'te onun namına ihtifal tertip eden Rıfkı MelüJ de Hazım gibi hata mı etmiştir acaba?
Ancak efsa nevi hayatını tesbit edebildiğimiz İncil i Çavuş da böyle değil mi? Hala meza rı bulun amaya n, doğumu, ölü mü tasrih edilemeyen Yun us, Dertli ve Kanıcaoğlan hakkında ne biJ iyoruz?
Uzağa git meye ne hacet! Kavukl u Hamdi daha dünkü ada m. Şahsı ve sanatı hakkında bütün bildiği miz "miş"ten ibaret değil mi? İ ki senedir bu adamın ve Katip SaJih'in mezarlarını arıyorum, bulamıyorum. Eyüp'te, Beykoz'da sormadığı m adam kalmadı. Kudeması,
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1585
yerlisi, yabancısı, imamı, mümessili, hepsiyle görüştüm, mezarcıları n en yaşlısını buldum, yine bir Hızır yahut Akşemseddin çıkıp da burasıdır demedi.
Abdi Efendi, Hasan Efendi, Sepetçi Rıza, Eyyam Hakkı, Büyük İsmail, Küçük İsmail, İsmet Fah ri, Rıfkı İnce, Şeyh Fehmi, Şefik Safi, Meddah İsmet, Meddah Şükrü, Süruri, Aşki ve nihayet düne kadar aram ızda yaşayan Kavuklu Ali hakkında tarihleri m iz ne diyor? Kozmik
Ah med, Dü mbüllü ki mdi r biliyor muyuz? Naşid hakkında fikrimiz nedir? Papağan gibi bellenmiş basma kal ıp sözler değil mi?
Hala adamcağıza büy ük artist. tuluatçı deyip duruyoruz. Bu ya nlışı düzel tmek isteyen memlekette iki üdaın gördüm, biri Mahmud Yesari, d iğeri de B::ı ltacıoğlu.
Şimdi bütün bu yanlış işlere bakıp da bu adamlara yaşam::ı mış mı diyeceğiz?
1933'te Bursa'da telkik yapıyordum. Evkaf kütüğünde Karagöz b. Abdullah, Karagöz b. Yani. Karagöz b. Satı - Satılmış gibi isimler gördü m. Bizim Karagöz'ü n bunlardan biri olmadığı ne malum?
Bursa'da doğup büyüdüğü meşhur ve menkul olan Karagöz'ü aynı derecede meşhur ve menkul olan bir rivayetle reddedebiliyor muyuz'? Anane ve tevatürden kuwetli tarih mi olur? Demin saydığım şahsiyetler tarihin meçhulüdü r, buna rağmen malCım ve meşhur olmuşlardı r.
Her şeyi tari hi kaynakların lutfuna bırakır, yalnız onun şehadetinden yardım beklemeye kalkarsak hal im iz dumand.ır. Üstadı m ve velinimetim Hamamizade'nin bir eserinde söylediği gibi "Çoğumuzun babamızdan yukarısının adı Abdu llah'tı r:' Tarih, Karagöz'ü tanımamış değildir, fa kat tarih nüfus kütüğü değildir ki Karagöz adına nüfus kağıdı çıkaralım.
1586 Revnakoglu'nun ıstanbul'u
Müteşairin bi rine sormuşlar: "Bu kafiye neden düşük?" diye. "Zaruret -i vezin var efendim!" demiş. Muhatabı zarif adam lafın altında kal ı r mı, derhal yapıştırmış:"Güzel amma zaruret-i vezne ne gerek vardı?"
Soruyorum, Karagöz 'ü n yaşamadığını kabul ve ısrarda acaba ne zaruret var? Yedi yüz yıldan beri kiinata ibret perdesinden bakan bu mizah dahisinin milli kal pte yer alması kafi değil mi? Tarihte olmayan neler va r ki yaşıyor. Teraci m ve tezakiri n kaç senelik mazisi olduğu malum.
Ali Şir Nevai'<len, Sehi'den evvelkiler nerede? Eskilerde güzel bir ilim metodu varmış, tarihin sustuğu mesailin karşısında "Burada icma'-ı ümmet va r" derlermi!i. Ne kadar iyi.
Burada tarihin sustuğunu, ana neye hürmetkc\r kaldığını görüyoruz. Fakat şunu da biliyorum ki.icma'-L ümmet değil, icma'- ı miUet ve
belki de icma'-ı kfünat vardır. Şimdiye kadar Karagöz'ün yaşamadığı, garplı şarklı tek adamın kafasından geçmemiştir. Bursa şehri
yeni fetholundu, bu hakikatler çok sonraya kaldı da bugün mü meydana çıktı? Giildeste-i Riyazm çiçekleri soldu da buy-i hakikat mi alamaz olduk?
Bugürıe kadar bizden ve başka milletten bir müverrih Bursa'ya gitmed i mi, Karagöı'ün orada medfu n olduğu nu duymadı mı? Mevl idi Süleyman Efendi giderkeu veya dönerken 11Karagöz'ün kabri" denilen yeri gördü de
neden bir şey demedi? Hep allameler bu devrin mahsulü m ü'? Asu·la r ve insa nlar insanlaı umurniyetle gaflette miydik'? Ne derin uyku imiş!
Bir zama nlar da Sinan hakkında söylendiği gibi Karagöz, Türk değildir teranesi tutturmuşlardı. Sanki ismi Ka ragöz değU de Çeşm-i Siyah, Ayn -ı Esved yahut da Evliya'nın dediği gibi Kostantin çocuğu Sofyozlu kıpti imiş gibi. Uzaklara ne gidiyoruz, daha dün
Osma noğulları'nın sulbünden şüphe eden dehriler türemişti.
Ali Rıza Seyfı'nin seyfınden kurtul muş olsalardı sıkılmadan bunda da ısrar edip
duracaklardı. Fuzuli'nin Şii olu p olmadığı Ali Em i r!, Fuad Köprülü, Süleyman Naz if, İbrahim Aşki ve Abdülba ki'nin uzun tetkiklerine rağmen hala taayyün etmiş değild i r. Acaba neden'? Yaşamadıklarından mı? O halde
Karagöz'ü hurafe yapmanın ne manası var? Yaşaya nı öldürmek için mi?
işte görülüyor ki tarihi kaynaklar bize her zama n aynı kudret ve salabetle huccet olaınıyorlar. Hem hayali bir varlığı n hayat ve hakikat üzerine ne üstünl üğü olabilir ki yaşamadığ ı hu rafesi müreccah görülsün. Filha k i ka yaşamamış da olsa halkın i nanma hürmetkar kalmak içi n aynen kabul etmek
lazımdır, çünkü halk bunu böylece kabul et.mlş.
Asırlardan beri bir tek allame çıkıp da buna itiraz eden olmamıştır,Uludağ'lı doktordan başka: "Yaşadığını kabulde zara r olacağını
bilseyd im bunların hiçbi rinde ısra r etmezdim!"
Kıymeti yalnız K:ıragöz'e ait olmaktan ibaret bulunan yazılarımı indi bula nlar olacaktır,
bil iyorum, fakat yeni bir şey yapmak, ananeyi modernize etmek sevdasıyla onun yaşamad ığına inannuş görünenler daha
mı az indiyat yapıyorlar acaba! Onlardan evvel söyleyeyim ki eski Türklerde filhakika böyle Karagöz gibi fazla sevilen şahsiyetlere mezardan başka bir de makam yapıldığı vakidir, nitekim Anadolu'nun birkaç yerinde birden yatan, mezardan başka m üteadd it maka mı olan Yunus'un Emir Sultan'a girerken sağda Karamezak Sokağı'nın sonunda
böyle bir makamı ve zaviyesi olduğunu biliyorum. (Bunlardan bir tanesi Galatasaray Lisesi bahçesinde şimdiki Fikret büstünün bulunduğu yerin karşısında idi. Fikret namına yapılm ış, etrafı altı ay evvel ölen talik üstadı
Hulusi Efendi'nin nefis yazısıyla süslenmıştı. Müdürüm üz Fethi Bey tarafından kaldırıldı ve yerine büstü dikildi.) Fatih Sultan Meh med'in bile hakiki mezarının Fatih Camii önü nde olduğunu, ilerideki tü rbesinin makam
mahiyetinde y;;ı pıld ığını söyleyen tari hçilere rastlamıştı m.
Fakat unutu lmasın ki bunların hiçbiri mevhum şahsiyetlere ait değildir. Ananane mantığı Karagöz'ün yaşadığ ını ispat ediyor, işte o kadar.
Mezar Taşının Müzeye Nakli: 1933'te Bursa'da bul unu yordum. Yaptığım tetkikler arasın d<ı
Buı-sa mi.iverrih ve edibi Mısırlı Şeyh Mehmed Şemseddin'i her zaınarı. şükranla y:ld edeceğim, ilmi ya rd ım ve irşatları sayesinde Karagöz'ün hakiki kabri ni bu ldum.
Hakiki kabri diyorum, çünkü o zamana kadar Burs:ı'nın yerlileri de dahil olduğu halde Bursa'dan İstanbul'a yazı gönderen
Bursa muhabiri, oranın matbuat men!;upları, halkevi erkanı hepsi Çekirge'de A h med Vefik Paşa Hastahanesi karantina mem urluğundan mütekait lsmail Hakkı Efendi'ye ait etrafı
küçük duvarla çevril i , üzerinde demir telle tutturul muş lastik fabrika larından birinin boyalı reklam tenekesi asılı bir mezarı Kar:ıgöz'ün kabri diye tanıyorla r,
sorru1.lara burayı gösteriyorla r, hatta İstanbu l gazetelerine muhabir Musa'nın yaptığı gibi Karagöz'ün kabri olarak buranın resmi ni
alıp gönderiyorlard ı. Gazete koleksiyonları karıştırılı rsa bulunur, mamafih 24 Ağustos 1932 tarihli Cumhuriyet'te vardır.
Cumhuriyet muhabiri bu komik levha ile I<aragöı'ü ıı tuhaflığı arasında bir münasebet görmüş olacnk ki... "Galiba muzi bin bi ri Karagöz'ün meza rı na bile herkes gülsün diye bu levhayı takmış..." diyordu.
Halbuki Karagöz'ün asıl mezarı yine o civa rda. fakat nıezarlığuı içinde değil, caddeye bakan
DOKUZUNCU GUZCRGAH 1587
sırtın üzeri nde yani M evlid sahibi Süleyman Efendi önünden Çckirge'ye giden caddenin sağ tarafında "Çivicinin Konağı" denmekle maruf konağa varmadan sağda idi. Meşrutiyet'te ''Karagöz" gazetesi sahibi Fuad Bey tarafından yapılan ihtifal de burada yapıl mıştı.
işte bu sıralarda ya ni Karagöz yaşamış
mı yaşamamış mı münakaşasının devam ettiği ve bir hayli ded ikoduya sebep olduğu sırada Mevlid sahibi Süleyman Efendi ile Karagöz, Şeyh Küşteri, Molla Fenari ve Bursa kütüpha neleri üzeri nde yaptığ ım tetkikatı genişletmek üzere Bun;:ı'ya gitmiştim.
İsta nbul g;u.eteleri mu habi r malfımat ma istinaden Karngöz'e ait mezar taşının Yu nan istilasında pa rça lanarak Türbedar lsmail Efendi'nin evine götürü ldüğünü yazıyorlarsa da taşın Hüdavendigar imamı Hafız Mehmed Efendi'nin meşrutası ndo saklı ve sağlam olduğunu biliyordu m. İ lk işim ona sormak ve aramak oldu. Hakikalen fazıl ve kıyınetşinas bir zat olaı1 Hüdavendigar imamı bu taşı Yunan işgali sırasında tahripten kurtararak evine götürmüş, bil5harc taşı diken zatın yani Peder Seyyid Mustafa Tevfik Efendi'nin Nakşi
dervişlerinden olması ve Çekirge'deki Lami!
Dergahı mensuplarından bulunması dolayısıyla bu dergaha tesl im etm iş.
Tekkelerin seddinden sonra aynı taş nasılsa oradan alınarak yi ne Çekirge'de benim
bul unduğum sırada askeri mizin işgali a ltında bulunan Uımii Mescidi'n iJ1imamı An karalı diğer Mehmed Efendi'nin evine götürül müş, ve orada tahrip edilmişti. Bu defa üç parçaya
ayrılan taşı bu ikinci Mehıned Efendi'nin evinde bahçe, bodrum, taşlık ve odunl uk gibi yerlerde değil, eşeğin i bağlad ığı ahırda bulmuştum.
Hüdavendigıl r imamının h immeti eliyle tahripten kurtarılarak muhafaza edilen zavallı taş burada katledil miş, her parçası bir yana atılmış ve renk renk yosun tutan pislikten
1588 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
oku nmaz bir hale gelm işti. (Böyle bir faciayı da Osman Ergin'in Muallim Cevdet hakkında yazdığı ki tapta görüyoruz: ''Çarşamba'da şair ve hukukşinas Zekeriya ve Yahya efendilerin nefis makbereleri parça parça edilmiş,
kitabelerinin müzeye nakli için olsun delalette bulunularak şöylece bir tarafa konul masına lüzum görül memiştir. M ucr/lim M . Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütiiplıaııesi, s. 260)
Taşın bu vaziyette kal masına gönlüm razı olmadı. Mehıned Efendi'nin gönlünü yaparak p:uçalan buldurttum, sıcak su ile yıkanım, hoca efendiyi de güç hal ile getirip yanına
oturttum, ev i n in bah'.esinde taşa desteklik eden ağacm altında bir de foloğrafı nı tesbil ettikten sonra taşı evden çıkardı m ve kcnctletmek
üzere taşçıya yolladım. Maksadım onu imam ahırından kurtarıp müzeye nakletmekti.
Allah ulemaya zeval vermesin, aklı evvel ukaladan bazıJannın, bilhassa Selim Nüzhet ve Bursa Müzesi'nin fazıl müdürü Mahmud Nedim Beyler gibi taşın kıymetsizliğinde ısrar eden zevatın iddialarına rağmen yalnız Karagöz'e ait olması bir kıymettir. Bir şeyin tarihi olması için mutlaka yosun tutması lazım gelmez.
Peder Mustafa Tevfik adlı hayalinin şahsi himmetiyle dikilmesi, 1310'da Bektaşi Raşid Ali Kemteri'nin tasavvufi nüktelerle dolu gazelini ihtiva etmesi (Meşhur perde gazellerinden
olan bu şiire Mısırh Şeyh Şemseddin'in
naziresi ve Hamamlzade'nin tahmisi vardır) ve kazazede olarak işgalden kurtulması, bunlar hepsi ayrı ayrı manalar i fude eder. Haksız bir hüküm le onu istihfaf edemeyiz. İmam ah ırında durması doğru olamaz, kaliyen kalkması lazundı r dedim ve kaldı rttım (21 Eylül 1933). Şimdi Bursa Müzesi bahçesinde kırık taşlar arasında bulunuyor. 28 Tem muz 1938 tarihli Cumhuriyet'te Salahaddin Güngör'ün "Bursa Müzelerini Gezerken" başlıklı yazısında buna dair malUnıat vardır.
Bu husust::ı bana yard ımda bul unan müzenin nazik müdür muavini Avni Akbuğ ile o zaman Bursa H::ıJ kevi tarih ve edebi)•at kolu başkanı olan MLS1rlı Şeyh Şemseddin'e, Hakkm Sesi ve Yeni Fikir gazeteleri başmuharriri Rıza Ruşen'e pek minn ettarım .
Yine dosyamda görüyorum ki çok değerli Osman Şevki o zamanki bey::ı natında: "Selim Nüzhet'in m;:ılüm ki tabı ortaya çıktıktan sonra dünyada Karagöz ism inde birinin yaşa ımş olduğu iddiası pek kuru bir dava olurdu, fakat bir defa söz açıld1kta n son ra söyleyenleri de ister istemez dinleyin" demişti. Şaşılacak şey, muhterem doktorun ya arkadaşına pek fazla itimadı var yahu t cb kitabı tetkik etmeden evvel söylemiş olacak. Kitapta anlatılan şey, gölge oyu nlarıdı r. Karagöz'ün hayalı hakkında Evl iya Çelebi'nin, ananenin ve İ htifalci
Ziya'nın verdiği malumata tek satır ilave
edilmiş değildir. Şeyhü'I-Ekber, Molla Fenari ve Ebussuud Efend i'ye ait fetva metinleriyle diğer vesaik, Bursalı Tah ir'in, Ali Rıza Bey'in, Ahmed Ret1k'in yaztlannda, Ah med Rasim,
Doktor Konoş ve Refi k Ahıned'in kitaplarında, bir k ısmı da rahmetli Kema l Küçük'ün pek vakıfane yazdığı tetkik lerde y ıllarca evvel tesbit edilm iş şeylerdir.
Bu kitab111 yegane kıymeti bu nları bir araya toplamasından, bazıları hakkında da küçüclık bibliyografi yapmasında n ibarettir, yoksa içinde son temaşa artistlerine yapılan indi teşhişler: Hi nd, Ki rman ve Secistan arasında bir beld enin ismi olan Sind'in "senet"
okunması, Naşid'in canl ı I<aragözü nden bahsedllirken "Naşid Bey, Hacivat rolünü oynadığı bir komedi terti p etmiş ise de
muhatap bir Ka ragöz bulamad ığında n bu eseri yüz üstü kalm ıştır" gibi tuluat, Naşid ve ca nlı Karagöz hakkında tek fikri olmayan, insanı Naşid'den fazla güldüren kom ik sözler ve her halde buna binaen olacak Naşid' i n 69. sayfaya
konan Karagöz kılıklı resmi ne "Hacivat rolü" denmesi, perde gazellerinden çoğu nun yanlış ve vezinsiz dizilmesi gibi mazbut metinleri, manayı tahrif eden kelime hataları bile vardı r. Buna rağmen kıymetlid i r, çün kü nevi nin tekidir.
Haztm'daıı öğreniyoruz. yedi sekiz sene evvel şimdi Boğaziçi Liseleri olan Feyziati Lisesi'nde Fuad Köprül ü, Karagöz'ün ta rihçesi hakk ında verdiği bi r konferansta l<aragöz'ün yaşadığ ı nı ve yedi yüz sene evvel Bursa'da idam edildiğini söylemiştir. Selim Nüzhet de bizza t Hazım'a Karagöz'ün yaşadığ ını ve Bursa'da ınedfuo olduğunu söylemiştir. Ne şayan-ı hayretti r ki bugün bunların ikisi de sözleri nden nuku l il e aksini iddia ediyorla r.
Daha gari bi var, Meşrutiyet başlannda Karagöz gazetesi sahibi Ali Fuad Bey, Karagöz'ün
Bursa'dak i kabrini ziyaret için bir seyahat tertip etm işti. Kabrin iman için mezar başında yapılan ihtifalde İstanbul'dan, Bursa'dan gelen alim, şaiı müverrih, mütefekkir birçok zevat haztr bulunuyordu. Seçme ilim adamlarının huzurunda Karagöz'ün hakiki hayatına dair uzun tahlill er yapıldığı, nutuklar söylendiği halde itiraz eden olmamıştı, halbuki davetliler arasında Osman Şevki Bey de vardı.
Bundan daha tu haf mesele de şudur: Son güne kadar Karagöz'ün yaşa mış bir adam olduğuna inanan, ''Karagöz'ün yaşam ış bi r şa hsiyet olduğuna dair ta rihte bir kayıt buldum, bu nu Osman Şevki Bey'e göstereceğim" diye feryat eden, lahi t şeklinde yaptı racağı mezarın
kalın mermer taşları n ı mavnala rla Bu rsa'ya gönderdiğini iftiharla söyleyen Avuknt Rami Başaran, avukat lığını deruhte ettiği Karagöz için: "Karagöz'ün rnezarını yapt ırmakta ısrar ediyorum. kap eden mermerleri yapltrd ım.
Pazar gtinü lahiti n temel atma merasi mi yapılacaktır. Hıdırellez günü de resm-i
küşadını yaptıracağım" (11 Şubat 1933 tarihli
DOKUZUNCU GUZERGA H 1589
Cumhuriyet'ten) dediği halde bugün kanaatini değiştirmiş buJun uyor. Kim bilir beJki o da diğerleri gibi Karagöz'ün uydurma olduğuna dair bir kayıt bulmuş olacak!
Hiç düşünülmüyor ki mevhum ve muhayyel bir şahsı bütün teferruat ıyla asırlara devretmenin imkanı var m ıdu·? Onu yaşa mamış göstermekten ne kazanacağız acaba?
Heykellerinin Bursa'da yapılmasını istemek, onwı orada doğup büyüdüğü rivayetini kabul etmek değil mid ir? Şu halde anmasını istemek onun orada doğup büyüdüğü rivayetini kabul etmek değil midir? Şu halde aramızda bir şey kalmıyor demektir.
Fakat onları n ası_c lan güldürm üş ve güldürecek olan sempatisini, bu taş veya maden
mümessiller temsil edebilecekler mi dersiniz? Bu da bir mesele.
Netice itibarıyla Karagöz'ü heyecandan seven Hazım'ın şahsi hamiyeti, doktor beyin ınkan, Selim Nüzhet' in selim felsefesi, Fuat KöprüJü'nün ve Avukat Rahmi'nin dönekliğj, yedi göbekten gelen Karagöz'ü bir anda mahvetti öyle mi? "Eyvah bu baziçede bizler yine yandJk!"
Şu halde rivayeti düzeltmek lazım: Karagöz,
Yıldırı m asrında değil, zamanımızda katledilmiş oluyor: "Varayım sahibine haber vereyim!"
Burada en şayan-ı dikkat cihet, sadece Asya'nın, şark ve islam fi1eminin değil, Av rupa'nın, Japonya'nın, hülasa bütün dünyanı n tanıd ığı Krıragöz'ü bizim inkar
etmem izdi r. "Kendi el imle yare kesip verdiğim kalem - Fetvfl-yı hCın -ı nfi-hakkunı yazdı ibtida' diyen şa ir haklıymış meğer.
Revnakoğlu, sönmeye yüz tutm uş bu sanatı canlandı rmak, arkası nd a sürü klediği gençleri n başı nda bulu nmak istiyord u. Bir nisbette m uvaffak da olmuştu. Mücadelesi ni
1590 Revna koğlu"n u n istanbu l'u
bi r taraftan kalemle yü rütüyor, gazetelerde tarihini, ustala rı nı an lattığı yazı larıyla aya kta tutuyor, bi r ya nda n da bu kültü rü ete kem iğe bürü ndü recek gençleri etrafında topluyor, son kud retli hayalcileri n tezgahı nda yeni istidatları n bu yolda ilerlemesini teşvik için faaliyet sürdü rüyordu. İşsiz kalm ış, taki pçisi kaybolmuş son karagözcülerin istihdamı başlıca emellerdendi. Karagözü modaya
uyd u rma teşebbüsleri ne karşı mu hafaza kard ı da.Aşağı da ki yazısı Yeni Sabah'ın 1 Hazi ra n 1940 tarihli n üshasında (yazın ın da ktilo hali 128:152-56) çıkm ıştı.Üst başlığı "Yine Karagöz Ha kkı nda ''yd ı, alt başlığı yazın ı n etrafında döneceği mi hverlere işaret ed iyord u: "Emektar karagözcü ler paçala rı sıvad ılar - Halkevlerin in
şayan-ı şükran faa liyeti - Karagözle hacivatı yen i kılı klara sokmak isteyenlerle hasbihal"d i:
Şeyh Küşterl neslinin son evladı olan hayal üstatlarından bahsederken onları ayrı ayrı tanıtmak istemiş, sanat kıymetleri, hat tercümeleri, yaşayışları ve yakından tanıdığım şahsiyetler hakkında kısaca malumat vermiştim. Kendilerinde temaşa tarihimizi,
halk kültürümüzü alakadar eden mah1matın
mevcut bulunduğunu, bunları n kaybolmaması için ya rd ıma muJltaç vaziyette buluna n bu
zavallıları himaye etmemiz icap ettiğini söylemiştim. içlerinden bazılarının isim ve hüviyetlerini tasrih ederek geçinme yüzünden sanat ve meslekleriyle irtibnb olmayan birtakım işlerle meşgul bulunduklarını anlatmış, bu elim vaziyetten kurtarılmaları için halkevlerine öğretmen tayin edilmeleri tavsiyesinde buJunmuştum.
Gayemiz tahakkuk etti, evvela Fatih Halkevi, Safa Yordamoğlu'ndan; Şişl i Hal kevi, İrfan Açıkgöz'den, Sarıyer Halkevi'yle bir iki ilk mektep Yorgancı Mehmed'den isti fade etti.
Bunla rda n başka Muallim Şinasi Okur'la ilerinin kuvvetli bir sanatkan ola ral< yetişen Hikmet Demirsöz gibi karagözü ibret perdesi ne çıkaran genç hayalilere
sahip Şehremini Halkevi de bugünkü hayal üstatlarını n üstad ı ve Evliya Çelebisi Sefer Mehmed'in kültürlü kafasından müstefit olmakta devam ediyor.
Memnuniyetle öğrendiğim ize göre iş bununla da kalmamıştır. "Amatörler şeyhi'' dediğim Şinasi Dede, şuh komedyen Demirsöz, temaşa öğretmenJeri Sefer Mehmed kafa kafaya verip şu kararı vermişler: Evlerind e bi r karagöz kürsüsü kurulacak, bu kürsüden her isteyen ders alacak. Karagözlere vurgun olan lan ihya edecek bi r müjd e.
18 Mayıs akşa m ı onlarla beraberdim. Şinasi Okur'un semada n Şehremi ni sahnesine indirdiği M ayıs Güneşi onlara ne hayat getirmişti bilseniz. Şinasi - Hikmet'in, Hilmi ve Mustafa'nın meclislerini dinlerken aldığım haz hala hatırımdadır. Sahneyi sevmiş, sanatı benimsemiş bu amatör çocuklar henüz pek
yeni olmalarına rağmen başlarında kuvvetli bir rejisör bulunmadığı halde neler vaat etmiyorlar ki? Eserin küçük bir tarih hatası, fakat bu hatayı kökü nden temizleyecek çok candan bir üslubu vardı. Geçmişle gelecek, eski ile yeni, geri ile ileri ve ölü ile dirinin ayn ayrı tellerden çalan dilleri, sahne dışında da bu kadar pürüısüz konuşulabilirdi. Kendi bildiğinden şaşmayan
bu iki zıt ve m u::ı nni t fikrin bütün ih tiraslanıu hiç külfete sapmadan bir perdelik rcvüde canlandırmak sanatını gösteren "sahne-şinas''ı müellife, sonu barış ve anlaşma ile biten bu müthiş çarpışmayı bize olduğu gibi dinleten
Çocuklara sempati duymamak mümkün değildi.
Nitekim böyle oldu, sahnenin sihirli dilinden bu karışık tipleri konu ştu rmanın hikmet ü esrarını keşfeden ve bunu da yaJnız kendilerine medyun olan çocuklar üst üste alkışlandılar.
Halkın takdi rka rl ıgında bütün yorgu nlukları unuttura cak tesir vardı. Gençler bu haklı kaza ncın süruruyla pürneşe etrafımı sardılar
ve pek hararetle bahsetti k leri yeni teşebbüsleri
hakkında şunları söylediler:
- Biz artı k şem'a başına geçecek her hayalinin diplomaJı olmasını istiyoruz. Bunun için
de ilk iş olarak Yeni Sabah'ta yazd ığınız gibi halkevlerinden başladık ve derhal karar verdik, karagöz kürsüsü açacağız. Karagöz geceleri, konferans fılan derken en münasip y()lu
bunda bulduk. Yalnız perde üzerinde sıkışıp
kal mak mahdut oluyor, h er bakımdan yapmak, tanıtmak, kültür ve tekniğini öğretmek
istiyoruz. Klasik tarzı n, yeni şeklin, Katip Salih'le başlayan değişiklil<lerin her nevini göstereceğiz; tem aşa nm d:ı tiya tro gibi kültür meselesi olduğunu isbat edeceğiz, davamız
bu. Hüsn-i niyet, aşk ve ina n yerinde olduktan neden muvaffak olmayalım? İ lk dersi sizden bekliyoruz. Bizi şeın'a başına çağırdığınız
gibi biz de sizi ve sizin gibi her manasıyla karagözlere meftun, onu canlandırmaya candan taraftar olanları kürsü başına çağmyoruz. Evimizin kapısı ardına kadar açık, "Duya n gelsin bu meydana!"
Şeyh Küşteri şem'asına candan pervane olan ve ideallerinin tahakkuku için akademi :nası gibi çalışaı1gençlere sordum: "Neler okutacağız'?'' Bir yığm isim saydılar. Evvela Karagöz'ün kendi yaşam ış mı yaşamamış mı bu halledilecek, sonra tarihi hüviyeti, tekniği, kültürü, folklor, mizah ve edebiyat bakı m ından kıymeti, vesikalar, Şeyh Küşterl'ni n şahsiyeti, tarihle karagöz, İstanbul'da karagöz, Cum huriyet'te karagöz, karagöz piyesleri, piyes yaza nbr, oynatanlar, karagöz neşriyatı, bibliyografisi,
basıl nuş basıl mamış fasıllar, şarkılar... Beygir, sığır, dana ve deve derilerinden tasvir imal etmek {tasvir kesmek için kullanılan ucu
gayet keskin bir alet), "nevregan" kuUanmak,
DOKUZUNCU GUZERGAH 1591
germek, kurutmak. boyamak, daire çalmak, semai okumak, ışkırlak pişirmek, klzartmak, hayali tecsim ettirmek, perde kurmak, şem'a yakmak, daire çalmak, ışkırlak sektirmek (Orta oyu nunda kavuklu tarafından yapılır. Kavuğu yere düşürmeden küçük bir baş hareketiyle devirme hüneri, çok güldüren ve yapması
güç bir harekettir. Hamdi'nirı ustaca yaptığı rivayet olunur. Rahmetli Ali Bey'de bunun pek muvaffakiyetlisini gördüm), el şcrbeli (Hayakiler bu na "el peşrevi" de derler. Tasvir sürmek, hayali tecsim elmek, parmak ve değnek hüneriyle söz ve harekete uygun mizansen yapmak sanatı.
Eskilerden Şeyh Fehmi, Katip Salih. Serçe Mehmed, benim yetiştiğim ustalardan rahmetli Şefik Safi bunda pek mahirdi), ara muhaveresi. Hülasa telmih, tevriye, cinas ve kinaye gibi edebi sanat inceliklerine varıncaya kadar her bahse
dair dersler var...
Ben onları şem'a başına çağırmıştım , onlar da beni ve benim gibi karagöze :işık olanları kürsü başına çağırıyorlar. İstikbalin Şeyh Küşteri
nesli de diplomalı olacak demek. Öyle ya karagöz kursu, karagöz dersi, karagöz meşki, kürsüsi.i, enstitüsü ... Tiyatroyu kıskand ıracak bir tekamül doğrusu. Kalbimi n lıer güzel şeyle beraber çarptığını bilen Şehreminili dostlar bu teşebbüsJeri hakkında benden de hizmet bekliyorlar. Bi.iyük zevk bildiğim bu teklifi hatırlamamı ş olsalardı da yapacaktım.
Onların pek takdi r ettiğim mesa ilerini yalnız ka ragöze hasretmek suretiyle değil, tema şanın diğer şubeleri olan meddah ve orta oyunu için de aynı şek ilde çalışacaklarını ü mi t ettiğimi söylem ekle vicdani bir haz duyuyorum.
Kuracak ları temaşa enstitüsü için her hususta onlarla beraberim. Tekrar edebilirler: "Duyan gelsin bu meydana"
Diğer taraftan Eyüp, Üsküd:u ve Şişl i
hal kevleri ni n bir karagöz gecesi hazırlamakta olduğu nu öğreni yoruz. Bütün bu sevinç
1592 Revn<ıkoğlu'nun istanbu\'u
getiren haberlerden sonra hatırlatmak
istediğim bi r nokta var: Karagöze ölmüş diyenlerden de değilim. Muha lledi n ölümden münezzeh olduğunu bilirim. "Karagöz kalmamıştır" sözünün ha ki kati n ifadesi olmaktan çok uzak olduğunu birkaç defa söyledim, tiyatro ve temaşaya ait konferansl::ırımda da ayrıca izah ettim.
Ancak iyice bilmek lazım gelir ki karagözü diriJtmek demek, onwı ananevi hüviyetine
karşı tah rif kasdında bul u nmak demek değildir. Karagöz bize sabit w1surlarıyla yani perdesi, şem'ası, semaisi, muayyen tipleri, eşhası. ışkırlak ve çakşırı ile geldiği zaman karagözdür.
Onun şark mizahını temsil etmesi içi n kılı k
değiştirmesi, b.ir başka lügat tekellüm etmesine ihtiyaç yoktur, bilakis kendine mahsus ve muayyen olan şekilden aynlmaması lazımdır. Karagözün bizi kahkahaya boğması için bildiğimiz şekilde pencereden sarkması, yar-ı vefatlarına "Hacı Cavcav!" demesi k!lfidir.
Biz hakikaten karagözü diriltmek ve biıden sonrnkilere klasik ve orijinal şekilde tanıtmak istiyorsak onu tanımadığı adamlarla
Şeyh Küşteri meydanı na çıkarmak değil, "Yahu"sundan ''Ya Hal< hu"suna kadar her nükte ve lehçesine muhafazakar olmamız icap eder. Hacivat'a Karagöz.den. Karagöz'e Hacivat'tan başka tip aramak gaflettir.Onu
asır-dide arkadaşlarından ayıra ra k zevkini ve neşesini bozmaya, biricik şark komiği ni zorla sahtekar ya pmaya ne lüzum var?
Bir zamanlar kavu kluya silindir, pişeketra bonjur giydirmek isteyenler vardı, şimdi de karagözü diriltmek ve "asrın ica plarına
uydurmak" bahanesiyle onu kendinden uzak tiplerle arkadaş etmeye çalışanlar oluyor, sanki bir zaruretmiş gibi! Karagöz bu haliyle
hangimizi istiğnaya mecbur etmiştir ki ona bir
halef veya yardımcı bul mak zarureti tevehhüm ediliyor? 13iı onun sayesinde yetişmediği miz
Direklerarası,tramvay yolu açıldıktan sonra
devirleri görüyor, onları lehçe ve şiveleriyle beraber dinlemek zevkine varıyorsak hata mı ediliyor? Bundan kim şikayet etmiş, kim
istiğna göstermiştir ki ikide bir bu bayat nesne ortaya sürülüyor?
Baltacıoğlu, sahneye çıkan Karagöz'ün eliyle sakalını tutup kolunu sallamasının bir facia olduğunu söylüyor. Onun ananevi asaletini tahrif ederek yeniden tasvir kesmenin,
böyle bir cinayet olduğu unutu lmasın. Orta oyunu da aynı davadır. Kavuklunun bize neşe sunması için elinde şemsiyesi, sırtında
zembili, başında büyük dilimli, alaca destarlı kavuğu, uçları beline sokulmuş kırmızı binişi, Önde giden aptal cücesi ile görünmesi yeter. Onun bu vaziyette yani tecahül ve tahayyür istiğrakı içinde iki eliyle huzzarı selamlayarak dolaşması, neşenin en beliği, komedinin
en büyüğüdür. Seyirciyi kahkaha tufanına
boğan bu kerameti n sırrı da sanatkarın ibda kabiliyetinden sonra hiç şüphe yok, sırtındaki cübbede, binişinde, kavuğunda, çedik papuçta ve belki de aptal cücenin tuttuğu işkembe fenerdedir. Yenilik, ananatı bozmak değil, tahrifsiz ibda yapmaktadır.
Hayali dediğimiz Şeyh Küşteri evladının himmetli eli ve sanatkar diliyle tanıdığımız karagöz, tam karagözdür, asildir, orijinaldir, tarihi şahsiyetinde asırların imzası vardır. Diriltmek, ananeye sadık kalmak suretiyle, onun karakter ve asaletini iade etmekle olur, yoksa tarihi modaya uydurmak uygunsuzluğuna hacivatın külahından daha
sivri akıllılar bile parmak ısırır. Esasen lüzum ve zaruret mukabili olmayan işlerde fayda aramak abestir. Manasızlıkta mana bulmak sevdasından vazgeçer sek mantığımıza da hizmet olacak, zira şaşırmaktan kurtulacak.
DOKUZ UNCU GÜZERGAH 1593
Asım Baba
Son tulGatçılardandı Asım Baba. Neden sonra 18 Mayıs 1941'de bir pazar günü Şehir Tiyatrosunda jübilesi yapıldı.55 yıltulüat sahnesine emek verdikten sonra ihmal edilmiş bu adam, tablasıyla karamela satıyordu. Jübilesinden
önce Nusret Safa Coşkun onu jüb ilesinden önce Yenikapı'da seksenlerinde "bir insan enkazı" halinde görmüştü, o ''Koluna iki tarafı camekanlı bir kutu geçirmiş, bastonuna dayanarak iki büklüm yürümeye çalışan bembeyaz sakallı, nurani yüzlü ihtiyar, halk tiyatrosunun en
güzide ve en kıdemli sanatka rı Asım Baba'ydı · Revnakoğlu, tulüatın bizdeki mahiyetini
ele aldıktan sonra Asım Baba'nın hayli ince biyografisine yer verir. Bu yazı Vakit'in 18 ve 19 Mayıs1941tarihli nüshalarında "Jübi esi
Münasebetiyle Tulllat nedir? Asım Baba kimdir?" başlığıyla yayımlanır.
Hele şükür Asım Baba'yı da düşünmek
kabil oldu. Şehir Tiyatrosu aktörlerinden ve sırasıyla jübileleri yapılan Naşid, Eyüp Sabri, Burhaneddin Tepsi ve Cemal Sahir'den sonra zaval lı i htiya rı sefil perişan dolaştı rdı ktan,
bir hayli de ıstırap çektirdikten sonra "Ba'de harabi'l-Basra" görüyoruz k i ona da bir jübile yapılıyor. Zavallı babam ız, yukarıda isrnl
geçen zevatm en eskisi, en yaşlısı olduğu halde jübilesi en sonraya bırakıldı. Bir jübile hak etmeye bir Asım Baba olmak kafi değilmiş gibi.
Karagözde hoş bir muhavere vardır. Karagözün karısı, top sakallı tonton kocasına içeriden çıkışır:
1594 Revnakoğlu'nun ıstaııburu
-
Herif sana vardığım va ralı ne etim kaldı ne butu m! Ezen küpü gibi bıllık bıllıktım, her tarafı mı yedin bitirdin, üstelik açlLktan da canım ı çıkarıyorsun. Şu halime bak bir
kere, iğne ipl iğe döndüm. Eti kasapta, şekeri bakkalda görüyorum. Hay olmaz olaydın inşallah!
Karagöz pişkin, deryadil adamdı r, hi ç aldı rış eder mi? işin daima a lay tarafını kollar ve şöyle cevap verir:
-
Haline şükret!
-
Neden?
-
Ne olacak, ya kör olsan da onları görmesen!
Ne hikmettir bil inmez, bizde tiyatro denince derhal Şehir Tiyatrosu ve artist denil i nce Tepebaşı aktörü hattrlanır. Resmi teşekkül dışında çalışan ve kendi yağlarıyla kavrulan biçare sanatkarları arayıp soran olmaz. Hele tul uatçılar! Onlar sanalın üvey evladıdır,
önü ne gelen diş biler. Eskiden mesleğin içinde bulunup biraz refah görmüş olanlar bile bu eski arkadaşları na "kerizci" der, sanki Şehir Tiyatrosu dışında çalışmak, tulüatçı olmak
bir suç ve kabahatmiş gibi. Tul uatı kötülem ek moda hali nded i r, bilen bilmeyen söyler.
Onun hakkında geri bir tiyatro hükmünü verenler, bu sanatın ne olduğunu bilmeyenlerdir. Türk tiyatrosu tuluat ile başlar; tuluat hal kın tiyatrosudw·. Halk orada kendini bulur. Halk şehir tiyatrosu na gitmez, gitse bile memnu n olmaz, neden? Sahteden hoşlanmaz da ondan.
Göğsümü gere gere söyleyebilirim ki bugün bizim Ressam Muazzez'in "Arnavut"u, Naşid'i n "Sürpik"i, Komik Ahmed'in "Zenne katığt': Said ve Cevdet'in "Zenne''leri, Hattat Hakkt'mn "Kürt"ü, Hafız Mehmed Ali'nin "Ayvaz''ı, Siret'in "Sirar"ı, Fahri İsmet'in açmazları, bilhassa Ballı Baba'da Hasan Efendi'yi sahneye getirmesi, Rıfkı'nın, Kavuklu Ali'nin ve nihayet son klasik komiğimiz Dümbüllü'nün çene kavaflığı, bu şaheser adamların her türlü hali bizim alaylılann sığındığı Şehir Tiyatrosunun değil, dünya sahnelerinin hiçbirinde ibda edilemez ve edilmemiştir de. Ahdiler, Hamdiler, Büyük Şevkiler, Kel Hasan Efendiler, Sepetçi Rızalar, Büyük ve Küçük İsmail
Efendiler ve bunların son varisleri Asım, Fahri, Rıfkı, Naşid, Mehmed Ali, Ah med, Dümbüllü ve Kemal Baba gibileri, bu adamlar Türkiye'de milli tiyatronun tesisine sebep olmuş, ilk mübeşşir olarak tanınmaya hak kazanmış şahsiyetlerdi r. Bunlar sahneyi irtical encümeni haline koymuş adamlardır. Bilmeliyiz ki
tuluatçı, mazbutatçı değildir, o başkasının dili He konuşmaz, usta mal ı satmaz, ne söylerse kendisin indir.
Bol ışıklı, muhteşem dekorlu sahnelerde, tahsisatlı, imtiyazlı tiyatroda herkes aktör olabilir. Hüner, onların yaptığın ı yapmak, yoklukta varlık göstermektir. Tuluatçının bugün bile hala dekor kullanmadığını görüyoruz , neden? Zevahirle işi yoktu r da
ondan! Müstesna kabiliyeti o kadar zengindir ki onu dekordan müstağni kılar. Tuluat, i rtical sanatıdır, kültür ister, zeka ister; kendine
güvenemeyen bu işe giremez. Orada yaşamak, şöhret yapabilmek için geniş kabiliyet lazımdır.
Tuluatçılık kendi kendine medy un olmak, kendi kendi ne ibda yapmak demektir ki bu büyük mezi yettir.
Bir piyes mümessilini, bahusus devlet tiyatrosu aktörünü tuluat artisti ile ölçmek hata olur. O,
Asım Baba başkasının kitabından ezber okumaz, onun ihtirasları başkasının değildiı kendi
kendine söyler. Heyecan ı kendini n, irfanı kendinin , kültür ve kabiliyeti, bilhassa sanat kudreti hepsi kendisinindir. Üzerinde rejisör hakkı bulunmaz.
Aktörü müelliften aldığını satan papağana benzetmek, sanatı anlamamaktır. Unutulmasın kimuhar ririn yazdığı da tuluattır, fakat alem manasına değil bittabi, artist sahnede tuluat yapmazsa yaşayamaz, çünkü onun en asil ifadesi odur.
Tuluat yapmayan, yapamayan aktör acizdir, başkasının ağzıyla kon uşan mankenden farksızdtr. Türk zekası, Türk kafası tuluatta belli olur. Tuluat milli ve ananevi harsımızı ifade eden yega ne mahsu ldür. Türk zevk inin inceliği, Türk dilinin zenginliği, bir kel imeden sayısız mana lar çıkarmak hususundaki müstesna istidat ve karakteri onunla anlaşılır. Şarkın servetidir tuluat.
Tuluatçı, suflöre de ehemmiyet vermez. Onun sahne planında aktörün aczini gizleyecek hileler yapılmamtştır, her şey olduğu gibi, gün
DOKUZUNCU GUZERGAH 1595
Soıı pişekar Astın Bcıba
gibi aşikardır. İbda zaafım telafi edecek rejisör yardımı, suflör gayreti ve metöransör
muaveneti yok"tur. O yalnız kendine güvenir.
Hakiki üstatları aza ldığı halde bugün bile bi r
tulCıat komedisi,
bir orta oyunu seyredersel< tiyatro sanatının,
"meydan -ı sühan" denilen klasik tu luatın yarım asırLk mahir, kadir bir mir-i kelamı ve yeni dünyanın en eski adam ıdır. Bu janrın yıllarca pişekarlığını yani her manada plşdarlığını
yapm ıştır. Fakat onun asıl kıymeti ise bunda ne eski bir sanatkar olmasında ne de bugünküler arasında baba vasfını kazanacak derecede ihtiyar olmasındadır. O her şeyden önce bir kültür adamıdır. Mesleğinin bütün inceliklerini bilir. Kafasındaki ma lı'.lmat tesbi t edilse
ciltler dolar. Eski temaşa ve tulüal hayatımız hakkında en doğru, en salahiyetli mehazdır.
Bu canlı tarihten neler öğrenmeyiz ki... Yeter
ki onun yetm iş beşlik dimağında şayan-ı hayret bir i ntizamla sı ralanan maJU ma t metaı n ın alıcısı olsun. Talebeliğimden beri bu işleri
şark zekasının, bilhassa sahne dediğimiz er meydanının tamamen aktörden ve aktör dehasından ibaret olduğunu görürüz.
Onlar mert adamlardır, makyaj hüneriyle, aksesuar servetiyle adam aldatmazlar;
ışıkla göz kamaştırmayı henüz tecrübe etmemişlerdir bile. f ıtratın hüzne değil, neşeye mail olduğunu bilen arif insanlardır. Bundan dolayı seyircilerine her şeyden evvel gülme ziyafeti hazırlam ışlar ve devirleri güldürmüşlerdir. "Komik-i şehir''e "udhCıke perdaz" denilmesi n i n hikmeti de budur ve vazifesi güldürmek, ortalığı neşeye boğmaktır.
Espri yapar, cinas söyler, nükte savurur, lakLrdı sarrafl ığı yapar, lastikli konuşur ve durmadan söyler.
Saat tutmacasına üç saat çene yarıştıran, espri yapan dahiler tanırım. Rahmetli Fahri, İsmet, Rıfkı, Kavukl u Al i Bey ve bugünkü Asım, Naşid, Komik Ahmed, Eyüp Sabri, Mehmed Ali, Kemal Baba, Düm büll ü bunların başında gel ir. Yetişmez ve yetişil mez üstatlardır.
İşte şahsına hakl ı bir neşriyat yapılan
Asım Baba bu türlü sanat mektebi ni n yani Türk sahnesinin ve kendi ne mahsus adıyla
1596 Revnakoğlu'nun istanbul'u
tetkikten zevk alan ve içleri nde bizzat yaşayan bir adam ın sanat ve salahiyeti ile söylüyorum, temaşamız üzeri nde yani malum anasırıyla karagöz, meddah, orta oyunu, tul uat ve
eski kavuklular, hayalil er hakkında tetkik yapacaklar mutlaka onun zengi n hafızasından istifade etmelidir.
Asım Baba'nın bilgisi meslek kültüründe de ibaret (değildi r.) Gençliğinde iyi tahsil
görmüştür. Hocazadedir, babası devrini n sayılı hattatlarından ve ulemadan "Kafkaslı Hoca" yahut "Fesli Hoca'' den ilmekle maruf Çerkes Mehmed Rüstem Efendi'dir. Rüstem Efendi'ni n mantık ve tasavvufa dair basılmamış eserleri, kıymetli yazma enamları, levhaları ve bunlar arasında Beyazıt Camii'nde m ihrap önünde duran büyük bir Kur'an-ı kerim i vardır ki pek kıymetlid ir.
Asım küçiik yaşta tahsile başlam ış, ilk tahsilini Yüksekkaldırı m Kalenderhane Taş Mektebi'nde, orta tahsilini Kocamustafapaşa Askeri Rüşdiyesi'nde ikmal etmiştir.Ayrıca babası ndan Arapça, Farsça okumuş ve hususi surette Fransızca öğren miştir. Tarih ve edebiyata merak ederek Vefik Paşa'nın
Lelıçe'sini , Tıılıfe-i \lehbi'yi ve Giilistmı'ın bazı parç::ılarını ezberlemiş ve kendi kendi ne tercümeler yapmıştır. Cevdet Paşa'nın, Yenişehidi Avni Bey'in, Mualli m Naci'n i n,
Nam ık ((emn l'in divan Vt! eserlerinden istifade etmeyi unutmam ıştır.
Onu sahnede bir defa dinlemek. tahsil ve terbiyesi hakkında fikir hasıl etmeye kafi gelir.
İl k tamşmam: Bu muhterem üstatla il k defa 1930'da Etyemez'deki evinin bahçesinde kendi eliyle yetişti rdiği çiçeklerin latif kokulan arasında görüşmüş ve Güzideler Kafilesi isimli eserim için kendisinden hal tercümesine ve sanat hayatına dair bazı notlar almış ve 1934'te Kemal Küçük merhumla beraber vasiliğini yaptığım ız Otello Kamil'in ölüm ünden biraz evvel ilk defa Milliyet'te neşretmiştim. O gün bana şöyle dediği ni hatırlıyorum:
''Gençliği miz çok acayipti. Tiyatrolar kon trol altındayd ı, başımızda istibdat belası. Ne
söylesek kabahat sayılır. Mifü ve tari hi bir eseri okuyup teıTısi l etmek şöyle dursun, huzur ve em ni yet içinde mütalaa edebilmek hakkını
bile kazanamazdık. Mesela Nam ık J<emafi
okumak başına püsküllü belayı almaktı. Akif i, Celfı.l'i , bilhassa Kam Beln' yı mütemadiyen ararlardı. Gümrükten mal kaçırır gibi iç ÇamaşLrlanm ızda saklardık; birçoğuyla beraber yatardtk. Allah esirgesin, elde filan görülecek
olsa en yakı nı Fizan! iki (direğimizin arasında
kaçı rır, öyle oynardık:'
Asım Baba'nın hususiyetleri: Asım Baba gençl iği ni hep ili m adamlarıyla birli kte
geçi rınişli r. Devrinin nüktedanla rıyla ahbap olmuş, edip, şair ve münşllede arkadaşlık etmiş, alim babasıyla devam ettiği ulema ıneclislerinden istifade fırsatına kavuşmuştur. İyi ta ri h bilmesi, güzel inşad etmesi bundandır. Kelimeleri bilerek söyler, söylerken çiğnemez.
İlme, edebiyata dayanan şeye aklı erer, cinasları
edibanedir, bir söylediğini bir daha söylemez, o günün mahsulüdür.
Basmakalıplık yoktur, açmazları, tekerlemeleri tamamen kendisinind ir. Sahnede gizli rejisörlük eder. Arkadaşları oynayacakları eseri evvela ondan geçerler. Kul is arasında provada dikte ettirir.
Fahri İsmet merhum bir gün bana "Söylediklerimiz hep onun kopyasıdır, ondan aldıklarımızı satıyoruz, ne biliyorsak onundu r" demişti. Cidden böyledir, tuluatta ondan istifade etmeyen yoktur.
Etrafını kollamasııu da bilir,komiki söyletir, sıkmadan idare eder. Kuvvetli bir hafızaya
malik olduğu için maziye ait ne olsa sorulabilir;
konuşan hatı rat kütüğü gibidir. Temiz istanbul şivesi, latif ifadesiyle eski kalem efend ilerini andırır, ananevi terbiyesini hala muhafaza eder.
Fevkalade çelebi-haslattır ve belki dünyanın en mütevazı adamıdır. Herkesi tatmin eltiği, her şöhrete destek olduğu halde bunları n hepsi nden gafil görünür. Hiçliğine kanidir, velinimetlik ettiklerine bile tevazu gösterir,
Pek veluttlU', cinas küpü halinde saa tll:!rce söyler. Naşid, FJhri, Behzad gibi büyük şöhretlerin hocasıdır. Hamdi, Abdi, Kör Mehmed, Kavuklu Aga h, Sepetçi Rıza, K. Hasan ve muakkipleri zaman zaman istifade etmişlerdir. Ben bu hakikati Küçük İsmaWin sağlığında da söylemiştim.
Bugüne kada r Türk temaşası otuza yakın kavuklu ve pişekar görmüştür. Bunları n en zarifi ve en irfanl ısı rahmetli dostum Al i Bey'di; orta oyununun banisi olan p1şekarları n da en kültürlüsü Asım Baba'dır.
Eserleri: Uğrunda hayatını verdiği tulCıat tiyatrosu için yazd ığı yirmiden fazla eseri va rdır. Bir kısmı halk komedilerinden
ve bir kısmı orta oyununa ait muhavere
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1597
girizgahlarından ibaret ve hala Naşid Bey'in kütüphanesinde dura n bu eserler basılırsa halk tiyatrosuna pek kıymetli bir hizmette bulunulmuş olur.
Şimdiye kadar aldığı roller: Bunu adetle tesbit etmek kabil değildir. Halen yetmiş sekiz yaşında olan pişekarımız sanatın her şubesinde tecrübe yaprntştır. Tuluatçıların maruf tabiriyle söylemek lazım gel i rse "uşağa soytmmuştur'; yani komik oynamış, "tirik"e çıkmış, açmaz açmış, parçacı (kom iki kon uşturan nükte üstadı) olmuş, suflör olmuş, rejisörlük etmiş
ve en ziyade pişekarlı kta karar kılmıştır, esasen onun en muvaffakiyetli taı:aft da budur.
Asım Baba nasıl artist oldu ve kimlerle çalıştı: Asım Baba on sekiz, on dokuz yaşları nda komşuları Adliye memu rlarından Ömer
Efendi'nin delaletiyle Adliye ikinci huku k dairesine nı ühizemete n devama başladı. Bir sene sonr::ı vezne katibi olan kardeşi Ahmed Refik Bey'in tavassutuyla İstanbul lima n
riyaseti muhasebe kalemine yüz kuruş maaşla kati p oldu. Bu sıralarda "I<ehalin Bağt" denilen yerde yazlık temsiller veren Temaşahane-i Osmani kumpanyasına sık sık gider, ahbaplık ederdi. Bu a rada Girit'tcn gelen Leylo Mustafa adında birisiyle tan ıştı. Bu adam tiyatro patronuydu, istanbul 'dan heyet götürecekti.
Astm Baba'n ın suflörl ük istidadını fevkalade bulduğunda n ona bu heyette vazife vermek istedi. Asım Baba ilk defa olarak bu heyette suflör vazifesini aldı ve Mahmud Celaleddin Paşa'nın Girit val il iği zamanında oraya gitti
( 1307).
Bir yıl kadar Giril'te Hanya'da "Hünkar Meydanı" denilen yerde Sabunhane Tiyatrosu'nda temsiller verdiler. Bu heyet pandomima da oynuyordu. Bütün Rumeli'yi, Selanik'i, Yan ya, işkodra ve mül hakatını dolaştıJar. Bulgaristan beylik olduktan sonra Filibe, Sofya ve civarında turne edildi. Daha
1598 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
sonra Arabistan'a kada r uzanıld ı. Asım Baba suflör vazifesiyle beraber ihtiyar rollerin i de deruhte ediyordu.
Tam yedi sene bu şekilde gu rbet gezdikten sonra istanbu1'a döndü. Üsküdar'da Çifte Kamburlar'dan Kavuklu Kambur Mehmed'in Bağlarbaşı'ndaki orta oyunı takımına girdi.
İki yıl Kambur Mehmed'le ve Pişek:ir Dursw1 Efendi'ni n vefatından son ra uzun müddet Eyüplü Hamdi ve Abdi Efendilerle çalıştı.
Bilahare "zuhuri ko1u"nun il k kavuklusu Çingene Agah Efencli'ye, y irmi sene kadar da K. Hasan Efendi ile Sepetçi Ali Rıza merhumlara pişekarlık etti.
Bugün de ihtiyarlığına rağmen hala Naşid Bey'le çalışıyor ve tuluatın bu eşsiz çocuğuna yirmi senedir hocalık ediyor. Burada bir noktaya işaret etmek isterim, Eyüplü Hamdi Efendi yanltş olarak bellendiği gibi "zuhuri kolu"nun kavukl usu değil, "han kolu"nun
kavuklusudur ve güya Hamdi'ye atfedilen "Kol geliyor! Ne kol u o? Zuhuri kolu!" tarzı nda uydurulan fıkranın da aslı yoktur. İkisi de aynı devrin kavuklularmdandır.
Hamdi Efendi, Üsküdar'da, Merdivenköy'de. Mama Mesi resi'nde, Göksu'da; Agah Efendi de ekseriya yaz günleri Bayrampaşa taranarında oynamıştı r. Hususi heyeti ile tu rneye çıktığı vakit komik oynadığı da vakid ir.
Asım Baba'nın son oyunu ve son a rkadaşları: Asırn Baba meşhur selefi K ii.çük İsma il Efendi'nin vefatından sonra (1931) Kavuklu Ali Bey merhumla ve kıymetli sanatkar Rıfkı
İ nce'nin i rtiha linden son ra da (1938) İsmail Dümbullü ile pişekar açtı ve açıyor.
Son oyununa gelince. Son rolünü evvelce de söylenildiği gibi 18 Mayıs pazar günü akşamı Fransız Tiyatrosu'nda oynamış oldu. Eski
tahsil hayatı m karikatürize eden "Afacan yahut Nasreddin Hoca" isimli Naşid'i n belki yüzlerce
defa oynadığı ve ezber ettiği bir komedide
her günkü gibi ihtiyar rolli nde ve yine komike ders verir, akıl öğretir vaziyette göründü ve bu suretle yetmiş sekiz yıllı k sanat kitabl kapanmış oldu.
Fakat bilmeliyiz ki pir-i sanat Pişekar Asım Efendi'ni n son veda hatırası bu değildir. Onun meydan-ı sühandan çekildiği son tarih, benim naçizane gayretimle yapıla n, Fatih Halkevi'nde tertip ettigimiz Tarihi Türk Temaşası Haftası'nın dördüncü gününe ya ni 29 Mayıs 1940 perşembeye rostlar. O gün Dümbüllü
İsmail ve arkadaşla rıyla saatlerce çene
yarıştı ran ve memleketin en güzide seyircisi önünde nükte ve zarafetten kahkaha tufanı
ya ratan bu sanatkar, şakşakı nı bıraktığı o tarihi günü n tarihe mal olan saatinden sonra bir daha meydanda görünmedi. Onu n asıl sanat hüviyetini alakadar eden bu ta rih tir, çü n kü Asım Baba ile Pişekar Vasfi hemen hemen müradif manada sayılır.
Asım Baba'nın yüksek feragati ve acı klı hali: Asım Baba bu sanatın çok cezasını çekmjştir. Ben onun yüksek ahlak ve feragatini sufıyyen in fena fıllah ve beka billah dediği mertebeye yükselen ehl-i hakikatin ha line benzetirim.
Oyundan sonra gece ya r ısı Büyükdere'dcn Etyemez'deki evine yayan yü rüdüğü vakidir. Mamafih onun bu husustaki gayretinden aşağı kalmayan bir arkadaşı dahn vard ır: Komik Hafız Meh med Ali. Tuluatın pek k ıymetli
uzvu olan bu kalender adam da elinde baston Gedi kpaşa'da n Eyü p'teki evine yayan gider, yaya n gel i r. Dümbüll ü dostu muzun dediği
gibi "Sabah namazı zamanı da Eyüp Camii'nin
önündedir:·Fakat aradaki farkı unu tmayalım, Babamızı nki ıztıraridir, Hafızınki zevki ve itiy:ıdi.
Şurada itiraf etmek lazımdır ki Asım Baba'nın ıstırapla geçen günlerinde meslektaşları arasında ona en çok şefkat eli uıntan rahmetli
Kavuklu Ali Bey'le bugün aramızda tul uatın son direği olarak yaşayan ve sanatkarlığı kadar insanlık ve efendil iğindekj fazileti i tibarıyla
da söylemeye layık olan Naşid dostumuz
olmuştur. Onun yaptığı gibi Kavuklu Ali Bey rahmetUnin de bi rçok defalar kendi payından vazgeçerek Asım Baba'ya bı raktığın ı bizzat bilirim .
Asım Baba jübileleri: İnsaf ederek söylememiz icap eder ki Asun Baba büsbütün terk
edilmiş değiJdir. Onu n ilk jübilesi 31 Mart 1929 pazar günü a kşamı Şehz::ıdebaşı'nda Millet Tiyatrosu'nda (bugünkü Tura n) yapılmış, Darülbedayi "Teyze Ha n ım"
komedisi n i, Naşid ve arkadaşları da "Karnaval Çiçekleri"ni oyna mışlardı r. Kavu klu Al i Bey'in vefatı ndan birkaç sene evvel aynı jübile Tu ran Tiyatrosu'nda tekrar edilmiş ve onun na mı nı taşıyan büyük bi r orta oyunu m üsameresi programa hususiyet verm iştir. Ne yaı.ık ki onun namına yaptlan ve bütün sanatkarların iştiraki temin edilmek suretiyle mühim hasılat getiren jübileler, Asım Baba yerine, onun sutından geçinen ve onun şöhretinden istifade fırsatını kaçı rmayan "dükkancı"lara yaramıştır. Tuluatçılar, tiyatro binasına "dükkil n"; patron ve sahibi ne ;'dükkancı" derler. Temenn i edi)roruz inşallah bu son jübile onun hakkında hayırlı olmuştur.
DOKUZUNCU GUZERGAH 1599
Her sınıf insanla dolup taşan Şehzade başı ve etrafının tiyatro ve kıraathaneleri, birçok esnaf dükkanlarıyla beraber şehri içine çeken, şehrin bu alemle kendi dışına çıktığı Şehzadebaşı kültürü, Ahmed Esad Ben'im (Ahmed Esad es Sa'di) kaleminden çıkan 1949 tarihli Ramazan
Geldi Hoş Geldi isimli hatırat eserinde de yer
alır.Yazarı,eseri 1952'de Revnakoğlu'na (197:140) "Muhterem kardeşim, temiz kalpli ve temiz
dilli muhibb-i al-i beyt dostum Cemaleddin Server Bey'e hürmet ve sevgilerimle" diyerek imzalamıştı.Kitabın Şehzade başı atemini anlatan bir kısmını buraya aktarıyorum:
Birnz Darüttalirn'e baksak mı şöyle ayak üstü? Kapıdan girdiler. Kıraathane lebalep dolu.
Kapının tam üstüne gelen loca gibi bir yerde sa7. heyeti var. Klr sakal lı, sevimli yüzlü bir bey (Merhum İsmail Hakkı), elinde def, sazı idare ediyor. Fasıl hicaz. Peşrev icra edilmiş, besteler okun muş, Udi Fahri taksim yapmış, şarkılara geçilmiş.
Hanendeler ellerindeki defleri düyek usullinün oyna k velvelesiy le şıkı rdatarak o za manın çok moda bir şarkısını okuyor: "Ada lar sahilinde bekliyorum ..." Fastl fevkalade, hanende ve sazendeler o devrin en tanınmışlan. Kanunda bir harika çocuk olan Ferid (Ferid Al nar), kemanda Cevdet (Cevdet Çağla), udda Fahri, Neyzen İhsan, Hanende Memduh, Yaşar...
Bu yıl meddah biraz ileride Müdafaa-i Milliye Tiyatrosu'nun üst tarafındaki Niyaz i Bey'in kıraathanesinde.
1600 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
K ıraathanenin yanındaki sokakta Mari Ferha Hanı m'ı n zevci meşhur Komik Şevki Efendi'nin oturduğu ev var. Çalışamayacak vaziyette rahatsız olan Şevki'nin zengin bir gardrobu vardır. Amatörler ve birçok tiyatro heyetleri ondan gardrop kiralarlar. Bazen de Fahri Bey'le beraber Galata'da A merikan Tiyatrosu'nda yahut Bcşiktaş'ta Akaretler'de temsiller veri r, şöhretine koşa n halka kısa rollerde gözükür.
Hasan Efendi'nin kardeşi olduğu söylenen Recep Safa Bey ise tarihi piyes m ütehassısıdır. Onun "Sultan Osman"veya "Yavuz Sultan Selim" eserlerinde sol elini testi kul pu gibi
kılıç kayışının üstüne dayayarak sağ el iyle ara sıra göğsü ne vurarak şahane ve celadetkfırane bir tavıda ve Çeşmemeydanı aksanıyla bir
manzume okuyuşu vardır: "Bir kere dikkat et bana karşındaki Osmanlı'dır!"
Benliyan Operet Kumpanyası, Beyoğlu Odeon Tiyatrosu'ndadır. Kumpanyanın primadonnası ve BcnJiyan Efendi'nin madaması Rozali
Hanım boylu poslu, beyaz tenli, uzun kumral ipek saçlı bir şark güzelidir. Sesi ise hem gür hem de tatlıdır. "Leblebici Horhor': "Arif'i n Hilesi':"Köse Kahya·:"Aşçıbaşı Tosun Ağa'; ".Alı' Baba", "Çap1on l<ız", "1-1L·ıın met Ağa'n ı n
Izdivacı':"Memiş Çelebi'; "Bir Fidan İki Yılan·; "Hocanın Telaşı" bu kumpanyanın en rağbette piyesleri ndendir. Kambur Sadi, Rasih ve Baltazar Efendiler de en sevilen aktörleri nden. Hele Ömer Aydın'ı kadrosu içine alarak Musahipzade Cela.J'in "İstanbu l Efendisi" opereti ni ilk defa Tepebaşı Ti>•atrosu'nda tıp fakül tesi menfaatine oynadığı gün yer yerinden
oynadı. O salaş tiyatro halkın izdihamından, alkış ve heyecanmdan oz kalsın yıkılayazdı.
Burhaneddin Bey'e gelince, geçen sene bir defa Şark Tiyatrosu'nda (şimdiki Hilal Sineması) Ertuğrul Muhsin Bey'le birlikte "Silah Omza Arş" piyesini oynadı. Aynı sene Müd:ıfaa -i Milliye Tiyatrosu'nda (şimdiki Milli Sinema) "Fener Bekçileri"ni sahneye koydular.Muhsin Bey aynı Liyalroda zamanın en güzel simalı, en mütenasi p endamlı, en güzel Tü rkçe şiveli kadm sanatkarı olan Sara Mannik Hanım'la birlikte daha birçok piyesler, ufak komed iler temsil etti.
Burhaneddin Bey bu sene kurduğu zengin kadrol u bir başkn heyetle daha az sanatkarane fakat daha şatafatlı piyesleri sah neye koyuyor. Hele Beyoğlu'ndan bir sürü güzel kadın getirerek "Neron" piyesinde bir Roma alemi sahnesi yapıyor, bütün seyirciler hayran.
Repertuvarı nda en başta gelen eserler Abdülhak Hamid'in ''Eşber"i, "Nesteren"i, "Finten"i, Şiller'in "Haydutlar"ı; ''Sultan Osman Han-ı Gazi':"Feth-i Celil-i I<ostantiniyye': "Yavuz Sultan SeHm yahut Çaldıran Seferi'; Enver Kemal'in "Turgut Reis':"Çöpçatan'; "Dördüncü Madde';"İçgüveyleri'' namındaki piyesleri, Hasib'in "Falcı" adlı eseri, Niyazi Bey'in "Dişi KapJan"ı; tercüme eserlerden uBüyük Fredri k'; "Kleopatra':"Muzaffer
Almanya':"Şerlok Holmes''
M.üdafaa- i Milliye Tiyalrosu'nun yanında Bekçi Ömer Ağa'nın kardeşi İ brahim Ağa'nın sucu dükkanı var. Meraklılar Karakulak ve Taşdelen'in halisi ni burada bulurlar.
Ka rşıdaki Ferah Tiyatrosu'nu n sah ibi Salahadc:Un Molla Bey, Şehıade'n i n en meşhur, en sevimli simalarından biridir. Ufacık boyu, ince sesi, kara sakalı ve güler yüzüyle herkesten hürmet ve saygı görür.
Ferah Tiyatrosu'nu bu yıl da Hasan
Efendi'nin patronu olan öksürük l ü Kamil Bey
tutmaktadır. ikisi de adeta birbirlerinin lfizı m-ı gayr-i müfarıkıdı r. Bu kadronun en es::ıslı şah1sları ndan biri de kapıda oluran ve içeriye ahbaplar ve resmi bedavala r müstesna biletsiz kuş uçurtmayan Yunus Ağa'dır.
ferah'ın altında Kırlasiyt:ci Kadri Cemali'nin dükkanının önü ahbaplarla, kardeşleri olan küçükler ve onların küçük arkadaşlarıyla her zaman doludur: Esad, Cevad, Meh med Ali, Osman, izzet, Muhtar, Kema l, Ba ki. Hem Mercan Sultanisi'ndc talebe olan hem de kırtasiyeci dükkanı işleten Hayri ve Nafiz kardeşlerin dükkan ları da böyle ahbap ve mektepli uğrağıdır.
Titizliği kadar temizliği ve temizliği kadar da çayının nefaseti meşh ur olan Mersin
-
fendi'nin ufacı k dükka n ı ise hi ç boş kalmaz. Ercümend Ekrem Bey, Hafız Besim Bey, Hattat Rakım Bey, Sadullah Bey, Cem il Bey, Suyolcu Mehmed Pehl ivan, Evkaf-ı nıülhaka başkatibi Halid Bey, eski müddeiumumilerden Sakallı Mazhar Bey, Şehremaneti sicil mümeyyizi
Şık Rauf Bey, Üsküdarh Kambur Şeref Bey, Köstence şehbenderi Kadri Bey, Doktor Asım Paşa, Şark Tiyatrosu sahibi Şükrü Bey,
Maliyeli Ressam Nuri Bt!y, Hekim Çelebi Medresesi baskını kahramanı Gözlü k l ü Paşa Nazım Bey, İhtifalci Ziya Bey, Mecelleci Büyük Haydar Efeııd izade ikinci ceza reisi İbrahim Bey, Evkaf m üsteşarı Şevki Bey, Salahadd in Molla Bey, Şt!hrema neti muhasebecisi Saim Bey, Keresteci Şerif Alizade M urad Bey,
Gazct Hasan Bey, DüyCın-ı U mu m iye pul müdürü Nüzhet Bey, Hacı Muhiddi n Bey devam lı müşterilerindend ir. Yalnız bunlar mı? Yer bulabilen ve Mersi n Efondi'n i n dükka n adabına uymayı göze ala n herkes oardadı r.
Hele sigaranın külünü bir silkele yahut çay fincanının altındaki tabakta kal mış iki damla suyu yere dökmeye ka lk, papuçlann ters çevirilir, yolu n kabasını alıverirsin.
DOKUZUNCU Gİ.JZERGAH 1601
Türk ananesinde çayhane adabının son mümessil i bu Mersin Efendi merhumdur. Onun biraz ilerisinde yemişçi dükkônının ötesinde de Çaycı Kamil Efendi'nin devamlı müşterileri arasında Hafız Kema l, Doktor Cemil ve Gümrükçü Ni met Beyler vardı r; Camcıalili Hafo. Hasan, İmam Mehmed Efendiler de uğrarlar.
Şule Kı raathanesi ise iskambil, prafa, altmışaltı, tavla merakl ıların ı n salonudur. Mercan Sultanisi'ni n küçük talebesi bazen bunu n kapısında n içerisini gözellerler ve bi rbirleri ni kolla nyJa dürtüşleye::rek kıs kıs gülerler, çünkü talebeleri görmesin diye salonun derinliğindeki en kuytu masayı seçmiş yahut daha doğrusu
o köşeye sinmiş olan sevgili hocaları Kemal Bey, M uid Şükrü ve Tahir Beyler orada prafa oynamakta, gündüzki yorgunluklarını dinJendi rmektedirler.
Bu talebenin en muzipleri Babalık Hayri, Gözlüklü Hontid ile Mustofa'dır.Hele kısa pantolonu ile Küçük Cemil ne afacandır. Süleyman Şevket Bey onu sever, ama Necip Hoca ile Mekki Efendi bu küçük1:en neler çektiler. Giritli Rasim, Ördekçi Kazım, Tavukçu Suad, Topçu Esad, Dalkavuk Naşid, kardeşi Abdu rrahim, Sönceley, Said Burhan, ağabeyi Galip, Kedi Mesud, Zerzevatçı Mecdi, Ziya, Merculülbatın Tevfik, Fehm i Şinasi, Daniş. San Edip ne cici çocuktur, ne iyi kalplidir bu Edipcik. Aziz, Mümtaz, Sırrı. Bütün bu çocuklar şimdi memleketin en tanınmış hariciyeci, vali, doktor, profesör, avuk.ıt, ecz::ıcı, gazeteci, mühendis
ve dişçilerdir. YnJnız Galip öldü, AJl::ı h rahmet eylesin ...
Şehıade'nin o devri hatırla nınca sayılı şöhretlerden olan Şamlı Tatlıcı Hacı Babn, Turşucu Cem:ıl, Şekerci Cemil, Aşçı Abbas, Aşçı Agop, Eczacı Sokrat ve Eczacı Lefter, Çaycı Hacı Efendileri de saymadan geçemeyiz.
Tiyatro meraklıları arasında ise müsamereci
1602 Revnakoğlu'nun ıstanbut u
Ziya merhum, Ertuğrul Sadi, Doktor Neşet, Rıfkı merhum, Necdet, Fah ri Bey'i n muavini Kemal Sahir, Operetçi Cemal Sahir, Sezai Namık ve Ömer Aydın merhumlar ilk hatıra gelenlerdir. Bir de siyah kıvırcık saçlı esmer çocuk vardı ki Beyazıt Nümunesi'ndeki mektep temsilinden başlayarak şair monoloğunu söylemekle şöhret kazanmaya başla mıştı.
Ra mazan günlerinde elinde tesbih camilerden ayrılmayan bu çocLtk, Beyoğlu Alma n Mektebi'ne deva mı sırasında babasından gizli Hamalbaşı'ndaki Darülbed::ıyi 'e kaydedild i.
Bugünün Vasfi Rıza'sı odur. Ondan az kabaca, altın sarısı saçlı, mavi gözlü, gözleri nden zeka fışkıran bir başka çocuk da Ka ragözcülerin peşinden, tiyatro kulisleri nden ayrılmak istemezdi, bu da merh um Hfizım'dır.
Küçük ismail Efendi, Fehim Efend i gibi üstatlar sağdı. Meclisleri, sahne halleri gibi nükte ve neşe meclisiydi.
Hele bir Etyemezli eczacı mir::ılayın oğlu
Adil vardı, arkadaşı Kıvırcık ihsan'la beraber tiyatro derdinden Millet Tiyatrosu binasının merdivenlerinde gecelerlerdi.
Halin olduğu gibi müstakbelin ediplerini, muh::ırrirlerini de Şehzadebaşı'nda sık sık görürdük. Ali Nihad, Peyami Safa, Mesud Cem il, Hayri Muhiddi n...
Tiyatro mera klıları ve Şehzadebaşı'nın müdaviml eri arasında ise Babanzade Naim Bey, Yağcı Şefik Bey, Doktor Rıza Nur
Bey, Ayan başkatibi Maliyeci Cem il Bey, Doktor Feyzi Paşa, İsmet Molb Bey, Millet
Tiyatrosu'nun (şimdiki Tura n Sineması) sahibi Eczacı Kazım Bey merhumlarla Terbiyeci İsmail Hakkı ve Evkaf mümeyyizi Nurullah Beylere kolaylıkla rastlamak kabildi.
Şehzadebaşı'n ı n o devrini yazmaya koskoca bir kitap ister, bu işi inşallah bir ehli idare eder...
Vidinli Tevfik Paşa Caddesi'ne dönüldüğünde şimdi üzerinden caddenin geçtiği Sekbanbaşı Camiivardı.
Revnakoğlu, bu kaybolmuş camii dostu Mehmed Nüzhet Ortanca'dan notlarına kaydeder (157:398):
Şehzadebaşı'nda Acem oğlu (AcemoğJanlar) Hamamı'nın caddeye çıkan köşe sinde, çatısı ahşap, genişçe bir cami'-i şerif idi. Acemoğlu Hamamı Sokağı'nın başında bulunması münasebetiyle kendi esas isminden ziyade halk arasında "Acemoğlu Cami'-i şerifi" denilirdi. İki yüz kişi kadar alıyordu. Son imam ve kili "Rüsumat imamı" denilen Kalender Hasan Efendi'ydi. Yeşil sarıkla gezer di, kırmızıya çalan bir sakalı vardı. Cami sonra harap oldu ve yapılmadı.
Acemoğlu Hamamı (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1603
Hel<im Çelebi Tel<l<esi
Büyük Reşitpaşa Caddesi'nde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinin Kurultay Sokağı'na bakan kısmında, caddeden fakülteye girilen dış merdivenlerinden hemen sonraki alanda Hekim Çelebi Tekkesi vardı.
Ayverdi haritasından da tesbit edi ebilen bu tekkenin adresini ve son vaziyetini Revnakoğlu şöyle ifade eder: (186:300):
Bu dergah-ı şerif Koca Ragıp Kütüphanesi'nin karşı istikametinde şimdiki Harikzedegan Apartmanları'nın arka tarafında Aksaray yangınında yanan Çukurçeşme Hamamı'nın üst tarafında idi. I!l. Mustafa zamanında tekkenin şeyhi bul unan Seyyid Abdülveh hab Efendi tarafından medreseye tahvil olun du ve medrese iken Aksaray yangınında yandı.
Tekkenin ilk şeyhi Hekim Çelebi'ydi. istanbul'a Nakşibendilik'in Ahrariyye şubesini getiren Emir Ahmed el-Buharl'nin halifelerinden ve "Hekim Çelebi" olarak tanınan bu şeyhin tam adı İznikliMehmed b.Ahmed'di. "Hekim Çelebi - Hakim Çelebi" şeklinde tanınması,onun hikmet ilmine aşinalığından ileri gelir.Önceden "fil damı" bulunan yerde tekkenin inşasından bir yılsonra Hekim Çelebi vefat eder: (186:300):
Koska civarındadır. Mescid-i mezburu Sultan Süleyman Han, Hekim Çe lebi'ye bina eylemiştir. Kanuni devrine rastlayan H.973'te bi na olunmuştur. Hekim Çelebi'nin taşında vefatı tarihi H.974'tür: "Reft hayf an tabib-i ehl-i dilan:' Şeyh Vefa türbesine girerken medha Hn sol yanında medfundur.
Hekim Çelebi'nin mezarı bugün de yukarıda bahsedi en yerdedir. Mezar taşındaki tarih ibaresinin ebcet değeri "973",ancak mermerde rakamla verilen tarih 974'tür.
Emir Ahmed Buhari'nin İstanbul'a taşıdığı Nakşibendilik, onun damadı ve halifesi Mahmud Çelebi ve diğer halifesi Hekim Çelebi ile ilk teşkilatlanmasınıgerçekleştirdi.
Hekim Çelebi'nin H.974'te vefatından sonra posta halifesiMustafa Efendi geçti. H.979'da vefat ettiğinde Baba Nakkaş Köyü'ne defnedildi.Fatih devri nakkaşlarından Nakkaş Baba'nın ismine ve türbesine istinade n bu adıalan köyde şeyh in defin sebebi her halde Nakkaş Baba'nın soyundan gelmesindendi,nitekim kaynaklar Mustafa Efen di'nin şöhreti için "nakşbendzadelikle şehirdir" ifadesini kullanır.Revnakoğlu, Kazım Büyükaksoy'un Kibôr-ı Evliyô'sından (s.139) şeyhin biyografisini aktarır (186:302):
Şeyh Mustafa, İstanbul kurbünde Baba Nakkaş denilmekle maruf karye-i ma'mCı.reye sebeb-i iştihar olan Bayram Acemi'nin halef-i salah-güsteri ve Derfterdar Çelebi'nin birader-i kihteridir. Vlema-yı asrın hizmetlerinde iştigal ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi asitanesine ittisal eyleyip tahsil -i kemal üze-
1604 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
rineyken Hekim Çelebi ile sohbet eyleyip feyz-i nazarlarından behre-yab şerbet-i inayetleriyle şifa-saz-ı dili bi-tab olmuştu.
974 senesinde Hekim Çelebi rıhlet edip zaviyelerinde secca
de-nişin-i meşihat oldu. 979 senesinde mahrnil-bend-i alem-i ahiret oldu. Baba Nakkaş karyesi nde biraderinin inşa ettiği ca
mi'-i şerif haziresinde medfundur.
Aziz-i Nakşibendidir. Vakıf-ı ulüm, alim, abid, mütevekkil, za hid ve kani', halim ve selim ve mütevazı idi. Biraderinden ge len taamı kabul etmez ve onlar gurür-ı cah-ı devletle haftada bir defa ziyaretine gelirlerken bir kere hanesine gitmezdi. Onlar dahi 980 Cemaziyelevvelinde intikal eyledi.
"F-erzend-i Acem" olmakla cime-i isti'dadı tıraz-ı 1".Clbiliyyet ile mua1- lim-i hoş-tab've hoş-sohbet ve derviş-nihad ve sa1ih vesaf i-ahval idi.
Revnakoğlu, muhtelif tomarlardan derleyerek bu tekkenin şeyh sil silesini çıkartır:
Daha sonra tekkeye Yakup Efendi (İlah zade, ö. H.990 - M.1582-83), Mehmed Efendi (Kavaklızade; Hekim Çelebi hulefasından),Ahmed Efendi(Müftlzade, Tire müftüsü Şeyh Ahmed Efendi'nin oğlu; İlah zade Yakup Efendi'nin halifesi. ö.1024 - 1615-16), oğlu İbrahim Efendi,Osman Efendi (Bosnalı,ö
H.1074 -1663-64;Silivrikapı haricine medfundur),Mustafa Efendi(Es ri'nin damadı. ö.1120
-1708-09),Muabbir Hasan Efendi (Bosnav Şeyh Osman Efendi'nin halifesi.Edirnekapı dışındaki Emir Buhari Tekkesi şeyhi de olmuştur.ö.1102 - 1690-91,zaviyesi civarında medfun),Feyzullah b.Abdullah(Fatih'te Emir Buhar Zaviyesi şeyhi iken zam me olarak buzaviye dahi tevcih olunmuştur.ö.1121-1709-10,Tür-ı Slna'da medfun), Mehmed Çelebi (Ayasofya kürsü şeyhi,tabi'at-ışi'riyyesi var imiş.ö.1122 -1710-11),Abdurrahman Çelebi (Şeyhzade. Hadlha'nın yazdığına göre Akşemsedd in Camii civarında Hurrem Çavuş Mes cidi derununda medfundur.ö.1162 - 1748-49.Bu da babası gibiAyasofya kürsü şeyhidir. Tekkede kırk sene meşihatı vardır), oğlu Şeyh Mehmed Emin Efendi (Ö.1167 - 1753-54. Hurrem Çavuş Camiihaziresinde babasınınyanına gömülmüştür.)
Tekkenin son üç şeyhi sırasıyla Seyy id Mustafa Efendi (Yasinhan; Ayasofya Cami'-i şerifinde Yasinhandı; Sinop'ta yatan Seyyid Bilal hazretlerinin neslindendir), oğlu ulemadan Seyyid Osman Efendi (Yasincizade; ö.1178 -1764-65) ve onun da oğlu Seyyid Ahmed Abdülvehhab Efendi (Yasincizade) oldu.
H. 1249'da - 1833'te vefat eden Yas ncizade Abdüvehhab Efendi,iki defa şeyhülis
lamlık yapmıştı. Onun zamanında Hekim Çelebi Tekkesi medreseye - darülhadis (Hekim Çelebi Medresesi) çevrildi.Vefatında Topkapı haricinde Sakızağacı civarında babasının yanına defnedildi.
Tekke-medrese, 1914'ten sonra artık yerinde değildi.
Şeyhülislam Yasincizade Abdüvehhab Efendi
DOKUZUNCU GÜZ ERGAH 1605
Hatice Usta Camiive Çeşmesi
Tekrar Şehzadebaşı Caddesi'ne dönüyor,ilerliyoruz. Darülfünun Caddesi'nde şimdi karakol olarak kullanılan
17 numaralı yapının bulunduğu yerde Hatice Usta Camiive
Çeşmesi vardı.(Balabanağa Mahallesı, 581 ada. 16 parsel)
1944'te Hatice Usta Camii (Encümen arşivinden)
Bu rada cami, çeşme ve mektepten m ü rekkep bi r ca mia va rd ı r, cü mlesin i n banisi Hatice Usta'yd ı. Yapı manzumeleri nin arkası nda Yah n i ka pa n Sokağı bulu n u r. 1944 tarih li Encü m en dosyası nda cami, çeşme ve mektepten bahsedilirken sokağa ad ı nı veren şahsiyete de temas edili r:
Vaktiyle burada ikamet eden Def terdar Abdülkerim Paşa'nın "Yah
'
.•.
,. nikapan" diye anılı olmasından " mahalle de ayn ı şöhretle yad olun- muştur. Bu Abdülkerim Paşa önce softa taifesinden ve talib-i ilim kıs mından olup Beyazıt İmareti'nde yemek yerken şiddet-i hücumun dan "Yahnikapan" lakabını almış ve
çok zaman Beyazıt Camii'nde ha tiplik eyleyip Ekmekçizade Ahmed Paşa başdefterdar iken intisap eyle miş ve kendisi mail-i fenn-i dünya ve mahir-i fenn-i istifa olmakla çok hizmetlere karışıp mal-ı Karun'a malik olup Ekmekçizade Ahmed Paşa'nın vefatından sonra kuvve-i maliye ile cami hatipliğinden çeki lip iV. Sultan Murad devrinde bil fiil başdefterdar olmuş ve vezaret rütbesini almıştır. Zamane şairleri, "Ekmekçizade kıldı dünyayı nana muhtac - Ahir simat- ı devlet Yah nikapan'ın oldu" beytini hakkında söylemiştir (H.1034).
Sipahi isyanında "azil ve müsadere ferman buyuruldu:' ''Akçe canlı bir adam olmakla malını ikrar etmediği
1606 Revnakoğlu'nu n istanbu l'u
için hapishanede işkence olunup hac:lid safhalarını kızdmp ateş önünde oldukta uryan bedenine bastırıp vucudunu bu vech ile dag-ber-dag edip bu gune tazip ile malını" söyletmişler ve emvfilin.i miriye kabzetmişlerdir."Fakir Yahnikapan bu azaptan sıhhat bulmayıp fevt olup yerine Ebubekir Efendi defterdar olmuştur;• (Hadikatü 'L-Cevaml, l, 225;Naima Tarihi, ll, 354-55)
Cami, 1. Sultan Mahmud devrinde Türk sanatında vuku bulan bir değişme sitilini taşımaktadır. Cami zemini kadim kemerli bodrum olup cami fevkani olarak yapılmıştır.
Caminin cenup köşesinde yine caminin banisi olan Hatice Usta'nın hayratı ola rak bir çeşme vardır ki Lale devrini tanzir eder.Ayna taşı üzerinde lale motifle ri vardır. Cami binasının mimari hususiyette emsali binalardan daha fazla ışık tevziatı verilmiş olmasıdır. Bina yonma taşından yapılm ıştır. Bu caminin bir tarafında bir de kargir mektep mevcut idiyse de mürur-ı zamanla yıkılmıştır.
Hatice Usta tarafında n yaptırılan çeşme 1956'da yıktırıldı. Revnakoğlu bu yıkım sı- rasında oradadır ve çeşmenin son halini de fotoğraflar. ·
Hatice Usta Camiive Çeşmesi 1956'da yıkılırken
(258:439)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1607
Revnakoğlu, Hatice Usta Çeşmesi'nin kitabesini okurken
(258:436)
1608 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Hatice Usta Çeşmesi (Konyalı arşivinden)
Osman Keşfi Efendi Tel<kesi - Kemter Baba Tekkesi
Geri geliyor, Şehzadebaşı Caddesi'ne dönüyor, bu sefer sol tarafta 16 Mart Şehitleri Caddesi'ne giriyor, Hallac-ı Mansur Çıkmazı'na dönüyoruz. Solda, şimdi Adalet Meslek Yüksek Okulu'nun arka hizasında 7 numaralı Osman l<eşfi Efendi Tekkesi - l<emter Baba Tel<kesi'ni görüyoruz. (Molla Fenari Mahallesi, 664 ada, 24 parsel)
Bu tekke, Aziz Mahmud Hüdai'den sonra asitanenin postuna oturan Cennet Efen di'nin halifelerinden Niksarlı Osman Keşfi Efenditarafından uyandırıldı, bu itibarla tekkenin ilk neşesi Celvetiyye'dendi.Keşfi Efendi,Memleketi Niksar'da halen adıyla anı an camiyiyaptırmış ve orada vefat etti(197:234):
Şeyh Osman Efend i (Niksari), Celvetiyye'dendir ve Hazret-i Hüdai halifele ri ndendi r, Niksar'da medfundur. Vefatı H.1127. Niksar'da Yeni Mahalle'de, çarşı içinde kendi yaptırmış olduğu Keşfi Cami'-i şerifinin cümle kapısının yanında ve gjrerken solunda medfundu. Son zamanlarda yol açılması zarure tiyle cam i'-i şerifin kıble tarafının sağ köşesine nakledildi.
1312 senesinde Niksar'a hakimlikte gelmiş bulunan eski şer'iyye hakimleri n den Vanlızade Hacı Salih Efendi merhum, cami'-i şerifin toprak damını yıktı rıp ahşaptan kubbe yaptırmıştır. Bu cami'-i şerif sonradan Hacı Yusuf Niksari tarafından tamir edilmiştir. Bunun için dualarda ve salavatJamalarda "Mu ammir-i sani el-Hac Yusuf Niksari" diye yad edilir.
Revnakoğlu, Tokat'ın meşhur tarihçilerinden Halis Turgut (Cinlioğlu) vasıtasıyla temin ettiği bilgilerle bu şeyhe ait daha geniş malCımat verir:
Meşhur halk rivayetlerine göre, Şeyh Osman Keşfi Efendi, İstanbul'dan ica zet aldıktan (Hazret-i Hüdai'nin başhalifesi Cennet Efendi'den de ayrıca ica zetlidir) ve tahsil i n i bitird ikten sonra memleketi olan Niksar'a dönmüş ve orada şimdiki caıni'-i şerifin yanındaki medresede tedrisata başlamıştır. Bu sıralarda medreseye bitişik çayırlığı tamamıyla satın alarak yarısına bugünkü cami'-i şerifi yaptırmış, yarısını da yazlık mescit halinde yine camiye vakfet miş ve kıble tarafına da mi nare yüksekliğinde, oralarca "kavlağan" denilen dallı kollu ul u bir ağaç yetiştirip bırakmıştır.Öteden beri yakın zamanlara ka dar söylenildiğine ve hatta birer birer sayılmış olduğuna göre bu ağacın üze rinde yüzden fazla leylek yuvası bulunur ve gövdesindeki deliklerde de yine bir hayli kuş yuvası görülmekteydi.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1609
KeşfiOsman Efend i'nin
Niksar'daki mezarı
(197:22)
Meşhur halk rivayeti şudur ki cami'-i şerifin temelini kaz dırmak maksadıyla el indeki dayağı (dayanağı, asasıyla) ile yerini çizmiş ve medresedeki odasına dön müştür. Biraz sonra halktan beş on kişi gelerek muziplik yapmak için ça lışan ustalara kıble yeri nin yanlış olduğunu söylemişler ve şeyh efendinin güya yanlışını düzeltmek gayesiyle kıbleyi yeniden çizmişler, ustaları bu yeni gösterilen yerden çalış tırmaya başlamışlar. Bu sırada şeyh efendi hücresinden ay rılıp yapı yerine geliyor ve muziplerin yaptığına fena halde canı sıktlarak hiddet ediyor ve ustabaşıyı yanma çağırarak çıkışıyor ve sert bir tavırla:
- Gel şu ayağımın üstüne bas da gör bakalım, kıblemiz neresiymiş?
Bunun üzerine kıblenin esas yerin i şeyh efendinin ayağı üstünde yükselerek gören hıristiyan ustabaşı ayağının üs tünden iner inmez tekrar ayakları na kapanarak itizar edi yor ve hemen müslüman oluyor. Bundan dolayı şeyh efen diye "Keşfi" adı verilmiş.
Minarenin eğri olduğunu taziben söylemeleri üzeri ne getirttiği bir halatla minareyi düzelttiği dilden dile dolaşan rivayetler arasındad ır.
H.1196 Cibaliyangınında yanan tekke yeniden yapıldı.
Tekkeye bu sefer Nureddin Asitanesi şeyhlerinden Abdülaziz Efendi'nin halifesi Uzun Hafız Mehmed Efendi geldi. Muhyiddin Efendi,onun uzun süre boş kalan tek keye geldiğini,H.1252'de HalilPaşa'nın surunda vazifenin tevcih olunduğunu, şeyhin H.1259'da irtihalinde Edirnekapı haricine defnolunduğunu söyler.Fahreddin Erenden, şeyhin vefat tarihini H.1269 diye kaydeder,mezarının Sır Tekke'de olduğunu söyler.
Mehmed Efendi'den sonra oğlu Mehmed Efendi,liyakati olmadığı gerekçesiyle post tan el çekmiş, yine Nureddin şeyhi Abdülaziz Efendi'nin bendelerinden MalatyalıAli Dede (Harputlu Şeyh AliEfendi) posta çekilmiştir.KendisiCamcı Şeyh A liEfendi'nin halifesiydi,sıla niyeti i e memleketi olan Malatya'ya gidip orada vefat etti.
MalatyalıAliDede'nin oğlu daha sonra geliptekkeyi istediyse de verilmedi,on sene boş kaldıktan sonra sade arsasıolan tekkeye Seyyid Mehmed Raif Ali Efendi tayin edildi. Revnakoğlu 20Mart1890'da vefat eden bu şeyhi de Muhyiddin Efendi'den aktarır(197:236):
Şeyh Seyyid Mehmed Raif Ali Efendi: Mumaileyh bedesten tellalıdır. İnas ta rafından Şeyh Hüseyn-i Evhadi sülalesindendir. Hazret-i Hüdai şeyhi Ruşen Efendi'nin arzıyla arsa hal iye olduğu halde veril miştir. 27 Recep 1307 per şembe günü rıh.Jet edip Hazret-i Merkez Kabristanı'nda Şeyh Hüseyn-i Evha di'nin kurbünde medfundur.
1610 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Meh med Raif Ali Efend i'den sonra kendisi gibi uTellal" olarak anıla n oğlu Mehmed Kamil Efendi posta geçti. Kendisi Reji idaresi katiplerindendi (197:239). Meclis-i Meşayih tekke şeyhliğini Kamil Efendi'ye arsa hali nde bulunan Keşfi Osma n Efend i Zaviyesi'ni kendi parasıyla i nşa etmesi, buna m u ktedir olamazsa bi r başkasına verilmesi şartıyla 11Zilkade1307'de (29 Haziran 1890) tevcih etmişti. Ka mil Efendi, tekkeyi yapamadı.
Tekkeni n son şeyhi Kemter Baba'ydı.1899 Temm uzu nda tekke kendisi ne tesli m edild i. Meşhu r Bitlisli M üşta k Ba ba'nı n oğlu Ed hem Baba'nı n halifeleri ndend i. Şeyhin d iğer adı "Meh med Müştak"tı r.Revnakoğlu, Bitlisli Müştak Ba ba'yla akrabalık bağla rı ve hilafeti kaynağı kon usunda Meclis-i Meşayih reisi Mu hyidd in Efendi'ni n Kemter Ba ba için "Kadiriwe'den M üştak Baba halifesid ir" şeklinde verdiği yanlış bilgiyi düzelterek şu bilgiyi aktarır (197:239):
Müştak Baba, divan sahibi olan Bitlisli Mustafa Müştak Baba'dır, Kemter Ba ba'nın ceddidir. Kemter Baba, Müştak'ın kızkardeşinin çocuğudur ve Müştak Baba'nın değil, onun oğlu Edhem Baba'run halifeleri ndendir. Kndisin i Ka dirihane şeyhi ve Reisü'l-meşayih Ahmed Muhyiddi n Efencü posta çekmiştir. Kabakulak'ın Şeyh Hakkı Efendi ile Kürt Necmeddin Efendi rehber oldular. Süleymaniye hatibi mevlid-i şerif okudu ve dua eyledi 16 Rebiülahir 1319 Cuma.
Kemter Baba'nın Ni ksar'da ya ptığı camii, biyografisi, menkıbeleri hakkında Rev nakoğlu'nu n derlemeleri hem şeyhin oğlu Cavid Bey'den hem de Halis Tu rgut'tan aldığı malu mata istinat eder (197:240-42;235-37):
I<emter Baba kelimenin tam manasıyla erbab-ı mahviyyetten, bihakkın der viş ve seyr ü süluk ashabındandı. Tıbb-ı kadin1 ile, havas ile meşgul oldu ğundan ekseri günlerini Beyazıt Kütüphanesi'nde kitapların tetkik ve müta laasına hasretmişti. Şiiı"leri nde, nutuklarında "Kemteri" mahlasını kullanırdı. Bastırılmamış divanı oğlu musikişinas Cavid Bey'dedir.
Erzurum belediye reisliğinde bulunmuş olan meşhur Mehmed Ali Paşa, Er zurum'da Habib Baba Dergah-ı şerifinin şeyhi Ahmed Efendi'ye damat ve ha life olduktan sonra İstan bul'da Kemter Baba'dan da ayrıca istihlaf olunmuştu. Meh med Al i Paşa'nın Habib Baba Hankahı'nda kayınpederinden sonra bi r müddet şeyhliği va rdır. Keınter Baba'dan:
Namıma Kemler Baba derler bu dün-ı dehrde
Gör ne aşka mazlıarwı ki ndm u şan kafrnaz bana ...
Vakfiye şartı gereği Celvetiyye'd en olan şeyhlere tahsis ed ilen tekkenin şeyhliğini ancak Hazret-i Hü dai şeyhi Şehabedd in Efendi tarafı ndan verilen hilatetna meyle alı r.Aslen Kad i ri ola n şeyhin artık i kinci tarikatı Celvetiyye'dendi r. Revnakoğlu, Cel
Veti şeyhi Cen net Efend i'den Kemter Baba'nın ayrıca icazesi old uğu ndan yu karıda bahsetmişti.
DOKUZUNCU GUZERGAH 1611
Kemter Baba,tekkeyi arsa halinde alır ve yeniden inşasında bilhassa halifelerinden Mehmed Ali Paşa'nın (ö.1901) yardımını görür (197:244):
Bu hususta kendi halifesi ve hünkar yaveri Erzurumlu Mehmed Ali Paşa'nın da büyük yardımı olmuş, hatta mevcut parasına ilaveten İmparator Vil helm'in kendisine hediye ettiği pek kıymettar bir aJtın kalemini satarak onun da parasını tamire katmıştır.
Kemter Baba (197:242): "28 Haziran1342 (1925)te vefat eyledi. Topkapı dışında meşhur Hoca Neşet Efendi'nin sofasıyakınına sırlandı,taşı yoktur."
İki not düşelim:
Bu tekke hakkında Esin Demirel'in kıymetli bir yazısı vardır.
16 Mart Şehitleri Caddesi,adını İstanbul'un 16 Mart 1920'de İngilizler tarafından resmi işgali günü yaptıkları katliamda şehit düşenlerin anısınıtaşır.
-- ----
ı----- Deruni Mehmed
1612 Revnakoğlu'nun istanbul'u
DeruniMehmed Efendi Tekkesi
Aynı sokakta, Keşfi Osman Efendi Tekkesi'nin karşısında DeruniMehmed Efendi Tekkesi vardı.
1925'te Keşfi Osman Efendi Tekkesi karşısında yer alan bu tekkenin bulunduğu alana Zooloji Fakültesi yapıldı, tekke arkasında hiçbir iz bırakmadan kayboldu gitti. Revnakoğlu tekkenin yeri ve ayin günü için şu notu düşer (85:5):
Vezneciler'de Camcı AH MahaUesi'nde Kemter Baba Tekkesi'nin karşı köşesindedir. Türbesi tam sokağın köşe başını teşkil etmektedir. Zaviyenin ayin günü pa zartesi iken üçüncü postnişini Hacı Veliyüddin Efendi zamanında perşembeye tahvil edilmişti.
1236 Muharreminin başında (9 Ekim 1820) vefat eden bu i k şeyhin türbesinin dosyalarda yer alan tavsifi de şöyleydi:
Kendi adı verilmiş olan Deruni Mehmet Efendi .Sokağı ile Hallaç Mansur So kağı'nın birleştiği köşede Deruni Türbesi'nin Hallaç Mansur Sokağı yüzünde ki ziyaret penceresinin üst yanında dört köşeli, mistarlı beyaz mermer üze rine sülüs kitabe:
Sahibü'l-hayriıt ve'l-hasenat merhum ve magfür eş-Şeyh Deruni el-Hac
Mehmed Efendi'nin mescid-i şerifi ve Nakşibendi zaviyesi. Merhumun ruhuna el-fatiha
Gurre-i M uharrem 1236
Ttirbe-i şerife 19 numaralı tekke süknasına bitişiktir (Mart 1953)
Kazım Büyükaksoy, Kibôr-ı Evliyô'da (s. 233) bu tekkenin ilk şeyhi Deruni Mehmed Efendi'yi menakıbıyla beraber anlatır (85:8-9):
Deruni Mehmed Efendi hazretleri, Nakşibendiyye meşayihinden olup ehl-i dil mübarek bir zattır. 1136 senesinde inşa-kerdesi olan Na kşibendi derga hının sahasında türbe-i mahsfısada medfundur. Evliyaulahtan Veliyyüddin Efendi dahi burada medfundur. Dergahın zikrullah ayini günü perşembedir.
Deruni Mehmed Efendi hazretleri kısa boylu, zayıf vücutlu, az sakal lı, iri ce gözlü, sevimli yüzlü, çok kaşlı, seriü'l-hareke, haliku'l-lisan, fasihü'l-beyan idi. Tarz-ı kibaranede daima sikke- i Mevlana ile gezer ve beyaz sarı k sarar dı. Ekseri vakti mütalaa ve sohbet ile geçirir; geceleri na file namazı kılmak-
Deruni Mehmed Efendi'nintürbe kitabesi
DOKUZUNCU GUZERGAH 1613
DeruniMehmed EfendiTürbesi
la, ibadetle meşgul olur, hususi günlerinde tefsir, hadis, fıkıh, Mesnevi-i şerif okuturdu. Rüya tefsir etmez, nüsha yazmaz, hasta okumaz, ölü için pişirilen lokma vesair yemekten yemezdi, hatta müri tlerini de menederdi. Kadınlar dan inabet isteyenlere teberrüken zikir ve tesbih dahi vermezdi.
Dergahı civarında hanesi bulunan Hı rka-i şerif Camii hademesinden Sadul lah Efendi'nin henüz dünyaya gelen çocuğu ağlamaz imiş. Annesi merak et miş, hazret-i mürşide götürüp nefes ettirmesini zevcinden rica etmiş. Haz ret-i şeyhin mesleği yukarıda yazıldığı vechile malum olduğu için zevci bu talebe razı olmamış. Annesi çocuğunu alarak bizzat dergaha gelmiş, müsaade ile hazret-i şeyhin huzuruna girerek vukü'-ı hali beyan ile nefes buyurmasını pek çok yalvarmak suretiyle rica ve istirham etmiştir. Hazret-i şeyh çocuğu kucağına alarak: "Sen uslu çocuk olduğun içi n ebeveynini izaç etmemek üze re ağlamıyorsun. Ama oğlum, ne yapalım, görüyorum ki validen merakından ağlayacak!"diye mübarek eliyle çocuğun dudağına hafifçe vurmuş ve o andan itibaren çocuk ağlamaya başlamış . Çocuğu annesi bu hat ile hanesine götür müştür. Gariptir ki bir müddet sonra da hiç susmuyor diye hazret-i şeyhe müracaat eylemiştir.
Meclis-i Meşayi h reisi Muhyiddin Efend i, bu ilk şeyh için (85:6):"Mu maileyh saillikten tera kü m etti rdiği akçesiyle bi r zaviye bi na eyleyip öylece vaktin i geçirmişti r. Fakat bi r ma halden ahz ve nisbeti olmayıp lakin irtihali nde başı na Nakşltaçla taş dikilmiştir. Vefatı 1236 Mu harreminded i r" bilgisi n i veri r.
Tekked e bu defa posta "Horoz Şeyh Meh med Efend i" diye de bilinen Mehmed Efend i posta otu rd u (85:6):
1614 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
DeruniMehmed Efendi Tekkesi (Necdet İşli arşivinden)
Mehmed Efendi (Horoz Şeyh Mehmed Efendi), mumaileyh Kapan-ı dakik'te Ahmed el-Buhari şeyhi Şeyh Rıfkı Efendi'nin kahvecisi iken (kahve nakibi) Nakşibendiyye-i Behcetiyye münasebeti ile ve şeyh-i mezkur-ı ma'rufun ilti masıyla tevcih olun muştur. Rıhleti H.1282 (M.1865-66).
Bu ndan sonra tekkede Veliyyü ddin Efend i, oğlu ve toru nu şeyh old u (85:6-7):
Şeyh Hacı Veliyyüddin Efendi, Üsküdar Selimiye şeyhi Ali Behcet el-Ko nevi'nin halifelerindendir.
Oğlu Şeyh Bekir Efendi, Eyüp Nişancısı'nda mektep hocasıdır. Hisar Tekkesi şeyhi Hafız Şükrü Efendi vekil tayin olunmuştur. 2 Şaban 1323 (2 Eki m 1905) Pazar günü rıhlet eylemiştir. Tekkesinin türbesinde medfundur. Kanlıca Tek kesi şeyhi merhum Vecihi Efendi'nin çocukluğunda kendisine niyabeten o dergahta bi r m üddet şeyhlik etmiştir.
Oğlu Arif Efendi, mezbCtr sagir olup Beyazıt'ta Kağıtçılar içinde mücelli t ve hattat Hacı Arif Efendi müteallikatından bulunmakla vekaleten tayin edildi. Her ne kadar mumaileyh tarik-i Rifü'iyye hulefüsından ise de Erdi Baba şey hinden hatm-i haceye mezuniyet istihsal ederek buraya 1323 Zilhiccesinde vekil nasb olunmuştur.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1615
Helva! Tekkesi
16 Mart Şehitleri Caddesi'nden ilerliyoruz, Bozdoğan Kemeri'ni geçer geçmez sağa dönüş yaparak Bozdoğan Kemeri Caddesi'ne giriyoruz. Sağda şimdi arsasıgörülen yer, Helvai Tekkesi'ydi. (Kalenderhane Mahallesi. 664 ada, 8 parsel)
İstanbul'un en eski Bayramltekkesiydi,son yarım yüzyılda sürekli yanan, yakılan, korumadan hep mahrum edilen bu tekke resmi alakadan mahrum metruk haliyle 2004 Aralığında çıkan bir yangınla tamamen yandı. Büyükşehir belediyesinin eski eserleritesbit büroları bu tekkenin tam arkasındaydı!
Tekke,Melaml- Bayrami şeyhlerinden Pir Ali Aksaray 'nin halifeler inden Şeyh Yakup Helvaitarafından uyandırılmıştı. "Helva!" denilmesine sebep, şeyhin babası Helva cıbaşı Ahmed Ağa'dan ileri geliyordu. Kaynaklarda onun "helvacı" olduğu, ziyarete gelenlere "helva" ikram ettiği söylenilerek "Helva!" ifadesi anlamlandırılmaya da çalışılır. Revnakoğlu, bu hususu ve şeyhin kimliğini tekkenin son şeyhine sorar (62:89):
Dergah-ı şerifin son şeyh-i fazılı Mehmed Tahir Beyefendi'nin bu bapta uzun uzadıya yaptıklan tetkiklerinin neticesi olarak fakire söylediklerine göre: Şeyh Yakup Efendi'ye "Helvai Baba" denilmesi kendisinin helvacılık etmiş ol masından değildir, tekkesini ziyarete gelen padişaha helva ikram etmeyi adet eylemiş bulunmasındandır. Ve "Helvai" adıyla şöhret bulması kaymbiraderi Şeyh İsmail Maşukl'nin şehadetinden sonradır.
Yine Şeyh Tahir Beyefen di'nin lutfuyla gördüğümüz bazı kayıtlarda tesbit edilmiş bulunduğuna göre: İsmail Maşuki'nin padişah tarafından İstanbul'a daveti üzerine Pir Ali Aksarayl'nin halifesi ve damadı Helvai Yakup Baba, yi ne Aksarayl'nin hulefasınd an Eyyfıbl Ahmed Efendi hep bi rlikte İstanbul'a gelmişler, irşadata başlamışlardır.
Revnakoğlu, Kazım Bey'in Kibôr-ı Evliyô's ından da (s.112) Şeyh Yakup Helval'nin kısa biyografisini aktarır (62:105-106):
Pir AH Aksarayi - Pir Ali Dede hazretlerinin halifesid ir. H.1000 senesi hu dudunda fevt olup Eski Saray kurbünde kemer al tı nda medfundur. Bu zat-ı muhterem, bahşende-i hubb-ı Hudayi eş-Şeyh Yak up Helva!hazretleridir ki ihvan arasında "Helvai Baba" denmekle maruftur.
Pirinin icazetiyle İstanbul'a gelip Kalenderhane Mahallesi'nde irşat ile mu kayyet olmuştur. Bunların ehl-i telattuf ve sahib-i tasarruf olduğuna bu mana dalldir:
1616 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Merhum Vaiz Emir Efendi hikaye eyledi ki:
Seyahatim halindesahib-i hal tecessüs ederdim. O arzu ile Yemen diyarlarına varınca azmetmiştim. Her çend öyle kimseye rast gelmek mümkün olmadı. Bilahare meyus olmak mertebeindeyken bir gece alem-i ma'nada bana bir külahlı k imse gösterilip "işte zamanı mızda mutasarrıf budur !" dediler. Nice zaman tecessüsler edip her çend öyle kimse görmedim.
İstanbul 'a geldikte Helvfü hazretlerine rast geldim. O heyet ve kıyafeti onda mevcut görünce taaccüp ile dururken keşfedip:
- Emir Efendi, Yemen ile bu diyar zahirde uzakttr, yoksa velayet alemine nis betle yakındır! Deyip ahvalimi bana şerh eyledi. Gayet kaviyyü'l-hal kimsey di. Valid-i merhlırnwı şeyhiydi. Bu fakire sabavetirnde valid ile meclislerinde hazır olup hayır dualarını almak defeat ile müyesser olmuştur. Eski Saray kur bünde, Bozdoğan Kemeri al tında zaviyesinde medfundur. Vefatı 997 tarihi n de vuku bulmuştur.
Şeyh Yakup HelvaT'den sonra silsi lelerde tekkede CelvetTŞeyh Hafız Mustafa Efend i'ni n posta oturd uğu görü lü r. Revnakoğlu, şeyhin H.1154'te postta olduğun u kaydeder (62:90): "Manisalıd ı r.Ta rTk-i Celvetiyye'den Veznecilerde tekkesi bu lunan Osman Keşfi Efend i'nin halifesid ir.Veznecilerde şeyhin zaviyesi nde medfu ndu r."
Mustafa Efendi'nin arkasından posta oğlu Abdü lhalim Efend i geçer.Muhyiddin Efendi'ni n tomarı na göre daha sonra Kadi riyye'den Şeyh Emin Efendi şeyhli k ma kamındadı r (62:90): "Şeyh Emin Efend i: Mu maileyh tarik-i Kad i riyye'd en olduğu mervi ise de nisbeti hen üz malOm değild ir. Üsküdar'da Karacaa hmet civarında Selimiye Tekkesi karşısı nda medfund ur. Vefatı 117?''
Tekke Emin Efend i'den sonra tekrar Celvetiyye'ye geçer, Şeyh Hafız M ustafa Efend i gi bi yakı nd aki Keşfi Tekkesi şeyhi Osma n KeşfT'ni n bir başka halifesi olan İbrahi m Efend i posta oturu r.
Revnakoğlu, daha önce i kinci ciltte akta rd ığı mız Hacegi - Hocazade Tekkesi kısm ı nda Cerrahiyye'den Şeyh Hacı M ustafa Helva! Efend i'nin daha önce Helva!Tekkesi şeyhi olduğun u, bu sebeple Hacegi - Hocazad e Tekkesi'nin de "HelvalTekkesi" adıyla da tanınd ığın ı kaydetmişti (188:825):
Şeyh Hacı Mustafa Helvai Efendi: Sadeddin Efendi halifelerindendir. Bedes tenli idi. Bozdoğan Kemeri'ndeki Helvai Tekkesi postnişini iken buraya gel miş ve uzun müddet burada şeyhlik etmiş olduğundan tekkeye isim bırak mıştır, "Helvai Tekkesi" denilmesi bu zatın zamanında başlar. l 6 Receb 1207 (9 Mart 1793) tarihinde göçmüş, tekkenin haziresine sırlanmıştır.
Yine Revna koğlu, bu tekked en ba hsed en silsilelerde adı geçmeyen Şeyh Hafız Meh med Efendi'nin postnişi nliğinden ba hseder(62:91):"Şeyh Hafız Meh med Efend i: De rgahın son şeyhi merhu m Tahi r Bey'in lutfuyla tetkik ettiğim temessüklere göre bu zat
DOKUZUNCU GUZERGAH 1617
H.1208'den H.1220'ye kadar icra-yı meşihat eylemiş ve bu tarihlerdeki temessü kleri m ü h ü rlemişti r.''
Eyü p'te Sertarikzade Tekkesi'nd e, Fati h'te HacegiTekkesi'nde ve burada HelvaiTek kesi'nde şeyhlik yapmış olan Cerrahiyye'den Hasa n Hamd i Efend i dikkat çeker. Vefat ettiğinde HacegiTekkesi'ne defnedilmişti (188:823):
Şeyh Hasan Hamdi Efendi: Bu zata da "Helvru Şeyhi" derler, pir makamı post nişinlerinden Abdurrahman Hilmi Efendi halifesidi r. "Tükürüklü Şeyh" diye tanınmıştır. Hırslandığı, sinirlendiği zamanlarda ağzından kelime-i küfr çık maz, sadece "tu ttl!" dermiş, bundan dolayı "Tükürüklü Şeyh Hamdi Efen di" demişler. 11 Zilkade 1248'de (1 Nisan 1833) göçtü. Tekkenin haziresinde yatıyor.
Tekked e bu sefer sırasıyla Nakşi bendiyye'd en i ki şeyh postnişi ndi r: Hud averd i Efen di'den hilafetti Şeyh Osma n Efend i ve oğlu Şeyh İbra hi m Efendi. Sonu ncusun u n vefat tari hi H.1266'd ır.
Nakşibendiyye'den sonra tekkeni n şeyhliği Rifa'iyye'ye mensu p dede-ba ba-toru n bir hanedanın tasarrufu nd ad ır: Mehmed Tahir Efendi b. Şeyh Ah med -7 Şeyh Ali Dedeefend i -7 Şeyh Mehmed Tahi r Efend i.
Yu ka rıda ismi geçen ilk Rifa'Tşeyhi Meh med Tahi r Efend i'yi Revna koğlu, Mu hyid d i n Efend i'ni n tomarında n nakleder.Meh med Tahi r Efend i, Kubbe Tekkesi şeyhi İsmail Efendi'nin halifesid i r (62:93):
Mchmed Tahir Efendi b. Şeyh Ahmed: Müşarünileyh Hclvai Tekkesi'nin tür besi karşısında o vakit Devlet kethüdası Halet Efendi'nin konağı iken onda kuyumculuk hizmeti ile sakin olup Rifa'iyye'den ba'de'l -hilafe türbe-i mezkur meşihatı ile be-kam olunmuştur. Kubbe şeyhi İsmail Efendi'ni n halifesidir. Tekkede türbede medfundur.
Mezkür konak Halet Efend i'den sonra Mısırlı meşhur Mustafa Paşa'ya geç miştir, vefatından sonra hicrette muhacir iskan olundu, artık zar hükmüne girdikte enkazı satılıp halen arsa-i haliye kalmıştır.
Meh med Tahir Efendi'd en sonra "Öküz" la kaplı oğlu Ali Dedeefend i tekkenin postnişini olu r. O da Ku bbe Tekkesi'nden hilafetlidi r (62:93-94):
Şeyh Ali Dedeefendi: eş-şehir be-Öküz. Mumaileyh de ta rik-i Rifö'iyye'den Kubbe Tekkesi şeyhi Büyük İsmail Hilmi Efendi'nin halifesidir. Balada mu harrer Helvai Şeyh Yakup Efendi'den mezbür Ali Dedeefendi'ye kadar gü zeran eden meşayihin burada ancak türbedarlık nam ıyla muki m olup mezkür Ali Dede 1228 tarihinde meşihat vaz' eylemiştir.Vefatı H.1238.
Ali Dedeefend i'ni n vefatıyla onun oğlu i kinci Meh med Ta hi r Efendi tekkeye gelir.
1618 Revnakoğlu'nu n lstanbu l'u
Kendisi babası ve dedesi gibi Rira'iyye'den Kubbe Tekkesi'nden hi afet almıştır, o tekkenin şeyhi Hamdi Efendi'nin halifesidir. Şeyhliği sırasında Bayramiyye'den damadı "Şerif Efendi" diye şöhret bulan Muhyiddin Efendi'ye tekkeyi teslim eder, tekke kendisinden sonra tekkenin ilk neşesine avdet eder.
Notdüşelim, Muhyiddin Efenditomarında Şeyh Muhyiddin'inadı "Bahaüddin" geçse de şeyhin mezar taşında ismi "Muhyiddin"dir.Kadirlhane şeyhi,bu şeyhin babasının adıyla şeyhin adını karıştırmıştır!
Tekkenin bu devresi dosyalarda şöyle yer alır (62:94-95):
Şeyh Mehmed Tahir Efendi (Rifö.'iyye'den): Kubbe şeyhi Hamdi Efendi'nin halifesidir. Hayatında Himmetzadelerden Seyyid Efendizade Şerif Efendi'yi damat ediniyor. Ömrü encama reside oldukta namizac bulunduğu halde h u susi celp eder, "Bu tekke Bayramiyye'dendir:' Damadına hitaben de "Sen de Bayra miyye'densi n, burada ayin-i Bayrami icra olunsun, fakat benim ecda dım burada Rifa'i ayini icra eylemişler. Ayin gününün gecesi de ayin-i Rifa't olunmasını rica.:·diye takrir eder. İşbu takririni o vakit hususa gelen katip efendiler ilama tahrir ve dere ederler. Şeyh Tahir Efendi tekkeyi damadı Şerif Efendi'ye keff-i yed eder. O zaman Şerif Efendi on altı yaşındadır. Binaena
leyh ilam mucebince beratı da o yolda çıkar yani hem Bayramıyye'den ve hem de ayin-i Rifa'j icra olunması diye.
Tekkenin ikinci Mehmed Tahir Efendi'den sonraki post hikayesi bir hayli karışıktır. Vekiller ve iç çekişmelerle geçen tekkenin tarihi,Bahaüddin (Şerif) Efendi'nin Bek taşi olup serseri bir hayatla son bulan ömrü, Muhyiddin Efendi'nin tomarında akis bulur (62:97-99,104):
Damadı Bahaüddi n Efendi (doğrusu Muhyiddin Efendi!): "Şeyh Şerif Efend i (Himmetıade)" derler. İrtihali H.1303'tedir,28 yaşında olduğu halde bi r kan dil gecesidir.
Badehu meıbur Şeyh Tah ir Efendi irtihalinden sonra tarik-i Bayramiyye'den Seyda Efendi ile tar1k-i Rifa'iyye'den Matrak Tekkesi şeyhi Mehmed Coşkun Efendi mezbur Şerif Efendi'ye vekil nasb olunurlar. Vekillerden Hüsam Efen di Bayraıniyye, Coşkun Efendi Rifa'iyye usulü icra etmişlerdir.
Vekiller irtihali nde yine tarlk-i Bayramiyye'den Mehmed Ağa Tekkesi şey hi Yekçeşm Hacı Reşid Efendi ve Rifa'iyye'den Said Çavuş Tekkesi şeyhi Ata Efendi vekil olurlar.
Bu esnada Himmetzade Şerif Efendi'nin kayınvalidesi yani merhum Şeyh Ta hir Efendi'nin zevcesi bir gün esna-yı ıikrde kafesten bağırarak "Ben bayraklı istemem!'" yani Bayrami usulü istemem diyerek rezaletle zikri men' eder. Bu nun üzerine Hacı Reşid o gün tekkenin kapısım öper, çıkar, mahalline gider. Şeyh Ata Efendi dahi vekaletten nükıll eder.
DOKUZUN CU GÜZERGAH 1619
Badehu Meşayih'in mazbatasıyla Şerif Efendi'nin amcazadesi Himmetzade Tekkesi şeyhi Hüsameddin Efendi (Şeyh Hüsameddin Efendi bila-veled vefat etmiştir) vekil olur (2 Cemaziyelahire 1305).
Bu aralıkta Rifa'iJer, "Bu tekke Rifa'i tekkesidir!" diye hayli kazan kaldırırlar ise de sudurdan Nazır-ı Meclis Asım Efendi müdafaa eder. Nihayet Hüsa meddin Efendi 18 ay vekalet eder, amma kesesinden kahve ve kömür ve zakir akçesi vermekten iba gelir.
Bu esnada meclisin heyeti değişip rengi başkalamr, Asım Efendi gider, Ebülhüda Efendi gelir badehu Zerdeci gelir.Hasıl-ı kelam Şeyh Hüsam Efendi de istifa eder.
H.1294 tarihlerinde mezbur Şerif Efendi bunlardan taalluku kat' edince Kız taşı'ndaki Dülgeroğlu şeyhi Rifa'iyye'den Şeyh Sı rrı Efendi'den Şerif Efendi bunlara rağmen hilafet alır, hatta "Tac giydi mühtediden mühtedi" diye tarih düşmüştür. Artık serseriliğe düşer, bir aralık da Gümülcine'ye gider, Bektaşi olur, sağını solunu şaşırır, işrete vurur, pejmürdelik yakasına çöker. Hasılı ic ra-yı ayin nasip olmadan genç yaşında ahirete kendini atar. Vefatı H.1303. Tecavezallahu an seyyiatihi.
Şeyh Şerif in tam vefat tarihi ve defin yeri, "Recep leyle-i regaip 1303 Perşembe. Merkez Efendi"dir (62:96):
"Merkez Efendi'de 6. adada en arkada ve duvar dibinde, etrafı çevrili toprak mezar. Baş ucunda beyaz mermer üzerine yeni harflerle:
"Allah Hu - Himmetzadelerden Helvai Yakup Baba şeyhi Mehmed Muhyid din Efendi'rıin ruhıyıçun el-fatiha, vefatı 1303"
Revnakoğlu, Muhyiddin (Şerif) Efendi'nin Bayramiyye'den olan soyuna da temas eder (62:98):
Not: Şeyh Mehmed Muhyiddin Şerif Efendi'nin babası izmit'te Himmetza de Tekkesi'nin şeyhi Mehmed Bahaüddin Efendi'dir. Onun da babası Şeyh Mecdüddin Efendi'dir, kendisine "Seyda Efendi" derlerdi, H.1289'da göçmüş tür, Yenibahçe'deki Himmetzade Tekkesi şeyhiydi. Bu zatın da babası yine Yenibahçe Dergahı'nda postnişin olan Mehmed Muhyiddin Efendi'dir ki H.1259'da rıhlet eylemiştir.
Tekkenin son şeyhi üçüncü Mehmed Tahir'dir. Revnakoğlu bu şeyhle temas halin deydi (62:98):
Oğlu Sagir Mehmed Tahir Bey (Himmetoğlu): Şeyh Şerif'in tek oğludur. Ta hir Bey, Belediye Bedesten Müdürlüğü'nden 1944'te tekaüt edildi. Veladeti 1295 Safer. Tekkenin son şeyhi olan bu zata meşihat 1328 senesi Cemaziye levvelinin sekizinci günü imtihanla tevcih olunmuştur 28 yaşındayken.
1620 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Kalenderhane Mektebi - Arpaemini Mustafa Efendi Mektebi
Bozdoğan Kemeri Caddesi'nden geri dönüp sola sapan CemalYener Tosyalı Caddesi'ne giriyoruz. Kalenderhane Mektebi (Arpaemıni Mustafa Efendi Mektebi) haziresi önündeyız. (Kalenderhane Mahallesi, 651ada, 43 parsel).
Mektebin tarihine temas eden İbrahim Hakkı Konyalışu bilgileri verir (Konyalı,Be lediye Yazmaları, 80033, s.409-10):
Hafız Mustafa Çelebi Mektebi - Taş Mektep: Şehzadebaşı'nda Bozdoğan Ke meri'nden Kalenderhane Camii avlusuna (Yeni Şehzade parkına) açılan kapı nın sağında iri kesme taşlarla yapılmış harap bir bina vardır. Karşı köşesin de Jandarma kumandanı İbrahim Paşa'nın muazzam ahşap konağı görüİür. Mektep binasındaki asalet Sinan eseri olduğunu haykırıyor. Fakat ben bu bi nanın adını bile bilen bir tek adama bile rastlamadım. Nihayet bunun "Taş Mektep" adını taşıdığını öğrendim. Evet bu mektep de Sinan'ın eseridir. Sinan mektep, sebil ve çeşme gibi küçük eserlerini Sai'ye dikte ettirmemiş ve kendi si de bıraktığı listede göstermemiştir.
Kalenderhane Mektebi (Arpaemini Mustafa Efendi Mektebi) (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GUZERGAH 1621
l'S- Yer.••e,llotıdoa&A ı:.eri çhuı.ııta,lal•aı!•rlıaat aalıall .ı.e,Htı"l'..,.. . Sokıl,tı QaıriDae,-nluedeıı k_"Xal,._ hz!ıw eaau•aotat:uıa gJ..rea 467 1olııa lıaıı..U ,lıı&alı:xıı.
- Jııo1a1 ...tat• ıı:tııı41 'a1A,,,U'tll1f 014..,.._•ıaııa1eıiıalıe ... te\1 M < \al'U.l,taka\ pek per1teıı IM.ai.n 191aole,mıell1t n Ş.J1Ul11.alh 11:1.nA llb\afa lhıı41'ain n J"&A1114a-..kıu 1atı.• ltal......, o,ıualr1ft• ıallilt1 Mflıur f&lr ..- s..ıı. &eııı41'ıı:1ıı -( ı) - 7&\tarı 71r4alti 0Şah.14ı• lır ,,..,. 4ıYr1l.a1f41r.
lil1"71t llrl U91ıı.1A,llaUI bir 'telr 1901'nilı lrllQUOOlr ll1-t1Jle ltU ın,.ı.tU Uflar,b...D 71riıı.t lrollllla bilacııtzıdoll C• N&1Jı1A 7apı1Mn 191.Jl lıaı lronaoa p. baY< ı....,....,.ı-oı.ıu ,1hU"'-a
Uala &rS Tt NOa edtria, 27/l/95'
Sicill-i Osınani sahibi, Mustafa Paşa'nın hal tercümesini yazarken "946 Saferinde fevt oldu, Taş Mektep'ine defnedildi. Mahdumu Abdurrah man Çelebi'dir" diyor. Ayvansa raylı Hüseyin Efendi de Mustafa Çelebi'nin Rumelihisar'daki camisini yazarken diyor ki "Merkadi İstanbul'da Kalenderhane kapısın da vaki kendi hayrı olan "Taş Mektep" den mekle şehir mektebinin yanında bahçesinde defnolunmuştur, "Ve keffır anna seyyiatüna" tarih-i vefatıd ır, 949:•
••-v.G_.,
U-tb 11...uu
ce.ıle441'a Sll'T&r
:.:!.'-,. _,,_
o..s.r. •
Mektebin üstü kubbeydi. Kırk elli senedir bu
mahallede oturanlar ismini bile bilmedikleri bu binayı böyle harap bulmuşlardır. Cadde tarafına altlı ve üstl ü dört, Kalender Soka ğı'na iki penceresi vardır. Kapısı çıkmazın içindedir. Kapı yarısına kadar toprağa gö- mül müş, mektebi n içi de enkazla dolmuştur.
Mektebin sol tarafında birçok kıymetli mezar taşları vardı. Bunların bi rçokla rı bugünlerde yok olmuştur. Banisi Mustafa Çelebi'nin mermer sandukalı ve yuvarlak taşlı mezarı mektebin solunda ve cadde üzerindedir. Baş taşındaki kitabeyi aynen kopya ediyorum:...
Sinan'ın bu kıymetli eseri ufak bir masrafla kurtarılabilir.
Revnakoğlu bilhassa mektebi n hazi resi ne odaklanmış ve hara p halden kurtarılması içi n resmi girişimlerde de bu lun muştu (48:34):
Müdüriyet Yüksek Makamına,
Yine Vefa'da, Bozdoğan Kemeri civarında, Kalenderhane Mahallesi'nde, eski Yağhane Sokağı üzerinde kiliseden bozma Kalenderhane Camii sokağına gi ren dar yolun başında Arpaemi ni Mustafa Efendi'nin yaptırmış olduğu Ka lenderhane Mektebi'ne ait tarihi, fakat pek perişan hazire içinde müellif ve şeyhülislam Mirza Mustafa Efendi'nin ve yanında makam taşı bulunan oğlu tezkire sahibi meşhur şair Meh med Salim Efendi'nin (Şam ve Trablus arasın da medfundur) yattıkları yerdeki şahideler yere devrilmiştir.
Nihayet iki kişinin, hatta bir tek işçinin küçücük himmetiyle bu kıymetli taş lar hemen yerine konulabileceğinden gereğinin yapılması içi n baş korucuya havale buyurulmasını ihtiramatımla arz ve rica ederim. 27- 1- 1956
Arşiv Uzmanı Cemaleddin Server
1622 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Revnakoğlu bu hazirede başka birkaç mezar kitabesini daha tesbit eder (48:46,48,50):
Ustuva ne şeklinde çift şah.ideli, munta zam mermer kapaklı, kaideli mermer mezar. Şahideler biraz eğrilmiştir; kita besi talik yazı ile yazılmıştır:"Hüve'l-Hay yü'l-Baki - Sabıkan sadr-ı Anadolu mer hum ve magfür ve fezail ve kemalatla meşhur Ebü'l-haşme Abbas Efendi haz retlerinin ruh-ı pür-fütuhlarıyıçun ihlas ile el-fatiha, 1176"
Başlıksız, ustuvane şeklinde kalın çift şa hideli muntazam mermer lahit. Baş taşın da istifli ince sülüsle:
Eyleyipşehr-i Saferde mülk-ifdniden sefer Azm-i ukbd kıldı defterdar-ı sahib-Lutf u citd
Üstünesahbasın çöktü ... ebr-i bahar (Bu satır kırık!} Döne döne anunıçım eyledi çarh-ı kebitd
Nota gark eylerse onu Hak taala rahmete
Kim muhit-i rahmetine yokdurur lıergiz hudUd
İrtihalinin dedi pir -i hıred tarihini
Mustafa'nın rulı-ı pakin şad ede Hayy-ı Vedüd
Bu zat, Rumelihisarı'nda Arpaemini Camii'ni ve Topkapı civarında sonra dan Matrak Tekkesi olan Emin-i cev Mescid- i şerifini yaptırm ıştır. Vefatı 949 Saferindedir.
Yine bu taş mektebin haziresinde yatanlardan l163'te vefat eden Cebecibaşı Sarı Abdullah hemşiresi Emine Hatun'un kıymetli mezar taşları görülmektedir.
Büyük ağacın altında, dört köşeli, kalın mermer taş, kitabesi nesih: "Haza merkadü Şeyhülislam Müfti'l-enam Mirza Mustafa Efendi el-merhum el mebrur el-vasıl ila rahmeti rabbihi'l -gafür leyletü'l-cum'ati'l-ula min Safe ri'l-hayr an şühuri seneti hamse ve selasine ve mieti ve elf. Cealallahu'l-cen nete mesvahu bi-hürmeti'l-fatiha (H.1135) (Tesbit tarihi 3 Şubat 1956).
Yanında sülüs yazılı tek şahide, başında cesim kallavi (Meşhur tezkirenin sa hibi olan zattır): "Sabıkan Rumeli kazaskeri merhfım ve magfürun leh Meh med Salim Efendi'nin rlıhuna el-fatiha, 1156"
Revnakoğlu'nun Kalenderhane Mektebi haziresi notları (48:46)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1623
Molla Hüsrev Camii - Taştelmeler Camiive Hüsrev Kethüda Darülkurrası
Cemal Yener Tosyalı Caddesi'nde ilerlemeye devam ediyoruz.Caddenin Taştekneler Sokağıile kesiştiği köşede Molla Hüsrev Camii- Taştekneler Camiive Hüsrev Kethüda Darülkurrası bulunur. (Molla Hüsrev Mahallesi.570 ada, 5,18 parsel).
Orijinal halini kaybeden İstanbul camilerindendir.Molla Hüsrev'in(Ö.1480) İstanbul'daki üç camisinden biri olan bu mabet, 1978'de elden geçirilmişti. 1956'da Revnakoğlu dikkatleri bu camiye ve bitişiğindeki Hüsrev Kethüda Darülkurrası'na çekmek için teşebbüslerde bulunur (48:29):
M üdüriyet Yüksek Makamına,
Vefa'da vüzeradan Ekmekçi Ahmed Paşa sebil ve türbesinin karşı köşesine rastlayan tarafta, halkın "Taş Tekneler Camii" diye bildiği tarihi bir mabet vardır. Bu ibadetgahı yaptıran İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'den sonra is tanbul kadısı olan, yirmi seneden fazla şeyhülislamlık eden, Fatih devrinin gayetle meşhur ve mühim ilim adamlarından Molla Hüsrev'di r.
Aslen Tokatlı bir Türkmen olan Hüsrev Mehmed Efendi'ye Fatih pek ziya de saygı gösterir, ondan bahsettiği zaman "Zamanın Ebu Hanife'sidir!" derdi.
Caddeye bakan duvarının bir kısmını yanındaki apartmanda oturan Filiz ve Dikmen Şarap Fabrikasının sahibi, hayırsever bir zat olan Kamil Dikmen, ha zire önündeki kurumuş çeşme ile birlikte kendi kesesinden tamir ve tanzim ettirmektedir. Fakat bu tamir esnasında geçen gün bizzat gördüğüm gibi ha zire duvarına yüklenen ağaç dalları, duvarın bir köşesini ve pencere parmak lıklarını yeniden baskı altına almaktadır.
En tehlikeli tarafı, cami'-i şerifin yanında yine Molla Hüsrev'in hayratından olan darülkurranın kubbesindeki kurşunları çalmak gayretiyle hazireye ko layca atlayabilmek isteyenlere basamak vazifesi görmekte olmasıdır.
Müdürlüğümüz idaresinde bulunan bu hazirenin harimini tecavüzden ko rumak ve arz etmiş olduğum gibi kubbe kurşunlarının da mütevali surette çalınmasını önlemek için duvarın üstüne gelen ağaçların fazla dallarının bu danmasını ve zaten ağaç budama mevsiminde bulunduğumuzdan bu iş için de yine başkorucunun hemen vazifelendirilmesini saygılarımla teklif ve rica ederim. 26-1-1956.
Arşiv Uzmanı Cemaleddin Server
1624 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Caminin bitişiğinde ki darülkurra için Revnakoğlu'nda şu kayıt yer alır (48:48):
Şeyh ülislam Molla Hüsrev - Taştekneler Cami'-i şerifine bitişik Hüsrev Ket hüda Darülkurrası'nm iç kapısı takında eski tarz sülüsle, mistarl ı rnüstatil mermer üzerine pek girift şekilde istif edilmiş kitabe şöyledir:
Bi-fazlillah çü Hüsrev ol sahibü'l-hayrat Naziriyok cihan içre meğerfı rdevs-i a'lada
Yapıp bu ddr-ı kurrayı bir ev edindi ukbada Emtmi nota tarilıi bunun derken dedi hatif
''Mübarek ddr-ı kurrddır"bu tarih oldu dünyada, 973.
Molla Hüsrev Camii Taştekneler Camii,solda Ekmekçizade Ahmed Paşa Medresesi (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1625
Gazateci Kandemir,Vefa Bozacısı'nın hikayesini ikinci nesilden idarecisi İsmailVefa'yla mülakat yapar.Bu dükkanın ve bozasının tarihi bu mülakatta yer alır (48:114-115):
Vefa'nı n bozası! Vefa'yL hiç görmemiş, bozayı hiç tatmamış olan bile bu şöhreti bilmez mi? Ya kış kıyamette ta Moda'clan, Şişli'den, Bebek'ten
kalkıp çamurlara batıp çıkarak yahut avuç dolusu taksi parası ödeyerek bir bardak boza içmek için Vefa'ya gidenler... Ya Yedikule'deki, Pendik'teki, Eyüp'teki evine, çoluk çocuğuna Vefa bozası götürebilmek için kucakladığı şişe veya güğümle sıraya girip dakikalarca nöbet bekleyenler ...
Ya A nadolu'nun en uzak köşelerinden bir sürü masrafı göze alarak "o duruşunda başka, akışında başka, süzülüşünde başka haz, içiminde başka lezzet, hazmında başka keyif olan" Vefa boıasına kavuşmak için mektuplar, telgraflar yağdıranlar...
-
Geçenlerde Siirt valisi Hallık Bey'e gönderdik. Götüren adam yollarda oyalanmış, bir ayda Siirt'e varmış. Fakat aldığımız cevaptan anladık ki yine makbule geçmiş...
Bunu söyleyen Vefa bozasını n bugünkü sahibi İsmail Vcfa'ya sordum:
-
Ezelden beri her tarafta boza yapılı p satıldığı halde sizin boza bu şöhrete ne münasebetle, ne şekilde, ne zaman, niçin ve nasıl ulaşabilmiştir anlayabilir miyim?
İstanbul Güreş Kulübü'nün de reisi olan sıcakkanlı, güler yüzlü muhatabım, yanaklarını Vf! çenesini hafıf tertip süsleyen sakalını sıvazlayarak:
1626 Revnakoğlu'nun istanbul'u
-
Peder merhum Hacı Sadık Efendi dedi, genç yaşında sokak sokak dolaşarak sahlep, kayısı hoşafı, kışın da geceleri mısır buğdayı. boza sat:ırmış. Bir müddet böyle çalıştıktan sonra şimdi yerinde yeller esen eski Vefa Meydanı'nda bir küçücük dükkan açm ış, yine şıra ve boza satmaya başlamış. Faka t bozayı l<endl yapmaz, o devirde şöhreti her tarafı tutmuş olan Taksim'deki Bozacı Tevfi k Efend i'den al ı r getiriı-miş.
-
Tarih?
-
1293. Evet peder merhumun Vefa'daki
ilk bozacı dükkanını açışı 63 sene evveldir. Burada Taksim'den alına n boza, olduğu gibi satılmaz mış. Peder çok titiz ve tem iz bi r insan olduğu içi n Taksim'den getirdiği bozayı bir parça bekleliı:, sonra üste bi riken suyu döker, böylece daha olgun, daha halis, daha saf bir
bale getiri r, müşteriye öyle veri rmiş. Vefa, Çırçır ve etrafı kibar, zengin, muteber ve ağızları nın tadını bilen insanların konaklarıyla dolu olduğu için meşhur Taksim bozasına tutulmuş ve alışm;ş olan bu insa nlar, pederin bozasını içtikleri zaman tabiatıyla onu
da ha hoş, daha tatlı, daha lezzetli bul maya başlamışlar ve bu doğru hüküm ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yay ıla yayıla ...
-
Şöhret getirmiştir.
-
Hayır sade bu kadarla değil. Pederin müşterileri arasında bulunan Sultan Ha mid'in sikkezenbaşısı Fettah Efendi stk sık dükkanda mola verir, sohbet esnasında da sarayda şerbet, limonata, salılep gibi şeylerin nasıl ya pıl ıp
nasıl içildiğinden bahsederm iş. Bü tün bu
Ekmekçizade Medresesi'nin yanındakiİlim Yayma Yurdu'nun yerine yapıldığı ahşap konak (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1627
Solda Vefa Bozacısı,sağda yanında Mimar Mehmed Ağa Camii (Kayıhan Türköz, Salt arşivinden)
malumattan hisseler kapan, dersler alan peder, bir gün Fettah Efendi'den şunu dinlemiş: Vaktiyle
Aksaray'da hoşafçı bir hacı baba varmış. Bu adam hoşafı bir hamam kurnasına koyar, öyle satarmış. Bu hoş buluş yüzünden de az zamanda pek meşhur olmuş.
Bu fikir pederin pek hoşuna gitmiş. Sonra önündeki boza fıçılarına bakarak bir hayli düşünmüş, düşünmüş, neticede gözlerine pek sakil görünmeye başlayan fıçıları kaldırarak bozayı mermer küplerde satmak kararını vermiş.
O zamana kadar hiç görülmemiş olan bu mermer küplerin de Vefa bozasının şöhretinde hayli tesiri olduğunu kabul etmek lazımdır.
1628 Revnakoğlu'nun istanbul'u
-
Demek ki bu şöhretin kerameti bir mermer küple bir parça bekletme de...
-
Sade o kadar değil. Düşününüz ki o bolluk ve ucuzluk zamanında bile şeker yerine
sakkarin kullananlar, sabuna iltifat etmeyenler az değilmiş. Peder işe amcam Hacı İbrahim Efendi ile birlikte dükkanı genişleterek,
bozayı da kendileri imal etmeye başladıkları zaman yine her şeyin en iyisini, en halisini
ve her şeyini kendi elleriyle tertemiz yaparak şöhret kazanmışlardır. 1334'teki büyük yangında bizim dükkan da yandığından 1339'da burayı kurduk. Peder yedi sene evvel
rahmet-i Rahman'a kavuştu. Amcam sağ, fakat
rahatsızdır. Şimdi ben onların gösterdiği yolda azami ilina ile yürümekteyi m.
-
Bozanın yapılışı?
·Dan, şeker, u!
-
Başka?
-
Bu üç madde, sonra da ta ha m mür.işte
o kadar. Darı temizlenir, yıkanır, öğütülür, ıslatılı r, şekerlenir ve tahammüre terk edilir, bir haftada boza olu r.
-
Bozanın ana yu rdu, tari hi?
-
Bazı ınüverrih lere göre çok eski za manlarda Orta Asya'da kımız gibi boza da içerlermiş. Hasa n Reşid Bey de bu fikirdedir. Esk.i Osmanlı mebuslarından Kozmid i Efendi de Bizanslılar zamanında Ayasofya Kilisesi'ni n kapısında bozacılar bul und uğunu, hele pazar günleri ayinden çıkanları n mutlab duru p birer b:ırdak içtikleri ni ve o devirde boza nın pek makbul olduğunu kitaplardan nak len anlatırdı.
-
Şimdi İstanbul bozayı yine eskisi gibi seviyor mu'?
-
Seven çoktur, pek çoktur, fakat bundan yirmi sene evvelki ne nazaran boza içenlerin sayısı azalmıştır.
-
Sebep?
-
Gayet basi t, eskiden evlerde bir kış hayatı vardı, herkes evinde oturu r yahut evlerde toplantılar olurd u. Kış geceleri ni n hemen hemen tek içkisi de bozayd ı.
Sevimli muhatabım gülümseyerek ilave etti:
-
Şimdi kucağında çocuğuyla ta Unkapanı'ndan, hatta Cibali'den çamurlara, karlara bata çıka Şehıadebaşı'ndaki sinemaya gidenler şuradan önümüzden geçiyorlar, fakat dönüp bozaya bakmıyorlar bile! Fakat her
şeye ragmen merhum Lı p üstadı Feyzi Paşa'nın
dediği gibi "müştehi, mugaddi ve hazım olan"
bozanın ağzının tadını bilenler nezdinde rağbetten düşmesine imkan yoktur.
Vefa Bozacısı'nı n yanında Mi ma r Mehmed Ağa Camii görülür (Molla H üsrev Mahallesi, 962 ada, 21parsel). Bu cami Cibali yangını ndan sonra uzun süre ha rap kalmış ve adı çok defa "Sinekli Med rese Mescid i" olarak bilin mişti (48:161).
Fati h'in ruznamçecisi Zeyni Meh med Efendi'ni n yaptı rd ığı Sinekli Med rese'ni n dershanesiydi. Bu yapını n karşısı nda oturan Mimar Meh med Ağa tarafı ndan Cibali yangın ında hasar gören bu dershane H.1169 (M.1755·56) tarihinde
elden geçirilmiş, mi na re ilavesiyle mescide dön üştü rü lmüştü. Geçen asrın ilk yarısında bi r süre ahı r, nal ba nt dü kka nı olara k ku lla nıla n mescit, 1960'da ve nihayet 1980'deki son tamiriyle bugü n kü şeklini ald ı.
DOKUZUNCU GUZERGAH 1629
Vefa'da Lügat- ı Remziyazarı Hüseyin Remzi'nin
(o.1936) açtığı Darüttedris Mektebi vardı.
İstanbul Üniversitesi Türk Dilive Edebiyatı'ndan 1940'ta mezun olan Misbah Hanım (Fatma Misba h İçinsel), mezun olduğuyıl,10.IX.1940'ta Revnakoğlu'na dedesi Hüseyin Remzi'ye dair aşağıdaki mektubu gönderir (188:147-48):
Muhterem Beyefendi,
Masamı n üzerinde bulduğum yazılarınızı okudum. İstediğin izi bu çok kısa za manda münikün mertebe tamamlamaya çalıştı m.
Büyük babamın telifle iştigal ettiği senelerde hen üz pek küçük oluşum ve
aynı memlekette bulunmayışım. bütün eserlerinden bir kısmmın ismi ni dahi bilm emekliğime sebep oluyor. Bu itibarla ismine izafeten her sene çıkardığı
takvimler hariç tutul ursa ism ini bilmediği m dört eserinden ancak ikisini n telif tarihi ni vazıh olarak yazabileceği m. Bun lar:
liigat-ı Ecnebiyye j/ aveli Lügrll-L Osmlitıiyye, istanbul, Matbaa-i Hüseyin
Remzi, 1298 (Dokuz forma tab' olunmuş.)
Lügat-ı Remzi Resimli, İstanbul, Matbaa-i Hüseyin Remzi, 1305, 2 cilt, 104
sayfa.
İlm -i Hal-i Tıbbi.
Mizanu'11-Niifıls "Tabirname"
Hüseyin Remzi takribi olarak 1856'da Rumeli'de Tol ca'da doğmuş, bir yaşındayken İstanbul'a gelmiştir. Babası gemi ticaretİ)1le iştigal eden lsmail ve büyük babası Vel i Efendi'dir.
Rüşdiyeyi Cerrahpaşa'da o zaman mevcut mektepte bitirmiştir, İdadiyi nerede olmduğunu bilemiyorum. Bilahare hukuk ve tıp fakültelerine yazılmış, evvela h ukuktan ve 26 yaşındayken 1297'de de tı p fakültesinden mezun olmuştur.
Henuz tıbbiyenin son sınıfındayken Hakim Muhtar Molla'nın k ızıyla evlen m iş, dokuz ay sonra harem inin lohusalıktan vefatıyla ikinci defa Mutasarrıf Necip Paşa'nın k ızım almıştı r. Birinci ailesinden bir kızı, i ki ncisinden iki oğlu olu p elan hayattadırlar.
Pederim, 8 ile 12 yaşı arasında 8 t<·uıe MLtshaf yazdığın ı bir gün bilmünasebe
anlatm ış ve sülüs. rika, nesih, talik il h. yaz ı şekilleri ne de vak ıf olclugunu ilave etmişti.
İlk vazifesi defterhanede kütipl ikmiş, sonra Maliyeye geçmiş. Vergi tah rir
1630 Revnakoglu·nu n istanbul'u
kalemi nde evvela katip, bilahere de mümeyyiz olmuş. Bir taraftan vazifesiyle meşgul olurken diğer taraftan Rodos'a nefyine kadar devam eden Vefa'da Darüttedris adlı 1-9 sınıflı hususi bi r mektep açmış ve 1324'te Mikyas-ı Şeriat adlı haftal ık gazetesini çıkarmaya başlamıştır.
Gerek yazdığı kitaplar ve gerekse gazete kendi el yazısıyla yazıl mış olup aynı zamanda ismine izafeten açtığı Süleymaniye'deki matbaasında yi ne kendi tarafından taş basmasıyla basıl mıştır.
Nihayet 31 Mart vakasında gazetesine yazdığı siyasi bir makaleden dolayı Rodos'a nefyolunmuş, üç sene orada kaldıktan sonra Sultan Reşad zamanındaki afv-ı
umu mi ile tekrar istanbul'a gelmeye muvaffak olmuştur. Bundan sonra takriben 1328'de tel<aütlüğünü isteyerek
Suadiye'ye yerleşmiştir. Uzun seneler telif ile uğraşmaksızın vaktini tetebbu ile ve bağı ile meşgul olarak geçirmiş ve n ihayet seksen yaşındayken 1936'da ölmüştür. Medfeni Erenköy'ded i r.
Size i/111-i Hlıl-i Tıbbi adlı kitabından ta kdim etmek çok isterdim, fakat bulund uğu evde mevcut nüshası olmad ığından şimdilik buna imka n
göremiyorum. Bir ay sonra taşınacağımızı tahmin ettiğim Suadiye'deki evinden getirerek takdim edeceği mi vadediyorum.
El yazısı olarak bulabildiğim bu nüshayı ve yegane resim olarak da mevcut şu küçük vesika fotoğrafını ileride iadesi ricasıyla size bırakıyorum.
Şayet ilm-i Hizl-i Tıbbi hakkında izahat almak lazım gelirse bu eseri Üniversite Kütüphanesinde bulabileceğinizi tahmi n ediyorum. Fazla izahat içi n aşağıda yazdığım oğlunun adresine m üracaat edebilirsiniz.
Saygılarımla.
Or.Hüseyin emzi (Lezgi) (188:149)
Misbah Lezgi Adres: Fati h Altın bilck
Hava Okulu öğretmenleri nden - Eskişehir
Revnakoğlu'n da H üseyi n Remzi'ye ait şu not da yer alı r (188:152): "Son gü nlerini Eren köy'de geçi ren İlm-i Hôl-i Tıbb-ı Nebevi sahib i Doktor H üseyin Remzi Bey,
Beyazıt'ta Maliye N eza reti için d eki vezne d airesi nd e 1286'da Fransa'd an celp
ed ilen orma n m ütehassısla rı n dan Mösyö Tas riyaseti altı nda çalı şan ormancılar heyeti nin küşat ettiği üç senelik Orman Mekteb-i Alisi mezu nlarındand ı r.Sonra
tı bbiyeye girm iştir.Besim Ömer Paşa'nı ıı Nevsôl-i Afiyet'i nde kend i hakkı nda yazı ve resi m vard ı r."
DOKUZUNCU GUZERGAH 1631
Vefa Caddesi'nde ilerliyor, Şeyh Vefa Camii önünde duruyoruz. (Hacıkadın Matıallesı. 535 adJ, 5,6 parsel)
Fetihle beraber istanbul'un mistik nizamında Zeyniyye, Halvetiyye ve Nakşibendiyye şeyhleri de vazife aldılar. Fatih ve il.Beyazıt devirlerinde şehrinsakinlerinin bir kısmını sufi-meşrep karakterde tebaaya dönüştüren bu tarikat müesseselerinin en müessiri Zeyniyye yoluydu. Fetihten itibaren yarım asır sürecek bu tesirin esas şahsiyeti de Şeyh Vefa oldu. İ miyeden, saray ricalinden ve şairlerden Vefa'ya müntesip mühim bir kadro, İstanbul'u da şekillendiren ilk zümreydi .Vefa, birkaç sayfalık risaleleriyle değil,ahlakıyla yanına yaklaşan herkeste hürmet uyandıran şeyhlerdendi. Müstağni halleri,devletle temassızlığı, dünya saltanatınatamahsızl ığıtekkesini cazibe merkezi yapmıştı. Halinde şeriata mugayir bir halyoktu.
Tekkesinde ardından gelen şeyhler içinde kuvvetli bir simayla Şeyh Vefa'nın şöhretini öteye taşıyan lara rastlanmad ı,menkabesini kaleme alan bir metinde vücut bulmadı, ama İstanbul'un manevitarihinde, mimaricephesinde mahallesiyle beraber Şeyh Vefa diğer erken devir isimlerinden Akşemseddin kadar tek başına hakim bir unsur olarak varlık gösterdi.
Tekke, medrese ve camiden müteşekkilyapı,semte adını bırakmış, bitişiğindeki Atıf Efendi Kütüphanesi,yakınındakiliseden dönüştürülen Molla Gürani Camii,hazire sinde medfun mühim simalarla beraber sur içi İstanbul'unun merkezibir muhiti, husus bir merkezi halini almış,yakın zamana kadar da konaklarıyla güzide bir semt olarak tanınmıştı.İstanbul'un taşralaşmasından ilk nasibinialan yerlerden birisi de burası oldu. Zevksiz gecekondu hanlarla çirkinleşen manzarası yakın zamanlardaki şehircilik faaliyetleriyle bertaraf edi se de eski güzel hali büsbütün kaybolmuştur. Uzun zaman arsası kalan Şeyh Vefa Camiiyeniden inşa edilmiş, türbesi de ihya edilmiştir. Medresesinden birkaç duva r hala ayaktadır.
Revnakoğlu, Şeyh Vefa'nı n biyografisine, adına inşa edilen camiye ve sufişahsiyeti ile takipçilerine dair şu notları yazdı (140:131-177):
"İstanbul'un İç Tarihinden Bi r Köşe: Fatih Devri nin Büyü k Sofılerinden Şeyh Vefa, Vücuda Getirdiği Eserler, Meşhur Tekke ve Türbesi, Yıkıntı Artığı Ha
lindeki Cam ii, Çifte Hamam'ı, Şimdi Tamn m ıyla Kaybol muş Bul unan Tekke Çevresi nde Yatan Türk Büyüklerinden Birkaçı"
Fetih le, Fatih'le ilgileri kesin olarak bilinemeyen Bukağılı Dede. Vryani Dede, Tezveren Dede gibi hüviyetleri belirsiz birtakım yatırları n masal ve hayal mahsu llerinden ibaret türbelerini yeniden ihya ve onarma masrafı olarak en azı 2.400 liradan 5.000 liraya yakm bir para gitti. Bunları n içinde Bukağılı Dede gibi Bizans azizlerinden veya havarilerden olduğu bile rivayet edilen
1632 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
bu sonradan çıkma uluların yakıştırma ve uydurma mezarları birçok maddi külfetlerle yeni baştan yaptırıldı, yani bir hiç uğruna dünyanın parası har candı. İstanbul'un 500. Fetih yılı münasebetiyle o devre ait fetih şehitleriy le yani meşhur büyüklerin mezarları arasında mesela Çandarlızade İbrahim Paşa'nın vefatı üzerine Sultan il. Beyazıt'a veziriazam olan Mesih Paşa da İstanbul Vakıflar Müdürlüğü'nce Fatih'in veziri sanılarak türbesi pek güzel bir şekilde yeniden yaptırıldı ve farkında olunmayarak güzel bir hayır işlendi. Bunlara karşılık Fatih devrinin dünyaca tanınmış büyük alim, şair, müellif, mütefekkir, hatip şeyh ve sofılerinden koca Türk velisi Şeyh Vefa'nın İstan bul'un en meşhur ziyaret yerlerinden biri olan tarihi türbesi yıllardır utandı rıcı perişanlığını, bakımsızlığını bugün de muhafaza etmektedir.
Fatih yangınından beri yıkıntı halinde bulunan, milli tarzımıza, zevkimize mahsus Türk işçiliğinin en güzel ve mükemmel eserlerinden biri olan çok kıymetli caminin ve çilehane duvarlarının olsun bu son tamirlerde ihya edil-
1941'de Şeyh Vefa Camiiyıkıkken (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1633
memesi hakikaten çok şaşılacak, esef olunacak şeydir. Halbuki Şeyh Vefa, Fa tih'in cenaze alayında bulunmuş, 11. Beyazıt'la tabutun altına girmiş ve Fa tih'in cenaze namazını bizzat kıldırmıştır.
Fatih devrinin başta gelen irfan ve tasavvuf adamı, her veçh ile mübarek, mu azzez insanı, İstanbul halkının büyük velisi Ebü'l-Vefa Mustafa Muslihuddin yahut herkesçe bilinen ismiyle sadece "Şeyh Vefa":
Bir rivayete göre annesi nin adı Vefa olduğundan kendisi ne ayrıca "İbn-i Vefa" da denilmiştir. Menbalarda ikisinde de rastlıyoruz, fakat anne adı ile tekniye (künyelenmek) usulü pek adet olmadığına göre bu rivayetin sıhhati olmasa gerek.
İstanbul'un en eski, meşhur bir semti olan Vefa'daki meşhur han kahı, cami ve türbesini, Recai Efendi Mektebi karşısındaki erkek ve kadın lara mahsus Çifte Hamam'ı Fatih devrinin mimarları yaptı, zira Hoca Sadeddin Efendi'nin Ta cü't-Tevtırf h'i başta olmak üzere Şem'danizade Fındıklılı Süleyman Efendi'rıin Katip Çelebi'nin Takvimü't-Tevarf h'ine geniş bir zeyl olarak yazdığı Mür'i't Tevdrih'i, keza Ebubekir Efendi'nin meşhur haritası ve diğer ana menbalar Vefa adına yaptırılmış ve hayratına katılmış olan hususi mahiyette küçük bir manzume teşkil eden bu eserleri Fatih'in meydana getirdiği hayır yapıları arasında saymaktadırlar. Binaenaleyh "cami'-i hakaniyye" terkibinin göster diği H. 881 (1476) tarihinde yaptırılan ve H.1171(1757)de esaslı tami r gören cami'-i şerifi Hadikatü'l-Cevami' sahibinin, Evliya Çelebi'nin sözüne kanarak Fatih'in oğlu Sultan II. Beyazıt'a nisbet etmesi ancak bir zühul eseri olabilir. Sultan Beyazıt'ın yaptırdığı ilaveler şadırvan ve medreselerdir ki fevkani hüc relerinin kısmen mevcut olduğunu görüyoruz.
Bu caminin Usta Sinan'ın (Sinan-ı Atik) elinden çıktığı hakkındaki söylentile ri kabul etmek de doğru olamaz, zira bu Sinan, Kumrul u Mescit haziresinde mezarının baş ve ayak şahidesinde yazılı Arapça kitabeye göre 876 Rebiü lev velinin 27'sinde yani 4 Eylül 147l'de (öldü ki bu tarih), Vefa Camii'nin yapı lışından beş yıl önceye, Mimar Ayas'la birlikte yaptıkları birinci Fatih Cami i'nin inşasından bir yıl sonraya geli r.
Fakat caminin harimine girerken güney kapısı üzerinde gördüğümüz tamir kitabesinde "Hazret-i Şeyh Vefa mürşid-i ashab-ı safa - Hace-i Fatih iken ya'ni o zat-ı yekta" denildiği gibi Hazret-i Şeyh Vefa, "hace-i Fatih" değildir, Fatih'e hocalığı yoktur, hatta müteaddit davet ve ricalara rağmen saraya gitmediği, kendisini ziyarete gelen padişahı da "Seyr ü süluka mani oluyor!" diye tekke kapısından geri çevirdiği için onunla bir defa olsun görüşmemiş , kendisi ne teveccüh etmiş ve edecek bütün dünya nimetlerini, ikbal ve ihtişamı padişah tarafından da olsa hiçe sayacak kadar manevi büyüklükler, eşsiz olgunluklar göstermiştir ki bu da ancak gerçek velinin karıdır. Dünyayı hiçe saymayan, bunu yapamaz.
1634 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
İlk defa "Debbağlar İmaın1" denilen Edirneli Şeyh Muslihuddin Halife'ye in tisap etmişti, sonra Şeyh Abdüllatif-i Kudsi b. Abdurrahman'dan hilafetname alarak irşada mezun oldu. Abdullatif-i Kudsi, Bursa'da Zeyniler semtinde ya tan Zeynüddin-i Hafi'nin başhalifesidir.
Hazret-i Şeyh'in İstanbul'a getirdiği Zeyniyye tarikatı ilk zamanlar buralarda yerleşmiş ise de lüzumu kadar yayılamamış, sonraları inkıraz bulmuştur. Bu sebeple İstanbul'da Zeyniyye tarikatına mensup tekke ve zaviyeler çoğalama dı, bunların da sonradan başka tarikatlara göre ayin icra ettiklerini görüyo ruz. Evliya Çelebi'nin yazdığına bakılırsa Zeyniler'den bir zümre İstanbul'un fethine iştirak eylemiştir.
Şeyh Vefa, tarikat ve içtihat sahibi bir pir olmaktan ziyade devran zikrinde kendi usulü olan "Vefa devrini" koymuş olmakla bilinir.
Yakınlarından bi rine not ettirdiği Evrad-ı Vefaiyye isimli yazma eserinin mu kaddimesinde kendi söylediğine göre Ahmed Şernsedddin Efendi adında bir zatın oğludur, onun da babası Konyalı Hacı İsa Sadri Efendi'dir.
Şer'i ve İslami ilimlerin başında gelen fıkıhta,, kelamda, tasavvufta tasarruf-ı kam ile sahibi olduğu gibi şiirde, musikide, fenn-i inşada, hitabette, hususiyle riyaziyede derin bilgisi ve mahareti bulunduğu tarihçe sabittir.Hemen bütün menbalarda onun faziletleri nden bahsedilirken "Kudvetü'l-etkıya, zübde tü'l-evliya, gevher-kan-ı safa, ulüm-ı zahire vü batınede sahib-i yed-i tüla, as rında kamil ve mahir, müstecabü'd-da've bir aziz, enva'-ı keramat ile mütearif ve esrar-ı kulüba vakıf bir pir-i kesirü'l-maarif, mazhar-ı tecelliyat- ı Zi'l-celali ve'l-ikram" gibi saygılı sözler kuJJanm ışlardır.
Mesela bunlardan bi ri olan Latifi ne diyor: "Ka'be-i sıdk u safa, kudve-i ehl-i tecrid ü beka Hazret-i Şeyh Vefa egerçi zat-ı kudsi-sıfatı enva'-ı fezaile şamil idi, buyurmuşlardır:" "Cennet ve hür ve küsür için taat ve ibadat heva vü he badır ve rnerd-i Hakk'a zatullahtan gayrı nesne murad etmek ayn -ı hatadır:'
Şakayık müellifi de şunları söylüyor: "İlm-i fıkhta tasamıfat-ı kam ile sahibiy di. Musikide, şiir ve inşada mahir idi. Bayram ve cuma hutbeleri ni ahenkta r bir eda ile okurken cemaat kendilerinden geçerlerdi. Halvethanesinde tenha halayık ve alayıktan cüda olarak ömr-güzeran idi. Muayyen saat haricinde kimse ile kat'a görüşmezler idi:'
Bursalı Lamii Çelebi ise Nefehat Tercümesi'nde şeyhin kayda şayan gördüğü bazı menkabelerini yazdıktan sonra kendi hakkında hayra yorduğu bi r hatı rasını nakletmektedir: "Bu hakir cuma günü mihrapta otururken mübarek ellerini öpüp nazar-ı iltifatlarıyla mütena'im oldum. Ümittir ki a hi r vakitte o nazardan medet erişe:'
DOKUZUNCU GÜZERGA H 1635
194l'de Şeyh Vefa Camii arsası ve şeyh Vefa Türbesi (Encümen arşivinden)
Eserleri:
M akam-ı Süluk: Ahlak ve tasavvufa dair talimi mahiyette Türkçe manzum eser.
Evrad-ı Vefaiyye: Yakın mensuplarından birine dikte ettirdiği takrirlerini muhtevidir. Kendi tarikatı olan Zeyniyye'nin zikir usullerini, adap ve erkanı nı öğretir. Sadreddin Konevi tarafından şerh edilmiştir.
Saz-ı İrfan: Türkçe rubai, ilahi ve manzumelerini ihtiva etmektedir.
Ruzname-i Vefa: Sanatlı, hünerli bir tarzda daimi devri gösterir. Güzel bir takvim risalesi olan bu eserin M iftah-ı Ruzname isimli bir şerhi vardır.
Şeyh Vefa'nın hiçbiri bastırılmamış olan bu dört eserinden başka yazma der gilerde, eski tekke zakirleri tarafından meydana getirilmiş ilahi mecmuala rında ona ait bir hayli ilahi, münacat ve na't-ı şeriflerin yazılı bulunduğunu ve pek çoğunun da bestelenmiş olarak zikir esnasında okunduğunu biliyoruz. Nitekim Uımii de yine Nefehat Tercümesi'nde Hazret-i Şeyh'in "Arapça, Far s , Türki bel iğ ve muğlak haylice eşarı" olduğunu söylemektedir.
1636 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Yunus'un acem makamında, düyek usuJünde meşhur bir ilahisi olan "Ya Mu hammed canım pek sever seni - Ya Muhammed canım arzular seni" nakaratlı medh-i nebevisine nazire ma hiyetinde yazdığı şu na't-ı şerif son zamanlara kadar İstanbul tekkelerinde devran ve cumhur ilahlsi olarak zakirler tara
fından okunurdu. Hacı Faik Bey merhum tarafından eve makamında beste lenmiş olan bu ilahi, Yahya Efendi Dergahı'nda mevlid cemiyetlerinde miraç bahrinden sonra okunurdu:
Meflıar-i cümle ci/ıamn ey şefaat madeni Mekke'dedoğdun Medine içre kıldm meskeni Vuslatınla bizfakiri eyle mesrürya Gani
Düştü gönlüm ya Muhammed canım arzular seni
Cürnı ü isyan ilegeldik şanına düşen kabUl Hem şefdattir recamız hazretinden ya Resul
Reddedip bizi kapından etme sultanım melül Düştü gönlüm ya M uhammed camm arzular seni
Enbiyanın serverisin ya Muhammed Mustafa Nur-ı ziıt-ı pertevin hep aleme verdi ziya Asitanında kulundur bu İmam Şeyh Vefa
Düştü gönlüm ya Muhaınmed canım arzular seni
Ekseriya kelime-i tevhidde okunan ilahilerden biri de şuydu:
Evvel tevhidi zikr et Sonra cürmünilfıkr et Varyoluna doğru git Derviş olayım dersen
Bir zizt-ı kamil ara Gezme tozma avara Tamam sıra bu sıra Derviş olayım dersen
Gaflet işe çalışma Çokgezmeğe alışma Kem sözlere karışma Derviş olayım dersen
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1637
Dostunda kusur görme Ak yüze kara sürme Başına çorap örme Derviş olayım dersen
Hayrın bir ise binle Vakt-iseherde inle Pend-i Vefayı dinle Derviş olayım dersen
İrşat ve teslik için söylenilen bu didaktik sözlerden başka mesel, vecize mahi yetinde müfred nutukları da var:"Yak beni aşk ateşine ya Vedud - Kül olunca cümle ecza-yı vücud"; "Yazdığın çünki ezelde dost tagyir eylemez - Her ki ariftir bu remzi bildi tedbir eylemez";"Düşmüşüm aşkın oduna ta ezel - Ken di düşen ağlamaz vardır mesel"
İçlerinde rindane olanlarına da rastlıyoruz: "Nazarın ihtiyacı var nura - Ben fedayım o çeşm-i mahmura"
Bu büyük Türk velisi "Rabbinin rahmetine ulaştı" manasındaki "ila rahmeti rabbihi" sözlerinin bildirdiği 896 Ramazan-ı şerifinin ikinci pazartesi günü Hakk'a intikal etmiş, şeyhliğinde, imam ve hatipliğinde bulunduğu hankah-ı şerifinin (tekkesinin) yanında, şehrin ve tarihin tanıdığı bugünkü harap tür besine sırlanmıştır.
İçeride kendi sandukasına bakan pencerenin üstünde Hicri 1297 tarihli, Ali Paşa'nın kızı Selma'nın ketebesini (imzasını) taşıyan talik ile yazılmış şu beyti okuyoruz: "Mukteda-yı ehl-i ma'na Muslihuddin Bü'l-Vefa - A'yün -i uşşaka hak-i merkadidir rutiya"
Büyük tahta sandukasının başında zeytuni renkte, sivri asabeli, 33 terkli ve birer parmak aralıklı olan sırma dikişli, üst ortası kendi çuhasından tek düğ meli, cüneydi tarzda sarılmış koyu yeşil destarlı Zeyn iyye tac-ı şerifi vardır.
1951 Nisanında "Cem Sultan" filmi hazırlamrken pek kıymetli dostum Sa deddin Kaynak'ın arzu ve niyazı üzerine yıllardan sonra tekrar toza toprağa bulanarak yeniden tetkik ettiğim bu tarihi türbenin içinde yan yana beş san duka bulunmaktadır. Bazı eserlerde üç sanduka gösterilmesi yanlış ve eksik tir. Ortada duran cesim tac-ı şerifli en büyük sanduka Hazret-i Şeyh'in ken disine mahsustur. Sağ ve solundaki iki sandukadan biri kendisinden sonra tekkenin şeyhliğine gelen ve "Ravza-i rahmet" sözünün gösterdiği H.917'de göçen baş halifesi Şeyh Ali Dede'ye tahsis olunmuştur. Diğeri yine halifelerin den Şeyh Davud Vefai'ye ait bilinir. Yine sol tarafa düşen sandukanın altında Ali Dede'nin vefatıyla posta geçen Abdüllatif Efendi yatıyor, vefatı Hicri 929. Onun yanındaki yemenili sandukanın bu iki şeyhten birinin haremine ait ol-
1638 Revnakoğlu'nun istanbul'u
mak ihtimali varsa da kim olduğunu bilemiyoruz.
Civarında oturan saJihattan yaşlı bir hatunun sevabına arada bir temizlediği bu bakımsız, havasız, ışıksız ve iki manasıyla Allahlık türbenin levhasız san dukaları şimdi tamamıyla çürümüş, yeşil çuhaları ele alınmaz hale gelmiş, döşeme tahtaları küften ve rutubetten parça parça olmuş ve artık dikicisi, yapıcısı kalmamaktan bir eşi bugün müzelerimizde bile bulunmayan Türk'e ve şarka mahsus iğneden işleme sanatının son klasik örneklerinden biri ve sonuncusu olan tac-ı şeriflerin koyu nefti destarları, dikişli pamukları ciritçi farelerin hünerli d işleriyle didik didik edilmiştir!
Sultan il. Selim'in hocası olması itibarıyla "muallim -i sultani" unvanını taşı yan Hoca Atatu llah Efendi ile Kanuni'nin damadı Sadrazam Rüstem Paşa'ya Mesnevi okutan Emir Buhari halifelerinden, "Hekimbaşı'; "Hekim Çelebi" isimleriyle meşhur Şeyh Seyyid Mehmed Efendi de bu türbenin medhalinde yan yana yatıyorlar.
Muallim -i saninin İstanbul'da maruf bir aile teşkil eden çocukla rı, torunları "Muallimzadeler" diye şöhret bulmuştu.
Hekim Çelebi'nin Laleli'de şimdiki Harikzedegan apartmanlarının arkasında padişah tarafından yaptırılan tekkesi de Sultan Ill. Mustafa'nın zamanında tekkenin şeyhi bulunan Şeyhülislam Yasincizade Ahmed Abdülvehhab Efen di taraf ından medreseye çevrilmiş, büyük Aksaray yangınında ise tamamıyla yanm ıştı r.
"Şeyh" lafzının gösterdiği H.910 (1504)te irtihal eden Ali Dede için Nişancı Tarihi "Mübarekü'n -nefes, makblılü't-tarika bir azizdir"diyor.
Şeyh Vefa Zaviyesi'nin Şeyhleri (140:254-56):
Şeyh Ebü'l-Vefa hazretleri: Hazret, Zeyniyye'dendir ve Hazret-i Sünbül Si nan ile mua sırdı r. Şa'baniyye'den olduğu rivayeti mevsuk değildir. "Vefa dev ri" kendisinin irtihalleri gününde Hazret-i Sünbü1 tarafından keşfen devran sırasında ihdas olunmuştur. irtihal-i alileri 896 Ramazan-ı şerifini n ikinci pa zartesi günüdür, "İla rahmeti rabbihi" terkibi vefatına tarih düşmüştür.
Şeyh Ali Efendi (Al i Dede): Şeyh Vefa'nın halifelerindendir. Ya nında medfun bulunan bu zat, kendisinden sonra şeyh olmuş ve "şeyh" lafzının gösterdiği 910 tarihinde irtihal etmiştir.
Şeyh Abdüllatif Efendi: Şeyh Ali Efendi'den sonra postnişin olmuş, 929'da ve
fat ederek oraya defnedilmiştir.
Diğer Şeyh Abdüllatif Efend i: 1009 CumadeJwada kand ilden ateş sıçrayara k muhterikan vefat eyledi.
Şeyh Mehmed Efendi:Türbedar ve Süleymaniye Cami'-i şerifinin muarrifı idi.
DOKUZUNCU GUZERGAH 1639
1941'de Şeyh Vefa Türbesi(Encümen arşivinden)
Revnakoğlu, Şeyh Vefa Türbesi'ne dair aşağıdaki bilgi notunu "Bu türbeyi "Sultan Cem filmi dolayısıyla ve pek değerli dostum Sadeddin Kaynak'ınteklifi üzerine son tetkik 18 Nisan 1951" notunu düşerek o tarihte kaleme alır (140:251):
Malüm ve meşhur türbesinin hemen yakınındaki cami'-i şerifin dahilinde olup Zeyniyye'dendir. Şa'baniyye'den olduğu rivayeti de varsa da Şeyh Ve fa'nm kendisinin bizzat Zeyniyye hulefasından bulunması dolayısıyla burada da Zeyniyye usulünün icra edilmiş olması daha uygun, daha kuvvetli görü lebilir. Zaten sandukasının başındaki de 33 terkli, asabesi yeşil ve yüksekçe, üstü kendinden düğmeli Zeyniyye tacıdır. Terklerin araları birer parmak açık olup dikiş aralarında sarı sırma vardır. Asabenin ve cüneydi tarzdaki destar-ı şerifin üstünden görünen kısmı Halvetilerde olduğu gibi yayvan olmayıp yüksekçedir.Yanınd aki halifelerin terkleri 3l'dir.
Şeyh Vefa'nın hulefasından Şeyh Ali Efendi'den ve onun halifelerinden Ab düllatif Efendi'den bir müddet sonra meşihat inkıraz bulmuştur.
1315'te yeniden ihya olunarak cami'-i şerifin imamı ve türbenin türbedarı meşahir-i Melamiyye'den Şeyh Hacı Salih Efendi'ye verilmişti.
Türbesinin iç takında evvelce yazılı bulunan şu beyti Ahmed Kamili söyle mişti:"Merkad-i pakin ziyaret eyleyip ettim dua - Eylemez red Kam il'ini Haz ret-i Sultan Vefa"
Neredeyse bir asır boyunca yıkık kalmış ve sade arsası kalmış camive medreseden ayakta durabi en Şeyh Vefa'nın türbesiydi. Bugün hemen neredeyse ziyareti unutulan butürbe eski İstanbul'un sur içinde halkın rağbet gösterdiğimüstesna yatırlardandı.
1640 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Artık cemaati de olan camisi ayağa kaldırıldığı halde meskun nüfustan, mahalle hayatından mahrum bu türbe, alaka gördüğügeçmişte türbedarlarıyla da meşhurdu. Son türbedarları Zakirbaşı Osman Efendive Melamiyye'den Salih Efendi,Revnakoğlu tarafından da tesbit edilmişti (140:257-58):
1941'de Şeyh Vefa Türbesi (Encümen arşivinden)
Şeyh Vefa türbedarı Osman Efendi merhum: Üstad Osman Efendi bilha ssa çok şuul bilen bir zakirbaşıydı. İsteyenlere meşk ederdi. Meşhur Kırımlı Hacı Hafız Efendi (Yalelli Hafız Mustafa) bu zattan meşk etmişlerdir. Vefatı 1307 - 1888. Şeyh Vefa haziresine defnedilmiştir. (Ergun, 487)
Şeyh Hacı Salih Efendi merhum: Vefa Cami'-i şerifinin imamlığında ve türbe sinin son türbedarlığında bul unmuş, manevi kemaliyle tanınmış mübarek bir zattı. Melamiyye büyüklerinden olarak bilinmiş, bir müddet ilm-i havas ile meşgul olmuş, çok yaşamış, herkesin sevdiği saydığı ve pek iyi tanıdığı muh terem bir zattı. "Vefa Şeyhi" veya "Vefa Türbedarı" diye anılırdı. Tekkelerin seddinden sonra Horhor'daki Kızıl Minare Cami'-i şerifine imam olmuştu. 1938'de göçerek Topkapı haricinde Sarı Abdullah Efendi'nin yakınlarına def nolundu. Şehremini'de Caferiye Cami'-i şerifine meşihat koyan Tarsus Tek kesi şeyhi Karasarıklızade Şeyh Ahmed Safı Efendi'nin bir gecede cihazladığı sekiz halifesinden biridir.
Revnakoğlu'nun dostlarından, onun kaynaklarından Şinasi Akbatu, "İstanbul'un Kaybolan Camileri" başlıklıyazı dizisinin 28.sinde Vefa Camii'nin Revnakoğlu dö nemindeki vaziyetini şöyle kaydetmişti (140:253):
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1641
Vefa'da Vefa Caddesi üzerinde kain Atıf Efendi Kütüphanesi'nin cenup cihe tinde kubbeli bir cami idi. Halen camiden eser kalmamıştır, fakat zengin bir m üştemilat ihtiva eden bu külliyeden bazı kısımlar elan mevcuttur.
Caminin banisi Şeyh Vefa, Fatih devri şahsiyetlerindendir. Bu caminin 11. Beya zıt devrinde inşa edildiğine dair Evliya Çelebi'nin veriği malu mat, başta Had1ka olmak üzere birçok eserlere aynen geçmiştir. Halbuki cami, Fatih devrinde ya ptlmıştır; ll. Beyazıt devrinde yaptlan, medresedir. Bu husus rahmetli Abdülka dir Erdoğan, Şeyh Vefa adlı eserinde müdellel biı·şekilde ispat etmiştir.
Cami, Meşrutiyet'in ilk yıllarında "mail-i inhid amdır" diye yeniden yap tırıl mak üzere yıktırılmıştır, lakin araya harpler girdiğinden tekrar inşa edilememiştir.
Yalnız cenup ve garp ciheti duvarları duran medresenin elan mevcut kitabe sinden Vefa külliyesinin I.Abdülhamid devrinde yandığını ve tamir edildiğini öğreniyoruz.
Külliyenin diğer binalarından hamam da tamamen kaybolmuştur. Evliya Çe lebi bu hamam için "Fetihten sonra yaptırılan üçüncü hamamdır" der.
Şeyh Vefa hazretlerinin zatına mahsus kapalı türbe oldukça mamurdur. Ya nında iki sanduka vardır. Halvethane de hala mevcuttur. Mezarlığın Vefa Caddesi tarafı duvarları muntazam olup ikisi eski yazı, bir yeni Türkçe olmak üzere üç kitabe vardır.
Bu mezarlıkta eski devirlerin birçok maruf şahsiyet leri medfundur. Evvelce mevcut olan kütüphaneni n kitapları halen Atıf Efendi Kütüphanesi'ndedir.
Revnakoğlu, birçok sayfası eksik bir yazısında bu muhitte mezarı olan mühim şah siyetleri tesbit eder (48:4-9):
Burada rastladığımız kıymetli mezarlar ve kitabeler arasında mesela Hekim Çelebi'nin halifelerinden, "m eratib-i keşf ü süluk'' sahibi Mudurnul u Şeyh Şa ban-ı Nakşibendi (ö.1003),
hemen o civarda kendi camisinin haziresinde yata n, İstanbul kadılarından, Fatih'in hazinedarı Sarı Beyazıt,
Unkapanı'na doğru biraz aşağılarda Yoynuk Şüca Cami'-i şerifi haziresinde Nasreddin Hoca'nın torunlarından, İstanbul'un ilk kadısı Çelebi Hızı r Bey,
onun karşısında Keşfü'z-Zunun müellifi Katib Çelebi,
yıkılmış caminin yol kenarındaki haziresinde, Evliya Çelebi'nin tarifine naza ran Şeyh Vefa Türbesi'nden aşağıda, Unkapanı yolu üzeri nde eski Pehlivanan Tekkesi civarında medfun sultanu'ş-şuara Necati Bey, damadı Sehl Bey,
İşretname sahibi Edirneli Revani Şüca Çelebi (yattığı yer dümdüz edilmiştir),
1642 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Baki'den sonra devrinin en şöhretli şairi Malkaralı Yahya Nev'i Efendi ki bu zat Şaktiyık-ı Nu'maniyye'ye zeyl yazan, hamse sahibi Atai'nin babasıd ır (taşı ortada yoktur, pek perişan hazirenin taş yığınları arasında bulunması muhtemeldir),
tefsir sahibi Kazasker Şemseddin el-Ensari (vefatı 1009),
zamanının maruf riyaziyecilerinden Niksarlı Mehmed Muhyiddin Efendi,
yine Niksarlı olup Evliya Çelebi'nin "Fatih ulemasından ulu sultandır" dediği Şeyh Mehmed Muhyiddin b. İbrahim Hasan Efendi,
Heşt Behişt'i yazan Bitlisli İdris'in kardeşi Şeyh Hüsameddinzade Dürri Ah med Efend i,
büyük Vefa yangınında yandıktan sonra "Viran Türbe" ismini alan hususi taş türbede medfun Payzen Yusuf Paşa (Atatürk Bulvarı açılırken Küçük Kovacı lar caddesi üzerindeki bu türbe de yola gitmiştir),
Hattat Hasan Tıbbi,
Sadrazam Lala Mehmed Paşa, Lala Ramazan Paşa,
Hususi taş türbesinde yatan vüzeradan Ekmekçizade Ahmed Paşa, Ekmek çizade'n i n çocukları, torunları,
Sultan Ill. Selim'in validesi Mihrişah Sultan'a kethüdalık etmiş meşhur Yusuf Ağa'nın zevcesi Mehpare Kadın,
mevlidhan -ı şehriyari yani padişahın hususi mevlidcisi ve Süleymaniye Ca mi'-i şerifinin başmüezzini olup na'thanlık, Muhammediyehanlık cihetleri de üzerinde bulunan Hızırzade Hafız Mustafa Efendi,
yanında kendi oğlu ve padişahın başmevlidcisi Hızırzade Mehmed Sadık Efendi,
Sadrazam Koca Yusuf Paşa'nın biraderi, "Kethüda-yı bevvabin-i hazret-i şeh riyari" Selman Beyefendi (vefatı 1233; taş yazısı pek güzeldir),
Yusuf Paşa'nın biraderzadesi Müderris Kamil Efendi,
"Yegane hace-i divan" Güfti Ahmed Efendi (ö. 1152; yazı fevkalade sanatlıdır, fakat ne yazıktır ki yıkık ve batıktır),
Bursa kadısı Yalvad Mehmed Efendi (vefatı 1240),
Süleymaniye ve Hazret- i Ebi Eyyub el-Ensari müderrisi, Şeyh Vefa mütevelli si olup Molla Gürani'de Sarı Musa Mescidi'ne minber koyan Mehrned Çavuş zade Hacı Feyzullah Efendi (vefatı 15 Cemaziyelahir 1181),
Tersane-i amire emini ve ser-bevvabin-i dergah-ı ali Mehmed Emin Ağa (Ta şının dört cephesi de yazılıdır: "Ref'-i engüşt-i şehadetle oku tarihin - Hem nişin oldu Muhammed ile cennette Emin':1206),
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1643
kendi tekkesinin haziresinde yatan Bayramiyye ricali nden HeJvayi Yakup Baba,
Vefa haziresine en yakın bir cami olan Kilise Camii'nin karşısındaki demir parmaklıklı mezarlıkta ise Hünkar deHsi Ahmed Efendi (vefatıı150),
Vefa Türbesi haziresinde, Atıf Efendi Kütüphanesi'nin karşı köşesinde, harap sebilin bitişiğindeki taş mektebin bani si Şahkulu Mehmed Efendi ki Beyoğ lu'nda büyük bir mahallesi, yeni tamir gören camii, bi r de medresesi vard ır.
Atpazarı civannda - Kırkçeşme civarında Hüsambey Mahallesi'nde "Tezgah çılar" da denilen Hüsam Bey Bey Camii'nin bahçesinde İskilipli Haa Sunul lah Efendi (vefatı 8 Safer 1021),
yine o çevrede Bozdoğan Kemeri yamnda Kalenderhane Mektebi'ne ait kü çük hazirede Şeyhülislam Mirza Mustafa Efendi,
yanında oğlu Mirzade Salim yani meşhur tezkirenin sah ibi Rumeli kazaske ri Mehmed Salim Efendi'nin namına bir taş dikilmiş olduğunu görüyoruz ki kendisi burada medfun değildir,
yine Bozdoğan Kemeri'nde kendisi Şam ile Trabluşşam ile Bursa kadısı Dıhki Mustafa Efendi,
karşısında Kilise Camii haziresinde ise fukahadan Serezli Kız Mustafa Efend i...
Şeyh Vefa, Koca Mustafa Paşa Sünbüli Asitanesi'nde iki usulün vücut bulmasına da vesile olmuştu:
Vefa Devri (172:227): Halvetiyye devranındaki "Vefa devri" rivayete nazaran şöyle olmuştur: Hazret-i Sünbill Sinan bir gün devran sırasında muasırı bu lunan Şeyh Ebü'l-Vefa'run irtihalini keşfen müşahede eder. Bunun üzerine hemen ayak vurup devram durdururlar, "a, i, ıi" diye yeni bir zikir tarzına başlarlar. Kendisinden sonra bu usul, hulefasından Şeyh Yakup Germiyanl
tara fından "Hayy Hayy Hu"ya çevrilmiştir ki son zaman lara kadar icra olu nurdu. Ma-Hasal-ı Ömrüm'de (s.455) ise şöyle deniliyor: Vefa devrindeki "Hayy Hayy Hu" olmayıp aslında "Huy Hlıy"dur ve o dah i hüviyyete işarettir ve huruf -ı hece üzerine ism-i Ahmed'le devrd i r, zira ademiyyet sağa, mele kiyyet ise sola devr eder:'
Vefa Ayini (172:226):''Vefa devri"nden başkadır, Hazret-i Sünbül Sinan Han kahı'na mahsustur. Kandil ve bayram geceleri, cuma geceleri gibi mübarek gecelerde zikirden sonra ve tevhidha nenin harici nde yapılı r. Sul t:lnan efen dilerimizin merkad-i mübarekleri etrafında toplanılır, parmaklıklar tutularak herkes olduğu yerde fakat çok yüksek sesle ism-i celale başlanır, arkasından daha yüksek perdeden ism-i Hu okunduktan son ra gülbank çekilir ve biter. Bu usu lün yapıJması için Kanw1i zamanınd a yazılmış vakfıyenamesi vardır.
1644 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Sarı Beyazıt Camii
Atıf Efendi t<ütüphanesi'nden sonra solda Sarı Beyazıt Caddesi'ne dönüyoruz. Biraz ileride sağda Sarı Beyazıt Camii önündeyiz (Hoca Gıyasett in Mahallesi, 506 ada, 20 parsel).
Daha çok Hadlka'dan aldığıbilgi erle bu camiyi kısaca anlatan Revnakoğlu, bilhassa caminin banisi Fatih devri ulemasından Sarı Beyazıt'ın mezar kitabes ine odaklanır.Son olarak 1962'de gördüğü tamirlebugünegelen camiiçin Revnakoğluşunları söyler(48:95-96)
Sarı Beyazıt Cami'-i şerifi
"Sarı Baba" da derler. Atıf Efendi Kütüphanesi'nin sağındaki sokağın içinde dir.Küçük bir cami'-i şeriftir.
Haziresinde, cami duvarının dibinde, iki pencere arasında ve büyük bir incir ağacının altında, başında cüneydi destarlı cesim ilmiye kavuğu, çift şahideli, ince nesih yazılı muntazam mezar. Hazire cami'-i şerifin solunda, Sarı Beya zıt Camii Sokağı'na bakan taraftadır:
Sarı Beyazıt Camii ve etrafı (Belediye arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1645
Sitambulfatihi Sultan Muhammed Han Gazl'nin Hazinedarı Sarı Bayezid'e Hak ede mhmet
Müsel/enı kadi-i şehr-i Sitambul olduğu demde
Bu ra'niı mescidi yaptı li-vechillah edip himmet
Lebib-asa okurlar mısra'-ı tiırih-i ta'mirin
Yeniden ola ihya kabr-i zibii bi-riya niyyet, 1160.
Cami'-i şerifin cümle kapısı takında mistarlı, beyaz mermer üstüne talik yazı ile, kenarları sonradan sıva ile örtülmüştür: "Sahibü'l-hayrat Sarı Bayezid -i Veli hazretlerinin cami'-işerifi olup bu defa müteveffa Mısır Çarşısı'nda Ka bakulakzade Hüseyin Efendi cami'-i şerifin bani-i sanisi. 7 Rebiülevvel 1277.
Hadika'dan: "Sarı Beyazıt Cami'-i şerifi, der-kurb-ı Süleymaniye. Banisi Fatih ulemasındandır, kabri dah.i ondadır. Minberini Darüssaade ağası Maktul Be şir Ağa vaz' eylemiştir. (c. I, s. 135)
1646 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
Tekrar başa dönüyor, Cemal Yener Tosyalı Caddesi'nde ilerliyoruz. Recai Efendi Mektep ve Sebili'nin arkasında ve bitişiğinde eski Oksijen Fabrikası'nın metruk haligörünür. Bu fabrikanın bir tarafı Cemal Yener Tosyalı Caddesi'ne, diğer tarafı Akif Paşa Sokağı'na bakar. Fabrikanın Akif
Paşa Sokağı'na bakan tarafında Hançerli Sultan'ın mezarı vardı. (Kalenderhane Mahallesi, 960 ada, 33 parsel)
26 Kasım 1955'te Revnakoğlu Mezarlıklar Müdürlüğü'ne mezarın bulunduğu arsa ve mezarın kendisi için şu dilekçe - raporu sunar (48:39;162:12):
Müdüriyet Yüksek Makamına,
Vefa'da Büyük Kovacılar Caddesi üzerinde Defterdar Hattat Mehmed Emi n Recai Efendi'ni n şimdi oksijen fabrikası deposu olarak kullanılan harap mek tep ve sebilinin yan ındaki boş arsada görülen ve öteden beri "Hançerli Sul tan" denilen bu tek mezar, yeni olmayıp eskidir ve son yıllarda imar ve ihya edilmek suretiyle meydana çıkartılmış uydurma bir eser değildir.
Vaktiyle Bahriye ser-veznedarı Ali Şükrü Efendi'nin "Veznedarın Konağı" de nilen büyük konağına bi tişik yerde ve Revani Çelebi vakfından 50-60 metrelik bir arsa üzerindeydi. Baş taşı kitabesi ve etrafında parmaklığı vardı.
27 Ağustos 1334'teki büyük Vefa yangınında tamamıyla kül olan 300'den fazla ev, dükkan, iki hamam ve birkaç cami arasında Vezneda rın konağı da yandı, Hançerli Sultan'ın kabr i tek başına ortada kaldı. Baş şahidesindeki sü lüs kitabe bu yangında çatlayarak parça parça kırılmış, sonra da tamamıyla kaybolmuştur.
İhtifalci Ziya Bey merhum, İstan bul - Boğaziçi'de (c.2, s.53) buralar dan bahsederken Hançerli Sultan için şunları kaydetmektedir:
"Bahriye Ne:rnreti mühiınme mü dürü merhum Hafız İsmail Efen di'nin büyük ahşap hanesini n itti salinde tah minen 3,5 arşın arsa ve 3 arşın derinlikte, aralıkta "Hançerli Sultan" namıyla maruf bi r kadını n mezarı vardır. Kitabesi de okunur
Hançerli Sultan'ın mezarı kaldırılmadan önce (48:101)
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1647
}1!
ı
Recai Efendi Mektep ve Sebili(Konyalı arşivinden)
idi. Bu medfen, harikten sonra kısmen hasarıede olarak halen pek yakının daki Recai Efendi Mektebi haziresi nde duruyor:·
Yalnız Hançerli Sultan'ın mezarı Hafız İsmail Efendi merhumun ahşap hane sinin ittisalinde olmayıp yukarıda yerini tesbit ettiğim iz Veznedar ın konağı nın yanındaydı, Ziya Bey'in eserinde nasılsa zühulen böyle çıkmıştır.
Hakikate uygun olmamakla beraber çevre halkının eskilerden naklettiğine göre Hançerli Sultan, Kanuni'nin hemşiresiymiş. Yine mevsuk olmayan halk rivayetlerine bakılırsa merhum enin efsaneleşmiş bir şahsiyeti var, güya saray daki cariye ve gözdeleri paşasından kıskandığı içi n belinde hançer taşırmış.
Halkın pek ilgilendiği, ananevi hüviyetine binaen her gece çerağını uyandır dığı Hançerli Sultan'ın artık şahsın mül küne geçmiş hususi bir arsada yatması muvafık olamayacağından kabrinin yine o civarda birçok Türk meşhurlarının tarihi mezarlarını içinde toplayan Şeyh Vefa Türbesi haziresine naklini ve la zım gelen masrafın istida sahibi bul unan Veznedarın kızları Saime ve Saadet Hanı mlardan alınmasının uygun olacağını saygılarımla arz ve teklif ederim. 16-11-1955
Arşiv Uzmanı Cemaleddin Server
1648 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Not: Hadfka'da (c.I, s.257) aynca bahsedilen Hançerli Sultan Sarayı, Yavuz'u n kızı Şah Sultan'a ait olup Eyüp Bahariye yolu üzerinde yaptırmış olduğu cami ve tekkesinin yanındaki sahilsaraydır.
Hançerli Sultan için Reşat Beyatlı'nın görüşü istenmiş, Beyatlı'nın 14 Aralık 1955 tarihliraporu Encümen riyasetinden Mezarlıklar Müdürlüğüne 21Aralık1955'te gön deri mişti:(48:32):
Havale buyurulan işbu evrak tetkik edildi. Bahsedilen Hançerli Sultan meza rının merhum Recai Efendi sebili yanında olduğı malfım -ı alileridir.
Hal-i hazır vaziyeti itibarıyla bu mezar iptidai bir şekilde sonradan halk tara fmdan yapılmıştır. Tarihi bir kıymeti olduğuna dair de kati bir malumat yoktur. İhtifalci Ziya Bey merhumun zühu1ü de bu hususta vaki değildir, bilakis meş hfıdata müstenittir. Diğer rivayetler ağızdan ağıza intikal eden bir şekildir.
Esasen Süleyman-ı Kanuni'nin üç kızkardeşi vardır:
Bunlardan biri, Tarih-i Al-i Osman müellifi Lutfı Paşa'nın zevcesi Şah Sul tan'dır ki Cerrahpaşa ve Bahariye'de iki camii vardır.
İkincisi, Topkapı'da camii olan Kara Ahmed Paşa'nın zevcesi Fatma Sultan'dır ki camii sur dibinde halen harap bir haldedir.
Üçüncüsü de makbul ve maktul İbrahim Paşa'nın zevcesi Hatice Sultan'dır ki cami i evvelce Edirnekapı 'da şimdiki Acıçeşme tramvay durağının bulunduğu yerdeydi. Bu Hatice Sultan'ın Kanuni Sultan Süleyman'ın öz kızkardeşi oldu ğuna dair son zamanlarda bazı müeUiflerde ihtilaf bile çıkmıştır.
Bu yazıda bahsedilen Hançerli Sultan'm Kanuru'nin kızkardeşi olduğuna dair rivayetin tarihte yeri olamaz, çünkü rivayetlerin muteber olması, mevsuk ve sika ve eserlerde yazılması ile kaim olduğu malum bir keyfiyettir. Esasen sa hipli bir arsa içinde olan bu tek mezarm orada kalma sı da muvafık değild ir. Nitekim o civarda tarihi ehemmiyeti haiz bir merkat olan Surre emini Revani İlyas Çelebi'nin merkadi bile belediyece Şehzade Camii haziresine kaldırıl mıştır. Binaenaleyh istida sahiplerinin kutsi bir emelle Şeyh Vefa Mezarlığı'na nakli hakkındaki müracaatları çok yerindedir.
Masrafları onlar tarafından verilmek ve Mezarlıklar Müdürlüğünün nezareti altında oraya kaldırılması ve pek harap olan ve henüz duvarları halkın yardı mıyla yaptırılmakta olan Şeyh Vefa Mezarlığı harap ve perişan bir haldedir. Adı geçen mezarlığın Müze Müdürlüğü tarafından tanziminde yerinin değiştiril memesi için bu mezarlığın kenar bir kısmına nakledilmesi mütalaasındayım.
İşbu evrakın aynen Mezarlıklar Müdürlüğüne iade ve tevdi buyu rulmasını saygılarımla arz ederim.
Aza ve Raportör Reşat BeyatlL
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1649
• ., T. C. .., •
.
kTAMI\ . ım.mıvcsı
.,
- . ..
HeurUklllr Hutlurıuııun•
Revnakoğlu, hala Hançerli Sultan'ı n mezarı nın Şeyh Vefa Türbesi veya Burmalı Mescit önü ndeki hazireye taşın ması içi n uğraşmaktad ı r (82:90):
Müdüriyet Yüksek Makamına.
27/7/956 T.}710 aayıh )'Hını>: (:
Yetı yangın yerindı 960 eda ,}} ı-r••l
1
sarılı eıı1riul\kulUn ,.ngııu •U tuldp yapılan
1
LnıiUL• Vun".dar A li ıtondi verueaı keriı::est
SO•i•e1SU 4et ldnıalarlll A rşe hsn:uı ınI.,.ta · Alım.. H11aaıt etınd17• l!'IÇ L ii!i ,soıııw4an hazineye
1 Uıu ı&'re tiyle,. haolnıdııı •t '"']Jı All Ş\lMi) efond iy• •• oıı<lan setıır.su4eL ve SCJı• r s.ıae honımıa nı 1n t 1'ali ·•lıado ıd.11ıı11,ur.
tçtndo bu lunan Haııçorıı. SUlt.an lıı>brinin Şıh..d• cemU ovluouno nalcll ourotiylo ta u
_..lıayaıintn uyeun ol&..gı nı s&y f:l ile r1cı od•
rt11.
.J./J.(956
'71J.r HUdUrU
V'x.. '
,.. r;
l8TAt-lr ' ' .- • rDIYE
Mn.a ";6
!f..ı b
Tt0<;hi +..t'?_ I tQtı
Makam-ı alilerine takdim edilen 16-11-1955 tarih li raporumda arz ve izah olunduğu veçhile Vefa'da Kovacılar Caddesi üzerinde Defterdar Recai Efen di'nin harap sebil ve mektebi masındaki mezarının nakli arz ettiğim esbaba binaen Eski Eserlerce de muvafık görülmüş ve karar altına alınmıştır.
Mevzi-i tarihin kaybolmaması, ileride aranıldığı za man kolayca bulunması, tarih ve tetkikçileri sonra dan şaşırtmaması için bu hatunun kabrinden alı nacak kemiklerin raporumda tarif ve tayin ettiğim gibi yine birçok meşahiri çevresinde toplayan Şeyh Vefa Türbesi haziresi ne yahut yakınındaki Burmalı Mescit'in önündeki tarihi kabristana nakledilmesi nin, tarih ve ananede bilinen bir yeri n tarih boyunca muhafaza edilmiş olması bakımından lüzumlu gör düğümü arz eder ve nakledileceği günden haberdar edilerek nezaretim altında yapılmasını ehemmiyetle ve hürmetlerimle rica eylerim.
14 Mart 1956.
Uzman Cemaleddin Server
11Temm uz1956'da Meza rlı klar Müd ürü Cafer Kaya, Emi non ü Belediye Başhekimli ğine (120:91) "Hançerli Sulta n'a ait bulu na n mezarı n doktor neza reti nde sahipleri tarafından kald ırılacaktı r. Bilgileri nizi saygı ile rica ederim" yazısı nı gönderi r.
31Ağustos1956'da bu sefer ima r m üd ü rlüğü, beled iyeye yazı yazara k Hançerli Sul ta n'ı n mezarı nı n Şehzad e Ca mii avlusu na taşı nması nı ister (120:92):
20 Eylü l 1956'da (120:87) meza rlı klar Müd ü rlüğü nce Ha nçerli Sulta n'ın Şeyh Vefa Tü rbesi'ne na kli uygu n görü lü r.
Not d üşeli m, Recai Mehmed Efendi Sıbya n Mektebi ve Sebili (Kalenderha ne Ma hallesi, 961ada, 8 parsel) hakk ı nda Revnakoğlu dosyaları nda müstakil bir yazıya rastla n maz, ancak Hallfetü'r-Rüesô'dan naklen Recai Efendi'nin Şehzade Camii hazi resinde medfu n bu lund uğu nu; bir başka notunda da (48:71) Recai Efend i Mektebi'ni n son mualli mi Hattat Şevki Efend i merh um old uğu n u, bu zatı n oğlu Doktor Mustafa Şevki Bey'de de babası nı n sanat eserleri ne dair h ususi bir m üze old uğu nu kayded er.
1650 Revnakoğlu 'nun ıstanbu l'u
Payzen Yusuf Paşa Türbesi
Cemal Yener Tosyalı Caddesi'nin Atatürk Bulvar ı'yla karşılaştığında solda, Reşat Nuri Tiyatrosu binasının bulunduğu yerde Payzen Yusuf Paşa'nın türbesivardı. (Molla H usrev Ma hal lesi, 1000 ada, 42 parsel)
1925'te Yeni kapı - Aksaray güzergahı,1944'te Saraçhanebaşı - Unkapanı güzergahı ve 1942'de Saraçhanebaşı - Unkapanı güzergahıyla tamamlanan Atatürk Bulvarı, yaklaşık 34 metre alanı, 9 metre kadar kaldırım mesafeleriyle eski İstanbul'un birçok tarihi eserini,bilhassa Azaplar Camii,Azaplar Hamamı,Sekbanbaşı Mescidi,Kırkçeşmeler, RevaniÇelebi Mescidi ve Çandarlıİbrahim Paşa Hamamı'nı alıp götürdü. Bu fecaatten Payzen Yusuf Paşa Türbesi de nasibini aldı.
1894 depreminden beri perişan vaziyette olan Payzen Yusuf'un türbesi, BurmalıMesc it önünden Bozdoğan Kemeri'ne doğruaçılmak istenen 1923-1924 tarihliyolçalışması sırasında ortadan kaldırılmıştı.Hakikatte ne Payzen Yusuf' un türbesi ne de hemen yakınındaki Revani Çelebi Mescidi yeni açı an yola tesadüf ediyordu. Türbe, bugün Reşat Nuri Tiyatrosu'nun bulunduğu yerdi ve bu yer,açılan yolun dışındaydı. Vak ıa türbenin büsbütün ortadan kaldırılması,yolla alakalıdeğil,devletin harap olan bu yapının ve haziresinin yeniden imarı için devrin iktisadi imkanları tahsis etmekteki isteksizliğiydi.Arkasında ihyasına dair idari bir irade bulunmayan tarihi eserler, bu yeni düzende sath şehircilik anlayışında olanlar için ancak bir moloz yığınıydı.
Payzen Yusuf, Enderundan çıktıktan sonra yeniçeri ağası olmuş, akabinde sırasıyla Tamaşvar ve Budin valiliklerinde bulunmuş, 998 Zilkadesi'nde (Eylül 1590) Kırk çeşme'dekikonağınınyanındaki türbesine defnedi mişti.Ölümüne sert davrandığı hizmetçilerinin artık tahammül edemeyerek kendisini öldürmeleri yol açmıştı.
Revnakoğlu notlarında Payzen'intürbesinin 1894'teki depreminden sonraki halive 1918'deki yangının ardından vaziyeti şöyleydi (114:17-26):
İstanbul'u ıı iç tarihinde müstesna bi r ta rih gibi halkın hafızasmda yer lutan 1310'daki büyük zelzelede Payzen Yusuf Paşa'nın türbesi de bir hayli sarsın tı gördüğünden kubbesi çatladı, biraz sonra da kısmen devrildi. O tarihten sonra çevre halkı bu harabeye "Viran Türbe" ismini verd.i. Bu isim zamanım ı za kadar geldi ve bazı kitaplara da geçti. 1334 Mayısının 31. günü (31Mayıs 1918) çıkan büyük Vefa yangınında Revani Çelebi Camii'nin mü him kısı m la rıyla beraber bu türbe harabesi de yandı.
Geçen asrın başında Payzen'in ayaklar altında kalacak olan mezarı ihtifalci Ziya tarafından açı mıştı (İstanbul ve Boğaziçi , il,55-56):
DOKUZUNCU GUZERGAH 1651
Habgah-ı ebedisinin pay-ı tahkir altında kalmasını tecviz etmediğimden amele tedarikiyle medfenini açtırarak bekaya-yı izamını hemen ittisalindeki Revani Çelebi Camii'rıin avlusuna nakle teşebbüs ettim. Bu medfen, sokak se viyesinden iki buçuk arşın derinlikte zuhur etti. Lahdi alelade taşlardan har çsız olarak yapılmış, tabutu dişbudak ağacından mamuldür. Lahit iki metre tul ve bir metre arzındadır. Tabutun yan tahtaları ndan sağdaki tahta çürü memiş, üzerini kısmen kanla mülemma gördüm, fakat içerisinde ne kafa ne bacak ne de sair kemik parçaları zuhur etti. Halbuki paşadan 68 sene evvel vefat eden Revani Çelebi'nin kafa ve kol ve bacak kemikleri tamamen zuhur etti. Bu ga r ibe karşısında hayrette kaldım ve mahallenin kudemasından tah kik keyfiyetine mecbur oldum. Bahriye mühi mme müdürü merhu m Hafız İs mail Efendizade mülga Bah riye Nezaret i memurininden Talat Bey'den ve sair zevattan anane ile gelen rivayete nazara n paşanın katlinden sonra bu feciaya cüret eden hademesi tarafından cesedi lahdinden çıkarılarak yok edilmiş. Fil hakika !ahdinde ufak bir kemik parçası bile zuhur etmeyişi böy le bir ihtimale kuvvet vermektedir.
1652 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Revani Çelebi Camii
Reşat Nuri Tiyatrosu'nu karşısında, Cemal Yener Tosyalı Caddesi'nin sağında görülen Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğü ek binasının bulunduğu yerde daha önce Revan Çelebi
Camii vardı.(Molla Husrev Mahallesi, 967 ada, 27 parsel)
Caminin esas alanı,enstitünün Atatürk Bulvarı' na dönük kısmına değil,enstitünün arka tarafına bakan son yarısına tekabül eder. Bugün "Cemal Yener Tosyalı" adını taşıyan yanındaki cadde, eskiden "Kovacılar Caddesi"ydi,bu itibarla halk arasında bu cami "Kovacılar Camii" diye de bilinirdi.
Revani Çelebi'nin camii,mezarı ile Payzen Yusuf' un türbesi peşlerini hiç bırakmayan talihsizliklerle yüzleşti geçen asrın ortalarına kadar. Zelzele, yangın,yol açma çalış maları ve nihayet Atatürk Buvarı'nın açı masıyla beraber birkaç kere yer değiştiren bu harap yekun bütünüyle ortadan kalktı.
Şehrin yakın tarihinde ac ı izler bırakan bu ismi geçen eserleri yıkımdan önlemek için İhtifalci Ziya, İbrahim Hakkı Konyalı'nın teşebbüsleri,bi hassa babadan oğula bu mirasa sahip çıkan Çakıroğlu ailesinin ve son olarak Revnakoğlu'nun çabaları Evkaf ve belediye karşısında hep akamete uğradı. Mezarlarına kadar geride hiçbir şey bırakmadan her şeyi yok eden bu talanın son şahidi Revnakoğlu, bağlıolduğu kuruma yukarıdaki eserlerle ilgili peş peşe iki rapor takdim etmiş, bu raporlarda Revan ve Payzen Yusuf'tan artakalan cami,türbe ve kabirlerin hikayesinican sıkan cepheleriyle ve tafsilatıyla anlatmıştı.
18-2-1956 Tarihli Rapor Rapor 1(114:17-26):
Muhterem Teftiş Heyeti Yüksek Makamına,
Revani Çelebi'ni n kendisine, evlat ve ahfadına ait mezar taşlarına ve bunları n nakli keyfiyetin e dair etraflı ve aydınlatıcı bilgiler verebilmek için evvela Re va nl'nin kendisini tanımak, kısaca hal tercümesini görmek ve bugün yerinde bulunmayan kendi adıyla ma ruf cami'-i şerifi şu lüzum karşısında yeniden tetkik ve mütalaa etmek lazım gelir.
1953 senesi Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında İstanbul Radyosu'n da 500. fetih yılı münasebetiyle "Fatih ve çevresinde yatan Türk büyükleri, Fatih devri ricali, Fatih'in ada mları ve onları n hayır yapıları" mevzulu konuş malarımda Şeyh Vefa'nın külliyesini anlatırken söylediğim gibi (tel'e de alın mıştır) tarihe geçmiş asıl adı "Kovacuar Camii" olan Revani Çelebi mabedi, Vefa'da Kovacılar'dan Tezgahçılar'a inen ana caddenin üzeri nde, aşağıya doğ ru sağda ve Kı rkçeşme'ye yakı n taraftaydı.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1653
Hadika'nın Sab' Bey baskısında "Kovacılar" ve "Revani Çelebi" diye iki ayrı cami olarak gösteriliyorsa da bu tasnif yanlıştır. Fakat halkın dilinde olduğu gibi bazı eserlere de geçmiş ve kökleşmiştir. Bunun da sebebi şudur: Cami'-i şerli, Kovacılar Caddesi üzerinde bulunduğu için öteden beri o ismi almış bulunuyor.
Mescidin son cemaat yerindeki meşrutahane ve yanındaki talebe hücreler (küçük odalar) gibi Revani'nin de yattığı türbenin alt kısmını da abdest alma ya mahsus sıra musluklar teşkil ediyordu.
Revani'nin medfun bulunduğu lahit, yerden bi r bir buçuk metre kadar aşa ğıdaydı. Üzeri cesim ve muntazam mermer kapaklarla örtülmüştü. Başında destan, pek sanatkarane sarılmış katibi kavuk vardı.
Cami'-i şerifin şimal tarafında ve hemen hemen bitişiğinde Payzen Yusuf Pa şa'nın ("payzen'; ayağa vurulan pranga manasına bazen kullanıldığı gibi doğ rudan pranga, bent manasına da gelir) somaki taşlarıyla yapılmış, yan yana üç penceresi bulunan kubbeli taş türbesi, yakın zamanlara kadar yerinde duru yordu. 60-70 metre murabbaında bir yer işgal eden bu türbe ve bitişiğindeki Revani Çelebi Camii, onun büyük haziresi, şimdi yola gitmiş bulunan muh teşem Kovacılar Hamamı, bütün bunlar müteşekkil bi rer manzume halinde metrelerce uzaklardan göze çarpan büyük bir külliye meydana getiriyorlardı. Hepsi zaman zaman ve birer birer yıkıldı, yıktırıldı, yerleri dümdüz edildi.
İstanbul'un iç tarihinde müstesna bir tarih gibi halkın hafızasında yer tutan 1310'daki büyük zelzelede Payzen Yusuf Paşa'nın türbesi de bir hayli sarsıntı gördüğünden kubbesi çatladı, biraz sonra da kısmen devrildi. O tarihten son ra çevre halkı bu harabeye "Viran Türbe" ismini verdi. Bu isim zamanımıza kadar geldi ve bazı kitaplara da geçti.
1334 Mayısının 31. günü çıkan büyük Vefa yangınında Revani Çelebi Ca mii'nin mühim kısımlarıyla beraber bu türbe harabesi de yandı, fakat şim di Hıfıusıhha Enstitüsü'nün (Bu terkibi "Hıfzızsıhha" şeklinde kullanmak ve yazmak Osmanlı gramer kaidelerine uygun değildir) yapıldığı yerden Talat Çakıroğlu apartmanının arasındaki sahaya kadar uzanan büyük haziresi ta biatıyla kalmıştı.
1339 Mayısında ise "Burma!J Mescit" isimli, Şehzade Karakolu karşısında şimdi tamirine başlanan Kadı Emin N ureddin Osman Efendi Camii önünden Unkapanı'na inen 30 metrelik yol açtırılırken zaten ortada kalan bu harap türbe etrafıyla birlikte yıktırıldı. Bundan dolayı 1340 Martı nda büyük tarihçi ve ihtifalci Mehmed Ziya Bey merhum başta olmak üzere çevrenin eskilerin den ve eşrafından Bahriye mühimme müdürü ve caminin ikinci ban isi mer hum Hacı Hafl2 İsmail Efendi'nin oğlu, emekli bahriye subayı Hasan Talat Çakıroğlu (halen hayattadır) ve Küçükmustafapaşa'da Müftü Ali Mahallesi'n de, istanbul'un eski meşhur tekkelerinden ve Rifa'iyye'den Müftü Hamamı
1654 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Tekkesi'nin son faziletli şeyhi, Evkaf veznedarlığından mütekait, "Gözügüzel Şeyh" diye tanınmış merhum Mustafa Raşid Rahmi Efendi'nin (vefatı 1951) müşterek gayret ve hizmetleriyle Revani Çelebi'nin, paşanın ve yanlarındaki dört zatın kemiklerini yol üzerinde kalmış yerlerinden merasimle alarak bir torba içinde topladtlar ve yanmış Revani Camii'nin mihrabı önünde hazırla dtkları yere getirdiler. Fakat Revani'nin birçok benzeri gibi yazısız olan ayak şahidesinden başka bir şey bulunamamıştı. Kabrinin içinde kanlı tabut par çasından başka bir şey görülmeyen paşanın enkazını da caminin Kovacılar Caddesi'ne bakan sağ tarafına, minarenin dibine gömdüler. Bu vesile ile ha timler indirilmesi, her ikisinin başına bir servi dikilmesi de unutu lmadı.
Şer'i, ananevi usul ve icaplar dahilinde yapılan bu nakJ -i kubur esnasında yine Kırkçeşme civarında evvelce mevcut bulunan ve 1169 Hicri yıJındaki büyük Cibali yangınında yanan Sekbanbaşı Hüseyin Ağa Cami'-i şerifinin haziresin de şuraya buraya atılmış birkaç mezar taşı da buraya getirildi. Bunların isim lerini aşağıda vereceğim.
Daha önceleri harabiyeye yüz tutan Revani Çelebi Camii'ni 1302'de mahalle halkının başına geçerek mükemmel şekilde tamir ettiren Bahriye mühimme müdürü Hacı Hafız İsmail Efendi bu tamir sırasında cami'-i şerifin içini dışını yeniden boyatmış, duvarlannı tezyinatlı birçok güzel yazı ve levhalarla süsle miş, cami'-i şerif ve haziresinin etrafını yeni baştan yaptırmış, etrafına demir parmakltklar çektirerek mükemmel bir mamure haline getirmişti.
Yine Hacı Hafız Efend i, Evkaf'tan hiçbir şey almayarak kendi adamlarından Dede Efendi namında bir zatı camiye müezzin tayin etmiş ve tam 33 sene bu zatın ücretini kendi cebinden vermekte devam ettiğini muhterem oğlunda gördüğümüz hususi kayıtlardan öğreniyoruz.
Böyle olmakla beraber cami'-i şerifin esaslı surette tamir edilmesi için sarf edilecek 3.000 liradan fazla bir para nın teminine müteşebbislerin kudret ve kifayeti müsait gelmediğinden o tarihlerde Evkaf'a müracaat edilmişti. Fakat ne yazık ki Evkaf idaresi yapılan müteaddit rica ve müracaatlara ehemmiyet vermemiştir, ancak caminin mazbut evkafı bulunmad1ğından tamir edileme yeceğini bildirmekle iktifa etmiştir. Bir müddet sonra ise istenilen para yardı mını yapmamakla kalmamış, caminin enkazı ile minarenin güdük kaide kıs mını müzayede ile satışa çıkartmış ve değerinden çok aşağı bir fiyatla gayet ucuza satmıştır. Bu suretle de Revani'nin ve paşanın tarihi kabirleri zamanı mıza kadar ayaklar altında bı rakılmış bulunuyordu.
1940 Martında Revani Çelebi'nin edebi şahsiyeti hakkında Servetifünun'da ya ymlad ığım bir yazı münasebetiyle bani-i sam Hacı Hafız İsmail Efendizade Ha san Talat Bey'den (Çakıroğlu) şu mealde acıklı bir mektup alm1ştım. Caminin geçirdiği elemli safahatı pek yakından tesbit olması itibarıyla ileride bu mevzuun kıymetli vesikalarından sayılacak kıymettedir.Bir kJsmınJ beraberce okuyabiliriz:
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1655
"Edib-i muhterem Cemaleddin Server Beyefendi oğlumuza,
Ma'lu m-ı alileri Revani Çelebi'nin eski kabri gibi sonraki yeri de bugün ta mamıyla metruktur ve ayaklar altındadır. Birkaç sene sonra daha geçecek olursa hangisinin ona ait olduğu bilinemeyecek hale gelecektir! (Bu korkunç ve acıklı akıbet bugün aynen tahakkuk etmiş bulunuyor.) Yangından sonra Evkaf idaresine vaki olan müracaatlar üzerin e "Evkafı yoktur!" cevabı veril miştir. Ahaliden birkaç zatın tamirine teşebbüs etmesiyle (tevazuan babasını gizliyor) ve bunca emeklerle vücuda getirilen bu dimi'-i şerifin yerinde şim di yeller esmektedir. Revani Çelebi bu dimi'-i şerifi yaptırırken elbette buna karşılık olmak üzere vakıflar bırakmıştır, fakat bunu ne arayan ve ne de sorarı olmuştur. Bugün de halen bu vaziyettedir. Şimdi burası Evkaf tarafından satı lacaktır, fakat bu kayıtlar (kabirler) ne olacaktır? Memlekete hizmet edenle rin göreceği lutuf bu mu olmalıdır? Bi r parça eslaf ve ecdada hürmetkar olsak daha iyi etm iş olmaz mıyız acaba?"
Ne yazıktır ki 15 sene önce, acısı içine çökmüş bir insanın irfanlı ve heyecanlı alakası ile yazılan bu satırların çok elim akıbeti bugü n bütün azametiyle ta hakkuk etm iştir. Revani'nin, Payzen Yusuf Paşa'nın kabirler inin yerini sarih ve bariz olarak tayin etmek artık mümkün değildir. Sebebi ise ihmalimiz ve ilgisiıliğimizdir, kendisine tevdi edilmiş bu gibi eserlerin koruyucusu olması lazım gelen Evkaf'm bizzat ytk ıcı olmasından doğan bir neticedir, sonu da, devamı da pek korkunçtur. Nitekim bu yerler Evkaf'ın kendi eliyle satılmış, caminin yarım minaresi ve yangından artakalan dört duvarı yıktırılarak boş kalan arsası üzerine, son zamanlardaki yeni inşaat yaptırılmıştır.
Şimdi Hıfzussıhha Enstitüsü'nün bulundu ğu yerden Çakıroğlu apartmanı arasında kalan geniş saha tamamıyla cam i'-i şerife aitti. Etrafı çevril i munta zam bir hazireydi ve yanında şimdi kapanmış bulunan Sekbanbaşı İbrahim Ağa Sokağı vardı. Bunlardan artakalan kısımlar da 1925'te Atatürk Bulvarı hazırlıkları dolayısıyla yola verildi.
Medeni, zaruri ve naçari amillerle yol açmak icap ediyorsa yolun istikame tini bile değiştirmek suretiyle daha müsait, daha geniş bir hale getirmek da ima mümkündür, hatta lüzumludur, faydalıdır, zira bu işlerde güdülen gaye umumun selametine, insani ve içtimai h uzurun a hizmettir. Fakat bütün bu satışlar, genişletişler ve zaman zaman yapılan, yaptırılan yıktırmalar, yola kat malar devam ederken irfan ve idare hayatımızda birer kıymet, şöhret ve şah siyet sahibi bulunan bu çeşit güzide zevatın kabir veya kemiklerini hürmetle alıp bir münasip yere nakletmek kimseni n aklına gelmedi, hiçbir makam veya müessese de nedense bununla ilgilenmedi.
Medfunların mutlaka meşahirden bulunması meşrut değildir, nihayet kendi ölülerimiz, kendi soylarımızdır. İhtiyat halindeki ilgisizlik yüzünden memle ketin tapu senetleri değerinde olan mezarları mızı ben imsememek, içindeki
1656 Revnakoğlu'nun istanbul'u
medfunları yol üzerinde, ayaklar altında bırakmak veya üzerine yapılar çık mak ne şekil ve surette olursa olsun muhakkak ki çok büyük bir haksızlık, her bakımdan utandırıcıdır
"Ba'de harabi'l-Basra" denilen şekilde her iş olup bittikten sonra maddi - ma nevi zararların telafisi imkanları da ortadan tamamıyla kalktıktan ve kaldı rılcL ktan sonra harekete geçip elden gidenleri araştırmaya koyulmak, sadece bu teşebbüsü yapmış olmakta n başka bir işe yaramayacağı bütün açıklığı ile ortadadır. Bu şekil hareketleri n tarihi mize faydalı olmak ihtimali gerçekten çok uzaktır.
Mezarlıklara mabede girer gibi ayakkabısını çıkararak giren dedelerimizin, kabirlere, ölülere tarih boyunca gösterdikleri yüksek ihtiram ve ahlakın unu tulmayacak büyükl üğü karşısında biz çocuklarının bugünkü ibret verici ha zin halini görüyor ve düşünüyorwn da hayret ve utancımdan dilim tutulacak, kalemim donacak hale geliyor.
Bizzat başında durup yaptırdığı camisinden, eserinden, kabrinden, kendisin den iki kelime ile olanca hayratından bugün küçücük bir iz kalmayan Re vani'nin tarihi ve edebi şahsiyeti hakkında Servetifünun'un 1940 Martına ait nüshasında bazı malumat vermiştim. Şu vesileyle o yazımı burada hülasa edeyim:
"Revani" ismi ve mahlası ile eski ve klasik edebiyatımızda büyük şöhret yap mış bulunan bu deryadil ve nüktedan adam aslen Edinelidir, ismi "İlyas Şü ca"'dır. Sultan II. Beyazıt ile Yavuz Selim'in devirlerinde yaşamış, orijinal eserleriyle göze çarpmış, zaman zaman parlamış, bu iki padişaha resmi ve hususi surette hizmet etmiştir. Trabzon'da vali bulunan Şehzade Selim Efen di'ye daha o zamanlarda intisap eylemiş ve onun tahtı elde etmek üzere İstan bul'a geldiği zaman Revani de maiyetinde bulunmuştur.
Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde Bursa kaplıcaları ve İstanbul'da Ayasofya mütevellisi olarak vazife görmüştür. Hatta tarihin meşhur rivayetleri arasın da görüldüğüne göre inşaatına bizzat nezaret ettiği camisini yaptırmakta ol duğu sıralarda oradan geçen Yavuz, mabedin kimin tarafından yaptırıldığını sormuş. Revani hemen toplanarak velinimetinin rikabına varm ış ve kemal-i hürmetle: "Revani kulunuz sultanım!" Yavuz Selim aynı zamanda nükte ve zarafet adamı olan Revanl'ye güzel bir kelime oyunu ile cevap vererek onun mizacını okşamak ve hem de onun Ayasofya oıütevelliliğini telmih etmek istemiş: "Hoş Ayasofyasın, yılda bir mescit doğuruyorsun !" yahut "Ayasofya camilerin en büyüğüdür, onun m ütevellisi her sene bunun gibi birçoklarını yaptırsa hayret edilmez" demiştir.
Revani sırasıyla matbah-ı amire katibi, daha sonra matbah emini ve surre emini olmuştur, hatta bu surre eminliği vazifesiyle bir defa Mekke'ye gönde-
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1657
rilmiştir. Fakat bu son vazifesinin hangi padişah zamanına rastladığı ihtilaflı dır. Sehi Bey, Sultan Beyazıt devrinde gösterir; Aşık Çelebi, Hasan Çelebi ve Latifi ise Sultan Selim'in zamanında olduğunu yazarlar.
Tahsil derecesi hakkında tezkirelerde bir sarahat olmamakla beraber zama nında edebi ilimlerde mücehhez, kuvvetli, bilgili bir şair olduğu eserleri tet kik edildiği takdirde kolayca anlaşılabilir.
Tarz-ı mahsüsada yazdığı orijinal bir eser olan İşretname isimli mesnevisi kadar "Şah -ı aşkam bir kadeh meydür benüm başumda tac" dediği işret ve safaya düşkünlüğü, sonradan bozmadığı tevbesiyle de meşhurdur. İşretna
me'si şöyle başlar: "Kimün kim cam ile hoş alemi var - Süleyman'dur kim elde
hatemi var"
Si-bedel gazellerinin pek çoğu yirmiden fazla tanınmış şair tarafından tanzir ve tazmin olunmuştur. Kemal Paşazade iJe Revani'nin kend isine kayd-ı hayat şartıyla otuzar akçe bağlan mıştır. Hamsesi ve divanı da vardır:"Padişah olan alur elbette kafi rden harac - Bal tutan parmağın yalar didiler" gibi mısraları halkın diline de geçmiştir.
Latif i'nin "Saki-i bezm-i ma'na mest-i mey-i elest'' sözleriyle övdüğü Revani, H.930'da göçerek kendi ismini taşıyan cami'-i şerifin karşısına gömülmüştür. Vefa yangınında çatlayıp yarıldıktan sonra zamanla ortadan kaybolan ve bir daha tek parçası ele geçmeyen baş taşında talik yazı ile şu kitabe okunuyordu:
Hü
Cihanı ser-te-ser tutmışdı namı Emir-i nazm kim ya'ni Revani Ecel camını çünkim nuş kıldı
Şu denlü kim düşüp mest itdi anı İşidüp riih-ı kudsi didi tarih Cinandan yana can atdı revanı, 930.
Bazı eserlerde bu tarih manzumesinin birinci mısraı "Cihanı ser-be-ser tut mışdı namı';onun altındaki mısra da "Emir-i nazm ya'ni kim Revani" şeklinde yazıldığı görülmektedir ki ikisi de yanlıştır. İlk mısram doğru şeklindeki "ser te-ser" kelimesi "baştan başa" demektir;; "ser-be-ser ise "baş başa" manasına gelir ve burada gitmez. İkinci mısrada "Emir-i nazm ya'ni ki m Revani" sözü manaya olduğu kadar vezne de uygu n düşmemektedir, zaten kitabenin esas metni böyle değildi ve olamazdı.
Baki'nin onun hakkındaki meşhur mersiyesi taşa geçmemiştir.
Emirlerinize imtisalen yerinde yapacağım son tetkikime başlamadan önce şi fahi olarak bizzat arz etmiş olduğum gibi Hıfzussıhha Enstitüsü'nün yaptırıl ması dolayısıyla buradan kaldırılıp Şehzade Cami'-i şerifi Türbesi hariminde-
1658 Revnakoğlu'nun istanbul'u
k i hazireye nakledilen müteaddit meza r taşlarının Revani'nin ken disiyle, evlat ve ahfadıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar yangın dola yısıyla Revani Çelebi Camii ha ziresinden artakalan, birkaçı da yukarıda arz olunduğu gibi daha
-T. c:
-
ISTANBUL BELIDll'ES1
Mcıarbldll' Mildürliljü
&yı: .........
Cemaleddin Server
llezarlılclar JIUdUrl.!JğU Arşiv Uz
manı
önceki Cibali yangınında yanan Sekbanbaşı Hüseyin Ağa Mesci di mezarlığından buraya getiri len tamamıyla başka şahıslara ait taşlardır. Hepsi 13 tane olup beşi ayak taşı, diğerleri baş şahidesin den ibaret bulunuyor:
En küçüğü başlığına kada r gö mülüdü r. İçlerinde yalnız Ahmed Bey'e ait olan 1159 tarihli kita be manzumdur, sair taşlar beylik sözlerin tekrarlanmış klişeleriy le doldurulmuştur. Vefa yangı nından sonra Sekbanbaşı hazire sinden getirilip Revani'nin ikinci kabrinin yanına oturtulan taşlar şunlardı, vefat tarihleri sırasıyla veriyorum:
-
Revanı Celebi ve ah1'adına ait mezar yerlerinin Şehzade oaıııii bahçesine nakli eena
-
sında Revani llyaıı Çelebiye aidiyeti beyan .wı
nan ·taşın kaybedildiği haberi alınve Belediye saraJrı 1.ı:ışaat sahasından IUmar ayas oaıııiı:ne :nak lonu:ııan·BbÜl Pidıl efendi mezarı:nı:n pehleoi ise yeni ye.rine ltoı:ımadığı bittetltilt anlaşılmış bulun• du.ıtunda:n bu hua s haltlcında uama:n sıtatile ııı!Jte aliıııza lU.zwıı hasıl olıııuştur.
-
Revan Çelebiye ait eeki mezarın taşı olup olmadığuun veya alı:tadile bulunduğu eski yerinde•evout taşlardan yeni yere .naltledilm ellio taş olup olmadığının, ltayboliıuo herhanğ1 bir tao
·varea bunun maddt ve ıDanevı digerinin :ne olabile:.. ceğ1n.111,
2).lbİıl ,. dıl stendi mezarına ait pehleııin IU.aıar A:faa caJl!l.indelti yeni yerine ııalcledilip edibıedi'jtin1Jı, s113i olduğu takdirde bu pehle ta şının değer1ni:n neden ibaret bulunduğunun llutet t1şl1!1Jıı,1se' b1ld1r1lmes1Di rioa eder.ia.30/I/956
Revnakoğlu'ndan Revan Çelebi
Elli dokuz cemaatin odabaşı Molla Mustafa, 1115 (Kırık başlığı sonradan oturtmadır.)
Merhlım ve magfür Abdullah Bey, 1138 (Başlığı düşmüştür, tarih yeri görül müyor. Vefat yılını evvelce tesbit etmiş olduğum notlardan alarak koydum .)
Merhü m Mustafa Bey, 1147.
Vefa Şeyhizade Hamid Efendi kerimesi Fatma Hanun, 1241. Edremitli Hoca Mehmed Sadullah Efendi, 1244.
Meh med Sadullah Efendizade Mehmed Muhyiddin Efendi, 1250. Kasta monu u lemasından Hoca Ömer Efendi, 29 Zilhicce 1251.
Yıllarca önce Türk Tarih Kurumu namına, kısmen de şahsi olarak tesbit etti ğim bu taşlardan Şehzadebaşı Cami'-i şerifi haziresine nakledilenler arasında yalnız elli dokuz cemaatten Molla Mustafa, Ahmed Bey, diğer Mustafa Bey ve AbduHa h Bey'e ait kitabeler kırık dökük ve batık bir halde görülm ektedir,
hakkında bilgi
istenmesi (112:95)
DOKUZUNC U GÜZERGAH 1659
muhtelif yerlerinden de zedelenmiştir; kitabe metinleri erimeye ve dökülme ye mahkumdur. Diğerleri de ortada bulunmuyor.
Yi ne son nakilde Şehzade Türbesi içine getirilen taşlardan ötekilerini şunlar teşkil etmektedir:
Merhum Seyyid Mehmed Emin Efendi, 6 Şevval 1247. Esma Sultan kilercisi (Batıktır, tarih okunmuyor.)
Yorgan1 Seyyid Ah med Nesib Efendi mahdumu Yunus Efendi ( Batıktır, zaten taşın da yazının da bir guna değeri yoktur.)
Sağlam vesikalara dayanarak esaslı malumat verebilmek ve dolayısıyla mev zuu aydınlatmak için karlı tipili havalarda çalışmayı göze aldım. Tamamıy la kar ve çamur altında kalmış, yandan, ortadan zedelenmiş taşları bir hayli müşkilat içinde yeniden tetkik ve tesbite uğraştım, fakat ne yazık ki ilmi, ta rihi ve hatta estetik bakımdan hiçbir değeri olmayan şuna buna ait birtakım taşlar arasında boşuna çabalamış olmaktan ibaret kalan bir iş yapmış oldum. Bunların arasında yegane manzum ki tabe, Ahmed Bey'in ince bir sülüsle ya zılmış baş şahidesidir ki onun da tarih yeri parçalanm ıştı r, "el-fatiha"dan ötesi yoktur, lakin manzumenin son tarih m ısraından Ah med Bey'in 1159'da ve fat ettiği ni öğreniyoruz. Evvelce tesbit etmiş olduğum kitabe metinlerine ait dosyamın içinde de aynı yılı buluyorum. Kitabe şudur:
Ahmed Bey azm eyledi beka iklimine
Rahmet ile rıilıunu şad eyleye Rabbu'r-Ralıi111 Hür ıt gılman ile zevk ii safalar eylesin Ciirmiin bağışlayıp Mevla ede lutf-ı aınim Fevtine birpak tarih Asıma tarilı deyip Menzil-i Alııned Bey ola giil-zô.r-ı naim
el-Fatiha.
Ustuvane şekilde yuvarlak başlıklı olup kitabesi sülüstür; tarih tarafı kırılmış tır. Dosyamda evvelce mazbut olduğundan bu zatın vefatı tarihininl159 ol duğun u tesbit edebiliyoruz.
Şehzadebaşı'nda belediye sarayı sahası içinde kal ması dolayısıyla son zaman larda yıktırılan Kara Çelebizade Ebü'l-Fazl Mah mud Efendi Dershanesi hak kındaki raporumu ayrıca takdim edeceğim. 18-2-1956
Arşiv Uzmanı Cemaleddin Server
1660 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
Revnakoğlu'nun 12-3-1956 tarihli ikinci raporu (82:100-101):
Muhterem Teftiş Heyeti Yüksek Katına,
Revani Çelebi hakkında bundan önce takdim etmiş olduğum mufassal rapo· rumda tarih seyrini takiben tesbit olunmuş safhalar sırasında tafsilen beyan edildiği gibi bugünkü Hıfzussıhha Enstitüsü, kısmen Revani Çelebi Cami i'nin, kısmen de Revani Çelebi'nin ve Payzen Yusuf Paşa'nın eski türbelerinin bulunduğu yere yaptırılmıştır, zira Vefa yangınından artakalan cami'-i şerifin dört duvarı, yarım minaresi, hazire ve arsasından bir kısım parça parça satı larak bütün bu tarihi yapılar harabesinin bulunduğu yere ve üzerlerine Evkaf tarafından bugünkü inşaatın yükselmesine meydan.verilmiş ve bu iş zamanı mıza kadar gelen lakaydi yüzünden bu şekilde zaman zama n hazırlan mıştır.
Bugün enstitünün arka tarafı ile Çakıroğlu apartmanının arasında kalan kı sım, Revani Çelebi Camii'ne ait hazireni n artık parçasını teşkil ediyor.
Enstitünün temelleri atılırken bu çevrenin muhtelif yerlerinden çıkan kemik parçalarının inşaatın müteahhidi tarafından toplattırılarak bir sandık içinde bilinmeyen bir mezarlığa götürüldüğü, civarında oturanlar tarafından görül müş ve kendilerinden bu şekilde tesbit olwmmştur.
Tamamıyla şahsi ve hususi mahiyette olan bu teşebbüsten sonra m üdürlüğü müzün malumah dahilinde yapılan ikinci bir teşebbüs, geçen defadaki en son nakil hadisesidir ki bunun keyfiyetine dair bildiklerimi evvelce tesbit edilmiş notlarımla kendi malumatımı ihtiva eden bir önceki raporumda daha ziyade ilmi mahiyette olarak arz etmiştim.
Bu hususa dair evrak havale suretiyle bendenize gelmediği ve hiçbi r suretle de haberdar edilmediğim için nakiller yapılırken işin başında bulunmadım. Yalnız Revani ailesinden olmadığı halde "Revani soyundandır" diye yerlerin den alınan bu taşlar toplattırılıp Şehzade Cami'-i şerifi haziresine götürülür ken taşların önüne, ardına, yanına ve biraz ilerisine rastlayan yerlerde ancak dört kazı yapıldığı ve buralarda bazı kemik parça ları görülüp bunların karışık olarak sandık içinde bir araya getirildiğini ve bu suretle götürüldüğünü çev resinde oturan birkaç zat söylemektedirler.
Fakat bu arada enstitünün arka duvarı ile Çakıroğlu apartmanının arasında kalan küçük aralığın. içinde ve Unkapanı tarafına doğru arkalarda kalan Re vani Çelebi'ye ve omm sırasında Payzen Yusuf Paşa'ya ait mezarların açılarak bunlara ait kemiklerin gerek karışık olarak gerekse hususi surette ve intizamlı bir şekilde nakledilip edilmediğini katiyet ve sarahatle tesbit ve tayin etmek ne yazıktır ki bugün için imkansızdır, zira bu iş ilmi ve tarihi icaplara göre ik tiza eden nezaret ve salahiyetimiz altında yapılmamıştır.
Söylenildiğine göre halen buradan kaldırılmamış kabirler ve kemikler de var-
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1661
dır. Bu vaziyet karşısında Revanl'nin yerini tayin ed i p yeniden açıp bakmak tan başka en doğru şekil ve çare kalmadığı görü lüyor.
Şehzade Cami'-i şerifi haziresine götürülen taşla rın altındaki mezarlar dan henüz açılmanuş olanların da bulunduğunu yine etraftan öğrenmiş bulunuyoruz.
Bir evvelki raporumda arz ve işaret ettiğim gibi, Gazanfer Ağa Caddesi açılır ken İ htifal-i Milli reisi Mehmed Ziya Bey merhumun çok yakından alakadar olarak ve işi n başında bizzat bulunarak Revaı1i'nin ve Payzen Yusuf Paşa'nın o zaman ayaklar altında kalan kabirlerini açtırıp kemik ve tabut parçalarını buraya yani Revani Çelebi Caıni'-i şerifini n mih rabı önüne geti rdiği günden beri buraları yıUann biriktirdiği pislik ve moloz y ığı nları al tı nda bı rakJ!mJŞ ol duğundan bu büyük şairin ve Payzen Yusuf Paşa'nın kabirleri ta o zamandan kaybolmak tehlikesine maruz kalmıştı.
Bu tehlike bugün ne yazıktır ki biz tarihçileri şaşırtacak şekilde ve bütün aza metiyle gerçekleşmiş, rnüzminleşmişti r, çünl<ü bu h ale gelmemesi. için bunca yazılar ve müracaatlara rağmen Evkaf idaresince bugü ne kadar lazım gelen hiçbir alaka gösteril memiş, sadece "Evkafı yoktur!" diye kağı t üstünde kestir me bi r cevap vermekten ibaret kalmıştır.
Hürmet ve teessürlerimle arz olunur. 12-3-1956
Kitabeler Uzmanı Cemaleddin Server
Revnakoğlu, yukarıdaki raporlarında bahsettiği gibi, bu raporları yazd ığı 1961'd en 21 yıl önce de Revani Çelebi üzeri nde çalışıyordu ve Servetifü nu n'un 1940 Mart tari hli sayısında Revani Çelebi'ye dair bi r makale yayı mlamıştı. Bu ilk yazısı nın hemen ard ından 10 Mart 1940'ta kend isi ne emekli ba hriye subayları nd an Hasa n Talat Ça kıroğlu'ndan bir mektu p gelmişti. Mektubu n sahi bi Talat Ça kıroğlu, Revani Çelebi Camii'ni n hemen yanı nda otu ruyordu . Babası bu çevrenin ileri gelenleri nden, ca mini n her işine gönüllü nezaret eden, bi r nevi i kinci banisi olan Bah riye m ü hi m me kalemi m üd ürlüğünden emekli Hacı Hafız İsmail Efend i'yd i. Talat Çakı roğlu, Revnakoğlu'na bu caminin bir ası rlık mazisini aile hatıralarıyla bu m ektu pta anlatır (114:10-12):
Cemaleddin Server Beyefendi oğlumuza birkaç söz ve nazar-ı dikkatlerine,
Zavallı Revani'nin kabri metruk, ayaklar altı nda kal mış! Üzerinden bi rkaç sene daha geçecek olursa hangisi olduğu bilinemeyecek bi r hale gelecektir. Esasen camii 1334 senesi Vefa harik-i hanuman-suzundan sonra yanm ış, Ev kaf idaresi ne vaki olan müracaatlar üzeri ne "Evkafı yoktur!" cevabı verilmiş ti r. Ahaliden birkaç zevat bunun tamirine teşebbüs etmiş ise de ancak üç bi n lira ile vücuda geleceğinden bahis ile tekrar Evkaf idaresini n yardımı isten miş ise de ehemmiyet verilmedikten başka cami enkazı ile minare gayetle
1662 Revnakoğlu'nu n İsta nbul'u
dun bir fiyatla başkasına yanlarında sat- mışlar. Bunca emeklerle vücuda gelen bu cami'-i şerifin şimdi yerlerinde yeller esmektedir.
Revani Çelebi bu carni'-i şerifi yaparken elbette buna karşılık olmak üzere bir şey bırakmış ise de bunu ne arayan ve ne de soran olmuştur. Esasen arz ettiğim veçhile 1334 senesi Vefa harikine kadar merhum Hacı Hafız Efendi buna ihti yaç hissettirmediği gibi, kendi adamla rından Dede Efendi namındaki bir zat da burada otuz iki sene bila-ücret mü ezzinliği ifa etmiştir. Şimdi edebiyatçı larımızdan Revani'nin kabri hakkında ki notlarını ve nazar-ı dikkatlerini rica ediyoruz.
Esasen burası Evkaf tarafından satı lacaktır. Fakat bu kabir ne olacaktır? Memlekete hizmet edenlerin göreceği lutuf bu mu olmalıdır? Bir parça eslafa hürmetkar olsak çok iyi etmiş oluruz, hu!
lO Mart 1940
Mütekaidin-i bahriyeden hürmetkarınız Talat
(Ek:)
İşretname sahibi Revani Çelebi: Meşhur İşretname sahibi Revani Çelebi, Sul tan Selim şuarasından olup Tezgahçılar Camii denilen (yerden) aşağı inerken sağ tarafta yeşil parmaklık içerisinde medfun bulunmaktaydı. Diğer mahalde vüzeradan Payzen Yusuf Paşa bulunmaktadır.
Bir gün oradan geçen Yusuf Paşa, Revani Çelebi'ye ne yaptığını sorması üze rine, bir cami ile kendisine bir türbe inşa ettirdiğini söylemiş. O zaman Re vani ile Payzen Yusuf Paşa'nın aralarında olan samimiyet dolayısıyla hangisi evvel vefat ederse yaptırdığı türbeye o defnedileceğini kararlaştırmışlardır. Payzen Yusuf Paşa daha evvel vefat etmiş olduğundan Revani'nin yaptırdığı muazzam türbeye defnedilmiştir. Bu tü rbe somaki taşlarla yapılmış, birçok hareketler dolayısıyla kubbe münhedim olmuş, haraba yüz tutmuştur. Revani Çelebi ise kabri sokağın başında olup yanı başında Vefa şeyhi kerimesi Fatma
Revani Çelebi Camii ayaktayken
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1663
,_·,,.,;,• .J.,,,
-"·-._,,:,"
._,. '
Sultan ile Edremit ulemasın dan meşhur Mehmed Efendi bulunmaktadır.
1334 senesi Vefa harik-i kebi rinde muhterik olan bu cami ve türbeye Gazi Caddesi geç mekte olduğundan yol ortasın da kalmış, merhum asar-ı atika encümeni azasından Ziya ve mütekaidin-i Bahriyeden Ta lat Beylerin delaletleriyle yol üzerinden kaldırılarak yaptır dığı caminin mihrabı önünde defnedilmişlerdir.
1304 tarihlerinde Revani Çe lebi Camii harap bir hale gel miş olduğundan mahalle ahali si bu caminin tamir edilmesini o zaman Evkaf nezaretine rica etmişlerse de evkafı bulunma dığından bahisle tamir edile- meyeceği cevabı verilmiştir.
O zaman ashab-ı hayrattan ve bani-i sani sıfatına bihakkın la-
Çakıroğlu'ndan
Revnakoğlu'na yazı an 10 Mart 1940 tarihli
mektup (114:12)
yık Bahriye mühimme müdürü Hacı Hafız İsmail Efendi bu camii tamir etti rerek mükemmel bir hale getirmiş ve içerisini ayrıca tezyin etmiştir ve bilaha re caminin etrafında bulunan iki buçuk metre irtifaında duvarları yıktırarak etrafına parmaklık çektirmiş, orayı gülistan haline getirmiştir.
Revani Çelebi'nin kabri açıldığı zaman iskelet halinde gerek Fatma ve gerek ulema-yı meşhureden Mehmed Efendi bulunmuşlar ise de Payzen Yusuf Pa şa'nın kabri açıldığı zaman bir şey bulunmamış, yalnız tabutunda kan lekeleri görülmüştür.
Asar-ı atika Encümeni azasından merhum Ziya Beyefendi'nin tetkikine na zaran Yusuf Paşa şedid-tab' olup bendeganı kendisinden memnun olmadık larından boğularak denize atılmış ve tabutu Revani'nin yaptırdığı türbeye gömülmüştür. 13ll'de intişar eden Mektep mecmuasında (s. 50) şöyle yaz maktadır: "Sultan Süleyman'ın tahta cüluslarının ilk senelerinde vefat etmiş olan Revani, İşretname'siyle Osmanlı şairlerinin birincilerinden addolunmuş
ve Lamii'nin şöhret-i edebiyyesi, ha-husus nesri sayesinde derecat-ı aliyeye
irtifa etmiştir:'
1664 Revnakoğlu'nun istanbul"u
Şeyh Teberrük Camii- Yahya Güzel Camii
Atatürk Bulvarı'nda ilerlerken sağda Manifaturacılar Çarşısı'nın alanında kaybolmuş Şeyh Teberrük Camii - Yahya Güzel Camii arsası vardı. Cami yeri, 58-1 numaralı yerin Haliç istikametinde karşısına düşüyordu.
"Hoca Teberrük" diye meşhur olmuş olan İbrahim HulCısl Efenditarafından yaptırılan bu cami 1918'de yanmış, kalan enkazı 1941'de Atatürk Bulvarı açılırken kaldırılarak çok sonra üzer ine İMÇ yapılmıştı. Revnakoğlu, 1961'de Mezarlıklar Müdürlüğü'ne yazdığıdilekçede camin in arsasında şahideleri kaybolmuş ilk bani Hoca Teberrük ile ikinci bani Osman Ağa'nın mezarlarından ve o yıllarda ayakta kalan üçüncü bani SivaslıMehmed Ağa'nın kitabelimezarından bahseder.Dilekçen in son yarısında şimdi Atatürk Köprüsü bağlantı yolunun yapılması sırasında ortadan kalkan.Atlamataşı Mahalle Mektebi'ne bitişik hazirede medfun olanlar da zikredilir (226:318-19):
Müdüriyet Makamına,
Atatürk Bulvan'nın Unkapanı'na inen kısmında, eski Yahyagüzel Mahallesi içine giren ve son defa Manifatura - Ku maşçılar Çarşı Kurma Kooperatifi'ne verilen geniş sahayı bu kere yeniden gördüm.
Daha önce takdim etmiş olduğum 19-2-1960 tarihli kısa raporumda be lirttiğim gibi bu sahanın içinde görülen yan yana iki metruk mezara çevre
Yahya Güzel - Hoca Teberrük Carnii.nin 1941'dekihali (Encümen arşivinden)
DOKUZUNCU GÜZERGA H 1665
halkının verdiği isim, "Şeyh Murad Baba" ziyaretgahıdır. Fakat bu isimlen dirmenin tarihçe sabit olmadığını biliyorum, zira burası büyük Vefa yangını na kadar mevcut bulunan Yahya Güzel Camii'nin hari minden ve yanındaki medrese harabelerinden artakalmış bir yerdir.
Çukura sıkışmış olan iki mezardan biri camii yaptıran Hoca Teberrük Efen di'ye aittir; diğeri de Unkapanı yangınından sonra camii yeniden meydana getiren yeniçeri ocağından Bağdat ağası Osman Ağa'ya mahsustur. Osman Ağa 1131 Hicret yılında vefat etmiş ve buraya gömülmüştür, fakat kitabeleri yangınlar sırasında kaybolmuştur.
Şimdi baş uçlarında gördüğümüz nesih yazılı mermer kitabe, camii 1200 tarihinde üçüncü defa tamir ettiren yine yeniçeri ağası Sivaslı Mehemmed Ağa'ya aittir. Şehrin abideleriyle ve mahalli tarihi mizle ilgili bir taş vesika ol duğundan mutlaka saklanılması ve nakil sırasında kırıl mamasına pek dikkat olun ması icap eder.
Daha aşağıda eski Atlamataşı - Yeşiltulumba çevresinde, Dörtyolağzı'na rast layan şimdiki Yeşilçeşme Sokağı'nın başında, etrafı duvarla çevril i, üstü açık ve pencereleri demir parmaklıklı harap türben i n yeri de eski Atlamataşı Ma halle Mektebi'ne bitişik bir tekke avlusudur. Burada görülen iki mezardan biri, şimdi yıkılmış ve bir ara erkek - kız mektebi olmuş Atlamataşı Mekte bi'nin banisi Subaşı Süleyman Efendi'ye aittir.Yanında yatan diğer zat da Sul tan III. Murad devir cezbe ve tarikat adamlarından Kapani Mehmed Dede Efendi'dir ki "Gisfıdar" (saçlı) diye bilinir; Sultan Murad ile mülakatı vardır. Muteber menbaların çoğunda "Sultanu'l-melamiyyun, kutbu'l-arifin eş-Şeyh Hazret-i Kapani.. ." diye bahsedilmektedi r. Ömrünün yarım asra yakın bir za manını devamlı olarak Unkapanı'nda geçirmiştir. Cezbeli bir zat olduğundan çok defa başı açık, yalın ayak dolaşmış, çevresi halkını telkin ve irşatlarıyla insani ve manevi olgunluğa götürmüştür. Hülasa, milli tari himizin ve anane nin kendisinden saygı ile bahsettiği bi r ulu kişidir. Tarihi türbesinin ihtimam la kaldırılması ve şeklinin muhafaza edilmesi her bakımdan uygun olacaktır.
Keyfiyeti bu suretle arz ve izah eder, nakillerini n nezaretim altında yapılma sını rica eylerim. 14-3-1961
Cemaleddin Server
Tarihi Arşiv ve Kitabeler Uzmanı
Revnakoğlu, dosyasına koyd uğu yukarıdaki dilekçe kopyası üzeri ne meti nd e ismi geçen Sivaslı Süleyman Subaşı'n ın mezar kitabesine yer veri r, "Nesih ile yazılmış kitabeni n aslı şöyled ir" der ve kitabe için "Yan ya na iki mezard ı r; kita be arası na kon ulm uştur" notu nu ilave ederek metni ni veri r (226:319):
1666 Revnakoğlu'nun ista nbul'u
"Salıibü'L-bani Hoca Teberrük lıe111 rnahlası Camii olmuş harabe gördü bir merd-i dilfr Çün Sivasi Yeniçeri ağası M ehemmed Ağa
Beyti ma 'mur eyledi çokdan beri şem'-i münir"
H. 1200, lıarrerehu Feyzi Yazıcı.
Yahya Güzel - Hoca Teberrük Camii'nin 1941'deki hali (Encümen arşivinden)
Not: Bu mescit hakkında makale kaleme alan Semavi Eyice, birinci mısraı "Sahi bü'l-bani Hoca [İbra]him hem mahlası", son mısraı da "Beyti ma'mOr eyledi çün Yaktı bir şem'-i münir" okur.
Revnakoğlu bir başka yazısında (226:320) yukarıda ismigeçen Murad Baba'nın "Yahya Güzel Mahallesi'nde Katip Çelebi'nin medfun bulunduğu hazirenin arka kısmında geniş sahada mevcut bulunan metruk mezar"ın sahibi olduğunu kaydeder. Geçen asrın başlarına kadar çevre halkının ziyaret ettiği bu zatınyatmakta olduğu mezarın alanı,Yahya Güzel Camii tetimmatından olup Unkapanı yangınında yanmıştı.
DOKUZUNCU GÜZCRGAH 1667
Atatürk Bulvar ı'nda ilerlerken yine sağda şimdi Hızır Bey ve Necati Bey'le beraber l<atip Çelebi'nin mezarının bulunduğu sofa görülür. Bu alan, Voynük Şüca Camii'nin ve mektebinin arsasıyd ı.
Geçen asrın ortalarına doğru, yıkılmış Voynük Şüca Camii'nin önündeki mektebin arsasında 1940'ta artık büsbütün harap hale gelmiş olan ve molozlar arasında kalan Katip Çelebi'nin mezarından geriye güçlükle okunabilen baş kitabesinde "el-Kabrü babun ve küllü'n-nasi dahi uhu - Ve'l-mevtü ke'sün ve kütlü'n-nasi şaribuhu"yazısı okunabiliyordu. Şahidede ne birismi ne de ölenin vefat tarihi vardı. Vakıa bu mezarın Katip Çelebi'ye ait olduğu da hiçbir zaman tevsik edilemedi!
1940'tan 1953'e kadar bürokratik yaz ışmala rla geçen Katip Çelebi'nin mezarını yap tırma düşüncesi,ancak 1953'te netice vermiş, ancak bu arada Katip Çelebi'n in mezar taşları kaybolmuştu. İMÇ içinde kalan bu hazire daha sonra Necati ve Hızır Bey'in taşınan mezarlarıyla müstakil bir sofa haline getiri di.
Katip Çelebi'nin mezarı (Encümen arşivinden)
1668 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Hıızır Bey'insofadaki mezarının eski bir fotoğrafı (Encümen arşivinden)
l<atip Çelebi - Keşfü'z-zunıJ n
Revnakoğlu, 24 İkinciteşrin 1941tarihliVakit'te "Bir İtim Hadisesi - Keşfü'z-zunün'u n yeni baskısı, müellifin asılnüshası zeyilleriyle
birlikte" başlıklıyazısını neşreder:
Vücutlarıyla bi hakkın övündüğüm üz Türk ve İslam alimleri arasında, şarkta ve
ga rpta eserleri nden en çok istifade olunan Katip Çelebi'dir. Avrupa'da en ziyade "Hacı Halife"den galat olarak "Hacı Ka lfa" diye şöhret bu lmuş bu büyük Türk alimi bilhassa on
yedinci asrın ilim dünyasında en başa alınacak müstesna bir simadır. Macar alimi Vnınbery bile ondan bahsederken "Katip Çelebi gibi insanlar yetiştiren millete mütemeddin, müterakki denilir" diyerek hayranlığını
gösteri r.
Şark klasik irfan hazinesinin altm anahtarı mahiyetinde olan Keifii'z-zunu11, müellifin hazinesidir ve H.1141'de İbrahim Müteferrika tarafından basılan ve Latinceye tercüme edilen meşhur Cihaıı11ii11ılı'sı gibi zaman geçtikçe kıymeti artan eserlerden ve bizde bibliyograf yaya dair yazılmış kitaplarm en mühim lerindendir.
Gerçi Katip Çelebi'den önce veya sonra birçok kitaplar, risaleler vücuda getirilmiş ve bu zevatın çoğundan sonra gelen Çelebi merhum, selefleri nden ilham alarak Halep'te bulunduğu za man "itham -ı ilahi ile esami-i kütüb tah ririne ŞÜru olundu" diyerek bu muazzam hazi neyi Vücuda getirmiştir.
Ondan evvel birçok bilgilere ve sayısız
müelliflere ait malumat veren hiçbi r eser, hiçbir kitap telif olunan bu nevi eserleri ve müelliflerinin vefat tarihlerini onun gibi alfabetik sıraya koyup telif tarihleriyle birlikte baplarını ve fasılları nı ayrı ayrı göstermiş değildir. Eseri n en büyük meziyet ve hususiyeti de buradandır.
Muazzam bir ki tap kam usu ola n bu eserde Bursal ı Tahir ve Ahmed Refik Bey
rnerhuı.nlarm esaslı tetki klerine göre on beş bine yakın kilap ve risale ismi va rdır. On bi n kadar müellif, muhaşşi ve şarih adı bildirilmiş ve bizzat kendisini n de söylediği gibi "Üç yüzden ziyade fen dahi hurüf terti bi ile mahalline naklolunmuştur:·
Katip Çelebi geceli gündüzlü yirmi sene emek verip meydana getirdiği bu eseri Arapça yazmıştır, hatta bu yüzden Abd ullah Cevdet'in himmetiyle Türkiye'ye giren Gustav le Son bile onu Arap müverrihJeri arasında göstermek gafletine düşer.Bu yanlış hüküm, Çelebi'nin kendi şahsına mahsus olmayı p diğer Türk ulemasına da teşmil edilm iş gibidir, çünkü mazide yetişen ilim adamlarımızın büyük
bir kısmının eserleri, belki pek az istisna ile
hep Arapça yazı l mış ve bu gibi yanlışlıklar da bundan ileri gelmişti r. Mamafih o zamanlar ilim dilini n resmi ilim dil i olması bu hususta amil olmuş sayılırsa da asıl ciddi sebep Çelebimizi n tedvi n ettiği kitap isimlerin in yüzde doksan sekizini n Arapça olması ndandır.
Katip Çelebi'n i n evvela "h" harfi ne, sonra 'd" harfine kadar tertip ettiği il k nüsha, Topkapı Sarayı Revan Köşkü l<ütüphanesi'nde 2059
DOKUZUNCU GUZERGAH 1669
nwnarada kayıtlıdır. Aşağısını ikmal etmeye öm rü yetmeyen Çelebi'ni n müsvedde halinde yarıda bı raktığı eseri de Fatih'te Ali Emiri Kütüphanesi'nde CaruUah Veliyyüddin kitapları arasında 1619 nu marada mahfuzdur.
Keşfii 'z-zımim fevkalade rağbete mazhar olduğu cihetle muhtelif zevat tarafından zeyiller yapılarak ikmal ve itmamına çalışılmıştı r. Ona göre en önce zeyil yazanlardan biri H.1092'de İstanbul'da vefat eden Vişnezade Mehmed İzzeti Efendi'dir ki
zeyli basılma m ıştır. Bu zattan sonra 'l\rabacılar Şeyhi" denilen Şeyh İbrahim ve ondan sonra H.1217'de İstanbu l'da ölen Hanifzade Ahmed Tahir Efendiler de bi rer zeyil yazmışlardır.
Vefatı 1858'e rasllayan Şeyhülislam Arif Hikmet Bey de kendi el yazısıyla kıymetli bir
zeyil vücuda getirmiştir ki "c" harfinde nihayet bulan bu kısmın müsveddeJeri de Üniversite Kütüphanesi'nin Yıldız kitapları arasında Hazine-i hassa müdürü Halis Efendi'ye ait kütüpha nede saklıd ır.
Bun ların en kıymetlisi 1940 Martında vefat eden ve esasen Katip Çelebi'nin mükemmel bir devamı ve tamamı olan aziz hocam İsmail Saib Sencer'i n yarım asrı dolduran Beyazıt Umumi Kütüphanesi müdürlüğü zamanında kendilerinde bulunan İstanbul basması bi r Keşfii.'z-zunıi n nüshasının kenarına mübarek elleri yle ilave etmiş olduktan kitap isimleri
ve bunları n ilmi kıymet ve mahiyetleri hakkında verd i kleri mühi m malumattır ki dahi allamemizin son hayat yıllarında vücuda geti rilmiş olan bu ktymettar ze yil de beyaza alınmış ve kadirbilir Maarif
Vekili m izin yakından alakalarıyla şark eserleri kütüphanem ize mal edilmiştir.
Bunlardan başka son asır bibliyografya mütehassıslarından olup eski Jandarma Dairesi ikinci şube müdürlüğünden mütekait Bağdatlı İsmail Paşa merhum da otuz senelik mütemadi
1670 Revnakoğlu'nun istanbul'u
bir çalışma ve araştırma semeresi olarak on binden ziyade müellif ve ki tap ism i ihtiva
eden mükemmel bir eser vücuda getirmiştir ki kıymet itibarıyla elimizde bulunan kaynakların en başında gelir. Paşa'nın Esmiıü 'l-Miiellifin isimli büyük bir bibliyografisi daha vardır ki İslam'dan zamanımıza kadar gelen müelliflerin isim ve künyeleriyle eserlerini tesbit eder.
Katip Çelebi'nin müsveddeleri arasında uzun zamandır yerine konamayan sekiz sayfaJık bir eksik de bu kere lsma il Efendi'nin Maarif
Vekaleti tarafından satın alınan nadide kitaplar arasında ele geçmiş ve bu büyük noksa n da bu suretle telafi edilmiştir.
Bugün Keşfü'z-zunın'un müellif yazısı
üzeri nden birinci cildi herkesin istifadesine
arz edilmiş bul unuyor. Eserin bundan evvelki ilk tab'ı 1835 - 1858 yılları arasında Gustav Flügel tarafından yedi büyük cilt üzeri nde
Al manya'da Leipzig şehrinde basılmıştı r. Bağdatlı İbni Ncdim'i n Fihristii'l-Uliım'unu bastıran da bu zattır. Flügel'in bir asır önce Latinceye çevirerek neşrettiği mukaddimenin metni ve Türkçesi , Keşfii.'z -zımim'un bugünkü tab'ında on iki sayfayı işgal etmekte ve eserin büyük değerini artırmaktadır.
Bu eserin bugün kü şekliyle meydana gelmesfoe Maarif Vekaleti tarafından teşkil olunan "Keşfü'z-zunCı n tab'ı heyeti"nin, bilhassa
İslam Tetkikleri Enstitüsü direktörü kıymetli alimimiz Profesör Şerefüddin Yal tkaya
başta olmak üzere zamanımız şarkiyat mütehassıslarının hocası olan Kilisli Rifat Bilge'nin çok emeği geçmiştir.
Maarif vekilliğinin pek yeri nde kararıyla iki yıldan beı·i merhum Allame İsmail Saib'i n ilmi riyaset ve irşad ı altmda bir düziye çalışan heyetin derin vukuf ve ihtisasa dayanan
etraflı araştJrmalarıyla elde mevcut yazma ve basma nüshalar ve müteaddit 2eyilleri
Atatürk Bulvarı açılırken (Salt <ırşivinden)
gözden geçirilmiş, müellifin el yazısı üzerinden mevcut nüsha esas tutulmak, zeyillere yapılan ilavelerden fazlaları çıkartılmak ve eksikleri tamamlanmak, zühul ve yanlışlar düzeltilmek ve Katip Çelebi'nin kendi el yazısında olmayan ilaveler muhtelif işaretlerle gösterilerek aslından ayırt edilmek suretiyle mükemmel bir tarzda hazırlanmıştır.
Kıymetli ve sevimli Maarif Vekilimiz esere Yazd ığı bir mukaddimede bu yeni baskının ilmi surette tertip, tanzim ve tashih işini muvaffakiyetle başaran mütebahhir alimimiz Profesör Şerefüddin'in ve üstat Kilisli Rifat Bilge ile ilim ve fazilette her devir için ölmez bir örnek olan İsmail Saib Sencer'in mübarek namlarını hürmetle anmaktadır.
Üstat Şerefüddin, Türkçe ve Arapça olarak kaleme aldığı iki mukaddime ile Katip Çelebi'nin hayatı, eserleri ve ilmi şahsiyeti
hakkında yazdığı on sayfalık diğer dibace için aylarca uğraşmış, hatta asıl nüshada sıfatlar ve mevsuflar arasındaki mutabakat şartlarını bilmiyor gibi görünen müellifin el yazısıyla tesbit olunmuş hatalarını da düzelterek yazısının sonunda örnekler vermiştir.
Bunlardan başka mükerrer haşiyeleri, başka bir kitaba ait malumatın diğer bir kitaba mal edilmesi ve Arapça bir eserin zühulen Türkçe, Türkçenin de Farsça gösterilmesi gibi mühim hataları geniş vukufuyla tashih ederek milli irfanımıza büyük ve unutulmaz hizmetlerde bulunmuştur.
Nefis bir kağıtta iki sühın üzerine tertip olunan eser, beş yüz büyük sayfadan ibarettir.Baş tarafına konulan Allame İsmail Saib'in ve Bağdatlı İsmail Paşa merhumların büyük kıtadaki resimleri, el yazıları ve müellifin kendi müsveddelerinden alınan bir sayfalık parça, eserin müstesna değerine ayrı bir kıymet ilave etmektedir.
DOKUZUNCU GÜZERGA H 1671
Katip Çelebi'nin medfeni hususunda birkaç ihtilaf vardır. Tevatür derecesine varan meşhur rivayet ve şehadete göre Vefa'dan Unkapanı 'na doğru giden caddenin karşısında kendi hayratından olan ve büyük Vefa yangınmda yanan mektebin yanındaki küçük hazirenin içinde Şair Necati'nin medfun olduğu cihette görülen münferit bir kabir kendi kabridic nitekim Bursalı Tahir Bey merhum da HadEkatii'l Cevlimi' ve Sicill -i Osman! gibi muteber membalardan aldığı malumata nazaran bu tevatürü kuvvetlendirir. Kcşfü'z zunCın bask1 heyeti bu nu da dikkat nazarına alanı.k Çelebi'nin buradaki mezarının güzel bir fotoğrafını eseı.:e ilave etmiştir.
Yangında zedelenen meza r taşının üzerindeki Arapça yazı ufa la nıp döküldüğünden
okunamayacak hale gelmiştir. Muhterem hocamız Şerefüddin Yaltkaya'nın lutfuyla elde ettiğim bu metnin Türkçesi şudur:
"Ölüm, bütün insanların geçtiği bir kapıdır. Ölüm, bütün insanların içtiği bir şuruptur:·
16n Revnakoğlu'nun istanbul'u
Hızır Bey Mescidi - Hacı Kadın Tekkesi
Atatürk Bulvarı'ndan Şebsefa Hatun Camii'ne varmadan sağa dönen Hacı Kadın Caddesi'ne giriyoruz. Biraz ilerledikten sonra Hızırbey Camii Sokağı'na dönmeden solda Hızır Bey Mescidi - Hacı Kadın Tekkesi önündeyiz. (Molla Hüsrev Mahallesi, 519 ada, 23 parsel)
İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'inyaptırdığı camiydi. Nasreddin Hoca soyundan gelen Hızır Bey, H.863 - M.1459'da vefat ettiğinde yaptırdığıcaminin yak ınındaki Voynuk Şüca Camii'nin mihrabıönüne gömülmüştü. Halk arasında çevresindeki Hacı Kadın Hamamı'ndan dolayı "Hacı Kadın Camii" diye bilinmiş bu mabette Rifa' ayini de yap ılmıştı (111:35; 225:170):
Unkapanı'nda Hızır Bey Mahallesi'nde Hacı Kadın Cami'-i şerifinin içinde dir. Cami'-i şerif aslında "Hızır Bey Mescidi" olduğu halde o çevrede Küçük pazar'da Hacı Kadın'ın çifte hamamı bulunması dolayısıyla Hacı Kadın Camii denilmektedir. Bir başka cami ve tekkesi de Samatya'da kendi ismiyle Hacı Kadın Mahallesi'ndedir.
Unkapanı Yeşil Tulumba Tekkesi şeyhi Hacı Mustafa Efendi halifelerinden ve bu cami'-i şerifin imamı bulunan meşhur Duagıl Hacı Faik Efendi merhum burada cuma geceleri Rifü'i usulü icra ederdi; tekkelerin sırlanmasına kadar sürdü.
Hacı Mehmed Faik Efendi (Ülker), uzun zaman Süleymaniye Cami'-i şerifi nin hatip vekilliğinde bulunduğu için "Süleymaniye Hatibi Hacı Faik Efen di" diye bilinir. Sonra Küçükpazar'da Fatih'in hocası Hayreddin Efendi'nin yaptırdığı Üçmihraplı Camii'ne geldi, buradan Hacı Kadın Camii'ne geçti ve Hacı Kadın Mahallesi'n in imamlığı da üzerindeydi. Nihayet 9 Kanun-ı evvel 1945'te vefat eyledi. Yerin e Fatih Kadıçeşmesi - Müftü Hamamı Tekkesi'nin eski ve yaşlı şeyhi Mustafa Raşid Efendi tayin olundu.
Hacı Faik Efendi'nin hıfzı olmadığından teravih namazlarında ekseriyetle 14. cüzden okurdu, bilhassa "Eliflam ra ... rubbema yeveddüJJezine kefen)..." sCı re-i şerifesi ile kıldırmak kolayına gelirdi.
İstanbul'un çok tanınmış, sevilmiş irfanlı ve hal ehli duacılarından biri olan Hacı Faik Efendi güzel ve yanık sesiyle gençliğinde mevlid ve mersiye oku muş, İstanbul dergahlarının çoğunda hususiyle kıyami tekkelerinde yıllarca zakirlik ve zakir peyrevliği etmişti. Cemiyet dualarını da ekseriya ona yaptı rırlardı. Darüşşafaka'nın yıllık vakıf mevlidini okumak ona mahsustu. Hatm-i şeriflerde, nikah duasında, mevlid ve miraciyelerde, bilhassa dergahların hila-
DOKUZU NCU GÜZERGAH 1673
Duagü Hacı Faik
Efendi (216:200)
fet cemiyetlerinde tarikat büyüklerinin cenaze tezkiye lerinde edibane şekilde tertip edilmiş o pek muntazam ve muazzam duasını yaparken ve aşıkane hallerinin, ahenkli, dokunaklı edasının kalbe işleyen tesiri evvela kendi üzerinde görülürdü. CümJeleri söylerken bil hassa Cenab-ı RisaJet-penah efendimizi ve hanedan-ı Mustafa'yı vasfederken ruhundan kopan raşe gözleri ni doldurur, ellerine titreme gelirdi. Sözlerinin mana sına hakkıyla vakıf bulunduğundan eslaf yadigarı olan bu dua metinlerini bazılarının yaptığı gibi bozmaz ve değiştirmezdi, yerine ve icabma göre dua ederdi. Ağ zından çıkan kelimenin manasını bilerek, anlayarak te laffuz ve temessül ederdi. işin ruhuna varmış ellerini açarken manevi zevke de dalmış olduğundan onu din lerken, hele duasına olanca icabetle amin derken gö-
nülde ruhani safayı duymamak, huzura kavuşmamak imkansızdı.
Pek sevimli, latifeci, güler yüzlü, güzel bir insandı. Hoş halleri vardı. Çok da fıkra bilirdi. Bir meclisi doyuracak, dolduracak mahfuzat ve hatırata sahip bulunuyordu.
Mevlid okuma usulünün eski klasik tarzını iyi bilenlerden son zamanlarda bir kendisi kalmıştı. İlmiye sarığı ve tac-ı şerif sarmakta usta idi. Hilafet cemiyet lerinde giydirilecek tacın destarını ona sardmlar, duayı da ona bırakırlardı.
Revnakoğlu bir başka yerde bu camiye şu notu düşer (126:901): "Aşağıda Hızır Bey'in medfun olduğu cami'-i şerif pek harap bir haldeydi,karşısındaki konakta oturan meşhur Duhan zade Hafız Mehmed Efendi 50 sene kadar önce kendi kesesinden tamir ettirmişti."
1674 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Yavuz Er Sinan Camii - Sağrıcılar Camii
Tekrar Atatürk Bulvarı'na dönüyor, Haliç'e inip sağa, Ragıp Gümüşpala Caddesi'ne dönüyoruz. Az ileride sağdaki Yavuz Er Sinan Camii - Sağrıcılar Camii önündeyiz. (Yavuz Sinan Mahallesi, 607 ada, 5 parsel)
Revnakoğlu etrafındaki unsurlarla birlikte hem caminin kendi devrindeki vaziyetini hem de bu camiye dair kaynaklarda verilen malumat yekununu aşağıdaki notlarında bir araya getirir (105:47-51):
Yavuz Er Sinan Cami'-i şeri:fı, Unkapanı civarında, Küçükpazar'da, Sağrıcılar Sokağı'nda olup kuzeye ve doğuya açılan iki kapısı vardır. Kuzeye bakan or tadaki cümle kapısının numarası l, Sağrıcılar tarafındaki doğuya açılan diğer kapının numarası 181dir. Bir kısım halk iki kelime arasında liyez.on yaparak "Yavuzer" demektedir.
Kubbesizdir. Cami'-i şerifin yapıldığı yer rivayete göre Fatih ordusunun barut ve cephane deposuymuş.
Bahçesinin batı tarafındaki sokağın içinde ve türbe duvarının tam arkasında şimdi akmayan metruk, harap büyük bir çeşmesi vardır ki Kırkçeşme suları nın belediye tarafından kesilmesi üzerine mahallece bir hayli uğraşılmış ol duğu halde "Vakıf suyu yoktur!" diye Terkos verilmemiştir. Mahalle ve civar halkı yıllard ır su sıkıntısı çekmektedir.
Sultan Hamid zamanında yaptırılan çeşmenin imlası bozuk olmakla beraber takındaki tarih kitabesi, bil hassa tarih beyti pek dikkate şayan olduğundan buraya alıyorum (sülüsle yazılmıştır):
Hadiya cevherle yazdım tarih-i bünyadını Himmet ile aktı taze çeşmeden tıb-ı zülal
Sakisi gırbası yoktur fi sebilillah sebil
Etmeyin gavga niza' hiç o da alsın sen de al, 1299.
Cami'-i şerifin doğu tarafında birinci pencerenin önünde, üzeri sonradan ka panmış kuyunun acı suyu 1949'da tulumba ile carni'-i şerifin içine (son cema at yerine) alınmış, abdest alma!< için de altı musluk takılm ıştır. Şimdi cami'-i şerifin imam ve hatipliğini yapan emekli başöğretmenlerden Hafız Şükrü Ka ya'nın çok himmetli çalışmasıyla meydana gelen bu hayra cemaatin verdiği paranın 400 lirayı bulduğunu yine fazıl imamın kendisinden öğreniyoruz.
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1675
Yavuz Er Sinan camı.ı. - Sa-grıcılar Camii1936'da (Encümen arşivinden)
.., .
... .·...-...... ...
1676
Revnakog-ıu·nun istanbu\'u
Yavuz Er Sinan, Unkapanı'ndaki kale kapısının nöbetçisiymiş. Onun ma nevi büyüklüğüne inananlar "Yavuz Er hakikaten er oğlu erdir. Yanın da kötü adam istemez, ahlakı bozuk kimseleri rüyada tokatlar, ıslah et mek maksadıyla da kuyuya sokup çı karır!" derler.
Cami'-i şerifin mihrabı önünde yeşil boyalı demir parmaklık içinde, baş lıksız talik yazılı, arkası kırık kitabe si şöyledir: "Hu Dost - Fatih Sultan Muhammed Han hazretlerinin kapı cılarından merhum Yavuz Er Sinan ruhıyıçun fatiha, 725?"
Not: Hadika'd aki ismi "$ağrıcılar Camii"dir; "Banisi Yavuz Er Sinan Çelebi'dir ki Ebü'l-Feth'in mir-alem ağalarındandır. Kabri dahi ondadır. Cami'-i mezblırun vakfına evladiy yet ve meşrutiyyet üzere olagelen lerden biri sahib-i tarih Seyyah Evli ya Hafız Mehmed Efendi'dir, tarih-i mezburunda yazmıştır. Mahallesi vardır:'
Bundan dolayıdır ki Yavuz Sinan Çe lebi'nin kabrini halkın bir kısmı Evli ya Çelebi'nin babası Derviş Mehmed Zılli'ye ait sanırlar.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nd en: "Yavuz Er Sinan Cami'-i şerifi: Bani si Ebü'l-Feth Sultan Muhammed Han'ın adamlarından ve bu hakirin ecda dındandır. Unkapanı'nın içeri yüzünde, $ağrıcıla r içinde kubbeli bir cami'-i şeriftir:·
Yavuz Er Sinan'ın ayak ucunda yeşile boyalı kısa bir taş. Başında dolama sa rık vardır. Bulvar açılırken eski yerinden buraya getirilmiştir. Halkın "Horoz Baba" diye tanıdığı bu zatın adı "Mehmed"dir, fakat taşına yazılmamış. Horoz gibi öterek Fatih'in askerini silah başına kaldırd ığı gibi bugün de sabah nama zına kalkamayanları duvarı vurup uyandırır. Sülüsle yazılmış tarihsiz kitabesi şudur: "Hüve'l-Baki - Fatih ile teşrif edip bu mahalde cam-ı şehadeti nuş eden merhum şehidin merkadi, ruh una fatiha"
Yavuz Er Sinan Camii- Sağrıcılar Camii (Konyalı arşivinden)
DOKUZU NCU GÜZERGAH 16n
Üçmihraplı Camii - l<azancılar Camii
Ragıp Gümüşpala Caddesi'nden biraz daha ilerlediğimizde yine sağda bu sefer Üçmihraplı Camii - l<azancı ar Camii'ni görüyoruz.(Yavuz Sinan Mahallesi. 551 ada, 6 parsel)_
Revnakoğlu, 5 Mayıs 1953'te "Güzide insan Kitapçı Raif Bey'i n lutf uyla görü lmüştü r" kaydı düştüğü Tôrih-i Osmôni'den (1335, s. 178) bu cami ni n ban isi Mevlana Hoca Hayreddi n'in kısa biyografisi ni not eder (105:166): Hızı r Bey'i n danişmendi bu lu nan bu zat, bazı med reselerde müderrisli k etmiş ve Fati h hazretleri ne de m uallimlikte bu lu nm uştu r. Fazıl, ed ip, kamil ve lebib, hoş-h uy, n ü ktedan ve na d ire-guy idi. İstan bu l'd a Hoca Hayred d i n Cami'-i şerifi ve Med resesi asar-ı hayriyyesindend ir. Fatih hazretlerinin eva hi r-i saltanat-ı seniyyelerinde azim-i m ü lk-i beka olm uşla rd ı r."
Camiye dair geniş bilgi Revnakoğlu dosyaları nda şöyled i r (48:87; 105:132-33)
Küçükpazar'dadır. İstanbul'da üç mihrabı olan tek camidir, "Kazancılar Ca mii" de derler. Fatih'in muallimlerinden Hoca Hayreddin Efendi namına yap tırıldı. Bir ismi de "Molla Hayreddin Camii'.'
Baştaki kubbeli mihrabın önünde yatan Hoca Hayreddin'in sanatlı güzel bir sülüs celisi ile yazılı baş taşı hakikaten görülmeye değer kıymette ... Orta mih rap Fatih'in, üçüncü mihrap Hoca Hayredd in'in gel i ni tarafınd an ilave olun muş. Kendisi de önünde yatıyor. Fakat kayınbabası Hoca Hayreddin Efendi ile ayn ı senede yani H. 880 tarihinde ölen gelinin mezar taşmda sadece "Hoca Hayreddin Efendi hazretlerinin gelini ve mihrab-ı salise sahibesi" denildiği için ismini bilm iyoruz.
Mihraplann üçü de vaktiyle kubbeli olarak yaptırılmış, büyük bir yangında kısmen yandıktan sonra yeniden meyda na getiril irken bugünkü çatı şekline çevrilmiştir.
Ca m inin haziresinde medfun bulunanlar arasında klasik musiki tarihimiz de "İkinci Farabi'' sayılan büyük ilahi bestekarı Zakirbaşı Foça lı Hatib Zakiri Hasan Efendi bul unuyor k i birçok ilahileri, tevşihleri, besteli temcidleri var. Bu caminin hat ipliğini yaptığ ı sırada Evliya Çelebimiz kend isinden ilahi meşk etmiş.
Revnakoğlu b ir başka notu n da yuka rı daki b ilgilere tekrar ed erken birkaç hususu daha ilave eder (105:56):
Kapıdan girince sağdaki birinci mihrap, Hoca Hayreddin'in gelininindir. Ya pılış tarihi bakımından üçüncüsü ve sonuncusudur. Yanındaki orta mihrap, Fatih'indir. Onun yanındaki yani soldan birinci mihrap da Hoca Hayreddin'in
1678 Revnakoğlu'nun lstanbu l'u
kendi binasıdır. Bu mihraplar üçü de kubbeli olarak yaptırılmış, fakat büyük bir yangında yandıktan sonra tamir olunurken kubbeler indirilmiş, yalnız Hoca Hayreddin Efendi'ye ait mihrabın kubbesi bırakılmıştır ki halen mev· cuttur. Kendisi bu kubbeli mihrabın yanındaki pencerenin önünde yatmakta· dır. Pek güzel, pek sanatlı bir celi ile yazılmış olan kıymettar kitabesi ne yazık tır ki en göze görünen yerinden aşağıya kadar boydan boya kırılmış, kabrin üzerine devrilmiş ve yıllardan beri de öylece bırakılmıştır.
üçmihraplı Ca mi haziresi(Konyalı arşivi}
DOKUZUNCU GÜZERGAH 1679
Revnakoğlu, bu caminin haziresinde medfun Zakirbaşı Foçalı Hatib Zakiri Hasan Efendi için şu bilgileriaktarır (312:20;172:255;105:45):
Hatib Zakiri Hasan Efendi, zamanının büyük musiki üstatlarındandır. Unka panı çevresinde Küçükpazar'da Fatih'in kendi hocalarından Molla Hayred din'i yaptırmış olduğu Üçmihraplı yahut Kazancılar Cami'-i şerifinin imam ve hatibiydi; müezzin bulunmad ığı zaman o vazifeyi kendisi görürdü. Kara gümrük'te Halvetiyye'nin Cemihiyye şubesine mensup Hazret-i Nureddin Asitanesi'ni n zakirbaşılığında bulundu. Evliya Çelebi, Hatib Zakiri'den bazı ilahiler geçmiştir, ondan meclubiyetle bahseder. Mustafa Itri de onun mek tebine mensuptu.
Hatib Zakiri aslen Foçalıdır. İstanbul'a gelip Halvetiyye tarikatına girmiştir. Füsııs şarihi Sofyalı Bali Baba halifelerinden Filibeli Nureddinzade'nin (Şeyh Mustafa Muslihüddin Efendi'nin) hizmetinde bulunup ondan himmet aldık tan sonra inkişaf etmiş ve büyük şöhret sahibi olmuştur. Musi kide üstadane kudretinden dolayı kendisine "Farabi-i Sani" derlerdi.
Topkapı Sarayı Bağdat Kütüphanesi'nde (402 nu marada kayıtlı) bi r ilahi mec muasında dini bestelerimizden birçok şuuller, ilahiler ve bunla rın arasın da salat-ı ümmiyye, saba salatı, cenaze salatı, cami'-i şerif naatları, bilhassa ltri'nin bilinen bayram tekbirleri güftesi, bestesi hep Zaki ri Hasan Efendi'ye ait gösterilmektedir. Kendisi Hicri 1032'de vefat etmiş, imam ve hatipliğinde bulunduğu Üçmihraplı Cami'-i şerifinin banisi Hoca Hayreddin Efendi'nin yanında yatıyorsa da taş konulmam ıştır.
Kendi mihrabının penceresi önünde, ortadan kırık, başlıksız, ustuvane şek l inde büyük mermer taş: "Hu - Ebü'l-Feth Sultan Muhammed Han hazret lerinin üstazlarından sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat merhum ve magfür Hoca Hayreddin hazretlerinin ruhuna el-fatiha, 880"
Yanında başlıklı, mistarlı, sülüs ile yazılmış küçük mermer taş, Hoca Hayred din'in gelinine aittir: "Hoca Hayreddin Efendi hazretleri n i n gel i ni ve mihrab-ı salis sahibesinin ruhuna lillahi el-fatiha, 880"
1680 Revnakoğlu'nun İstanburu
C. llkıray,bir yazısına "Eski Eserler istanbul'un imarına Mani Deği dir" başlığını koy muştu. Kör kazma, imar namına önüne çıkanı devirmişti.Yeni medeniyet, maziyle karşılaştığında onu tereddütsüz ortadan kaldıran bir kavrama dönüştü. Aksaray-Topkapı arasındaki güzergahta yer alan Tramvay Caddesi genişletilirken önüne çıkan tarihi mektep, çeşme, mescit, tekke yok edilmiş, Millet Caddesi adıyla bayındır İstanbul'u yeni devir böyle inşa etmişti.1957 yılı, bu güzergahıntarihini otuz küsur kadar ese riyle alıp götürdü. Muallim Cevdet, eski Tramvay Caddesi yeni Millet Caddesi'ne dönüşürken birkaç eserin başına gelenleri yazarken aslında şehri o devirde istila eden yeni yazgıyı anlatıyordu (105:38):
Aksaray'da Topkapı'ya giden cadde üzerinde, Selçuk Sultan Caıni'-i şerifi ile Şirmend Cami'-i şerifi hazi resi, daha ileride Fatih devri gazilerinden Sarı Musa Cami'-i şerifinin önünde il. Sultan Mahmud'un pek müzeyYen ve muh teşem bir çeşmesi vardır.
Şirmend Caıni'-i şerifinin haziresinin üçte iJ<isi, San Musa Cami'-i şerifinin tamamı ve haziresinin de onda üçü yıkLlmıştLr; kitabeleri, zi-kıymet taşları kaldırılmış, on bin lira masrafla yapılmasına imkan olmayacak kadar nefis mermerlerden inşa edilmiş olan ve iki bilek kalınlığında su akıtan bu çeşme baştan başa tahrip olunmuştur...
Aksaray - Top kapı güzergahında ele alınacak envanterin mühim bir kısmı artık ye rinde değildir.
ONUNCU GÜZERGAH 1683
Tol<mal<h Dede Tel<lcesi - Hamidiye Tel<l<esi
Afcsaray Meydanı'ndan Turgut Özal Millet Caddesi' ne yönelip sola dönen Namık Kemal Caddesi'ne giriyoruz. Caddenin sol tarafında, 6 numaralı binanın olduğu yerde Tokmaklı Dede Tekkesi- Hamidiye Tekkesi vardı. (Aksaray Mahallesi, 863 ada, 43 parsel)
1960'lara kadar eski bir İstanbul mahallesi olan Aksaray,bugün tarihsiz,mazisiz bir neslin hayat merkezlerinden biri haline geldi. Kendi kadim saki nlerini kaybeden şehrin birçok mahal esi Aksaray'la aynıtalihi yaşad ı.Her halde Beyazıt, Vefa, l<umkapı bu zümredend ir. Ticarileşen yeni nizam, taşralaşan mahalle, betonlaşan binalar ve zevksizleşen cemiyet, İstanbul'u şekillendirdi hürmetsizce, hoyratça ...
Tekkenin bulunduğu bu semt, BostancıbaşıAbdullahAğa Mahallesi'nde Cellatçeşmesi adıyla maruftu.TokmaklıDede, burada bulunan (227:8) "etrafı duvarla çevrili,üstü açık, eskide n kalma bir türbe" de medfundu. Türbe daha sonra, 1309 Cemaziyelahirinde (Ocak 1892) tekkeye çevrilmişti(130:199) "Cellatçeşmesi'ndeki Tokmaklıİbrahim Baba Tekkesişeyhi Ekrem Efendi,türbenin üstüne kargir güzel bir tekkeyi kendi kesesinden yaptırmış ve vakfetmişti." Şimdi bulunmayan tekken in alt tarafındaki bostanın adı da Ayverdi haritasında ''Tokmaklı Bostan"dı. Asıl ismi ve mahiyeti meçhul kalmı.ş bir sima olarak yatırı bulunan Tokmak Baba ve türbesi etrafında hayat bulan tekke, bugün yıkılmış, üzerinde yükselen binanın zemininde kaybolmuş gitmiştir.
Muhyiddin Efendi,tomarında burası için (85:89) "Aksaray kurbünde, Cellatçeşmesi'nde olup Rifa'iyye'den Sayyadiyye kolundandır; Hamidiye Tekkeside derler" demişti.
Tekkenin ilk ve son şeyhi Mehmed Ekrem Efendi,tapu da iresi siyakat yazısı mü tehassıstarındandı,burada salı akşamları Rifü'iyye'den ay n-işerif icra ediyordu.
17 saat süren Aksaray yangını, 23 Temmuz 1911'de (Rumi 10 Temmuz 1327) bir pazar günü çıkmış, Mercan, Beyazıt, Kaska, Yenikapı, Langa'yı etki em iş, 2400 evi, 3000 dükkanı birçok tarihieserle beraber yo k etmişti. Tekke de bu büyük Aksaray yangı nında yandı. Revnakoğlu, tekkenin yerini ve kendi dönem indeki vaziyetini (85:89) "Yedikule tramvay durak yerindeki Çakır Ağa Cami'-i şerifinin biraz sağ ilerisinde tramvay deposunun karşısında olup tevh'idhanesi üst kattaydı,şimdi yerine evler yaptırılmıştır" şeklindetarif eder.Bir başka dosyada şu notlar yer alır(130:199):
CeJJatçeşmesi'ndeki Tokmaklı İbrahim Baba Tekkesi şeyhi Ekrem Efendi, tür benin üstüne kargir güzel bir tekkeyi kendi kesesi nden yaptırmış ve vakf et miştir. Rifa'iyye'nin Sayyadiyye kolundan Ekrem Efendi, Defterhane nezareti kayıt kalemi mukayyitlerindendi. Ve oğlu Cem il Efendi aynı kalemde me murdu, taükatle bir ilgisi yoktu; vakıflar cabiliğini bildiği için v;ıkıfların şeha-
1684 Revnakoğlu'nun istanbul'u
detlerini ve mahlu- lünü kolaylıkla bulur ve ona göre defterini çıkartırdı.
Tarihçi Kemal Bey'in Görüp İşitliklerim'd e (s.73) hatt-ı siyakat mü tehassıslarında n bahsedilirken Ka-
ragümrüklü mer- hum Hattat Sala haddin Bey'in ve Şeyh Ekrem Efendi merhumun isimleri geçmektedir.
Yukarıdak imetne "Sayyadllerde nukaba, nüceba yoktur,hepsine birden çavuş der ler ve "çaviş" yazarlar" notu ekleyen Revnakoğlu'da Şeyh Mehmed Ekrem Bey ve tekkesinin zakir eri için rastladığımız bi gi şöyleydi (85:85):
Şeyh Seyyid Mehmed Ekrem Efendi, Rifa'iyye'den ve Defterhane mütehassıs ketebesindendir . Hilafeti dışarıdandır. Tekkenin ilk ve son şeyhidir. İşlemeli Kadiri tacı na benzeyen elifi bir taç üzerine siyah destar sarardı. Orta boylu, kara sakallı, güzel yüzlü bir zattı. Defterhanede tapu işlerindeki bilgisi ile ta nınmış ve sevilmişti. Meşrutiyet'in ikinci yılındaki büyük yangına kadar bu rada icra-yı meşihat eyledi, bir müddet sonra da göçtü.
Zakirbaşılık eden zevat: Yine Defterhane ketebesinden ve Üsküdar Rifü'i Asi ta nesi hulefasından Üsküdarlı Bekçizade Rıza Bey merhum (babası mahalle bekçisi olduğundan Bekçizade diye maruftur. Rifü'i Asitanesi şeyhi Abdur rahman Tevfik Efendi'den müstahleftir ve Dellal Osman Efendi'ni n çırakla rındandır) Debbağlar Tekkesi'nde otururdu.
Meşhur Zakir Şeyh Hulusi Efendi.
Haydarihane şeyhi HakkJ Efendi de reislik ederdi.
Son olarak Revnakoğlu, tekkenin vakfiyesini Muhyiddin Efendi'nintomarından iktibas eder (85:86-88):
İstanbul'da Aksaray kurbünde Cellatçeşmesi'nde Bostancıbaşı Abdullah Ağa Mahallesi'nde mazinne-i kiramdan Tokmakçı Dede (taşlı ve yazılı mezarı vardır) nam zatın türbedarlığıyla müceddeden inşa olunan tekkenin meşi hat cihetinin uhdesine tevcihini müsted'i es-Seyyid Mehmed Ekrem Efend i tarafından verilen arzuhal üzerine tedkikat-ı kaydiyye lede'l-icra mumaileyh
Revnakoğlu'nun hattı güzel
tekke dosyas ı başlıklarından "Tokmaklı Dede Tekkesi''ne ait olanı (85:84)
ONUNCU GÜZERGA H 1685
es-Seyyid Mehmed Ekrem Efendi'nin H.1309 tarihiyle müverrah ve mukay yed olan vakfiyesi hükmünce İstanbul'da Aksaray kurbünde Cellatçeşmesi nam mahalde Bostancıbaşı Abdullah Ağa Mahallesi'nde mazinne-i kiram dan Tokmaklı Dede nam zatın medfun olduğu ve etrafı duvar ile muhat tür besinin kadim ve kati türbedarlan olmadığından türbe-i mezklıre duvarı da hilinde malından hare ve sarfla müceddeden bina ve inşa eylediği bir bab oda ve tevhidhane tekke ittihaz olunarak derununda geceleri tarikat-i aliy ye-i Rifa'iyye ayini icra olunmak üzere bir zat şeyh ve türbedar ve nuklıd-ı mevkufesi nemasından senevi 120 kuruş vazife tayin olunmuş ve tevliyet va zifesi de senevi 40 kuruş ve zikrolunan tevliyet ve meşihat ve türbedarlıkta vazife-i mersfımeleriyle hayatta oldukça nefsine badehu evladının ve evlad-ı evlfıdının züklırundan ekber ve aslah ve erşed ve salah-ı hali nümayan olanı na meşrlıt olup ekber evlad-ı evlad-ı evladının zükfırundan evsaf-ı mezklıre ile mevslıf kimse bulunmaz ise medine-i Halep'te mukim tarikat-i aliyye-i Rifa'iyye meşayihinden Şeyh Ebü'l-Vefa Efendi'nin postnişini bulundukları tekkede şeyh bulunan zatın reyiyle ehil ve erbab bir şeyh tayin ile zikrolunan tevliyet ve türbedarlığa mutasarrıf olması meşrut olup bu cihetlerden ancak senevi 40 kuruş vazife He tevliyeti ber-mılceb- i vakfiyye müceddeden kayıt ile 1309 senesi Cemaziyelahirinin altıncı gününde mumaileyh es-Seyyid Meh med Ekrem Efendi'ye meşrutiyyet üzere tevcih olunduğu kayden anlaşılıp meşihat ve türbedarlık cihetlerinin henüz tevcihi icra olunmadığı cihat kale minden muhrec derkenarından ve meşihat-i mezkfırenin vakıf-ı mumaileyhe tevcihi tensip kılındığı Meclis-i Meşayih'in mazbatasından nümayan olunan ilam ve işaret-i şeyhülislami ile mucebince tevcih ve 1312senesi Saferinin be şinci günü beratı verilmiştir.
1686 Revnakoğlu'nun istanbu l'u
Oğlanlar Tekkesi - GavsiTekkesi
Millet Caddesi'ne dönüyoruz. Millet Caddesi'nde, şimdi solda 5 numaralı bina ile aynı hizada, caddenin tam ortasında Oğlanlar Tekkesi vardı.
1956 Eylülünde Millet Caddesi'nin açılması çalışmaları sebebiyle genişletilen yolun içinde kalacağı hesap edi erek tekke yıkı ıyor,sadece tekkenin bitişiğindeki"Aksaray Oğlanlar Tekkesi Sebili" adıyla maruf seb il parça parça yakınındaki Murad Paşa Camii'ninavlusuna taşınıyordu. 5 Eylül1956 tarihliYeni Sabah'ta, 9 Eylül1956 tarihli Vatan'da Oğlanlar Tekkesi'nin yıkılırken çekilen fotoğrafları görülüyordu.
Tekkenin başına gelenler Revnakoğlu'nu müteessir etmiş,son ziyaretinde vaziyeti Şinasi Akbatu'nun fotoğraf makinesinin kadrajına tekke kapısına canı haylisıkkın yaslanmış halde girmişti.Akbatu'nun bu fotoğrafı Necdet İşli'nin arşiv indedir.Necdet İşli'nin anlattığına göre, Revnakoğlu bu fotoğrafıçeken Şinasi Akbatu'ya "Kahrotsunlar! Öleydim de bunu görmeyeydim!" demiş. İşli, Revnakoğlu'nun ağladığını ve duvara daya nmasa yere düşecek hale girdiğini de Akbatu'dan nakleder.Revnakoğlu, sonra Aksaray'a inip bir kahvehanede dinlenip kendine gelmiş...
Revnakoğlu, Oğlanlar Tekkesiyıkılırken İstanbul'un iç ve dış tarihinde ehemmiyetli gördüğü bu tekke hakkında İstanbulMezarlıklar Müdürlüğüne 1956'da bir dilekçe yazar.Dilekçede tekkenin tarihi anlatılıyor,yıkılmada n evvel tekkenin uygun bir yere naklininlüzumu bilhassa talep ediliyordu (95:2):
Revnakoğlu, Oğlanlar Tekkesi yıkı madan hemen önce tekkenin cümle kapısına mahzun dayanmış halde
ONUNCU GÜZERGA H 1687
5 Eylül Yeni Sabah gazetesiyle 9 Eylül Vatan gazetesinde Londra Asfaltı'nm açılması münasebetiyle son günlerde yıktırılmakta olan Cerrahpaşa Cadde si'nin başında (Şehzadebaşı'nda halkın "Acemoğlu Hamamı" diye bildiği Ace mioğlanlar Hamamı da bu çocuklar için yaptırılmıştı), Aksaray Karakolu'nun bitişiğindeki tarihi Oğlanlar Tekkesi'nin bir münasip yere naklini ve yeni den ihyasını teklif eden iki isabetli yazıyı, tekkenin türbesinde yatan mühim şahsiyetler itibarıyla müdürlüğümüzce ilgili bulduğumdan bu hususta bazı malumat arz etmeyi faydalı ve lüzumlu buldum.
Yeni Sabah'ta çıkan ve tekkeyi yıktırılırken tesbit eden resmin altında bina nın alt kısmında yatan Yakup Ağa için "Fatih'in sekbanbaşısı" demesi doğru olmakla beraber, devşirme usulü ile toplattırılıp getirilen acemi oğlanların terbiye, teslik ve tedrisi için yaptırmış olduğu Oğlanlar - Olanlar Tekkesi'nin başına bir de "genç" kelimesini koyarak "Genç Oğlanlar Tekkesi" şeklinde tarihin tanımadığı bir isim ortaya çıkarması tabiatıyla asılsızdır, uydurmadır.
Yatan gazetesinde ise "Tekkenin türbesinde 18 Sekbanlar'dan bazısı medfun bulunmaktadır" denilmesi büsbütün yanlıştır. Türbede yatanlardan sekban lıkla alakası bulunan sadece Fatih'in sekbanbaşısı Yakup Ağa'dır ki Oğlanlar Kışlası halindeki bu tekkeyi, içindeki mescidi ve Beyazıt'ta Hasan Paşa Fırını arkasındaki dar sokağın içindeki cami'-i şerifi yaptırmış, kendisi de "Oldu Ya'kub vasıl-ı dar-ı na'im" mısraının gösterdiği 866 Hicri yılında göçmüştür.
Türbede medfun bulunan bir mühim şahsiyet de diğer isimleriyle "Gavsi" ve "Cism-i Latif" olan, bu dergahın 40 seneye yakın bir zaman şeyhliğinde bulu- nan büyük sofilerden ve Hamzaviyye ricalinden "Oğlanlar" veya ''Hamzaviler şeyhi" diye tanınmış, meşhur "Dil ü Dana" kasidesinin sahibi Aksarayi Şeyh İbrahim Efendi'dir ki Sohbetname'siyle maruf olan halifelerinden Sunullah Gaybi kendisi kadar şöhret yapmıştır.
Seyyid Nizamzade Seyyid Seyfullah'ın halifelerinden Hakikizade Şeyh Os man Efendi'den teslik ve terbiye görerek ondan hilafet alıp irşada mezun olan İbrahim Efendi, fetihten sonra İstanbul'un ilk müstakil tekkelerinden biri olan burada 40 seneye yakın irşat vazifesinde bulunduktan sonra muazzam şöhret ve tesirler bırakarak "Cennet olsun makamın İbrahim" mısraının ta rihlediği 1065 Rebiülevvelinde Hakk'a intikal etmiş ve tekkesinin türbesine gömülmüştür, bani Yakup Ağa'dan sonra burasının ikinci medfunudur. Şey hin vefatı tarihi Müstakimzade'nin Esrar-ı Melamiyye'sinde 1060'ta ve bazı menbalarda 1055- 1066 yıllarında gösteriliyorsa da Uşşakizade Seyyid İbra him Hasib Efendi'nin Zeyl-i Zeyl-i Şakdyık'ında 1065'tir, doğrusu da budur, sandukasının önünde okuduğumuz manzum kitabede bu tarihi buluyoruz.
Tekkeyi, mescidi yeni baştan ihya eden ve 1184'te ölen Şeyh Mehmed Efendi
1688 Revnakoğlu'nun istanbul'u
ile 1273 Saferinde vefat eden feriklerden Sakız muhafızı Karslı Yusuf Paşa da bu türbede yatıyorlar. Geriye kalan dört sanduka Şeyh İbrahim ve Şeyh Meh med Efendilerden sonra irşat mevkiinde vazife görmüş arif kişilerden bazı zevata ve onların ailesine aittir.
Yanındaki muhteşem kitabeli çeşme ile beraber dış yüzü tamamıyla mermer kaplı bulunan bu türbenin daha mühim, daha orijinal tarafı da içinin sonra dan göz alıcı büyük bir sebil haline getirilmiş olmasıdır.
Çok yüksekte istifli ve çevrili kuşak şeklinde olduğu içi n güçlükle tesbit ede bildiğim kitabesinde okunduğuna göre, Abbas Paşa'nın zevcesi ve İlhami Pa şa'nın validesi Mehveş Hanım tarafından 1287'de meydana getirilen, her ba kımdan pek çok kıymeti olan bu mühim eser bu şekilde içi mükemmel bir sebil, dışı taş kubbeli, dört mermer sütunlu, dört büyük pencereli ve demi r şebekeli büyük bir türbe olarak İstanbul'da tek binadır. Yanında saçak altın dan başlayarak aynaya kadar inen nefis talik yazılı mütenazır kitabesi ve et rafının tezyinatıyla estetik milli abide gibi duran büyük çeşme de başlı başına ayrı bir kıymet taşımaktadır.
Binaenaleyh her iki gazeteni n de pek yerinde olarak yaptıkları teklif gibi bun ları şekil ve hüviyetleri ni bozmadan yine aynı çevrede münasip görülecek bir
Fotoğrafta sağdaki ilk yapıAksaray Karakolu, onun yanındaki yüksek yapı Oğlanlar Tekkesi
ONUNCU GUZERGA H 1689
yere nakletmenin milli ve bedii tarihimize çok hayırlı ve unutulmayacak bir hizmet olacağından maruzatımızın Vakıflar ve Müzeler Müdürlüğüne yük sek makamınızın delaletleriyle ayrı ayn bildirilmesini İstanbulumuzun iç ta rihi namına hürmet ve ehemmiyetle rica ederim. 12 Eylül 1956.
Kitabeler ve Arşiv Uzmanı Cemaleddin Server
Tekkeden kalabilen, Murad Paşa Camii avlusuna aktarılabilen yegane unsur,Oğlanlar Tekkesi Sebili- Mehveş Hanım Sebili'ydi. Revnakoğlu sebilin taşınmadan hemen önce kitabesini tesbit etmiş, "Sebilin ve cümle kapısının arkasındaki tevhldhanenin, selamlığın parça parça yıktırıldığıgünlerden biri,8 Eylül 1956, cumartesi" kaydıyla şunları yazmıştı müsveddelerine (95:256-57):
Aksaray Oğlanlar Tekkesi Sebili
Çeşmeye bitişik cümle kapısının solundadır. Kapının sağındaki mükellef çeş me ile bi rlikte ön yüzü baştan başa düz beyaz mermer kaplıdır. İç kısmı tür be ve haricen sebil olarak yaptırılmış İstanbul'da yegane eserdir, bilhasssa bu noktadan pek orijinaldir.
Caddeye bakan cephesinde üç metre genişliğinde, altı metre uzunluğunda gösterişli iki büyük penceresi, yanlarda ise aynı uzunlukta biraz daha dar bi rer köşe penceresi vardır. Bu dört pencerenin hepsi de oymalı, dökme şebe kelerle ihtişamb bir şekilde süslendirilmiştir.
Öndeki iki büyük pencerenin üst ortasına ve yan kenarlanna aynı şekilde aynı hizada ara ile konulmuş üç büyük Eşrefi gülü sebilin bu kısmına hakika ten ayn bir ziynet ve hususiyet vermektedir.
Sağ baştaki dar yüzl ü köşe penceresi üstünden başlayarak öbür baştaki diğer köşe penceresi nin üstüne kadar kuşak yazısı halinde uzanan al tı beyitlik ki tabesi güzel bir nesih ile yazılmış ve beyitler pencerelerin üstüne taksim edil miştir. İstanbul Sebilleri'nde tarih beytinden yalnız son mısraınm yazıldığını görüyoruz. (s. 59)
Üstünde tekke binası olmakla beraber çatısı içeriden taş kubbe şeklinde ya pılmıştır. Ve bu taş kubbe pencerelere mütenazır bulunan arka duvarın önün deki sırayla duran dört büyük sütun üzerine tutturulmuştur. Her dört pence renin altında su verilecek yeri vardır.
Türbenin dört önde, beş arkada dokuz medfunu vardır. Arkada sağbaşta Kars
lıYusuf Paşa'ya ait yüksek taş mezardan başka diğerleri hepsi sandukalıdır.
İçi sebil, dışı türbe olan mezarlar ve yanındaki çeşme bir müddet için bıra kılmıştı. Bunlar da aralık aymm başında parça parça kaldırılıp Murad Paşa Camii'ne intikal edildi.
1690 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Revnakoğlu'nın temcidlerle ilgili bir yazısına düştüğü bir notta Murad Paşa Camii'n den önce tekkenin bazı parçalarının uzun süre Pertevniyal Valide Camii avlusunda kaldığıbelirtilir (312:22-23):
Ne yazıktır ki bu dergah-ı şerifin baştan başa mermer kaplı mükellef türbe sinde yatan Hamzaviyye ricalinden, Dil ü Dana müellifi Oğlanlar Şeyhi İb rahim Efendi'nin son istimlaklarda yıktırılan tarihi türbesi aradan uzun yıllar geçtiği halde hala yaptırılama mış ve İbrahim Efendi'nin o günlerde yerinden alınan, belki de alınmayan kemik parçaları 1956'dan beri münasip bir yere
gömülmem iş, türbenin kıymetli kitabeleri, nakışlı taşları Aksaray'da Pertev niyal Valide Sultan Cam i'-i şerifi avlusuna atılmıştır. Kitabe kırıkla rından, taş parçalarından meydana gelen ve ayaklar altına serilen bu sergi, hala avluda kaderini beklemektedir.
Sebil,Murad Paşa Camii'ne taşınırken kitabeleri bir hayli hasar görmüş ve kırılmıştı. Bugün için okunamayan kısımla rı mevcut olan bu sebilin kitabeleri Revnakoğlu tarafından tam tesbit edilmişti (95:258):
Sağ başta, küçük köşe penceresinin üstünde:
Fazl-ı Hak 'la etti M ehveş Hanım ihya bir sebil Yaptı bu dergah için ra'na vü a'la bir sebil
Oğlanlar Tekkesi y ıkılırken (Encümen arşivinden)
ONUNCU GÜZERGAH 1691
Önde, sağ pencerenin üstünde yan yana iki beyit olarak:
Zevcidir ol Mehveş'in Abbas Paşa-yı şehir Behr-i iskd Nil-asa etti icra bir sebil
''Küllü şey'in hayy'' buyurmuş ma ile Hrılld k-ı küll Eylemez mi teşneganı şad u irva bir sebfl
Sol bitişiğindeki büyük pencerenin üstünde yine iki beyit halinde:
Hem "veenzelna"buyurmuş miı için rabbü's-scmfı Yaptı ol hayrii'n-nisd da böyle zibtl bir sebil
Çiin "sekalwm rabbıılıum" nazm-ı celilinden edip İktibfıs-ı feyz-i Hak'la vrız' ııinşa bir sebil
Yanında sol başı teşkil eden son köşe penceresinin üstünde tarih beyti:
İçti suyu söyledi Nacim dahi tarth-i tam Mader-i İlhcimt Paşa yaptı ra'nd bir sebfl (Rakarnla tarih konulmaımştıı; 1287)
Bugün Murad Paşa Camii avlusunda olan Oğlanlar Tekkesi Çeşmesi hakkında tavsif ve kitabe metni de Revnakoğlu notlarına akseder (95:259):
Aksaray - Oğlanlar Tekkesi Çeşmesi
Cümle kapısının sağına bitişiktir. Solundaki büyük sebil - türbe ile birlikte ön yüzü baştan başa mermer kaplıd ır. Yukarıda saçak altından başlayarak çeş menin ayna taşına kadar iki yandan ve ortadan karşılıklı olarak gelen arma şeklinde istiflenmiş pek nefis bir sülüsle meydana getirilmiş; su akıtmanın, hayır yapmanın faziletlerine ve suyun ehemmiyetine dair üç ayet ve bir ha dis-i şeriften sonra pek güzel bir talik yazı iJe:
Piı.dişahan-ı şelıldan aşkına ey Kirdigar
Nıi.ş eden bu çeşmeden olsuıı miidfı111fı neş'edar Tam tfırilıi111 dahi şiıydn-ı istihsdıı ola
Oldu bu dergah ile ra'na vü zib!ı çeşınesfu; 1291.
Ayna taşının ortasındaki "Hayrü'l-mal ma infeka f1 sebllillah" hadis-i şerifi Hafız Ahmed es-Sünbüli ketebesini haizdir.
Had/ka, mescidin ve tekkenin banisi Ya kup Ağa'nın 111. Ahmed döneminde yeni lenen mezar taşında dönem in şairlerinden Na't 'nin manzumesinin yer aldığını söyler (95:254):
1692 Revnakoğtu'nuıı istanbu l'u
Siihibü'l-hayrat-ı in dergah kim Hazret-i Yakup Ağa tab'-ı kerim
Ya'ni ser-sekbtt.11-ı asr-ı Bii'l-fetJı Siılik-i ralı-ı ltüdii-yı müstakim
Yaptı zikrullah için bu tekyeyi Ede Mevla niıil-i ecr-i azim
Kudsiyiin Na'ti dedi tarihini
Oldu Yakup vasil-ı mısr-ı 11a'lın, 866.
Yukarıda kitabe metni veri en mezar taşı yeni lenmişti.Revnakoğlu 1956'da yazdığıdilekçede tekkenin banisi ve Fatih'in sekbanbaş ılarından Yakup Ağa'nın türbedeki son mezar şahidesinde artık "Cennet-mekan Ebü'l-feth Sultan Mehmed Han hazretlerinin sekbanbaş ısı bu dergah- ı şerifin banisi olan merhum ve magfOrun leh Yakup Ağa hazretlerinin rOhıyıçun el-fatiha, 866" yazdığını söyler.Son kitabe buydu.
Oğlanlar Tekkesi'nin şeyhlerinin tesbit edi lebilenleri şu şahsiyetlerdi:
Tekkenin Ya kup Ağa'dan sonraki uzun devresi meçhuldür.1665'te vefat eden Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'yle beraber Melami-Halveti neşe ile tekke yeniden uyandırılır. Meclis-i Meşayih reisi ve Tophane KadiriTekkesi şeyhi Muhyiddin Efendi'ninyazma Mô-Hasal (s.403) adlıeserinden Revnakoğluaşağıdaki iktibası yapar (200:153,155):
Şeyh İbrahim Efendi, "Oğlanlar Şeyhi" denmekle meşhurdur. Eğridere'den İs tanbul'a gelip Eğrikapı dahilinde Hakikizade Osman Efendi'den biat ve hilafet ve Aksaray'da Sekbanbaşı Yakup Ağa Tekkesi'nde postnişin iken H.1065 ta rihinde intikal ederek sahasında defnolundu. Talat! Hüseyin Efendi şu tarihi söyledi: "Cennet olsun makamın İbrahi m:' (İbrahim, elifsiz olacak)
"Oğlanlar Şeyhi'; sahibü't-tercüme olan bu Şeyh İbrahim Efendi'dir; "Oğlan Şeyh': İsmail Maşuki'dir, zira hadaset-i sinninde şeref-yab-ı hilafet olduğun dan telakkuptur. Fe-amma sahi bü't-tercüme Şeyh İbrahim Efendi ise sebeb-i telk'ibi hadisü's-sinn olanlara telkln-i zikr edip derviş eylediği içindir. Haki kat-i maarifi cami divan-ı şerifleri vardır.
Oğlanlar Tekkesi Çeşmesi, Murad Paşa Camii'ne taşınmadan önce (Konyalı arşivinden)
ONUNCU GUZERGAH 1693
Oğlanlar
Tekkesi Çeşmesi (Encümen arşivinden)
Yukarıdaki iktibasa Revnakoğlu'nun ilavesi şöyledir (200:155):
Aslen Eğriderelidir. Pederinden kendisine kalan bin lira ile İstanbul'a gelmiş, "İki sakimden bir müstakim çıkar" diyerek bu defa da Eğrikapı'ya gelerek İs tanbul'daki hemşehrilerinden birinin delaletiyle tarik-i Halvetiyye'den Şeyh Osman Efendi'ye teslim olmuş ve yedi sene hizm etinde bulunmuştur. Silsi
Ienamesine göre Bayramiyye'nin Dede Ömer Sikkini kolundan Vizeli şeyh efendiden istihlaf olunmuştur.
Zaman zaman biyografisi Oğlan Şeyh İsmail Maşuki ile karıştırılan Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'den sonra posta Cism-i Latif İsmail Efendi geçer (95:254):
Cism-i Latif: Bu zat Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi'den sonra bu tekkeye şeyh olmuştur. Aksaray'da Hüseyin Ağa Cami'-i şerifi imamı Mehmed Efendi'nin mahdumu olup Aksaray Tekkesi şeyhidir. İlm-i tıbb tahsil ederdi, ulemadan bir pir idi. 1106 Saferinde rıhlet ile Merkez Efendi zaviyesine defnedildi.
Revnakoğlu, yukarıda iktibasın kaynağıMuhyiddin Efendi'ye itiraz ederek "Bu zat, Erdebilizade Şeyh Ahmed' den inabe etmiş ve Şeyh Hüseyin Evhadl'den de istihlaf olunmuştur.Şeyhinin yanında medfundur" der.
Oğlanlar Şeyhi'nin 1655'te vefatından Mehmed Veys-i Remzi'nin H.1270 (1853-54) tarihinde şeyhliğe tayinine kadarki devre kayıtlara girmemiş görülür.19.yy'ın ikinci yarısında tekke "Veysi" mahlaslıMehmed Veys-i Remzi ile yeniden uyandırılır (95:144):
1694 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Şeyh Mehmed Veys-i Remzi Efendi: Sultan Aziz'in şeyhi olduğu söylenilen bu zatın Ali Suavi vakasıyla alakası bulunduğu sanılır.Kendisine Bursa'da Cel vetiyye'den ayrıca icaze verilmiştir. 19 Kanun-ı sani 1300'de (31 Ocak 1885) Bebek ile Kandilli arasında şilep vapurlarından birinin çarpmasıyla denize düşmüş ve boğulmuştur. Cesedi vakadan iki aya yakın bir zaman sonra Sa rayburnu'ndan çıkarılıp dergaha getirilmiş, ayakkabılarından ve parmağının arasındaki benden tanınmıştır: "Şeyh Veysi derya-yı aşka oldu gark" (H.1302)
Revnakoğlu, Veys Efendi'nin aile efradına dair Eyüp - Bahariye'de birkaç mezar tesbit eder (95:182-83):
Mehmed Veys-i Rem i'nin
tekkede uygunsuz kimselerin
bulunmadığını ifade eden arzı (95:7)
Şehitlik'te, Kemaleddin Sami Paşa'nın merkadinden Bahariye'ye doğru biraz aşağıda, caddeye bakan harap büyük parmaklık içinde. Başrnda Kadiri tacı, yazısı talik, eğri mistarlı beyaz mermer ayak şahidesi:
Ya Hu - La ilahe illallah M uhammedün resulullah
Necl-i pak-i Kaygulu Şeyh Veys Efendi ah Guş edip sırr-ı hitiıb-ı irci'iyi nagehan
Terk edip on altı yaşında bu tengnayı heman Azm için dar-ı bekaya kıldı damen der-miyiııı
Pekfatf n nazük-şi'ar idi ve hem bir ehl-i hdl Eyledi bad-ı ecel gül -gonce-i ömrin hazan
Hdnkah-ı Şeyh Olanlar Kutb İbrahim'de hem Hidmet-i aşkı edip tekmil bekaya attı can
Cevheri tarih oku seb'ü'l-mesiıni rühuna
Hü deyip Halil Efendi cennete oldu revan, 1282.
ONUNCU GÜZER GA H 1695
Oğlanlar Tekkesi ve Sebiliyıkılırken (Encümen arşivinden)
Müstatllü'ş-şekl, uzunlamasın a, talik olunmuş, kaim çizgi ile ortadan ikiye ayrılmış, beyaz mistarlı, talik yazılı uzun tercüme-i hal kitabesi caddeye nazır, parmaklık yüzünde sıkıca merbut:
Kayguluzade Halil Efendi'nin tercüme-i halidir: Merhum müşarünileyh Mu hammediyye-i Sani (Hadi'l-Uşşak) müellifi ve on iki bin nutk-ı alisi olan Bur sevi Kutbu'l-arifin, Gavsü'l-vasılin Kaygulu Şeyh Halil Efendi hazretlerinin Aksaray'da Kutbu'l-arifin İbrahim Efendi hazretlerinin hankah -ı şerifi post nişini bulunan hafidleri kıbletü's-salikin ve mürşidü'l-vasılin Şeyh Mehmed Veys-i Remzi Efendi hazretlerinin necl-i alileri olup merhum müşarünileyh Halil Efendi iki yaşından beri Sakız muhafızı merhum Karslı Yusuf Paşa ko nağında evlad-ı maneviyye makamında sakin ve on altı yaşında iken 1282 senesi Rebüiülahirinin gurresi perşembe akşamı terk-i alem-i fani etmiştir. Merhum müşarünileyh sülale-i Hazret-i Veys el-Karani olduğu cihetle muk teza-yı maye-i asliyyesi gayet arif ve taki bir dürdane-i ali olup bu sinninde sa likan kendisinden istiföde-i esrar- ı maneviyye eder idi, kuddise esraruhu'l-ali, gurre-i Rebiülahir 1283"
Fatma Bacı (95:183): Göğsünde Kadiri gülü: "Ya Hı1 - La ilahe illallah Mu hammedün resulullah - Merhum Sakız muhafızı Karslı Yusuf Paşa'nın hali lesi, tarikat-ı aliyye-i Celvetiyye usul-i şerefiyye, süluk-ı Veysiyye'den Kay guluzade Şeyh Mehmed Veys Efendi'nin muhibbelerinden Fatma Bacı'nın ruhuna el-fatiha, 23 Rebiülevvel 1282"
1696 Revnakoğlu"nun istanburu
'3S'/z SZ..
Yusuf Paşa haf idi merhume Fatma Harum'ın tercüme-i halid ir: "İşbu mer hum Sakız muharebesinde cezire-i mezkure muhafızı bulunarak yedi sene merhume-i mumaileyha ile beraber muhasarada kalıp ibraz ve isbat-ı şecaat etmiş olan ve Aksaray'da kain Olanlar Dergah-ı şerifinde vaki Kutbu'l-arifin Şeyh İbrahim Efendimiz hazretlerinin türbe-i şerifeleri nezdinde medfun bulunan Gazi Karslı Yusuf Paşa'nın halile-i muhteremeleri olup merhuıne-i mumaileyha dergah-ı şerif-i mezkurun bacılarından ve kemal-i zühd ü takva ile mütehallika olup sinni yetmiş sekize baliğ olduğu halde 1282 senesi Re biülevvelinin yirmi üçüncü çarşamba akşamı Fatma Bacı azime-i dar-ı cinan olmuştur. Ve nezdinde medfun Kayguluzade Halil Efendi, terbiye-kerde-i aguş-ı muhabbet-i maneviyyesidir. Rahmetullahi aleyha. 23 Rebiülevvel 1283.
Ayak şahidesininin göğsünde gül: "Ya Hu - Aksaray'da Olanlar Dergah-ı şeri fi postnişini Kayguluzade Şeyh Veys Efendi'nin mahdumu Hüsnü Efendi'nin kerimesi İhsan Hanım'ın ruhuna el-fatiha, 1282"
Kayguluzade Halil Efendi'nin soy ve tarikat silsilesi (95:262)
ONU NCU GÜZERGAH 1697
Revnakoğlu bir başka dosyada Kaygu luzade Halil Efendi'ni n eserlerinden bahseder (95:261):
Şeyh Kaygulu Baba'nın ilahiyat, fırakiyat, mezmurat, tasawufat, temenniyat, teselli yat gibi büyük kısımlardan terekküp eden Dfvan-ı Kaygulu dört ayrı di vandır. Çok büyük olan bir cildi 15 Şewal 1231tarihlidir. Diğer cildi (mekati b-i devan ve mezmfırat) 18 Rebiülewel 1234, Dlvan-ı Kaygulu 17 Zilhicce 1243, Dlvan-ı Kaygulu 27 Rebiülahir 1235'te tamam olmuştur.
"Muhaınmediyye- i Sani" adı verilen HG.di'l-Uşşfık'ın yazına nüshası 24 Rebiü- lahir 1231cuma günü tamam edilmiştir.
Divan, evvel, san!ve salis olarak bir kısm-ı müntehabı (taş basması) basılmıştır. au rada Şeyh Halil'i n Velôyetnôme ad lı eserin i n gi rişi nden de alı ntı yer alır:
Velayetname: "Sene l173'te musannif Şeyh Kaygulu Halil b. Ali ve anası Em ine Hatun, Rebiülewelinin ikinci gece, isneyn gecesi dünyaya Allah azi mü'ş-şan izin verip fani cihana gelmiştir. Atra nos (şimdiki Edirne) kazala rından Cebel-i cedid nahiyesinde ve ceddi Kaygulu Bey evkafından Karyecik demekle maruf yerde sene 1234'e varınca gece gündüz Allah'a niyaz, namaz, rızaen lillah ameller, eserler... Allah izi n verirse Muhammed Mustafa sallal lahu aleyhi ve sellem hürmetine ve erenler, evliyalar aşkına ve şeyhim mu habbetine diye niyaz üzerinde iken bir gece nısfu'l-leylde hamdullah şükürler olsun Rebiülahirin 24. gecesi bu Veldyetname'yi ve eser-i sırrı aşikar etmeye Allah izin verdi, başladım .. ·
Meh med Veys-i Remzi'nin iki oğlu ndan büyü k olan Gü lşen Efendi'ye, Bursa Kaygılı Tekkesi'ni n şeyhliği tevcih edilirken küçük oğlu Hafız H üseyin Hüsn ü Efendi'ye 27 Rece p 1302(12 Mayıs1885) tarihi nde Oğlanlar Tekkesi şeyhliğeverildi. H üseyin H üsnü Efend i 1918'deki vefatına kadar burada postnişin oldu (95:146):
Şeyh Hafız Hüseyin Hüsnü Efendi merhum: Şeyh Hafız Hüseyin Hüsnü Efen di H.126l'de Bursa'da doğmuş, 31Mart 1334'te (1918) İstanbul'da göçmüştür. Kendisi Mehmed Veys-i Remzi Efendi'nin küçük oğludur. Bir zama nlar tabur katipliği etmişti. Karslı Yusuf Paşa'nın yanındaki sanduka onundur. Büyük kardeşi Gülşen Efendi, Bursa - Kaygılı şeyhidir.
Bi r iddia üzerine altmış yaşından sonra hıfza başlamış, bir buçuk senede biti rerek hafız olmuş ve cemiyeti dergah-ı şerifte Mısırlı Fatma Ha nımefendi ta rafından pek parlak bir surette icra edilmişti. O gün kendisi Kadiri tac-ı şerifi üzerine sırma sarmıştır. Bu mübarek gayeye erişmesinden dolayı hem gözle rinden yaş döküyor hem de sevincinden ne yapacağını bilemiyordu ...
Yu karıda ismi geçen "Mısırlı Fatma Hanım"ın d ışında bu tekkeye hayrı d oku nan bir başka han ım, Feride Zeynep Hanı m'd ı (95:253-54):
1698 Revnakoğlu 'nu n ıstanbul'u
Mısır'dan gelen çok zengin evkafı vardı. Şeyh Veys Efendi zamanı nda Mısı rlı Feride Zeynep Hanım da bu dergahın maruf müntesipleri arasında bulu ndu ğundan bir hayl i vakıf bırakmıştır. Feride Zeynep Hanım, Mısırlı Prens Hilmi Paşa'nın hareınidir. Bu tekkeyi önü mermer olarak mükemmel surette tamir ettirmiş, ayrıca miraciye okunmak ve gelenlere tabaklar içinde şeker, süt ve kırmızı şerbet verilmek üzere vakıf bırakmıştır. Şehzadebaşı civarındaki Ke maJ Paşazade Cami'-i şerifini tamir ettiren, Mengene Tekkesi yapılırken para yardımında bulunan yine bu hatundur.
Not düşelim, Revnakoğlu tekkeyi ta mir ettiren Mehmed Paşa'ya da temas eder (95:253):
Birinci Sultan Hamid vüzerasından "Kara Vezir" adıyla tanınmış Mehmed Paşa, dergahın karşısında Horhor'a giden yokuşlu dar caddenin sağ köşesin deki mektep (halen dükkan halinde kullanılan mektep, eski bir evin bakiye sini göstermektedir} ile şimdiki Aksaray Caddesi'ni birleştiren yerdeki Ye nibahçe Deresi'nin kanala karıştığı tarafta vaktiyle mevcut bir köprüyü de H.1195'te bu tekke ile birlikte tamir ettirm iştir.
Hafız H üseyin H üsn ü Efend i'd en sonra tekken i n şeyhliği tevci h ed ilen oğlu Meh med Ali Bey, babası nı n vefatı ndan sonra anca k üç ay yaşayabildi (95:148):
Şeyh Mehmed Ali Bey, Şeyh Hafız Hüseyin Hüsnü Efendi'nin ikinci oğludur. H.1283'te (1866} İstanbul'da dünyaya geldi. Yüksek tahsil görmüş, irfanlı, fa ziletli bir zattı. Savur kaymakamJığından emekli bulunduğu bir sırada işrete düşkünlüğü yüzünden 18 Hazi ran 1334 (1918) göçüverdi. Zarif, nüktedan, Bektaşi-meşrep tam manasıyla münevver, kibar bir insandı, fakat ne yazıktır ki vakitsiz ölümüne sebep olacak derecede işrete iptilası vardı, bundan kur tulamadan gitti.
Mülkiyeliler Tarihi' nde Meh med Ali Bey'i n vefatından ü ç sene öncesine kad arki me m u riyet bilgileri şöyled ir:
İstanbul'da Aksaray civarında Olanlar Dergahı (Tekkesi) şeyhi Hüsnü Efen di'nin oğludur. 15 Aralık 1866'da İstanbul'da doğdu. Aksaray civarında Ebu bekir Paşa Sıbyan Mektebi'nde ilk, Mahmudiye Mektebi'nin rüşd iye kısmın da orta, Mülkiye'nin idadi kısmında lise öğrenimini tamamladı. Ekim 1890'da yüksek kısmı bitirdikten sonra 30 Ekim 1890'da 285 krş. maaşla İstanbul'da kurulan Umum Muhacirin Komisyonu Eramil (Dullar) ve Eytaınhanesi depo memurluğuna ve fahriyen aynı komisyon azalığına tayin edilerek devlet hiz metine girdi. 8 Kasım 189l'de 1.000 krş. maaşlı olarak gönderildiği İzmit mu tasarrıflığı, 26 Haziran 1893'te nakledildiği Bursa vilayeti maiyet memurluk larında kaymakamlık stajını tamamJadıktan sonra, 25 Ekim 1895'te 1.250 krş. maaşla Pektin (Manastır), 28 Aralık 1896'da aynı maaşla Midye (Edirne) ka zaları kaymakamlıklarına atandı. 18 Nisan 1897'de Midye kaymakamlı ğından
ONU NCU GÜZERGAH 1699
istifa suretiyle ayrıldı. 4 Ocak 1897'de 1.125 krş. maaşla Menbiç kazası kay makamlığına getirildi. Buradan da rahatsızlığı dolayısıyla 13 Ekim 1898'de ayrıldı ve İstanbul'a geldi.
21 Şubat 1899'dan 3 Kasım 1899'a kadar, 250 krş. maaşla Maliye Nezareti mektubi-i maliye sicil kalemi katipliğinde çalıştıktan sonra tekrar idare mes leğine döndü. 2 Aralık 1899'da 990 krş. maaşla Erbaa (Sivas), 30 Eylül 1900'de
1.125 krş. maaşla Havza (Canik - Samsun Sancağı), 21 Ekim 190l'de aynı ma aşla Mazgirt (Elaziz = Elazığ} kazaları kaymakamlıklarına atandı. 14 Mayıs l902'de bu görevden de hastalığı dolayısıyla ayrıldı. Bir yıl, bir ay, on altı gün
tedavi gördükten sonra iyileşerek 18 Eylül 1903'te 2.250 krş. maaşla Adilce vaz (Van) kaymakamlığına tayin edildi. Bu arada 7 Mayıs 1904'ten 14 Ağus tos 1904'e kadar Şemdinan kaymakam vekilliğini de deruhte etti.
28 Ağustos l904'te Adilcevaz kaymakamlığından da istifa ederek ayrıldı. Bir yıl, dokuz ay, yirmi gün açıkta kaldıktan sonra 4 Eylül l906'da 2.250 krş. ma aşla Kurna (Basra) kaymakamlığına göndeı:ildi. 11 Mart 1908'de Mutki kay makamlığına nakledildi ise de sağlık durumu dolayısıyla kanuni müddeti içinde Mutki'de işe başlayam adığından, 24 Temmuz 1908'de 1.125 krş. ma aşla Arapkir Kazası kaymakamlığına atandı. 8 Mart 1909'da bu görevden az ledilerek ayrıldı. Beş ay, on dokuz gün açıkta kalıp mazuliyet maaşı aldıktan sonra 28 Eylül 1909'da 2.500 krş. maaşla Necef (Bağdat) kazası kaymakam lığına tayin edildi. Buradan da 28 Şubat 1910'da 1.140 krş. rnazuliyet maaşı verilerek azledildi. 8 Mart 1910'dan 6 Mart 19ll'e kadar önce 100 krş. sonra 400 krş. maaşla Bağdat İdadisi müdür muavinliğini ve rüşdiye kısmı Türkçe, ahlak ve idadi kısmı iktisat muallimliğini ve Bağdat Erkek Sanayi Mektebi müdür vekilliğini ifa etti. 16 Mayıs l915'te 1.000 krş. maaşla Savur (Diyarba kır) kaymakamlığına tayin edildi. Bu görevden de tedvir-i u mur edememekte olmasından dolayı eli işten çektirildiği Diyarbakır vilayeti nden işar kılınma sına mebni 5.tiyen icra edilecek tahkikat neticesine göre hakkınd a muamele edilmek üzere intihab-1me'murin komisyonunun kararıyla 14 Kasım 1915'te
azledildi. 18 Ağustos 1916'da 642 krş. maaşla emekl i ye sevk edildi ise de mu vakkat tensikat kanununun Meclis-i Mebüsan'da kabul edilmemesi üzerine, emeklilik işlemi azle çevrildi. Bundan sonraki durumuna dair bilgi buluna madı. Arapça, Farsça ve Frans1zca bildiği sicilind e kayıtlıdır.
Hüseyin Hüsnü Efendi'ninve hemen ardından Mehmed Ali Bey'in vefatıyla Oğlanlar Tekkesi Urfa mebusu Safvet Bey'e verildi (95:255):
Urfa Mebusu Safvet Bey: Aksaray'da Olanlar Dergahı şeyhi Veys Efendi mer, hum (türbede medfundur), meşayih arasında maruf zevattandı. Şişman, göbekli olmasından kendisiyle "Ya Hazret-i Şeyh Veysiyyü'l-Kürevi!" diye latife ederlerdi. Mısırlı lar hanedanıyla münasebettar olmasından dergahın, ortadaki türbenin ve harem cihetinin bugünkü mükemmel şeklini yaptırmaya sebep olmuştur.
1700 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Şeyh Safvet'in Urfa mebusu seçildiğine dair 31Mart1328 tarihliİhale gazetesinde çıkan haber,Revnakoğlu'nca zapt edilir (258:103): "Ahaliden Şeyh Safvet Efendi ve Ömer Edib Bey, Urfa'da İttihatve Terakki namzedi olarak ekseriyyet-i
aiime ihraz etmişlerdir..."
Şeyhe dair diğer malümat yekünu dosyalarda şöyledir (258:102):
Şeyh Safvet Efendi merhum, Şeyh Abdurrahman Talibani'nin büyük oğlu Şeyh Ebü'l-Hasan Ali Ta libani'nin halifesidi r. Şeyh Safvet Efendi'nin baba sı Şeyh Abdülkadir Sıddik Efend i de Abdurrah man Talibani'nin ekber halifelerindendir; Hazret-i Gavs'ın Belıcetü'L-Esrar' ını tercüme etmiştir; oğlu Şeyh Safvet Efendi'ye de Halvetiyye'den icazetna- me vermiştir.
Şeyh Safvet Efendi merhum, ak takke üzerine beyaz sarık sarardı. Vaiz Şeyh Hacı Hafız Mustafa Nuri Efendi adında ilrniyeden bir zatı istihlaf eylemişti.
Son yıllarda Ankara'da Küçük Evler, 57 numaralı sokakta 7 numarada oturuyordu.
Şeyh Safvet Efendi, Oğlanlar Dergahı meşihatına Mehmed Ali Bey'den sonra geldi ve üç yıl kaldı.
Safvet Bey'inbutekkedeki şeyhliğiVahidüddi nzamanında kendisinden alındı!Mehmed Ali Bey'in posta geçen oğulları da Meclis-i Meşayih'çeliyakatsiz bulundu (95:148):
Şeyh Mehmed Ali Bey'in 18 Haziran 1334'te vefatından sonra oğulları İb rahim Bali ile merhum Mehmed Sezai meşihata liyakatsiz görüldüğünden Meclis-i Meşayih kararıyla tekkenin şeyhliği Şeyh Hafız Hüseyin Hüsnü Efendi'nin büyük kızı olan Adeviye Hanım'ın büyük oğlu Mehmed Abdülka dir Bey'e (Ongun) verildi 1337 Rumi yılmda.
Tekke bu tarihten itibaren vekilşeyhlerle idare olundu:Mehmed Kemaleddin Efendi, Şeyh Mehmed Emin (Kaygılı) ve Mehmed Abdülkadir Ongun.
İlk vekilşeyh olan Mehmed Kemaleddin Efendi,Taştekneler Tekkesi postnişiniydi; vekaleti 11Cemaziyelevvel1340 (10 Ocak Aralık 1922) -1Nisan1341(1925) arasındaydı. Ardından birçok tarikatı bünyesinde toplayan Şeyh Mehmed Emin (Kaygılı) Efendi geldi (95:148):
Oğlanlar Tekkesi şeyhi Safvet Efendi(258:105)
Oğlanlar Dergahı'nın son şeyh vekili bulunan merhum Mehmed Emin (Kay gılı) Bey'e "Oduncu Emin" derler. Gençliğinde kıyam reisliği ve Mehmed Ali
ONUNCU GÜZERGAH 1701
Oğlanlar Tekkesi şeyh vekiliMehmed Emın Kaygı ı (192:42)
Baba'dan nasibi vardır. Hakikaten faziletli ınuhiblerindendi. Sultanahmet Kaygusuz Tekkesi şeyhi Saatçi Hacı Hüsnü Rıza Efendi'den ayrıca istihlaf edilmişti. Bir müddet Yerebatan Cami'-i şerifinde müezzinliği olmuştu. Vefa tı 26 Ramazan 1378 (4 Nisan 1959).
Revnakoğlu, Merdivenköy Şahkulu BektaşiTekkesi şeyhi Mehmed Hilmi Oedebaba'dan da nasipliAksaray Oğlanlar Tekkesi'ninson şeyh vekili Mehmed Emin (Kaygılı) Bey'e bir başka yerde şöyle temas eder (248:61):
Aksaray - Oğlanlar Tekkesi'nin son şeyh vekili Mehıned Emin Bey (Kaygı lı), tüccardan Mehmed Ali Bey'in oğludur. H.1288 tarihinde Küçükpazar'da doğdu. Babası Mehmed Ali Bey de Nakşibendiyye tarikatına mensuptu; Ba bıali'deki Beşir Ağa Tekkesi postnişini "Melek Efendi" denilen Edi rneli Meh med Nuri Efendi'den süluk görmüştü.
Em in Bey'in hilafetinde kendisine Taştekneler Tekkesi postn işi ni Kemaled din Efendi rehberlik etmişti. Emin Bey ayrıca Dedebaba'dan nasip almış ve uzun zaman hizmetinde kalmıştır.
Bir notta da Mehmed Emin Kaygılı'nın adresiniverilir (45:33): "Üsküdar Kısıklı- Bul gur lu,Sarıgazi Sokak, numara 25"
Revnakoğlu, tekkenin tarihini ve şeyhlerini tekkenin son şeyh vekillerinden Şeyh Mehmed Emin Efendi'nin oğlu Abdülkadir Kayguluoğlu'ndan alır.Abdülkadir Kay guluoğlu, Revnakoğlu'na yazdığı 11Temmuz 1955 tarihli bu mektubuna koyduğu notta, verdiği malumatın tekkenin son şeyhi Mehmed Abdülkadir Kayguluoğlu'ndan derlendiğini kaydeder (95:143):
Not: Halen Olanlar - Oğlanlar Tekkesi, Fatih Sultan Mehmed'in sekbanbaşı sı Kadi ri-meşreb Yakup Ağa tarafından zaviye olarak tesis edilmiş, bilahare yanmıştır. Tekrar H.1068 tarihinde İbrahim Aksarayi tarafından ihya edil miştir. H.1184'te merhum olmuş bulunan Şeyh Mehıned Efendi tarafından ihya edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kaygulu Şeyh Veys Efendi tarafından 1280 Hicri tarihinde etrafı satın almıp meşihat tarafına tevcih olunduktan sonra halen mevcut tekkeyi inşa ettirmiş ti r. Şeyh Veys Efendi 1302 Hicri senesinde merhum olup türbede medfundur. Vefat ta rihine mısra "Şeyh Veysi derya-yı aşka oldu garik"tir.
Vefat tarihleri şöyledir: Celaleddin Efendi 1295 (takribi), Hasan Tahsin Efen di 1334, Hatice Saadet Hanım 1337, Şeyh Veysi Efendi 1301, Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi 1334, Zahide Hanım 1298 (takribi), Bahriye Hanım (?), Zehra Hanım (?)
Türbe ve sebil ki tabede de mukayyet olduğu üzere mader-i İlhamı Paşa tara fından müceddeden inşa edilmiştir.
1702 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
İbrahim Aksarayi rical-i Ham zaviyye'den olup İdris-i Muh tefi halifesidir. Yaşının küçük lüğünden dolayı 20 yaşlarında isbat-ı kemal etmesi üzerine "Oğlan Şeyh" namıyla anılmış tır. Zamanında İdris-i Muh tefi ve Hüseyin-i Lamekani ile zahitler tarafından takibata uğram ışlar.
İstanbul - Aksaray Çakır Ağa Mahallesi, Cerrahpaşa Cadde si'nde vaki Sekbanbaşı Yakup Ağa Zaviyesi bilahare Olan lar-Oğlanlar Dergahı türbe sinde (sabıkan hazire) medfun zevatın kabir taşları mündere catı ve kabir taşı olmayanların isimleri (türbe vaktiyle hazire iken bilahare türbe haline if rağ edilmiştir):
"Hüve'l-Baki Ferikan-ı kiram-ı zevi'l-ihtiramdan - es bak Sakız muhafızı merhum ve magrur el-muhtac ila rah meti rabbihi'l-gafUr Karslı Yu
1 l & 1
MUHASEBE ve BiLUMUM TAKIP iŞLERi BÜROSU
A B D O L K A D I R K A Y G U L U O (H U
Abdülkadir
suf Paşa'nın ruhu için el-fatiha - fi 19 Safer 1273"
"Cennet-mekan Ebü'l-feth Sultan Mehmed Han hazretlerin in sekbanbaşısı, bu dergah-ı şerifin banisi olan merhum ve magfürun leh Yakup Ağa hazret lerinin nihıyıçun el-fatiha, 866"
"La ilahe illallah Muhammedün resulullah - Kutbu'l-arif in, gavsü'l-vasılin ri cal-i Hamzaviyye'den Olanlar şeyhi İbrahim Efendi hazretlerinin ruhıyıçun, Allah rızasıyıçun fatiha, sene 1065"
"Her kim kabrim önünde dua edip geçe - ilahi dünyadan ahirete imanla göçe - Hanefi-mezheb Kadiri-meşrebdir bu dergah - uyandırıp müceddeden oldum bais-i sebeb - rahmeten vasiaten merhum ve magfür Şeyh Seyyid Mehmed Efendi, fatiha, 1184"
Bu zevattan maada kabir taşı olmayan ve lahitlerde yatan merhuman berve ch zirdedir:
Kayguluoğlu'nun mektubunun ilk sayfası (95:143)
ONUNCU GÜZERGAH 1703
Oğlanlar Tekkesi'nin türbesi
Şeyh Mehmed Veys Efendi, mahdumu Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi, kerime leri Zehra, Bahriye, Zahide Hanımlar.
Şeyh Hasan Efendi oğlu Celaleddin Efendi, oğlu Hasan Tahsin Bey, km Ha tice Saadet Hanım.
Şeyh Veys Efendi'nin Oğlanlar Tekkesi meşihatına 6 Şaban 1270 tarihinde tevcih edilmiştir. Vukfı'-ı vefatına mebni ekber evladı Şeyh Mehmed Ruşen Efendi, Bursa Kaygulu Tekkesi meşihatına, küçük oğlu Hüseyin Hüsnü Efen di dahi Aksaray Olanlar Tekkesi meşihatına 22 Recep 1302 tarihinde tevcih olunmuşlardır.
Son şeyhi Mehmed Abdülkadir Kayguluoğlu olup işbu malumat kendisinden alınmıştır.
Revnakoğlu, Oğlan Şeyh İbrahim Efendi'nin mezar taşının aksine Yakup Ağa'nın kemiklerinin türbeyle beraber taşınmadığı bi gisini verir (95:255):
Aksaray eski Karakol Sokağı'nın yanında tekkesinde yatan ibrahim Efen di'nin bakiyye-i izamı, müzeler idaresi tarafından alınmış, Mimar Ayas Camii haziresi ile beraber Eyüp Afife Hatun Zaviyesi'ne nakledilmiştir.
İki notta Revnakoğlu, önce Muhyiddin Efendi'nin Mô-Hasal'ından naklen (95:149) "Dergah-ışerif aynı zamanda Celvetiyyye'den olduğu için Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi vefatına kadar pazar günleri öğleden sonra Celvetiyye usulü icra edilir,o günün akşamında yatsıdan sonra da Kadiriyye-i Eşrefıyye'ye göre ay n-i şerif yapılırdı.Bu
1704 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
sebeple Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin babası Şeyh Veys Efendi'nin de Bursa Celveti Dergahı'ndan (Kaygusuz'dan) Celvetiyye icazetnameleri vardır" bilgisine, ardından (95:120) "Kelam- ı kadim yazmış, çok mübarek bir ihtiyar olan Sekbanbaşı Yakup Ağa Cami'-işerifi imamı ve hatibi Mehmed Şevki Efendi'nin irtihalleri 31 Ekim 1948 cumartesi. Eyüp'te medfundur. Doğumu 1263" bilgisine yer verir.
Bir başka dosyada Revnakoğlu, bu tekkenin mezar taşlarını tesbit eder:
95:263: Türbe dahilinde sağdan ikinci sabit taş sanduka. Taş kavuklu olup kitabesi göğsünde ve mistarlıdır,yazısı talik: "Cennet-mekan Ebü'l-Feth Sultan Mehemmed Han hazretlerinin sekbanbaşısı,bu dergah-ı şerifin banisi olan merhum ve magfürun
leh Yakup Ağa hazretlerinin rOhıyıçun el-fatiha, 866"
95:263-64: Başında büyük Aziziye fesi,kalın püsküllü, göğsünde KadirTtacı.Arkada sağdan birinci; öndeki Şeyh Mehmed Efendi'nin arkasındaydı.Karslı Yusuf Paşa'nın mezar taşının pencereden dışarıya bakan dar yüzühde mailen mistarlı olarak yine talik ile:"Ferikan-ıkiram-ı zevi'l-ihtiramdan esbakSakız muhafızı merhum ve magfür el-muhtac ita rahmeti rabbihi'l-gafGr KarslıYusuf Paşa'nın rOhıyıçun el-fatiha, 19 Safer 1273"
95:264: Başında katibi kavuk.önden sırmalı;yazısı sülüs, rnistarlı:"va HO - Emr etti
Huda eyledi ferman - Erişti ecel vermedi eman - Murada ermedinı dünyada heman - Cennette verir muradım Halık-ı rahman. Yakup Ağa vakfı kaymakamı Hasan Efendi'nin mahdumu ve mevkGtat kalemi huletalarından es-Seyyid Mehmed Raşid Efendi'nin rGhıyıçun rızaen lillahi taala el-tatiha, 1227''
95:263: Şeyh Veys Efendi,arka sırada,sağdan ikinci tahta sandukanın altındadır.
95:264: Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi,arkada, soldan birinci sabit taş sanduka (şimdi beton),kitabeleri yoktur (oğlu Hasan Efendi de koynundadır), başında taşta Mevlevi sikkesini andırır uzun ustuvane başlığıvardı r.
95:263: Başında destarlıtaş kavuk, yazısı talik, mistarlı:"La ilahe illallah Muhamme dün resülul ah - Kutbu'l-arifın,gavsü'l-vasılin, ricaH Hamzaviyye'den Olanlar şeyhi İbrahim Efendimiz hazretlerinin rOhıyıçun, Allah rızasıyıçun tatiha, 1065"
95:263: Önde sağdan birincitaş sanduka; başında cesim Kadiritacı,göğsünde kitabesi mistarlı sülüs mermer taş: "Her kim ki kabrim önünde bir dua edip geçe - İlahi bu dünyadan ahireteimanla göçe - Hanefl-mezheb, Kadirl-meşreb bu dergahı uyandırıp rnüceddeden oldum bais-isebeb- irahmeten vasiaten. Merhum ve rnagfur eş-Şeyh Seyyid Mehmed Efendi ruhıyıçun fatiha, 1184"
ONUNCU GUZERGAH 1705
istanbul'da Bir Dilci Şeyh: Mehmed Raşid Kudretullah Efendi ve Çalışmaları
cumhuriyet'le birlikte dil inkılabına, Türkçenin işlenmesine gerek şahsi gerek ideolojik cepheden müzaheret eden, filolojik teşebbüsler içinde bulunan tekke şeyhleri, tekke mensuplarına da rastlanır. Havuzbaşı Kadiri Tekkesi'nin son şeyl i Nurettin Artam, Kadızade Tekkesi'nin son şeyhi Naci Siral,
sertarikzade Tekkesi son şeyhi Mehmed Raşid Kudretullah, Konya Mevlevi Dergahı'nınson şeyhi Veled Çelebi,Bektaşi babası Samih Rifat bu zümredendir.Esasen Cumhuriyet'in dil
politikalarına eserleriyle muhalefet eden bir tekkeliye, tekke şeyhine de rastlanmaz.
Bütün şahıs kadrosu arasında içinde Türk DilKurumu bünyesinde çalışmış olmak, matbu eserleriyle dil inkı abına katkı vermek
cihetinden en mühim şahsiyet Veled Çelebi
görülmekle beraber, bu sahada çalışmaları kıymetli bir başka kalem de Mehmed Raşid Kudretullah'tı.Bu son isim, diğerlerinden farklı olarak eserlerini neşir kisvesine giydiremeyendi.
Cema leddin Server Revnakoğlu, Eyüp'te Sertarik Tekkesi'n in şeyhi ve Eyüp Cam ii imamı olan bu çok cepheli dilciyle temas kurmuş, onu yakından tanımış, biyografisini yazm ış,eserle rinin bir kısmını da temin etmişti,esasen Raşid Efendi hakkında yegane kaynak Revnakoğlu'dur.
1945'te vefat edip Eyüp'e gömüldüğünde 100 kadar telif - tercüme eseri ve kütüphanesi de
1706 Revnakoğlu'nun ıstanbul'u
elden çıkarılan Raşid Efendi'nin vaziyeti ve akıbetini Revnakoğlu mustarip bir dille anlatır (317:99):
"Eyüp'te Nakşibendiyye'den KaşgarT Abdullah Efendi Dergahı'na çıkan merdivenlerin başında sırlıdır.Son refıkasıyla torunları, hazret-i üstadın en aşağı50 yıllık araştırma ve inceleme mahsulü olan tarih ve edebiyat,eski Türk diline,
tasawufa ve tarikat teşekküllerine dair birçok nadide eserleri ihtiva eden kütüphanesini koltukçulara yok pahasına satıp çok aptalca ve haince bir bayağı ık yapmaktan çekinmedikleri halde merhumun mübarek kabrine bir taş dikmeyi düşünmemişlerdir..."
Mehmed Raşid (317:84), Hicri1278, Miladi 1861- 62'de İstanbul'da Aksaray'da Şekerci Sokağı'nda Guraba Hüseyin Ağa Camii'ne bitişik evde doğdu.
Babasının uzun süre, kendisinin de bir müddet imamlığınıyürüttüğü bu cami, artık bir asırdır
büsbütün kaybolmuş İstanbul camilerindendi, 2020'de bu sefer eski arsasından biraz ileride yeniden yapıldı.
Babatarafından dedesi Mehmed Ataullah Efendi'dir. Revnakoğtu, bu zatın "Reisü'l meşayihi'l-kurra" olduğunu, Boğaz'da Arnavutköy'de boğularak öldüğünü, cesedinin Limni sahiline vurduğunu, üzerinden yazma bir M ushaf-ı şerif ve Delôi/-i şerif çıktığını Raşid Efendi'den kaydeder (317:98):
"Cedd-i emcedim, peder-i pederim sahib-i mülk es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed Ataullah Ebü'n-Necip Efendi hazretleri garikan cam-ışehadeti nuş etmelerini müteakip necl-inecibleri pederim Şeyh Ali Rıza Hayrullah Efendi merhum mahall-i Vak'aya bi'l-vusul valid-i macidinin techiz ve tekfinini bi'Hta ve salat-ı cenazesini cemm-i gafir ile ba'de'l-eda Akdeniz'de Limni ceziresinde ihzar etmiş olduğu makber-i mahsusasına vedi'a-i
hak-i gufran etmiş olduğunu bi'l-büka naklve hikaye eder idi rahimehumallah."
Raşid Efendi'nin dedesine da ir bizzat Raşid Efendi'den dinleyerek kaydedilen bu malUmatın aksine Meclis-i Meşayih reisi Muhyiddin Efendi,gerek tomarında (317:93) gerekse
yayımlanmamış Mô-Hasal-ı ömrüm (317:100)
adlıeserinde Mehmed Ataullah Efendi'nin Merkez Efendi'de medfun olduğunu yazar...Her halde bu mezar,bir makam taşından ibaretti.
Raşid Efendi'nin babası Ali Rıza Hayrullah Efendi saray-ı hümayun kapıcılarındandı (317:92-
93), bu itibarla bir sıfatı da "Kapıcı"ydı. Daha sonra imamı olduğu Fatih Aksaray'da Camcı Mescidi'ni henüz hilafetname almadan tekkeye de dönüştürmüş,burada teberrüken ayin
de yürütmüştü. Raşid Efendi, Revnakoğlu'na yazdırdığı notlarda babası için (317:78): "Pederim merhum Şeyh Ali Rıza Hayrullah Efendi, Aksaray'da Valide Cami'-i şerifi kurbünde kain Gureba Hüseyin Ağa ve nam-ı diğeri Camcılar Cami'-i şerifi imamı ve postnişini bulunmakla ''Camcılar Dergahı şeyhi" diyerek söylenilmek iktiza ettiğihalde bu tabiri avamm-ı nas ve
belki de havas bi't-tahfif "CamcıŞeyh Ali Efendi Dergahı" demişlerdir" bilgisini verir.
AliRıza Efendi,Cerrahiyye'den Ordu Tekkesi şeyhi Yesari Efendi'den hilafet aldıktan sonra Eyüp'te Sertarik Tekkesi postnişini olmuş,
Raşid Efendı'nın babası Şeyh
Ati Rıza Efendi
(316:141)
buradaki şeyhliği sırasında 26 Aralık 1886 (29 Rebiülewel 1304) tarihinde vefat etmişti...
AliRıza Efendi'nin Sertarik Tekkesi'ndeki sandukasının önünde şimdi bulunmayan talik hatlılevhada yazanları Revnakoğlu notlarına kaydetmişti :"Bani-i san -idergah-ı ali-i Sertarik-i Hazret-i Nureddin-i Cerrahi el-ma'ruf el-Hac Ali-i Aksaray ,29 Rebiülewel 1304 Cumartesi."
Ali Rıza Efendi'nin dua etmekte şöhreti vardı, kendisi aynızamanda Peygamber soyundandı (317:194):
"Şeyh Ali Rıza Hayrullah Efendi şeyhü's-sadat idi ve duaguluğu ile de meşhurdu. Gayet müessir
bir duası vardı ki hem ağlar hem de ağlatırdı. Vefatından sonra sadattan olduğunu natık siyadetname Nakibüleşraf Seyyid Tevfik Efendi tarafından 1308 senesi Şaban ının yirmisinde (31 Mart 1891) Şeyh Raşid Efendi'nin uhdesine tevcih ve tasdik olunmuştur."
ONUNCU GÜZERGAH 1707
Babasının Eyüp Sertarik Tekkesi' ne geçmesinden sonra çocukluk devresi ve bütün
hayatı bu semtte geçen Raşid Efendi,i ktahsilini de Eyüp'te Mihrişah Valide Sultan Mektebi'nde yapar (317:84). Buradaki hocası Eyüp Camii imamı Hafız Mehmed Akif Efendi ve Mihrişah Valide Sultan Camii imamı Süleyman Efendi'ydi. Bu mektepte talebeyken hafız olmuştu (317:85):
"Cemiyetleri Eyüp Cami'-ikebirinde Sultan Hamid'in cülusu sıralarında perşembe günü icra edildi. Ertesi Cuma günü Sultan Hamid'in
başimamı Yusuf Efendi (mülahham, yakışıklıbir zattı) camiye gelip hutbe okudular.. ·
Fatih Camii'nde müderrislerden Fuhuli Efendi'nin tedris halkasına da bir sene kadar devam etmişti. Dersine devam ettiği bir başka şahsiyet, Eyüp'ün şöhretlihocalarından Raik Efendi'ydi.Raşid Efendi'nin 29 Cemaziyelewel 1309-31Aralık 1801 tarihinde (317:82) Arapçadan ders icazeti aldığı sadaret memurlarından Raik Efendi için Revnakoğlu şu notları kaydeder (122:95,100):
"Eyüp ve çevresinde büyük şöhret yapmış
ilim ve nükte adamlarındandır.Son çağlarda yetişen Eyüplü münevverler arasında ondan okumamış, ondan feyizlenmemiş, hele ekmeğini yememiş kimse yok gibidir.Gayetle eli açık,
evi açık, sofrası açık, Eyüp'te herkesi yedirmiş içirmiş, yoksulları kayırmış, yetim çocukları giydirmiş kuatmış, ilme fazileti yanında sehavet zevkiyle herkesi kendisine ayr ıca meclup etmiş muhterem, mübarek bir insandı. Nargile meraklısıydı.Kimya ile de uğraşırdı, arkadaşı Mehdi Efendi ile beraber bahçedeki yer odasında bazı geceler altın dökerlerdi.
Nadide ni.ikteler yapar,tertemiz giyinir, pek zarif ve kalender birzattı. Bir Ramazan akşamı iftar vakti Sofular - Kurukavak'taki evinin
1708 Revnakoğlu'nunıstanbul'u
yandığını söyledikleri zaman kahkaha atmıştı. Raik Efendi'den okuyanların meşhurları: Cumhuriyet'in ilk Beyoğlu müftüsü Recep Efendi. Dazırduzur Fehmi Efendi,İslam Bey Bedev şeyhi İbrahim Efendi,Şeyh Ceylan Efendi,Yahya Galip (Kargı) Bey."
Raşid Efendi,Hoca Raik Efendi'ye devam ederken bir taraftan da meşhur bestekarlardan Zekai Dede'nin amcası ve hocası Hafız İbrahim Zühdi'nin talebelerinden Humbarahane (Mihrişah Va lide Sultan Camii) imamı Süleyman Efendi'den 21Zilkade1304-11Ağustos1887'de kıraat icazeti aldı. Revnakoğlu'nun bir başka notunda Hacı Süleyman Efendi'nin de biyografisi yer alır: (81:15-17):
"Hacı Süleyman Efendi aslen Bursalıdır. Tedk kat-ı mesah f-i şerife ve müelletat-ı şer'iyye meclisi azasından idi. Humbarahane Cami'-i şerifinin başimamı, mahallesi
mektebinin ve Sokullu Medresesi'nin ta'l m-i Kur'an muallimi bulunuyordu. Eyüp Cami'-i keb rinde devrhanbaşı iken on tane devrhan vardı, Bedev şeyhi Hafız İbrahim Efendi de bunlardan biriydi.Humbarahane imamından okuyanlar: Zekaizade Hafız Ahmed İlhami
Efendi,Sertarlkzade şeyhi EyyubiRaşid Efendi, Ayasofya başimamı ve hünkar imamı SGzizade Kastamonulu Hafız İsmailHakkı Efendi, Emirgan ve hünkar imamı (Sultan Vahidüddin'i n)
Besim Efendi,Hafız Aziz Mahmud Efendi (Fatih müezzinbaşısı), İzmitli Tevfik Efendi (Suadiye imamıydı,fevkalade kıraati vardı).
Eyüp Sokullu haziresi, kapıdan girince solda, türbe arkasında,set üzerinde, aile sofası
içinde, çift şahidelimuntazam mermer mezar, talik yazı ile, başlıksız ustuvane şeklindedir: "Hüve'l-Hayyu'l-Baki' - Haıret-i Ebi' EyyQb
el-Ensariradıye anhü'l-Bari Efendi Cami'-i
şerifi devrhanbaşısı ve Şehid Mehmed Paşa Kütüphanesi hafız-ıkütübü şeyhü'l-kurra Hafız Süleyman Efendi'nin ruhıyıçun ratiha"
"Sultan Ham d'in başkatipliğinden sadarete terfi eden ve defalarca sadrazaml ık eden Erzurumlu Said Paşa'nın zaman-ısadaretinde Şeyhülislam Sahip Molla'nın meşihatı zamanında Eyüp Beşinci Daire-i Belediyesi ahz-ı asker meclis azalığına fahriyen tayin edildi,Nevrekoplu ulemadan müderris Mustafa Efendi ile birlikte ilmiye mümessili olarak meşayihten de iki
kişi vardı,biri Eyüp KızılMescit kurbünde Rifa'iyye'den Şeyh Hasib Efendi Dergahı şeyhi Hasib Efendi,diğeri Bahariye Mevlevihanesi Neyzen ve RebabiHüseyin Fahreddin Efendi idi. Bu mecliste Rum ve Ermeni papaz, bir de haham vardı.Üç dört sene burada bulundular.
Eyüp iane-i Harbiye komisyonu azalığında,
Tophane' de Mekteb-iFeyziye'de (rüşdiye
idi) Arabisarf muallimliğinde fahri olarak bulundular beş altı ay kadar.
Sultan Aziz'in son hayatında 1292-1293'te pederlerine niyabeten Aksaray Gureba Hüseyin Ağa Camii'nde iki üç sene imamet ettiler.... tarihinde ewela vekaleten, muahharen asaleten Davut Ağa Camii ve mahallesi imamlığına tavzif olundular. 4 Nisan1936 tarihinde de Hazret-i Halid'e imam-ı sani oldular....tarihinde İstanbul Müftülüği.i'nde tevcih-icihet komisyonunda
bir sene kadar azalık etiler: "Fatih hatibi Şevket Bey arkadaşımızdı." ...tarihinde DilEncümeni azalığında bulundular.1304'te pederlerinin vefatından sonra dergaha şeyh oldular."
Raşid Efendi'ye babasının 26 Aralık 1886'da vefatıyla Meclis-i Meşayih'ten kendisine 13 Rebiülahir 1304 - 9 Ocak 1887 tarihinde Sertarik Tekkesi postnişinliği icazeti verildi. Meclis-i Meşayih belgesinde asitanenin şeyhi Yahya
Raşid Efendi (316:141)
Raşid Efendi,aldığı kıraat icazetnamesiyle kendisi
de busahada icazet vermeye salahiyet sahibi olmuş, (317:85),yıllar sonra ilk talebesi Eğrikapı'da Şişhane Camiiimamı Hafız lsmailHakkı ve son talebesi Çemberlitaş'ta Atik Ali Paşa Camiiikinci imamı Hafız Mehmed Efendi olmak üzere on kadar kimseye
kıraat icazeti vermişti. Revnakoğlu bir başka yerde Raşid Efendi'nin ömrünce ifa ettiğiresmivazifeleri kendisinden dinleyerek kaydeder.Bu kaydında bazı tarihyerlerini daha sonra doldurmak için boş bırakır (317:87-88):
Galip'in bu yolda istidasına ve Raşid Efendi'nin imtihan edilerek postnişinliğe liyakatine işaret edilir (IST_MFT_MSH_DFT_no:1769, s.26).
"Sertarik Tekkesi","Sertarikzade Tekkesi" ve "Pazar Tekkesi'' isimleriyle de tanınan bu sufi mekan, asitanesi istanbul'da Karagümrük'te bulunan Cerrahllik'in birçok şubesinden biriydi.Eyüp'te Davut Ağa Mahallesi'nde Davutağa Caddesi ile ilahiciler Sokak'ın kesiştiği yerde bulunan tekke, Cerrahiyye tarikatının kurucu şeyhi Nureddin Cerrahi'nin (ö.1721) sertariklerinden Sertarikzade Şeyh Mehmed Emin'in ilk şeyhliğiyle faaliyete başlamış, son şeyhi Raşid Efendi'nin postnişinliği sırasında
ONUNCU GÜZERGAH 1709
Raşıd Efendi (sağda cübbelı olan) ve Rcvnakoğlu(solda eliarkasınd;ı
olan) (316:141)
çıkan tekke ve zaviyelerin seddi kanununa kadar hayatiyetini sürdürmüştü. "Sertarik",bazı tarikatlarda post şeyhinden sonra gelen ikinci kişi için kullanılan sıfattır,tekke şeyhinin vekili mesabesindedir.
Raşid Efendi'nin Cerrahiyye'den iki ayrı icazeti vardır. İlki babasından 11Recep 1301 - 7 Mayıs 1884'te aldığıdır (317:83): "es-Seyyid eş-Şeyh Abdülaziz Zihni Efendi (Şeyh Galip ve Yaşar Efendi erin babası) ® eş-Şeyh Ahmed el-Yesari Efendi rahmetullahi aleyhi ® es-Seyyid el-Hac Ali Rıza Hayreddin ® es-Seyyid Hafız Mehmed
Raşid ez-ZekiEfendi ' Her halde bu icazet, henüz küçük yaşta olan Raşid Efendi'ye teberrüken
ver ilmişti.
Diğer icazetname Raşid Efendi'nin 29 Şaban
1321-20 Kasım 1903'te babasının halifesi Mustafa Şükrü Efendi (Paşa)dan aldığıdır (317:82):
"eş-Şeyh Mustafa Tevfik Halife, el-İmam be Cami'-i Aşık Paşa ® es-Seyyid eş-Şeyh Ali Rıza sellemehullahu fi'd-dareyn, amin ® eş-Şeyh
1710 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Mustafa Şükrü Sulhüddin Halife, sellemehullahu fı'd-dareyn, amin ® es-Seyyid eş-Şeyh Hafız Mehmed Raşid zadallahu irtanehu, amin"
Raşid Efendi'nin ikinci icazetnamesini aldığıMustafa Şükrü Paşa (317:94-95), Raşid Efendi'nin babasının halifelerindendi.Balkan harbi sıralarında Sertarik Tekkesi'ni yeniden yaptırmış, bu tekkede bir süre de şeyhlik etmişti. Üsküp istihkam livalığından mütekait paşanın bu tekkeye vakfettiği kitaplar bir kütüphane teşkil edecek kadar çoktu; H.1327'de Nureddin Cerrahl'nin Mektü bôt-ı Mukaddese adlıeserinde mektuplarını da bir araya
getirmişti. Revnakoğlu, bu eserin Şeyh Hafız Raşid Efendi'nin güzel bir talikle yazıp ciltlediği nüshasını görmüştü. 10 Zilkade1331 - 11
Ekim 1913'te vefat eden Şükrü Paşa, Sertarlk Tekkesi'nde türbeye defnedildi.
Raşid Efendi'nin Ayvansaray Rüşdiyesi'nin ve etraftaki diğer bazı mekteplerin hat
hocalarından Hattat Eminel-EyyCıb 'den sülüs
ve nesihten icazeti de vardı. H.1293'te Hattat Emin el-Eyyübi'den icazet almıştı. Raşid'in yazdığıhatlardaki mahlası da Hafız Mehmed Zeki'ydi.
Raşid Efendi'nin eserlerinden ismi tesbit edilebilenler:
Çağ Bildirme (Tarih) (317:105,244): Sırf Türkçedir : "Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla..." 15 Eylül 1933 yı ında yazmaya ve yapmaya başlanmıştır,
ikmal edilemedi.
Divôn-ı Şeyh Rôşid (317:105,108): Sırf Türkçe,1321. Di'vôn-ı Şeyh Rôşid (Türhi, Arabi, Fôrsi') (317:107): 1940.
el-Ehôdlsii Maa'l-Ma'ôni'l -Muharrere bi-Lutfi
Subhôni(317:242): Tamamlanmamıştır.
el-Evômirü ve'n-Nevôhi Fi'l -Kur'ôn li-Cenôbi Môlihi'l-Mülhi ve's-Sultôn.
el-Kôri'ü Bi'l-İhfôi F'l -İzhôri (317:108,255): 1358. el·Lügatü't-Vôhide Fi Ma'ôni'l-Adfde (317:105,275): Raşid Efendi,kökeni ne olursa olsun Türkçedeki eşsesli kelimeleri konuşma dilindeki
halleriyle madde başı yapar,açıklamalarında köken farklılıklarına da işaret ederek çok anlamlılıklarını vurgular:
el-MecmiJ'atu'l-Lügôtu'd -Diniyeti ve'l-Ed'iyeti ve'l-İ'tihôdiiti ve't-Tôrihiyyeti ve'l-Fer'iyyeti (317:79):"işbu kitap mesail-i diniyye ve it1kadiyye ve tarihiyye ve ed'iye ve fürü'at-ı ad de ve hikayat-ı müntehabe ve taharet-i
maddiyye ve maneviyye ile ba'de'l-imla namını el-MecmiJ'atu'l -Lügôtu'd-Diniyeti ve'l-Ed'iyeti ve'/-İ'tihôdôti ve't-Tôrihiyyeti ve'l-Fer'iyyeti el Mecmü'atu'l-Lügôtu'd-Diniyeti ve'l-Ed'iyeti ve'l
İ'tihôdôti ve't-Tôrihiyyeti ve'l-Fer'iyyeti eyledim...
Kad tümme tahrirü haze'l-kitabi li-seneti sitte ve selasüne ve selase-mie ve elf, 1336.".
el-Mecmü 'atü't-Ed'iyetü bi-Lisôni'l-Arabiyyeti
(317:241): Orta boyda 50 sayfadır.
el-Meslehü'l-Aliyyü ed-Oürerü'n-Nahiyyü
(317:108)
el-Mezôci'ü'l-Meşôyihü's- Süfiwe Fi Ba'zi'l-Bilôdi ve'l-Kostantiniyye (317:78): "Civar-ı Hazret-i Halid radıyallahu anhü rabbü'l-vahid mahallatından Davut Ağa Mahallesi'nde kain mülga tekayadan Sertarikzade Dergah-ışerifi'nin şeyh-i sabıkı
ve elyevm Ebi Eyyüb el-Ensari Camii'nin imam-ı sanisi Hafız Mehmed Raşid Kudretullah Efendi hazretlerinin büyük küçük müelleffitından
el-Mezôci'ü'l-Meşiiyihü's-Süfıyye Fi Ba'zi'l-Bi l ôdi
ve'l-Kostantiniyye 17. eser idir.,Tarih-i te'lifı H.1360"
el-Mir'ôtü'l-Cümu' li-Nôzırı'l -Mecmü' (317:107): 1359, Arab cem'lere attir.
el-Mir'ôtü'/-Esmô bi-İsmihi'l-M iisemmô (317:243)
el-Muharrefôt Mine'l-Fôrisi ve'l-Müsta'mel Fi'
Lisôni't-Türhi (317:241): Natamamdır.
et-Tefôsirü Ba'zı Ayôti f i-Môlihi'l -Müf h el Müfesser Maa'l-Belôgati bi-Lisôni't-Türh (317:255,275)
Evsôfi'l-İhvôn bi-Lutfı'r-Rahmôn (316:143- 157): Raşid Efendi'nin bu eseri hafızlık icazet merasimine davet ettiği zevata gönderdiği manzum mensur davetiyelerin metninin toplamıdır.48. eser olarak kaleme alınan bu
metin 18 Recep 1357 (Eylül 1938) tarihlidir,tam metni bulunan bu eserin Raşid Efendi'nin desti hattı nüshası 29 sayfadır. Takdiminde yazar, eserininin muhtevasını açıklar: "...Lutf- ı Hak ve meded-i resül-i mutlak ile tasmim ettiğim kıraat ve izin ve icazet cemiyetine davet ettiğim zevat-ı kirama irsal olunacak davetnamelere irticalen manzum ve mensur kelimatı işbu kitaba tahrir eyledim..."
Hazret-i Hôlid Toplağı (31780): 1-3 cildinin bir
ONUNCU GUZERGAH 1711
nüshasının kabından: "es-Seyyid eş-Şeyh Ali Rıza b. eş-Şeyh Mehmed Şemseddin an-sülale-i Hazret-iMevlana kuddise sırruhu'l-barl be
hidmet-imeş tıat-iMevlana der-Kasımpaşa, ıs
Rebiülahir 1266."
Hutbe-i Hazarôt-ı Al -i Abô be-Asôr-ıCenôb-ı ResüL-i Müctebô (317:110): 9 Muharrem 1334.
Kitôb-ı Manzume-i Münteha'l-Cümü'(317:241) Tamamlanmamıştır.
Mecmü'a-i Muharrerdt-ı Mühimme: 1359-1940, İslam içtimaiyatına aittir.
MecmiJ'a-i AyTn-i Kôffe-i Turu/HAt iwe (317:277)
Mecmü'a-i Esôml-i Tııruk-ı isnô Aşer (317:279)
Mecmu'atün Lügôtün Mütenevviatün Arabiyyün et-Mütercem ve'l-M übeyyen bi-Lislini't-Türkiyyi (317:241) Tamdır, orta boyda 63 sayfadır.
Mevlid (317:108): Sırf Türkçe, 1312.
Mezôci'-iEvliyô-i İstanbul (317:105): H 1358'deyazıldı. Miftôhu 'l-Akfôl Fi Ma'rifeti'l -Akvôl (317:105,128): 1327. Cilt (1) 725 sayfadır büyük boyda. Güzel talik yazılı.Muhtelif bab ve fasıllara ayrılmıştır,pek zengin şevahidi [vardır.]
Mir'ôtü'l-Evsôf li-Ecli 'l-Vassôf (317:108): 1307, 2 cilt.
Mir'ôtü'l- Kurrö (317:107): 1358. 1299'dan zamanımıza kadar mücaz ve müclz kurranın icazet tarihleriyle tesbit eden bir eserdir;
fotoğraflar ı da va rdır.
Mir'ôtii'l-Mecmü'.
Musavver Mir'ôtü'l-Kurrô (317:244): H.1299'dan zamanımıza kadar mücaz ve müciz kurrayı fotoğraflan ve icazet tarihleriyle tesbit eden bir eserdir.
Öz Türhçe Sözler(317:243) "İşbu Türk sözleri adlı bitiki düzen: Eyüp civarında Davut Ağa Cami'-i şerifi imamı ve hatibi Hafız Mehmed Raşid." Beş
1n2 Revnakog\u'nun İstanbul'u
sayfadır,tamamlanmamıştır.
Risôle-i Tasliye (317:108): 1341.
Sarf(Türkçe) (317:105)
Tagayyürôtü '1-Maôni FiAhvôl (317:241)
Tartılı sözler(317:108): Sırf Türkçe eş'ar,1340. Tefsirü Rôşid bi-Lutfi Vôhid (317:108): 1355, 1937. Temyizü'l-Kelimetôn Fi Tilôveti'l-Kur'ôn
(317:105,255): 1305, 40 büyük sayfadır.
TÜrh Dili (317:105,108): 1307'de telif olunmuştur. Birinci cildi 309 sayfadan ibaret olup "b"den "kaf-ı nünT'ye kadardır.İkinci büyük cilt 500 sayfadır:"Başlangıç: Ulu Tanrı'n ın adıyla Türk diline başladım...''
Türkçe Değişik Sözler (317:243)
Türhçe Mevlid (Tarz-ı Digerde) (317:108)::1351. Yad Di li (317:242): Eyüp Sultan civarında Davut Ağa Mahal esi'nde kain Sertarikzade Dergah-ı şer fin şeyhi ve mahalle-i mezkur cami'-i şerifin
imam ve hatibi Hafız Mehmed Raşid Efendi'nin yad sözlerini cami olan el-Mir'ôtü'l-Metôli b Min Lügôti'l-Ecônib nam telifidir,1307. Orta boyda, 83 sayfadır,tamdır; "elift'en "ya"ya kadardır.
Eserlerinin muhtevalarından bazıları şöyledir:
Çağ Bildirme (Tarih): Sırf Türkçedir: "Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla.. ·15 Eylül 1933
yı ında yazımına başlanmış, ancak eser tamamlanmamıştır (bkz. Revnakoğlu, 316:242- 236; 317:244)
Müellif eserine Tarih - Çağ Bildirme Bitiği başlığını koyduktan sonra esere hemen besmelenin doğrudan Türkçe tercümesiyle başlar: Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla.
iç kapakta: Düzeni ve yazanı R5şid Bey: İşbu Çağ Bildirme Bitiği'ni düzen ve yazan, yukarıda l<Jl ğı yapışık ve adı yazılı Türk Dili
Tetkik Cemiyeti Biri nci Kurultayı azasından 281 numarada yazılmış kişidir kim bu bitiği 15 Eylül 1933 y ıl ında yazmağa ve yapmağa başlamıştır. Raşid Bey'in işi gücü Eyüpsulta n
çevresinde Davut Ağa tapuluğunun uyuğu ve öğiltkenidir. Çoluğuyla çocuğuyla oturduğu
yer de Davut Ağa Mahallesi'n i n uJu yohındadır. Evini n kapısı önündeki numara 21-25'tir.
Raşid Efendi yu ka rıda m ü rekkeple yazdığı paragrafı, ku rşu n kalemle yazd ığı aşağıdaki paragrafla yeniden şekillendiri r:
İşbu Çag Bildirme Bit iği' ııi düzen ve yaza n ve en üstte kılığı yapışık ve adı yaı.ılı olan, Türk Dili Topluluğu Bi rinci Kurul tayı kişilerinden 281 sayıda yazılı, Eyüpsul tan toplağı namaz kıld ı ranı Hoca Raşid'in Çağ Bildirme diyerek ad ını koyanın düzdüğü bitil<lerden ünlü
birinin adıdır. Daha bunun gibi pek çok bitikler düzmüştür. Okuyan yoldaşlarım bu yohsulu pek kaygula r ile ansınlar ve kığırdan unutm asındar, kamuya yalvarırım. Yaradanım beni yarlıgasın.
Hemen not d üşeli m yu karıda geçen kılı k (fotoğraf), ta pu luk ve toplak ( mahalle),
uyu k (ima m), öğütken (vaiz), u lu yol (cadde), kığı r(an ma) an la m larınd a Raşid Efendi'n i n tercihleridir.
Bundan sonra 5. sayfasınd an itibaren başlaya n eserin gi riş kısı m ları "Biti Başla ngıcı" adını
alı r ve 12. sayfada son bulu r. Bu sayfa larda n Revna koğlu dosyala rı nda eserin sadece 5,6,7 ve
12. sayfa lar yer alabilmiştir. Meti n de kulla n d ığı kelimeler, dipnot yöntemiyle sayfa kenarında notla n d ı rıl mıştır (316:236-39):
Biti Başlangıcı
Kamu nesneleri yarata n, inanlt kullarını
iki elde kayıra n, türlü türlü dilleri atanına
öğreten, savcım ızı gözgü kılı p kend i n
andan gösteren, dilediğin işleyip işinden hiç sorulmayan, kullaruıda n ki mini bay, kimi ni yohsul eden, kimini bilgili, kimini bilgisiz ktlan, bilgilileri kamu ele başlık kılan, bey ile kul
kı tında hep bir olan, kulların ı anaları karnında nice dilerse ol kılıkta yaratan, ortaksız,
yücerek ler yücereği, beylerin beyi, efendiler efendisi ol ulu çalabım ızı öğdükten hem sevgilisi, kamu ele iletip gönderdiği i ki yönek uyuğu. savcıların beyi, hem sonu, suçluları soru günilnde kurtaran, Ta nrı kıtında bir sözü iki olmayan, bizim savcım ız efendimize, hem kendi kişilerine, hilesine, hem çağına yetişip gün yüıin görenlere islikten sonra,
Bu hiç nesn esizler ayakla rı toprağı, kulların yolsulrağı, savcı ıl kı Şeyh Mehıned Raşid başka dillerden hele yad d illerinden bir söz bile katınıyarak salt Türkçe olmak üzere işbu söz bi tisini ancak gözüm aydı nları Türk kardaşlaruna saçı etmek için düzüp adını TÜRK Dili kodum. Gönül alçaklığı edip okuyan kardaşlarım bu bitinin içinde
gördükleri yanlışlıklarımı hem eksikliklerimi görmezliğe gelsinler. Evet, kulların eksikliği çok olur, bilgiçli k edeni n sonu yeğ olmaz.
Kişi bilmediğini bilenden sorup öğrenmek yeğrektir. Sözün kısası bizim bilgimiz, Tanrı bilüsüne karşı sinek tükürüğü denli bile değildir. Biz dü n gü n zık hem gönülden bilülerimizi n artmasını yara tanımızdan dileme!iyiz..,
İşte biz de kendi dilimizi eyi öğrenelim, elimizden geldiği denli birbirimizle Türkçe söyleşelim, sözlerimjzin içine başka dilden
bir benek bile katmıyalım. Dilimizde olmayan bir sözü yad d ilinden al ı rsak başkalaştırıp
öyle alalım; olanların da değerlerini bilelim. Bizim dilimizde değişik pek çok sözler va rdır ki kimisi Arapçada n, kimisi Aceınceden, hele yak ın çağlarda hem çağımızda yad dillerinden
ONUNCU GUZERGAH 1713
Frenkçeden gereksiz yere alınıp kullanılan sözler de vardır.
İşittikte kaygılanmamak elden gelmez. Bunların kimisini doğru söylerler, ki misini yanlış söylerler.
Bakınız yadlar bizim dilimizi öğrenmeye hiç yanaşmazlar, biz ise kendi dilimizi daha öğrenmeden yad dillerini öğrenmeye çalışırız. Dil öğrenmek kişiye yüz karası değildir, dediğim gibi ilk önce
kişi kendi dilini öğrenmeli sonra özgelerin dillerini öğrenmelidir...
Metnin kenarlarına Raşid Efendi'nin düştüğü kelime karşılıkları:
Artık, fazla ve zaide manasınadır. Başlangıç, mukaddime demektir; "biti başlangıcı" demek, kitabın mukaddemi, mukaddime-i kitab demektir. Başlıca, kelimat-ı müstnkille demektir, masadır vesaire gibi. Bezemek, tezyin etmek, süslemek demektir. Biti, kitap manasına isimdir. Dar
Mehmed Raşid'in Çağ Bildirme adlı kitabının ilk sayfası (316:239)
dillerini, kendi lisanlarını, lisan-ı maderlerini
kalmadıkça, muztar kalmadıkça demektir.
Demek isterim, demek istiyorum, "yani" gibi harf-i tefsirdir. Dizme, cümle ve terkip vesaire manasınadır ki güya ki saf teşkil ederler. Türk dilinde pek çok sözler vardır, bir sözde birkaç kelime bir araya gelir ve ol vakit bir manayı müfit olur, lisan icabatındandır. İki el, iki
alem, dü cihan manasına ki dareyn, dünya ve ahirettir. Kamu nesneleri demek, kaffe-i eşyayı demektir. Koparmak, haşr etmek manasına olmakla "koparsın'; haşr buyursun demek
olur. Öğretmek, talim etmek manasınadır. Öz
demektir. Sanılmasın, zannolunmasın demektir. Savcımız, peygamberimiz demektir. Tanık, şahit, huccet, burhan manasınadır.
Türkçeyi güzel saklayıp yani hüsn-i muhafaza ederek daima istimal edip demektir. Türlü türlü diller, kaffe-i elsine ve esma demektir.
Yaratan, halk eden demektir ki Cenab-ı Hak'tır. Yarlıgamak, mağfiret etmek manasınadır ki "yarlıgasın" demek, mağfiret buyursun demek olur. Yüzleri sularına, hürmetlerine demektir.
Müellifin öztürkçe şiirlerinden birkaç örnek
(317:124,173,275-76):
1714 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Kayguyla geçer güniim onulmaz benim öziim Karadır benim yüzüm ağara mı ya bilmem
İçim dışım yav ya rab benden bunu sav Beni etme ona av kurtula mıyım bilmem
Dün gün bana rahat yok yalvarıram sana çok Ümidiın kestiğim yok kaçına mıyım bilmem
Çoktur benim günahım sayısızdır isyanını Affet beni sııbhanım mağfur olanı mı bilmem
Rahmetine gayet yok kullarına kapm açık Bizi de ııçmağa sok ben degirem rni bilmem
İster isen bir kulun vallahi açarsın yolun Raşid de senin kulu yolun bulam nıı bilmem
Tanrı adın iter kim anar yiicelir Kanıu işi bunda anda düzelir
Yaratanın ulu adı dillerde Sevgisi de kullarının gönlünde
Her solukta durmayalım analım Gece gündüz hep ana yalvaralun
Kullarını ya[r}lıgayan ancak ol Kamwnııza yollarını açan ol
Andan özge kim ya[r]lıgar kulları Oldur açan kamumuzayolları
Kamu ilde her ne ki var amndır Sanma seni diri tutan kanındır
Bir nesneye ol der ise ol olur Sanma olmaz buyruğu yerin bulur
Bunda anda her ne ki var hep anın Bir gün gelir gövdenden çıkar canın
Şeyh Raşid Efendi (316:141)
ONUNCU GÜZERGAH 1715
ı<uşadah İbrahim Efendi - Şamiler Tekkesi
Millet Caddesi'nden Topkapı'ya ilerlerken sola sapan Cerrahpaşa Caddesi'ne giriyoruz. Bu cadden sola dönen Katip Muslihiddin Sokağı'nda 16 numaralı binanın önünde duruyoruz. Burası Kuşadalı İbrahim Efendi Tekkesi - Şamiler Tekkesi'ydi. (Aksaray Mahallesı, 867 ada, 34,35 parsel)
Burası bir Bektaşi babasının yaptırdığıHalveti-Şa'bani tekkesiydi.
1939'da henüz ayakta ve harap olan tekkeye rapor tanzimi için giden İstanbul Arkeo
loji Müzesi müdürü A. Erdoğan, "Binanın içi dışı tetkik edi di. Bir kısmı harem, diğeri hariciye olmak üzere altıodalıbir daireden ibaret olduğu ve arkasında bir arsa ve arsanın ortasında yaz ısız, taşsız bir de mezar bulunduğu anlaşıldı. Dairetamam ıyla ahşap, mai -i inhidam ve haraptır.Arsanın da vaktiyle Şamlı İbrahim Efendiuhdesine müvecceh bir Halveti dergahı olduğu komşulardan öğreni di" diyor,beklenmedik bir cümleyle yazısını ikmal ediyordu: "Bugünkü durumuna göre ne müzelerimizi ne de encüme nimizi alakalandıracak bir ciheti olmadığını arz ederim."
Kimse alakalanmadı!
İbrahim Hakkı Konyalı,"1966 yılına kadar mevcut olan kalıntılardan bugün hiçbiriz ve eser yok. Kabirler ve taşları da mevcut değil.Arsası çinive künk imalatçısı S.T.'nin kirasında" diyor,dosyasına aşağıdaki fotoğrafı ekliyordu:
Nice zaman sonra bir vakıf tarafından arsasına 2017'de tekkenin rekonstrüksiyon inşaatı yapı dı.
Tekkenin şeyhleriyle beraber kısa tarihi Revnakoğludosyalarında şöyledir (290:150-51):
Aksaray'da Sineklibakkal'da Şa'baniyye'den Şamileri Tekkesi banisi Bektaşi babalarından olup Balat'ta Kuşadalı İbrahim Efendi'ye intisap ile ikmal-i süluk eden Aksaray hamamcısı Hacı Halil Ağa'dır. H.1263'te göçüp dergahın karşısındaki türbede sır olmuştur.
l<uşadalı bizzat meşihat ettikten sonra dergah yanmış ve Şamiler neslinden İbrah im Efendi namında Şa'baniyye'nin Bekriyye koluna mensup Şamlı bir zat ve ondan sonra 1310'da vefat eden oğlu Cemaleddin Efendi postnişin olmuşlardır.
Şeyh Cemaleddin Efendi, karşı türbede, bani-i dergah Hacı Halil Ağababa'nın yan ında medfun olup taşındaki vefat tarihi Muhtar Bey'indir. Babası İbrahim Efendi'nin ise tekkede yıkılan tevhidhanenin yanında hususi sandukası mev cuttur; bu sanduka evvelce maksure içindeydi.
1716 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
1940'ta Kuşadalı İbrahim Efendi - Şami er Tekkesi'nin bulunduğu
sokak (Encümen arşivinden)
ONUNCU GÜZERGAH 1717
Son şeyh Münzevi Ali Bey merhum, Şeyh Cemaleddin Efendi'nin kardeşidir. Zev cesi Kamer Hanım hayatta olup dergahta oturmaktadır, kendisinde tevliyetnameler vardır.
Not: Tekkenin son şeyhi mer hum Ali Efendi, Defterhanede mahlCı.lat kalemi mümeyyiziy di, Encümen başkatipliğinde de bulun muştur. Refikası Ka mer Hanım, son istimlaklara kadar hayattaydı.
1970'lerde Kuşadalıİbrahim Efendi - Şami er Tekkesi'nin arsası (Konyalı arşivinden)
1939'da Kuşadah İbrahim Efendi
- Şamiter Tekkesi'nin vaziyeti (Encümen arşivinden)
Revnakoğlu, Şeyh Cemaleddin Efendi'ye ve babası Şeyh İbrahim Efendi'ye dair yukarıdaki notlarına her halde tekke mensuplarından birinden derlediği aşağıdaki bilgi eri ilave eder (290:150):
Şeyh Cemaleddin Efendi, vefatından beş altı ay evvel babası rüyasına girmiş, "Oğlum, sen ne zaman adam olacaksın, aklını başına topla!" diyor. Babası nın bu ihtarı üzerine Küçük Ayasofya Medresesi'nde ekabir-i Şa'baniyye'den Hacı Kamil Efendi'ye intisap edip ders alıyor ve biraz daha salah ve kemal kesbediyor. Hastalanıyor ve bir müddet sonra bir akşam dönüşünü müteakip hummadan vefat ediyor.
Babası Şeyh İbrahim Efendi, dergahın meşihatı uhdesinde olmakla beraber ara sıra Şem'i Molla Camii'nin karşısında ihvanından Kömürcü Ali Efendi'nin
konağımn yaz olursa bahçe sinde ve kışın içeride Şamiler le beraber icra-yı ayin ve mu kabeleden önce müştereken sure-i Mülk okurlardı.
Şeyh Cemaleddin Efendi'nin mezarı, tekkenin karşısındaki hazirede tekkenin banisi Hamarnl HalilAğa'nın mezarı yanındadır. Metni Serasker mektupçusu olan Giritli Muhtar Efendi (1828-1910) kaleminden çıkmadır, kendisi İbn Arabl'nin eserleri etrafındayaptığı çalışmalarla ünlüydü:
1718 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
(290:136): Başında Şa'bani tac-ı şerifi, göğsünde Şa'bani tacının terkleri, mistarlı, Yeşil boyalı,kenarları zırhlı, mermer pehle üzerinde muntazam mermer taş,talikle:
Ya Hü
Tecel/i-bin-i levhid-i Huda kim ola alemde Karirü 'l-ay n-ınür-ıhikmet-i ayne'l-yakin oldu
Tarik-i aşk-ı Şa'ba11i'de piı -ber-ca olan uşşak Bıı irftin-ı ezelden behremend ü kam-bin oldu
Ceniıb-ı Şeyh Cemaleddin Efendi işte çok müddet Bu dergalı-ı hakikat-intimada postnişin oldu
Bu kesret-lıiıne-i imkanda gördü yoktur asayiş Cihandan çeşm-i ümmidin yumup vahdet-güzin oldu
Otuz yaşında ancak var idi ol şeyh-i ruşen-dil Misal-ipir -i kamilfdiz -ifeyz-i mübin oldu
Melek-siret selimü'l-btıl idi ahd-i hayatında Vefatından bütün çeşm-aşintiyanı hazin oldu
O merhum iktiza-yıfeyz -i aşkından bir ayine Karin-i rahmet ü ilısiın-ı rabbü'l-alemin oldu
Çekip bir ah telkin eyledim tiırınini Muhtar Cemaleddin Efendi lıü deyipralımet-rehin oldu, 1310.
Revnakoğlu bahsettiği tekkenin banisi Hamami Halil Ağa tarafından Laleli'de Hasan Paşa Hanı'nın yakınındaki Sek banbaşı Mescidi ve Şehremini'deki Cafer Ağa Mescidi (Yusuf Fakih Mescidi) minber konarak camiye dönüşmüştü. Kendisi Macuncu Çarşısı'nda Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ninyaptırdığı hamamı kiracı olarak işletirken iş akdinin feshedi mesiyle inat etmiş, Cafer Ağa Mektebi yakınında aldığı bir arsaya hamam yaptırmış, bu hamam da "İnadiye Hamamı" diye meşhur olmuştu.
HamamiHalilAğa, Kuşadalıbu tekkeye geldiğinde kendisinden irşat görmüştü. Vefat ettiğinde yaptırdığı tekken in haziresine gömülen HalilAğa'nın mezar kitabes ini Revnakoğlu tesb it eder (290:136):
Önü yeşil parmaklık ve iki mermer sütunla, etrafı al çak duvarla çevrili; üstü açık hususi türbe ortasında başında cesim Bektaşi tac- ışerifi,yeşil boyalı, mistar
lı,düz ve sade mermer taş,ince sülüsle:
1939'cla Kuşadalı İbrahim Efendi - Şanıiler Tekkesi (Encümen arşivinden)
ONUNCU GUZERGAH 1719
La Mevcüde illa Hıl
Azm-i giil-geşt-i cimin etti yerin bala edip
Kim vefatından mukaddem tekyesin ihya edip
Derk edipfanı cihanı yaptı göçtü merkadin Rej'-i engüşt-i şehadet eyleyip ima edip
Etmedi bir şeyde ihmal eyledi vakfın tamam Koymadı bir iş geriye kendisi asla edip
Ah-ı hasret nar-ı hicran eyledi bağrın kebab
Ta ezelden böyledir resminfelek icra edip
Bu Haltl'efatiha ihsan ede zii\l\lar olan Muhibb-i Bektaşiyiın'dan irtihiıl-i beka edip
Bani-i tekke Aksaray hamamcısı merhum el-Hac Halil Ağa'nın rühıyıçun el-fritilıa, 23 Rebiülevvel 1236.
Revnakoğlu bu tekke dosyasında Kuşadalı'ya mensup olanları, onun halifele rini sıralar (290:135, 153-57, 161,169-70,178):
Hammami Tevfik Efendi
Şeyh Ömer el-Halveti: Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendi, bu zatın halifesidir.
Niğdeli Şeyh Bekir Efendi.
Kızıl Dedeefendi: Laleli'de Kızıltaş Cami'-i şerifi imamıydı.
Şeyh Ali Strrı Efendi: Bursa'da Ahmed izz1 Dergahı postnişiniydi. Üsküdar! Osman Şems Efendi'den süluka girmiş ve onun halifesi Münzevi İzzi Efen di'den istihlaf edilmiştir. Bir müddet Bursa'da bulunan Kuşadalı İbrahim EfencU'den de daha önce füylızata mazhar olmuş, nazar ve teveccüh almıştır ( Yadigar-ı Şemsi, s.167).
Keçeci Şeyh Hacı Hafız Ali Efendi: Çarşamba - Lokmacı Tekkesi'nin postni şini Keçeci Şeyh Hacı Hafız Ali Efendi merhum da Kuşadalı'dan istihlaf olun muştu; "Hafız Baba';"Hafız Efendi" cUye anılır.
Hasan Sabri Efendi: Kuşadalı'nın bir halifesi de Hasan Sabri Efendi'ydL Rev nakoğlu bu hususu zımnen Hasan Sabri'nin eşinin mezar kitabesini vererek tesbit eder (290:161): "Makriköy Mezarlığı'nda, kapıdan girince sağda, arka
1720 Revnakoğlu'nun istanbul'u
taraflara doğru ortada, mistarlı beyaz tek şahide: "Hüve'l-Baki - Kuşadalı merhum hulefasından Ha san Sabri Efendi halilesi Şerife Fatımatu'z-zehra Hanım'ın rlıh-ı şerifine el-fatiha, Ramazan 1316 (Tesbit tarihi 5 Temmuz 1962).
Hacı Hafız Şevki Efendi merhum: Bursa'da Setba şı'nda, Namazgah'a çıkarken sol tarafta, "Müftüönü Tekkesi" denilen Şa'bani dergahının şeyhiydi, Mes nevihanlıkta şöhreti vardı. Merhum Evrenoszade Sami Bey, Kuşadal ı'nın bu zata gönderdiği mek tuplarından birkaçının kendisinde bulunduğunu söylerdi. Hanedan -ı risalete fevkalade muhabbet ve merbutiyeti olan arif, aşık ve pek ehl-i hal bir zattı, niteki m göçüşü de rnah-ı matemde olmuştur. İyi Farsi bilenlerdendi. Emir Buhar! haziresinde ya tıyor. Kapıya gelirken sağda, set üstünde ve birin ci ve ilk servinin arkasında çift şahideli, talik yazılı mezarı görülmektedir. Başında cesim Şa'bani tacı vardır:
La mevcüde illa htı
Hacı Şevki Efendi mahv edip cismin Muharremde İnôyet-/ıalı-ı sulta11-ışelıid-i Kerbelii oldu
Mukadddem bi'L-iıuibe Kuşadalı'dangörüp İrşad
O arif "en temıitıi"ô.şiyiımnda hiimô oldu
Ederdi neşr-i ilm-i Pô.rsi dergiılı-ı pakinde Göçüp lıalvet-nişin-i tekye-i darü'l-beka oldu
Opirin lıimnıetiyle kesb-i irfan eylemişlerdi Vefatıyla Bıırıısa halkının karı bükiı oldu
Ola mahşerde hem-namı Muhammed zatına şaft' Bu maksad şeyh ü derv iına aksa'l-mülteciı oldu
Hamami Halil Ağa'nın mezar taşı (Endımc.>n arşivinden)
Oku tarlh-ifevlin yazdı Safvet eşk-i rahmetle
Hacı Şevki Efendi viısıl-ı kurb-ı Huda oldu, 7Muharrem 1270 (Tesbit tarihi 12 Eylül 1962).
ONUNCU GÜZERGAH 1721
1939'da Kuşadalı İbrahim Efendi- Şamiler Tekkesi haziresi (Encümen arşivinden)
Çınar imamı Ayntabi Şeyh Mehmed Efendi merhum: Meşayihin ulemasın dan fazıl bir zat idi. Uzun zaman irşat makamında bulunduğu halde mah viyetinden daima kendisine "Derviş Mehmed" derdi. Sülüs kitabeli taşında aynı şeyi yazdırmıştır. H.1272 tari hinde göçmüş, Kocamustafaşa'da meşiha tında bulunduğu Çınar Dergahı'nın hazi resine sırlanmıştır. Hazirenin cad deye bakan pencereleri önünde yatıyor. Başında cesim Şa'bani tacı var: "Ya hu - Turik-i Şa'baniyye'den kutbu'l-arifin Kuşadalı el-Hac es-Seyyid İbrahim Efendi'ni n dervişlerinden kudvetü's-salikin , Çınar Cami'-i şerifi imamı mer hum ve magfürun leh Ayntabi es-Seyyid Mehmed Emin Efendi 'ni n ruhıyıçun el-fatiha, 27 Ramazan 1272 (Tesbit tarihi 1947 kurban bayramın ı n ilk günü, cumartesi).
İbrahim Ziyaeddin Bey merhum: Veladeti 1208. Hazine-i hümayun sarık oda sı başeskisiydi. Bu zatın babası Hurşid Efendi de hazine-i hümayun kethüda lığında bulunmuştur. Abdülhamid -i Evvel'de doğmuş, Abdül hamid-i Sani'de göçmüştür (1290). Ata Tarihi'ni n dibacesi nde kendisinden malumat alınan zevat arasında bahsedilmektedir . Fuzala ve urefü-yı zamandan Bolavizade Mehmed Nüzhet Ortanca'nın validesi Ayşe Sıddıka Hanım'ın babasıdır.
Üsküdari Osman Şems Efendi'nin de bidayet-i nisbeti Kuşadal ı'yadır, sonra dan Abdurrahim Ünyevi'den istihlaf olunmuştur.
1722 Rcvnakoğlu'nun istanbul'u
Hacı Hasan Basri Efendi merhum: Yad-ı Mazi muharriri Bereketzade İsmail Hakkı Bey merhumun babasıdır. Mamuretü laziz'e bağlı Eğin kazasında Bere ketoğulları'ndandır. Ebniye-i aliye çukadarıyd ı. Eyüp - Sertarikzade Mehmed Emin Efendi Dergah-ı şerifi türbesinde yatıyor. Onun da babası İsmail Hakkı Efendi, Ayasofya dersiamlarındandır.
Petriçli Hacı Abdi Bey: Fuzaladan ve müelliflerdendir. Fezail-i Zikrııllah'ı, Keşfü 'z-Zulam'ımeşhurdur. Merkez Efendi'de yatıyor.
Şeyh Mustafa Reşid: Kuşadalı halifelerinden biri de Eyüp'te Şeyh Hasib Efen di h:ıziresinde yatan Muzıkalı Ahmed Raşid Efendi'nin babası Şeyh Mustafa Reşid Efendi merhumdur.
Mensupları arasında devlet adamları da vardı. Bunlardan biri Bağdat valisi Serasker Namık Paşa'dır. Bu zatın oğlu Cemil Paşa, Üsküdar Nalçacı Tekke si'nin 1291 Hicret yılında tamir ettirmişti.
Nalçacı Tekkesi şeyhlerinden Kırım lı Sahaf Hafız Mehmed Efendi ile Ahmed İzzet Efendi de Kuşadalı halifelerindend ir.
Kuşadalı İbrahim Efendi - Şamiler Tekkesihaziresi (Konyalı arşivinden)
ONUNCU GÜZERGAH 1723
Kuşadalı İbrahim Efendi - Şamler Tekkesi'nde abdest teknesi (Konyalı arşivinden)
Revnakoğlu, tekkenin şeyhlerinden İbrahim Efendi'nin eşinin mezar kitabesine de dosyalarında yer verir (290:137):
Mermer pehle üstünde, mistarlı,müzeyyen kadın başlıklı, baş kısmı müzehhep, göğ sünde Şa'banltac-ı şerifininterki,düz beyaz, yukarıya doğru geniş kalınca mermer taş: "Hüve'l-Hallaku'l-Bakl- Tarlk-i Halvetiyye-i Şa'baniyye meşayih-i kiramından arif billah Şeyh İbrahim Efendi merhumun hallle-i afifesi olup bin üç yüz beş sene-i hicriyyesi cemaziyelahiresinin on birinci cuma gecesi azime-irahmet-saray-ınalm olan Ayşe Felek Hanım'ın ruhuna rızaen lillahi fatiha, 1305".
İsim vermeden "Dergahın haziresinde Fatih zamanın ın ulemasından bir zat yatıyordu" diyen Revnakoğlu (290:137) "Dergahın harem kısmı tarafında harap abdest musluğu taşında yaldızlıyazı ile" yazı ısülüs kitabenin metnini de verir: "Devletli, necabetli, reşadetli efendi hazretleri cariyelerinden merhume Hayatyar Kalfa hayratıdır, 12 Şaban 1294, Fahreddin Ali"
1724 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Zıbın-ı şer f Tekl<esi (Zıbın-ı Saadet Tekkesi -
Taşkasap Tekkesi- Nuri Efendi Tekkesi)
Selçuk Sultan Camii'nin hizasında, Millet Caddesi'nin ortasında , Zıbın-ı şerif Tekkesi vardı.
Tekke, "Zıbın-ı şerif" ismini,Hz. Peygamber'e ait bir zıbından alıyordu. Bir tür kısa kollu pamuklugömlek olan zıbın ve sakal-ı şerif, tekke bünyesinde müstakilbir hüc rede muhafaza ediliyordu. Tekke ayaktayken türbesi kitabesinde bu husus bilhassa belirtilmişti ve Revnakoğlu kitabeyi tavsif ederek metnini kaydetmişti (149:124):
Tekkenin cümle kapısı yanında, hazireden sokağa açılan sarmaşıklıziyaret penceresi Üstünde müstatile yakın dört köşeli, mistarlı,yeşile boyalımermer taşta karışıkça tertiplenmiş bozuk imlalı bir nesih ile: "Ya Allah Hü - Rızaen lilahi banT ve vakıf,Allahu veıa sivahu - Hazihl't-tekyetü'n-Nakşibe ndiwetüvevazı '-ılihye-i saadet ve Mdim-i cüz'-i libas-ıpak-i ather-i Resülullah aleyhi's-selam, bu hücre-işerifede mahfüz olan emaneti mübarekeleri aşıkine ziyaret ettirme hizmetler iyle müşerrefler iken dar-ı bekaya isbat-ı vücüd birle intikal edenler merhum Mehmed Nuri Şeyh Nakşibendi
ve hatunu magfüre Aişe Hoca merkadleridir,liltahi' -Tatiha 1234. Ve rahmetultahi ala muhibbihi ve muharririhi Ömer Manisav "
Açı acak Millet Caddesi'nin güzergahında bulunduğu içinyıkı acak olan tekkeninson halini Revnakoğlu şöyle tesbit etmişti. Not düşelim, tekkeler kapandığında posta oturan son şeyh, eşinin öğretmenlik yaptığıokulda hademelik edecektir (149:122):
Tekkenin setamlığında büyük bir sofa,iki oturma odas ,bir kahve ocağıve yanın da ayak yoluvardı. Aşağıda ayrıcaikioda, birsofa, yinebir ayak yoluyaptırılmıştı. Harem kısmında yukarıda büyükçe iki oda,bir sofa ve bir çilehane vardı.
Aş:ığıcla büyük bir mutfak, kömürlük, bir de ara taşl ktan geçilen bahçesi var dıki caddeye baka(dı. 1943 yılında Evkaf tarafından65 liraya satılıp yıktırıldı.
Encümen dosyasında 1937 yılına ait yazışmalarda tekkeninyıkı ıp paraya çevrilme sinde mahzur olup olmadığı, 1946'da isetekkeninartık ayakta duramayacak şekilde Yıkılmaya meyilli olduğu, dergahın çok harap vaziyette olduğu, tekkenin tramvay güzergahında bıılıınrlıığu, tramvay sarsıntısındanve hava muhalefetinde n yıkılm;:ı tehlikesiyle karşı karşıya geldiği,bir kazaya meydan vermemek için derhal yıkılması lazım geldiği yer alır. Yine buradaki bir raporda tekkenin son vaziyeti için "Zemin katında bir aralık, harap bir kiler odası ve içinde bir hanımın oturduğu söylenilen ve kapalı bulunan bir oda bulunmaktadır.Harap tahta merdivenlerden birinci kata çıkınca bir sofa ve bir tuvaletgörülmektedir.Tuvalettamamıyla harap, sofanın duvar ve kapısı da meyletmiş bir haldedir" deni miş, ardından bir başka yazıda aynı yıl dergahınçökmüş olan enkazının satıldığı bi gileri yer almıştı.Tekke gözden çıkarılmış, Yıkılıp enkazının satılması için bahaneler var edilmişti.
ONUNCU GUZERGAH 1ns
Zıbın-ışer f Tekkesi - Mehmed Nureddin Tekkesi'nin krokisi (Encümen arşivinden)
TH AIUOA HHUK !UllAH CAMİİ K ALl,lllhl Mm.AU ımmi11 m.mı,IEMAIUllEIİ K R O İ\İ tıt, Öl'Ü ,l·l u
....
- ,. \. "'
- -lj ===:J =
-
(,f(1 1
.....,..
hv c .uı
tiıı0 u•••••
-
c
--
:i
-
• •
• tı (, 1
c
u
Ilı
n ' ..
... ,_ _ b -=
• " .. •,J
... ---........
, M -- (
Tekkenin hikayesi (149:110-121):
"Zıbınım" derler, bir adı da "Nuri Efendi Tekkesi"dir, "Nakşibendli Tekkesi" de derlerdi. Aksaray'da Selçuk Sultan Mahallesi'nde Selçuk Hatun Mesci di'nin karşısında Haseki Hastanesi'nin meyyit kapısına çıkan Selçuk Sultan Sokağı'nın içinde ve sol başındaydı.
1950'de yağmur tahribatı neticesinde tevhidhane ile türbesi çökmüş, bir müddet sonra da tamamıyla yıkılmıştır. Sokak içindeki kapısı 1numaralıdır, Millet Caddesi tarafındaki kapısının numarası 195'ti.
Önceden Nakşibendiyye' den iken sırasıyla Bayramiyye ve Sünbüliyye'den olup en sonra Halvetiyye'nin Şemsiyye-i Sivasiyye koluna geçmiştir. Bir kı sım halkın ağzında yanlış olarak "Zubun-ı şerif'; hatta "Zebfın-ı şerif Tekkesi" diye de kullanılmaktadır.
Pazar günleri ayin icra edilir ve aynı zamanda da hatm-i hacegan okwmrdu. Tek kenin haziresi İstanbul Belediyesi'nde 231numaralı mezarlık olarak kayıtlıdır.
Tekkeyi yaptıran Nakşibendiyye'den Şeyh Mehmed Nuri (Şeyh Mehmed Nu reddin b. Hüseyin) Efendi'dir. H.1234'te göçüp tekkenin haziresine gömüldü.
Tekkenin bahçesinde orta taraflarda başında cesim tac-ı şerif, yazısı sülüs,
1n6 Revnakoğlu"nun istanbul'u
kitabesi yeşile boyalı, mistarlı mermer taş: "Hüve'l-hayyul lezi la yemut - Merhum ve magfürun leh hadimü'l-fukara ve raci-i şefaat-i Resulullah, bani-i tekke Şeyh Nakşibendi Meh med Nuri Efendi'nin ruh-ı pür-fütuhlarıyıçun lillahi el-fati ha, 1234"
Seyyid Mehmed Nuri Efendi merhumdan sonra Bayramiy ye'den Himmetzade Şair A hmed Cezbi Efendi şeyh oldu 1245 Recebinin gurresinde göçüp tekkesinin türbesine gömüldü.
Yıkılıp açıkta kalan türbede başında cesim tac-ı şerif, ya zısı sülüs ve yeşile boyalı beyaz mermer taş: "Hüve'l-Hay yü'l-Baki - Merhum ve magfür el-muhtac Ha rahmeti rabbi hi'l-gafür es-Seyyid eş-Şeyh Cezbi Ahmed Bey'in ruhıyıçun rızaen lillahi taala el-fatiha, gurre-i Receb 1245"
(H.1196 tarihinde vefat eden Kandiyeli Şair Ahmed Cezbi Efendi başkadır, Şeyh Selami Efendi tarih söylemiştir.)
Şeyh Ahmed Cezbi Efendi merhumdan sonra tekrar Nakşi bendiyye'den Kastamonulu Hacı Abdullah Efendi şeyhliğe geldi ve H.1247 tarihinde göçtü.
Sonra Sünbüliyye'den Mehmed Said Efendi posta geçti. 16 Muharrem 1253'te vefatıyla yerine tekrar Nakşibendiyye'den Şeyh Muabbir Hasan Efendi getirildi.
Şeyh Muabbir Hasan Efendi'nin 1265'te vefatıyla Şeyh Cü neyd b. Şeyh Hasan Efendi posta geçti. Bu zat da 1281 ta rihinde göçtükten sonra yerine Muabbir Şeyh Hasan Efen di'nin oğlu Aziz Mahmud Efendi posta oturdu.
Nakşibendiyye'den olan bu zat da H.1320 tarihinde bila -ve led irtihal ettikten sonra dışarıda n ve Şemsiyye'den Dağıstan lı Nakibü'l-eşraf Mir Mehmed Kasım Efendi geldi. Sadattan olduğu için kendisine "Mir Kasım Efendi" derlerdi. Şemsiy ye-i Sivasiyye meşayihinden Zileli Müftü oğlu Şeyh Mustafa Kuddusi'nin halifelerindendir. (O da Hazret-i Şeıns-i Sivasi evladından Şeyh İbrahim Taibi'nin halifesidir, o da Elbistanlı Şeyh Ali Lutfi Efendi'den müstahleftir. Şeyh Ali Lutfi mu tasavvıf bir şair olup basılmamış divanı vardır, tek nüshası İn kılap Müzesi müdürü Hazret-i Şems ahfadından Hüseyin Şemseddin Bey'de mahfuzdur. Ali Lutfi de yine Şems evla dından meşhur şair Şeyh Ahmed Suzi'den müstahleftir.)
Dağıstan! Mir Kasım Efendi mazbut şecerenin gösterdiğine göre İmam Hüseyin'in 51. evladındandır. Muhacereten İs tanbul'a geldikten bir müddet sonra Samsi.ın'a giderek oranın
Şeyh Mehmed Nuri'nin Eyüp'e
taş ınan mezarı (Özlem İyier'in "Eyüp Nişancası'nda Sivas! Efendi Tekkesi Haziresinin İncelenmesi" başlıklı tezinden)
Şeyh Cezbi'nin Eyüp'etaşınan mezarı (Özlem İyier'in "Eyüp Nişancası'nda Sivasi EfendiTekkesi Haziresinin incelenmesi" başlıklıtezinden)
ONUNCU GÜZERGAH 1727
Ladik kazasında kırk odalı, kırk yataklı büyük bir tekkede şeyhlik etmiş, son ra İstanbul'a avdetinde Zıbın-ı şerif Tekkesi'ne şeyh olmuştur. Uzun kıvırcık saçlarını örer, tacının üzerine çıkarırd ı. Göğsünü kaplayan bembeyaz uzun sakalı vardı, daima asa ile gezerdi. Beyaz pembe yanaklı, yuvarlak yüzlü, gü müş gözlüklü, boylu poslu, mehabetli, fakat gayetle alçak gönüllü, evliya gibi bir insandı; bir defa gören hemen eline koşardı.
Çocukları: Büyük oğlu Şeyh Yusuf Ziyaedd in Efendi, küçük oğlu Cemaleddin Bey (Bahriye binbaşılanndandı, 1938 yılında Sivas'ta göçtü, orada yatıyor.) Kerimesi İfakat Hanım, Topkapı'da yatıyor.
Zamanında pek çok sevilen, hürmet gören ve mazinne-i kiramdan sayılan Mir Kasım Efendi 129 yaşına kadar yaşamış bir pir-i ruha ni ve nurani idi. Dinçliği ve yüzünün güzelliği fevkaladeydi.
Bu zat, Seyyid Yahya Şirvani'nin perverde-i hassı olup onun irtihalinde ma kamına geçen meşhur Şeyh Ziyaeddin Yusuf Mahdum'un torunlarındandır, bu itibarla seyyid-i sahihtir. Üç erbain birden çıkarmıştır. Şemsiyye-i Halve tiyye'den olduğu gibi Kadiriyye, Rifa'iyye ve Nakşibendiyye -i Hal idiyye'den mücazdır.
Hayatının 125. yılında tekkede kendisini ve uzun ömrünü tes'iden büyük bir mevlid-i şerif cemiyeti de yapılmıştı.
13 yıl bu tekkenin şeyhliğinde bulunduktan sonra 1328 yılında 15 Cemaziye levvel ve 12 Mayıs 1326'da göçtü, tekkede medfun olup taşı yoktur.
( Dağıstan!Mir Kasım Efendi'ni n) Halifeleri:
Büyük oğlu Şeyh Yusuf Ziyaeddi n Efendi merhum. Çorumlu Ali Efendi merhum.
Hazret-i Şems evladından Sivaslı Şeyh Mehmed Behlül Efendi merhum (gö çüşü 1330 Ağustosund adır)
Merkez Efendi zakirbaşısı meşhur Hayri Efend i merhum.
Pertevniyal Valide Sultan türbedarı şayan-ı hürmet ve sulehadan bir zat olan Hacı Hüsnü Efendi merhum: Bu zat Serkasker kapısında inşaat dairesi reisi, meşhur olmayan diğer Abidin Paşa'nın kardeşidi r, Abidin Paşa'ya Abi d Paşa derlerdi.
Sivaslı Hacı Mehmed Baba (Zakir): Tekkede otururdu. sevimli güzel bir sesi vardı, ekseriya Ahmed Suzi'nin uNeyleyel im gönül seni - Uslanmadın gönül seni" nutkunu ısfahandan okurdu.
Dağıstanlı Salih Efendi.
Mir Kasım Efendi'nin 129 yaşında irtihaliyle büyük oğlu ve halifesi Mir Yusuf Ziyaeddin Efendi son şeyh olarak posta geçti. (Şeyh Yusuf Ziyaeddin Efen di'nin küçük oğlu tank yarbayı Said Oskay hayattadı r.}
1728 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
Fevkalade denilecek de recede güzel taç ve kemer işlerdi. Tam olarak süluk görmüş ve bitirmiş meşa yihtendir. Babası gibi bir kaç erbain çıkartmıştı. (Bunlar baba - oğul ehl-i süluktan olup Halvetiy ye'de maruf ve muteber olan esmayı tekmil eyle- mişlerdir yani ikmal-i er-
E C E L İ M E V U D
Mıınıt•a Cıtmil imamı Sch7,ade Camii lf3tlbl. llaı-ı Jldlız ı hmrl tn ın "' "ı.-rlııım• A\ şı: tlııhkıı HıınınıJn oiilıı, Yeni l)nmıı H.ıtıtıı Hao
ıutı Alaeddln l<lfrrı"n ın ıtitKlw ı Hııfız 6fivkcı S11mlyt t c1df't 1·r: Bch
1:•t Kirman ın b"bıtlıırı. Ak•ıtr-.ıv Muı 11tıı11 ıo Cannınln :0.7 • n ..lfh hıınını hlam,.ıeı J\ur'ond.tn
HMıUalu:
MEHMED ŞEMSEDDIN K1RMAN
(Sarı fr:nam )
in-fi f'fll "'" ıııut:ı"•atla "l't>l crl.ıtt ırıl c·ıı, H,. f'btoıll h11v1't3 dn,ınıu•tııı N(ı$ı buıılin 1 12 l!lti:I Vllıar xüııu Ak"""'" ,SOf ulnr C.uc;Jılçs 9o Nıı hı e\'lnd<'n snııt ı:\ 3\l rla Mıntttlil< 4(1 <cıw hnllnıle Tcrı.ıvlh kılchttlıı'!ı '" lılıtllrı n11 iınCi \'Bkf Pttl i Murat pa•a r.ııınllııdc· ikin ılı ııunı:ı"uıı ın tııakıv t...k<"ıı-trııdı·dekl ll•lf' kabı·ı-tanınôıı ıüınıecti lltılıı}c\ r t•.,ıll '"clil((•l!k
lı M""I kıfn 1 r m• ı·Pınııntlnt'> n·fuıtfın Kur "" nıuh l>l.ıfnp qu v ıılıı
F.\'LATLAR I
bain eylemiş meşayihten sayılırlar.)
Şeyh Mir Yusuf Ziyaeddin Efendi (soyadı Oskay'dır, 1287 doğumludur, İstan bul'da doğdu) 1941 senesi Ramazan-ı şerifinin 12'sine rastlayan günde tera vih namazı zamanı dergahtaki odasında hasta döşeğinde 70 yaşlarında oldu ğu halde göçtü. Merkez Efendi haziresinde türbenin arkasında şimal-i garbi duvarına pek yakın yerde ve yüksekte gömülüdür, taşı yoktur.
Şeyh Yusuf Ziyaeddin Efendi merhum, Merkez Efendi haziresinde Şeyh Sükuti Efendi sırasında medfundur. Sükuti Efendi, refikası ve Şeyh Yusuf Efendi'nin kabirleri bir sıradadır. Şeyh Yusuf Efendi'nin mezarı duvar dibindedir.
Seyrek sarı sakallıydı, o da babası gibi asa kullanırdı. Pek güler yüzlüydü; re fikasının öğretmen bulunduğu 19. Okul'da hademelik etti.
Mir Kasım Efendi'nin gelini ve Şeyh Yusuf Ziyaeddin Efendi'nin refikası Fat ma Zehra Hanım (Oskay) 1942'de 24. İlkokul öğretmenliğinden emekliye ay rılmıştır, ondan önce Hırka-i şerif 19. İlkokulu öğretmeniydi.
Şeyh Yusuf Ziyaeddin Efendi'nin halifeleri:
Baruthane - Şeyh Nazmi Efendi Tekkesi'nin son şeyhi Eşref Efendi de Şeyh Yusuf Efendi'den Şemsiyye icazesi almıştır ve Şeyh Eşref Efendi'ye çocuklu ğunda niyabet etmiştir.
Malatyalı Hafız Mehmed Efendi merhum.
Kuşçuoğlu Şeyh Bekir (Kanuni - Bekir Baba): Kur'an okumada, musikide üstattı.
Çorumlu Bekir Sıdkı Efendi: Mir Kasım Efendi'den müstahleftir, 1944'te Samsun'da fevt.
Murad Paşa imam ve hatibi Hafız Mehmed Şemseddin b. Hacı Hafız Meh med Emin (Akkirmanlıoğlu): Doğumu H.1301. H.1340'tan beri Murad Paşa Cami'-i şerifinde her gece beş cüz' okurriak şartıyla hatimle teravih nama-
ONUNCU GÜZERGAH 1729
zı kıldıran meşhur kurra hafızlarındandır. Ayrıca Gümüşhaneli Tekkesi son şeyhi Tekfrdağlı Mustafa Efendi'den de teberrüken Nakşibendiyye-i Halidiy ye icazesi vardır.
Revnakoğlu,tekkede kitabeliüç mezar tesb it eder,bunlar Şeyh Mehmed Nuri,Şeyh Mehmed Nuri Efendi'nin eşi Ayşe Hoca ve Şeyh A hmed Cezb 'dir.Şeyh Kasım Efendi, Şeyh Aziz Mahmud Efendi'ninse sandukaları önünde yazılılevhaları vardır. Nuri ve Cezbi Efendile rin kitabeleri yukarıda verildi, diğer üçü Revnakoğlu dosyalarında şöyledir (149:78-79):
Şeyh Kasım Efendi merhumun sandukası önünde istifli güzel bir nesih hatla yazılmış vefat tarihi:
Hıt
Şühud-ı Hak safa kalbinde kaim Onunçün haiz oldu Şeyh Kasım
O nefs-i mutmainne sahibidir Odur mürşid mürebbi Şeyh Kasım
Onun canı bugün canana erdi Teni yerde yer etti Şeyh Kasım
Dede Osman'a Hak'tan geldi tarilı Mutayyeb Hakk'a göçtü Şeyh Kasım
Bu merkad-i şerif, evlad-ı Resülullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, İmaın Sadık; cedd-i şerifi Seyyid Yahya Şirvan!, kaim-makam-ı Yusuf-ı mısr-ı irfan Ziyaeddin hazretlerinin evlad-ı hakiki ve manevisi Dağıstan!nakibü'l-eşraf tan el-Gazi es-Seyyid el-Hac eş-Şeyh Kasım Efendi, ehl-i tarik-i Nakşbendi el-Üveysi ve Halidi ve diğeri tarik-i Halveti-i Şemsi-i Sivasi'den olup pir-i sani ve on iki tarikatın mürşidi ve erbain seyr ü sü!Cıku tamamıyla irşad edip 129 yaşında vefat ederek 13 sene Zıbın-ı şerif Dergahı'nda postnişinlik ederek ve dergah-ı şerifin vakıf-ı sanisi olduğu halde fi Mayıs 1326 tarihinde azim-i dar-ı cinan olup mezkur dergah-ı şerifte medfundur. Her kim bu zat-ı pire üç İhlas, bir Fatiha-i şerife ile ruhunu şad ederse ona şefaatçi olsun Hazret-i Muhammed Mustafa.
Şeyiz Hacı Seyyid Kasım ehl-i tarika tac-ı ser Zat-ı pakidir hakikat burcuna şems ü kamer Ziıhida inkar etme böyle zatın batının
RCt z-ı mahşerden sakın kıl haıif-ı Bari'den lıazer
Şeyh Aziz Mahmud Efendi merhumun tevhidhane maksuresi dahilindeki sandukası önünde sülüs yazılı camlı levhadan:
1730 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Kıl ziyiiret bunda medfun şeyh-i mefturu'l-kerem Merkadinden ruz u şeb biıy-ı latifin eyle şemm
Öyle makbiıl-i Huda hem öyle mergüb-ı resül Nezd-i Hak'ta isr-i pil.kidir onun pek muhterem
Hem tarik-i Nakşbendi içre olmuşp fşva
Feyz-i Hakk'ın masdarıdır ol veli vala-himem
Çar aktab himmetiyle çıktı tarfh-i güher
Vdsıl-ı esrdr-ı Hak eş-Şeyh Malımıtdu'ş-şiyem, 1320.
Ztbın-ı şerif Tekkesi haziresinde, ortalarda, büyük çitlembik ağacı altında, eski tarzda ziynetlice kadın taşt, nesih kırmasına benzer bir yazı ile: "Subha ne'l-Bakl - Merhume ve magfürun leha zevce-i Şeyh Nuri, hadimetü'l-fukara ve ferraşe-i hücre-i saadet ve raciye-i şefaat-i fahr-i kainat aleyhi's-selam Ayşe Hoca ruh-t şerifine el-fatiha, 1234 ·
Tekkede diğer medfunlar için Revnakoğlu şu notu kaydeder (149:120): "Şeyh Yusuf Ziyaeddin Efendi'nin çocuklarından Siraceddin ile Taceddin küçük yaşta vefat ederek bu hazireye gömülmüşlerdir.Bunların en büyüğü Kutbuddin, 12 yaşında iken göçmüş tür,dedesi Mir Kasım Efendi'nin koynunda yatıyor. Hiçbirinin ayrıca taşları yoktur. Salahaddin ve Yaşar ismindeki diğer iki çocuğu da Merkez Efendi'de yatmaktadı r."
Son şeyh Yusuf Efendi'nin eşi ve oğlu, 1954'te istimlakla yola gitmek üzere olan tekkelerinin haziresinde medfun mezarların Eyüp'te SivasiTekkesi'ne taşınması için aşağıdaki dilekçeyi İstanbul Belediyesi'ne verirler.Not düşelim Zıbın-ışerlfTekkesi, Sivasllik'e bağlı Halvetltekkes idir,dilekçede yanlışlıkla Uşşak! olduğu söylenmiştir; "Şeyh Cezmi" de "Şeyh Cezbi" olmalı (149:326-27):
İstanbul Belediyesi Saym Başkanlığına,
Özü: İstimlak ve satış dolayısıyla nakl-i kubur talebidir.
Aksaray'da Taşkasap'ta Tramvay Caddesi'nde Selçuk Hatun Camii karşısmda Uşşaki tekkesinin 1ve 195 sayılı meşrutahanesi bu kere belediyece istimlak edilmiş ve binaların yıktırılmasına başlanmıştır.
Bu meyanda aynı tekke ve meşrutahane bahçesinde bulunan bağlı listede isimleri yazılı tekke ve meşrutahanenin banileri ve şeyhleri ve onların zevce ve evlatlarına ait lahitlerin de kaldmlması ve başka bir mahale nakil edilmesi tebliğ olunmuştur.
Bunlardan başka aynı tekkenin son şeyhi olup Merkez Efendi türbesi bahçesin de defnedilen Yusuf Efendi'nin yeri de satılmış ve buraya başkaları defnedilmek üzere bulunmuş olduğundan ona ait lahidin de naJ<li zarureti hasıl olmuştur.
ONUNCU GÜZERGAH 1731
Bu sebep ve zaruretlerle mevcut alaka ve münasebete binaen mezkur kabirle rin Eyüpsultan Nişancası'nda Abdülme cid Sivasi ve Abdülehad Nuri Efendile rin bulundukları Sivasi türbesine nakil ve definlerine müsaadelerini saygı ile dileriz.
Adres: Aksaray'da Taşkasap Selçuk Hatun Camii karşısı 1-195 numarada Uşşaki tekkesi meşrutahanesinde mu kim merhum Şeyh Yusuf Efendi zevcesi Fatma Zehra Oskay ve oğlu Sait Oskay.
Fatma Zehra Oskay
29-8-1954
Zıbın-ı şerifTekkesi'nden nakl-i kubür dilekçesinin müsvedesi (149:76)
Merhumların listesi:
Şeyh Mehmed Nureddin Efendi Şeyh Ahmed Efendi
Şeyh Cezmi Efendi
Şeyh Sadeddin Efendi
Şeyh Aziz Mahmud Efendi Şeyh Kasım Efendi (Dedemiz)
Ayşe Hatun (Şeyh Ahmed Efendi zevcesi) Kutbüddin Efendi (Evlat ve kardeşlerimiz) Seraceddin Efendi
Taceddin Efendi Saime Hanım
Yusuf Efendi (Zevcemiz ve babamız)
Bu dilekçe kabul edi miş, ilgili kitabeli mezar taşları da dahil olmak üzere yukarıda dilekçede ismi geçenlerin kemikleri,Sivasi Tekkesi'ne taşınmıştı.Sivasi Tekkesi hazi resinde Şeyh Mehmed Nuri,Şeyh Cezbive Ayşe Hoca'nınmezar taşları görülmektedir.
1732 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Revnakoğlu Notlarında İstanbul'un Zakirleri, l<ıyamcı ları...
Ahmed Cemal Efendi merhum (182:271), Halveti zak.irlerindendir. Müştakzade Ahmed Efendi'den istihlaf olunmuştur.
Koruk Tekkesi'ne devam ederdi. İlk nisbeti I<adiriyye'dendi. Dava vekilliği ederek geçinirdi. Birinci cihan harbinin sonuna doğru göçtü.
Aksaraylı Ama Hüseyin Efendi (182:125), Beyazıt Cami'-i şerifinde kütüphane kapısı önünde ikindiden sonra mukabele okurdu; meşhur Duhanlzade de karşısına geçer ağlaya ağlaya onu d i n lerd i.
Aktör Nizameddin (Karakaya) (116:43-44), orta derecede sayılan kıyam reislerindendir. Ekseriya kanada ve daha ziyade kanat altına girerdi. Düzgün zikir ederdi Hareketleri çevik ve ahen kli idi. bilhassa baş atışları güzeldi, dikkati çekerdi. Yorulmadan, bıkmadan saatlerce zikirde kalırdı. Tevhid-i şeriften çıkar, ism-i celale girer, terini kurutmadan yeniden terlerdi. Tevhidhaneden çıkmak, zikirden aynlmak istemezdi. Sa'diyye tarikine mensuptu. Bursa'da Dondurma Tekkesi'nin
postnişini Şeyh Cemil Efendi'nin huJefasından , İstanbul'da Kapalıçarşı esnafından, Şeyh Galip Efendi'ye intisap etmişti.
TulCıat panayırlarında öynardı, kavukluya da çıkardı. Peltek konuştuğu için aktörlüğü pek muvaffakiyetli olmamıştı, fakat geçimi bu Yüzdendi. Vefatına kadar sahneyi bırakmadı. Dergahların sırlanmasından sonra ne yazı ktır
ki tekkeleri kötüleyen bir eser kaleme aldı ve bunu evvela Şehzadebaşı'nda, sonra gezdiği yerlerde kendisi sahneye koydu.
Alay müftüsü Hüseyin Sabri Efendi (182:126), Şehremini'de Ereğli Cami'-i şerifi imamı Mehmed Niyazi Efendi'nin (Niyazi Efendi, Şair Ahmed Bahai Efendi'nin kardeşidir)
ikinci oğludur. Koruk Tekkesi son postnişi ni Zekai Efendi'ni n halifeleri ndendi. Kendisi de Koca Mustafa Paşa Cami'-i şerifi hatipliğinde bulunmuştu. Son vazifesi alay müftül üğüydü. Halvetiyye'den olduğu için devrani zakirliğinde tanınmıştı. Peyrevliği kuvvetliydi. Çok ilahi
bilirdi; cumhura katılarak okumayı daha çok severdi. I<endi tekkesinde her hafta bulunurdu, civarındaki tekkelere de giderdi. Çorum'da
38. Piyade alayında alay müftülüğü vazifesini görmekte olduğu yıllarda 4 Nisan 1935 tarihind e göçtü.
Ali Alaaddi n Bey (Özer) (182:302-303), Silivrikapı civarında Kadiriyye'den Körükçü Tekkesi'nin son şeyhi Sıdkı Efendi'nin ortanca kardeşidir, bu sebeple "Körükçü'nün Alaaddin" derlerdi. Kıyam, devran, her türlü zakirliğe gelirdi, daha ziyade devraoi zaki riydi. Zikre girişinde ve okuyuşlarında cezbeye ben zeyen coşkun tavı rları vardı, çok defa kendi nden geçer ve ağlardı. Tahsili olduğu için güftelerde hata etmezdi, manalarını idrak ederek okurdu. Dış hayatta da heyecanlıydı, zıplar gibi yol yürür ve yolda giderken mutlaka bir ilahi
ON U NCU GÜZERGAH 1733
mırıldanırdı. Bazıları lalife olsun diye ''Deli Alaaddin" derlerdi. Başına sivri arakiye giyer ve üzeri ne intizamsız yeşil bir şeın le dolard ı.
Kıyam zikrine de vücudu yatmıştı, ekseriyetle kanatlık ederdi.
Dergahların sırlanm asında n sonra memuriyeti dolayısıyla İstanbul'dan ayrıldı, A n ka ra'da Polatlı'da uzun zaman belediye reisliğinde
bul undu. lŞubat 1956 tarihinde orada vefat eyledi. Ankara'da Dışkapı'da asri mezarlıkta yatıyor, taşı vardır.
Şeyh ve derviş cenazeleri önü nde okunan Yunus'un beyatiden "Bir tah ta yaratmışsı n
- Halim yazmışsın anda" ilahisini okumak bilh assa ona vergiydi.
Ali Avni (Atasayan) Bey (K1ya rni ıakirlerinden ve Bektaşiyye'den) (182:141-44), ekseriya Çakır Ağa, Draman ve Nureddin Dergahlarında bulunurdu. Pek efendi bir hali vardı. Gayetle vakur ve sakin okurdu. Taksimlerinde güfte taksimatına, nutkun meal ve manasına
ehem miyet verirdi, ona göre taksim ve tasnif ederdi; şarkı da geçmişti. Uzun zama n Evkaf m uhasip ve mümeyyi zliğinde bulundu. Ali Nutki B:ıba'nın hem muhibbi hem taçlı dervişiydi. Son vazifesi yi ne Evkaf'La i nşaat başkatip1iğiydi. 1949'da emekliye ayrılmıştı. Bir müddet de mütehassıs olarak çalıştı. 1957 yıl başı gecesi yeni seneden beş buçuk saat aldıkta n sonra huzur-ı İzzet'e intikal eyledi.
Tam yetmiş yaşına kadar ömür sürd ü , fakat
hiç göstermezdi, görenler nihayel kı rkı geçmiş sanırlardı. Nezaket ve efendiliği herkesi
kendisi ne hayran etmişti. Bütün bi r Evkaf kendisi ne hürm et ederdi. A h kam-ı evkafa vuku funda hemen yega ncydi, her mi.işkil işte ona mü racaat edilirdi. Eğri kapı'da Savaklar Tekkesi'nin karşı taraflarında 92 numaralı
parmaklığın içinde babası Ali Azmi Bey merhumun yanında yatıyor.
1734 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
Son yılları nda Beyoğlu Straserviler'de Paşa Baba Tekkesi karşısındaki Sirkecibaşı Cami'-i şerifinin müezzinliğini yapıyordu. Burada isteyenlere şarkı ve ilahı geçiyordu, arzu edenlere kıyam zikrinin usullerini öğretiyordu
AJi Dede (182:163-65), Yedikule Vşşaki Tekkesi şeyhi Mehmed Eınin Baba'nın halifeleri ndendir. Devranj zaklı"iydi.
Yedikule - Samatya çevresinin Halveti tekkelerinde bulunurdu. Sesi güzel, yakışıklı bir zatlı. Okurken usule çok dikkat ederdi.
Kıyam zikrine ve zakirliğine de iştirak ettiği olurd u, fakat asıl ustalığı devran
zakirliğindeydi. Yedikule Hamamı'nın öteden beri külh::ı ncıltğını yapardı, bundan dolayı "Hamamcı Ali Dede" derlerdi. Zakirlikten para almazd ı.
Aşık Mazhar (Okurlar) (182:349), son çağla rın hünerli mazhar çalantarından biriydi, "Derviş Mazhar" da denili rdi.
Aileten Uşşakiyye 'den olduğu halde kıyamı tekkeleri nde dolaşır, başına siyah sarar, Kara Baba Tekkesi'ne muntazaman devam ecleı Çürüklü Tekkesi'nden hemen hiç dışanya
çıkmazdı. Mezk u r dergahın şeyhi Muham med el-Ensari ile birlikte karşılıklı mazhar çalması ve coşkunluk esnasında havaya atıp tutmaları fevkalade olurdu. 131S'te Fatih Eski Ali Paşa'da doğmuştu, 17 Şubat 195l'de göçtü.
Beşiktaşlı Hayri Bey merhum (182:3<16), kıyami zakirlerindendi. Yahya Efendi Dergah ı şeyhi Hasun Hayri Efendi'nin mensuplarındandı r.
Evkaf levazım ambarı katipliğinde bul undu. Beşiktaş'ta fes mağazası olduğundan "Fesçi Hayri Bey" derlerdi. Zakirliği pek kuvvetli ve esaslı şekilde olmamakla beraber geçtiği
birkaç tcvşih ve ilahi ile cumhura katılmasını ve bozmadan okumasını iyi bilen bir kimseydi. Zikrin dt!vam ı müddet ince peyrevane şekilde iştirak ettiği ilahileri tabii lavrıyla okur, usu le dikkat eder, lüzumund an fazla bağırmazdı.
Temiz ve şık giyin ir, yürürken, oturuken, okurken bile mahcup, sakin bi r ha lde daima önüne bakar, müeddep bir kalem efendisiydi.
Ekseriyetle müntesi p olduğu Yahya Efendi Dergahı'na devam ederdi. Beşiktaş, Üsküdar ve çevresindeki diğer tekkelere bazen giderse de davet edilmeyi nce zakirler postunu oturmazdı. Kuudi zakirliği d;ıha ınuvaffokiyetliydi. Yahya Efendi'de uzun ıam:ın hem zakirlik hem zakirbaşılık etmiştir. Fatih Hüsrev Paşa - Bahçıvan Arif Efendi'nin Tekkesi'ne de yıllarca devam etmiş, zikr-i şerifi idare eylemiştir.
Terli kçi Mehmed Efend i merhum gibi usta Zaki rbaşı Hayri Bey'i n bulunduğu yerlerde zakirbaşılığı ve idareyi ona bırakırdı.
Cemal Bey (Teker) (224:77), Hüs:lmedd1n-i Uşşaki Asitaııesi'ni n son postn işini Burdurlu Mustafa Safi Efendi'nin büyük oğludur. 131S'te doğmuş, orta derecede tahsil görmüştü.
Muhtelif zaki rlerdeıı zaman zaman meşki
vard ı.İştirak suretiyle zaki rlik ederdi, bilhassa kal bi kuüd zikri n i çok iyi yapardJ. Kanarunda daima Nazmi Dede bulunurdu. 15 Mart 1951 tarihinde göçtü, babasını n yanında yatıyor.
CemaJ Efendi (182:272), "Kasapzade Cemal Efendi" derler. Orta derecede ta nı nmış zakirlerdendi r. Oğlu Şevki Bey de zakirdi.
Cemil Efendi merhum ( Müştakzadc, Sakallı) 016:50-51), pek çok meşhur olmamış, fakat
<lüm-tek usul üyle metotl u bir tarzda zikre riyaset etmekle tan ınmış ve i leriye geçmiş usta bir kıyam reisiydi .Tekkelerdt: fazla görünmezdi, yal nız Matrak Dergahı'na
gelir, zi kri idare ederdi. Meııgene'nin Cevad Bey bu zaltan yetişmedi r. Tarik:ıten amcası Müştakzade Ah med Efendi'ye müntesi pti. 1323'te altm ış::ı yakın bi r yaşt::ı göçtü.
Pek mütevazı insandı, hiçbi r varlığı yoktu. Kalem efendisi terbiyesiyle görün ürdü. Siyah gür sakallı, gösterişli bir z:ıttı. Şehzade Cami'-i
şerifi avlusundaki ç::ırd:ık ka hveyi işletirdi. Zama nın kalem efendileri ve tekke mensupları ekseri bu kahveye devam ederlerdi. Burası tiryakileri memnun eden köpük lü ve okkalı kahve yapmakla da meşhur olmuştu.
Dellilzade Şeyh Osman Efend i (Saraç Osm:ın Efendi) (182:312), Yah udi ve ihtida etmiştir. Kadirihane'nin ıakirbaşılarınd:ındı. Sultan Mecid'e müeızinb:ışılık etmişti r. Hamamlzfıde İsmail Dede'nin çıraklarındaııdır. Üsküdar Rifü"i Tekkesi şeyhi Büyi.i k Tevfik Efend i'deıı istihlaf edilmişti, Matrak Tekkesi'nden de istihl:lf olunmuştu. Üsküdar'da A h metliye Tekkesi şeyhi Mahm ud Elendi'nin damadı
ve o derga h ın z:ılürbaşısı ÜsküdC)rl Şevki Bey
kendisinden yetişmedir. Z<lki rbaşıl ığında bulunduğu tekkeler cuma gü nü Kubbe Tekkesi, akşamı Müftü Hamamı, cumartesi Üsküdar Sandıkçı Tekkesi, pazar Üsküda t' Selami Tekkesi, pazartesi Üsküdar Buhlıri
Tekkesi, salı Kasımpaşa'da A rapı:ide, ça rşamba Soğukçeşme Rifa'i Tekkesi.
Zaki rbaşıl ığında bulunduğu Soğukçeşıne füfö.'i Tekkesi şeyhi ulemadan Abdülkadir Raşid Efendi hazretlerinin kend i tertibi olan bir
şuul-i şerifini hicazdan bestelemişti, kıyam ism-i celıllinde okunurdu.
Emin Efendi (116:62-63), son zamanların tanı nm ış kıyamcılarındand ı r.Şofördü, sonra maki n ist oldu. Ü m m-i Kenan Dergahı'na müntesipti. Kendi baştna idare etmemiştir, fakat ka natta çok kuvvetliydi. Hil mi'den yetişmişti. Kendisi de istidadı olanla rı yetiştirmekten zcvkyap olurdu.
Mehasinperverliği, güzel gençlere düşkü nlüğü olur olmaz dedikodula ra yol açmıştı. Eczacı Halid Bey merhum bu zattan kıyam usulü meşk etnıiştir. Vefatı l 950'den sonradır.
Enver Bey merhu m (İsmail el-Enveri el Mevlevi}(182:294), medzibd en, kı ya mi
ONUNCU GUZERGAH 1735
ve kuıldl zakirleri nden . Bolahen k Nu ri Bey'in çırakları ndand ı r, ondan pek çok şarkı geçmiştir. Hı rka-i şertllid ir. Rivayete göre
Koyun Baba'nın yanmda yatan ve onun uzun zaman hizmetinde bulu nmuş olan Sabire Sultan'ın kızının oğludur. Karagümrük Hırka-i şerif civanndaki tekkelerde zaki rli k ederdi,
bilhassa Hüsrev Paşa Dergahı'ııa çokça devam eylem işlir. Arada bir mecı.ubane halleri olmakla beraber gayetle terbiyeli, v:ıku r, gün görmüş bir kalem efendisi olarak yaşadı. Kuudl zakirliği yapardı. Halkı n diline geçen besteleri vardı r, meşhur "kuş dili" şark ısı bunlardan biridir. Son zamanlarda Eski Ali Paşa Cami'-i şerlftnin altında ki kulübesinde inzivaya
çekilmişti, takriben 1940'ta göç eyledi.
Enver Uçar ( 116:8,52), Üsk üdar Nalçacı Tekkesi postnişini Tayyar Efend i'nin büyük oğludur. A nnesi Fethiye Han ım, Haseki'de
Paşmak-ı şerif Tekkesi şeyhinin kızıdır.Kendisi polis memuru olarak dışarılarda h izmet gördüğü için tekkenin şeyhliği küçük kardeşi Durakçı ihsan Bey (İyisan) kalmıştı. Terbiye
ve nezaketi ile insanı mahcup eden pek kibar ve müeddep bir insandı; her h:ili asil bir aile çocuğu, eski bir kalem efendisi olduğun u gösterirdi. Az maaşla emekliye çıktığı için hayatının son yılları biraz sıkıntı içinde geçti Tekkeden ve polislikten arkadaşı Üsküdarlı Zafir Efendi ile beraber Üsk üdar tekkeleri ni dolaşı rla r, zakirlik ederl erdi. Enver Bey'in ayrıca kıy:ı mcılığı vard ı, gilzel ziki r edenler arasındayd ı, "Kıyamcı Enver Bey" derlerdi. l952'de 65 yaşında göçtü.
Muhsin Bey ( l 16:6), son devrin hakikaten kudretli ve dayanıklı tevhidcilerindendir. Bir zak.irbaşı kadar şuul bili rdi. Bir derga ha geldiği zaman şeyhlere ait cenah postuna geçmez,
z:ıki rleri n arasına k:ı rışır, peyrev postuna otu ru rdu yah ut kıyam reisliği ederdi.
Eyyub'ı Hattat Cem il Bey (116:58), Taşlıburun
1736 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Tekkesi postn işi ni Süleyman Sıdkı Efendi'n i n nukabasından bulu nduğu içi n yıllarca kıyam zikrinde yet işmişti. Reis derecesinde güzel zikir ederdi, birinci smıf reislerin en kuvvetJ i peyrevlerinden biriydi, daima aranırdı .
Her reis, Hattat Cem il Efend i'nin yanında bulunmak isterdi.
Hacı Hafız Efendi ( 182:276), "Tek irdağlı Hafız Efendi" derlerdi. İstanbul kıyami zakirleri
içinde kendisinden bahsettiren tanınmış bir zattı r. Koska'da Abd i.isselfım Dergahı
mensupl arındandı; orada yatar kalka rdı. Bu dergah başta olmak üzere Sa'di tekkelerinin çoğunda zaki rliği vardır, zikre de girerdi.
Hacı Kemal Efendi (182:121.), Koca Mustafa Paşa Hankah -ı şerifinin kayyımbaşısıydı. Son tevhid -i cihnt teşkilatında müezzinbaşı olm uştu ve makam-ı piri n en son olurak sertarikliğini
yaptı. Zak.irliği sönü k geçmiştir, sesi de müsait değildi, cumhura katılması da kifayetsiz olmuştur. Dergahların sırl:ın masından yirmi yıl kadar sonra vefat eyledi.
Hacı ı\llaşaJlah Baba (182:270), Sultanahmet'te Sancakdar Dergah ı'nda ve çevresindeki tekkelerde uzun müddet zakirliği vardır.
Yaşlandığı yıllarda bile zakirliği bı rakmamıştır.
Şehid Meh med Paşa Tckkesi'nin
dervişlerind end i, orada yatar kalkardı. Temiz kalbi ile her şeye "maşa llah" dediği nden "Maşallah Baba" demişlerdi, cenazeye, yangına bile aynı safıyetle maş:ı l!ah derdi.
Hacı Nuri Bey (182:264,298), değerli
ses sanatkarı Tü lin Korınan'ın babasıdır. Beşiktaş'tn Yahya Efend i ve Necdrzade'de yarım asra yak ın za kirbaşıl ığı vardır. Zakirliği gayet cemiyetliydi; zengi n mahf uz:ıta sahipti. Zamanın bi rçok zakirleri kendisi nden feyz aimış, bi r hayli eser geçmişlerdi r. Akademide hoca bulunduğu yıllarda kend ilerinden biraz yazı meşk etmiştim.
Son devrin bi ri nci sınıf hattatları içinde geniş şöhret yapmış bulunan Hacı Nuri Bey, eli tleri pek düzgün, son derece güzel ve birbirine gayetle uygun çekmesi nden dolayı kendisine hattatlar arasında "El if i Nuri Bey" derlerdi. 4
Şubat 1951 tarih inde vefat eyledi, Yahya Efendi Dergahı haziresinde yatıyor.
Üsküdarlı Şevki Bey'in vefatından sonra 132l'de Yahya Efendi'ye zakirbaşı olan Nuri Bey'in ya l nız Neccarzade Tekkesi'nde 25
sene zakirbaşılığı vardır. Reis HU mi merhum notları nda diyor ki "Hattat Hacı Nuri Bey, cemiyeti pek çok ise de idare cihetinde acizdiC:'
Hafız Abdülkadi r Okuyucu (Kıyam zaki ri)
( 182:128-32), 1310'da Sivas'ta doğdu, orada Uryan Müslim Mahall esi yerlileri nden ve gazha ne-i amire işçilerinden Ömer Lutfi Efendi'ni n üçüncü oğludur. Çocukl uğu nda 8-9 yaşındayke n istanbul 'a geldi. ı<asımpaşa'da
Kurt Çelebi Mahallesi Mekteb-i İbtidfüsi'ne girdi, İsmail Efend i'den ilk derse başladı.
Buradan Çatma Mescit İbtidaiyyesi'ne geçti. Bu mektepteyken Cami'-i Kebir başmüezz ini Sivaslı Hafız Recep Efendi'den Kur'an-ı kerimi
bitirdi, hafız oldu (1323). Ayrıca Bahriye kışlası hatibi Kayserili Hafız Mehmed Efendi'den (Hafız Kemal Batana)1'111 babası) ve sonra
Fatih başima mı Arap Hoca'dan, Meh med Ağa Caın i'-i şerifi imamı Hattat Hacı Ömer Efendi'den kıraat ve talim okudu. İbtidaiyi bitird ikten son ra Kasımpaşa Yeldeğirmeni Rüşdiyesi'ne devam etti. Bu arada Fati h
Nişancı Mehmed Paşa Camii karşısındaki Üm m-i Yeleci Medresesi'ııe yazıldı, oraya da gidip geldi, fakat umu mi harp çıkınca ayrıldı, asker oldu. Dönünce pol is mesleğine girdi .
l 334'ten beri bu meslekte mu htelif yerlerde vazife görerek 1949 yılında emekliye çı ktı.
Unkapanı'nda Alaca Mesci t'te, Kasımpaşa Büyük Piyale Paşa Camilerinde uzun müddet imamlı k etti, yalnız Kasımpaşa Cami'-i
Kebiri'nde on yıldan fazla ihtiyar başimama vekalet eyledi.
Sa'diyye tarikatına girmişt ir. Kasıınpaşa'da Ciğerim Dede Tekkesi mensuplarındandır. Zakirlik meşki Küçük Piyale imamı Şeyh Cemal Efendi merhumdandır, ondan şarkı ve ayin de geçmiştir.
Sesi boğuk ve sevimsiz olduğundan okuyuşları uğultuludur, fakat usule çok riayetlidir,
kıl kadar şaşmaz. Geçtiği eserlerin hepsi hafnasındadır, hiçbiri kaymam ıştır, yıllarca önce geçtiği gibi aynen okur. Zaki rliği daha
ziyade kıyamı tekkelerinde geçmişti r. Kuvvetli sesiyle hangi tekkeye gitse tevhidhaneyi doldurur, Ramazanda Beyazıt Camii'nde mukabele okurken diğer hafızların hepsini
bastm p susturduğu gibi. Son za ma nlarda Şehzadebaşı'ndaki Kemter B::ı ba Tekkesi'nde ıakirbaşıydı.
Hafız Halil Efendi (Künde) (182:352), Piyale imamı Şeyh Cemal Efendi'deıı yet işmedir. Zakirliği bilhassa cumhur ilahilerinde parlak ve doldurucudur; taksimleri de muvaffa kiyetlidi r. Berrak tadı bir sesi vardır.
Hafiz Hasan Sırrı Efendi ( Ycniköylü) (182:213- 14), Yeniköy eşrafından Mehmed Emin merhwnun oğludur. Mahkemc-i ticarette
icra memuruydu. Hattı ve musikisi Kazasker Efendi merhumdandır. Aslen ta rik-i Mevleviyye müntesiplerinden olup Esk işehir Mevlevihanesi postnişini Şeyh Hasan Efendi merh umun dervişidir, aynca Yenikapı Mevlevihanesi
şeyhi Osman Salahaddin Efendi merhuma biat etmiştir, Yeniköy ve Beykoz Ra lıfi tekkeleri şeyhi Hattat Mehıned Tevfik Efencli'deıı Raufiyye hilafeti almıştı. Koca Mustafa Paşa Haı1kahı'nda merhum Şeyh Rlzaeddin Efend i zamanında bir müddet zakirbaşılı k etmiştir. 25 Şaban 1325, 2 Eylül 1323 perşembe günü akşam ezanma yarım saat kala irtihal etti. Kabri Rumelihisarı'ııda
ONUNCU GUZERGAH 1737
Yenil..oylü Hafız Hasan Sırrı Efendi
Durmuş Dede Tekkesi arkasındayd ı. Birkaç sene sonra mahdumu Mehıned Nuri Ürünay tarafında n kaldırılarnk Yeni kapı Mevleviha nesi hamuşhanlığında kütüphane ile türbe arasına defnedildi.
Üstat Rauf Yekta, Kasımpaşa Piyale imamı Şeyh CemaJ Efendi, Tarabya imamı ve hatibi Hadi Bey Yeniköylü Hacı Faiz Bey merhumlar kendinden yetişmişlerd ir.
Şeyh Ga lip Dede'nin ''SuJ tan-ı rüsül şah-ı m ümeccedsi n efendim" rnısraıyla başlayan na't-ı şerifinin acemaşiranda n dcvr-i revan usul ü nden bestesi Hafız Hasan Efendi merhumundur, teravihlerde okunur.
Nol: Merhum Kazasker Efendfdc>n sülüs ve celi meşk etmiştir. Konya'da makam -ı Hazret-i Mevlana'da sanduka-i şerifenin puşidesi
ü zeri ndeki ayet-i celile ve ehfıdis-i şerifeden müteşekkil yazıyı Hasan Efend i yazm ıştı r.
Hafız Kudsi Efendi (182:109-1 ll), aslen Bolu ludur, 3 Safer 1300 tari hinde orada
doğdu. Aslen Geredeli olan ilmiyeden Kasım Hil mi Efendi'n i n oğludur. (Bu KasLm Hil mi Efendi, Hahalar'daki türbesinde yatan
ciizım-ı Nakşibendiyye'den Hacı Feyzullah Efendi'run eniştesid ir. Onun da babası "Kara Hoca'' den ilen Hafız İbrahim Efendi'dir ki
1738 Revnakoğlu'nun istanbut'u
memleketi nde üç yüzden fazla hafız ve talebe yetiştirmiştir.) Vilayetin içinde Karamanlı
yahut İ hsan iye semtinin Çayır Mahallesi'nde ve "Kara Hocalar" denilen tanınmış bir ailedendir. Tahsil inin bir kısmını memleketi nde, sonra d:ı istan bul'da yapmıştır.
Pek çok ki mselerden istifade etm işse de asıl hocası Musullu Hafız Osman Efendi'd ir. Onun Atik Valide Camii avlusunda (Div:ınyolu) oturduğu zamanlar meşkine devam etmiş, bir hayli ilahi ve şarkı geçmişti; Kur'an-ı kerimi de Musul lu'da n okumuştu.
iJahi ve gına muallimliğinde üç sene kadar bulunduktan sonra İstanbul'a geldi. Zakirliğe buradan başlamış, musiki bilgisin i ilerletmiş, Kur'an-ı kerim, mevl id ve zikir cemiyetlerine zakir peyrevi, zak!r ve mevlidci olarak iştirak eylemiş, az zamanda kendisini tanıtmaya, sevdirmeye muvaffak olmuştur. Mesleğinin birinci sınıf şöhretleri ndendir.
1322 Tcşrin-i evvelinde Beyazıt Cami'-i şerifi müezzin liğinden başlayarak yine aynı sene içinde Beşiktaş Sinan Paşa Cami'-i şerifi başimam vekaletine geçmiş, 1320'ye kadar
bu vazifeyi vekaletle gördükten sonra l926'da Beyazıt müczzinliğinden buraya Sinan Paşa Cami'-i şerifinde asaleten ikinci imam tayin edilmiştir. Oradan 1932'de Süleymaniye
Om i'-i şerifini n yine ikinci imamlığına nakledil miş, uzun yıllar bu vazifeleri pek güzel ve muvaffakiyetli bir surette ifa etlikten sonra kendisine Aksa ray Pertevniyat Valide
Sultan Cam i' -i şerifinde yaln ız hatipli k vazifesi verilmişti r, halen bu hizmetinin başındadır
ve kendisini dinleyımleri m üstefit edebilecek şekilde takd ire şayan bariz bir liyakat ve her haliyle fazilet göstermekted ir. Uzun za manda n beri bulund uğu İstanbul müftülüğünü n
tevcih -i cihat komisyonu azalığında ise kendisini daima hayırla yad ettirecek faydal ı, insaniyetli işler görmüştür.
H.eı' türlü okuyuşları metotludur. Usül-i eslaftan ayrılmaya n munis, metotl u bir tavrı vard ır. Zakirliği cumhurlu ve cemiyetlid ir. Mevlidi okuma şekli de yine eski üstatların tarzında olduğundan güfteyi nağmeye feda etmez, maka m seyri münasebetiyle yapılan dolaşmala r, perde perde iniş ve çıkışlar Kudsi Efend i'nin mevlidinde m ısra ortalarında değil, daima mısra sonlarında görülür ve bunun
için de mevlidin lafız metni asla kaybolmaz. Okuduğunun meal ve manasına da irfanen vak1f ve hal ehli bir i nsan olduğundan okuduğu bir eseri sözün muhtevasına göre armon ize eder, güfteyi değiştirmez, hele hiç tahrif
etmez. Mnzbut esaslardan ayrılmayan, meslek ananesine bağlı, devrini doldurmuş klasik bir mevlidcidir. Pek sevimli, terbiyeli, ehl-i dil, yaratılışta kibar, ruhen müeddep, muhterem
bi r zattır. Mahviyet, tevazu en büyük zevkidir.
tfafız Mustafa Efendi ( 182:261), devr:ıni ıakirleri ndendir. Uşşakiyye tarikine mensuptu. 8 Zilkad e 1200 tarihinde göçtü. Uıun yıllar
zakidik ettiği Keçeciler'de Bed redd i n Uşş5k1
Tekkesi'nin bahçesinde yatıyor. Başında
uzunca kubbeli Uşşakl tacı görüyoruz, sülüs yazılı, mislarlı beyaz mermer taşındaki kitabe şudur: "Ya Hu - Tarik-i Vşşikiyye'den merhüm ve magfüru n leh Derviş Zakir el-Hac Mustafa Efendi'nin ruhuna el-fatiha, 8 Zilkade 1200"
Hafı Necati _(Eepe Ncati) (182:113- 115, 93-94), Yeni Cami'-i şerifi hatibi Ali Rıza Efend i'nin oğludur. Hakkıyla ehl -i Kur'ın
idi. Za k irliği ve tak sim edişleıi usullü ve edahydı. Yüreğe tesir eden yanık bir St'Sİ vardı, içten okurdu. Kurra hafızlarından dı.
Ekseriya devran zikrinde taksim ederdi. Zakir peyrevliğinde muvaffakiyeti görülmüştür. Tane tane, ağır ağu·okur, metnin muhteviyatı nı
bozmada n, değiştirmeden aynen duyurma k isterdi. Zak ir postunda ka'dede oturur gibi elleri dizinin üstünde kemal -i edeble oturur,
asla konuşmazdı. Metne aşinalığı dolayısıyla bazı sureleri oku rken hafifçe gülümserdi.
Rumelihi sarı Kayalar Tekkesi şeyhi Ama
Ali Cemaleddin Efendi merhumdan istihlfıf edilmişti
Hal adamıydı, aşıkane tavırları zikrin şevkini artırırdı. Tekkeleri n sırlan masından sonra Küçük Ayasofya Ciim i'-i şerifine müezzin olmuştu, sonra Murad Paşa Cami'-i şerifine geldi. Yen i C5m i'-i şerifinde babasından kalma hitabet vazifesini de bazen ifa ediyor, muvaffakiyetli bir şekilde hutbe okuyordu. üzerinde devam eden ruhl rahatsızlık ilerleyince vazifeden aynlmak mecbu riyeti hasıl oldu. İşsiz kalı nca bu sefer de geçim sıkıntısına uğradı, nihayet Darüla ceze'ye
yatırdılar. Oranın cami'-i şerifinde bir müddet imamlık etti, mukabele okudu ve bir daha dışarıya çıkmadı, vefatı da orada oldu.
Hafız Osman Efendi (Mersiyehan) (182:200- 201), Rumelihi sarı'nda Kaya lar Tekkesi
postnişini Kör Al i Efendi'nin dervişlerindendi r, bundan dolayı "Kayalar'ı n Osman Efendi" derleı·di. Bebek Cami'- i şerifinde kırk yıldan fazla müezzinliği vardır. Ru melihisarı Bektaşi Tekkesi'nde Muharrem ayında yapılan aş cemiyetlerinde evvela N:.i fı' Baba'nın kendisi Safi Baba mersiyesini okur, arkasından Yazıcızade mersiyesini de mutlaka Osma n Efendi'ye okuturdu.
Hal<kak Zakir Hasan Efend i (182:310), Ha kkak Meh med Efendi'nin ağabeyi olan bu zat
da onun gibi hakkak, zakir ve Hüsrev Paşa Tekkesi'nin zakirlerindendi, Hakkak Meh m ed Efendi'den önce göçtü. Hakkak ve endamcıydı, yüzük ve mühür taşlarım düzeltirdi. Ayağın:ı şalvar, potur, ökçesi basık yemeni giyer, sırtında yaı kış aba ve gocuk bu lunurdu, bundan dolayı "Çıtak Hasan" derlerdi .
ONUNCU GÜZERGA l I 1739
Has_an Fehmi Efend i {Kıyami zakirleri nden) (182:138,159), KasımpaşaJıdır, "Hat-haneli'; "Haddehaneli Fehmi Efendi'' derler. Taksim Firuz Ağa'da Paşa Bab:ı Tekkesi şeyhi Eyüp Ragıp Efendi'nin damadıydı. Bu tekkede Zakirbaşı Terlikçi Mehmed Efendi'nin peyrevl iğini yapardı. Orta derecede bir
zakirdi r.l964 yılında bir hayli yaşlan mış olarak vefat etli.
Hasan Selahadd in Bey (Gürer, Topa lak Selahaddin) ( 182:234·250), 1313'te
Şehrem ini'dc ErcğH MahallC:!si'nde Yunus Emre Sokağı'nda 16 nu ınarn lı hanede doğdu. Remli Dergahı'nın kahve nakibi 1 [asan Efendi'nin
(Şeh remi ni'de Remli Dergahı'na sapan sokağın başı nda kahveci) dört evladından ikincisidiı-. İlk tahsilini Saray Meyd:ın ı'ndaki
Kaşıkçı Mektebi'nde ya ptı, bilahare Topkapı Rüşdiyesi'ndc okudu ve bitirdi. Davutpaşa İdadisi'ne girdi, orada n mezun oldu. Buradan Posta-Telgraf Mektebi'ne girdi, akabinde umumi harbin ilanı dolayısıyla yedek subay ola rak muhabere sınıfına geçti ve Yıldız'da muhabere depo taburuna iltihak etti:
"Burada kursu biti rerek Çan:ıkk:ıle'de Saroı grubunda 17. Kolordu muhabere
böl üğüne asteğmen tayi n oldum. Bu vesile ile Çanakkale harbine iştirak etti[m]. Düşmanın Çanakkale'den firarı dolaytsı yla kolordumuz İzmir'e hareket emrini aldı, İzmir'e geldik.
Yunanlıları n İzıni r'i işgaline kadar orada bul unduk ve Yu na n lılar tara fından işga l esnasında esir oldu k, yarala ndım. Bunun üzerine bir yol un u bul up ayrılmakla doğru Bursa'da bulu na n 56. Fırkaya il tihak ettim. Buradan 17. Alay ( Kuva-yı Milliye'nin) ile Anzavur'un tedibine memur ed ild ik, ya ni
a layı n muhabere başkan ıydım. Burada
A nzavu r'a esir old uk, sonra Ba ndırma'da askerlik şubesi başkan ı olan Şehzade Cemaleddi n Efendi bir heyet ile gelerek
1740 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
bizi Anzavur'dan kurtararak Ba ndJrma'ya getirip bı raktı. Oradan da deniz vasıtasıyla Mudanya'ya ve oradan tekrar Bursa'ya geçtik. Milli Mücadele'ye bu surette katılarak sonu na kadar devam ettik. Ankara'dan aldığım
emir üzerine istanbul'da bulunan bilumum muhabere malzemesin i n A n kara'ya nakline memur edilelim, bu sebeple İstanbul'a geldim.
M. M. grubuyla teşrik-i mesai ederek lazım gelen malzamenin hitamında n sonra tekra r Ankara'ya gittim ve bu vazife ile de Ankara m uhabere deposuna tavzif edildim. Milli Mücadele'ni n sonuna k:ıdar bu vazifede kaldı m. İki defa şarka gitliın, şark hizmeti yaptım ve yaş haddi mü nasebetiyle 1956'c!a
kıdemli yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldım'.'
Doğmuş olduğu Yun us Emre Sokağı'ndaki KMiriyye'den Remli Derga h ı şeyhi Rıza
Efendi merhu m, büyük halam Zehra Hanı m'ın zevciydi. "Bu mün:ısebetle dayıları m Halis Efend i, Yorgancı Raşid Efendi, ben bu tekkenin içinde büyüdrun. İlk nasibi m izi de buradan aldık, hatta Şeyh Hal is Efendi hıfzı da bu dergahta dinlemişti r, yine bundan dolayı ilk ilahi meşki de Halis Efendi'den olmuştur, ilk şuulleri de ondan geçtim, bir kısmını da Raşid Efendi'den ve Kırımi Hacı Hafız Efendilerden başladım, sonra sırasıyla hocala rım Hüseyi n Şefik Dede, Pi yale şeyhi Cemal Efendi, Cerrah Fehmi Efendi Hoca, Yaşar Baba, Eyyübi
Hoca Rıza Bey. Merkez'in da madı İbrahim Bey'den, Sünbül Sinan ıakirbaşısı Sina n Efendi'den muhtel if ilahi, şuul, cumhur ve usul ila hil eri geçtim, ny nca Nezi hi Bey'den de
Yazıcızade'ni n meşhu r mersiyesi n i meşk ettim. Bu mü nasebetle geçtiğimiz ilahtleri zikirde bizzat tatbik etmek üzere civarda bulunan
bütü n tekkelere gidip ıakir postu na otururduk . Bunlarla da ikt ifa etmeyip herkesten yeni bi r hevesl i gibi bilmediği mi öğrenmeye ça l ışı rcLın. bilhassa şuul ve ih\hi itibarıyla uıman ın ileri
gelenlerindenimdir. Yeri nde okuyabilmek hususunda sağla m okumak suretiyle hafızamda mevcut bulunan ilahiyat hamdolsun bi ni
geçer:·
Eserleri: 196l'de Yunus Emre'nin Bestelenmiş Şiirleri ııc Notaları isimli eserinde 90 küsur ila hiyi notaya almıştır.Rast faslından 86
tane ilahi, ezberinde olup da henüz notaya alın mamış olan 100 tane ilahi hazırlanmışur. Uşşak faslından da yine notaya geçmekte olan 100 ilahi vardır.
Hasköylü Anılı Osman Efendi (182:278-82), "Kör Osman" diye bilinir, "Şaşı':"Yekçeşm':
''Sallabaş'' da derlerdi. Gözbebekleri sönmüştü, fakat gözleri kapalı değildi, kimse elinden tutmada n istediği yere giderdi. Hal ıcıoğlu
Sütlüce arasındaki Piripaşa'da doğmuş, büyümüştür; o çevrenin eskilerinden kolağası emeklisi bir zatın oğludur.
Kıyami zakirlerinin pek ileri gelenlerindendi, "şuul babası" ve "zakirlerin şahı" derlerdi.
Hafızasında bine yakın şuul ve ilahi olduğu söylenili r. Hasköy'de Humbaraha ne (Kumbarahane) Cami'-i şerifinde uzun zaman müezzi n li k etmesi Hasköylü olarak tanın masına vesile olmuştu r.
l<üçükpazar'da Hacı Kadın imamı Hafız Hopla'dan yetişmişti, yine onun çıraklarından Turşucu'n un ve aynca Balat İmamı'nın meşkleri ne devam ederek onlarda n büyük istifadeler etti. Davudi bir sesi vard ı; musiki bilgisi fazla olduğundan idaresi cemiyetli
olurdu. Devran zakirliginde de başarı gösterirdi. Fazla ola rak ney üfler, saz çalar, defi eline alınca fasıl idare etmesini iyi bilirdi;
hele zikirde ilahi atması pek ustal ı klıydı, bi rini bırakıp birine geçerdi.
Eyüp Taba khane şeyhi Hacı Meh med Eşref Efend i'd en istihlaf edilmişti. sonra Yaşar Baba'dan nasip aldı, bu tari hten sonra ihva n
arasmda kendisine "Cafer Baba" denildi, laki n Bektaşi fahri giymemiştir, ekseriya sikke ile gezerdi. içkiye düşkü n olduğu halde hiçbir uygunsuz hali görülmemiş, duyul mamıştı r 1915 tari h inde göçtü, yetmiş yaşında vardı.
Zakirli k ettiği tekkeler: Eyüp Taşlıbu run Tekkesi'nde Kı rım! Hacı H:ıfız Efend i'ye ve onw1çıraklarından Şükrü Efendi'ye bir müddet peyrevlik ettikten sonra onlarm vefatıyla
Taşl ıburun zaki rbaşısı oldu ve vefatına kadar tam otuz yıl bu derg:ihın hizmetinde bulundu. Bu esnada tekkenin son şeyhi Sadeddin
Efend i merhumdan rniraciyeni n ilk kısmı olan segah bahri ni geçti, fakat tamamlayamadı.
Kendisi nden sonra Karagüm rükltı Hacı Şeref merhum gelmiştir, tekkeleri n kapanışı na k:ıdar devam etti.
Osman Efendi, Kadirihane'de de uıun zama n zakirbaşılık etmiştir. Yine pek çok yıllar zakirbaşılığında bulunduğu tekkelerden bi ri de Dolmabahçe'deki Kara Abalı Tekkesi'dir. Sultabahm et'te Arast:ı, Karagüm rük'te Kabakulak, Beylerbeyi'nde İstavroz tekkelerinde de zakirbaşıltk etmiştir. Daha ziyade Eyüp dergahlarında bulunurdu, mesela Eyüp'te Vezir Tekkesi, Sel:lml Tekkesi, Şah Sultan Tekkesi bunları n başında gelir.
Hayri Efendi (181:324), seyrek kullanılan biı adı d:ı Hayrullah'tır. Peyk Dede Tekkesi şeyhi Meh med Said Aşki Efendi halifelerinden Zakirbaşı Meh med izzet Efendi'nin oğludur, babadan geçme ıakirdir. Merkez Efendi'de,
Bala Tekkesi'nde baba -oğul zakirlik ve
zakirbaşılık yapmışlardır. Hayri Efendi'ni n Eyüp Şah Sultan Tekkesi'nde zakirbaşılığı vardır. Hayri Efendi gayetle müteşerri, pek abit mübarek bi r zat olduğundaı1tarikat mensuplarınca kendisinden "Hayri Efendi hazretleri" diye bahsedili r, küçük büyük herkesten hatla postnişin olan kıdemli şeyh ve halifelerden bile büyük saygı görürdü .
ONUNCU GUZERCıAH 1741
Herkes duasını almak isterdi. Zaki rliği usullü ve bilgiliydi. Çok ınalıfuzatı vardı. Başkasından eser geçmiş olanlar bunları kuvvetlendi rmek ve en doğrusunu öğrenmek için tekrar Hayri Efend i'ye gelirlerdi.
Hopçuzade_MyJLôli_R ıza Efendi (Hqpç_uoğlu) (94:271), son devrin usta zaki rleri nden
ve Tophane'de Balıkpazarı'nda evvela Şa'baniyye'ni n Karabaşi kolundan, sonra
bulunur ve zikri idare ederdi. Nusretiye Cami'-i şerlfi'nde de müezzin başıydı.
Rıza Efendi merhum orta boylu, seyrek ve yumuşak sakallıyd ı. Yüzü hiç ustura görmemişti. Kend inden istifade edenler
çoktur. Rıza Efendi merh um "Paytak Rıza':
"Çarpıkbacak Rıza Efend i" adlarıyla da maruftur.
1342 senesi Zilhicce ayının başlarında yani
l(adi riyye'nin Eşrefiyye şubesinden olan
Karabaş Mustafa Ağa Cam i'-i şerifi ve
ıTemmuz 1924 salı günü vefat ederek
Tekkcsi'nin son şeyhi Ali Rıza Efendi merhum, "Eyledi Şakir Efendi evc-i fırdcvsi makanı'' mısraının gösterdiği H.1272 tarihinde irtihal eden meşhur zakirbaşı ve şeyh ve bestekar Mehıned Şakir Efendi'ni n küçük oğlu ve H.
1326'da vefat eden Hopçuzade Şeyh ve Zakir Ahmed Gavsi Efendi merhumun da k üçük kardeşidir. Hilafeti, Kadi rihane'nin son şeyhi Gavsi Bey'in büyük babası Ah med Muhyiddin Efendi merhumdandtr.
J<üçük yaşta evvela babasından usul vu rmak suretiyle meşke başladı ve ağabeyi Ah med Gavsi Efendi merhumdan da ikmal eyledi. Ayin meşki ise Kulekapısı Mevlcvlha nesi Kudümzenbaşısı Raik Dedeefendi'dendi r, ayrıca Toplıane'deki Nusretiye Cami'-i şerifi kayyımlarından ve Anadolu kazaskeri Hoca Haşi m Efendi'n in miicaz talebesi nden olan Hafız Haşim Efendi ile de hem ::ıyin meşk etm işler hem de ayin oku muşla r. Bu rada fazla olarak Kasımpaşa Mevlevihanesi'nde
kudümzcnbaşılık eden Şişman Hafız Mehmed Efendi'dcn istifade eder ve onunla ayin
oku rdu. Üsküdar Hazret-i Hüdayi Asitanesi ile Tophane'deki Kadirihane'de bHfiil
zakirbaşıl ık yapan bu zat, bazen de Cihangir'de Halveliyye'nin Ramazaniyye kolunda n Cihangiri Şeyh Hasan Burhaneddin Efendi Hankahı ile Fınd ıkJı kurbünde Sünbü liyye'den Hatun iye yahut Keşfi Cafer Efe11di Tekkesi'nde
1742 Revnakoglu'nun lstanbu\'u
meşihatında bul unduğu Karabaş Derg5.hı
haziresine göm üldü_ Mihrap önü nde babası ve ka rdeşi n i n yan ı nda yatmakta ise de l<lŞI yoktur.
Hüseyi n Cevad Erkine! (116:21-22), büyük babası A bdül hadi Paşa'nm orada bulu n ması dolayısıyla 1293'te Tokat'ta doğdu ve 1302'ye kadar orada kaldı, sonra İstanbul'a geldi, nüfus kağıdı buradand ır. Piyade binbaşılarından Ömer Şefik Bey merhumun üç evladından
en küçüğüd ür. İlk tahsili ni Tokat'la yaptı. Eyüp'te İplikhane Kışlası'ndaki Eyüp Baytar Rüşdi yesi'nde okudu, oradan Kuleli'ye geçti. Kısa bir m üddet soma hastalandı. Bir sene tebdil i hava aldı. 20 kuruş maaşla çürüğe çıkarıldı. Sonra hukuka geçti, üç sene devam etti. Er hayatında Beyazıt Cami'-i şerifinde Vidinli Mustafa Efendi'n in derslerini takip eyledi. Vefatıyla Necip Efendi'nin derslerine gitti, Meşrutiyet ilanından bir sene önce 1323'te ondan icazet aldı, ayrıca kendisine liyaka t nıad::ı l yası verildi. Bu ta rih ten birkaç yıJ önce 1317'ye kadar Maliye muhassasat -ı zati yye ka leminde kaHplik etti, sonra
Darülaceze muhasebe kalemine geçti. 1319'da Dahil i ye muhasebe kalem ine nakil etti, J 323'te arzusuyla çek ild i. Memuriyet hayatı bundan ibaretti.
"Zakir ağzı" denilen şekilde okuyanlardandır, iştirak ve iltihak suretiyledir. Asıl şöhreti
kıyam reisliği ndedir. Hüseyin Hal is Efendi'den.
Arap Salih'ten, Hopçu Rıza Efendi'den, Bayramiyye'den Hüsam. Efondi'den, onun yeğeni Said Efendi'den, Koca Mustafa Paşa zakirbaşısı Sinan Eferrdi'den ve az bir müddet de Balat İmamı'ndan, Balat şeyhi Kemal Efendi'den ilahi, şnul geçti.
Ri yaseti Müştakzade Ahmed Efendi'nin biraderzadesi kıyam reislerinden Cemil
Efendi merhumdan başlamıştır. Cemil Efendi, Sancakdar şeyhi Rifat Efendi'dendir. Cevad Bey'in kuüd riyasetine mezuniyeti yine Cemil Efendi'den olmuştur. Bu Cemil Efendi, 1333'ten 1338'e kadar Şehzade Cami'-i şerifinde Re,5id Akif Paşa Konağı'na mücavir kapının yanında kahveciydi.
Mengene şeyhi ŞeJefüddin Efendi'ye nisbet etmiş, nücebilığa kadar onun hizmetinde bulunmuş, sonra Kasımpaşa Ciğerim Dede şeyhi Sadedd in Efendi 'den icazetname almıştı r. Şeyhzadesi Hasan Efendi'den de aynca icazetnamesi vardır. (ö. 10 Ekim 1957)
Reis Hilmi'nin notla rından: "Cevad Efendi, Mengene dedeganındandı r. Reis yan ında güzel kanatlık ederdi, riyaset vazifesi de elinden
gelir. Peyrevlikte mahi r olduğu gibi lüzumunda zaki rli kte de kadirdir. Pek heveslidir, yorul maz, her işe koşar, aştan ve mutfak işlerinden iyi anlar:·
Not: Son zamanlarda Kubbe'de ve Hobyar Tekkesi'nde zakirbaşılık etmişti. Koruk Tekkesi'nde bir müddet devran idare eylediği de görülmüştür.
iı.ırahim Efendi ( İbrahim Halil_Efendi) (181:320-22), "Tulumbacı İbrahim" derlerdi; Merkez ve Bala Tekkesi zakirbaşısı Hayri Efendi'n in oğl udur. Kocamustafapaşa'da
Ali Fakih Ma hallesi'nde otururdu. Önceleri Bedevlyye tarikatına mensup iken sonraları nedense tarikat değiştirmiş, Haseki'de Zıpçıktı Tekkesi şeyhi Yahya Agah Efendi'ye intisap
ederek Nakşi - Kadiri olmuştu, son radan istihlaf edildi; taç, kemer işlemeyi de ondan öğrenmişti. Hakikaten pek ustalıklı taç, kemer ve gül işlerdi.
Babası gibi Merkez Efendi'de, Bala Tekkesi'nde ve ayrıca mensup bulunduğu Zıpçı kt ı Tekkesi'nde uzt1n zaman zakirli k etmiş ve şahsiyet olarak tanınmıştır, Hoşsohbet,
rin tmeşrep, latifeci bir zattı. İlahi atması, zikri idaresi ustaltklıydı, bilhassa kıyam zikrin i idarede fevkalade bir hususiyet göze çarpardı. Zikir esnasında bazen coşkunlaşır, tulumbactlığından kalma alışkanlı kla ilahi atarken "Hey kara yayam!" dediği olu rmuş. Hele perde kaldırırken göz yaşı dökerek kendinden geçtiği çok görülmüştür. Babası, oğl u ve kend isi zaki rlikte şöhret yapmış bir ailedendi r. İbrahim Efendi bu halkanın son çocuğuydu.
i_rfan Efen_di (182:227), Piyale imam ı .Şeyh Cemal Efend i'den meşk etmiştir. Zarif ve tatlı olmamakla beraber dokunaklı, dik bir sesi vardı. İlk defa Zekiizade Münir el Mevlev1'den meşke ve usu le başlamış, sonra
Şeyh Cemal Efondi'ye gitmişti r. Münir Bey'den ilk defa meşk ettiği eser, Haınamizade İsmail Efendi'nin hicaz makammda ve ağır düyek
ı.ısulündeki nakşıdır: "Ey çeşm-i ahu h icrinle
tenhalara saldm ben i - Çün namrna bağrım hun edjp sahralara saldın beni"
Ba kı rköy Sa'di şeyhi A hsen Ziya Bey'i n evlatlığını alarak damad ı olmuştur. Gümrükl ü Zakir Nuri Dede'nin kardeşidiı-.
Aşıkpaşa'da Said Çavuş Tekkesi'ne çıl<an yokuşun başında ve sol koldaki evde (bu evin ya nında da Mahmud Şevket Paşa'yı vuran Topal Tevfik otururdu) oturduğundan o civarın tekkelerind e bilhassa Seyyid Velayet
Dergah-ı şer1finde son günlerine kadar zakirlik etmiştir. Zaki rliği kalpten ve içten olduğu içi n
ON U NCU GUZERGAH 1743
zikre huzur verir, neşeyi artırır ve gönle işlerdi. İstanbul ihracat gümrüğü rnemurlarındandı.
Son zamanlarda Ankanı.'da bul unuyordu.
İsmail Efendi (116:124), "KabasakaJ" derler. Kıyam zikri n i idarede şöhret yapmı,
ola nlardandu-. Bedeviyye tarikatına mensuptu. MerkezefendiLi meşhur Zakirbaşı Hayri Efendi'n i n tek oğludur. Adliye Nezareti
i'lamat-ı şer'iyye tahsildarlığı yapıyordu. Kardeşi İbrahim Et'endi de tanınmLŞ zakirlerdendi r. Aynı zamanda taç ve kemer işlerdi.
İzzet Efendi (Şeyh Melı med izze Efend i) ( 181:325), Peyk Dede Tekkesi şeyhi Tiryaki Mehmed Said Aşki Efendi'nin halifelerindendir. Zamanının mükemmel
zakirlerinclen ve zakirbaşılarındandı. Merkez Efendi'de, Bala Tekkesi'nde uzun müddet zakirbaşılık etmiş bulunan İzzet Efendi aynı zamanda gayetle sanatlı tiic ve kemer işlerdi. bilhassa tığlı taç işlemekte pek ustaydı. Oğlu Hayri Efendi, onun da oğlu İbrahim Halil Efendi, İstanbul tekkelerinde şöhret yapm ış birin ci sınıf zakirler sırasında isimleri geçer, böylece dededen toruna kadar hepsi zakir
·postunda hizmet etmişler ve birer k ıymet olarak tanın mışlardır. 25 Muharrem l290 - 12 Mart 1289 pazartesi günü göçtü, Ağaçkakan Bedevi Tekkesi haziresi nde yatıyordu.
Kad Helali merhum (182:263); Taşl ıbunın Tekkesi'n in eski zakirlerinc\en ve ilahi bestekarlarındandtr . Gavs ı A'zam'ın medhin e dair yazdığı ve hicazdan bestelediği ''Kad helali azmü'l-makami - Bazü'l-eşheb kutbu'r-rica lt"
beyti ile başlayan kıyam ilahisi dolayısıyla kendisi bu isim ile tanı n mıştır. Taşlıburun Tekkesi haziresi nde yatıyor.
KaJas Hasan Efendi ( 116:117- 122), son çağların meşhur kıyam reislerindend ir. Sancakdar şeyhi Rifat Efendi'den ve Reis Hilmi'den yetişmişti r,
1744 Revnakoğlu'nun istanb ul'u
ikisinden de feyizlenmişti r. Kaplayıcı kalın, dolgun sesi ile tevhidhaneyi doldurur, sesi zi krin üzeri nde yüzerdi. Zaten iri yapılı, gösterişli bir insandı. Sa'diyye tarikatLna bağlıydı. Taş1<asap'ta FındıkzMe Tekkesi
şeyhi ve kendisini n kardeş çocuğu olan Arif Efeııdi'ye derviş olmuş, soma Kasınıpaşa'da Ciğerim Dede Tekkesi şeyhi Halil Cemali Efendi'den istihlaf ed ilmişti.
Tevhtd-i şerifi ve ism-i celali birbirinden üstün şekilde idare ederdi, hele zikr-i şerif kalbe döküldüğü, omuza bindiği zaman cidden fevkaladeydi. Sesinin ton u, gür kaşları ve yüz çizgileriyle tıpkı Zakirbaşı Aksaraylı Ama Hasan Efendi'ye benzerdi, onun gibi güçlü kuvvetli ve dayanıklıydı. Kartal'dan Yakacı k'a yayan gittiği olurdu. Zikri idare
etmed iği zamanlar peyrev postuna oturmaktan hoşlanırdı, fakat zald rliği beceremezdi.
Kalas gibi kaba sesinden dolayı ''Kalas Hasan" derlerdi. Seferberlikte sol ayağını kaybettikten sonra "Kalas Bacak" diyenler de oldu. Tek bacağı ile yine zikri idare eder, hiçbir aksaklık göstermezdi. Zikri ve reisliği çok severdi, idare sırasında kendi nden geçtiği olw·du. Hakikaten hal ehli, aşık bir insandı. Geçinmesi de
reisl i.ktendi. Tekkelerin seddinden sonra hayatı çok sıkıntı ile geçti, Yakacık Rifa'i Tekkesi'ne sığındı, orada yattı kalktı ve her ihtiyacı tekkenin son şeyhi merhum Hafız Nuri Efendi tarafından temin ediliyordu.
Hafız Nuri Efendi büyük bir servete sahip bulunmadığı ve Yunus Çimento Fabri kası'nda işçi olarak çalıştığı halde çok sevdiği ve
kendisi ne saygı gösterdiği Hasan Efendi'yi son gCıne kadar bağrına bastı , onu yanı ndan ve
hi mayesinden ayırmadı.
Kalas Hasan Efendi kısa bir rahatsızlıktan sonra henüz 55 yaşındayken vefat eyledl,
27 Haziran 1933.Yakacık'ta eski mezarlığın
batısında karakol arkasına rastlaynn kısımda Yakacık Rif:i'i Tekkesi şeyhi Hasan Tahsi n Efend i'nin yanında yatıyor, toprak mezardı r.
Halini kimseye söyleyemez. fuka rfı-yı sabirinden, saf, tem iz bir insandı. Ustası Reis Hil mi Efendi kendisi hakkında diyor ki: ''Kalas Hasan Efendi cidden şayan-ı takdir bir reis
iken muharebede bi r ayağı zail olmakla koltuk değneği ile gezmektedi r, yine de iyidir, fakat ıakirlik ile münasebeti yoktur, esef edilir:·
Reisli k fatihası Yaşar Baba'dandır. Eyüp'te Selami Dergahı tevhid-i şerlfı sırasında fatihalanmıştı. Yanında kimse daya na mazdı. Tevhidde ve ism j ceJaJde kendisi ne kanathk etmek mühi m bir meseleydi, bu )'Üıden merhumun ya nına sokulmak, sağına veya soluna geçmek büyük cesaret hadisesi sayılırdı, çünkü zikirde ahengi bozanlara kızd ığı zaman onları çarpıp yere düşürdüğü olurdu.
Kambur Cemil (Arap_Cemil) (116:7), Habeş olduğu nda n "Yarım Kahve" derlerdi. Kıya m reisliğinden, kıyam zakirliğinden başka
du ra k da okurdu. Kam Baba Tekkesi'nde
zakirbaşıydı, Şerbetdar Dergahı'na da giderdi. Son za ma nla rda Şişli Etfal Hasta hanesi'nde vazife görüyordu. Sa'diyye tarikatındandı.
Mengene Tekkesi postnişi n i Şerefüddin Efend i'nin dervişidir; Zakir Ebülhamis'in küçük ka rdeşidir.
Kambu r Emin Efendi (182:134), Fındıklı Dergahı'nrn zakirbaşısıydı. Kadirihane şeyhi ve Meclis-i Meşayih reisi Ahmed Mu hyiddi n Efendi ilk zamanlar bu zatta n meşk etmişti r. Kadi riha ne nıevlidlerinde biri nci bahrin il k kısmını ekseriya bu zat okurdu, alt tarafırn Sultan Hanıld'in başmevlidcisi ve Hamidiye
Cam ii imamı Hafız Hamdi Efendi tamamlardı.
Kambur Şevki Bey (182:112), meşhur hanendelerden nıuvaffakiyetl i bi r zakirbnşıdır. Sesi gayet tesi rli ve tatlıydı. Üsküdarlı Delial
Şeyh Osman Efendi'den meşk etmiştir. Birçok
ilahi ve şuulden başka miraciyeyi de tamamıyla öğrenm işti. Vefat ı 1291 (M. 1874) yıl ındadır.
Silivrikapı Mezarl ığı'nda medfu ncl ur.
I<aptan Meh med Efendi (Topa l Mehmed) (116:38,60), Kubbe Tekkesi'nin eski dervişleri ndend ir. Molla Bey zamanında kendisine "Topal Mehmed Dede" derlerdi. Tanınmış usta zikircilcrden terekküp eden
Kubbeliler arasında kendisi de vardı, bilhassa riyaseti pek güzeldi, örnek gösterilecek mükem meliyetteyd i. Reis Hilmi merhu m notlarında Topal Mehmed Dede'nin ziki rcil iği haldonda şunları söylüyor: "Riyaseti çok
güzeldir, ihtiyar gibi gizlenmez. Erenle!' meyda nında kendisinden da11a çok hizmet beklenir. Zaki rli k ten nasibi yoktur, bir eksik tarafı budur:•
Karabacak Süleyman (182:293.313-15), Şehremini'de Arpaemini Mahallesi'nde otururd u. Sürücüler kahyası Canbaz Mehmed Ağa'nm oğludur. Aslında Rumelilidir, Şumnu'dan İstanbul'a gelmiştir; esmer olduğundan "Karabacak" derlerdi. Üsküda r Yeni Cam i'-i şerifinde müezzin olmuştu.
Hanendelik de ederdi; hzkardeşi Hüsn iye
Hanım da hanendeydi. Karabaca k gür sesliydi, yanık ve güzel okurdu. Tabii halde konuşması bile tatlıyd ı. Gırtlak vereminden öldü; hanende kardeşi de veremden gi tti.
Kası mpaşal ı Hafız Recep Efendi merhum (182:292), J<asını paşa'da Sa'diyye'den Ciğerim Dede Tekkesi şeyhi Hal il Cemali Efendi'nin halifesid i r. Sulta n Reşad'a mevlidci olmuştu,
Fı ndıklılı Hacı Ha kk ı ile birlikte sarayda ve huzurda mevlid okurlardı. Hafız Recep Efendi, Kasımpaşa Mcvlevihanesi şeyhi Ali Efendi'den teberrüken sikke de giymiştir. Bazen mutrıbda ayln-i şerif ve na't-ı Mevla na okurdu.
l\ay_uk l u Ali Bey ( 116:123). Kubbe Tekkesi'nin
ON U NCU GUZERGA H 1745
parlak zikirclleri arasındaydı. Gayet güzel tevhid ederdi, zikir idaresi de mükemmeldi, zakirlikten de anlardı.
Kör Mehmed (116:18-19), son zamanları n tek kalm ış reislerindendir. Sancakdar Hayreddin Baba Tekkesi postnişini meşhur kıyamcı
Rifat Efendi'clen yetişmişti. Boğuk sesli, fakat tonl uydu, sesi daima zikri n üstünde duyulurd u, bundan dolayı olmalı "Gurgtır Meh med
Efendi" derlerdi. Halveti tekkelerine de gider, kuud zikrini idare ederdi. Okuına yazması noksandt. Bir vakitler pol islik etmişti. Gözleri bulanık gördüğünden kenar merkezlerde vazife gfümüş, gözlerinin arızası artınça meslekten ayrılmıştı. Reisli k ile geçinird i. Dergahların sırlanmasuıdan sonra Aksaray'da Şekerd Sokağı'nın başındaki Camcılar Cami_i müezzi ni olmuştu. Bu vazifede bulunduğu yıllarda vefat eylt!di.
Uınekarıtzade Muslaf_Efendi (182:228- 31), Bayram Paşa Tekkesi postnişini Baba
Efendi merh um un hal ifeleri nden ve fuzaladan Uımekanlzade Ali Rıza Efendi'nin ağabeyidir. Cerrahpaşa - Haseki çevresindeki tekkelerde, bilhassa Bayra m Paşa ve Taştekneler Dergahı'nda zakirlik ederdi. Eskilerden olduğu için zamanının büyük zakirlerine yetişmiş, onlardan bir hayli est!r geçmişti, bundan
dolayı çok çeşitli zengi n mahfuzata sahip bulunuyordu. Taksim <:!dişlerinde bile eslaftan gelen ayn bir usul, bir başka tavır vardı, hele du rak okuması örnek usta l ıktaydı.
Mahmud Cemal Ber. (182:232 33), Maarifte ve Evkaf'ta uzun zaman katiplik ettiği için
"Katip Mahmud Bey" derlerdi. Doğma büyüme Sarıgüzelli<lir. Sa'diyye tarikatına intisap etmişti; Fındıkzade Tekkesi postnişini Şeyh
Arif Efendi'nin dervişlerindendir. Balat İmamı Hasan Efendi'dcn meşke başlamış, bir hayli ilerletmiş ve onun vefatıyla hocasın ın değerl i talebesinden Terlikçi Mehmed Efendi'ye
1746 Revnakoğlu'nun istanbu\'u
devam ederek noksanları nı tamamlamıştı. Kıya m i zakiri olduğu için yalnız layami tekkelerine giderdi. Kendi tekkesi ile civanndo oturduğu Hüsrev Paşa Tekkesi'nde çokça bulunurdu, Hüsrev Paşa Derga.ht'nda vazifeli olarak zakirlik de etmişti. Sesi çok yüksek olmamakla beraber okuyuşla rı ve icrası ustalıklıydı. Hafızasında çok eser vardı, yeni zakirlerden isteyenlere bunlan geçerdi. Şarkı
da bilirdi. Ortaköy'de İhmal Paşa Cam i'-i şerifi müezzini fuzaladan Hafız Neci p Bey hayatta kal mış kıymetJ i talebesindendir. İzmit'te vefat etti.
Mahmud Ef. .ncH (116:64), Mevlanakapılıdır Hilmi'den yetişmiştir. daima onun yanında bulunurdu, sağ kanadıydı, tıpkı onun tavrında zikir ederdi. Muvaffak.iyetli bir genç olarak tanınmıştı. Delikanlı bir yaşta vefat eyledi.
Mahyacı Arap izzt (182:304), Zakir Mahyacı Aziz Efendi'den önce Süleymaniye mahyacısıydt. Meczup kılıklı bir zattı.
Zakirbaşılık ettiği zamanlarda bile zakirbaşı postuna oturmaz, peyrevler arasında bulunurdu. Süleymaniye'de divitçili k ederdi.
Mahyacı Aziz Efendi (182:318). Yavuz Selim, Süleyrnaniye (kendisinden önce SUleymaniye mahyacısı Arap izzet idi) ve Dolmabahçe Cami'-i şeriflerinin mahyacısıydı. Hem zakir hem kıyam rei<ıiydi, ikisinde de birbirinden
üstü n iktidar sahibi olmuştu. zamanı nda büyük şöhret yapmlştı. Dergahların birçoğunda hem zakirbaşılık hem reislik ettiği olurdu, mesela
Ey üp'te Şeyh Hasib Efendi'de, Beşiktaş'ta Yahya Efend i'de, Kasımpaşa'da Ebü'r-
Rıza Tekkelerinde hem zaki rbaşı postuna oturur hem reisliğe geçip zikri idare ederdi. Mukabeleden sonra odasında toplananlara ilahi meşk eylerdi; diğer dergahların reislerinden birkaçı. kendisinden yetişmiştir. Meşhur Şeyh Hilmi bile reisliğe mezuniyet fatihasını Aziz Efendi'den a l mıştı. Tanı
zamanında kısım etmesi, el vurması ve zikri yürütmesi hakikaten usull ü ve intizamlıydl. Herkes ona benzemeye özenirdi.
Meddah Süruri (116:45), mektep arkadaşları tarafından kendisine verilen isim "Ayı Kemal"dir, "Süruri"yi mahlas olarak sonradan aldı. Zamanın iyi zikircileri arasındadır.
Meşhur Kubbe Tekkesi'nde Kavuklu Ali Bey ile yan yana zikre girer, Oğlanlar Tekkesi'nde, Kozyatağı'nda Reis Hilmi'nin yarunda kanatlık ederdi.
Mehmed Niy,azi Efendi (181:306-307),
Şehremini'de Ereğli Cami'-i şerifi imamı
ve hatibi Hafız Nureddin Efendi 'nin büyük oğludur. Şair Ahmed Bahai Efendi'nin ağabeyiydi. Vazifesi olan Dahiliye Nezareti muhasebe kalemi başkatiğliğinden ayrıldıktan sonra babasının yerine aynı camiye imam
oldu. Topkapı ve Şehremini çevresindeki dergahlarda devrani zakirliği ile tanınmış olduğu gibi mevlid ve mersiye okuma kta da şöhret yapmıştı. Tatlı, hazin, dokunaklı bi r sesi vardı. Edep, terbiye sahibi, efendi insan olduğu için herkesten saygı görürdü. 1929 yılı 1 Şubatta vefat eyledi. Topkapı Pazar Tekkesi
son şeyhi Mustafa Galip Efendi'den bir gecede beş kişi ile birlikte istihlaf edilmişti. Daha
önce Galip Bey'in babası Şeyh Ahmed Zarifi Efendi'den Sinan! dallısı giymişti.
Mehmed Nuri Bey (Zakir ve giriftzen) (182:164), Kasımpaşa Uşşaki Asitanesi ve Eğrikapı haricinde Hıra mi Ahmed Paşa Cemalizade yahut meşhur olan ismiyle Savaklar Tekkesi şeyhi Cemali Efendi'nin kardeşidir. Bu dergahlarda zakirliği vardır.
Muıls aJ!J.tJrLBy: (116:53-54), Muzıka-i hümaylın kolağalanndand ır. Beylerbeyi'nde Fıstıkl ı'da otururdu. İstavroz Tekkesi şeyhi Seyyid Said Efendi'nin halifelerindendir. Kıyam reisliği, zakirliği birbirinden kuvvetliydi,
Melımed Nuri Bey'in Revnakoğlu'na 12 Ağustos 1960
tarihli mektubu
bilhassa yan tevhidde pek kuvvetli tanınmıştır. Büyük bir maharete sahip bulunduğundan zamanında ve emsali arasında fevkaJade tevhidci bilinirdi . Tevhidhaneyi dolduran sesi gür olduğu kadar tatlı ve ahenkliydi.
Beylerbeyi'nde kendi tekkesi olan İstavroz Dergahı'nda Havuzbaşı'nda İstanbul ve Üsküdar tarafındaki tekkelerin çoğunda, bilhassa Sultanahmet'te Arasta Dergahı'nda, Eyüp'te Taşlıburun'da, Kas1mpaşa'da Arapzade Tekkesi'nde uzun zaman reisliği vardır.
Mükemmel idaresi zikre giren girmeyen herkesi hayran ederdi. Bunlardan başka her geldiği yerde zikrin idaı·e ve riyasetini daima ona verirlerdi. Pek terbiyeli, edepli, ibadete düşkün, olgun bir insandı. Beylerbeyi'nde Nakkaş Baba'da yatıyor, taşı görülmemiştir.
ONUNCU GÜZERGA H 1747
Necmeddin Bey (116:16-17), ta n ı n mış kıy:ım reislerinden Şamlı Şeyh rufal Bey'in oğludu r. B:ıbası gibi kudretli bir kıya mcıydı, ayrıca zaki rliği ve sazendeliği de vard ı. Ud,
keman, t:ı n bur ve cünbüş çalardı. Üsküdar'da yerleştiği için kıyamcılığı Toygar şeyhi Hazı m Efendi'dendir. Üsküdar usulüyle kıyamda levhid ve ism-i cehH açmasında hakikaten ustaydı. Çok da şuul ve ilahi bili rdi, bundan dolayı zaki rliği, kıyamcıhğı birbi rinden
üslün ve parlakt ı. Ta hsil, terbiye görmüş, münevver, müeddep bir çocuktu. Bünyesi zayıf. ince olmasına rağmen çok hareketl iydi, hiç yorul mazd ı. Ara vermeden ve dışarıya çıkmadan tevhidden ism-i celale geçtiği çok olurdu. Her hafta Kıltççı Tekkesi'n e gelirdi. Seyyid Velayet Tekkesi'nde zakirbaşılı k etmiştir.
Niyazi .Efendi (11656), Nuruosmaniye'de Sa'diyye'dcn Mengene Tekkesi şeyhi Şerefüddin Efendi'nin küçük oğludur. Genç y:ışt:ı olmasına rağmen fevkalade güzel zikir
ederdi. Delika nlı çağında vefat elli, lekkesi nin türbesi nde yatıyor.
Nuri Dede (Gümrü klü Meh med Nu ri Bill ur) (182:230, 325-348), Defterhane'de Yokla macı Kafkaslı Hact Mehmed Efendi'nin oğludur. 1299 tarihi nde I<ocamustafapaşa'da Çınar'da doğdu, orada büyüdü, halen aynı yerde oturmaktadır.
ı:ıfk:ıslı Hacı Meh med Efendi, ı<afkas'ın
An:ıpa şeh rindendi r, oralarda esircil i k etmiştir. İstanbul saraylarına Kafkas güzc.1 ca riyeler gönderirdi. Balkan harbi sırası nda istanbul'da vefat elti, Seyyid Nizam Tekkesi son postnişini Şu'a' Efendi, HaCl Meh med Efend i'yi çok severdi, onu vefatında tekkenin türbesine arka sandukalardan birinin altına koydu.
Nuri Dede, Topha ne'de Askeri S::uıayi Mektebi'nde okudu. Şeyhülislam Musa Kazım
1748 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Efendi 'nin Hlimasıyla İstanbul gümrüğüne alındı. 18 yıl burada muhafaza memuru olarak vazife gördükten sonra yaş haddi dolayısıyla 1941'de ayrıldı.
Çocuklu k yaşından beri zakirliğe hevesi
va rdı. En önce Koca M ustafa Paşa Han kah-ı şerifi zakirb:ışısı Hacı Sinan Efendi'den başlayarak Hey Karayayam Tul umbacı İbrahim Efendi'den, Terlikçi Mehmed Efendi'den, Kırımı Hacı Hafız'dan, Remli Tekkesi şeyhi Hafız Halis Efendi'den, Yorga ncı Şeyh Rfışid'den, hülasa her önüne gelenden bi r yığın şuul ve ilfıht geçti., türlü tavırları ile hafıza sına yerleşti rdi. Durakları Kocamustafopaşalı Tavukçu Mehıned Bey'den öğrendi. Bilmediği
ilahi, geçmediği eser kalmamıştı r. Bunla rı birer birer çıkarıp okumakta hiç sıkıntı çekmez, durmadan ilahi atar, birini bırakıp biri ne geçer. Sesi azalmakla beraber miyanlarda aksamaz. en tiz perdeleri yi ne usta idare eder. Yaşl ı haliyle zikre de gi rer, kıyamcılığı da vardır, bu da düzgü n ve esaslıd ı r.
Sancakdar Tekkesi postnişini meşhur Rifat Efendi yanında yetişmiştir. Onun kanadında bulun muş, saatlerce tevhtd-i şerif ve isın-i celali yü rütmüşlerdir, za.ten Sa'di dervişidir ve Şeyh Rifat Efendi'ye intisap eylemişti r.
Usule vakıf kıyamcılığı ile kafasında beş
yüze yakın eserle çökmüş ve yaşlanmış, fakat zakirligi h:iln bırakmaımş haJiyle aramızda bir tnrih harabesi olarak yaşayan Nuri Dede bu
yolun haki katen eşsiz kıymetlerinde n ve canlı hazineleri nden bi ridir.
Nuri Efe ndi (J 82:123), tanınmış devrani zakirlerindendir ve çok eskilerindendi. Makaın -ı Cenab-ı Sünblü Sinan'da Şeyh Hacı Sinan Efendi'den önce zakirbaşıydı.
Osman Efend i ( 182:149), "Dolmacı" d iye bilinir. Meşhur kıya.m i zakiri ve zaki rbaşısı Şeyh Ahmed Hul usi Efendi'nin baba sıd ır. Bu
zat da oğlu gi bi kıyam zakirliğinde ve zi kri idarede şöhret yapmıştı. Hocası bulunan
Delhil Osman Efendi'den meşk etm iş ve ondan yetişmişti .
Reis Hilm i Efoı1di m.EJrh uın (116:29), Şeyh Ali Rıza Efendi'nin oğludw" onu n da babası Şeyh Hüsnü Efendi'dir. Hil mi Efendi'ni n kendisi
yorgancı esnafındandı, tekke m usikisine karşı olan aşkından dolayı hepsini bıraktı, tarikata girdi.
Rifat Efendi ( 182:277), musiki bilgisi dolayısıyla "Hoca Rifo t" diye t;ı nın mış na mlı zakir1erden
ve musikişinaslardandır. Tamamıyla tesbi t edilınemjş kitabesinde "Hoca Rifat gi bi sahib-i makim hoş-cihan... akıbet kıldı. .." yazılıdı r.
Kabir numarası 236.
Sabri Efend i (181:319), Şehremini'de Ereğli Cami'-i şerifi imamı, tanınmış zakirlerden
Niyazi Efendi'nin oğludur. Kendisi ne "Müftü" ve "Gavur imam" derlerdi. Kendisini gösteren devran!ıakirlerdendi r. Zikircilikte de ustaydı, hele kuud zikrinde fevkalade tavırla rı vardı.
I<oru k Tekkesi son şeyhi Zekai Efendi'd en istihlaf olunmuştu.
Said Paşa iıııamı (182:182), z:ıki rliği nde bulu nduğu dergahlarda zikri idare ederken
oturduğu postu yolarak kendi eliyle ördüğü bir lakkC'si vardı, ekseriya bunun üzerine şem le sarardı. Vefatından sonra bu takkeyi parlak çırnkl:ırından meşhur kıyam reisi Şamlı Rifat Bey a lı p saklamıştı. O da bir m üddet sonra
bu takkeyi maruf talebesinden Süleyman iye ınüezzinbaşısı Hafız Kemal Gürscs'c hediye etti.
Sarı Mustafa (Sarkut) (182:324), aslen Bulgarist:ınlıd ır. Küçük yaşta İstanbul'a
gelmiş, Sarıgüzel'de oturmuştur; Şerbetdar Tekkesi dervişleri ndendir. Mektep t:ı hsil i
görm üş efendi adamd ı. Za ki rliği, kıya mcılığı orta derecededir ve iştirak suretiyledi r. 1943
Eylül ünde pek müzayaka içinde göçtüğü zaman yaşı yetmişe yakl:ışmıştı.
s_e)m qn (Şeyh Selman Efnd_i) (116:33), Hırka-i şerif Tekkesi'nin Selman'ı da uçarı bir kıyam cıydı, hele ism-i celalde ya n ında
kimse daya namazdı. Çanakk:ı.l e'de at üstünd e gezerken böğründen bıçak ile vurul muştu.
Tekken in son postnişini HayruUah Bey'in il k ve
tek çocuğuydu.
Seyyiçl_ Bey (Girgin) (182:285), Hazret-i Sünbül Sinan Hankahı 'nın meşh ur zaki rbaşısı Şeyh
Hacı Sinan Efondi'n in oğludur. Babasından ve zama nın usta zak irlerinden hayli eser
geçmişti r; çok mahfuıat sahibidi r. Gür sesUdir, canla başla oku r, sesi daima cumhurun
üstünde yüzer. Devran zakirliği daha muvaffakiy etlidir.Şimd i müteahhitlik ediyor. Suadiye'de vapur iskelesi yan ında Villa Girgin apartmanında; yazları da Şişli'de cami'-i şerifın karşısında Emek apartmanında otu ruyor.
Siyahi Hacı Salih Dede, (181:316-18), İmrahorl u Arap Salih'ten başkadır, undan ayırma k için bu zata "Küçük Arap Salih" derlerdi ve on u n gibi simsiyah bi r A rap'tı. Topkapı Merkez Efendi ve çevresin i n meşhur zaki rbaşılarından Hayri Efendi'nin bulundu ğu tekkelere gider, ekseriyetle onun peyrevliğini yapardı. Merkez'i n daın::ıd ı İbrahim Bey ile Zakir Münib Efendi de Siyahi Salih Dede'nin peyrevi olarak yetişmişlerd ir. Mesleğinde şöhret yapm ış ve mezar taşında okuduğumuz gibi haki katen "Aşık ının zaki r-i hoş nagme sazı" olmuş bi r zattı. "Zenci Salih Dede"
diye de tan ın mıştı. Zakirliğinde bu lunduğu Merkez Efendi Dergahı'n ın türbedarlığı da üzeri ndeyken 20 Zilhicce 1316 cuma günü göçtü. Türbe-i şerifeni n arkasındaki duva rın önünde ya tıyor. Başında büyük Sünbüli lac-ı şerifi görüyoruz. Sülüs ve talik ile yazılmış kitabesi şöyled i r: "Küllü şey'in halikun illa vech ehu - Bu h:l n k<'ıh -ı alinin türbed arı ve
ONUNCU GUZERGAH 1749
aşıkanın zaki r-i hoş nagme-sazı merh um Zenct Hacı Salih Dedeefendi ihvan -ı ba-safadan rıih-ı revanına fatiha niyaz eder ya hu, 20 Zilhicce 1316, yevm-i cuma"
Süleyman Efendi merhum (182:106), devrani zakirlerindendir. Koca Mustafa Paşa
Hankah ı'ndave Ramazan Efendi Dergahı'nda uzun müddet zaki rlik etmiştir. Ramazan Efendi Tekkesi haziresinde validesi Nesibe Hanıın'ın yanında yatıyor, taşı yoktur.
Şaban Ded (182:95), Hazret-i Hüdai
halifeleri nden olan bu zat, Hüdai Hankahı'nda zakirbaşıydı. Atpazari Osman Efendi'nin mürşidi Zakirzade Abdullah Efendi bu zatın oğludur, kendisine '4 Zak irzade" den ilmesi bu rnünasebetledir.
Şefik Dede (Mevlanakapılı Şefik Dede) (181:300-304), zamanın kuvvetli zakirbaşılarından bjridir. Şelu-erni ni'de Bostan Sokağı'ndaki tekkesi nde yata n divan sahibi Şeyh Mustafa Zekai Efendi'nin kız torunu
ve aynı tekkenin şeyhi İbrahim Efendi'nin hemşirezadesiydi, bu sebeple "Zekaizade" diye tanınmıştı. Bahriye eczacısı olan babası
Mustafa Hil mi Bey son.radan paşa olunca Şefik
Dede'ye "Paşazade" dediler; zikirde coşkun halleri ve okuyuşları dolayısıyla "Deli Şefik" diyenJer de olurdu.
Merkez Efendi zakirbaşısı Hayri Efendi'nin çıraklarındandı r. Him metzade şeyhi Hüsameddin Efendi'den de bil hassa musiki bilgisi ve nazariyat bakımmdan pek çok istifade etm iştir. Sünbüli tarikatına girmiş ve Merkez şeyhi Ahmed Mesud Efendi'den dallı giymişti r. Topkapı Şehremini ve çevresi dergahları nın çoğunda zakirbaşılığı vardır. Fakir olduğu
halde bunların mühim bir kısmını fahri olarak yapm ıştır.
Kendisinden esaslı şekilde meşk edip yetişen ler de zaman ın beU I başlı zakirleri aı·asında
1750 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
kendilerini gösterebilmişlerdir. Topkapı ve çevresi zakirleri içinde Şefik Dede'den istifade etmemiş hemen yok gibidir, ıneşklerine uzaktan da gelenler olurdu.
Uzun ·zaman zakirbaşı lığında bulunduğu başlıca tekkeler ecdadının Zekatzade Tekkesi, Paza r Tekkesi, Mel'kez Efendi, Mi mar Acem, Remil, Kumrulu, Kılıççı, Gavsizade, Seyyid Nizam, Körükçü ...
Zikri idare ederken sağ eli daima cübbesinin içinde ve kalbini n üstünde dururdu. Titrek parmak hareketleri ile usul vurarak ılkri bu şekilde idare eylerdi.
Faki r olduğu için Kılıççı Tekkesi'nde yatar kalkar, orada yer içerdi; fazla olarak tekkenin şeyhi Arif Bey her akşa m kendisine üç kuruş harçlık veri rdi.
Koç ve horoz meraklısıydı. Horoz ötüşlerini dinlemek en büyük zevki olmuştu. İçki düşkünlüğü yüzünden hayatı perişan geçti, fakat dem gördüğü (içliği) zamanlar meşke bile oturmazdı.
Şehab Bey (182:161), Ayasofya'daki Naziki Tekkesi nıensuplarmdan ve düyün-ı umumiye ketebesindendi. Musiki bilgi.si vardı, usulden, makamdan çok iyi anlar ve ustalıkla tatbik ederdi. Sesi dikti ve kuvvetliydi. Kıya m ve devranı, hususiyle devran zikrini mükemmel smette ida re eyler, etrafın noksanlarinı da sezdirmeden örter ve düzelti rd i.
Sevki Bey (182:105), Kasapzade Cemal Efendi'nin oğludur. Gülşen iyye tarikatına
mensuptu. Babası gibi devrani zakiriydi, ayrıca ud çalardı.
ާyh Abduss !c\med Efendi (182:107-108), Himmetıade'nin nesli ndendir. İzmit'te Bayramı tekkesi şeyhiydi. BabasL ders hocalarından olduğu içi n "Hocazade"
derlerd i. Kendisi kafi dereçed e ders görmüştü.
Niyabetle birçok vilayet ve kazalarda bulundu. Nazariyata vakıf bir musikişinastı. Çok ilahi bilirdi ve isteyenlerden esirgemezdi, bilhassa şuulde zamanın üstadı sayılacak iktidardaydı.
Kendisinden şuul geçmemiş yahut başkasından geçileni Abdussamed Efendi'den tekrar geçip düzeltmemiş olanları eksik ve tavırsız sayarlardı. Reis Hilmi notlarında
şeyhin hakkında şöyle diyor: "Birinci sınıf zakirlerdendir, fevkaladedir. Hem devranı ve hem kıyamı idarede çok kuvvetli olup riyasetinde dahi şöhret-şiar olmuştur:'
Üsküdar Rifa'i Asitanesi şeyhi Ziya Efendi, Fehmi Tokay ile birlikte ondan ilahi geçtiği ve babasından ders okuduğu için Hocazade ne zaman dergah-ı şerife gelse onu makam postunun yanına çeker, feracesini sırtından
çıka rıp ona giydirir ve zikrin idaresini sonuna kadar ona bırakırdı.
yh Ahmed Efendi (182:160), Kadirihane şeyhi ve Meclis-i Meşayih reisi olan Ahmed Muhyiddin Efendi'dir. Zakirbaşılığı, bilhassa devranda okunan ilahileri idare kudreti fevkaladeydi; diğer devran şeyhleri devran idaresi sırasında onun usul üne ve ayak vuruşlarına dikkat ederlerdi. Mahfuzatı
herkesten fazlaydı, bir devran ilahisi nin otuzdan fazla türlü bestesini bilirdi, bundan dolayı her zakirbaşı onun idaresi altındaki devranda ilahi atamazdı. İlk defa Fındıklı Tekkesi zakirbaşısı Kambur Emi n Efendi'den meşke başlamı.ştır.
Ş_eyh Ahmed Halid BeY-1.S.!!un) (116:32), "Bahriyeli HaJid Bey" derler. Kasımpaşa Türabi Dergahı şeyhi Ali Rıza Efendi'nin halifesidir, aynca Ma'rifiyye'den teberrü k icazetnamesi
almıştL. Kıyamcılığı Kalas Hasan Efendi'dendir, onun kanadı olarak yanında uzun zaman zikir etmiştir; ayrıca zal<irliği de olduğtından kıyam idaresi kendisine verildiği zaman başarır ve güzel yürütürdü.
Meclis-i Meşayih reisi ve Tophane KadiriAsitanesi şeyhi Ahmed Muhyiddin Efendi (198:2)
Şeyh Ata Efendi (G avsizadel (182:116), "Hazret-i Merkez türbedarı Bekar Ata" derlerdi. Tevh1dcilikte bilhassa tamnınıştı, bunda pek iyiydi. Zama n ıyla fevkalade riyaset vazifesini ifa ederdi. Eski olduğu için şimdi inzivaya çekilmiştir. Sesi gayet gürdü, ortalığı kaplardı. Şuuru biraz alil olmuştur.
Birinci sınıf halka riyasetini fevkalade idare edenlerin başında gelir. Balat İmamı'ndan pek çok ilahiler geçmiştir. Usullü okur, mahfuzatı çoktur.
Şeyh Hacı Halid Bex merhum (116:48), babası gibi kıyam reisliğinde iktidar göstermiştir, zakirliği de kuvvetliydi. Esekapısı'nda otururdu. Gayet boylu poslu, gösterişli,
güzel bir zattı. Pek güzel, aşıkane zikir eder ve ettiri rdi. Üstadane tavırları vardı, bilgili, münevver bir insandı. Kavak lar'da cihet-i askeriyyenin fırın müdürlüğünü uzun zaman idare etti. Topkapı ve çevresi tekkelerinde,
ONUNCU GÜZERGAH 1751
bHhassa muharrem mersiyelerini fahri olarak teberrüken Hacı Halid Bey ederdi.
Kıyam reisliğinde şöhret yapmış ve bir hayli çırak yetiştirmiş Kastamonu tapu müdü rü Şamlı Rifat Bey'in ağabeyidir.
Üsküdar'da Sultan Tepesi'nde kendi dergahı bul unan ulemadan Şeyh Mustafa Celaleddin Efendi'nin güzide hulefasından olma kla beraber Bayram Paşa Tekkesi şeyhi Baba Efendi'den de ayrıca istihlaf olunmuştu. Yaşı altmışa yakın olduğu çağda ne yazıktır ki
memuriyet hayatındaki suistimalin kendisine atfedilmesinden müteessiren intihar etti. Şeyh Necip Efendizade Şeyh Fah reddin Efendi ile Zakir Cevad Bey kendisin i gaslettiler. Koca Mustafa Paşa Hankahı'nda sırlıdır.
Şeyh Ha_cı Sin!!_n Efe11di (182:289-91),
Defterhane ketebesinden Hazret-i Sünbül Hankahı sertariki Hacı Seyyid Mehıned Efendi'nin bir oğludur. I<ocamustafa'da Cenab-ı Sünbül Sinan Hankahı'nda yirmi
yıldan fazla zakirbaştlığı vardır. Zakirbaşı Nuri Efendi'rıin vefatından sorua zaklrbaşı olmuştu. Sazendeliği de vardı, ud çalar, ney üflerdi.
Kemani Tatyos Efendj ile dostluğu olduğunda n onunla hususi saz meclislerine iştirak ettiği
olu rdu. Güzel sesi ile saz fasıllarında şarkı okuması da muvaffakiyetliydi. Bu gibi
toplantılarda şefhan endeliği ekseriya kendisi yapardı. Ayrıca spora merakı da vardı, ata biner, at beslerd.i. Vefatında 56 yaşındaydı.
Babası Şeyh Seyyid Mehrned Efendi, ha n kahın şeyhi Rızaeddin Efendi'nin damadı ve halifesidir. 25 Cemaziyelahir 1306'da göçtü, Hazret-i Plr'in arkasında sırlıdır. Sinan Efendi. babasının ayak ucunda yatıyor. Başında Sünbüli tacı var: "Hüve'l-Bak1- Bu han kah-ı şerifte seccade-nişln-i irşad olan Şeyh
Rı zaeddi n Efendi hazretlerinin hafidi ve bu makam -ı ali zakirbaşısı el-Hac Şeyh Mehmed
1752 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
Sinan Efendi'nin ruhuna fatiha, 3 Şevval 1343 - 27 Nisan 1341yevm-i pazartesi"
Hırka-i şerif hatibi Ömer Efond i'n i n notlarından: "Hacı Şeyh Sinan Efendi merhum (Kocarnustafapaşall): Hazret-i Sünbül Sinan Hankah-ı şerifi son zakixbaşısıydı. Yenikapı Mevlevlhaııesi'nde Sultan Mehmed Reşad Han merhumu n vakf-ı mahsusu olan miraciyenin ikinci sene·i devriyesi nde Mevleviyan
taraf ından kıraati ve usul-i mahsusu bu zattan alın masıyla husul bulmuş iken muahharan istiskale uğra mıştır ki garaiptendir, hayret olunur. Oğlu Seyyid Bey de zakirdir:'
Reis Hilmi merhumun notlarından naklen: "Sinan Efendi mübarek insandır, iktidan müsellemdir, yalnız devrani zakiri olarak meşhurdur. Kendisinden her suretle istifade olunur, zira pek çok ilahiyata malik ve mazhardır. Defterhanede muhasebe kalem inde memurdu, güzel sazendedir de, Eskiden beri musiki ile tevaggıtl eder. Hafızasında hayli fasıl mevcuddur:'
Şeyh Hamdullah Hamdi Efendi (182:317), zamanının değerli zal<irlerindendir. Hel<imoğlu Ali Paşa Tekkesj şeyhi İsmail Sadedrun Efenru'nin pederidi r; Sünbül Efendi türbedarı ve hankahının pişkademiydi. H. 1281 (M.
1864)te göçtü. Koca Mustafa Paşa haziresinde yatıyor, başında cesim Sünbüli tacı var.
Şeyh Hasan Recai Bey (116:56-57), ''Hasan Bey" derlerdi. Nuruosmani ye'de Mengene Tekkesi postnişini Şerefilddin Efendi'nin büyük oğludur. Zikir etmesi ve etLirmesi pek ustalıklı ve intlzamlıydı. Kanadında durrnak ve dayanmak bir meseleydi . İstanbul'da kıyam reislerini imrendirecek çok güzel bir tavrı vardı. Bunların içinde onun zikir idaresin i bilhassa görmeye gelenler olurdu. HUiasa
Hasan Recai Bey zikirde ve meydanda herkesin hayranlıkla temaşa eylediği bir kıyamcıydı.
Küçük kardeşi Niyazi Efendi ekseriya kendisine kanat olurdu.
Şeyh Hulusi Efcndj (Zakir Hulusi)
82:146,150), Salat-ı Kemdliyye şarihi Usküdarl ı Şeyh Mehm ed Nu ri Efendi
hulefasmdan ve tarikat-ı aliyye-i Rifa'iyye'den Odabaşı Tekkesi banisi Ankaralı Şeyh Hacı Abdullah Vehbi b. Yu nus Efendi'nin oğlu "Odabaşı şeyhi Muhtar Efend i" namıyla
anılan Şeyh Hafız Ahmed Muhtar Efendi'nin halifesidi r. istanbu l'un ma ruf za kirleri nden olup hemen bütün kı yam! tekkelerinde
zaki rbaşılığı vardır. Zamanı nın zaki rleri kendisinden fa.zlasıyla istifade etmiştir. Fakat zi kri idareden ziyade sesinin güzelliği ile müştehi rd i.22 Ceınaziyelahir 1315 çarşamba gü nü vefat etti. Silivri kapı haricinde Hacı Bayı:anı Çeşmesi'ne gidilen yolda sağda ve biraz içeride gömü lüdür. Başında Rifa'I tac-ı
şerifi, tal i k yazı ile muharrer kitabesinde ise şu satırları görülüyor...
Zakirbaşılık ettiği derga h lar: Taşkasap'ta evvela Nakşibend iyye'den, sonra Sa'diyye'den ve son zamanlarda Uşşakiyye'den olan Fındıkzade Dergahı, Kocaınustafapaşa Çınar mevk iinde Sa'd iyye'den Sancakdar Hayreddin,
Etyemez'de Sa'diyye'den Kadem Dergah ı
ve Kocamustafapaşa , Yediku le, Samatya ve Etyemez tarafları nd:.ık i bütün kıyami tekkeleri.
Odabaşı şeyhi M uhtar Efendi merhumun oğlu Abdü n nafi Efend i, Hul usi merhuma
damat olmuştu. Bir salı günü Etyemez Kadem Dergah ı'ndan mukabeleden sonra çıkıp köşeyi dönerken birdenbi re düştü ve kalpten göçtü.
Saraç Osnıan Efendi'den yetişm işti r.
Ahenkli parla k bi r sesi v-ardı, üç kişin i n
yerini doldururdu . Okurken hocasmı taklit ederdi. Nuruosmaniye'de uzun müddet nıüezzinba şıl ığı vard ı r.
Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi (121:22),
lakabı "Kavukçu'; "Püskülcü Hüsnü" idi. Kocamustafapaşa Hazret-i Sünbül Sinan Asitanesi'nin son zakirbaşılarındand ı. Evvelce kavukçu ve püskülcü esnafından olduğundan bu namlarla anılı r. 7 Cemaziyelahir
1309 tarihi nde irtihal eden mak5m -ı pir meşayihi nden Şeyh Mehmed Rızaeddin Efendi'nin halifelerindendir. 20 Şevval 1312'de vefat ederek Sil ivrikapı haricinde Hacı Bayram Çeşmesi'ne giderken sağda set üstüne defnolundu. Başında cesim kubbdi
Sünbüli tac-ı şerifi olu p istiflü güzel bir celi ile muharrer kitabesi aynen şöyledir:"La mevcude illa hu- Hazret-i Sünbül Efendimizin han kah-ı
alileri zakirbaşısı ve şeyh -i merhCıın mefhar-i salikin Rızaeddin Efendi'ni n halifesi Şeyh Hasan Hüsnü Efendi'n i n ru.hı)• ıçun el-fatiha 20 Şevval 1312 (İ<etebehu A rif )"
Şeyh İhsan Efendi (182:27374), aslen Beşiktaşlıdır, Valideçeşmesi 'ndendir, "Deli ihsan" diye bilinm iştir, "Ka ra Kaşlı" da derlerdi. Bahriye sevkiyat memurluğundan mütekaitti. "Kasımpaşalı''deııil mesi hem vazifesi dolayısıyla hem de oradan evlenmiş olmasındandır. Bolu'dan küçük }'aşta gelip Valideçeşmesi'nde yerleşen babasL Hacı
Abdullah Efendi, Sultan Hnmid' in aşçıbaşılığını yapmL tır.
Kuud zikrinde fevkaladeydi, hususiyle Yahya Efendi'de Yeşi lli A h med'in yan ında zi kri idare ederdi; hele ka lbiye dök üldüğü zaman görün mezdi, baş a tışları na, d iz v uruşlarına yetişilemezdi.
Yahya Efendi türbedarı Hasan Hayri Efendi hazretlerine intisap etm iş, onda n seyr ü süluk görmüş, onun vefatıyla Beşiktaş Neccarzade Hanlrnhı son postnişini Feyzi Efendi merhumdan istih laf olunmuştu.
Sonra Beşjktaş'ta Vişnezade Mahallesi'nde şimdi Şehid Mehıned Paşa Sokağı'n ı n içinde şimd iki metruk şimdiki metruk Vişnezade
ON UNCU GUZERGAH 1753
Mez:.ırlığL'nın başında demir parmaklık içinde yata n mazin neden Nur Baba ·Nur Dede'nin türbedarlığını alarak yanı na küçü k bir zaviye yaptırmış ve orada pazartesi akşamı salı geceleri Nakşibendiyye' n i n ceh ri kol u üzeri ne zi k rettirınişti. İ ki sene kadar deva .m etti.
Yahya Efendi'den başka Ciğeri m Dede ve Çürü klük Tekkelerinde, yine Beşi ktaş'ta Ebülhüda Efendi Tekkesi'nde, Üsküdar'da Hallaç Baba, Sandtkçı, Debbağlar ve Şeyh Cam ii'ncle, Hisar'da Durmuş Dede, Beyoğlu Firuzağa'daki Paşa Baba ve Gülştmihane'de uzu n müddet beın zakirlik hem de sırasına göre ıakirbaşılık etti. Paşa Baba Tekkesi'nde devam lı ve sıkça geli rdi.
Tekkeleri n sırlanışından sonra Beşiktaş ve çevresi ndeki muhtelif cami'-i şeriflerde müezzinlik etti. En son Muradiye Cam i'-i şerifi müezziniyken 1948 senesi Cumhuriyet bayramı gecesi toprağa düştü. 73 yaşındaydı. Ortaköy Kabristanı'nda yatıyor.
Şeyh Mehmed Ali Efendi (182:117), Eyüp'te Olu k l ub:ı)'U' Derga hı'nın postn işiıı iyd i. Müftü Ham:ı mı şeyhi Mustafa Raşid Efcndi'nin son halifesid ir. GuzeJ sesiyle zakirlik de ederdi.
Kendisinin yetiştiği ve çok hizmet ettiği Müftü Hamamı Dergahı'nda Zakirbaşı Terlikçi
Meh med Efendi'nin karşısınd:ı pcyrevlik etmişti. Zamanın meşhur zakirbaşısı Yaşar Baba'darı çok istifade etmiş, onda n bir hayli eser geçmişti. Okuyuştan hazindi; tavrı, edası güzeldi. Misafir bu lunduğu tekkelerde devran zikri ne girdiği görülürse de asıl şahsiyelini kıyam zikri nde yapmıştı. Kend i tekkesinde
de çok defa misafir şeyhlerden bi r kıdemliye bırakır, kendisi peyrev postuna otururdu.
Şeyh Mustafa Efend i (182:75), "Yalelci
M ustafa" derler. Kasımpaşa'da Ebü'r-Rıza Tekkesi postnişi n i Şemseddin Efendi'ni n hal i felerindcndir. Bu dergahta uzun
1754 Revnakoğlu'nun lstanbul'u
müddet zakirbaşılık etti. Diğer tekkelere de giderdi ve daha ziyade kıyam zakirliğinde muvaffakiyetl iydi. Kasımpaşa'da halkı n "Badulla" dediği Eski - Yeni Cami'-i şerifinde
imam olarak vazife gördü. Kasımpaşa'da Yeni Evliya Türbesi'nin türbedarlığını da yapıyordu.
Şeyh Rifot Bey (Şamlı Rifat) (116:9-11), lstanbul'da büyük şöhret yapmış maruf kıyam reisleri n i n başında gelir. Çenesinde sivrice sakalı, üstünden kırpık bıyıklan ve zan'lfet-i tab'ı ile eski İstanbul efendisini temsil ederdi. "Kel Rifat Bey':"Şamlı Rifat Bey'; "Köse Rjfat'' da derler. S:ı.nıatya Sancakdar Tekkesi şeyhi Rifat Efend i merhumun halifesidir; kıyamcı lığı da Sancakda r .şeyhi ndendir, bil hassa ya n tevhidde fevkaladeydi.
Cerrahpaşa'nın eskilerinden olup Davutpaşa Mektebi'nin karşı sırasındaki babadan
kalma konaklarında otururdu. 1333 yıl ı na kadar Defterhanenin muhasebe kaleminde, sonra senedat müdürlüğü tahrirat kalemi ınüıneyyizl iği nde bulundu, daha sonra hey'et-1 fenniyye müm eyyizi oldu. Defterha nenin 1338'de ilgasına binaen Ankara'ya gitti,
kendisi ne tapu kadastro müdürlüğünd e znt işleri da iresi müdürlüğü verildi. Bu vazifede uzun müddet kaldıktan sonra 1926- 1927 yılları nda vefat etti. Ruhi asalet sahibi, nezih, müeddep bi r insandı; kibarlığı, efendiliği herkesi mecl u p bıraktrdı.
Kıyam zikrinde elleri göğsünde çaprazlama bağlı olarak bir tavır ihdas etmişti, bu uslılde bir hayl i çıra k yetiştirmişti. Kend isinden meşk eden ler fevkalade usul ve intizam dahil inde zikir ederler, etrafına nümune olurlardı.
A ksa ray'da Tütüncü Sokağı'nda belediye kudema-yı erkanından ve l<Llıççı Tekkesi hulefasından Reşad Bey merhumun evinde haftanın m uayyen günlerinde yapıJ::ın çaylı, bozal ı sohbetlerd e Reşad Bey1in pek yakın dostlarında n bulunan Rifat Bey ta rafından
heveslilere kıyam zikri talim edilirdi.
Meşhur mevlid üstadı Haftz Keınal merhum, Nusretiye 'den önce Yenibahçe'de Baruthane Yokuşu'nda Kati p Muslihiddin Cami'-i şerifinde müezzin olarak bulunduğu zamanlar mabedin karşlsında oturan ve isteyenlere
meşk eden Şarnlı Rifat Bey merhumdan mevlide mahsus usul-i eslafı taallüm etmiş
ve bu nda n sonra ku lak dolgunluğu ile alışmış olduğu Hafız Sami Efendi edasını bırakıp Said Paşa İmamı'nın tavrında mevlid okumaya başlamış, Rifat Bey de Hafız Kemal'in bu muvaffakiyetinden pek memnun kalmış, kendisiJ1de mahfuz ve mevdu bulunan Said Paşa İmam ı'nın tacını, takkesini bir cemile olarak Hafız l<emal'e hediye etmişti. Hafız Keınal'in vefatında üzerine beyaz sarık sarılıp tabutunun başına konulan takke, Said Paşa
İmanu'rnn zakirllk ettiği tekkelerde zakir postlarmdan kopararak kend i eliyle ördüğü takkeydi.
$eyh Süleyman Efendi (116:27), Beşiktaş'ta Yahya Efendi Tekkesi'nde şöhret yapmış kuud reislerindendi. Dolmabahçe'de Kara Abalı Tekkesi'nde otururdu, orada da bazen zakirlik ettiği olurdu. Saraçhanebaşı'nda Haydarthane Tekkesi'nin postnişini Şeyh Havuç'un oğlu olduğundan bu zata da "Havuç" derlerdi. Bir sabah namazı zamanı Yahya Efend i Dergahı'na gelm iş, başını kapının eşiğine koymuş, yüzü nü de kıbleye çevirip orada o halde iken irtihal eylemiştir.
Tarsus'un Mehmed Efendi (116:39-42), doğma büyüme Mevlanakapılıclır. Adı Mehmed Feth soyadı Usal'dır, Tarsus Rifa'i Tekkesi'nin son postnişi n i "şuul torbası" Mücellit Mehmed liayi"i Efendi'ni n dört oğlundan en büyüğü olduğundan "Tarsus'un Mehmed';"Tarsus'un Meh med Efendi" derlerdi. Son zaınanlann
Orta derece kıyam reisleri ndendir. Her tekkeye gitmezdi, daha ziyade babasının yolu olan
Rifa'i - Sayyadilerin zikrinde bulunurdu.
K1sa boylu, ufak tefek yapılı bir zat olduğu
için kıyam tevhidine pek girmezdi. Kalbi. ism-i ceialde, hele Beyyumi zik r inde coşkunluklar gösterirdi, aşıkane halleri vard ı. Zikri idaresi ustalıl<hydı, yorulma!< usa nmak bilmezdi.
Tekkelerin sırlanmasından soma üniversiteye kaloriferci olmuştu, bu vazifede iken 1Ocak 1953 tarihinde göçtü. Vefatında yetmişi ne yetmişti. Gençliğinde bir müddet seyyar tuluat kumpanyalarında komiklik etmişti. Son kıyam reislerinden Kör Mehmed Efendi bu zattan yetişmişti; sesi ve tavırları da ona benzerdi.
Topçu Said Bey (Mersiyehan) (182:164), zıunanının tanınmış mersiyeha nlarındandır. Kubbe Tekkesi mensuplarındandı, "Kubbeli Said" de derlerdi.
Türbedar Raşid Efendi merhum (182:287- 88), Zakir ve türbedar Mehmed Raşid Efendi merhum, Hazret-i Sünbül Hankahı'nın son resmi türbedarıydı, Türbedar Tesblhçi Tevfi k
Efendi'nin vefatından sonra türbedar olmuştu. Hantal vücutlu olduğundan, bi raz paytak yürüdüğünden "Labada Raşid" derlerdi; Kocamustafapaşalı Şeyh İbrahim Edhem Efendi'nin oğludur. Zaki rbaşılığa geçişinden üç beş ay sonra dergahlar sırlandı.
Üsküdarlı Kemal Efendi (116:112-116), "Reis Kema l" derler. Asıl adı Mah mud Kemaleddin'dir, kullanılmaz. Üsküdar'da Ağa Hamamı'nda Fethi Efendi Tekkesi'nin son postnişini Şemseddin Efendi'nin büyük
oğludur. (Küçük oğlu Salahaddin Cemali çok önce mektep talebesiyken vefat etm iştir.)
15 Muharrem 1300'de tekkede dü nyaya gelmiti. Gümrük men'\Urluğunda bulunduğu için "Gümrüklü Kemal Efendi" derlerdi.
Haydarpaşa'da Dersaadet müUıakat rüs(ıınat nezareti tahrirat kalemi ketebesindendL
Zamanın en parlak, en kudretJi kıyam reisiydi,
ONUNCU GUZERGAH 1755
dergahların sı rlrı nd ığı tarihe kadar bu şönretini kaybetmeden devam ettirdi. Birinci sınıf reisler bile onun yanında kanada girmeye çekini rlerdi, bilhassa ida re kudreti görülmem iş denilecek derecede emsalsizdi ve pek mükemmeldi ,
bu sebeple onun bulunduğu dergahlardaki zi kirler, bahusus kıyam tevhidi, kıyam ism-i
celali pek saltanatlı olurdu, bu yüzden Kemal'i dergahlarda paylaşamazlarclı.
Kendisi Üsküdar'da Toygar Tekkesi şeyhi
Hazı m Efendi'den yeLişmişti. Hazım Efendi'nin kendisi de Kemn l'in mevcudiyetiyle ifti har ediyordu, beraber gittikleri veya rast geldikled tekkelerde Hazı m Efendi zikrin idaresini çok
defa bu değerli çırağına bırakırdı ve bir köşeye çekilip onu seyir ve temaşadan fevkalade mahzuz olurdu.
Kemal'i n şöhreti istanbul'u geçmişti. İstanbul tekkelerinde onu bilhassa davet ederler,
hele cuma günlerinde ınutlaka gt:lmesini
bek lerlerdi. Her reis zikir idaresini seve seve ona teslim ederdi. İsta nbul'da Karagüm rük'te en son açılmış Rifü'i tekkesi olan Üın m-i Kenan Dergahı'nı n son zamanl:.ırda şöhret yapmış olması Üskiidarlı Kemal'in ve onun karşısmda dev gibi bir zakübaşı olan Yaşar Baba'nın meziyetleri sayesinde olmuştu. Bu ikisi oradaki zikri pam1ağında çeviren adamla rdı; zikrin ihtişamla devamı bu iki insanın elindeydi.
Kemal o devrin parasıyla iki buçuk li ra, Yaşar Baba da beş l irn ::ılıyorlardı.
Dergahların sır!anmasından sonra KernaJ'i n hayatı çok sıkıntı içinde geçti, babası da göçmüştü, sadece dergahta yatıp kalkıyordu. Bakı msız ve kimsesiz ka lm ıştı. 1939 yılındrı göçtüğü zaman Üsküdar'da bu haberi duyan bile olmamıştı.
Orta dereceye yakın kısa boylu, esmere yakın buğday benizli, kara kaş, kara göz, simsiyah kısa sakallı (bir aylık traşşıı gibi), kravatsız,
1756 Revnakoğlu'nu n istanhu l'u
başında beyaz arak.iye üzerine bej renginde Sa'di şemJesi, sırtında gül kurusu ince bir cübbe, altında şeker rengi sadakor entari, belinde tokası tac-ı şerifli şeyh kemeri ...
Bıyıkları mühürlüceydi. hafif paytağımsı yürürdü.
Yalelci Hacı (Medineli Hacı) (182:310), ismi Mehmed Guneym idi, hiç kullanılmazdı.
Medine'de Mescid-i Aü'de müezzin iken buraya geldi. Pek ehl-i hal bir zattı, daima
gü lerdi. Yetmişi geçmiş olduğu halde kıyamda perde kaldırışları muvaffakiyetliydi. Uzun zaman zakirlik ve peyrevlik ederek geçindi.
Dergahların seddinden biraz sonra Medi ne'ye döndi.i, orada göçtü.
Yeşilli Ah med (116:30-31). "Mutaf Ahmed '; "Reis Ahmed" de derlerdi. Sanatı m utaftı. Silivrikapılıdır, çocukluğu gençllği oralarda geçmiştir. Çocukluğunda Koca Vira ne'de ("Koca Bostan" da derler) sırtında stlnnetlik zamanından kalma yeşil hırkası old uğu halde arkadaşlarıyla oynamaktayken oyuna dalmış, annesi öteden çağırd ığı halde duymazmış.
Nihaye t yoldan geçen birin e:"Evladım, şu yeşil hı rkalıyı çağırır mısın?" demiş, o da "Yeşilli, oğlum yeşi Ui, bak annen seni çağırıyor!" Çocuklar da arkasından: ''YeşiUi, canım yeş illi!" diye tuttunırlar. O gü nden sonra Ahmed'in adı "Yeşilli " kal ı r.
Gayet mütedeyyin, musalli, beş vakit na mazına beş ka tmaya çalışır, abdestsiz yere basmaz, n u r yüzlü mübarek bir insandı. Okuyup yazması olmadığı halde defterlerin alamayacağı ınahfuzatı vardı. İhti yarlığı nda tevhidi açar, son ra gelir zaki r poı;;tuna oturur, onlara yardım ederdi. Reis Hilmi merh um notlarında ''Yeşilli
Ahmed, birinci sınıf reislerden göstermektedir. Kuud zikrini idarede de aynı iktidara sahipti. Beşiktaş Yahya Efendi'de, Neccarzade'de kuCıd riyaseti daima ona bı rakılırdı."
Zakir Cehil (Ahmed Celal Tukscs) (182:195- 96,275), 1303 ta rih ind(! istanbul'da doğdu, Ejder Tekkesi son şeyhi İsmail Hakkı Efendi merhumun biath dervişi ve Çakır Ağa Tekkesi son şeyhi Hulki Efendi merhumun da damadıydı. Balat imamı Hafız Hasan
Efendi'den yetişmedi r. Son devrin çok kuvvetli zakiı·başı larındandır, bifüassa idaresi pek ınükemmeldi. Bazen ÜsküdarlL Kemal'in
ya runda kanatlık eder, zikrin tavrını daha canlı ve ahenkli bir hale getiriı:di. 1Eylül 1943 tarihinde ve Ramazan -ı şerif başlarında
göçtü. Merkez EfencU'de 13. adada medfundur,
kabrin in numarast 1908.
Reis Hil mi'nin notlarından; "Celaleddin Efendi kıyam! zakirbaşısıclır, aym zam anda güzel hanendedir, fasıl idaresinde ustadır; güzel mersiye okuı rnevlidhandır da; her halde
isrn-i, ceial, BeyyCıml'yi pek güzel idare eder. Karşısında peyrev dayan maz. Kendisinden, tavrından ve sesinden her zaman istifade
olunur:'
Zakir M ustafa Dede (182:318-19)4 Gülşen[ zakirlerindendir. 27 M uha rrem 1227 tarihinde göçtü. Haseki'de eski Zindanarkası'nda Gülşeniyye'den Başçı Mah mud Efendi Tekkesi'nin haziresinde yattyordu. Son istimlaklardaki yıkım dolayısıyla kabri kayboldu.
Zaki r M ünib Efendi (182:92), Hazret-i Merkez Ha nkah ı şerifinde Siyahi Salih Dede'ni n ve l<aragümrük'te Ejder Tekkesi'nde meşhur Turşucu Hüsnü Efendi 'nin peyrevl iği n i yapm ış m uvaffakiyetli zakirlerclendi. Merkez Efendi haziresinde medfundur.
Zakir Şeyh Mustafa Sıdkı (Kısık Mustafa Efendi) (121:5), Kocamustafapaşa Sünbül Efendi türbedarı Hacı Osman Dede Efendi'niıı ka rdeşidir. SünbüLiyye'den Fındıklı Dergahı şeyh i Yunus Hilmi Efendi'n in hu.lefüsından
olup "Kısık Mustafa Efend i" namı yla maruftur. Şeyhinin dergahı olan Fındıkh Tekkesi'nde ve diğer Halveti dergahlarında zakirbaşıd ır. 22 Reçep 1293'te irtihal etti. SiJivrikapı haricinde Hacı Bayram Çeşmesi karştsında bostan kulübesi önünde yatar. Başında Sünbüll
tac-t şerifi vardır. Yeşil boyalı mezar taşı nLn
üzeriJıde taJik yazı ile şunJar yazılı: "HCı - ... [(utb-ı daire-i stdk u ikan ve ol gavs-i a'zam-ı mürşid-i sekalan Cenab-ı Hazret-i Pir-i Yusuf su l ta n Sünbül Sinan kuddise sırruhu'l-mennan hazretlerinin türbedarı el-Hac Osman Dede Efendi'nin biraderi el-meşhl:ır Zakir es-Seyyid eş-Şeyh Mustafa Efendi'nin rulııyıçu n el-fatiha, 23 Recep 1293"
Not: Diğer biraderi Attar Hacı Ah med Efendi de zakir olup yanınd a medfundur, vefatı 19 Zilhicce 1291: ''Hu - Hazret-i SünbüJ Sinan
kuddise sırruhu hazretlerinin türbedan el-Hac Osm:.ı n Efendi'nin biraderi Zakir Aktar el-Hac Ahmed Efendi'nin rühıyıçun, 19 Zilh icce 129 1"
ONUNCU GÜZERGAH 1757
Molla GüraniHaziresi
Millet Caddesi ile Özbek Süleyman Efendi Sokağı'nın kesiştiği alanda solda Molla Güranl Haziresi'ni görüyoruz. (Haseki Sultan Mahallesi. 1786 ada, 1,2 parsel)
İlk inşası H.876 - M.1471-72 tarihine ait olup Fatih devrine rastlayan cami,mektep ve çeşme, 1916'da çıkan yangında büsbütün yandı,geriye sadece arsası ve üzerindeki hazire kaldı.Cami başlangıçta kubbeliyken daha sonra çatılı olmuştu.Banisi meşhur Molla Güranl de vefat ettiğinde mihrap önünde defnedilmişti.
Etrafta yıkılan,yanan tarihibinaların haziresinde bulunan mezarlarla beraber,geçen asrın ortalarında bu caminin arsası da umumi hazireye dönüşmüştü.Haritalara göre cami arsasının bir kısmının Millet Caddesi'ne ve diğer kısmın ın Özbek Süleyman Efendi Sokağı'na gittiği görülür.
28 Mart 1952'de İstanbul Expres'e açıklama yapan Yekta Besen, Molla Güra n 'nin bulunduğu hazire ve karşısındaki cami için şöyle diyordu:"Bu Molla GüranlCamii bundan 18 sene evvel tamir edilebilecek bir haldeydi. Tavanı açık,fakat dört duvarı
Molla GüranlCami ve haziresinin 1950 başlarındaki vaziyeti (Encümen arşivinden)
1758 Revnakoğlu'nun istanbu l'u
sağlamdı. Minaresi de vardı ama o yarımdı. Onu da yolun kenarında tehlikeli diye yık mışlar.Minare güzel birsanat eseriymiş. Bilhassa keçi ve eşekler yıktılar. Temel taşları da inşaat yapanlar tarafından alıp atıp götürüldü. Molla Güranl'nin mezarını Nurullah Neyzen Bey'le taşları okurken çıkardık. Buralar Evkaf'ındı..."
Henüz 1935'te, Encümen dosyalarına giren i.Kumbaracıtar' ın yazısında Molla Güranl ve mezarı için "Cami yanmış, du varlarından başka bir şey kalmamıştır, lakin bunun yanında nice yıllar geçirmiş
tarih taşıyan şah ısların mezarları olduğu gibi,asılen önemlisi bu camiyi yaptıran ve i mifaziletiyle kendinitanıttırmış, Fa tih'in hocalığını etmiş İslam-Türk filozofu şair, musikişinas, doğru sözlü, kimseye müdana etmez ...893'te öldüğüne göre 462 yı dan beri burada gömülü olan yüksek şahsiyetlerden Şeyhülislam Molla GüranT Şemseddin Ahmed Efendi'nin mezarı mev cuttur. Bundan ötürü Türklüğe armağan kala n ve Türk medeniyet inin beşiği de nilmeye değer olan bu mezarın burada
katması ve bütün sahanın bahçe yapılması ve olamadığıtakdirde mezarlık muhiti otan bu yer duvar veyahut modern bir parmaklıkla çevrilmesive kalan yerlerin de satılması..." deniliyordu.
Molla GüranTCamii arsasına İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğüne 14.8.1950 tarihlidilek· çesiyle başvuran ve ŞişliBomonti'de EbekızıSokağı'nda Alınteri Apartman ı'nda oturan Mevhibe Arakon, burasının tevliyeti nin üzerinde olduğunu, harabiyeti sonrasında camiden katan kalıntıların buradan büsbütün kaldırılarak yerine bina yaptırmasına müsaade edilmesini ister.Encümen dosyalarında yer alan resmivesikalara göre de burasının tevliyetini 1947'de Mevhibe Arakon'atevcih edilmişti.
İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni'nden yazı lan 19.9.1950 tarihlicevabiyazıda Mevhibe Arakon'a mütevelliliğinin burasının "sık sık muayene ve icabında muayyen usullerle bunların onarımlarına tevessül etmek yetk isi" ile sınırlıolduğu,"bu itibarla burada dilediğiniz veçhite herhangi bir bina yapmak hakkındakitasavvurunuzun tüzüğün hükümlerine aykırı olduğu:' bildirilerek isteği reddedilir.
Mevhibe Arakon'un
Molla Guranl arsasına bina yaptırmak içiıı yaptığı başvuı·u (Encümen arşivinden)
ONUNCU GUZERGAH 1759
-
Molla Gürani Cami ve haziresinin 1950 başlarındaki vaziyeti(Encümen arşivinden)
Revnakoğlu,1956'da büsbütün bakımsız hazirenin elden geçirilmesi için Mezarlıklar Müdürlüğü nezdinde resmiteşebbüslerde bulunur (82:103):
Müdüriyet Yüksek Makamına,
Molla Gürani'de kendi namıyla bilinen mevkide, hususi mezarlığında yatan Fatih devrinin büyük allamesi, Fatih'in bizzat hocası ve mürebbisi Şeyhülis lam Ahmed Gürani'nin 500. Fetih yılı münasebetiyle yeniden yaptırılan ve yılların ihmali yüzünden bi r hayli müşkilatla toprak ve enkaz yığını altından çıkarılan tarihi kabri, bilhassa çevresi yeniden harap olmak üzeredir.
Arka kısmın hududunu çevreleyen geniş ve muazzam duvarın yağmurların neticesi olarak kaydığını, çöktüğünü teessürle görmüştük . Bu defa da hazire ye giriş kapısını teşkil eden demir parmaklıkların nasıl oldu ise parçalandı.ğı- 1111 kısmen koparıldığını hayretle gördüm.
Mezarın etrafında kitabeleri mevcut bulunan diğer kabirler tamanuyla; kitabele rin pek çoğu da kısmen insan boyu ot altında kalarak görünmez bir hale gelmiştir.
Birkaç gün sonra kutlanılacak olan İstanbul'un 503. Fetih yılı münasebetiyle buraya pek tabii olarak bazı ziyaretçi heyetlerin gelip küçücük bir anma töre ni yapacakları kuvvetle muhtemeldir.
Binaenaleyh bu yakışıksız halin karşısında ayıplanmamızı önlemek için bura sının bir an önce etrafını bürüyen otlardan temizlenerek kırılmış kapı kana dının da acilen yaptırılmasını yüksek tensip ve takdirinize hü rmet ve ehem miyetle arz eylerim. 23.5.1956
Arşiv ve Kitabeler Uzmanı Cemaleddin Server
1760 Revnakoğlu'nun istanbul'u
f' - ... -
ıuıuı ıi:İİUJıLnl l8LAH
- .ıun noooırt
. LUIU ı '9ır:,..
l.AJUl!ı
TarihiMerkaclleri lslah İlmi Encüınenı'nin Hekimbaşı Ömer Efendi'deki bazı mezarların Molla Gürani Camii arsasına taşınmasına dair 1957 tarihlikararı (79:174)
Tarihi Merkadleri ıslah İlmiEncümeni 1957'de aldığı kararla bu hazireye taşınan lar arasında caminin karşı tarafında yıkılan Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi'nin mezarları vardı:
Revnakoğlu, Molla Gürani'nin (204:20) "Kadınlara mahsus şekilde, yukarısı üç köşeli olup güzelce bir sülüsle yazı mış" Arapça mezar kitabesini 20 Şubat1956'da tesbit eder: "La i ahe illallah Muhammedün resülullah - Kad intekale min dari'l-fenai i a dari'l-beka el-merhum ve'l-magfur el-muhtac ita rahmeti rabbihi'l-gafüru leh el-Allame Şeyhülislam Ahmed el-Gürani kuddise sırruhu'l-a'la maa's-salavati,sene Recep 893"
ONUNCU GÜZERGAH 1761
Mol a Gürani'nin 1950'lerde mezarı
Molla Güran 'nin etraftan toplama mezarlarla şekillenen haziresi
Molla Güranl'nin şimdiki mezarı
1762 Revnakoğlu'nun istanbul'u
Bu metnin arkasına kitabenintercümesinide yazar (204:21): "Tahkik (bi't-tahk k - gerçekten) dar-ı fena olan dünyadan intikal etti (göçtü), keza mağfiret sahibi olan rabb inin rahmetine de...Allame Şeyhülislam Ahmed Güran ,onun sırr-ı a'lası takdis olunsun (evliyaullah hakkında söylenilir),salat ile beraber (Fahr-i kainatı tasliye etmek, salat ve selam getirmekle beraber).
Not: Bugün Molla Güranlhaziresi,Millet Caddesi açılırken yıkı an mescit, tekke ve bilhassa He kimbaşı Ömer Efendi Medresesi hazirelerinden taşınan mezar taşlarıyla şekillenmiştir.
Hel<imbaşıÖmer Efendi Medresesive Mektebi
Millet Caddesi'nde Karamani Mehmed Piri Mehmed Paşa Camii'nin karşısında, yarısıüzerinden Millet Caddesi geçen, diğer yarısı üzerinde Millet Caddesi'ne bakan 82 numaralı binanın bulunduğu yerde Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi
ve Mektebivardı.(Molla Gürani Mahallesi, 1984 ada, 37 parsel)
Tahirü'l-Mevlevl bu tar ihieser e büyümüş, onun her halini görmüştü; bu medreseyle igilii k yaz ının da sahibiydi.Evine yakın bu medreseninsıbyan mekteb inde okumuş,
1951'e kadar medrese ve etrafındaki erin Osmanlıve Cumhuriyet devrindekiseyrini, akıbetinigörerek tesbit etmişti.Medrese,mektep ve sebilden müteşekkilbu külliye 1918 yangınından sonra toplanamad ı.Tahirü'l-Mevlevl perişan medresenin,bilhassa mektebin hata el atılırsa kurtarılabi eceğini ümit ediyordu...
1956'ya kadar harap halde duran bu külliye, önce 1936'da Tah irü'l-Mevlevl'nin, 1955'te de Süheyl Ünver'in çalışmalarına mevzu oldu.Tuhaf ki Tahirü'l-MevlevT'den sonra bu mevzuda kalem oynatmış Süheyl Ünver de Semavi Eyice de Tahirü' -MevlevT'nin "Yıkık ve Yanık Tarihi Binalardan Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesive Mektebi" başlıklıbu tarihiese r e ilgiliikitefrika süren yazısına atıfta bulunmadı,ondan istifade etmed i! Revnakoğlu'nun dosyalarına aldığı!ahir Olgun'un (Bilgi Yurdu, 1936, Sayı 8-9) bu medrese ve mekteple ilgiliyazısını aktarıyorum (66:188-89;191-94):
Yıkık ve Yanık Tarihi Binalardan Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi ve Mektebi
Molla Gürani'deki tramvay güzergahında ve Halıcılar'dan gelip Haseki'ye çı kan yolun tekatu ettiği caddenin sağ köşesinde resmi dere edilen harap bir binanın acıklı manzarası görülür.Vaktiyle pek sağlam yapılmış, fakat bugün hemen viranehalini almlŞ olan o bina, Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi'dir.
Hadikatü'l-Cevô.mi'd e ve Molla Gürani maddesinde dolayısıyla bundan da bahsedilerek:
"Karibinde (caminin) Reisületıbba Ömer Efendi Medresesi ve sebil ve çeş mesi ve mektebi vardır. Mumaileyh 1136 tarihinde vefat ederek onda def nolunmuştur ve damadı Çelebizade Asım İsmail Efendi dahi onda medfun dur. Nevres Efendi tarih demiştir: "Asım İsmail Efendi kıldı firdevsi mekan, 1173" Ve bu caminin bir tarafında mumaileyh Ömer Efendi'nin Şifa Hamamı vardır."
denildikten sonra Ömer Efendi'nin babası Osman Efendi'nin Haydarpaşa'da
ki Hacı Hasan Mesidi'nin ima olduğu, kendisinin 1079-1668 Ramazanında
ONUNCU GÜZERGAH 1763
Hekimbaşı Ömer Efendi çeşmesi ve haziresi (Salt
arşivinden)
istanbul'da doğduğu, 1098-1686'da saray hekimi ve 1127-1715'te hekimba şı tayin edildiği, diğer taraftan ilmiye mesleğinde terakki eyleyerek 1135- 1722'de Rumeli kazaskerliğine yükseldiği ve 136- 723'te vefat ettiği söyle nilerek mektebinin vasiyeti mucebine ölümünden sonra yaptırıldığı haber veriliyor.
Ömer Efendi'nin damadı olup vakanüvislik eden ve şeyhlilislamlığa kadar çı kan Çelebizade 1smail Asım Efendi, yazdığı tarihte kayınpederinin irtihalini "Vefat-ı sadr-ı Rum Ömer Efendi Reisületıbba" serlevhasıyla kaydediyor, la kin hayatına dair Ayvansaraylı kadar bile malumat vermiyor da kendisinin vakanüvis iken ona damat ve yaptırdığı medreseye müderris olduğunu, ve fatından sonra da vasiyetnameleri üzere medreselerine muttasıl bir kargir mektep bina ve Molla Gürani Cami'-i şerifine karip bir hammam-ı şifü-bahşa bünyad edildiğini anlatıyor.
Bahsedilen medrese resimde görüldüğü üzere bugün oturulamayacak bir haldedir. Yakın vakitlere kadar oldukça mamur ve talebe ile meskun idi. Fatih yangınından sonra bir müddet harikzedeleri n meskeni oldu. Gerek onların tahrip etmesiyle gerek kubbelerindeki kurşunların Evkaf tarafından kaldırıl masıyla kar ve yağmurlann tesiri onu böyle virane şekline soktu.
Yıkıl maya mahkum olan bu eski bilgi yurdunun üç tarafını odala r iJe dersha ne kaplamış; caddeye bakan ön tarafının iki ciheti hazire olarak vakıfın süla lesinden ölenlere tahsis kılınmıştı r.
Sağlı sollu epeyce mezar taşı ihtiva eden bu hazirelerdeki kabirlerin kita-
1764 Revnakoğlu'nun İstanbul'u
helerini zapt etmek suretiyle sahiplerinin adını unutulmaktan kurtarmak istiyordum. Geçenlerde bu emelle iki defa oraya gittim. İlk gidişimde eski talebemden Doktor Kemal, ikincisinde yine talebemden İbrahim Kutluk bu lunuyordu ve ikisinin fotoğraf makinası vardı.
Esef olunur ki medrese kapısını mıhlı bulduk. İçeriye giremediğimiz için bani Ömer Efendi ile yanı başındaki Asım Efendi'ye, bir de sol taraftaki hazirenin parmaklığına yakın olan Şeyhülislam Zeynelabidin Efendilere ait taşların re simleri mevki icabı iyi çıkmadığı için buraya koymadım.
Resimde de okunacağı üzere Ömer Efendi'nin taşında "Sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat Devlet-i Aliyye'de hekimbaşı olup Rumeli kazaskesi iken irtihal-i dar-ı beka eden el-Hac Ömer Efendi ruhiçün el-fatiha, sene 1136"
İsmail Asım Efendi'ninkinde: "Şeyhülislam ve müfti'l-enam iken veda'-ı alem-i fani eden merhum ve magfürun leh Çelebizade İsmail Asım Efendi ruhiçün el-fatiha, sene 1173" ifadeleri mahkuk.
Aralarında bulunan bir taşta ise şu yazılar görülüyor: "Çelebizade Asım Efen di'nin kerime-i mükerremeleri merhume ve magfürun leha Hibetullah Ha-
Hekimbaşı Ömer EfendiMedresesi (Salt arşivinden)
ONUNCU GÜZERGAH 1765
Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi (Salt arşivinden)
mm ruhiçün el-fatiha, sene 1169"
Asım Efendi'ye ait taşın kapı cihetinde merhumun torunu Mehmed Eşref Efendi'nin kabri var ki taşında şu ibare yazılı: "Çelebizade Asım Efendi mer humun hafidi müderris-i kiramdan merhum ve magffırun leh es-Seyyid el Hac Mehmed Eşref Efendi ruhiçün el-fatiha, sene 1256"
Bunlardan başka o hazirede biri yerde, diğeri duvara dayalı iki taş var kiyerde yatanı Asım Efendi'nin oğlu Arif Efendi'nin olduğu anlaşılıyor. Duvara dayalı olanı parmaklıktan uzak bulunduğu için okuyamadım.
Ömer Efendi'nin resmi hayatına dair Hadikatü'l-Cev ami' ile Çelebizade Ta rihi'nd en naklen biraz malumat verdim. Hususiyyatın a gelince, damadı şöyle anlatıyor: "Hakka ki vakıf-ı esrar-ı hikmet ve arif-i etvar-ı hükumet; letafet-i eda ve beşaşet-i siması ilk ve devasından efzunter şifü-bahş-i alil ve akl-ı maaş u meadı cem' ettiğine etvar-ı cemile ve asar-ı celilesi burhan u delil, ah bar-ı yad-daştları perde birun ve hikayat-ı eşraf-ı eslaftan mahffızatlan kıyas tan efzun, meşayih ve sulehaya mail ve mu'tekid ve erbab-ı kemale noksan olan izhar-ı tecemmül ve haşmetten mütebaid ve bilcümle etvarı memduh ve müsellem bir vücud-ı mükerrem ve zat-ı şerif-i muhterem idi:'
Çelebizade bu çetrefil ibaresiyle şunları ifade etmek istemiş: Ömer Efendi hikmet ve hükumet ne olduğunu bilirdi. Güzel sözü ve güler yüzü, verdiği ilaçlardan iyi tesir yapardı. Dünyaya ve ahirete akıl erdirmiş olduğunu hal ve tavrı ve büyük eserleri isbat ederdi. Eski adamlara dair birçok şey bilirdi. Şeyh-
1766 Revnakoğlu'nun istanbul'u
lere ve salih kimselere itikadı vardı. Kemal sahiplerine büyük bir kusur olan süsten ve gösterişten çekinirdi. Hülasa iyi bilinir ve herkesçe medhedilirdi.
İsmail Asım Efendi ise Çemberlitaş'ın yanındaki Atik Ali Paşa Camii'nin me zarlığında medfun olan Reisülküttap Küçük Çelebi Mehmed Efend i'nin oğ ludur. Babası mülkiye memurlarından olduğu halde kendisi ilmiye mesleğine girmişti. Müderrislik, kadılık, kazaskerlikten sonra 72- 759'da şeyhülislam oldu ve o sene içinde öldü.
Müderrisliği esnasında ve 1134-1721 senesinde Müverrih Raşid'in Halep ka dısı olup oraya gitmesi üzerine vakanüvis tayin edilmiş 1141-1728 senesi so nuna kadar devlet vukuatını yazmıştır. Sicill-i Osmanf müellifi müşarünileyh hakkında "Her fende mahir, elsine-i selasede nazm u nesre kadir, cem'-i kü tübe hahişger idi. Mevlevi ve sahib-i divandır"; Muallim Naci de "Mütebah hirin-i ulema ve zurefü-yı şuaradan idi" takdirinde bulunuyor.
Asım Efendi'nin tarihi ile divanı basılmıştır. Tarihi numunesi görüldüğü üze re güya sadecedir. Divanı Nabi ve Nedim vadilerinde manzumeleri muhtevi dir. "Ey sarban zimamı çek semt-i kuy-ı yare - Virane dilde zira yer kalmadı karare" beytiyle başlayan ve Hazret-i Peygamber'in medhine dair olan kasi desi gayet samimidir.
Medrese kapısının sol tarafındaki hazirede medfun olanlardan biri Şeyhülis lam Zeynelabid in Efendi'dir ki kabri taşı şu ibareyi ihtiva etmektedir: "Şey hülislam-ı sabık merhum Çelebizade İsmail Asım Efendi hafidi Şeyhülislam-ı esbak merhum ve magfürun leh es-Seyyid Mehmed Zeynelabidin Efendi ru hiçün el-fatiha, sene 1239"
Bu ibare bir garabeti havidir. "Sabık" eski, "esbak" daha eski demek olduğu halde burada Asım Efendi'nin şeyhülislamlığı için "sabık'; Zeynelabidin Efen di'ninki için "esbak" tabiri kullanılmış, torunu dedesinden evvel şeyhülislam olmuş gibi bir mana anlaşılabilmesine meydan verilmiştir.
Cevdet Paşa merhum, tarihinin on ikinci cildinde: Zeynelabidin Efendi'nin pederi Surre emini Seyyid Mehmed Said Efendi; ana babasının Çelebizade Asım Efendi olduğunu, kendisinin 1167-1753'te doğduğunu, 1230-1814'te şeyhülislamlığını, 1233-1817'de softaların mahut mum kavgası üzerine az ledildiğini, 1239-1823'te vefatını yazdıktan ve "asrının fuzalasından mec lis-ara ve hoşsohbet bir zat-ı maarif-simat imiş" dedikten sonra Süleyman Faik Efendi Mecmuası'ndan şu fıkrayı naklediyor:
"Mevaliden Keşşafzade derler bir adam vardır. Iyaline gayet mecbur ve mes hur olup hatun dahi zevcinin her bir umuruna musallat olmakla merkum Keşşafzade'ye Zeyni Efendi'nin meşihatında Galata kazası tevcih olunup esna-yı kazasında Galata'nın mahkeme hademesi hatunun umur-ı mahke meye müdahale ve deavi-i şer'iyyeye hükümde müşarekesinden Bab-ı Fet-
ONUNCU GÜZERGA H 1767
va-penahiye gelip şikayet etmeleriyle Zeyni Efendi, Keşşafzade'yi meclisine celp ile: "Şevketli efendimizin bu abd-i hakiri mesned-i meşihata ik'addan bir maksadları dahi menasıb-ı mevleviyyeti ehline tevcih etsin garazına mebni ise de bu mahalde "ehl"den murat "ıyal" manası olmayıp mahal ve müstehtk olanlar olmakla biz size kazaya ehildir diye Galata'yı verdik, yoksa ehlinize mevleviyyet tevcih etmedik! Fi-ma-ba'd umura ıyalini karıştırma! diye tem bih eylemiş:'
Zeynelabidin Efendi'nin kabri yanında ve arka tarafında daha birtakım taş varsa da parmaklık dışından iyi okunamadıkları için tesbit edemedim. Bu taşlar şimdilik sağlam ve yerinde durmaktadır, fakat bakımsızlık yüzünden devrilecek ve kmlıp mahvolacaktır, nasıl ki İsmail Asım Efendi'nin ayak taşı yerinde değildir. Bunların ve yola tesadüf ettiği yahut bekasına lüzum gö rülmediği için kaldırılacak olan emsalinin ait olduğu makam tarafından kı rılıp dökülmeden kale dışındaki mezarlıklara nakledilmeleri münasip olur diye düşünüyorum, çünkü içimizden yetişmiş ve oldukça şöhret kazanmış bazı kimselerin mezarları değilse bile mezar taşlan olsun şu suretle muhafaza edilmiş olur.Eslafın eserlerini velev ki mezar taşı olsun zayi etmemek ahlafın hem borcu hem de şerefidir.
Medresenin İbrahim Ziya Mensucat Fabrikası'na bitişik köşesinde bir çeş mecik vardır ki yalnız ayna taşının üstündeki "Sahibü'l-hayrat Ömer Efendi" yazısı kalmıştır. İhtimal ki Hadikatü'l-Cevami"de bahsedilen çeşme budur.
Halıcılar'a inen ve eski sadrazamlardan Tunuslu Hayreddin Paşa'nın konağı orada bulunması dolayısıyla "Hayreddin Paşa Sokağı" denilen yolun başında ki harabe ise vaktiyle sebilhane imiş. Benim çocukluğumda jandarma karako lu olarak kullanılırdı. Onun alt tarafındaki sağlamca bina ise Ömer Efendi'nin vefatından sonra yaptırılmış olan sıbyan mektebidir. Ora ile bizim ev arasın da bir bostan vardı ki o da Ömer Efendi'nin vakfıydı. Bu yakınlık dolayısıyla ben de ilk tahsilimi orada yapmıştım. Bir iki sene evvel bir mecmuada neşre dilen bir makalemde bu mektebi şu suretle tarife çalışmışım:
"Dar kemerli kapıdan geçilerek (resimde yanında durduğum kapı) on beş yir mi ayak merdivenle bir sofaya çıkılır, oradan dershaneye girilirdi. Dershane epeyce geniş ve kubbeliydi. Kapıya karşı sağ köşede hocanın, sol köşede kal fanın yerleri vardı. Hocanın rahlesi üstünde irice bir cevizden daha büyük balmumu topu yapışıktı. Çocukların cüzünde yahut Mushafında ders yerini gösteren balmumlar düşmüş bulunursa hoca rahledeki toptan bir parça ko parır, elinde yuvarlayıp yumuşattıktan sonra düşenlerin yerine yapıştırırdı.
Dershanenin ortasına alçak sıralar, sıraların arasına küçük minderler dizil mişti. Biz o sıraların arkasında ve minderlerin üstünde otururduk. Sokağa bakan iki pencerenin içerisinde iki hafız ezbere çalışırdı. Mektebin duvarları gayet kalın, çerçeveler de pencerenin dış kenarına yakın olduğu için onların
1768 Revnakoğlu'nun istanbu\'u
içerisi birer cumba halini almıştt.
Sofaya nazır pencerelerden birinin içinde kocaman ve baktrdan iki maşraba dururdu ki hararet basan çocuklar onlardan su içerlerdi. İkinci pencerenin içine sabahlan salep, akşamları boza ve hoşaf getirip satan Hayrullah isimli ihtiyar bir Arnavut güğümlerini kordu.
Sofada önü yalaklı ve musluklu bir su haznesi vardı ki merdiven başındaki kuyudan çekilen su ile doldurulurdu. Yine orada birkaç raflı bir papuçluk uzanmıştı; çocuklar takunya, papuç, kundura, yemeni, lastik gibi ayakkabıla nnı onun raflarına dizerlerdi.
Kapının arkasında kahverengi boyalı ve müstatil şekilli bir tahta asılıydı. Bu nun bir yüzüne yeşil boya ile "geldi'; öbür yüzüne "gitti" kelimeleri yazılmıştı. Buna "geldi gitti tahtası" derlerdi Abdesthaneye gidilirken bunun "gitti" tara fı, gelince de "geldi" tarafı çevrilirdi.
Hocamız Hafız Hasan Efendi isminde orta yaşlı bir zat idi ki Sarı Musa Cami i'nin imamı ve Haseki Camii'nin hatibiydi. Az bilir, faka t iyi öğretirdi, Allah rahmet eylesin. Şimdi bunlar gözümün önünden geçerken çocukluk zaman larımı ve o zamanların neşelerini anmakla avu nuyorum.
Şu viranlaşmış eski mektep ufak bir tamir edilir ve kubbesinden kaldırılan kurşunlar yerine getirilirse yine bir işte kullanılabilir zannederi m.
Revnakoğlu,Tahirü' -Mevlev 'nin bu iki yazısını kafi bulmuş olmalı ki dosyalarına Hekimbaşı Ömer Efendi'nin haziresinde medfun şahsiyetlerin mezar kitabelerini katmakla ve hazirede çalışırken çekilmiş üç fotoğrafını ilave etmekle yetinir.Vakıa o, sık sık ziyaret ettiği Tahirü'l-Mevlevl'den bu medresey ive mektebi de dinlemiş olmalı.Notlarınıhazırlarken SüheylÜnver'isade medresenin pencereleri üzerindeki mısraların dizilişi ve bu manzumedeki yanlış okuduğu bir kelimeyle ilgilidüzeltmede isminianar (66:214):
Her pencerenin üstünde müstatil beyaz mermer üzerine talik yazı ile birer mısra olarak:
4 Asım İsmail Efendi şeyhülislam-ı zaman
3 İşte ezcümle cihan-ıfaz/ u derya-yı kemal
2 Tişe-i kahrıyla bir demde lıarab eyler heman
1 Görmesin bir kimsenin muhkem bina-yı devletin
Son tamirlerin birinde yazılar birbirine karıştırıldığından mısralar ters ko nulmuştur. "Şeyhülislam-ı zama n" terkibi bu son yıkılışta moloz al tı nda par çalanarak kaybolmuştur.
Not: Bu kitabenjn üçüncü mısraınm başındaki ''tişe" kelimesi Doktor Süheyl Bey'in Reisiiletıbba Ömer Efendi isimli risalesinde "yetişe" şeklinde çıkmış-
- ONUNCU GÜZERGAH 1769
Ce=1.edd 1n Server
ll?../213
ÇOK ı\CBLi, VE GÜNLÜDÜR
tır, yanlıştır. İkinci kelime olan "kah rıyla"nın "k" harfinin noktaları erimiş olduğundan taşında "mihriyle'' gibi kalmıştır.
Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi 28
Ar91v ıız::ınn1:
ı•ekiınba1 Öırıeref endi :ııedreee:linden kar91- s1nda bulunan Molla GUrani baziresine nakledilen ıııezıır taşlarındaki isi hr ile t,ar1hi ve ıııeratları lıb:Jix mU9'ir bir listenin çok acele MUd UrlUğUmUze tevdiini eheı:uniy etle ri a ederi .20/2/957
v/
ı.ıeznrlıklar !4\.ldılrU Emin Miras
--?'
Revnakoğlu'nun
Ağustos 1956'da büsbütün ortadan kal dırılmaya başlandı. O gün bu külliyenin yıkılacağını haber alan Revnakoğlusoluğu burada almış, son tesbitlerini yapmış, kitabeleri külliye yıkılırken son anda kaydetmişti (66:214): "İlk kazmayı yiye rek ön duvarının yıktırıldığıgün akşama doğru alelacele tesbit edildi, resimleri alındı,28 Ağustos 1956 Salı."
Bu külliyeden geriye, haziresinden alı narak yakınlarındaki Molla Güranl Camii yanına taşınan mezar taşları kaldı.
Hekimbaşı Ömer Efendi
haziresini tesbitle görevlendirme yazısı (112:97)
Revnakoğlu, 1956'da Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi'nde (66:171)
Revnakoğlu'nun Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi haziresinde tesbit ettiği mezar kitabeleri:
Şeyhülislamlardan Mustafa Aşir Efendi (ö.1804), vefatında Bahçekapı'da yaptırdığı kütüphanenin haziresine defnedilmişken daha sonra mezarı buraya getiri di. Bu taşınma işine Aşir Efendi'nin torunu Şeyhülislam Hafid Efendi (ö.1811) ve diğer ya kınları da dahil edilmişti (66:126):
Başında muazzam, muhteşem kallavi, talikle; pehleleri kabartma nakışlı, hey betli muazzam mermer lahit (66: 126): "Hüve'l-Hallaku'l-Baki - Reisü'l-küt tab-ı esbak el-Hac Mustafa Efendi merhumun necl-i ekremleri sabıkan şey
hülislam ve müfti'l-enam merhum ve mebrur el-Hac Mustafa Aşir Efendi ruhıyıçun el-fatiha, 25 Şaban 1219
(Tesbit tarihi 18 Kasım 1957).
Şeyhülislam Mustafa Aşir Efendi merhumun sol yanında, aynı şekilde ve tarzdadır (Babasından daha kıymetli, maruf bir ilim adamıydı; Galatôt-ı H afid , Sefine tü'l-Vüzerô,Hadls-i Erbain Şerhi meşhur eserlerinin başında gelir) (66:124):
ıno Revnakoğlu'nun istanbul'u
Hüve'l-Baki - Bi'l-fi'I sadr-ı Rum iken irtihal-i dar-ı beka eden cen-
net-mekan Şeyhülislam-ı esbak Mustafa Aşir Efendi mah dumu merhum ve magfürun leh el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-medd Ebü'r-refid el-Hac Mehmed Haf id Efendi ruhıyıçun rızaen lillahi taala el-fatiha, 1226.
Başında önü sırmalı muazzam ilmiye kallavisi, çift şahide. Kapıdan girince soldaki set üstünde, ortalarda (66:209):
"Hüve'l-Baki - Şeyhülislam- ı esbak Çelebizade hafi di merhum es-Seyyid Mehmed Zeynelabidin Efendi'nin mahdfun- ı mükerremleri meva li-i izamdan Üsküdar ka dısı esbak merhum ve magff.ırun leh es-Seyyid Mehmed Arif MoUa Efendi nihıyıçun "Hayriya mahzun birle söy ledim tarihini - Genç idi Arif Efendi etti ah azm-i beka, el-fatiha 1246"
Yine sol set üstünde, Arif Molla'nın yanında, biraz sağ ge risinde, benek gözlerden müterekkip kitabeli, süslüce ve küçükçe kadın taşı, iki şahidesi var (66:208):
Hüve'l-Hayyu'l -Baki
Bu dünyaya geldim bir mürüvvet görmedim Derdime derman aradım bir ilacın bulmadım
Gençliğime doymadım geçti ömrüm bilmedim
Bir müsafir gibi geldim bunda mihman olmadım
Ey benim validem ağlayıp etmefigan Pederime hasret gittim doymadım heman
Dün gece gördüm düşümde sakin dururdum Karşımda ismi mezarı taşında okuyup yazanım gitti
Çelebizade hafidi kerimesi merhume Berre Hanım rülıı yıçun elfiıtiha, 1 Recep 1252"
Yanında dört yanı gayetle süslü, nakışlı sanduka. Kalın, musanna çift şahide. Başında muazzam haydariye kalla visi; ince güzel bir talik ile "Zeyni Efendi" diye meşhurdur. Çelebizade'nin kız çocuğudur ve hattattır. İzmirli Ruhi Baba bu Zeyni Efendi'nin torunlanndandır. Şeyh Neccar zade Mustafa Rızaeddin Efendi'nin oğlu ve ca-nişini Meh med Sıddık Efendi hazretlerinin inabeli dervişlerindendir (Son Hattatlar, 642) (66:209):
"Hüve'l-Baki - Şeyhülislam-ı sabık merhıim Çelebizade
Şeyhülislam Mustafa Aşir Efendi'nin Molla Gürani haziresine taş ınmış olan mezar şahidesi
İsmail Asım Efendi hafidi Şeyhillislam-ı esbak merhum Mehmed Hafid Efendi'nin Molla Güranihaziresine
taşınmış olan mezar şahidesi
ONUNCU GÜZERGAH 1771
Berre Hanım'ın Molla Gürani haziresine
taşınmış olan mezar şahidesi
ve magfürun leh el-Hac es-Seyyid Mehmed Zey nelabidin Efendi nihıyıçun el-fatiha, sene (14 Re ceb-i şerif) 1239"
Dağıstan!İbrahim Efendi'nin sağ yanında çift şa hide; başında alt kısmı kafesi destarlı, ortadan boğumlu, üstü şişkin, çift kat kallavi ve talik ile (66:210): "Hüve'l-Baki - Merhum ve magfür ila rahmeti rabbihi'l-gaffır sabıkan rikab-ı müstetab da Anadolu muhasebecisi Çelebizade Ali Efendi ruhıyıçun el-fatiha, 1187"
Yanında süslü büyükçe tek şahide, talikle (66:210): "Hüve'l-Hallaku'l-Bili - Merhfıme ve magfürun leha sabıkan Eğriboz muhafızı Tezkireci İbrahim Paşa merhumun kerimesi Hacce Fatma Hanım ru hıyıçun el-fatiha, 11 Zilhicce 1178"
Kapıdan girilince soldaki hazirede birinci taş. Üst kısmı, kenarları gayetle süslü kadın taşı:
Hüve'l- Baki
Müfti'l-enam-ı esbak Zeyni Efendi'nin ben Nazende duhteriydim hak eyledim mekanım
Yüzbin tabib ü hace kar etmez emr-i Hakka Tedbir-i illet ilegeçti benim zamanım
Bir çare bulmayıp hayf biçare kaldı ahir Hem viılid-i şef i'im hem üınm-i mihrübanım
Bir gün olurgeçersin sen de bu rehgüterden Birfatiha ile şad et bakıp da geçme canım
Tarih-i irtihalim mu'cemle yazdı İzzet
Menzil-geh-i naimegitti Nesibe Hanım, 1239.
Çelebi Asım Efendi'nin sağ yanında, çift şahideli, süslüce kadın taşı, talik ile (66:215): "Hüve'l-Baki - Çelebizade Asım Efendi'nin kerime-i mükerremele ri merhfıme ve magffırun leha Hibetullah Hanım rfıhıyıçun el-fatiha, 1169"
Hibetullah Hanım'ın arkasında, büyük çitlembik ağacı dibinde küçük taş, ta lik iledir. Başında Halvetiyye tacına benzeyen cüneydi destarlı, on iki dilimli, ortası düğmeli ilmiye kavuğu (66:215): "Hüve'l-Baki - Çelebizade Asım Efen di'nin mahdumu Mehmed Arif Efendi rlıhıyıçun el-fatiha, 1141"
Sağ set üstünde, gayetle muazzam haydariye kallavili, muhteşem kitabeli, dört yanı kabartma nakışlı, müzeyyen, musanna uzunca mermer mezar, çift
1772 Revnakoğlu'nun istanbul'u
.-·:-r-.
şahide, talik (Vakanüvis Çelebizade Asım Efendi, divanı ve tarihi vardır. Reisülküttap
Küçük Çelebi Mehmed Efendi'nin oğludur. Meşihatlarına "füzıl-ı devran" terkibi tarih
tir) (66:214): "Hüve'l-Baki - Şeyhülislam ve
müfti'l-enam iken veda'-ı alem-i fani eden
merhum ve magfürun leh Çelebizade İsmail Asım Efendi ruhıyıçun el-fatiha, 28 Cema
ziyelahir 1173"
Kapıdan girince sağ set üstünde büyük ağa
cın önünde, çift şahideli, ustuvaneli, talik
yazılı birinci mezar (66:214): "Hüve'l-Baki -
Çelebizade Asım Efendi merhumun hafidi
müderris-i kiramdan merhum ve magfürun
leh es-Seyyid el-Hac Mehmed Eşref Efen
di ruhıyıçun el-fatiha, gurre-i Muharrem
1256"
Sağ set üstünde, sol baştan dördüncü taş, çift şahide, ustuvaneli, başlıksız, talik ile
..:.:::.:;·- -
;.;.;.ıııııiıııiiiiil••
(66:212): "Hüve'l-Baki - Sahibi.i'l-hayrat
1. _qı,,.l
A •
---:..._;_
/
ve'l-hasenat Devlet-i Aliyye'de hekimbaşı olup Rumeli kazaskesi iken irtihal-i dar-ı beka eden el-Hac Ömer Efendi ruhıyıçun el-fütfüa, Rarnazan-ı şerif 1136"
Yanında on iki dilimli, cüneydi destarlı, ortadan düğmeli Halveti tacına ben zer küçük, mistarlı mermer taş (66:212): "Hüve'l-Baki - Çelebizade Asım Efendi'nin mahdumu Mehmed Ataullah Efendi ruhıyıçun el-fatiha, 1143"
Sol yanında güzel bir sülüsle yazılı, ustuvaneli, başlıksız tek şahide (Ne tuhaf tır ki böyle şiirlidir) (66:211):
Hüve'l-Baki
Okuyalar fatiha rahmeten li'l-alemin Durağı cennet ola fi makamin emin
Eşraf-ı kuzattan el-merhum ila rahmeti rabbihi'l-gafür es-Seyyid Mehmed Emin Ağa'nın ruhuna fatiha, Cemaziyelevvel 1277"
Bir ağaç sonra, sol yanında süslü, nakışlı kadın taşı, talik ile (66:211): "Hü ve'l-Baki - Çelebizade Asım Efendi'nin hemşire-i azizesi merhume ve magfü run leha Hatice Hanım ruhıyıçun el-fatiha, 1169"
Hekimbaşı Ömer Efendi haziresinden Molla Gürani haziresine taşınmış bazı mezarlar
ONUNCU GÜZERGAH 1n3
-
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder