Revnakoğlu’nun İstanbul’u İstanbul’un İç Tarihi, Fatih, Cilt 3 - 2
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
ÜskübiMüderris Süleyman Baba ve Bektaşi Zaviyesi
l<eçeciler'de "Üskübi Müderris" de denilen Süleyman Baba'nın evi Bektaşizaviyesiydi.
Bu zat, ilmiye sınıfına mensup Bektaşi babalarındandı (248:52-53):
Süleyman Baba (Üskübi Müderris), Aslında Nakşi ve Rifa'i şeyhlerindendir. Kırk yıla ya kın Üsküp'te şeyhlik ve müderrislik ettiği için "Müderris Süleyman Baba" diye şöhret yap mıştı, "Vaiz Süleyman Baba" da derler. Son radan Bektaştlik'e girerek kısa bir zamanda baba oldu. Bal kan harbi ni takiben İstanbul'a gelmiş, Hırka-i şerif civarında Keçeciler'de ki evinde meydan açm ıştı r. Seferberlik arala rında sekseni geçen bir yaşta göçtü Topkapı Bektaşi Tekkesi'nde yatıyordu.
Arapçayı, Acemceyi iyi bildiği gibi tarihi, ede bi, tasawufı malumatı da ulema derecesinde kuwetliydi. Karagümrük'te açtığı meydan evindeki ayin-i Cemlere muntazaman devam edenler arasında Filozof Rıza, Tevfik Baba, Giritli Profesör Fazıl Nazmi Baba, Kadı Hüs nü Efendi gibi mümtaz şahsiyetler de vardı. Uzun boylu, uzun sakallı, pek zayıf olup ve chen ve şeklen Filibeli İbrahim Baba'ya ben zerdi. Ramazanzadelerden Adanalı Ekrem Bey, Marangoz Ziya Baba bidayette Müderris Süleyman Baba'da n nasip almışlardır.
Müderris Üskübi Süleyman Baba'nın nasi-
bi Kalkandclen Bektaşi Tekkesi postnişini Adem Vecihi Baba'danclır, babalık icazetnamesini sonradan pir evinin şeyhi Feyzullah Baba'dan almıştı.
Müderris
Süleyman Baba
BektaşiBabaları ve Diğer Tekkelerde Bektaşlleşmeye Dair Revnakoğlu Dosyalarından Tespitler
İstanbul'un sufi müesseselerinin kapanış devrini içeriden, bizzat tanıklık ederek yazmış olan Revnakoğlu'nun (1912-1968) çoğu el yazısı halinde kalmış, neşir yüzü görmemiş notlarında tekkelerin iç tarihi hayli yekun tutar. O, İstanbul Bektaşi babalarının hemen tamamıyla temas kurmuş; Merdivenköy,
Çamlıca, Kuyubaşı,Karyağdı,Karaağaç, Sütlüce, Rumelihisarı ve Topkapı Bektaşi tekkelerini yazmış, ayrıca İstanbul'da faaliyet gösteren mütevazıBektaşizaviyelerini de tesbit etmişti. O, doğrudan şeyh, halife, ikrarlı ve nasipli sıfatlarını haiz Bektaşilerin İstanbul devrini şahıs şahıs, tekke tekke içeriden yazan yegane kalemdir.Kendisi Bektaşi olmadığıhalde
birçok babanın hizmetinde bulunmuş, 1968'de vefatına kadar temas kurduğu birçok Bektaşi babasının biyografilerini kaleme almıştı.
Bektaşilik'e alakalıvesikalar,onun arşivinin mühim cephesini teşkil eder.Revnakoğlu'nun babası Server Bey'in nasibi Rumelihisarı Bektaşi Tekkesi şeyhi Nafi' Baba'dan, babalık unvanıda oğlu Mahmud Baba'dandı.
Revnakoğlu, Bektaşilik'i ve Bektaşilik karşısında kendi vaziyetini 22 Ekim 1952 tarihli Vakit'te "Bektaşilikte Din Bir Ayin Var mı?" başlığıyla çıkan yazısında hülasa eder:
Kendim Bektaşideğilim, fakat Bektaşileri çok
severim, onlara karşı yakınlığım eskidir.Bu can adamların içinde tahsil,terbiye görmüş, meydan ve erkan açmış, cem yürütmüş İstanbul efendisi inceliğinde zarafet ve irfan sahibi kıdemlibabalardan hayli dostlarım ve aşinalarım vardır.
Meclislerinde, husus alemlerinde bir defa bulunmuş olanlar bilirler ki her halii e samimi,dost doğru insanlardır,kadirbilirlikleri, vefakarl ıkları en başta gelir,sevdikleri,
sevmedikleri herkese aynı muameleyi ederler, olduğu gibigörünürler,göründükleri gibi de olmaya çalışırlar.İnsanları sınıflamazlar,kim olursa olsun herkesi birtutarlar. Her şeyde içinin ilhamı,ruhunun sesi i e konuşurlar,sözden ziyade öze bakarlar,şekilve suretten daha çok ruha, hakikate kıymet verirler,her şeyi hoş gördükleri halde iki din kullanan maskeli yüzden hoşlanmazlar,fitne ve nifakçılıktan iğrenirler.
Umur görmüş eskilerinin çoğu da Mevlevi arifleri gibi gerçekten irfan sahibi,olgun, hal ehli,nükteye mailve deryadil kimselerdir; muhabbet ve sohbetlerine doyum olmaz, gönül çalarlar, meclis doldururlar. Aralarındaki birlik ve bağlılığın sarsı maz kudretini başka tarikat
mensuplarında göremezsiniz. İkrar bendeliğinin üstünde başka bir saltanat bi mezler.Erenler meydanında edebin sembo lü olarak eline,
diline, beli ne sımsı kı insanlard ır.Ağızlarını dudakları na kadar örten bıyıkları onlarda n sır çıkmayacağı nı, ağızlarını n daima mü h ürlü olduğunu bild iri r. Kesreti vahdete giyd iri p görünüşte koca bir cemiyet hali nde, fakat
manada ve haki katte tek vücut olara k yaşarlar.
Bu Horasan erleri içinde mesel olmuş şekli ile "Ser veri p sır vermeyen"ler pek çoktur, bu
hususta son derece m u hafazakar, gayet d ikkatli ve titizdi rler.Bu sebepled i r ki "marifet" denilen ilahi irfa ndan ve zevkten nasi bi olmayan ham
ervah cinsi ne d il olmak istemezler, herkesi her hakikatten aga h etmenin esasen mü m kü n olmayacağın ı bilir ler. ve yi ne bili rler ki i rşat
etmek, uyandı rmak, uya nmaya niyet ve istidad ı ola nla r içindi r; gözü açık körle re, körü körü ne
i nat edenlere bi r şey ya pılmaz...
Başka ta ri katlarda görü ld üğü gibi Arap, Acem hars ve edebiyatın ın tesirleri altında kalmamıştı r; halkı n içinden, özü nden
doğmuştur. Halkta n ayrılan bi r ta rafı olmad ığı için her şeyi sade ve kü lfetsizdi r."Terceman" denilen manzum duala rı n metninden
melod isine, tavrı na, üsllı bu na kada r her şeyi Tü rk olan biricik tari kattır. Bir başka niyaz manzu mesi olarak çekilen gü lban klar, ilahiler, tevriyeli tabi rler, ıstılahla r (terim) h ülasa söyleni len ve kon uşula n ne varsa hepsi
Tü rkçed i r. Hatta on i ki imama işaret maksad ı ile on i ki kıta yazılan, her pa rçası "Hamse-i AH Aba"y ı telm ih içi n beş m ısra tuta n nefesleri n
nazı m şekli, pü rüzsüz d ili ve duygusu hep Tü rkçe old uğu gi bi, vezni ve imlası da yi ne Tü rkçed i r.
Kaleme aldığı biyografilerde bu tür diğer çalışmalarda görü lmeyen bi r derinlik, mevzuya haki miyet ve edebi bir d il göze çarpar.
Şahıslar ya doğruda n kend i aşinalığıyla ya da etrafları nd akilerin şahitlikleriyle ya kından
tesbit edilmiş, okuyucuya hissetti rilecek bir üslu pla Bektaşi babaları işlen miştir.İstan bu l Bektaşilerini n hemen bütün kadrosu onun 377 dosya tutan terekesine yayılır.
Bektaşi Babalar
İ bra him Baba (Hacı, Tatar İ brahi m Ba ba, Küçük
İ brahi m Baba, Köşklü İbrahim, Sandalcı İbrahim, Bu rsalı İbrahi m Ba ba)
Mücerret babalarda ııdır (30,1:-2 133):
Fil ibelidir, Filibe'ni n KomanovalJ soyundan Mehrned Efendi'nin oğlu icü. Eski aile
adı "Komanovalıoğlu"dur. H.1266 tarihinde Filibe'de doğmuştu. Sütlüce Bektaşi Tekkesi şeyhi Münir Baba'nın eski muhiblerindend i r. Da ha önce Kadiriyye
tarikinde bulunmuştu. Bektaşüik'i ni Müni r Baba'nın yanında tamamlamış ve ona yıUarcu pervane olmuş ve üçüncü rehber olarak
yine Münir Baba me)'danı nda hjzınete soyunmuştur. Münir Baba'nın kıdemli baş rehberi Şair İbrahim Mihrabi Bab:ı'dan ayırmak için İbrahim Fevzi Baba'ya "Küçük İbrahim Baba': a)'rıca "Tatar İbrahim
Baba" derler. Gençliğinde Beyazıt yangın kulesinde köşklü olarak İsta nbul sokaklarını dolaştığından "Köşklü İbrahim'' de demişlerdir. Bir ara Haliç'te sandalcılık ettiğini bilenler "SandaJcı İbrahim" derlerd i. Hayatını n son
uzun yıllarını Bu rsa'da geçirmiş olması, kendisine "Bursalı İbrahim Baba" dedirtmeye sebep olmuştu.
Nasibi, dervişl iği Müni r Baba'dan, babalık icazeti pir evi postnişini Hacı Feyzullah Dedebaba'dandır. Pir makamında on iki yıl süren hizmet derecelerini bitirdikten sonra H.1315 tarihinde kendisine babalık verilmiştir.
Gönülsüz, gösterişsiz bir adamdı. "Baba"
.ı:
unvanını aldıktan sonra bile eskilerin usulünü bırakmayarak isminin üzerine "baba" yeri ne "türbedar';"zaviyedar" yahut "Derviş İbrahim
b. Meh med" gibi eklemeler yapmakla yeti nirdi. Cehlini, kifayetsizliğini bilecek kadar insafı vardı. Hiç tahsili olmamakla beraber görgüsü vardı, hizmetten yetişmişti."Şeyhlik de
babal ık da aslında dervişlikten ibarettir, derviş olabil mektir. Şeyhliğin üstün sayılacak bir
tarafı yoktur, maksat adam olmak, insan olmak,
insanlığa faydalı bir iş yapabilmek, kendisi ni hayırla yad ettirebilmektir. Başımızda külah ne cinsten olursa olsun yolunda bulunduğumuz makamın pirini temsil etmekten ibarettir.
fnsan değilsek, insan olmanın yolunda bulunmuyorsak o bize ışık tutmaz ve bizi adam etmez!" der dururdu. Dedikleri ni sözde
bırakmaz, bizzat yapardı, bundan dolayı hiçbir işini kimseye gördürmez, odasını süpürür, çamaşırını kendi yıkar, dikişlerini kendi diker, yemeğini kendisi pişirirdi .
Süsten, gösterişten hoşlanmadığı için daima köylü kıyafetinde gezerdi. Başında kaba dikişli, perişan destarlı, kalıpsız bir taç taşır, kaşlarının üstüne indirdiği bu tacın rengi ağarmayınca destarını değiştirmeyi düşünmezdi. Sırtındaki hırkası, kemeri, ayağındaki kalın yün çoraplar gibi tacını, takkesini de kendi dikerdi, fakat süslemek, işlemek için hiç önemsemezdi, her yerini kaba dikişlerle teyellerdi. Başkaları için kendisine ısmarlanan taçları ise bunun tam aksine fevkalade güzel işlerdi, Kadiri, Rifa'i, Bedevi güllerini işlemekte ustalığı vardı.
Değerli bir sanat eseri halinde günlerce emek vererek vücuda getirdiği bu çeşit güller ve tac-ı şerifler için ne kadar zorlasalar karşılığında hiçbir şey kabul etmezdi.
Her hareketi ile derviş olduğunu gösterirdi. "Tasavvuf yar olup bar olmamaktır" denildiği gibi o da asıl dervişlik başkasının sırtına yüklemek değil, kendi sırtında taşı maktır
İbrnhim Baba (sağdaki)
Çok memleket görmüştü, dolaşmadığı yer kalmamıştı, Bağdat'tan Samarra'ya. oradan Kerbela'ya kadar selman ederek yaya gitmişti. Gezdiği, kaldığı birçok yerlerde nasip vererek canlar uyandırdı. Bu yüzden kendisine "Hao Baba'; "Seyyar Baba" denilirdi.
Merctivenköy Tekkesi'ne ittihat ve Terakki'nin umumi merkezi tarafından getirilmişti. Sütlüce Bektaşi TekJ<esi şeyhi M ünir Baba'nın oğlu merhum Hüseyin Avni Bey o tari h lerde İttihat ve Terakki Fı rkası'nın mesul katip muavini
bulu nuyordu, onun nüfuz ve aractlığı ile Merdiven köy Tekkesi şeyhliğin ibrahim Baba'ya verdiler. Müterake'ye kadar burada bul und u, sonra İti lafçılar gelince tekkede kalamayacağın ı anladı, Merdiven köy'den ayrılıp Bursa'ya geldi.
Vefatına kadar uzun yıllar kaldığı, barındığı Bursa'da geçinmek için çeşitli işler yaptı, Kediler Tekkesi Camü'nin imamlığını yaptı, fakat rahatstzlığı dolayısıyla bunu devam ettiremedi. Nillayet Bursa Müzesi'ne kapıcı oldu. Aklığı para yetmiyordu. Yalnızlık, bakımsızlık yüzünden
çok sık hastalanıyordu. Son yıllan hazin
bir perişanlık içinde geçti. Bir akşam müze dönüşünde Dereköprüsü üstünden geçerken düşüp ayağı kınldı. Durumu büsbütün fenalaştı.
Burs:ı'da Pullukçu ismail Pişki n isimli iyilik sever bir zat, babayı ahırına aldı, üç ay kadar
ona baktı, 11e laztms:ı yaptı. Fakat babanın sağlık durumu ağırlaşmca onu guraba hastanesine (şimdiki devlet hastanesi ne) yatıxdı lar. Ameliyat edilmesi lazım geliyordu. "Huzlır-ı kibrfyaya sakat, noksan aza ile ÇLkama m!" diye razı olmadı. Kısa bir süre sonra cemal alemine göç etti: 1935. Zindankapısı çevresiı1de Alaca Htrka'da Garipler Mezarlığı'nda yatıyor. Taş konulmadığından yerini bulmak kabil değildi r. Kendisinden sonra Merdivenköy'e Topal Tevfik Baba geldi, resmi türbedar olarak da Kazasker İsmet Molla
gönderildi
Hacı İbrahim babadan nasip alanlar (Beylerbeyli merhum Hüsameddin Bey'i n ve Necmi Baba'nın söylediJ<leri ne göre): Nazif Efendi (Bursa'da oyuncakçı idi; oğlu, babasının d ükkanında şimdi yine oyuncakçıdır), Osman Eferıcti (Bursa'da kavaf idi), Bursa Kediler Tekkesi son şeyhinden önceki postnişin
eteneli...
Hasan Basri Baba (Tapduk)
Kapalıçarşı'da kadı n elbisecisi idi (254.:310- 320), ''Esvapçı'; "Zen n eci'; "Ynğlıkçı" derlerdi.
H. 1290 tarihinde Üsküda r'da Hazret-i Hüdayi Sokağı'nda 10 numa ralı baba evinde dünyaya gelmişti. Üsküda r Harem iskelesi mütevellisi Habib Ağa'nm oğlu idi; onun da babası yi ne Üsküdarlı Ali Ağa'dır.
Hasan Basri Baba aslında Kad iri dervişidir. Nuruosmaniye'de Mengene Sokağı'nda Kadiriyye'den Yunus Baba Tekkesi'n i n postnişini Yunus Hakkı Babazade Münzevi Ali .E.fendi'ye intisap etmişti. Bu tekkede uzun zaman kaldı. Tarikatın mutat hizmetleri n i ve seyr ü sülukunu bitirdikten sonra 23 yaşında iken Münzevi Ali Baba'dan isti h laf olundu,
1310. Bektaşiyye'den ilk nasibi Nevrekop l u Hüsnü Baba'dandır, sonra Çamlıca Bektaşi Tekkesi postnişin i Al i Nutki Baba'dan babal ık icazetnamesi aldı. Duyup dinleme smetiyle bellediği ve onlarca bilgiden sayılnn bazı şeylerle bilhassa manzu m söz söylemekteki kabiliyyeti ile etraf ı n ı uyand ırınağa çalıştı.
Kapalıçarşı ve Üsküdar çevresi ndeki bazı ki mselere Bektaşilik'i ve Bektaşi akidesi ni
aşılamağa muvaffak oldu, bunların bir kısmı münevver insanlardı.
Basri Baba nazik, terbi)•el i, güleryüzlü, pek kalender ve sevimli bir zat olduğu ndan kendisiyle görüşen, sohbetinde bul unan
llasan Basri Bı. b.ı(Tapduk)
mutlaka onu sever, dediğinden ve
yol undan ayrılmak istemezdi; şahsi sempatisi dolayısıyla etrafına toplananlar gitti kçe fazlalaşırdı; son devrin il im
ve i rfan sahibi, en eskj Halveti şeyhi ve Bektaşi Babası Salih Ramiz Baba bu nlardan biridir.
Hasan Basri Baba son derece sehi id i, evine gelene mutlaka
Baba'da nd ır... Postacı Ali Baba'dan icazetli bulunan Üsküplü Marangoz Yusuf Ziyaeddin Baba'n ın da ilk nasibi Hasan Basri Baba'dandır. Herkesi nazarında bir gören kamil insandı,
sehi idi. Edremitli Kadiriyye meşayih inden şair Haydar Efendi, Hasan Basri Baba'dan nasip almıştı, Kadirilik'i de ondan ikmal eylemiştir. Sinaniyye meşayihind en Üsküplü Şeyh Ramiz
Efendi de Basri Baba'nın h izmetinde bulun muş, ona biat etmiş ve ondan taç giymiştir, en sonra da Postacı Ali Baba'dan teberrüken ica.ze almıştı.
Basri Baba'dan nasi p a lanlar: Saim Sangül (şimdi senatördür), Ziya Baba (Üsküplü,
marangoz), Şükrü Can (Üsküplüdür, göçtü),
Osman Metin (Selanik dön meleri nden),
lokma çıkarır (sofra kura r), bizzat hizmetinde
bulunurdu. Kendisi içtiği için sofrasında içki de bulundururdu, fakat içilip içilmemesini herkesin a rzusuna bırakırdı, katiyen ısrar etmezdi hatta "Bu kusuru işliyoruz, Allah affetsin!" derdi. Yard ıma muhtaç olanlarla
ilgilenmek, onla ra yapılması lazı m gelen maddi, manevi her türlü yardımda bulunmak, onlarm işlerine bakmak Basri Baba'nm dükkandaki işleri ve çalışmala rı arasında ayrı bir yer tutardı. Misafirliğe gi ttiği veya ziyaretinde bulu nduğu bir dostunun evine eli boş gitmezdi; etrafındakilere de sırası geldiği za man "Hiçbir şey getiremeye n veya bulamayan hiç değilse
bir yeşil yaprak j lc gelmeli, bi r çiçek ile olsun gönül almalı, bu muhabbetin ifadesidir" derdi.
Üsküdar'da Gümüş Arayıcı'daki evinde
kısa süren bir rahatsızlıktan sonra 24 Ocak 1938 pazartesi günü vefat ettiği zaman yaşı 76'ya yetmişti. Karacaah met'te ŞehitUk'te gasilhanenin ha remli k tarafında caddeden yüz metre kadar içeride yatıyor, taşı yoktur...
Üsküdarlı Hasan Basri Baba aslında Kadiriyye ve Uşşakiyye meşayihindendir, Bektaşilik'i sonrada ndı r ve jlk nasibi Nevrekoplu Hüsnü
Nusret Tınay (Laleli'de züccaciyeci), Nur i (Datbhanede memur). Basri Baba, Nusret Tınay'a nasip verdiği gece Müftü Baba'ya da baba l ık icazetnamesi verdi. Nusret Tmay, Basri Baba'nın en son muhibbidi r.
Tevfik Baba (Topal, Yalvaçlı Mehmed Tevf ik Baba Ali Bey)
"Topl u Tevfik Baba" da derlerdi (286:15-
31). Medrese tahsili görmüştür, hocalıktan gelmedir. Evvelce Kadiri ta rikatına bağlı iken sonra Bektaşilik'e gird i. Nasibi ve dervişl iği Dedebaba'dandı r [Mehmed Ali Hilmi Dedebaba.] Rumeli h isarı'nda Şehitlik Tekkesi postnişini meşhur Nafi' Baba'dan babalık icazesi ve pir evi postnişini Hacı Feyzullah Dedebaba'da n da h ilafet icazetnamesi
aldı. 1339 tarih inde İbrahim Fevzi Baba'nn çekilmesi üzerine Şahku lu Sultan Dergahı'na halife rütbesi ile baba olmuştu. Bu dergahın son resm1babalığı kendisiyle sona erdi.
Merdivenköy Tekkesi 'ne yerleşmeden önce Topkapı Bektaşi Tekkesi'nde oturuyordu.
Bekta şilik'e girişinin il k zamanlarında
Merdıvenköy Dergahı'nda kahve nakıpliği etmiş, Dedebaba'dan dervişlik tacı giymiş ve yine ondan mücerret erkanı görmüş ve pir eviniJ1son postnişi ni Salih Niyazi Baba'dan da ayrıca hilafet erkanı görerek halifebaba olmuştu.
istanbul'da resmi olarak en son ve en uzun hal ifebabalık eden Kı rşehir'deki pir evi makamını ve babalığını resmi şekilde
İstanbul'da temsil eden Tevfik Baba olmuştu.
Sultan Mahmud zamanındaki Bektaşi kıtalinden sonra İstanbul'da bütün Bektaşi tekkelerini n ister istemez Nakşibendiyye'den gösterilmesi zaruretj va rdı. İtilafçıların ada m ı olarak Merdiven köy Derg.ah'ı şeyhliğine getirilen Tevfik Baba'nın da bu sebeple
Meclis-i Meşayih'e resmen bir Nakşibendiyye icazetnamesi sunması gerekiyordu. Bunun da çaresi ni bulup zamanın rintmeşrep zarif ve deryadil şeyhlerinden, birçok tarikatlardan teberrü ken izinli ve şöhretli, aynı zama nda birinci sınıf dua üstatlarından Üsküdarlı Balaban! Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'den kendisi ne usulen bir Nakşibendiyye icazetnamesi yazd ırdı.
Yarı ciddi yarı latife yoluyla gelen söylentilere göre bu teberrük icazetnamesi Balabani merhuma Üsküdar 'da bir attar dükkanında
dört mecidiye vermek suretiyle hazırlanmıştır.. Hatta yine söylerler, zamanın Meclis-i Meşayih reisi ve Hazret-i Hi.i.dfil Han.kahı şeyhi Gülşen Efendi bunu duyunca l<Lzmış, üzülmü ş,
Ba labanl'ye huzu runa çağırtıp sormuş:
-
Şeyh efendi, yakışır mı bu hal? Neden böyle yapıyorsun?
Zarafette, haztrcevaplıkta bir tane ola n Balabani hemen yetiştirmiş:
-
Efendi hazretleri demiş, İnsaf buyu run, şu aldığım paranın hepsi topu topu dört mecidiye.
İkisi icazetin yazılmasına verıldi, ikisinı de mühür parası diye aldım. Bu dört mecidiJik icazetnameyi benden değil de gidip Bayezid i Bistamt'den m i alacaktı?
Gülüşmüşler, bir şey d iyememişler.
Hürriyet ve İtilaf Fı rkası'n.ın iktidar mevki ine gelruği sıralarda Merdivenköy Dergahı'na kayd-ı hayat şartıyla postnişin olan ve sonra "Tarikat-ı Salahiyye"ye intisabı dolayısıyla istiklal mahkemesine verilen Tevftk Baba daha sonra İstiklal Harbi başlarında yararlı
işler gördüğü tesbit edilerek kendisine istikl5 I madalyası verilmişti.
Şeriatta ve imamet bahsi nde sakat olanların mihraba geçjp namaz J<ıldırması caiz olmadığı gibi, Bektaşilik'te de sakat veya vücudunda arızası olanlara babalık makamı veya rütbesi asla verilmez. Hal böyle iken topallığı ile tanınmış ve ismine de eklenmiş olan Y::ılvaçlı Tevfik Efend i'nin icazetname alması geleneğe bağlı eski muhipler arasında haklı bir h<ıyret
ve garabet uyand ırmıştı. Bunların çoğu Tevfik Baba'nı n doğuşta aksak olmayıp bir arıza neticesinde sonradan topallaştığını öğren mişlerdi.
Babalığı hal<kmda ağızlarda dolaşan bir rivayet de şöyledir: Güya I<öse Nuri Baba ile kencüsi, Dedebaba'nın hastalığı sırasında icazetnameyi yazıp hazırlamışla r, baba göçünce hemen mührünü alıp icozetnameye basmışlo r
derler. Yine omtn hakkında dinled iğimiz dedikodulardan biri de şudur: Bektaşi teamülüne göı:e mücerret ikrarı verenlerin mutlaka Kırşchir'e pir maJ<amına gitmesi ve orada erkan sahibi Bal ım Sultan'ın türbesinin eşiğinde şimşir kaşık ile sağ kulağını deldirmesi şarttır, öteden beri yapılan, yapt ınlan çok
eski usul budur. Tevfik Baba buna aykırı olarak Merdivenköy'de kulak deldirmeye başlamış, bizzat kendi de mücerretlik
alameti olan mengfış isiml i küpe halkayı kulağı na bu tekkede geçirmiştir. Gelenekleri
ile yaşayan koyu Bektaşiler, Tevfi k Baba'nın bu hareketim yanlış ve usulsüz bi r bidat olarak karşılamışlardı. Yine onun Sirkeci'de Hamidiye Hanı'nda avukatlık eden bir Ermeni hukukçuya nasip vermiş olmasını da uygun görmemişlerdi.
Biraz karışık geçmiş olan siyaset tarafına gelince: Tevfik Baba, "İslam masonları" denilen "Tariknt-1 Salahiyye"nin kırklarına dahildi
Başla rında bulunan Sultan Vahidüddin gavs-ı a'zam bilinirdi. Bi rinci sınıf üyeleri Sultan Vahidüddin'in baş yaveri Bektaşiyye'den Kiraz Hamdi Paşa, eski masonlardan İsa Ruhi Paşa ile müverrih Ahmed Refik Bey'den meydana geliyordu ve bunlara "Üçler" denilmişti.
Tevfik Baba, Merdivenköy'e postnişin olunca bu mesele ortaya çıktı ve milli hükumet Anndolu'da kuvvet bulunca Tevfik Baba'nın durum u istiklal mahkemesi nce ele aJ ındı.
Tarikat-ı Salahiyye'nin içinde görünen ve
güya Hürriyet ve İtilaf Fırkası namına çalıştığı sanılan Tevfik Baba, karşı tarafa bilgi veriyor, milli hükumeti tutuyor ve her yaptığını gerçekte onlar adına yapıyor ve iki tarafı
da sezdirmeden idare ediyordu. Hizmet ve başarıları ilgili makamlarca bilindiği içi n istiklal madalyası bundan dolayı verilmişti.
Netice itibarıyla Tevfik Baba aslında ilmiyeden gelen bir zat olduğu için eli kalem tutan mürekkep yalamış, yerine göre konuşmasını bilir, sözü sohbeti dinlenilir, muhabbetlerde
özlenir ve aranılırdı. Ubeydullah Efendi
ile İsmet Molla'dan başka Merdivenköy'de postnişin olanlar içinde en münevver insandı. Sohbetleri ilmi ve kitabi olurdu, dinleyenler mutlaka faydalanırlardı. Çağdaşı ve arkadaşı bulunan diğer babalardan birçoğunu her münasip vesile ile bazı gerçekler ve incelikler üzerine irşada çalışırdı, onlar da bu yüzden kendisi ne büyük saygL gösterirlerdi. Babalıkta kıdemli olanlar bile ilmi müşkilleriri ni çözmek içi n ona niyaza gelirlerdi. Tekkelerin seddinden sonra Merdivenl<öy'den ayrılmamıştı. 1930
yılında Üsküdar Numune Hastanesi'nde tedavi edilmekte iken göçtü. Hastaneye yatırıldığı zaman sakalını kestikleri için ağlamıştı.
Merdivenköy Tekkesi haziresinde yatıyor, taşı ve mezarı hala yaptırılmamıştır.
Ali Fethi Beybaba
Nasibi Hüseyin Zeki Baba'dandtr (254:105- 109). Nutki Baba'dan icazet aldığı zaman rehberl iğini Postacı Ali Cemali Baba yapm ıştı. Piyade binbaşılığından emekliye çıktıktan sonra vefatına kadar Kadıköy'de Moda'da oturdu. Kendisini tamamıyla okumaya vermişti; mütalaası, mahfuzatı başkalarının istifade edebileceği kadar zengindi. Terbiye ve nezaket örneği gösterilecek çok kiba r insandı. Saçı başı ak pak olduğu halde çocukluk safvet
ve mahcubiyetini hala kaybetmem işti. Bütün hayatında daima çekingen ve mütereddit yaşadı. Tarikat hurafelerinden ve çıkar
sağlamak için uydurulmuş taraflarından ziyade esas ve gerçeğe k ıymel verirdi, bundan dolayı kimseden niyaz kabul etmedi. Usulden olarak niyaz bırakmağa alışmış olanlara: "ihtiyacı olanlara götürün , daha iyi edersi niz!" derdi, getirilen nezir ne miktarda olu rsa olsun el i n i asla sürmezdi ve bütü n terbiyesine, inceliğine rağmen nezir getirmekte yine ısrar edenleri azarlamak zorunda kalırdı. Bu işi eskiden
beri sürüp gelen bir usul, bi r an:ıne şeklinde değil de tamamıyla bir geçim vasıtası hal ine getirenler ibretle öğrensin ler!
Ali Fethi Baba her haliyle hakikalen pek nazik, terbiyeli bir zattı, Bektaşili k'i n za ra fet ve muaşeretini son zamanlarda temsil edenlerden aramızda nü mune olarak yaşıyordu, bu
yüzden çelebi halleri ve efendiliği ile herkesi kendisine meclup etmişti. Kurban bayram ı
Revnakoğlu Notlarında İstanbul Tekkelerinde Bektaşlleşme
Rifa'iyye'den:
Bu tarikatta Bektaşilik cihetiyle en maruf şahsiyet, Üsküdar Rifa'i Asitanesi şeyhi Ziya Efendi - Ziya Baba'ydı.Tam adıAbdülkadir Ahmed Ziyaeddin Salah olan Ziya Efendi, ilmiyeden olduğu için kendisine "Ziya Molla" da denilirdi.Büyük Tevfik Efendi'nin oğlu ve halifesiydi. Şeyhin başında Bektaştfahriyle sokaklarda dolaşması Sadeddin Nüzhet Ergun'un şiddetle tenkit ettiği bir vaziyetti. Hüseyin Vassaf da bu şeyhisevmiyor,onun
arefesine rastlayan 29 Temmuz 1955 tari hi nde kendisini Hakk'a kurban eyledi, lam 78 yaşında bulunuyordu ...
A11 Bey (Topal Ali Bey)
"Topal Ali Bey" derlerdi (248:51). Topkapı Sarayı Asar-ı Atika Müzesi memurlanndan idi.Eski muhiplerden bulu nduğu için İstanbul Bektaşileri arasında çok saygı görürdü.
Rumelihisarı Bektaşi Tekkesi postnişi ni Mahmud Baba'ru n M ntirif Tarihçe-i Teşkif iitr da onun tarafından tamam lan mıştır. İrfanlı, faziletli bir zat idi. Sahasında pek sessiz çalışan bir kimse olduğu içi n Aşık Paşa ve Lutfi Efendi tarihlerinin bütün haşiyderini kendisi yazdığı halde pek bilinmeıniş1duyul mam ıştı. Tarih Encümeni dergilerini n ve Halil Edhem Bey'in eserlerinden çoğunun fihristlerini de kendi kaleminden çıkarmıştı.
için "Hezeyan yolunu tutmuş,tarikata hurafeler katmış diyordu onun için. Dilini tutamamış,Zfya Efendi için "Tig-ıece lbir an
evvelharbe-i kahrına alarak vücudunu ortadan kaldırmıştır!" diyordu. 17 Aralık 1917'de vefat eden Ziya Efendi'ye dair biyografik malzemeyi Revnakoğlu'ndan aktarıyorum (168:25-49):
Tasavvufa olduğu kadar fıkıh ve tefsire de vakıf olduğundan Üsküdar Yeni Cami'-i şerifinde ve Davut Paşa'da ve Hazret-iHüd ai
Usküdar Rifa'i Tekkesi eyhı Zıya Mol a,
1908 civa ı ında
(Revnakoglu arşıvirıden)
Hankahı'nda yaptığı vaaz ve nasihatlerinden kadın, erkek, bilhassa gençler, münevverler her suretle istifade ederlerdi. Zaten gayetle beşuş, mültefit, güzel yüzl ü, güzel sözlü, arif,
nüktedan, fevkalade kibar ve rintmeşrep bir zat olduğundan herkes tarafından fazlasıyla sevilir ve hürmet görürdü. Malı mülkü olmadtğt
h;\lde sehası ve zekası birbi riyle yarış eder haldeydi. Hırkasını sırtından çıkarıp fukaraya verecek kadar mükerrcm ve fcragatk r olduğunu söylerlet. Son derece temiz giyinirdi. Uyanık, teceddütperver bir insa n olduğunda n, biraz da içtihat neşesinin galebesiyle kendi dervişlerinin arakiyeleri üzeri ne Edhem!
terkler şeklinde siyah şerit ve kaytanlar diktirmişti ki sonradan bu hususu Beylerbeyi Settariyye şeyhi Rami Bey de kendince muvafık bularak mensuplarına bu tarzda kırmızı şerit takttrmış olduğu görülür.
Ziya Molla'nm Üsküdar'd:ıki Malatyalı İsmail Ağa Cami'-i şerifinde imam.lığı da vardı. Sa'diyye'den Malalyah İsmail Ağa Tekkesi'nin şeyhi
Şemseddin Efendi halifelerinden Ömer Efendi burada imam iken bu ciheti ondan satm alnuştı.
Şeyh Ziya Efendi'njn zikirciliği de kuvvetliydi; kıyam zikrini ayak vucarak idare etmek gibi oriji nal tarafları bile vardı, zira ayak vurmak devrana mahsustur.
Sonradan Bektaşilik'e intisap eden Ziya Molla'nın babalık icazesi bidayette Merdivenköy şeyhi Hacı .Ahmed Burhan Baba'dandır, sonra ayrıca Çamlıca Tekkesi şeyhi Ali Nu tki Baba'dan da ikinci bir icaze daha almıştır ki rehberi Yaşar Baba'ydı.
Kendisine Hazret-i Hüdai Hankahı'nda ayrıca ve teberrüken Celvetiyye tacı da giydirilmişti.
Himmetzadelerden İzmit Bayramiyye Tekkesi şeyhi meşhur Zakir Abdussamed Efendi'nin babasmdan ders okumuş, onun oğlu Şeyh Abdussamed Efendi'den de bir
şeyhe lazımdır diyerek bir miktar şuğul ve ilahi geçmişti. Abdussamed Efendi'ye "hoca m" ve "hocazadem" diye hitap ederdi. Hocazade ne zaman dergaha gelse Şeyh Ziya Efendi mihrap önünde hemen feracesini sırtından çıkarıp ona giydirir ve idareyi de ona bırakırdı.
Bektaşili k'i hakkmda kilükal edenlere o zaman kendisi şöyle demişti:
Gördüm cemillindeya hı"ı ruy-ı Şdh'ı renk renk Mevc ıırur cismimde ruhum seninle renk renk M übtela oldum ezelde zuhur etti bııalemde Aşkın ile ben her demdegörünürüm renk renk
Bildirilmez işte bu hiıl söyletmen çünkü mulıô.l Uşşakınmalumufi' l-hal aşktangöriiniiriim renk reJ1k Esir-i nulk-ıyiır oldumacebbilmem nebulıclloldum lılenıe destan oldum söylenirim renk renk
Halimi bilenler yoktur vakıf ısırr olan yoktur Hakkırnda söyleyen çoktur işitiriın renk renk Renk da'vri nn edenlere renkten lıabcr soranın
Andan haber vermezem ben görünürüm renk renk
R.engiıı aslını bilmeyen şardb-ı aşkı içmeyen Saki-işardb-ı aşkımgel içbenden renk renk
Pazar-ıaşkı bilmezler sırr-ı Hak 'tan anlamazlar İİyine-i aşktır Ziyit görünüriim renk renk
(Hacı Şerejınerhumun ilahimecmuasından, s. 382)...
Hazretin cenaze namazı dergahın k:ırşısındaki Tavaşi Hasan Efendi Cami'-i şerifinde eda olundu. Vasiyeti üzerine ertesi çarşa mba
günü tekkede büyük babası Şeyh Feyzullah Efendi'nirı lahd inin içine konul muştur, babası nın yanında değild ir.
Revnakoğlu, Şeyh Ziya Efendi'n i n halifelerini zi krettikten sonra, bu sefer ona "Ziya Baba" diyerek ondan Bektaşi nasi bi alan ları sıralar: Zaki rbaşı Tatar Yaşa r Baba, Gi ritli Postacı Ali Baba, Balçık Tekkesi postnişi ni Halid Efendi ve oğlu Ma hmud Efend i, Boşna k Asım Efend i
(Giritli Ali Baba'nın oğu lluğu), Şeyh Ramiz Baba, Ku bbe Tekkesi dervişlerinden Ni had Efendi ve Süleyma n Efend i.Not düşelim, "nasip almak'', Bektaşilik'e intisap etmek demekti r.
Ad ı nı ku b beli tevhid hanesinden alan Kubbe Tekkesi de Rita'ilik'in mü him merkezlerindendi. Revnakoğlu notları na akseden şu bilgi, bu tekken i n son devri nde Bektaşi neşesi ni göstermeye kifayet eder (96:5):
Kubbe şeyhi merhum Molla Bey'le Kara Baba şeyhi Hakkak Mehmed Hilm i Efend i
merhum matem ayında hususiyle aş gününde ekseriya Merdivenköy Bektcışi Tekkesi'nde bulunurl:ır, başlarına fahir geçirerek hizmete soyunurlar ve çok defa derg:lhm aşevindeki hizmelin tertip ve intizamıııa riayet ederler avdetlerinde beş lira alırlar ve niyaz esn:ısında rikap (etek) öperlerdi. Molla Bey'in zaten
dede babadan nasibi vardı. Bu zevatın
arasında Beylerbeyi Settüriyye şeyhi Rami Bey merhumun da bulunduğu olurdu, faka t Riimi Bey şeyhzadeliğinde kendi babası tarafından dede baba nın terbiyesine verilmiş olduğu için başında Bedevi tacı olarak hizmete iştirak ederdi. Bu istisnai müsaade dede babanın
irfa n ve insafını gösterir... Molla Bey bi razcı k
demJenirdi, '"A z miktarında haraıniyyet yoktur" derdi, "İmam -ı A'zam sekir vermezse sekirdeıı önceye kadar caizdir" demiş diye de ilave
ederd i.
17 Şubat 1910'da vefat eden Molla Bey'in takipçileri nden, halife lerind en bazıları nı n isim leri ve bu nların postn işi ni old u kları
tekkelerin adları zikred ildiği nde bu Bektaşi de olan Riffi'i şeyhini n kudreti ve meşrebinin n üfuz sahası daha iyi anlaşılır: Ku bbe Tekkesi'ni n son şeyhi büyü k oğlu Haydar Bey, Ka rasarıklı Tekkesi şeyhi Hasan Safvet Efend i ve son şeyhi Şevket Efend i, Alyanak Tekkesi son şeyhi Kad ri Efend i,
Çı ra kçı Tekkesi'nin son şeyhi Bed redd in Bey, Bekar Bey Tekkesi şeyhi İ hsa n Bey. Bu n la ra ilave olarak teberrü ken de kendisi nd en Abid Çelebi Tekkesi'ni n son şeyhi Selahaddin Bey ve Resmi Kad irlhanesi şeyhi Mehmed Şerefedd i n Efendi hilafet alm ıştı.
Cetvetiyye'den:
Aziz Mah m ud H üdai tecrü besiyle Halvetiyye ve Bayram iyye'nin içinden çıkan Celvetitik, "Haşim Baba" d iye ü nlenen Mustafa Haşi mi'nin (ö. 1782) tesis ettiği kolda Celveti-Bektaşi bi r ren k almış, bu kolu n son şeyhi Yusuf Fahir Baba'ya kadar bu meşrep devam etmişti.
Haşim Efend i, merkezde Celveti şeyhidi r, diğer birçok şahsiyette olduğu gi bi Bektaşilik onda i kinci dereced e ve ta ri kat erka n ına tesi r
etmemiş b ir halded i r. Çok defa tekkeler d evri ni n son safhasında bu renge bü rünen bazı ta ri kat şeyhlerinde Bektaşilik, ayinlerine, adaplarına dahil olma dan, ancak neşesiyle, Hz. Ali ve evlatları na duyu la n m uhab betle, kalenderli kle temsil edildi. Revnakoğlu bu hususa Haşi m
Baba'ya dair notları nda bilhassa işaret eder
(90:316):
Tarikat mensu plarının "Seyyid Haşhn" dediği, Bektaşllerin "Haşim Baba" diye tanıdığı bu zat, esasında Celvetiyye'dendir. Bu tarikatta
"Haşimiyye" şubesini kurduğu için ikinci pir sayılır.Bazı şiir ve akidelerinde meşreben Bektaşilik'le ilgisi olduğu görülürse de bu onun izafe tarafıdır, kendisine ve kendisinden sonra tekkesinde şeyhlik edenlere usulen verilmesi adet olan itibari bi r Bektaşilik'tir ki nisbi
bir tevcihten, formaliteden ibarettir. Seyyid Haşi m'i n Üsküdar'daki Bandırmalı Tekkesi'nde kendi zama nından beri tatbik edilegelen bu
usul ya ni Seyyid Htışi m'in çocuklarına ve bur:ının şeyhlerine Bcktaşiyye'den icazetname veril mesi zamanımıza kada r ihmal olunmaz bir anane h5li nde devam ettirild iği halde
bu tekkenin şeyhleri şimdiye kadar hiçbi r Bektaşi dergfihında babalık etmiş değillerdir;
Bektaşilerce de gerçek bir Bektaşi babası
sayılmazlar, çünkü emeksiz, hizmetsiz, suri bir şekilde verilen teberrüknameden ibarettir.
Nakşi bendiyye d ışında ki Sünni tekkele rde Bektaşilik'e karşı duyu lan taassup ancak 19.yy' ın ikinci yarısında çözüld ü. Haşim Baba, daha erken bir tari hte Bektaşi olm uş ve bedeli ni de bilhassa vefatından sonra öd emişti. Cenazesi
onun Bektaşilik cephesinden huzu rsuz olan Celvetilerce asitaneye alınmam ış,
tekkeler tarihi nde ilk vaka olara k bu hadise
u n utu lmamıştı. Celveti asita nesi nce "Bektaşi", dinden uza k kimsenin; "Bektaşilik" d i ne mu halif halleri n ad ıyd ı . Bu u mu mi du ruşta n ilk ayrılan
Celveti Ba nd ırmalı Tekkesi şeyhi Seyyid Haşi m'i n vaziyeti, "Haşimiyye nı usallası" denilen bi r
müşa hhas meka nı n va rlığıyla da tescillenmişti
(208:410-16):
Haşimiyye musallası, Hazret-i Hüdai Hankahı'na gelirken cümle kapısına ve yanındaki çeşmeye varmadan dört yol
ağzındaydı. Seyyid Haşi m vefatında cenaze
namaz kılınmak üzere h:mkaha getirildiği zaman kapılar kapanmış, cenaze içeriye alınmamıştır. Sebep, Seyyid Hfışim'in aynı zamanda Bektaşi olması ve Hacı Bektaş Hankaht'nda dedebabalık etmiş bulunmasıdır. Bu nu n üzerine cenazeyi getiren Seyyid
Haşim Tekkesi mensupları ve hazır bulunan diğer şeyhler ve dervişler Celveti usulüne başlamışlar; bi r kısmı da hemen orada
bir musalJa makamı vücuda getirmeye koyulmuşlar. Yeni musallanı n yapılması bi tip tamam oluncaya kadar tabutun etrafında
topl u bir halde yapıla n Celvetiyye usul ü devam etmişti r ve ancak bu ndan sonra Seyyid Haşim'in cenaze namazı burada kılınmak suretiyle Bandırmalı Tekkesi'nc getirilmiştir. Bandırmalı Dergahı şeyhlerinin cenaze namazlarının bu musallada kılınması böylece sünnet-i ta rikat olmuştur. Hazret-i Hüdai Hankahı'nın son şeyhlerinden Ruşen Bey iki dergah arasındaki geçimsizliğin unutulması için musallayı oradan kaldırtmıştır ve çok da iyi etmiştir.
Celvetl şeyhleri nden Sarmaşık Tekkesi'ni n son şeyhi ve Mih ri ma h Camii ima mı Hafız İbrahim Hakkı Efend i'nin gasli Bektaşi Ramiz Ded e tarafından gerçekleştirmişti. Sarmaşı k Tekkesi,
Celvetilerce (117:444): "Hazret-i Hüdai burada bi rkaç gü n otu rd ukları ve d olayısıyla meydan
açıp mukabele ettikleri içi n asitane-i sani sayılı r.''
Sarmaşı k Tekkesi'ni n bu son şeyhini gasleden Ramiz Dede ise, Halvetiyye'n i n Sinaniyye
Züh riyye kolu şeyhlerind end i. Sonrada n dahil olduğu Bektaşilik'te babalı k mertebesine erişmişti. Tam ad ı "Salih Ra mi z Coşku n Eren" olan ve "Ramiz Baba","Müftü Baba" d iye de
bili nen bu şeyhin biyografisi, kendisi ne devam eden Revna koğlu tarafı nda n kaleme alını r (232:63-64):
H.ı 286'da Selanik'te Sinani Tekkesi'nin yanındaki baba evinde doğdu. Zakirzade Şeyh Meh med Necip Efendi'nin oğludur (ve onun babası Derviş Salih Efendi, babası Emi n Efendi, babası Meh01ed Efendi, babası Mahmud
Efend i, babası Ramazan Efendi (Akfüd şarihi; istanbul'dan Selanik'e gitmiştir.)
İlk defo Selanik Cami'-i kebir hatibi Abdülkerim Efendi'den besmele dedi, sonra Hamidiye isimli ibtidai mektebine girdi; bitirdikten sonra rüşdiyeye geçti, onu da
ikmal ettikten sonra fıkha başladı ve 18 yaşında tamamladı, icazeti yine Abdül keri m Efendi'dendir. Daha sonra İshak Paşn Medresesi müderrisi Hafız Abdulla h Efendi'den cami dersleri okudu, 23 yaşı nda icazetna me aldı.
Tarikat tarafı: Sinani Zühriyye'den Salih Lutfi Efendi hulefasından. Nevrekoplu
Şeyh Mehmed Efendi'yedir. Şeyh Mehmed Efendi'nin ecdadı, Zühriyye'den Nevrekop Tekkesi'n i yapan Şeyh Yakup Efendi'dir.
Bu Yakup Efendi, Hüsameddin Uşşak\ halifelerind endir.
SülCıkunu bi tirip Serez'de Cuma Tekkesi şeyhi Serczli Hüseyin Efendi'den istihlaf edildi, 25 yaşındaydı. Pederi hayatta olduğundan tekkede şeyhlik etmedi, kendi tekkesinde ve diğer dergahlarda zaman zaman zakirlik, zaki rbaşılık ederek, bazen de meşkler yaparak hayli talebe yetiştirdi. Ramazaniyye'den dt! icazesi vardır.
Selanik J-lamidiye Cami'-1şerifinde uzun müddet imamlığı vardır. Bu vazife üzeri nde
iken Lan kaza müftüsü seçildi, Yunan işgaline kadar 25 sene müddetle bu vazifede kaldı.
Bektaşil ik'i: İl k nasibi izmir'de Hüseyin Haki Baba'dandır. 1948'de İstanbul'da Zenneci Hasan Basri Baba'dan dervişlik ve baba
tacı giydi. Marangoz Üsküplü Ziya Baba ile beraber Postacı Ali Baba tarafından destarı
sarılıp ic:ızctn:ımesi verildi; rehberi Ahmed Necmeddi n Baba'dır.
Vefatı 27 Kasım 1962 sah saat 18.30'da.
İ ki gün sonra regaip kandiline rastlayan perşembe günü toprağa verildi. Bakırköy Alul Hastahan esi'nele göçtü. Rumi 14 Kasım J 377, 29 Cemaıiyelahir.
Revnakoğl u, yukarıdaki resmi notlarına, yakından tanıdığı bu babayla ilgili şahsi malumat da ilave eder (232:66-69):
Salih Ramiz Baba, Zenneci Hasan Basri Baba'dan tac giymiş, Postacı Giritli AJ i Cemali
Baba'dan icaze almıştır. ilmi, fazlı, hali, kemali ile yaşayan kıdemli babalar- içinde "dedebabn" değil, "pir baba" sayılacak kamil insandır.
Mükem mel ve nıükemmildir; bul un maz, erişilmez meziyetlere malik, gün görmüş, umur görmüş, hal ehli, sevimli bir ihtiyardır. Hem ilmiyeden hem meşayihten hem de Nazeniyye'den bulunması Tanzimat'tan beri İstanbul Bektaşi babaları arasında pek az görülen hususiyetlerindendir.
Zaman za man hafız ve imam, Selanik'te müderris, Lankaza müftüsü ve Halvetiyye'nin Sinan!- Züh ri kolları şeyhi iken son zamanlarda Bektaşi olmuştur. Hayatta bulunan son babalar içinde irfan adanu olmak itibarıyla hakikaten üstün bi r yeri vardır ki kimse tarafından istihlaf edilemez. Yaşının bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen kitap ile ilimle ilgisi hala kesilınemişti.r. Şaşılacak şekilde hafıza
kudreti, gayetle mazbut, esaslı bir vukufun mahsulü olan mesleki malumatı, hele o eşsiz emsalsiz ınahfuzat ve hatıratının zenginl iği, dolgunluğu, yaşmın doksana dayanmış olmasına rağmen hiç yaşlanmayan, hakikaten imrenilecek müstesna bir mazhariyet halindedir. Zaten babanın ayakta duran en kuvvetli tarafı da budur.
Ortadaki Ra miz Baba,sağdaki Revrıakoğtu
Her halini i yi bildiğim eski biT aşiJrn olınast itibarıyla diyebilirim ki eli kalem tutan, eser veren bir fiki r ve külll\r adamının onunla konuşması, eserine en sağla m vesi kayı, en zengi n hazineyi bul m uş olması demektir, çünkü ne söylediyse kitapta yeri vardır. Onun bu halini velinimet-i irfanımız merhum ve magfur Allfüne İsmail Saib Efendi hazretlerine benzetirdim, ruh-ı revanı şad u hurrem olsun.
Fakat Ramiz Baba'nın affolun maz bir hatası vardır, geçen yüzyılda tekke şeyhlerinin içine düştüğü, tekkeleri çöküşe ve kapanışa sürükleyen bir günahtı r (232:48-49):
Ramiz Baba'nın, bu irfanlı, faziletli adamın son günleri nde bence en büyük hatası, hatta
kabahati şu olm uştu: Hiç bilmediği, tanı madığı, konuşmadığı, sadece kahve köşesinde
rastlad ığı her telden çalar, her yolda görünür bazı kimselere Mazllıın Baba'nın rica ve tavsiyesi ne ina n ıp daha doğrusu öm ründe erka n görmemiş, erka na girmem iş bu adamlara kendi lcaıctnamesi nden birer suret çıkarıp dağıtması ve dolayısıyla evliy:lullahın emanetin i ziyan, sebil etmesidir. Kendisinden sonra onların baba rolünde görünmeleri
işlen miş bu büyük hatanın acıklı bir sonucudur.
Mevleviyye'den :
Geçen yüzyılın başı nda, Abd ülvahid Çelebi, Mevlevilik'te Bektaşi rengi n en yoğu n old uğu şahsiyetti, ald ığı h ilafetle Bektaşi nasi bi
de veriyordu. Revnakoğlu notlarına göre
Abdü lvahid Çelebi (ö.1907), Bektaşilik ikrarı nı Mehmed Ali Hilm i Ded ebaba'den, nasi bi n i de Nafi' Baba'n ın halifeleri nd en Ruhi Baba'da n alm ıştı (269:157-60):
Abdülva hid Çelebi, lzmi rli Ruhi Beybaba'dan Bektaşi nasibi almıştı, bu iti barla kend i oğlu ve ca nişini olan Abdü l ha!Jm Çelebi'yi de Bektaşi yapmıştı , aynca çelebiyanclan bazılarına
ve Mevlevi muhibleri :ırasında müstaid gördüklerine Bektaşiyye'clen nasip veriyordu, bu sebeple Bektaşilik ve Bektaşilerle alakası artmıştı. Kırşehir'de Hacı Bektaş makamını ziyaret etmek üzere Aksaray'a kadar gitmişti, orada Sultan Abdülhamid larafından Kony:ı'ya sürgün gönderilen hürriyetperver zevat
ile temasa geçerek onlara maddi-manevi yardımlarda bulunuyordu.
Üçüncü hanunı içi n Konya'nın Meram sayfiyesinde yaptırdığı köşküne de "Yıldız" admı koymuştu. Bu derece ileriye gitmek cesareti ni göstermekte devam ettiğinden saray kendisinden pek tabii olarak hoşlanmıyordu. Şehrin valisi buluna n Avlonyalı Ferid Paşa'nın da bu hal dikkatin i çektiği nden o da üzüntü ve endişe içindeydi. Kendisi nasipli bir Bektaşi olduğu halde biraz da kıskançlık yüzünden Abdülvahid Çelebi'yi çekemiyor ve on un Bektaşilik'ini saraya karşı menfi bir hareketmiş gibi göstermek istiyordu. Nihayet Abdülvahid Çelebi'ye oyun etmek içi n saraya şu mübalağalı telgrafı çekti:
"Konya pir makamı postnişini Abdülvahid Çelebi, Aksaray'da birkaç yüz Bektaşi babası ile halvet olmuştur.Şimdi de Acem'e doğru
hareket etmek üzeredir!"
Ferid Paşa'n ın bu telgrafı veh m-i şahaneyi artırmış olduğundan hemen şu cevap gelmişti:
Abdülvahid Çelebi'nin derhal Acem'den
geri çevrilmesi ve Konya şehrinden dışarıya çıkmaması irade ediliyordu.
Halbuki Abdülvahid Çelebi, Aksaray'dan Hacı Bektaş'a girerken yol üzerindeki Acem köyü ne haliyle uğrayacağından Ferid Paşa vehm -i şahaneyi tahrik etmek için buradaki "Ace m" lafzı ile Aceınistaıı'a gitmek üzere bulunduğunu ortaya atarak zihn-i şahaneyi teşviş etmek istiyordu.
Beznıi Nusret Kaygusuz, Revnakoğlu'na yazdığı 1960 tarihli mektubunda Abdülvahid Çelebi'nin Bektaşişeyhi Ruhi Beybaba için şu bilgileri verir (248:77):
Ruhi Beybaba'ya gelince, 1828'de istan bul'da doğmuştur. Babası Abdülmecid'in saray imamı ve şehzadelerin muallimi Kazasker Mehıned Zeynelabidin Efendi'dir. Arapça,
Farsça ve Fransızca bilirdi. Edirne ve Bağdat vilayetlerinde kadılık yapmıştır. Sultan Murad taraftan diye Abdülhamid tarafından İzmir'e sürgün edilmiştir. izmir'de avukatlık da ederdi. Nafi' Baba'n ın yetiştirmelerindendir . Zarif nükteleriyle büyük bir şöhret kazanmıştır.
.Şair Eşref, mebus ve bestekr Şükrü Şenozan, Taşlıoğlu Doktor Edhem, muharrir ve müellif Bıçakçızade Hakkı, meşhur Tevfik Nevzad, Zeytunizade Remzi ve daha bi rçok efazıl bu zattan nasip alm ışlardır. 1899'da İzıni r'de vefat etmiştir. Sanırım ki bazı fıkra ve nükteleri Ziya Som:ır'ın Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir
!Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarilıi111izde
İzmir! adlı eserinde zikredilmiş olacak.
flezmı Nusret
Kaygusuz (100:77)
Revnakoğlu, Bezmi Nusret'e yazdığıcevabi mektubunda yukarıdaki biyografik malumatın bir kısmını tashih edip ilavelerde bulunur (248:79):
Yalnız bir noktayı arz edeyim: Ruhi Beybaba, Zeynelabidin Efendi'nin oğlu değil, torunudur. Zeynelabidin Efendi, "Zeyni Efendi" denilen zattır ki Molla Güraıü'de Reisületıbba Ömer Efendi Medresesi'nde yatan Şeyhülislam Çelebizade Küçük İsmail Asım Efendi'ni n oğlunun oğludur. İsmail Asım Efendi, biliyorsunuz, aynı zamanda şairdir, divanı vardır, vakanüvistir; baba - torun kazasker
ve şeyhülislflm olmuşlardır. Molla Gürani Tekke ve haziresinin karşısındaki medresenin bahçesinde ailesi efradı ve şair kızı ile beraber yan yan:ı yatıyorlardı. Bu hasta heriflerin tarihi ismelimize saldıran istimlak tahripleri
sırasında 1959 Ağustosunda bir gece içerisind e havaya uçuruldu. Bereket versin, kitabeleri ni yıllarca önce yazmıştım.
Tekrar başa dönelim, Abdülvahid Çelebi'nin Bektaşi ikrarına ait vesika, bizzat ikrarnamenin metniyle Revnakoğlu dosyalarında yer alır.
İkrarnamenin sonunda Hasan Sait Bey'in babası Osman Nuri Bey'in elyazısı ve imzasıyla
şu not yer alır: "Abdülvahid Çelebi, Manisa Mevlevihanesi şeyhi iken mürşidim Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'yı oraya davetle nasip aldığını müşarüni eyhin vekll-i umüru olup 1341senes igörüştüğüm Manisalı Agah Bey'den öğrendim. Vahid Çelebi sonra baba olmuştur. Bu ikrarnameyi kendi tanzim ettiği anlaşılıyor. Ben bunu kerimezadesi Said Çelebi'ye evrakı arasından aldırmıştım. Nevruz"
imzasını tayin edemediğimiz aynı evrakın arkasındaki bir diğer notta da bu vesika için şu ifadeler yer alır: "Tarikat-i Bektaşiyye'den olduğu mervi bulunan evlad- ıHazret-i Mevlana'dan ve Konya Asitane-iMevleviyyesi postnişini merhum Abdülvahid Çelebi'ye
ait ikrar ve ahidname-i Bektaşiyye olarak rivayet edi erek fakire getirilmişti. İkrarname-i Bektaşiyye i e hiçbir müşareket olmayan bu suret, Said Bey'le ayrıca müzakere edilerek bu zan tashih edi ecektir.14 Mayıs1326."
Revnakoğlu'nun, dostlarından Hasan Said Çelebi'nin vefatından sonra babasıNevruz Bey'den aldığıAbdülvahid Çelebi'ye ait ikrarnamenin her halde suretten ibaret olan metni şöyledir (180:15-18):
Bism-i Şfıh
Erenler meydanında pir Jıııwrımda mürşidine teslim ve rızada oldun mu? Oldum.
/(azaya razı olup kadere bağlandın nıı?
Bağlandım.
Ettiğin nhid ve ikrnrdnki esrarı ağyara söyleme!Allah, Muhammed, Ali ve 011 iki imam luinediın-ı ehl-i beyte iman ve ikrar ettin mi?Ettim..
Zikrolw1acak ahidnamede münderiç olan
şerayitin kaffesini kabul edip m11cebince an-ıel ve sebat etmedığin surette haremin
talak-ı selase ile boş olsun mrt?Evet, şerayitin miindericntın kaffesini kabul edip mucebince amel ve sebat etmediğim surette htlreınim taltık-ı sellise ile boş olsun.
Vebu kabul ve ikrardan döner isen rılz-i mahşerde yiiı iüı kara olsıın mu? Olsun.
Hazret-i Peygamber sallall!tlıu aleylıi ve selle111 ve Cenfıb-ı Ali Murtaza kerremallôlıu veclıelııı efendilerimizin ve evlfıt ve nlıflıdı11111 sevdiklerini sevip tevetllı ettin mi ve sevmediklerini sevmeyip teberra ettin mi?
Ettim.
Sevilmeyecek şunlardır: İb11 M iilceın, Şiınr-i Zi'l-ceıışeıı, M ua viye, Yezid, Ubeydullalı b.Ziyad, Amr b. el-As, Mervan, vaka-i Kerbeln'daa'diı askerinin serdarı Habis-i Ömer ve o askerin kaffesi, el-hasıl
'fezid'in oğlu Kiiçiik M uaviye ile Öıner
b. Abdiilaziz'den başka foıeviyy egiinilı-ı nıekrıihımun kaffesi ve hu habislere Ja.11et ols1111 mu? Olsun
Vebu a/ıbeslerden başka Hrızrel-i
Şfıh-ı ''/ evilik" ve Cerıtıb-ı Şiilı-ı veltiyel efe11dileriınize ve evlat ııe ahfodma iha11et edeııleri tevôdh ve kiitiib-isitiredegördiikte ve lıakikn.tine vakıf olanlardan işittikte sevmeyeceksin! Sevmeyeceğim.
Zikrolwıacak ahid11amedeki şerô.yitin ka.Desini kabul ve mucebince amel ve sebat etmezsen İb11 Mülcemliği, Şimrliği,
Mervan/ığı, M uaviyeligiJ Yezidliği,
Nemrııdluğıı, Firavunluğu, Ebucehilliği kabul ettin mi? Ettim.
Veşerayit-i ınezkı'Jrede sebat etmezsen Ce11!zb-ı Hakk'ı vepeygamberimiz Hazret-i Muhnıwned sallallalıu aleyhi ve selle11ıi ve kajfe-i µeygaınberiın-ı i.zlimı ve Hazret-i Ali
kı:rrcmal/aluı vecheh1t efe11di111i:ci ve İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimizi ve kiıffe-i evllıd-ı Resiıl'ii ve pir-i destglrimiz Hnzret-i J\ fev/anô Celaleddin Rılm? ve Hazrct-i Şems-i Tebriıi ve Hacı Bektaş-t Veli ejendilerinuzi ve kiıjJe-i pircim inkarı kabul ettin mi? Ettim. Vallfıhi mi? Vallitlıi. Billlıhi mi? Billahi.
Zikri mev'ıid alıiclna111e ve şerayit:
Alla.hu taô/a ve tekadrles lıazretleriııin birliğini tctsdik ettin mi? Ettim ellıaındü lilliilı.
Kııran-ı kerimde olan enbiyaııın kaffesinin ve bô.-IJUstıs Fr.ıhr -i alem sallallahu. aleyhi ve selleııı efendimizin ve bi'l-cümle enbiyanın niibüvvetlerini kalben ve lisanen trtsdik ettin ıni?Ettim.
"Lalımiike /alım cisıııüke cismi" hadts-i şerifinden ınüstebdn olduğu veçhile Hazret-i Muhnmmed ile Ceıuib-ı Ali yi bir bildin mi? Bir bildim.
Pençe-i fıl-i abil olaıı Mulıammed, Ali, Fatma, Hasnn, Hüseyin efendilerimize muhabbet,
Allalı'n 11wlıabbeltir ve bu zat-ı şeriflere ziyade ınttlıabbet edip lıer işle kendilerinden istimdat edecek misin?Edeceğim.
İmam Ali 11e Haıret-i Fatma ve Hazret-i Hasan ve Hnzret-i Hiiseyin ve Hazret-i Zeynelabidin ve Mulıammed Bakır ve Cafer-i Sadık ve Musa el-Kcuım ve Ali Rıza ve
M uhmnmed Takt ve Ali Ncıki ve Hasan el Askert ve MtJhammerl Mehdt efendilerimizi ve on dört masum pdkı k(fe-i asluzbdan ziyade sevdin mi?Sevdim.
Vebuzevat-ı kirimu Ebu Hanife ve Şafl'i ve Malik ııe Ahmed b. Hanbel'e tercilı ettin mi? Ettim.
Haticctii'l -Kiibriı'yı ve sah·evlad-ı i11ds-ı Restıl'ü ka.ffe-i nisaya terci/ı ettin mi? Ettim.
Eimme-i isna aşer ve 011 dört masüm-ı pakten sonra pir-i de.stgirimiz Hazret-i M evlii11lı
ve Ha:ıret-i Şems-i Tebrizi ııe Hacı Bektaş-ı Veliefendilerimizi kaJJe-i (yırtık) bildin mi? Bildim.
Mimii11 olmayıp Konya'da bul11nuldug11 halde Jıiç olmazsa ayda bir kerre pir-i destgiriıniz Hazret-i Mevltinlı efe11climizin l111ziır-ı şeriflerine yüz siiriiµ ziyaretiyle teşerrüf edecek misin? Edeceğim.
Veziyaret esnasında hadeıne-i b!ıb-ı saadet bulunanlara üçyüz kuruş nakde malik isen dokuz kuruş niyaz verecek ınisiıı? \!ereceğim.
VeHazret-i Şems-i Tebrizi efendimizin lıiç olrrıazsa iki ayda bir kerı·e zikrolunan üsiıip iizere ziycıretiyle teşerrüf edecek nıisin?
Edeceğim.
Vesair eltlulltih-ı kiram ve elıl-i kubtınm ziyareti reyine m11havveldir ve ziyaretle mııhsenat çoktur.
Vedeyninden başkn eli alt111ış bin kuruşn malik olduğun Jıalde Kerbeltt'yı ve şiih-ı Necef'i ziyaret edecek misin?Edeceğim.
Viicudwı afiyette olmak şartıyla ve dey11inde11 marula on bin kuruşa malik olduğu11 lıiılcle Haet Bektaş-ı Velihazretleriııiıı ziyaretine gidip bin kuruş saıf edecek misin? Edeceğim.
Paraya bakmayarak bu ziyaretgtihlara arzu olunıırsa 111iilevekkile11 gitnıeye mezıınsım ve reyine muhavveldir, a.111a hac bahsinde şer'-i şerif mııcebince amel etmekle mükellefsin
ve savm ve salit.t ve zekaltfl dcıhi mukteza- yı şer'le amel etmeye menıurswı. Beher gün öğlenden evvel kıbleye mütevecciheıı Nfıd-ı Ali vefd tilıa-i eim111e-i isna aşere abdest ile devmn edecek misi11? Edeceğim.
Hasbe'l-beşeriyyc m(mi'-i şer'i zulııır etmedikçe terk etmeyecek misin?
Etmeyeceğim.
Vekasden lıaftada iki defa terkinde beis yok tur, tamfi111ızdaır izin verilen ism-i celale devam edip is111-i celal nilıayetinde bildiğin ayetlerden istediğin kadar okuyup pençe-i ôl-i abfıyn ve eimme-i ismi nşer
ve on dört ınası'i111-ı pak lıazeraımm ve
Hazret-i Mevla11ti ve Hazret-i Şerns-i Tebrizf ve Hazret-i Bektaş-ı Veliefendilerimizin ve Jwlefa -yı Meı4eııiyye ve çelebiyiı.11111 kajfesine ve lıulejn-yı Bektaşiyye ve kd_ffe-i ehl-i fmdmn ve ebeveynin ervah- ı tayy ibelerine hediye edip bir miktar Hazret-i Pir-i destgir efendimiziıı srındtıka-i şerifelerine teveccüh ııe rabıtadan so11ra şu veçhile gülbank
çekırıeli: Vakt-i şerff hrıyrola, lıayırlarjethola, şerler dqfo la,Allahu azlınü'ş-şamn ism-i
zfi tuwı nıırnyla kulfıbümii zpür-m'ir ola,
dem-i Hcı zret-i M evlana, ser-i şems-i nür-ı nebl kerem-ihnan·ı Ali, hu diyelim hü:'
Muharrcmü'/ .Jıaramda avamgibi obnaıııalıdır. Mıtlıarremii'l-hartiını11
ibtida.mıdaıı on ikincigününe kadar sicim olacaks111! Olacağım.
Viicudwıafiyette olup hiçbir mfıniin yok iken ufak bir bahane ile M11Jıarremin on iki günii içinde krısdı" bir orııç ye,,se11 Hazret-i
Pfr -idestsfr efendimizin dergah-ı şeriflerinde trı111mii'L-a'za ve semiz koyımkurban kesip otuz altıya on sekiz ya lıut dokuz kuruş tuz mangırı vereceksin! Bir koyun kurban kesip tuz mangırı dahi vereceğim.
Ve tekmr bir oruç dcıhiyersen Hazret-i Şems ejendi111izin derg!ilı-ı şer(finde ber-vech-i mezklır bir koyun keseceksin! Keseceğim.
Kaseli olarak iki ornçtan ziyade yersen asla tecviz olunmayıp mcrdud olup Yezidliği kabul edeceksin! Muharremde on ikigün içerisinde iki oruçtan ziyade yersem nıerdüd olup Yezid/iği knb11l edeceğim.
Bir dergahta ya l111t ınulıibbfmdan birinin
hanesi11de mersiye yahıtt Harfikatü's-Sııada okunursa vücud un afiyette olduğu lıfılde devam edeceksin!Edeceğim.
Bir miihiın işsebebiyle oıı ikigün içerisinde ikiyahut üç defa bulıınrıınazsrın beis
yoktıtr. Hanende mersiye yrıh 11t Hadika veyahut sair ehl-i beyt ve evltıd-ı Resa/ e miiteallik kitapları okumak ve okutmak muvafik-ı tarikrıttır, binaenaleyh ihtimam etmelidiı: Mersiye l'e Hadika ve evlad-ı Resı1l haklarında olan sair kitaplar okwıurken kemfil -i ta'zim ile dinleyeceksin.' Dinleyeceği111.
Dizin ağrırnrız ise dizini kaldırmayaccıksın ! Kalclırmaya cağıın.
Dizinde ıstırap var ise sa11dalyede oturmaya ve brığdaş kıırmaya mezııııswı.M uharremin on iki günü zatfında azgiUrneli, az yemeli
ve esna-yı sıyfıında çorba ve mevsimi11e
göre biraz sebze ycmelid İI : Et yemeyeceksin! Yemeyeceğim.
Çorba ve sebzeyi lıer nevi yağla pişirtmeye mezımswı, yalnız kıyma yeri11eyumurta kıı/lrı111lacaktu: Ekmeği bıçak ile kesmeyeceksin!Kesmeyeceğim.
Bu on ikigiin zm:fmria siyah elbisegiyeceksin. Eğer siyah elbise11 yok ise altı yiiz kuruşa malik ise11 siya lı elbise kestireceksin!
Kestireceğim.
Eyya111-ı sclirecle 111avi giymemeye dikkat edeceksin!Edeceğirrı.
Aba gibi yü11den 111am11/ elbisegiyeceksin. İntisap ettiğin kıtmir-i fıl-i abci mürşidin fakire ber-veclı-i sadakat, lwlı'ı.s-i kalble muhabbet edeceksi11!Edeceğim.
Aleyhimde kalben ve lisane11 bıılwımayacaks111, aleyhimde bulu11a11 olursa müdafaa edeceksin! Edecegi111.
Aleyhimde bir şey işitirsen gelip söyleyeceksin! Söyleyeceğim.
Miirşidiııfakiri peder bileceksin! Bileceğim.
Evlat ve ayali111ize kem nazar ile bakmayacaksın!Bakınayacağım.
Tarafımızda n halife 11asbolunacak olursa fakire olmı teslimiyet ve nlrd ii misak muamelesini ona dahi edeceksin!Edeceğim.
E._ er sana imfakir tarafından, Allah
erenlergöstermesin, zuhur ederse ve gittikçe tahakkuk ederse bi'{-müdafaa muhafa za-i lwkukıma mezunsun. Senfakiri peder bildiğin gibifakir dahi seni evlatlıga kabul etti/// ve evlat ve ayaline kem nazar ile bakmayacağım, Allah erenler şalıit olsun!
Bu alıidrıame mucebiııce i11tisap edip sırdaşın olan karındaş/arına muavenet edeceksin!
Edeceğim.
Irzma, malma ve camna suikast ve ihanet etmeyeceksi 11! Etmeyeceği m.
İlıvamıı ve miirşidi11iıı lıaremlerine büyük ise valide, akran ise hemşire nazarıyla bakacaksın! Valide ve lıeınşire makamında bakacağım.
Deyniııde11 ve havayic-izariiriyyenden maada ııuklida malik isen hf n-i hacette ihvan111111 zaruretini bitireceksin, şöyle ki ilıvamndan biri karz tarikiy le senden bir ıniktar mangır ister ise beşyüz kuruş 11akde malik iseıı elli kuruş ve bin kuruş nakde malik isenyüz kuruş, hasılı ne kadar nakde malik isen bu hesap üzere binde yiiz kuruş vereceksin! Vereceğim.
Ama ihvanuıdan ii ç dördii birden ister ise içlerinden lıangisi ziyade muhtaç ise ona vereceksin! Vereceğim.
Veknrz-ı şcr'ide verilen vade tamamında müstakriz o/a11 zatdeyııini eda edemediği
halde bir o kadar dalın vade... (sa;fa eksik)
...ziya retiyle, saııiyeıı ihvanın kıdeınlileri11i ziyaret ııe bir kalıve veya şerbetini içerek "Yevm-i meserretiniz miibarek olsun"diye tebrik edeceksin!Edeceğim.
Ve yevın-i ınezbıirda ihvamndmı ziyaretine gelenlere riayet edeceksin! Edeceğim.
Veyevm-i ınezkurda yeni elbisen mevcut ise giyeceksin! Giyeceğim.
Hiç olmazsa çamaşır değişip temiz vepak elbisegiyeceksin! Giyeceğim.
Veyevm-i mezbura kabil ve vakit müsait ise sa/ıra edip o veçhile icrd-yı meserret etmek reyine mıthavveldir.
Bu alıfdnam eye vil.kıf otmayıp ikrarı olmayan ehl-i zalıire, evlat ve ayal ve karındaşındaıı maadasına kalben muhabbet etmeyeceksin! Etrneyeceğiın.
Fakat mukteza-J'ı maişet-i rliiııya icap edenler ile müdara yolunda resmen göıiişülür ise beisyoktur. Din l'e tarikimizi muhafaza eden lıalife-i rüy-i zemin
pnd işahıınız efendimize kalben,fiilen muhabbet edeceksin!Edeceğim.
İzdiyad -ı şevket ü şan ve ömr-i
hümayunlarıııa behergün dua edeceksin! Edeceğim.
Bilcümle turuk-ı aliyyeııin ayin ııe erk!ınmn. dahi ve taarruz edenlere, ba-hustıs Birgivi Hoca ve Berika sahibi Hadimli Hoca
gibi musannıfin-i bi-insltjlara muhabbet etmeyeceksin! Etmeyeceğim.
\le hdlen mevcut olan ulema-i ztilıirden bunlara tabi olup turıık-ı aliyye rıleylıiııde bulunanlara dalıi ınu/Jabbet etmeyeceksi11! Etmeyeceğim.
Erkan bahsine gelel im:
Mürşidini n veyahut ihvanı nın bulunduğu meclise dahil olduğunda eğer ehl-i zahirden ihtiraz olunacak kimse o mecliste bulunmazsa iki elini beline koyup başını eğmeli ve münasip yere oturup otururken yeri öpmeli, eğer sandalye üzeri ne otu rulursa tabii öpülmez.
Ba'dc'l -kuüd aşk alıp münasip muhabbet arzu eder isen söylemeli ve icap eder ise dinlemeli
ihvan meclisinde veya kendi hanende veyahut djğer mahalde bulunduğun h:l lde sofraya oturuldukta taa ma tuz ile bed1 etmeli ve nihayetinde dahi tuz ile hatm etmeli... İhtiraz olunaca k ki mse bulun mazsa şu veçhile gülbank çekmeli: "el-Ha mdü lifüıh, Hak berekatını vere, erenleri n nan ve kerem leri müzdad ola, dem-i Hazret-i Mevlana, kerern-i İmam Ali. hu diyelim h lı.
Ve daimi surette ateş ve kibrit bulunduğu halde çerağda n sigara yakmamalı.
Elini yuduğun leğene tükürmemeli, ateş ocağına tükürmemeli.
İhti raz olunacak ki mse bulunmadığı halde "Bism -i Şah" deyip taam a bed' etmeli.
Hanende pençe-i 51-i aba levhası nı bulundurup yüksek maha lle t al ik etmeli. Ve Cenib-ı Pir-i destglr efendimizin ism -i şerifi yazılı levhayı dahi bul undurmalı. Sair levhaların bulun up
bul un maması re'yi ne muhavveldir.
işte bu zikrolunan şcrayit ve erkanı tamam ıyla icra edeceksin! Edeceği m.
Bıyığını kesti rme yeceksin! Bıyığımı kestirmeyeceği m.
Cenab-ı Hak evlat ihsan ettiği halde zükilr ise Meh med Ali ve evl:ld-ı Resul'ün zükur isimleri nden; eğer inas ise Hatice ve Fatma ve sair evlad-ı Resul'ün inas isimlerinden ad koyacaksın! Koyacağım.
Bu ahid naınede mü nderiç olan şerayit ve erkanın kaffesi ni kabul edip mucebi nce amel ve sebat etmediğin suretle haremin
ta lak-ı selas ile boş olsun mu? Evet, şerayit-i mündericenin kaffesini kabul edip mucebince amel ve sebat etmediğim surette haremim talak-ı selas ile boş olsun.
Ve bu kabul ve ikrardan döner isen rüz-ı mahşerde yüzün ka ra olsun mu? Olsun.
Ve bu ahidnaınedekj şerayitin ve erkanın kaffesini kabul edip ve·mucebince amel ve sebat etmezsen ibn Mükeml iği,
Şimd iği, Mervanhğı, Muaviyeliği, Yezidliği, Nemrudluğu, f iravunluğu, Ebuceh illiği kabul eltin mi? Ettim.
Ve şerayit-i mezkurede sebat etmezsen Cenab-ı Hakk'ı ve peygamberimiz Hazret-i Muhammed saJlaJlahu aleyhi ve sellemi ve kaffe-i peygaınberan -ı izam ı ve Hazret-i Ali kerremallnhu vechehu efendi mizi ve İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimizi ve kaffe-i evlad-ı Resul'ü ve pir-i destgirimiz
Hazret-i Mevla na Celaleddin Rumi ve
Hazret-i Şems-i Tebrizi ve Hacı Bektaş-ı Veli efendilerimizi ve kaffe-i pirnnı in karı kabul ettin mi? Ettim. Vallahi ıni? Vallahi. Billahi mi? Billahi.
Biat eden derviş ile beraber okuyacak tesli m tercüman ıdır: "Erenler erkanı oldu imanım - Kalmadı gönlümde şekk ü gümanım - Takıp teslim oJup Hakk'a hemişe - Ereıller yolunda fedadır can ım. Allah eyvallah hu dost!"
Biat tekmil olup ayak üzerinde okunacak
gülbank: "Vakt-i şerif hayrola , hayırlar fethola , şerler defola, Allah, Muhammed, Ali, on iki imam, on dört mas(ım-ı pak efendilerimiz, destgirimiz ola, her belada muhafaza edip görücümüı, bekçimiz ola.... Dem-i Hazret-i Mevlana, ser-i Şems ve H:ıcı Bektaş-1Veli,
nur-ı nebi, kerem -i imam Ali, hü diyelim hCı:·
Rehber, saliki getirip meydan -ı erenlerde Muhammed, A l i çerağı uyanırken rehberin okuyacağı gülbenk: "Muhammed, Ali, bism-i şah Alla h, eyvallah, Muhamm ed Ali çerağı ruş:ln, fah r-i dervişan, zuhur-ı iman, kam1n-ı merdfın, ber-cemal-i Muhammed , kemal-i Şah Hüseyi n, gerçekler dem ine hu:·
Revnakoğlu (283:19), Bahariye Mevlevi hanesi şeyhi Hüseyin Fah reddin Dede'nin Sütlüce Bektaşi Tekkesi şeyhi Mün i r Baba'dan nasip aldığını; Mü nir Baba'nın da ta lebeliğinde
Nureddin şeyhi Abdülaziz Efendl'den arakiye giyd iğini kaydeder. Fah redd in Dede'nin
nasiplend iği Münir:- Baba için Revnal<oğlu şu bilgileri verir (1835-36):
Hacı İbrahim Münir Baba merhu m Hicri 1251 İstanbul G:ı.lat:ı'da doğdu. Karaağaç Bektaşi Tekkesi şeyhi Hasib Baba'nın m uhföbidir.
Beyoglu'ndaki Kör Perişan Dedcbaba'dan babal ık icazeti aldı. Beklaşilik'inden önce babasıyla birlikte hacca da gitti. Çok kibar, edip, katip bir zat olduğu söylenilir. Münirt
mahlaslı nefesleri vardır. 80 yaşında göçtü. Yaşlı olmasına rağmen hafızası yerindeydi. Gayet zarif, nekregCı insandı. Çok sigara ve rakı içtiği halde kendi ni bozmazdı. Tıbbiye'de okumuştur. Mühendis Mehıned Raif Paşa'nın oğludur.
Uşşakiyye'den:
İstanbul 'da Yedi kule Uşş:lki Tekkesi şeyhi Emin Baba (204:91 -93) ile Uşşakilik, Bektaşi renge bürünür. Meclis-i Meşfıyih reisi Muhyiddin Etendi'n i n ''Bu güruh Uşşa kiler, Dersaadet Uşşaki meşayihi ile mugayir-i hal ve tabiattır'' hükmüyle Uşşakllerin bu kolu ndaki Bektaşi cihetin geçen asırda lstanbul'da temsil edildiğini tesbit eder. Yi ne Revnakoğlu notlarında Uşşakiler içinde bir zümre için
şu notlar yer alır (186:15): "Nazilli'den gelen Hulusi koluna mensup bir kısım yeni Uşşak iler,
Bektaşllik'i benimsedikleri için pir evi şeyhi Cemaleddin Efendi bunlara "erka n bozucu" der ve dergaha koymazdı:' Revnakoğlu erkan bozuculuğa misal olarak d:ı"Uşşiikilerd e şeyh postunun )'eri mihrabtn sağındadır,
yalnız Denizli'den gelen kolda m ih rabın içine almışlardu·, bunlar da sure-i Mülk cumhurl a okunur" notunu düşer. Takipçileriyle
Anadolu'da devam eden bu şube, İstanbul'da bilhassa yukarıda zikredile n Yedikule Uşşaki Tekkesi'nde temsil edildi (204:165-66).
Nazenin-i Uşşakiyye'den Feth iyeli Şeyh Hüseyin Hakkı-ı Mü rebbi Baba'nın
halifeleri nden Tireli Mehmed Em.in Tevfik! Efendi (Emin Baba derler) 1300'de istanbul 'a gelip bu mescide meşihat koydu ve cuma günleri Uşşaki usulüyle zikre başladı...
Bu Bektaşi neşeyi Em i n Baba halifelerinden Fahreddin Himmeti Efendi (ö.1915), İstanbul'da Aksaray'd:ı Kı rkağa çl ı Emin Efendi Tekkesi'nde sürdürmüştü. Fah reddin Him meti, Uşşaki-Bektaşl kolunun ilk mühim siması Ömer Hulusi Efendi'nin (ö.1868) damadıdır.
-
Mahmud döneminde faaliyetlerine son verilen Bektaşilik, il. Mahınud 'un oğlu Abdülmecid devrinde serbest bırakıl m ış, bu tarihten itibaren diğer tarikatların bi r kısm ında, bilhassa bazı şeyh ler nokta inaza rından tesir
icra etmişti.Uşşakilik'te yukar ıda bahsedilen şube bu cihetten prototipti r. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk M usikisi Antolojisi' nde (Il, 410), Bektaşilik ve diğer tari katla r arasında teması tenkit d iliyle a nlatır:
Abdülmecid'in cül(ısundan sonra Bektaşiler tekrar ortaya çıkm ışlar, tekkelerine de gene babalar tayin ecLi lm işti. Fakat diğer tarikatlar arasına evvelce sokulan Bektaşiler cahil bazı dervişlerin itikatları üzerinde müessir oldular ve birtak ım Bektaşi akidelerinin tabii dinin ve tarikatın esaslarına vakıf olmayanlar arasına
yayılmasında müh im birer am il oldular. Müritlerini namazdan niyazdan affeden, şer'i tekliflerden kurtaran birtakım şeyhlerin türemesi en ziyade bu larihten sonradır. 19. asrın sonlarına doğru muhtelif tari kat kisveleri altında birtakım Bektaşilere tesadüf edilmesi de bundandır. "Nazenin-i Uşşakiyye" diye ayrıca bir t:ırikatın teessüs ettiğine de gene bu asırda tesadüf edilir. Fakal bu zümrenin Uşşa.kilik'le hiçbir münasebeti olmadığı da muhakkaktır,
çün kü Halvetil ik'in bir kolu olan bu tarikatın müessjsi Hüsameddin Uşşaki tam manasıyla ın üteşerri' ve müttaki bir mutasavvıftır. ..
Hangi kisveye bü rünürse bü rünsün, Bektaşileri n en m ü h im vazifeleri halkı ve diğer ta ri kat mensu plarını Bektaşilik'e meylettirmektir. Bunlar, ''feyz ancak Bektaşilik'tedi r, diğer tarikatlar bu nda n mahrumdur. insan Bektnşi olmadıkça "Ehl-i Beyt" muhibbi olamaz. Bektaşilik'in ihtidası, diğer tarikatları n intihasıdır" gibi muayyen
tabirlerle birtakım insanlan kendi tarikatlarına celbetmeye çalışmışlardır.
Hüseyin Vassaf, kendisi Uşşakilik'te n hilafetli ve müteşerri olmakl:ı beraber, Uşşakilik içinde Bektaşi halli yapılan manın bilhassa Cahidiyye kolundan çıkan Musl i h iyye'de görüldüğünü, Çanakkale h avalisinde bu tür bir neşenin Uşşakilik'e tesi r ettiğim.• Sef tne-i Evliylı'da
yer verir. Aynı ka lem, yukarıda bahsi geçen Nazenin -i Uşşaki yye'den Eıni n Baba'nın BektaşJHk'ini tevil yol una gider, onun içi n Sef ine'de şunları söyler:
Nice Bektaşileri kend isi Bektaşigörü nerek yolundan çeler, ta rik-i Uşşaki'ye dönd ü rü rd ü. Bilmeyenler ona "Bektaşi"dir derlerdi. Bir nutkunda li-hikmetin Bektaşilik'i bile medhetmişti, halbu ki onun medhi bir siyaset i tarikat id i, yoksa Mu hammed iyyü'l-meşreb
sünniyyü'l·mezheb id i.
Nak ibendiyye-i Halidiyye'den:
Selanik Kara Müftü Tekkesi şeyhi Haşmet Efendizade Şeyh Mustafa Efendi (205:398-
,102), Muhammed Can el-Mekki halifelerinden,
Selanik Meclis-i Mcşfıyih reisi ve iki Lüle şeyhi Hacı Ali Efendi'nin halifesidir. Kendisi Nakşi • Hfıl idi olduğu halde şaşılacak şekilde Alevimeşrepti, bıyıkları nJ kesmezdi, matem aylarında Muharremde Safere kadar oruca
girer, geceleri de ağzına su koymazdı. Tekkede mukabele günleri cehri olarak zikrettirir ve ayağa kalkardı. İstanbul'da Üsküdar'd::ı vefat eyledi. Halifesi Şeyh Abdullah Efendi, EyUp'te Nakşi bendiyye'den Vezir Tekkesi'ne şeyh oldu.
Şeyh Abdullah Efendi, Balkan harbinde elanik'in Yunanlılar tarafından işgali üzerine Ista nbul'a geldi. Tahsil hayatında medresede ders şeriki bulunan Şeyhülisl5m Ürgüplü Hayri Efendi'nin kayırması ile Vezir Tekkesi şeyhliğine getirildi ve kısa bir zaman sonra Eyüp tekke şeyhlerince resmi olarak "merkez şeyhi" seçildi. Kendisi adliyeci olduğu için resmi muamele usullerini ve hukuk işlerini
iyi biliyordu, muhaberat ve kitabete (resmi yazışma şekilleri) vukufu vardı. Zaten bilgili ve liyakatli bir insandı. Ömrü devlet hizmetinde geçmişti, bu itibarla Meclis-i Meş:iyih ve evkaf ile Eyüp tekke şeyleri arasındaki münasebet
ve irtibatı temi n, lemsil ve ida reye kolayl ı kla m uvaffak oluyord u. Eyüp tekke şeyhlerinin içine sonradan karışm ış olduğu halde hemen merkez şeyhi seçilmesi bilhassa bu yüzden faydalı oldu. Bir ara tekrar Selanik'e döndü (Zilhicce 1338). Gelinceye ka da r Şah Sultan Tekkesi postnişi n i Şeyh Mustafa Saim Efendi, Meclis-i Meşayih tensibiyle kendisi ne vekalet etti. Şeyh Abdullah Efendi dergahlarııı
sırla nmasından beş altı sene sonra 1929 yılında Eyüp'te vefat elti. Bahari ye yolunda Şehitlik'te yatıyor.
Keçeci er Caddesi'nde Şeyh Şemseddin Tekkesi'ni geçtikten sonra hemen yolun sol karşısında
Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi önündeyiz.{Hırka-i şerif Mahallesi,2164 ada, 16 parsel)
Şimdi önünde durduğumuz Keçeciler Caddes i'ndeki 1625-26 {H.1035) tarihli bu çeşme için Revnakoğlu şunları kaydeder {174:39):
Akşemseddin Dergahı'nın tam karşısında ve çukurdadır, bundan dolayı çev re halkı arasında "Çukur Çeşme" diye meşhur olmuştu. Klasik Türk mimarisi üslubunda, kesme taştan yaptırılmıştır; çatısızdır, fakat geniş aynası ve kita besi göz alıcıdır. Suyu boldur, daima akar. Çeşmeyi yaptıran Erzur um valisi meşhur Gürcü Mehmed Paşa'nın İstanbul'da birkaç çeşmesi daha vardır. Ok meydam'nda Fatih'in yaptırdığı namazgaha kendi vefatından bir yıl önce Hic ri 1034'te minber koyan da Gürcü Mehmed Paşa'dır.
Kitabesi:
Sfthibü' l-Jıayrftt olan Gürcü Mehemmed Paşa Bu su ile şimdi hayli çeşmeler etti sebil
Başka bir yol ilegeldi cümlesi baştan başa Gayrı suya katmadı tft olmaya kfıl ile kil
Bir sudur kim gelmemiştir dahigelmez şöyle bil Hak ona versin dediler cümlesi ömr-i tavil
Bag-ı cennetten çıkıptır lezzetinden anla gör Zahiren ma'-ı ma'indir lakin ayn-ı selsebil Bu iyi çeşme yapıldı şimdicek osehi kim
Kimseye olmaz müyesser böyle bir hayr-ı cezil Göricek tahsin edip hatif dedi tiırihini
Suyunu mit'-i ma'in bil çeşmesin hem selsebil
Revnakoğlu "İstanbul'da Gürcü Mehmed Paşa Çeşmeleri" başlığıaltında üç çeşme sıralar (174:34):
Halıcılar'da Sultan Selim Medresesi ile Orta Camiarasındaki Öksüzce Hatip Ca
miiarsasuun ittisalinde 1030 tarihli. Çevre halkı bu çeşmeye "Çatalçeşme" diyor.
Hırka-i şerif kurbünde, Akşemseddin Camii ilerisinde, Keçeciler Caddesi üzerinde, çukurda 1035 tarihli.
Şehzade kurbünde yıkıla n İbrahim Paşa Hamamı'nın arkasındaki sokakta 1036 tarihli çeşmeler.
ı·. .... .i<..,..,
....:.l!.)L..>-,Y.
Wr);>.IJ.' ç1J./-s.w
"*'\>
Bu çeşmelerden İbrahim Paşa Hamamı'nın arkasında olanı,yol açılması çalışmaları sırasında hamamla beraber yıktırıldı. RaifOgan'ın Encümen dosyalarına düştüğü notta bu çeşme için "Dilimli iki çıkıntı
('. ..
·;;,:.......
·-
..!.< '-" -iı _;.,.
üzerine irtikaz edenorta kısmında her biri dörder
0 ... ı
\.- o
y..
satırdan mürekkep üçer parçalıve 12 satır güzel celi
bir hat ile mahkuk tarih kitabesininaltında armudi kavisli musluk taşı olup kenarı sedirli ve önünde
İbrahim Paşa Hamamı arkasındak iGürcü Mehmed Paşa çeşmesi kitabesi (Encümen arşivinden)
1944'te İbrahim Paşa Hamamı arkasındaki Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi (Encümen arşivinden)
kırık bir de yalak vardır. Çeşmenin mimarisi zarif ve sanatkarane olup İstanbul'da birinci peryota ait tarihive mimari eserlerdendir" diyordu. Aynı dosyada kitabesine de- yer veri mişti:
Yamaklar Mescidi
Arkamızda Keçeciler Tekkesi'ni bırakıp Keçeciler Caddesi'nde ilerliyoruz, sola dönen ilk sokakta, Yamak Sokağı'ndayız, bu sokakta Yamaklar Mescidi vardı.
Si ivrikapı'daki Mimar Acem Tekkesi'nin üçüncü şeyhi Ceybi İsmail Dedeefendi'nin (ö. 1679-70, H. 1090) babası Yamak Mehmed Efendi'nin yaptırdığı mescittir (174:425): "Yamaklar Mescidi,10 numaralı evin bahçesi içinde kalmıştır."
MUHA•lll
CEMALEOOIN SERVER REVNAKO L.U
f, ••._,. 8,ul f•r4\ıl "'1J• •• IC.1't6hl.,.. U.-.ftf
o.... ,,,.10
,_ _ ,_
t.t . M•..,ı ... l
,l,,4,9..
1944'te İbrahim Paşa Hamamı arkasındaki Gürcü Mehrıed Paşa Çeşmesi (Encümen arşivinden)
Revnakoğlu'nun kartı (217:4)
Yine Keçeciler Caddesi'nde ilerliyoruz, sağda 64 numaralı arsa önünde duruyoruz. Şimdi ihya
edilmekte olan Keçeciler Tekkesi (Şeyh Mahmud Bedreddın Tekkesi,Şeyh Edib Efendi Tekkesi) önı.indeyız. (Hırka-i şerif Mahallesi, 2086 ada. 52 parsel)
Merkezi Kasımpaşa'da bulunan Uşşakllik'in ikinci p risayılan Cemaleddin Uşşaki"nin halifelerinden Mahmud Bedreddin, eski tarife göre Akşemseddin Mahallesi'nde, Keçeciler'de Kırkodalar yakınında bulunan Hurrem Çavuş Camii çevresindeki bu arsa üzerine bir vakfiye tanzim ederek tekkeyi müştemilatlıbir hate getirdi.
Revnakoğlu, Muhyiddin Efendi'nin tomarından bu tekkeye dair vakfiye özetine yer verir (263:208):
Eski Akşemseddin, yeni Karabaş-ı Veli Mahallesi'nde, Keçeciler'de Kırkoda lar kurbünde Hurrem Çavuş Camii çevresinde terbian 1350 zira arsa üzerine bina olunan Şeyh Mahmud Bedreddin b. Hasan Efendi zaviyeyi vakfedip şöy le şart eylemiş ki "Hayatta oldukça kendisi şeyh ve mütevelli ola; irtihalinde tevliyet ve meşihat evlad-ı evlad-ı evladının batnen ba'de-batn sulbüne meş ruta ola ba'dehüm Kasımpaşa'da Kutbu'l-arifin Hüsameddin Uşşaki hulefa sından aslah olan bir kimesne mütevelli ve şeyh ola:·
Dergah Uşşakiyye-i Cemaliy ye'dendir. Vakfiyesi 1179 tari hinde tanzim olunmuş, 1284 tarihinde de Evkaf'a kaydolun muştur. Yevmiye bir buçuk kıy- _, ye lahm-i ganemin maliye def terinde kaydı Keçeciler'de Edib Efendi Tekkesi namınadır. Fi'l
asl yevm -i mahsus pazar iken salı gününe tahvil olun muştur.
Revnakoğlu, tekkenin vaziyetinden kendi dönemi için "Dergah-ı şerif büyük bir yangında yanm ış, sonraları Edirneli Şeyh Mehmed Sıdkı Efendi tarafından bugünkü muntazam şekli ile yaptırılmıştır.Tevhid hanesişimdi Yıkıktır" şeklinde bahseder.
Tekkenin cadde tarafındaki büyük cümle kapısının yanındaki türbe (yıkılmadan önce)
Mahmud Bedreddin'den önce tekkede posta sırasıyla Şeyh İbrahim Uşşaki,Şeyh Süleyman el-Uşşak ve Şeyh Abdurrahman Uşşak oturdu. Bu şeyhlerden ilki uzun müddet bu dergahın şeyhliğinde bulunduktan sonra 1185 Saferinde yaşlı bir yaşta göçmüş, ikincisi beş altı yıl kadar bulunduktan sonra 1191Ramaza nında vefat etmişti. Sonuncusu postta ancak bir yılbulunabildi,1192'de vefat etti. Bu üçü tekkenin bahçesine defnedilmişti (263:163-65):
Tekkenintürbesi içi (yıkılmadan önce)
Şeyh İbrahim Uşşaki, Uşşfıki şeyhleri içinde bü yük rağbet ve ihtira m görmüş, hakkıyla mürşid-i kamil tanınmış bir insandı. Uzun müddet bu dergahın şeyhliğinde bul unduktan sonra ll85 Saferinde yaşlı bir yaşta göçmüş, tekkesinin bah çesine gömülmüştür. Mistarlı beyaz mermer ta şında sülüs ile yazılmış kitabesi ve başında bü yük Uşşaki tacı vardır: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki
- Tarikat-ı aliyye-i Uşşakiyye'den rehber-i salikin, mürşid-i kamilin merhum ve magfür el-muh tac ila rahmeti rabbihi'l-gafür eş-Şeyh İbrahim Efendi ruhuna fatiha, Safer 1185"
Şeyh Süleyman el-Uşşaki, beş altı yıl kadar bulunduktan sonra ll91 Ra mazanında göçtü. Tekkenin bahçesinde yatıyor. Başında Uşşaki tac-ı şerifi görüyoruz. Yeşile boyanmış, mistarsız beyaz mermer şahidesinde şu kita be okunuyor, sülüs ile yazılmıştır: "Hüve'l-Baki - Tarikat-ı aliyye-i Uşşakiy ye'den rehber-i salikin merhum ve magfCır eş-Şeyh Süleyman Efendi rCıhıyı çun el-fatiha, Ramazan 1191"
Şeyh Abdurrahman Uşşaki, bir sene kadar bulundu, 1192 Hicret yılında göç tü. Tekkenin bahçesinde gömülüdür. Başında asabesi uzunca, destan mücev veze, büyük Halveti tacı var. Mistarlı beyaz şahide üzerinde sülüs ile: "Hü ve'l-Hallaku'l-Baki - Mürşid-i salikin, rehber-i aşıkin merhum ve magför eş-Şeyh Abdurrahman Efendi ruhuna fatiha, 1192"
Tekkenin şeyhliğine bundan sonra Mahmud Bedreddin Efendi getirildi. Tekke ikinci defa yıkılmadan önce 1782-83 (H. 1197) tarihinde vefat eden Bedreddin,tekkenin cadde tarafındaki büyük cümle kapısınınyanındakitürbeniniçinde yatıyordu (263:165-66):
Şeyh Mahmud Bedreddin Uşşili (b. Hasan), Edirneli Pir-i simi Cemaleddin Uşşaki'nin halifelerindendir. Onun damadı bulunan ve Uşşakilerce üçüncü pir sayılan Balıkesirli Salahi-i Uşşaki ile pirdaş olduklarından onun da bir müddet sohbetlerinde kalmıştır."Bedri" mahla slı nutukları ile bastırılmamış
divançesi kütüphanemizdedir. Tekkesinde talipleri ile irşat ile meşgul iken 1197 Hicret yılında göçmüştür.Tekkenin bahçesine giren cad4e tarafında bü yük cümle kapısının yanındaki ahşap türbenin içinde yatıyor.Üç sandukanın ortada en büyüğü kendisine aittir.Vefatında şu tarih söylenilmiştir:
Hu
Peyrev-i isr-i kiram şeyh-i tekdpuy-ı enam Ya'ni Mahmud Efendi-i mehamid-alUd Hazret-i Şeyh Cemaliden olup müstahlef
Erdi ser-menzil-i maksuda edip malıv-i vücUd... Rıh/etindegelip üçlerle dedi elıl-i kulub Cevlıereyn-i beyt ile tarihi olsun ma'dud
Sırrını eyleye takdis onun Rabb-i rauf
Ruh-ı paki ola şayan-ı makam-ı mahmud, 1197
"Bedri" mahlaslı Şeyh Mahmud Bedreddin'in Revnakoğlu dosya larındaki divanından (263:192)
l ,,....,.,
'" J .>.> .> • c..J.,,
_.,;.:_:,.> :ı,
..;...• U"''•J • ..Jl
ı"
- -- J ..v"
-
u
-
"Bedri" mahlaslı Şeyh Mahmud Bedreddin'in Revnakoğlu dosyalarındaki divanının bir başka nüshası (263:428)
Tlirbede baş ucu tarafındaki duvarda asılı, yeşile boyalı, beyaz çerçeveli uzun tahta levhada çok güzel bir sülüs celisi ile vücuda getirilmiş şu yazı okunmak taydı: "Arif billah, vasıl ilaUah eş-Şeyh Mahmud Bedreddin el-Uşşaki kuddise sırruhu'J-aziz"
Siyakat yazısı uzmanı Hattat Karagümrüklü Hafız Salahaddin Bey merhu mun söylediğine göre, bu kıymetli yazı, tekkenin mensuplarından İsmail Zü hdü Efendi'ye yazdırılmışttr.
Şeyh Mahmud Bedreddin'in annesi Ayşe Hatun'a mezarı münasebetiyle temas eden Revnakoğlu şunları kaydeder (263:172):
Oğlundan altı yıl önce 1191 senesi Ramaza n-ı şerifinde göçmüş, tekkenin bahçesine, tevrudhanenin arkasına gömülmüştür. Ayna sında Uşşaki tacının asabesi vardır. Molozlar ve pislikler arasından çıkarttığım sülüs kitabeli, mis tarlı, birazcık süslüce baş taşında şunlar okunuyor: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki - Tarikat-ı aliyye-i Uşşaki'den eş-Şeyh Mahmud Bedreddin Efendi'nin valide-i müşfikal::ırı ümmü'l-fukara ve'l-mesakin merhume ve magfürun leha Ayşe Hatun ruhıyıçun rızaen lillahi el-fatiha, Ramazan 1191"
Revnakoğlu, Mahmud Bedreddin'in iki halifesini zikreder: İlki Bursa'da şeyh olan
Zuhuri Efendi,diğeri kendisinden sonra Keçeciler Tekkesi'nde posta oturacak olan Mehmed Edib Efendi (263:168):
Şeyh Zuhuri Efendi: Bursa'da Mahkeme Camii çevresinde Hoca Muslihud din Efendi Mahallesi'ndeki zaviyesinde saliklerini irşat ile meşgu ldü. H.1172 tarihinde göçtü. Medfun bulunduğu yer sonradan mektep bahçesine karıştı ğından belirsiz hale geldi.
Şeyh Mehm ed Edib el-Uşşaki: Bu da Bedreddin Uşşaki'nin halifelerindendir. Onun vefatından sonra tekkeye postnişin oldu. Uzun zaman şeyhlik ettiği için tekkeye isim bırakmıştır. Zamanında tekkenin mukabele günü pazardı. Yirmi yıldan fazla bu vazifede bul unup pek çok insan yetiştirdikten sonra H.1220 senesinin Ra mazanında göçtü. Tekkenin bahçesinde yatıyor. Başında büyük Uşşak! tacı görüyoruz. Taşı mistarlı beyaz, kitabesi sülüs iledir: "Hü ve'l-Bak1 - tarik-i Uşşaki'den merhum ve magfür el-muhtac ila rahmeti rab bihi' l-gaflır Şeyh Mehmed Edib Efend i .ruhıyıçun el-fatiha, Ramazan 1220"
Ardından posta oturan şeyhleri Revnakoğlu'ndan takip ediyoruz (263:169):
Şeyh Mahmud Efendi: Saraç ustası olduğundan "Saraç Şeyh" derler. H.1252'de göçtü. Tekkenin bahçesinde yatmaktadır. Başında destarlı imame vardır. Eski tarz sülüs kitabenin yazıları kısmen dökülmüş ve erimiştir. Çapraz mistarlı taşında şunlar yazılı: "Hüve'l-Baki - Cennet-mekan, fırdevs-aşiyan merhum ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafür Uşşaki şeyhi Saraç Mahmud Efendi'nin ruhıyıçun rızaen lillahi el-fatiha, 1252"
Şeyh Hafız Salih Efendi: Saraç Şeyh'in oğlu ve ca-nişinidir. H.1261 yılında göçtü.
Şeyh Meh med Sıdkı Efendi: Edirnelidir. Kasımpaşa'da pir makamında post nişin iken buraya gelmiş, tekkenin yeri ni boş arsa olarak almış, bugünkü mü-
Keçeciler Tekkesi
- Şeyh Mahmud Bedreddin
Tek kesi'nde şimdi yerinde bulunmayan İsmail Zühdü'ye ait hat levhası
kemmel binayı ve türbeyi yaptırmıştr. Uzun müddet irşat postunda feyizli hizmetlerde bulunduktan sonra 1273 senesi 27 Rebiülevvelinde göçmüştür. Pirinin ayak ucunda sırlıdır.
M fı-Hasal-ı Ömrüm'de deniliyor ki "Şeyh-i müşarünileyh Mehmed Sıdkı Efendi hazretleri bu tekkeyi arsa olduğu halde bir kassam katibinin kasr-ı yedinden alıp müceddeden bina ederek ayin-i zikrullah icrasıyla meşgul iken dört beş ay sonra irtihal edip buradan Kasımpaşa'ya, hankahta cenab-ı piri nin hak-i pak-i kademi ucuna saklamışlardır (s.414)
Şeyh Mehmed Said el-Uşşaki Efendi:Edirneli Şeyh Mehmed Sıdkı Efendi'nin oğlu ve halifesidir. Mô.-Hasal-ı Ömrüm'de yaztldığına göre "Aslah-ı suleha dan, ulemadan, gayetle mahviyetli, fahsıyetli, isr-i pirana salik bir ehlullahza dedir:' Babasından sonra 1274 Rebiülahi rinin 13. günü göçtü, türbede yatıyor. Tekkenin türbe-i şerifesi içinde soldan birinci sanduka ona aittir. Baş ucun daki talik yazı ile yazılmış levhada hazretin yalnız ismini buluyoruz: "Ya Haz ret-i Şeyh Mehmed Said el-Uşşaki kuddise mruhu's-sami, 1274"
Sonradan H.1333 yılında vefat eden Tütüncü Muhacir Hafız Şeyh İsmail Efen di vasiyeti mucebince bu Said el-Uşşaki'nin sandukası altına konulmuştur.
Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi: Edirneli Süleyman Efendi'nin oğludur. İp çizadeler ailesindendi, saraçlık ederdi. Önce Sa'diyye tarikatına girmiş, Ftn dıkzade Tekkesi'nde sülükunu bitirmiş ve o dergahın çok eski ve yaşlı halife lerinden, halifetü'l-halk sayılan ve "Zağracıbaşı" denilen Şeyh Mehmed Basri Efendi'den hilafet almıştır. Çok sonralan Eyüp Şah Sultan Tekkesi postnişini Necati Efendi kendisine teberrüken Uşşaki tacı giydirdi ve posta çekti. Tek kenin şeyhliği kendisine Şeyh Said Efendi'nin mahlülünden verilm işti: 8 Ce maziyelevvel 1276.
Kadirihane şeyhi Ahmed Muhyiddin Efendi notlarında şunu ilave ediyor: "Necati Efendi hem tac giydirmiş, giydirirken de tembih eylemiştir ki "Sonra bir erbabını bulup tekrar bu tan giyeceksin! Bu şartla giydiriyorum:·Fakat hala giydiği, giyeceği o taçtır.
Yine bu notların içinde deniliyor ki: "Kendisi saraç esnafından bulunup Şey hülislam Arif Hikmet Bey merhumun azadelilerinden birinin zevci bulun makla onun iltizamıyla mahlülünd en verilmiştir. Bilahare Edirnevi Şeyh Mehmed Efendi huJefüsından ve Maliye muhasebe memurlarından Meh med Emin Efendi namında bir zattan usulen hilafet ve icazet aldığı mervi olmuş tur, fakat zamanımızda bizzat ve aynen müşahede eden olmamıştır. Kendi halifesi Hafız İsmail Efendi'ye de vermiş iken Uşşaki şeyhi Cemaleddin Efen di, Hasan Hilmi Efendi'nin vefatında tekkeyi Filibeli İsmail Rumi Efendi'ye verdirip diğer Hafız İsmail nezdinde bulunan icazeyi alıp telef eylemiştir:'
Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi, H.1300 senesinde hacc-ı şeriften dönüşte bir
ay kadar sonra Safer ayı içinde göçtü ve bahçede, türbenin arkasına sırlandı.
Kendisine "dede" denilmesinden hoşlandığı için mezar taşı da·isteğine uygun sade yaptırıldı ve üzerine "şeyh" yerine "dede" yazdırıldı. Kalın kara taştan olan baş şahidesi mistarlıdır. Başında uzunca asabeli, cüneydi destarlı Uşşakt tac-ı şerifi görülür. Eski bir sülüs ile şu kısa yazı yazılmış:"Merhum ve magfür İpçizade Uşşaki Hasan Dede rühıyıçun el-fatiha, Safer 1300"
Şeyh Hacı Hafız İsmail Rumi Efendi: Filibelidir. Şeyh Hafız Mehmed Salih Efendi'nin oğluydu. Uşşaki Asitanesi şeyhi Cemaleddin Efendi'den istihlaf olunmuştu. Keçeciler Tekkesi çevresindeki Hırka-i şerif Tekkesi son şeyhi Hayrullah Bey merhumun halifelerinden Bursalı Şeyh Abdülcelil Efendi'nin Muharrem 1314 tarihli icazetnamesinde Şeyh İsmail Rumi Efendi'yi icazet nameyi tasdik edenler arasında görüyoruz.
Otakçılar'da Maktul Mustafa Paşa Tekkesi'nin karşısında, şimdi arsası ka lan Sa'di ve Vşşaki tekkesi nin şeyhliği de bir zamanlar kendisin in üzerinde bulunuyordu.
Edepli, terbiyeli, pek halim, sakin, haya sahibi, mahcup bir zattı. 30 Zilhicce 1316 perşembe günü göçtü. Namazı Fatfü Cami'-i şerifinde kılındıktan sonra tekkesinin bahçesine gömüldü. Mezarı orta yerde ve servi dibindedir.
Kadirihane şeyhinin notlarında: "Abdal-m izac bir adamdır. 1308 Zilkadesin de hafazanallah tecennün eyledi, gah hiffet gah şiddet ederdi" deniliyor.
Yeşile boyalı, mistarlı kalınca baş şahidesi, sülüs yazılı kitabesi ve başında ki büyük Uşşaki tac-ı şerifi göz alıyor: Hüve'l-Hayyü'l-Baki - Kutbu'l-arifin eş-Şeyh Mahmud Bedreddi n Efendi kuddise sırruhu Dergah-ı şerifinin sec cade-nişini eş-Şeyh Hafız İsmail Rumi b. eş-Şeyh Hafız Salih Efendi ervah-ı şerifesiyiçün el-fatiha, 3 Zilhicce 1316, yevm-i pençşenbe"
Şeyh Hafız İsmail Efendi-i Sani: Silistrelidir. "Tütüncü';''Muhacir" isimleriyle bilinir. Şeyh Hacı Hasan Hilmi Efendi'ye uzun zaman hizmeti ve ondan hila feti varken Kasımpaşa'da pir evi postnişini Şeyh Cemaleddin Efendi'den de kendisine ayrıca icazetname verilmiştir. Kadirihane şeyhi Ahmed Muhyiddin Efendi notlarında bu bahse temas ederek "Şeyh Cemal Efendi fuzuli ve adeta cebri surette Hafız İsmail'i kendiye halife edip o dahi pirinin makamında bu lunduğuna nazaran muvafakat eylemiş ve bunu vecibe bilmiştir" demektedir. Yine Kadirihane şeyhinin yazdığına göre kendisi müstakimü'l-inkıyad, itimat ve ittikast ziyade, fukara ve sulehadan vacibü't-tevkir bir kimseymiş.
1317 Muharremi nde tekkenin şeyhliğine gönderilmişti. 1333 yılında göçerek türbede Şeyh Mehmed Said el-Uşşaki'nin sandukasının içine su-landı.
Hafız İsmail Efendi hayatı zaruret içinde geçen, fakir lakin gönlü gani, fev kalade sehl bir zat olduğundan çarşıdan S1f tında zembil ile getirdiği erzaktan
Tekkenin 2019'da yeniden yapılırken
arsasının vaziyeti
fukaraya lokma çıkarırdı, sof rada bizzat hizmet ederdi. Mu harremde gayet bol aş yapardı. Çamaşır leğeni büyüklüğünde ki karavana, üç dört kişi ile ge tirilip somatın üzerine bırakıl·
<lığı zaman altındaki iskemleler gıcırdar, kaşı klar gidip geldikçe somatın alt tahtası çatır çatır öterdi. Kendisi de sofranın ba şında bulunur: "Bunlar bitecek ha! Bitireceğiz lokmaları haydi evlatlarım, haydi erenlerim gö reyim sizi!" diye daima teşvik eder, güler yüzle, tatlı dille her birerlerini ayrı ayrı memnun et mek isterdi. Ramazan-ı şerifler·
de yine kendi kesesinden iftarlar yapar ve somatın üzeri ni kendi eliyle ha zırladığı çeşit çeşit reçellerle donatırdı. Tam bir sene özenerek yaptığı bu reçellerin içinde karpuz reçeli, kavun reçeli, üzüm reçeli gibi duyulmamış ve görülmemiş olanlar bile bulunurdu.
Şeyh Hacı Mustafa Efendi:"Kayserili Mustafa Efendi" derler. Fatih dersiam larındandı. Aksaray'da Şekerci Sokağı'ndaki Uşşaki tekkesi şeyhi Fahreddin Him meti Efendi'nin halifesidir. Kasımpaşa pir evi postnişini Burdurlu Mus tafa Safi Efendi tarafından inhası yapılarak bu tekkenin şeyhliğine gönderil diyse de kendisinin pir evinden müstahlef bulunmamış olması şart-ı vakfa uygun görül med iğinden cihet üzerinden alındı.
Şeyh Hacı Mehmed İzzet Efendi (izzet Safiyyullah Çayırlı): Aslında Batumlu olan Selim Efendi'nin oğludur. H.1285 tarihinde orada doğdu. Sonradan ai lesi büyükleriyle Bursa'ya gelip İnegöl kazasının Hoca Köyü'nde yerleştikleri için "İnegöllü İzzet Efendi" diye tanınmış, oldu. Bu köyün mektep ve med reselerinde ilk tahsilini yaptıktan sonra on beş yaşında iken 1300 tarihinde yine tahsil için İstanbul'a geldi, zamanın birinci sınıf ulemasından tanınmış bulunan Burdurlu Mustafa Safi Efendi'nin derslerine devam etti, ondan ica zet aldı; sonra da onun tarikatına girip yine ondan Vşşaki hilafetnamesi aldı. Tahsilde bulunduğu Hoca Köyü'nde medrese ve tekke yaptırıp orada ders okuttu, isteyenlere tarikat verdi. İnegöl kazasında müderrislik ediyor, bir yandan Bilecik vilayetinin meclis idare azalığını yapıyor, daimi encümende de vazife görüyordu. Sonraları köyünde inzivaya çekilmek arzusuna düşerek hepsinden istifa etti; dersleri, talebesi, tekeksi ve dervişleri nden başka bir şey ile uğraşmadı.
Kadirihane şeyhinin notlarından öğrendiği mize göre "Bilecik'te meclis içtima hali nde iken şeyhinin vefatı haberi gelir gelmez he men meclisi terk edip İstanbul'a hareket etmiş ve cenazesine yetişerek şeyhini kendi eliyle gasletmiştir:· Kendisi 12 Rebiülevvel 1359 ta rihinde göçmüş ve ertesi kandil gecesi de kab re girmiştir. Bursa Yenişehir müftüsü Hoca Kamil Efendi merhum kendi halifelerindendir.
Şeyh Hacı Hafız Mehmed Hazmi Tura (Arap girli): Meşayihin fuzaJa ve ulemasından, ule manın meşayihinden olan bu güzide zat, eski medaris-i taliye müderrisleri nden ve Beyazıt dersiamlarındandır; şair ve ediptir. ilk feyzi Erzuruml u merhum Kolağası Ali Rıza Efen di'dendir. Bidayet-i tahsilini Arapgir'de ve Er zurum'da yapmış, İstanbul'da tamamlamıştı. Kası mpaşa pir evinin son postnişini Mustafa Safi Efendi'nin hem damadı ve halifesidir. Eski Uşşakilerin söylediklerine göre seyr ü süluku tamam değildir, kayınpederi tarafından yal nız fatihaya idareten mezun edilmiştir. Murat Molla Kütüphanesi müdürlüğünde uzun za man lfa-yı hizmet eyledikten sonra Süleyma niye Kütüphanesi müdürlüğüne geçmişti. Bu rada da bir hayli müddet kaldıktan sonra 1947 Temmuzu sonlarında emekliye ayrıldı. İlmiye nin de meşayihin de vücuduyla iftihar edece ği bir insandır. Ristıle-i Cihiıdiyye'si Ceride-i Sufiyye'de forma forma intişar etmiştir. Re cep Vahyi'ye nazire olan "Görmüşüz" redifli gazeli de bu ceridenin içindedi r. M ir'tıt-ı İs tanbul'un Uşşakller'e ait kısmındaki yanlışları tashih ve tahşiye etmiştir ki bu nüsha umumi kütüphanededir. Fatih'teki Sahn Medresesi'n de, Süleymaniye'de ve Mütehassısin'de Farsi ve M aktımtıt-ı Hariri okutmuştur. Muhatap olarak huzur derslerinde de bulunmuştu.
Hazmi Tura (263:544)
Hurrem Çavuş Camii
Keçeciler Tel<kesi'ni geçince biraz ileride yol üzerinde Hurrem Çavuş Camii'ni görüyoruz. (Hırka-i şerif Mahallesi, 3007 ada, 161parsel)
Hurrem"Çavuş' un
mezarı
Sinan'ın mahale mescitlerindendir.Hakikatte şehir bu mescitlerde içine gömüldüğü ruhaniyeti bulurdu. Diniistikametleri,hafızalarında hep kalacak olan ilk şahsiyetleri, tecvide alışan lisanı,lisanının ahengi,hane ve mabet arasında gidipgelen yaşlıları, cuma vaazlarında duya duya kalbine sinen menakıpları, hayat, cennet, cehennem telakkilerini,hasılı onu şekil endiren her türlü halleri çok defa Sinan'ın bu mahalle mescitlerinde bulurdu. Bu buluş, arayışın neticesi değil,tabi bir oluştu. Fatih'in bu cihetinde Mihrimah Sultan Camiive BaliPaşa CamiidışındakiSinan eserleri,bizzat kendi namına yaptığı Mimar Sinan Camii ile şimdi bahsine geçeceğimiz Hurrem Çavuş Camii bu mahale mescitlerindendir.
Uzun boylu, zayıf vücutlu, gür bıyık ve sakallı,kalın kara kaşlı, kara gözlü, buğday benizli, güler yüzlü Sinan, Fatih'indaha ziyade bu taraflarında ikamet etmişti. İlk sanat yıllarında Aksaray' da Horhor Çeşmesi civarında, uzun bir müddet de Kadıçeşmesi'nde oturdu, daha sonra Süleymaniye'ye taşınmış ve orada vefatına kadar kalmıştı.
Hurrem Çavuş Camii'nin bulunduğu bölge, içine bugünkü Vatan Caddesi'ni de alarak Edirnekapı - Molla Fenari İsa Cami'ne kadar uzanan hattın Mihrimah Sultan, Kara gümrük, Hırka-i şerif ve Akde niz Caddesi taraflar ından biraz içeri uzanan kısımlarıdır.
Geçen asrın ortalarına kadar bostanlar olan bu muhitin adının Yen ibahçe olduğunu şimdi sadece yaşlılar bitiyor.
Hurrem Çavuş, Kanuni'nin divan çavuşlarındandı r. Caminin inşasından ikiyılönce vefat eden Hurrem Çavuş'un haziredeki mezar taşında 1570'te vefatını ifade eden "İşitip Hurrem çavuş fevtin dedim tarihini - Ruhunu şad eylesin bunun Alm, sene 968" yazar.Dış kapı üzerinde inşa ve tamir tarihlerini içeren hatlar 1982'de tamamlanan onarımlar sırasında yok edilmiştir. Yok olan kitabede: "Himmet-i tam ile Hurrem Çavuş - Bu dua mevziinetti isbat - Rahmetullaha olup müstagrak - Ola mesken ona ale'd-derecat - sat-i itmama Hat b-i samT - Dedi tarihini "beytü's-salavat" 970 yaz ıyordu.
Koca Ragıp Kütüphanesi'nin karşıistikametinde yapıla n Harik zedegan Apartmanları'nın arka tarafında bir zamanlar bulunan Çukurçeşme Hamamı'nın üst tarafındaki Hakim Çelebi Tekkesi'nin baba-oğul iki Nakşişeyhi,Şeyh Abdurrahman Efendi (Şeyhzade) (Ö.1162) ve oğlu Şeyh Mehmed Emin Efendi (Ö.1167), Hurrem Çavuş
Camii haziresinde gömülüdür. Her ikisi de Ayasofya Camii kürsü şeyh iliğinde bulundu lar.Şeyhzade Şeyh Abdurrahman Efendi'nin diğer oğlu Abdurrahman Efendi (Küçük) ise Eyüp Taşlıburun Tekkesi'nin şeyhiydi.Şeyh Abdurrahman Efendi (Şeyhzade)'nin "Çelebi Şeyh" denilen babası Hasan Dede de burada medfundur.
Keçeciler Hamamı
l<eçeciler Caddesi'nden az ileride sola dönen ilk sokaktayız, Keçeci Çeşmesi Sokağı'ndayız.
Keçeci Çeşmesi Sokağı'na girince sağda l<eçeciler Hamamı'nın boş arsası ve duvar ka ıntıarınıgörürüz. (Mimar Sinan Mahallesi, 2092 parsel, 37 ada)
"Yekta Hamamı" da deni en bu yapı hakkında Revnakoğlu'nda şu kısa bilgi yer alır (174:340): "Keçeciler Hamamı:Hurrem Çavuş Cami'-i şerifinin ilerisindeki ilk sokağın içindeydi,Kırkçeşme'nin karşısına düşüyordu. Hem erkek hem kadınlar içindi."Yekta Hamamı" da denilirdi." Bir diğer notunda burası için(174:361) "Keçeciler Hamamı, Sultan Beyazıt evkafındandır.H.1260'tan beri enkaz haline gelmiştir,yeri boş arsadır" der.
Karagümrük'te yeri belirlenemeyen Hayreddin Paşa Hamamı vardı (174:341): "Eski kayıtlarda yeri Karagümrük - Der-kurb-i Gümrükhane diye gösterilmektedir. Paşa nın oğlu Hasan Bey yaptırmış,fakat babasının ismini almıştır. Esasında Hayreddin Paşazade Hamamı'dır,Sinan yapısıdır."
Keçeciler Hamamı kalıntısı (Belediye arşivinden)
Debdebesiz şöhretlerden Keman Recep (Recep Taşdur) bu muhitte vücut bulmuştu.
Odeon ve Columbia plaklarına alınan çifte kirişle rast, hicaz, garip hicaz, hüzzam taksimleriyle hata dinlenen bu eski zaman
adamı hakkında yegane yazı Revnakoğlu'nundur. Revnakoğlu, Zaman-Sabah Postası'nın 25 Şubat 1950 tarihlinüshasında dostu KemaniRecep' in vefatı üzerine aşağıdaki yazıyı neşretti:
Bazı insanlar ve şahsiyetler vardtr ki onların yalnız isimleri yahut bıraktığı izler ve eserler kendileri için birer fikir vermeye kafidir. İşte geçenlerde dünya gözüyle ıaten göremediği dünyasından öbür aleme birdenbire ve pek de mahremce göçüveren Kemani Recep bu nevi müstesna değerlerden biriyd.i.
Sanat ve kıymet derecesi ni takdirden daima ve son derece aciz olduğum bu kasırga yaylı adamı dinlerken Cenap'ı hatırladım. O derdi ki "Küheylan olabil mek için küheyla n tayı doğmak şarttır:' Evet mutlaka inanma k ve kabul etmek lazımdır ki bu hakikaten
böyledir. Artist mektepten değil, hilkatten ve ezelden yetişir. Bundan dolayıdır ki sanatkar yaratılamayan sanatkar olamaz. Vücudunwı hamuru daha hilkat tezgahında yoğrulurken içine sanat mayası katılmadıysa sonradan onu akademi maması ile beslemeye çalışmak boşu na emektir, zira asıl olan istidattır. O
isterse konservatuara muhtaç olmadan kahve ocağından da yetişi r, yalnız bu cevherin usta bir kuyumcu eline düşmesi şarttır ki k ısır ve
bodur kalmasın, yoksa istidatsız artist veren
bir konservatuar yeryüzünde kurulmam ıştır ve kurulamaz.
işte bu şekilde kendi kendi nin üstat ve şakirdi olan Ama Recep, üzerinde hiçbir hocanın ilim ve tal im hakkı bulunmayan, hiçbir ustanın
emeği geçmeyen böyle eıeU bir konservatuara mensup bulunuyordu . Bileğindeki pırlanta yayın altın diploması ona fıtrat fakültesinden verilmiş, parmaklarından ve teUerinden dökülen sanat badesi ise kudret sakisinin elinden sunulmuştu. Bunun için ben ona "sanatkar" diyemeyeceğim, harikadardır.
Zaten şu acıklı ve dokunaklı vesile ile ilave etmeliyim k i şurada burada bilhassa son zamanlarda pek lüzumsuz ve haksız yere israf ve ibzal edilmekten gerçek manasını, medlulünü çoktan kaybetmiş bulunan, hatta barlarda bayat baldır kiralayanlara bile çok
defa cömertçe kullanılan bu etiketi Recep gibi kudret ve imtiyazına inandığım hakiki kıymet sahipleri hakkında kullanamam.
Kırk seneden fazla bir zamandan beri İstanbul. Recep'i dinliyor ve seviyordu hem de aı-tan bi r meclubiyetle. Recep bunu görür gibi duyduğu ve bildiği için çalarken daima kendinden geçerdi. Kemanda bilmediğimiz sesler çıkarır, bir perde üzerinde yirmi otuz makam dolaşır, arkadaşlarının da söylediği gibi mesela bir hicazda elli altı makam yapar, sesleri ısındı ra ısındıra tekrar hicaza dönerdi. Hele o başını kemana dayayıp cezbeli dervişler gibi vurup vurup kaldırarak teUJer üzerinde bir bora hışmıyla dolaşması, elinde harp eder gibi
kullandığı yayı ile gön üllere pırlanta sesler ve nağmeler serperken onu n bu görülmeye değer hali bir sanat ve maharet tezahürü olmaktan çıkar vecd ü istiğrak içinde yapıJan sanki bir ibadet halini alırdı. Necati Tokyay, Kemani Haydar (büyük) gibi piyasanın üstünde dolaşan, sazını yenmiş şöhretler bile sık sık onu ziyarete ve dinlemeye gelirlerdi. Recep'in yayı insanı coşturur ve ağlatırdı da.
Askeri Müze'nin eski mehter teşkilatında uzun müddet çalışm ış, Kavuklu Ali Bey merhumun orta oyunlarında son günlere kadar zurnasıyla bütün taklitleri idare etmiş, merhum bestekar Kazım Bey'den de yıllarca musiki terbiyesi görmek suretiyle bu işleri gayet iyi kavramış bulunan eski dostum Zurnazen Sami Kokşa diyor ki
-
Doğduk, büyüdük, bu işin içindeyiz, Recep gibi keman görmedik. Dünya yüzüne gelmez böylesi! Radyoda çalanların çoğunu çelik
gibi telin üstünde oynatırdı. Ne yapsın ki görmüyordu. Bayan okuyucular yanlarında götürmezlerdi biçareyi. Onurlarına dokunurmuş!Nasıl bir adamdı? Biz de hayret ederdik. Her sabah pencereyi açar, sabah salalarını dinler, hemen kemanı alırdı,
kendisi ne yarenLi k olsun diye mahsus burgusu, ipi, sapı hatta üstünde tamam teli olmayan bir keman bulur getirirdik. Arkadaşlara sorardık: "Çalınır mı?" "Çalınmaz!'' Recep o tahta parçasını eline aldı mı bülbül ederdi. Duygusu ve çalışı AJ!ah vergisi idi, başka şey değil.
Necati sık sık ziyaretine gelir, "Bana Tokyay diyorlar, ama kemanın kralı sensin. Bu sesleri nereden çıkarıyorsun? Recep, deli olacağım geliyor!" diye kafasını yere vururdu.
Recep'in kemana nasıl başladığını öğrendiğimiz zaman görüyoruz ki o hakikaten müstesna yaratılmıştır. Allah el i ni n özenerek yetiştirdiği bir insandır.
Ama Recep (Kemani Recep)
1907-08 sıralarında, yani 1902 doğumlu olduğuna göre 5-6 yaşlarında bir çocuk iken evvela çığırtma ile işe başlamış, fakat o sırada ablası Nazlı'ya keman meşkine gelen Ama Andon'u dinledikten sonra çığırtmay1bir tarafa bırakıp
-
Baba demiş, bana keman al, ben keman öğreneceğim.
Ablasından üç ay sonra başladığı halde onu geçmiş ve hatta Andon Usta'n ın tekJ if ve ısrarı ile o gü nden son ra hemşi resinin keman derslerini kencti vermiş: "Bellid ir ziver-i efser olacak cevher- saf"
Ne yazıktır ki bu yetişmez adamın Odeon ve Columbia plaklarına alınan çifte kirişle rast, hicaz, garip hicaz, hüzzam taksimleri ve hafızalarda yaşayan insanlık ve efendilik hatırasından başka bugün elim izde mevcut daha mühim bir eseri yoktur.
Ama Recep (Kemani Recep)
Ruhu ve terbiyesi itiba rıyla dünyanın en efendi insanlarından biriydi. Şöhret ve kudret onu asla şımartmamış, fazla olarak tevazuunu arttırmıştı. Hatta bu yüzden biraz da israf ve istismar edilen Recep Taşdur, utanarak ve içimiz yanarak öğreniyoruz ki kendisini getirip götüren babası İsmail Efendi'nin arkasından
pek kısa bir zaman sonra kandil gecesi ile yılbaşının birleştiği 31 Aralık 1949 cumartesi günü akşamı bu alemden habersizce göç etmiş, Topkapı dışında bir kabrin içine girip saklanmıştu·.
Recep'in yayına vurgun, kendine mahsus eşsiz ve mümtaz saz sanatına da hayran ve takdirkar bir insan olmam itibarıyla vefatını
duyamadığıma, cenazesinde bulunamadığıma yanıyorum. Fakat meslektaşlarından hemen hiçkimsenin iştirak etmediği kırk mevlidinde bulunmuş olduğuma da o kadar çok üzüldüm, zira genç mevlidcilerin ön safında gelen
değerli talebemden Hırka-i şerifli Zekiyyüddin Sesli'nin o fevkalade parlak, yüksek, güzel, emsalsiz sesiyle ve her zamanki aşk ile okuduğu mevlid-i şerifi dinleyenler kırk kişi bile değildik. İhmalin en acısı, bir insanın ölümünden sonra gösterilen alakasızlıktır, ne yazık!
Arkada bıraktığı bakılmaya muhtaç dört küçük çocuğu ile ailesi ve hemşiresi kadar onun sanatına aşık, kudretine hayran olanları da taziyete muhtaç buluyorum.
Keçeci er Caddesi'nden Arpa Emini Köprüsü Sokağı'na dönerken sağdan Türkmen Sokağı'na giriyoruz. Etrafı apartmanlarla çevrilisokağın
ortasındaki alanda Hoca Hayreddin Mescidi vardı.
(Karagumruk Mahallesi.2487 ada. 1 parsel)
Fatih Sultan Mehmed'in hocalarından Cazim b. İsa'nın bugün büsbütün izleri silin miş olan yaptırdığı bu camiinin "Eski Odalar" denilen yed eskiden "Müte'ehhilin Odaları" diye bi inirdi. Bani Cazim Efendi 1546'da vefat etmiş, Aksaray'da Kemal Paşa Camii'nin haziresine gömülmüştür.Hoca Hayreddin Camii'nin bir diğer adı Sıra Odalar Camii'ydi (174:428):
Yenibahçe'ye giderken sağda, Zeynelağa Sokağı'ndan sonra gelen Eski Oda lar, şimdiki Türkmen Sokağı'nın orta yerinde ahşap. küçük bir mescid -i şerif vardı; adı Hoca Hayreddin'dir, mahallesi de vardı, fakat son kadastro teş kilatmda bu mahalle Neslişah'a kalboldu ve cami'-i şerif aynı tarihlerde Evkaf tarafından yıktırıldı. Temellerinden bir kısım taşlar hala görülmektedir, yerle beraberdir.
İstanbul'da "Hoca Hayreddin" adını taşıyan bir başka cami,Fatih'in hocalarından Hoca Hayreddin'in Mesih Mehmet Paşa Camiikarşısında Koyun Baba'da bulunan camisiydi.
Merdivenli Cami
Keçeciler Caddesi'nden Sofalı Çeşme Caddesi'ne geçiyoruz. Biraz ileride bu caddeden Zeynelağa Sokağı'na girerken köşede 20 numaralı apartmanın önünde duruyoruz. Bu binanın olduğu yerde Merdivenli Cami vardı. (Karagümrük Mahallesi,2712 ada, 20 parsel)
Revnakoğlu, MerdivenliCamii'nin diğer adının Muabbir Çelebi Cami olduğunu kay deder ve aşağıdaki bi gileri verir (174:356,427):
Merdivenli Mescit, Sofalı Çeşme Caddesi üzerinde, Keçecipi ri Mahallesi'n de, Zeynelağa Sokağı'nın başındadır. Merdivenle çıkılır taş bi r mescitti. Bir asra yakın bir zamandan beri boş arsa halindedir. Zeynelağa Sokağı'nın Sofalı Çeşme Caddesi'ne bakan köşede geniş yüzlü kesme taştan pek güzel ve sağ lam şekilde örülmüş minarenin şimdi yalnız kürsüsü kal mıştır. Cami'-i şeri fin en son imamlığında bulunan ve Tatlıkuyu'da oturan Arap imam, çevresin de bu isimle şöhret yapm ıştı, mesleğin eskilerindendi. Bir Merdivenli Mescit de Rıza Paşa Yokuşu'ndan çıkarken sağdadır.
Zeynelağa Sokağı'nın başındaki cami'-i şerifin aslen adı Muabbir Çelebi'dir. İ ki asra yakın bir zamandan beri yıkıktır. Zeynelağa civarın maruf kimsele rinden olması münasebetiyle 1290 tarihinde kendi namı bu sokağa verilmiş tir. Zeynel Ağa'nm haremi Hatun, Keçecipiri Cami'-i şerifinin iki şem'lerini vakfetmiştir, halen mihrap önünde durur.
Yanındaki İmam Sokağı'na isim bırakan zat da Keçecipiri Cami'-i şerifinin imamı olan Sahaf Hasan Efendi'dir ki 1282'de istanbul'daki şiddetli kolera da vefat etmiş, yerine Drama dersiamlarından Dervişoğulları'ndan Dramalı Hacı Hafız Mehmed Efendi tayin edilm iş ve 21 sene bu hizmette kaldıktan sonra 27 Şevval 1303 senesinde 48 yaşında göçmüştü. Edirnekapı haricinde Halebi merhumun tarlasında yatmaktadı r, taşı vardı r.
Zeynelağa Sol<ağı'ndan çıkıp tekrar Sofalı Çeşme Caddesi'nde ilerliyoruz, biraz ilerde sağdaki kahvenin önünde, Gül
Dede Sokağı'na dönmeden Yakup Kethüda Çeşmesi'ni görüyoruz. (Hırka-işerif Mahallesi, 1614 ada, 50 parsel)
Eski Helvacı, yeni SofalıÇeşme Caddesi'ndeki büyükçe çeşmenin diğer adı Sofalı Çeşme'dir.Cadde de adını H.993'te (1585-86) yaptırılmış bu çeşmeden alır.Kitabesinde "DüstOr-ı ekrem-i şah a'ni Mesih Paşa - Dünyayı kıldı ihya ol lutf ile revan-bahş - Ya'kOb Kethudası yaptı bu çeşmesarı - Tarih dedi Sa'i"ey ab-ı pak-i can-bahş" yazar (174:427):
Sofalı Çeşme Caddesi'ndeki büyükçe çeşmenin adı "Sofalıçeşme"dir. Üstün de evvelce sofa bulunmasından dolayıdır. Üstü örtülüydü. Yaz geceleri bura da toplanılır, sohbet edilirdi. Bazen de cemaatle namaz kılınırdı, namazgah halindeydi.
Bu çeşme SofalıÇeşme Caddesi'nin üzerinde bulunurken, kahvenin bitişiğine nak ledilmiştir.Revnakoğlu'nun tasvir ettiği üstü sofalıhalinin izleri, Neslişah'ta Kuru Çınar Sokak'ta yine Hicri 993 tarihli, tarih mısraı aynı ve kitabe metni de Sa'i'ye ait olan Ya kup Kethüda Çeşmesi - Çınarlı Çeşme'den tesbit edilebilir.
Yakup Kethüda Çeşmesi (Encümen arşivinden)
.. "
r(;'
'
Yakup Kethüda Çeşmesi taşınmadan önce 1946'da (Encümen arşivinden)
Çınarlı Çeşme - Çınar Çeşme (Karagumruk Mahallesi,2489 parsel, 26 ada)
Şimdi adı Çınarlı Bostan Sokağıolan eski Çınar Çeşmesi Sokağı'ndan Kuru Çınar Soka ğı'na dönüşün kesiştiği yerdedir.Revnakoğlu, peyzajı,vaziyeti hemen hiç değimeyen bu çeşmeye ait notunda (174:362) "Neslişah Mahallesi,Çınar Çeşmesi Caddesi'nde Çınar Çeşmesi H.993, Ressam Ahmed Hamdi Bey merhumun tablolarının birinde aynen tersim olunmuştur.Halen Baki Bey'in evinin önündedir" bilgisine yer verir.
Çınarlı Çeşme - Çınar Çeşmesi
Çeşme, H.993 M.1585-86'da Mesih Paşa'nın kethüdası Yakup Kethüda tara fından yaptırıldı. Kitabesinde şunları okuyoruz:
Düstür-ı a'zam-ı şah a'ni Mesih Paşa Dünyayı kıldı ihya ol lutf ile revan-bahş Ya'kftb Kethüdası yaptı bu çeşme-sarı
Oldu bu ma-i cari dünyaya her zaman bahş Kıldı binasın itmam hayr ile koydu bir niım Tfırilı dedi Sfı 'iey iıb-ıp fık -i ciın-balış, 993
Encümen arşivinde bu çeşme için tutulan not larda şunlar yazar:
Mesih Paşa kethüdası Yakup Ağa'nın 993 Hicri, 1585 Miladi senesinde yaptırdığı bir eserdir. Bina köşe başında iki cepheli olup üzerinde ahşap bir daire vardır. Çeşme cep hesinin biri sağa olup üzerinde yalmz bir hazne kapısı vardır, diğer cephesi yalak ve musluktur. Bu sokağa ismini veren muaz zam çınar ağacı, çeşmen in önünde ve dört metre ileridedir. Asırlar yaşayan bu çına rın yeşil dalları sokağı ve çeşmeyi gölgesi altında tutar. Çeşmenin üzerindeki ahşap bina sonradan tamir ve tebdil suretiyle yeni zamana intikal etmiştir. Çeşme kitabesi Sa'i'nindir. Sa'i, Mimar Sinan'ın hususi dost larından bir zat olup Tezkiretü'l-Bünytin 'ı yazan zattır...
İstanbul'da Geçen Yüzyılda Tarih Düşürme Sanatının Ustaları
Cumhuriyetle beraber inşa edi en mekanlara tarih düşürme kültürü yerini şahısların daha ziyade vefat arına düşürülen manzum tarihlere bırakmıştı.Tahsil devresini Osmanlı'da tamamlamış kalemlerde Arap harflerinin kullanımıyazdıkları metinlerde hep sürdü
gitti. Bu nesildevrini tamamladığında da
Arap harfleri tarih düşürme sanatıyla beraber varlığını devam ettirdi,ancak eski şiir muhitinde yetişmemiş, eski şiirin ve kültürün içinde büyümemiş kalemlerden dökülen yeni tarih manzumeleriçok defa zevksizlik numuneleri olarak mütalaa edilebilir.
İki devri idrak etmiş birçok şair tarih düşürücülüğünde isim yaptı.Bunlar arasında İstanbul'un eski muhitleri Fatih, Üsküdar ve
Eyüp'te ömürleri geçen üç şahsiyete Revnakoğlu dosyalarından temas etmek istiyorum: Fatih'ten Mehmed Nüzhet Ortanca, Eyüp'ten Mustafa Rüşdü Üstek, Üsküdar'dan Hayrullah Taceddin Yalım. Tarihler umumiyetle vefat, doğum, izdivaç, posta geçme, hilafet gibi merasimlere dairdi.
Not: Tarih düşürme ustalarından Bahai Efendi'ye birinci ciltte "İstanbul'un Mesnevihanları" başlıklıokuma parçasında yer verildi.
Mehmed Nüzhet
Ortanca (232:332)
,,ı. C:t.ıı wr oııT.,:-;c.\
L .
Mehmed Nüzhet Ortanca
Mehmed Nüzhet Ortanca (231:153), ilmiyeye mensup bir aileden, Bolavizade Hacı Nesip Bey'i n ortanca oğlu olarak 1874'te İstanbul'da doğdu. Babası İşkodra'da uzun zaman merkez mollasıydı; Karaağaç Bektaşi şeyhi Hasip Baba'dan nasip almLŞ, inkılabın başları nda Erzurum bidayet mahkemesi reisliğinde bulunmuştu. Kadt olan babasıyla (daha sonra istinaf mahkemesi reisi) İşkodra ve Erzurum'a gitti. istanbul'da Nakşıdil Valide Sultan Mektebi'nde ve Darüttal im adlı hususi bi r mektepte Hacı İbrahim Efendi'den ders aldı. Saraçhane'deki Amcazade Hüseyin Paşa İbtidai Mektebi'ne de devam etti.
Mehmed Nüzhet, memuriyete düyun-ı umumiyetle başladı, orada pul müdürlüğüne kadar yükseldi; bu vazifesinde on beş yıl
kadar bulundu, bi r taraftan da Abdülhamid'in
.. -
..... \ .; ( \
r.rc !;'.rJ,NI';.,y
IcJ.)' ,J.
?ııf<s ·
'..' .............. ...>! '
tf. .,,;.,_w·•
-.:>'c::-- r:ı Y• 1""'2ı
' - -·y,; ,,., 1 •
. \
... ..... u"r' r- .
.t..J.;..'...ı.U..,cY 41-S
·.>}, ·A';,;..P.J•.l:ı: ,.,
ı,..,..
ı <> ·ır.o.1 11""
Mehmed Nüzhet Ortanca'nın manıum tarihleri (232:88)
düşüşünden sonra kapa n mak vaziyetine gelmiş olan Tercüman -ı Hakikat'in idaresini ele alıp yegane akşam gazetesi olarak cihan harbine kadar bu gazetey i çıkardı. Pulculuk tarihimizin mühi m siması olan Mehmed Nüzhet,
daha sonra damga matbaası müdürlüğüne yükselmiş, Avrupa'da bastırılan posta pullarının klişelerini yaptırtarak yerli üretime geçilmesini sağlamıştı. İstanbul belediyesi seçimlerinde Beyazıt azası olarak şehrin meselelerine eğilm iş, 1932'de kendi arzusuyla memuriyetten emekliye ayrılmıştı.
İl k yazısı Asar-ı Edebiyye'de 1887'de yayımlanan Arapça bir beytin tercümesidir. Bir divan hacm inde basılmamış şiirleri vardı. 1928'de bastırdığı Akval-i Saib ile Saib-i Tebrlzi'nin hikmetli manzumelerini nazmen tercümesidir. Keliıni-i Henıedani'den de beş yüz kadar beyit tercüme etti. Arapça Tdrih-i Enbiya'sı basılamadı. Servet-i Fünun, Sabah,
..
Tercüman ve Donanma mecmualarında
nesir ve manzumeler yayı mlad ı. 1874'te fatih Çırçır'da Haraççı Muhyiddin MahaJlesi'nde doğan Nüzhet, Şehzadebaşı'nda Fevziye Caddesi, 10 num aralı kargir evinde ömrünü tamamladı.
Ağırbaşlı şiirleri yanında hezeliyat vadisinde de şiirleri olan Nüzhet'in tari h manzumeleri Revnakoğlu dosyalarındadır. Mani'zade
Hacı Hafız Edhem Efendi, Meddah Tahsin Baba, Mehmet Akif Ersoy, Nesib Bey, Hafız Kemal, Abidin Daver, Hakkı. Ta rı k Us, Küçü k Hamdi Efendi ve Mualli m Cevdet vefatları na düşürdüklerind en bazılarıdır. Revnakoğlu, Ortanca'nın tarihleri. içi n "Nüzhet Bey'in vücuda getirdiği tarih ve mersiyelerin çoğunda beraat-i istihlal, cem'-i azdad ve müraat-ı
nazire (iştikak sanatı) gibi inceliklere dair pek muvaffakiyetli mazmunlar daima görülür" diyordu.
ALTINCIGÜZERGAH 1297
.!Ju ""iı
/ : /e-ıl< JJ llF
,4 : J et/....kJt,,,,, tta' .......-,,....,&;4,...: .
Hayrullah Taceddin Yalım'ııı t'Iyaıısıy la (147:142)
A kif 'e yazdığı 10 kıtalıl< vefat ma nzu mesinde: "Mısır'da mu'tekifen sürdü hayat - Şimdi
firdevste olsun Akif - Bi r gelir binde bu tarih-i memal - "İrtihal etti bekaya Akif" (1350) demişti.
Hayrullah Taceddin Yalım
Üsküdar'ın en meşhur tarih düşürücüsü Hayrullah Taceddin Yalım'dı.13 Temmuz 1883'te doğmuş,babasından sonra son şeyh olarak Üsküdar'da RitaiDebbağlar Tekkesi'nde posta geçm işti (190:365...):
Üsküdar'da Atpazarı taraOarında Seliınpaşa Yokuşu 'nda Rifa'iyye tarikatından Debbağlar yahul ayin gün ünun ismiyle Çarşamba Tekkcsi'nin son postnişi ni Küçük levfik
Efendiıade Hayrullah Taceddi n Bey (Yalı m) merhum, Üsküda r ve çevresi nin çok iyi
ta nıdığı, büyük saygı gösterdiği, pek sevimli, sempati k değerli bi r insandı. O çevrenin mektepleri nde yıllarca m uallimli k elmiş, yazdığı ki tapları memleket gençleri ne biııat okutmuştu. Üsküdarlı eski aile çocukların ın mühim bir kısm ı onun tedris ve tefviz rahlesinde yetişmişlerd i, bu sebeple kendisine "Hoca Baba'; "Şeyh Baba' "Hoca Şeyh" derlerdi. Hoca Şeyh'in talebesinden bulunmak, Üski.idarl ı gençler ve aydınlar için ayrı bi r şeref ve iftihar vesilesiydi.
Şeyh Hayrullah Bey edip, şair, alim, müellif ve musi kişinastı; bil hassa klasi k tekke m usikisinde i h tisas sahibiyd i. Üsküdar'da Haıret-i Hüdai Hankahı gibi koca bir asitanede (pir evinde) nice yıllar zakirbaşılık etmişti. Tarih, tasavvuf
ve edebiyata dair malumat ve hatıratı herkesin istifade edebileceği bir zengi nlikte idi, ne
sorulursa hemen hemen cevap veri rdi. Her mecliste a ranıla n, sohbetleri, arifane nükteleri, enfiye tiryakiliği, eski İstanbul efendiliğinin en kibar örneği olan, terbiye ve neıakHi. o çelebi hülleri bi r b:.:ışka alemdi. Hele iltifatlar yağd ıran beşuş çeh resi, dostlarını karşılarken yerden alıp verdiği kandilli temennalan Şeyh Hayrullah 'ın göze çarpan başlıca hususiyetlerindendi.
Kökten doğma, büyüme tekke çocuğu, soydan Üsküdarlı olduğu için bütün tahsilini Üsküda r'da yapm ıştı. Zamanında değerli
insanlar yetişti ren Ravza-i Terakki Mektebi'nde okudu, sonra da buraya mua llim geldi ve kendi kjtabı olan Alıllık Dersleri'ni bu mektepte kendisi okuttu.
Ha}'rulla h Bey nükle ve zarafet .ıdaını olduğu için eski temaşa hayatımızla da meşgul olmuştu. Bu mevzuda bazl yayınlar ve tetkikler yayınlamış, bir de tulüat tiyatroları için piyes yaıınışlı. Babası Şeyh Tevfik Şun'i Efendi'nin eski dervişlerinden ve Kom ik Abdi
Efendi'nin sahne arkadaşlarından Kambur Mehmed'in kavukluya çıktığı ortaoyununda yine bir defasında pek rica etmiş olmalarına dayanamayarak Dümb üllü İsmail Elendi ile karşı karşıya pişekar oynadı.
Eski edebiyatın lafız sanatlarını meydana getiren telmih, tevriye bakımından pek değerli olan ince cinasları, edibane açmazları ile
ortalığı kırı p geçirmiş ve maruf sahne kurdu Dümbüllü'yü de hayret ve takdirler içinde coşturmuş ve biraz da şaşırtmıştı.
Rahmetli Hakkı Tank hoca mın pek büyük himm etleriyle tertip edip vücut verdiği Basuı Hayatında 50 Yıl jübilesinin üçüncüsünde yani 30 Mayıs 1953'te İstanbul Üniversitesi konfera ns salonunda hayatları kutlanılan
eski ve yaşlı kalem erbabı arasında Hayrull ah Bey de vardı. Son derece mahviyetkar
olduğundan, kemat -i edebinden o gün salona girmek istememişti. Rehberliğim, delaletim ve kendilerinden bu hususta bilhassa n iyazım olmasaydı biliyorum ki döneceklerdi.
Son vazifesi olan Defterhane kuyud-ı kadime kaleminden eski usul maaşla emekliye çıktığmdan hayab biraz sıkıntı içinde geçti, fakat
,.,";., ,.,,.,,-
\J
.J 1
:<.?>..--1.; " ,.,,.J,1
...ı..ı..,,.;.'J..> '
ci,fe;
' J.:-.......ı:.:'
C>.:,_,,p ".
4';' ;.;',,,z_,J
;; ,..,....:,, ·v .,S>
.,. 4 /
....,>...,.,,ı.,,.A...-1'
. ,.,, ,...J;_ ı,
o yine bunu belli etmek istemezdi. Cebinde on kuruş bulunmaz, neşesinden de durulmazdı.
ilim heyecanını, insanl ı k sevgisin i son güne kadar kaybetmedi. Bol bol yazclı, çizdi,
konuştu, okudu ve öğretti. Kendi eliyle
bahariyeler yazıp a n laya n dostları na dağıtması senel i k m utat ıevkledndendi. Türk Tarih Kurum u Türk ve İslam devri tekkelerini
tetki k ve dedeme kurulu nda bulunduğum yıllarda Üskü dar tarafları için Ebü'l-Kavuk
Hakkı Molla ve Şeyh Hayrulla h Bey'den çok istifadeler etmiştik.
Hayrullah Taceddin Bey ileriyi gören uyanık bir insandı. İlk zamanlarda birçoklarının
pek alışamad ıkalrı kisve inkılabım o hiç
Hayrullah Taceddin Yalım'ın Ahmed Rasırn'ın vefatı içinyazdığı tarih manzumesi
yad ırgama m ıştı. Üstelik seve seve giyil mesini, benimsenmesini adeta talim ve telkin ediyordu, cevher-i iman ın bezde, kumaşta değil, kalpte, gönülde olduğunu söylüyordu: "Şapkayı giymekle kafir olmaz insan bil miş ol
- Tac-t irfan müslüman ın kalb-i zi-şanındadı r:· Sene 1925, o ta rihte hazret-i şeyhten başka hiçbir edip veya şair veya bi r fikir adamı böyle bir söz söylemiş değildi, söyleyemezdi.
Tekkelerin sırlanması da onu telaşlandırmamıştı, ''Arif olan elem çekmez!" diyordu ve üzülenl eri şu yolda İrşad ediyordu:
Balf.an haıbi sırasında Hayrullah T<Jceddin
Yal ım edebiyat nıu<1llimiyken (147:270)
"Tekkeler mesdCtd diye arif olan çekmez elem - Tekke-i ikllm-i lahlıt her zaman meftlıhtur "
"Bey" yerine "bay" denilmesi şeyh efendiyi adeta sevindirmişti. Ne de hoşa gider şekilde anlatır: "Ben evvela bey idim sonra efendi oldum - Efendi, bey kal madı şimdi bana bay dendi''
Aşağıda Hayrullah Bey'in Rcvnakoğlu'na J 953'te yaıclığı ınektupta Balka n harbi sırasında edebiyat muallimliği sırasında çekilmiş fotoğrafını gönderdiği ni yazar:
Yakup Kethüda Çeşmesi'ni geçer geçmez sağa dönen Gül Dede Sokağı'nın içinde hemen solda Gül Dede'nin mezarındayız. (Karagümrük Mahallesi,1613 parsel,17 ada)
Güt Baba ve Gül Dede de denilen mezar çevre halkı tarafından ziyaret ve teberrük olunur. Etrafıduvarla çevriliyatırın Halveti taçlı,talik hatlımezar taşında: "Haza kabrü Gül Baba hazretleri.Bu türbenin bani-isan si Sancakdar Dellatbaşı el-Hac Osman Ağa hayratıdır.27
Şaban 1195" yazar. Revnakoğlu'nda bu yatır şöyle geçer (226:161):
/ _,, -19JJ
Gül Baba - Gül Dede (Karagümrük'te): Acıçeşme, eski Helvacı, yeni Sofalı Çeşme Caddesi'nde Gül Dede Sokağı'nın içindedir. H.1195 Şabanında Sancakdar Dellalbaşı Hacı Osman Ağa tarafından tamir edildiği taşında yazılıd ır.
İstanbul'da başka bir Gül Baba mezarı daha bulunur: Küçükmustafapaşa'da Gül Camii içinde, mihrabın sağındaki ufak kapıdan girildiğinde basamaklardan çıkı an odadaki mezarın sahibi Gül Baba. Mezarın bir kısmı duvara uzandığıiçin Gül Baba'nın çok uzun boylu olduğuna itikat edilirdi. Medfun şahsiyetin mum gibi sararmış kefen içinde bozulmamış cesedi zaman zaman caminin hizmetlileri tarafından ziyaretçilere gösteriliyormuş. Artık bu sahibinin mahiyeti meçhul kabir ziyaret edi miyor.
Diğer Gül Baba, Beyoğlu'nda Galatasaray Lisesi'nin arka yamacında bulunan yatırın sahibidir. Rivayete göre,il. Beyazıt o civarda çıktığı bir avda karşı aştığıbu erene bir arzusu olup olmadığını sormuş,o da şimdi lisenin bulunduğu yeri göstererek burada bir mektebin yapılmasını istemişti.
Koyun Baba - Sabire Sultan - Enver Bey
Koyun Baba Parkı'nı soluna alan Sarıgüzel Caddesi'ne iniyoruz. Solda parkın yola bakan cephesindeki mermer kitabede uKoyun Baba
- Sabire Sultan" yazısıyla karşılaşıyoruz.
Fatih devrinde vefat eden hemen her müslüman, İstanbul'un dinihayatında manevi şahsiyetlere dönüşür, bunlardan bazen de maddrve manev şifa umulurdu, Koyun Baba bunlardandı.Bu türbenin etrafında yaramaz çocuklar ve arabaya koşulamayan azgın attar getirilip dolaştırılır,sonunda bunların koyun gibi halim selim olduğuna inanılırdı.
Koyun Baba'nın mezarı daha önce dört köşeliahşap birtürbe içindeydi,1918'de türbe yandı.Babanın türbesin in ayakta olduğu zamanlarda sandukası önünde talik yazılı camlıbir levhada (174:375) "Ebü'l-Feth ve'l-megazi Sulta n Mehmed Han hazretle rinin koyuncubaşısı merhum ve magfur el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafGr Koyun Baba hazretlerinin merkad-işerifleridir.Ruhıyıçun el-fatiha.Sene H. 857" (1453] yazıyordu.
Yanında gömütü Sabire Sultan ya da Sabire Hatun ise 19.yy'da yaşamış meczup kadınlardandı (174:374):
Sabire Hanım, meczube-i meşhureden olup Sultan Mecid devrine yetişmiş, Eski Ali Paşa Cami'-i şerifinin mihrabı önünde, eski ismiyle Çengiler Soka ğı'nın başında ufak bir evi varmış. Sultan Mecid bu hatunun mazinneden bulundu ğunu duymuş, buna yağlı boyalı evinin yerine üç katlı bir ev yap-
Mesih Mehmed Paşa Cami 'nin sağ tarafındaki alan, Koyun Baba Türbesi
ve parkının bulunduğu yangın arsasıydı
Sultan'ıntürbesi yıkılmadan önce Revnakoğlu tarafından yapılan çizimi (174:375)
tırarak ihsan etmiştir. Bu evi her sene Ramazan-ı şerifte Hırka-i şerife selam lık yaptığı zamanda camları baştan aşa ğıya kırılmış, harabeye dönmüş olarak görüp müteessir olup derhal tamir et tirirmiş. Ve bu hatun da Koyun Baba Türbesi'ne gider, çoluk çocuk peşi ne düşermiş, "Kocacığım, kocacığım!" diye ağlarmış. Çocuklar da buna bitta bi takılırlarmış. Sultan Hamid'in tah ta çıktığı ilk senelerde gayetle ihtiyar olduğu halde vefat eylemiş ve Sultan Hamid'in rüyasıyla vefatı haber alınmış, irade-i seniyye iktiran ederek "Kocacı ğım, kocacığım!" diye sık sık ziyaretin de bulunduğu Koyun Baba Türbesi ya nına defnine bir merasim-i mahsusa ile ahşap türben in içine gömülmüştür.
Sabire Harum'ın medfen i Koyun Ba ba'nın baş tarafına göre sağyanına düşer.
Not: Buraya çok uzakta, Mevlanakapı'da Revnakoğlu'nun bahsetmediği ve muhte melen de görmediği bir mezar taşı,Sabire Sultan'la ilgilidir.Mevlanakapı'da Gavsi Dede Tekkesi'nin haziresindeki mezar kitabesinde "Allah hayyün kable külle hayy
- Hırka-i saadet'te meşhure Sabire Hanım'ın macuncusu, tarik-i Kadiriyye'den Şami Mehmed Said Efendi'nin ruhuna.. 'yazar.
Revnakoğludosyalarında eski harfli bir gazete parçasında şunlaryazıyordu (174:376): "Makbule Hanım yakalandı! Fatih'te Akşemsettin Mahallesi'nde Makbule Hanım is minde bir kadın başına yeşil bir örtü örterek erbab-ı hacatın tazarruatını Koyun Baba namına kabule başlamış ve bu yüzden birçok adak ihsanlarını toplamıştır. Zabıta, Makbule Hanım'ı hey'et-i vekile kararnamesine muhalif harekatından dolayı derdest etmiştir."
Geçen asrın ortalarında etraf tekkelerde zakirlik yapan Hırka-işerifli Enver Bey vardı, biraz meczupçaydı. Kendisinin Sabire Sultan'ın neslinden olduğunu ileri sürüyordu. Revnakoğlu yakından tanıdığıbu ilginç simayı dinlemiş, kendisine notlarında yer vermişti (283:194; 174:377-78):
Enver Bey merhum (İsmail el-Enveri el-Mevlevi): Mecazibden, kıyami ve kuudi zakirlerinden Enver Bey, İskenderun'dan emekliydi. Hırka-i şeritlidir. Bolahenk Nuri Bey'in çıraklarındandır, ondan pek çok şarkı geçmişti. Rivaye te göre Koyun Baba'nın yanında yatan ve onun uzun zaman hizmetinde bu-
!unmuş olan Sabire Sultan'ın kızının oğludur. Tekkelerde zakirlik ederdi. Meczubane halleri vardı. Bilhassa Hüsrev Paşa Derga hı'na çokça devam eylemiştir. Hafızası vaktiyle fasıllarla doluy du. Arada bir meczubane halleri olmakla beraber gayetle terbi yeli, vakur, güngörmüş bir kalem efendisi olarak yaşadı. KuCıdi zakirliği yapardı. Halkın diline geçen besteleri vardır, meşhur "kuş dili" şarkısı bunlardan biridir. Son zamanlarda Eski Ali Paşa Cami'-i şerifinin altındaki kulübesinde inzivaya çekilmişti. Tak riben 1940'ta göç eyledi...
Bolahenk Nuri Bey'den , Hüsrev Paşa'da Arif Dede'nin kahvesinde meşk etmişti. Enver Bey bir fasıldan besteli ilahileri birbirine meze ederek okumakta yekta idi. İdaresi zayıftı; mahfuzatı pek fazla idi. İlahinin nerede atLlacağını çok iyi bilirdi. Hafız Sami, Hacı Arif Bey'in uşşak şarkısı "Meyhane mi bu bezm-i tarab-hane-i Cem mi
- Peymane mi bu efser-i darat-ı haşem mi"yi (usulü aksaktır), Sala- haddin Bey de "Safhası sadrın..:'ı Enver Bey'den geçmişti'.'
Revnakoğlu, Enver Bey'intuhaf hallerini,hezeyanlarını yine Enver Bey'in dilinden aktarır (174:377):
"Asla ve kat'a hiçbir şeyden haberim olmadığı ay gibi aşikar ve güneş gibi ziya dardır. Eski Ali Paşa'da yatan Sabire Sultan büyük validem olması hasebiyle Fatih Cami'-i şerifi karşısındaki ağaçlara talik edilen ilanlarda dahi Prens İs mail el-Enveri el-Mevlevi'ye devletli Zeynep Hanımefendi tarafından ihsan buyurulan emlak, namımı tahrif ederek ve birtakım hud'a ve desiselerle baş ka kimselerin yedlerine geçip haklarında ikame eylediğim davalarla şCıra-yı devlet-i tanzimat dairesince verilen kararlar benim zilyedim olduğunu hük me bağlamış ve kaziyye-i mahkeme halini iktisap eylemiş olduğu halde mal larım yedime teslim edilmediğinden irade-i seniyyeye iktiran eylemesi için hala serir-i hilafet-i uzmada revnak-bahşay-ı kübra velini'ınet-i bi-ıninnet i miz padişahımız azametli, kudretli, satvetl, şevketli hakanımız Sultan Abdül hamid Han-ı Sani hazretlerine arz edilmiştir.. ·der dururdu ve sonunu hık hık diye keserdi ve herkesin yüzüne cevap bekler gibi garip garip bakar ve bunları fasılalı fasılalı gözleri kapalı [tekrar ederdi.]
Koyun Baba mezarının karşısında Eski Ali Paşa Hamamı vardı,eski haritalara göre hamam Sarıgüzel Caddesi'nde 133 ve 135 numaralı binaların bulunduğu yerdeydi. Fatih yangınında yanan hamam, "SarıgüzelHamamı" adıyla da biliniyordu. Akseki Camiibahsinde geçtiğigibi hamamın son sahibi Bahçıvan Arif Efendi Tekkesi şeyhi Arif Efendi'nin halifelerinden ve aynı zamanda Maliye hazinesi memurin kalemi huletasından olan Hacı Şevki Bey'di.Şevki Bey, Akseki Camii'ni yeniden yaptırmış, vefatında önündeki hazireye gömülmüştü.
Sabire Hanım'ın macuncusu Şaml Mehmed Said Efendi
Hacı İlyas Mescidi
ı<oyun Baba Parkı'nı geçip Sarıgüzel Caddesi'nde ilerlerken sağda Hacı İyas Mescidi'ni görüyoruz. (Akşemsettin Mahallesı.2063 ada, 48 parsel)
Revnakoğlu sadece Hadiha'dan aktardığıbilgiyle bu camiye yer verir (174:375): "Ko yun Baba Türbesi karşısında ewelce mevcut olup Fatihyangınında yanan Hacı İlyas
Mescid-i şerifi, Hadlha ı,87." Konyalıbu mescit büsbütün kaybolmadan son halini
tesbit eden tek kalemdi (Konyalı, Belediye Yazmaları,80033,s.210):
Hacı İlyas Camii: Cami, medrese, mektep ve çeşmeden teşekkül eden bu mamure, Hı rka-i şerif civarında Mesih Mehmed Paşa Camii'nin kıble tara fına düşen ve şimdi dört duvarında n başka bi r şeyi kal mayan Ali Paşa Ha mamı'nın Yenibahçe tarafında Hacı Üveys Mahallesi'ndeydi. Mabet, Maran goz Keşfi Efendi'nin birkaç sene evvel yaptığı 91 n umaralı evin i n sol tarafına rastlardı. Ben bu manzumeyi tetkik ederken (22 Şubat 1941 Cumartesi günü) mabedin çok sönük izleri vardı. Medrese ve mektep çoktan yok olmuştu. Mabedin önünde bulunan muhteşem çeşme yarısına kadar yıkılmıştı. Ame le harıl harıl çeşmeyi yıkıyorlardı. Ben müdahale etmek istedim, fakat ka til kazmaları menetmeye muktedir olamadım. Evkafa, müzelere, belediye ye başvurdum. Alakadar müesseseler burada Sinan'ın bir eseri bulunduğunu bile bilmiyorlardı, hala da bilemiyorlar. İşte Sinan'm bu eseri de alakadarların bilgisizliğinden kurban olup gitmiştir.
Bu mamurenin banisi Hacı İlyas Efendi, mabedini n önünde gömülüydü. Bu hayırsever Türk'ün mezarı da kaybol muştur. Matbu Tezkiretü'l-Bünyan ve Tezkiretü'L-Ebniye 'lerd e ve Evliya Çelebi Seyahatname'sinde bu mescit şöyle tesbit edilmiştir: "Ali Paşa Hamamı kurbünde Hacı İlyas Mescidi:'
Elimizde bir kitabe ve başka bir vesika bulunmadığı için bu manzumenin ya pıldığı tarihi bilemiyoruz. Ayvansaraylı Hüseyin Efendi bize şu kısa mal umatı vermektedir: "Banisi olan mezblır, İlyas Mescidi civarında medfundur. Vak fından medrese ve mektep ve çeşme vardır. Mahallesi yoktur:·
Bu satırlar yazılırken arsası üzerinde uzun zamandır yükselen bina yıkılmıştı, cami bir dernek tarafından ihya edi iyordu.
Çenezade Tekkesi
Koyun Baba Parkı'nın ortasındaki Hırka-i şer f Caddesi'nden Fevzi Paşa Caddesi'ne çıkınca solda 119 numaralı
apartman ve apartmanın Fevzi Paşa Caddesi'ne bakan kaldırımlarının olduğu yerde Çenezade Tekkesi vardı.
Bir adı "Mehmed Ziyaeddin Efendi Tekkesi" olan Çenezade Tekkesi,Fındıkoğlu So kağı'nda Fındıkoğlu Camiii e karşı karşıyaydı. Bir asırdan fazladır ne bu cami ne d e tekke yerinde bulunuyor. Fındıkoğlu Camii de Hırka-i şerif Caddesi'ne karıştı,yeri bu caddeninsağındaki 9 numaralıbina ile karşısındaki 6 numaralıbinanın ortasıydı (117:268):
Kadiriyye'nin Ahiyyc kolundandır, sonra Eşrefiyye olmuştur. H.1164 tarih li vak fiyesi vardır. Fatih - Emir Buhar! Türbesi civarında Hoca Hayreddin Mahallesi'n de fındıkoğlu Sokağı'nda Fındıkoğlu Ccimi'-i şerifi ile karşı karşıyaydı. 1929'da Fevzi Paşa Cadddesi açılırken yola verildi. Şimdi ciimi'-i şerifin arsası üzerine apartman yapılmış, tekkenin bulunduğu yere de yaya kaldırımı döşenmiştir.
Cami'-i şerifin geniş haziresinde yatan meşahir arasında Kadı Beyzavi tefsiri ne haşiye yaza n Şeyhzfıde Mehmed Efendi'nin kabri, bakiyye-i izamı taşı ile beraber Edirnekapı'daki Halebi merhumun mezarının yanma götürülmüştür.
Revnakoğlu (117:273) "Kapı karşı komşumuzu Halebikarşısına defnettiğimiz gün,28 Mart 1948" notuyla, Şeyhzade MuhaşşiMehmed Efendi'nin buradan taşınan mezarını tesbit etmişti:"Edirnekapı dışında, Haleb 'nin ön kısımlarında, caddeden görü nebi
lecek bir yerde, tepesi sivrice taca benzer ilmiye kavuklu, sülüs yazı ı,mistarlı beyaz taş, numarası 1818: "Hu - Merhum ve magfur kutbu'l-arifin,sahib-itefsir Şeyhzade MuhaşşiMehmed Efendi'nin ruhuna el-fütiha, 951"
Tekkenin ilk şeyhi ve banisi,tekkeye adını veren Çenezade Mehmed Ziyaeddin Efendi'ydi (ö. 1774). Hilafetini Seyyid Nizam'ın soyundan gelen ve Altımermer'deki tekkesinin banisi bulunan Kadirişeyhi Sinek HalilSabri Efendi'den (ö.1749) alan ve tekkesinin karşısındak iHoca Hayreddin Mescidiimamlığını yürüten Ziyaedd in Efendi,vakfiye kaydına nazaran bir süre bu mescidi tekke olara k kulla nmış görünür (117:268):"Ha
le b ile hem-asr olduğu söylenile n ve ehl-i keşften bir zat olan KaramanlıÇenezade Mehmed Ziyaeddin Efendi (b. Ahme d), Altımermer'de tekkesi bulunan Sinni Halil Sabri Efendi'nin huletasından olup irtihali H.1188'dedir."
Revnakoğlu, Çenezade Şeyh Mehmed Ziyaeddin Efendi'nin dört halifesini tesbit eder (117:269): "Şeyh Seyyid Ahmed Efendi (evlad-ı Arabdandır), Lokmagözzade Şeyh Mehmed Efendi,Şeyh Mehmed Emin Efendi,Şeyh Ebubekir Kiramüddin Amidi (Diyarbakırlıdır)"
Tekkenin bundan sonraki tarihi şöyley di (117:265-67):
Kabakulak Tekkesi şeyhi Hakkı Efendi'nin
Çenezade Tekkesi vekaletini Edhem Efendi'ye devir talebi (117:275)
Bu tekkeyi yaptıran ve ilk şey hi bulunan Karamanlı Çeneza de Mehmed Ziyaeddin Efen di b. Ahmed'den sonra kardeşi Çenezade Ahmed Efendi şeyh oldu. 5 Muharrem 1193 (21
Ocak 1779) tarihinde ölümüy le (türbededir) yerine Sultan Mahmud'un müneccimbaşı sı Gürcü Şeyh Mehmed Fik ri Efendi b. Seyyid Mehmed el-Kadiri postnişin tayin edil di. (Bu Şeyh Mehmed Fikri, Za kirbaşı Hacı Ahmed Efendi'nin halifesidir, 1245 Recebinde (Ocak 1830) istihlaf edildi.)
Vefatıyla yerine büyük oğlu Şeyh Mehmed Salih Efendi posta geçti. Sadaret-i uzma evrak odası hulefa sından bulunan Mehmed Salih Efendi'nin tarikat hilafeti babasından olmayıp Hekimoğlu Ali Paşa şeyhi ve Sünbül Efendi türbedarı Hamdi Efendi denilen meşhur Zakirbaşı Şeyh Mehmed Hamdullah Efendi'dendir, bundan dolayı Çenezade Tekkesi Şeyh Salih Efendi'nin zamanında Eşrefiyye'den olmuştur. Salih Efendi'nin rehberi zamanın kudretli zakirbaşılarından Şeyh Aziz Efen di'dir (Kabakulak'ın Ali Bey'in babası)
Sekiz ay süren bir hastalıktan sonra 3 Cemaziyelevvel 1317'de (9 Eylül 1899) göçen Şeyh Mehmed Salih Efendi'den sonra şeyhlik makamı biricik oğlu Mehmed Fikri (Bozkır)a kaldı. Yaşı küçük olduğundan Kefevi şeyhi Bestekar Hacı Edhem Efendi ile Kabakulak Tekkesi şeyhi İsmail Hakkı Efendi mer humlar kendisine vekalet ettiler.
Fikri Efendi H.1330'da (M.1911-12) Kabakulak şeyhi Hakkı Efendi'den istih laf olunup posta oturdu ve tekkelerin kapandığı tarihe kadar şeyhlik maka mında bulundu . Hakikaten sulehadan, haluk, halim, sükuti. ehl-i hal bir zat tır. Daima makam-ı hiçide bulunur, edep ve terbiyesi, mübarek hali herkesi utandırır, fakr-hal içinde bulunduğu halde kendine göre keremi, sehası vardır, beş vaktine beş katan samimi abidlerdendir. Herhangi bir toplantıda meşi hat-füruşluk etmez, daima hizmet makamında bulunur. Fikret Efendi nerede olursa olsun ayakları mühürlü oturur, lafa karışmaz, sorulduğu zaman da az söylerdi. H.1309 (M.1891-92) doğumlu idi.
Dergahla rın sırlanmasmdan sonra Karagümrük Çarşı Camii'nde müezzinlik etti. Sonra ayrılarak civarın mektep kapılarında simit, karamela satmakla ge çinmeye uğraştı. Sıkıntılı günlerinde bile şikayeti yoktu, haline daima şük re derdi; hizmet ve ibadette kusur etmemeye çalışırdı.
1961 Kasım ayı sonlarında biraz rahatsızlandı, zaten çok zayıf bir bünyesi vardı. Birkaç gün süren şiddetli bir gripten sonra 1 Araltk 1961cuma günü akşamı yatsıya doğru yatsıya haztrlanırken kendisini huzur-ı izzette buldu. Ertesi cumartesi günü ikindi namazına Karagümrük Çarşı Camii'ne getirildi. Namazı kılındıktan sonra Edirnekapı dışında Zülali Çeşmesi'nin arkasına sır landı. Kabir numarası 382'dir, yeni harfli taşı var.
Not düşelim, Revnakoğlu tekkeler kapandıktan sonraşeyhlerin malivaziyetine dair şu notları kaydeder (13:172):
Tekkelerin seddinden sonra yüzlerce tekke şeyhi içinde sanat ve memuriye
ti ve bir yerden geliri olmayan otuz kişiye beş yüz kuruş maaş bağışlanmıştı . Umum1 zamlarda yirm i l i ra oldu ve öylece kaldı. Son zamanlarda bu maaşı alanlar otuzdan beşe inmişti. En genci yetmiş yaşındaydı. Bi r daha za m yapıl madı, ikram iye de verilmedi. Vefatlarına kadar muntazaman verilmiş olmak la beraber maaşın alınması ayın yirmi iki, yirmi üçünü bul urdu.
Tekkenin zakirleri (117:266):
Son zamanlarda zakirbaşı Kabakulak'ın Ali Bey idi. Yine Kabakulak Tekke si'nin eski dervişlerinden Zakir Mustafa Dede merhum, Yenikapı Mevlevi hanesi'nden Şeyh Mustafa Zekaizade Hüseyin Şefik Dede de gelip zakirlik ederdi.
Meclis-i Meşayih arşivinde tekkenin son dönemi velveleli seyreder:
Uzun bir süre Çenezade'nin postnişini olan Salih Efendi,Babıali huletasındandır.Bir taraftan memuriyetiyle diğer taraftan tekke işiyle meşgul olan bu şeyh, mahalleli arasında ayyaş birisi olarak bilinir. Muhtemelen şeyhlik vazifesi istemeden üzerine kalan Salih Efendi,aleyhindeki şikayetlere nazaran devlet dairesindeki arkadaşlarıyla akşamları Balat'ta işret meclislerinde bulunuyor, bu serbest halleri mahallesinde dedikodulara yol açıyordu.Mahallelice bu hususun bir mazbatayla Meclis-i Meşa yih'e iletilm esiüzerine, hakkında yapılan teftiş doğru çıkar. Meşihat bunun üzerine tekkenin büsbütün lağvını talep ederse de Meclis-i Meşayih'te Muhyiddin Efendi müdahalesiyle bir vekiltayiniyle tekkenin hayatiyeti temin edilir.
Meclis-iMeşayih, tekkeye Kadiribir şeyh tayin etmesi gerekirken nizamı bozarak Nakşibendiyye'den Mahmud Efendi'yi atar. Mahmud Efendi'ye karşı yüksek sesli tepkiler gecikmez. Tekkeye gelir gelmez cebren tekkeye girip yerleşmesi,Salih'i tekkeden eşyalarıyla hemen tekkeye bitişik hemşirezadesinin hanesine taşıtması
ayıplanır,bu hal aleyhindeki şikayetlerde şeyhin vaziyeti için "kerhane basar" gibi ifadeler kullanı ır;mütemadiyen tekke vakfiyesine atıfta bulunarak Kadiritekkesine Nakşişeyh tayinitenkit edilir.
Kısa birsüre sonra Mahmud Efendi vefat eder.
Bu sefer Kadiriyye'den BağdadlıMehmed Emin Efendi'ye muvakkaten vekalet verilir. Bu sırada Salih Efendi evlenir. Onun daha önceki serbest halleri bekarlığına bağ·
!anarak gerek Kadiri şeyhleri gerekse Meşayih reisi Muhyiddin Efendi'nin lehinde bulunmaları onun tekkeye avdetini zaman içinde temin edecekken aradan geçen beş altı yılın nihayetinde sarhoş bir halde akşam Balat'tan dönerken düşmanları tarafından jurnallenerek tutulunca, bilhassa Muhyiddin Efendi'nin Salih Efendi lehine yaptığıbütün müspet girişimler boşa gider. Salih Efendi, bir süre hasta yattıktan sonra 21Cemaziyelewel1317'de (27 Eylül 1899) vefat ederek tekkesine defnedilir.
Salih Efendi vefat ettiğinde dul eşi Emine Hanım 26, oğlu Mehmed Fikri 6, kızı Züleyha 3 yaşındadır. Emine Hanım, Meclis-i Meşayi['l'e bir arzuhalsunarak vaziyetinden bahisle boş kalan postun oğlu Mehmed'e tescilini,vekaletin de eşinin vefatına tekaddüm eden sekiz ay boyunca hastalığısırasında şeyhliği deruhte eden merhum Salih Efendi'nin dayısına verilmesini ister.
Evkaf Nezareti'nden talep edilen tekkenin vakfiyesinde, tekkenin şeyhliğinin vefat eden şeyhin müteselsilen çocuklarına, bu mümkün olmazsa şeyhin halifelerine intikalinin şart koşulmuş olduğu görülür. Ancak Çenezade'de posta oturacak ne yetişkin bir çocuk ne de bir halife vardır.Mehmed Fikri'nin rüşdünü ispat edinceye kadar posta vekalet edecek birinin bulunması gerekir. Vakfiyede bu husus da ön görülmüş, son olarak Altımermer'de Kadiri tarikatinden Halil Efendi Asitanesi' nde (Sinek Şeyh HalilEfendi Tekkesi)en salih kişinin Çenezade şeyhliğiniyürütebileceği kaydı bulunmuştu.
Meclis-i Meşayih'ce, HalilEfendi Asitanesi şeyhi Necmeddin Efendi davet edilerek Mehmed Fikri'nin şeyhlik edebi ecek yaşa gelinceye kadar vekaleten bu makamı doldurması vakfiye mucebince kendisinden talep edi ir.
Necmeddin Efendi,Meclis-i Meşayih'e uhdesinde Halil Efendi Asitanesi şeyhliğinin bulunduğunu, ikitekkenin birbirine uzaklığıgibi birtakım mazeretler belirterek bir arzuhalsunar, bu itibarla asaleten de vekaleten de Çenezade'ye gelemeyeceği ni. şeyhi bulunduğu tekkede bu vazifeye uygun bir kişinin de bulunmadığını söyleyerek özrünü beyan eder.Ancak arzuhalin sonunda Edhem Efendi'nin Çenezade Tekkesi yakınında ikamet ettiği ve Kadir'i hilafeti ve ehliyeti olduğunu kaydederek onun vekaleten bu vazifeyi deruhte edebi eceğini tavsiye sadedinde arz eder.
Hem Mehmed Fikri'nin talimve terbiyesiyle meşgul olabileceğini hem de vekaleten Çenezade'ninşeyhliğini üstlenebileceğini meşihate verdiği bir istidayla ifade eden Kadiriyye'den İbrahim Edhem Efendi (d.1860 ö.1933) vaziyetini pekiştirir.
Edhem Efendi, Çenezade'nin bulunduğu mahallede doğmuş, babası Kadı İsmail Hakkı ve Şeyhülislam Kara Halil Efendi'nin himayesinde yetişmiş, Bağdatlı Şeyh Muhammed Emin Efendi'den Kadiriicazeti almış, sesi ve besteleriyle meşhur olmuş ve 1916-1925 arasında KefeviDergahı'nın şeyhliğini de yurütmüş bir simadır.
Bu kararın hemen ardından Salih Efendi'nin eşi Emine Hanım, Meclis-i Meşayih'e verdiği biryazıyla Edhem Efendi'ninşeyhliğini kabuletmeyeceğini açıkça ifade eder.
Merhum Salih Efendi'nin dergahın harem kısmında çocuklarıyla ikamet eden eşi Emine Hanım şiddetle muarız olduğu Edhem Efendi'ye tekke kapısını açmaz. Edhem Efendi vaziyeti Meclis-i Meşayih'e intikal ettirir:
"Çenezade Dergahı şeyhi vekiliİbrahim Edhem Efendi tarafından bi't-takdim havale buyurulan işbu arzuhal ve merbut şehadetname müraat ve mütalaa olundu.Müste di''-i mumaileyh, dergah-ımezkur şeyhi meşihatine vekaleten ta'yin kılınarak usulen dergah-ı mezkure izam olunmuş ise de şeyh-i müteveffanın zevcesi Emine Hanım bazı kimsenin eser- i teşviki olarak dergahın kapısını sedd ile muhalefet etmekte olduğunu tebyTn edip bu da kat'a tecv z olunamayacağından veki'l-i mumaileyhin dergahta ikametiy le eyyam-ımahsüsasında icra-yı ayin-itarikat ettirilmesi için mez bürenin men'-i müdahalesi esbabının istikmali hususunun ekiden zabtiye nezaret-i celilesine emr ü izbar buyurulması tezekkür kılındı." {7 Receb 1317 tarihli Meclis-i Meşayihin 1773 sayılı defterinin 44 numaralı kararı)
Meclis-i Meşayih, hadise bu şekle dönünce İbrahim Edhem Efendi'nin yanına bir nasihatçi katarak Emine Hanım'ı ikna için Çenezade'ye gönderi r.Ancak Emine Ha nım'ın inadı ve ısrarı kırılamaz. Artık kapının çilingirvasıtasıyla açtırılmasıyla Edhem Efendi'nin tarikat ayini icra etmesi güç halile teminedilir.Esasen Edhem Efendi'nin arkasında Kabakulak Tekkesi,bilhassa bu tekkeninşeyhi ismailHakkı Efendi yer alır.
H. 1330 tarihine kadar bu vekalet devam eder.
Son olarak tekkede H. 1330 tarihi itibartyla İsmail Hakk t Efendi'den hilMetli
Mehmed Fikri (Bozkır) şeyhlik etmeye başlar...
Ağa Türbesi (Salı arşivinden)
Hoca Üveys Camii
Sarıgüzel Caddesi'nde ilerlerken Hacı İlyas Mescidi'ni geçince aynı sırada Hoca Üveys Camii'ni görüyoruz. (Akşemsettin Mahallesi, 2068 ada, 9 parsel)
Önünden geçen yolun adı eskiden Koyun Baba Caddesi'ydi.Daha önceden yapı mış ve hala duran Çaşnigir Osman Ağa Türbesi'nin önündeki bu caminin banisinin kim olduğu halledilememiş bir meseledir. Cami yanında bir de mektep vardı. Ahşap olan bu yapılar,banisinin ahşap türbesiyle beraber 1918 Fatih yangınında yandı, yanındaki küçük hamamdan da eser kalmadı.
Cami arsasında yükselen bugünkü mabet, Hırka-i şerif Vakfı tarafından 1996'da yaptırıldı.Yıllarca toprak altında kalan mezar taşları bu son imar faaliyet isırasında ortaya çıkartıldı.Revnakoğlu, kısmen Hadfha'dan da istifadeyle bu caminin banisi ve cami hakkında şu bilgileri verir (226:262):
Hoca Üveys (Hırka-i şerifte): Mescit ve mektep sahibidir.Kendi ismi verilen mahallede eski "Cumartesi Pazarı" yahut "Koyun Baba Caddesi" üzerindeydi; Çaşnigir Osman Ağa Türbesi'nin tam karşısına geliyordu. Fatih yangınında ahşap türbesi yandı, yeri kaybolmuştur, ancak temelleri görülüyor.
Revnakoğlu, Çaşnigir Osman Ağa Türbesi'nin duvar ına bitişik Cerrah Osman Ağa Sebili'nden(174:374) sadece ismen bahseder.
Reşeha ı Ay nü1-Hayat Tercüm esi'nd e Emir Ahmed Buharıdöneminde Osmanlı Devleti'nde Ahrarl Şeyhleri
Nakşibendllik'i siyasi alana taşıyarak tekke devlet ilişkisi n i güçlendi ren ve tarikatını etrafında toplanan fevkalade kalabalık mürit ve hal ife ki tlesiyle Maveraü n nehir'in resmi
tari katı haline getiren Ubeydullah Taşkentli - Ubeydullah Ahrar (1404-1490) ile bu tarikat Nakşibendiyye -i Ahrariyye adını alır. Ahrar'ın halifeleri kanalıyla daha Ahrar hayattayken Anadolu'ya taşınan bu sufi cereyanın esas teşkilatlanması, Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanat devresinin başrnda imparatorluğun başkenti İstanbul'da gerçekleşir.
Ünü daha Fatih döneminde duyulan Ahrar'ın Fatih ve 11. Beyazıt döneminde Anadolu'ya gelen temsilcileri nin cemiyetli olmadığı,
daha çok hac için geldikleri sırada burnya uğradıkları ve uyandırdıkları tesirin külliyetli olmadığı anJaşılıyor.
l<lasik kaynaklarda Fatih (ö. 1481) ve Ubeydullah Ahrar (ö. 1490) arasında kurulan menkıbevi bir anekdota göre Fatih, İstanbul muhasarasında beraberi nde müritleriyle Ahrar'ı görü r. Ya n ında bulunan meşayihten onun kim olduğu nu sorar. Semerkant'ta Ahrar'la görüşmüş olanlar, onun kim olduğunu söyler. Bu hususa Reşehfıt tercümesinde temas eden Muhyi, Ahrar'ın burada Akşemseddin'le mülakat ettiğini de kaydeder. Bir ay
boyun ca ortadan kaybolan Ahrar'ı yeniden Semerkant'ta görenler, onda sefer izleri bulurlar, hatta m üritlerinden biri nde tüfek yarası varmış. Bu buluşma bazı değişikliklerle Nefehatll'i-Üns 'te de yer alır (Lam il Çelebi, Nefehatu'l-Üns Tercümesi, İstan bul, 1275, s. 451).
Ahrar, Maveraünnehir 'de nüvesini attığı bu suf i cereyanın Osmanlı coğrafyasın daki şubesini, kendisine intisap etmek içi n
Anadolu'dan gelen Molla İlahi ile (ö. 896-1490)
tesis etti. Molla İlahi'ni n yanına kattığı torunu Emir Ah med-i Buhari (ö. 1516) ile Anadolu'ya getirilen Ahrarilik, bir süre sonra Emir Buh5ri'n in halifeleri Mahmud Çelebi (ö. 1531-
32) ve Hekim Çelebi (ö. 1566) vasıtasıyla 16. yy'da devlet ve medresede nüfuzlu müntesipler edinerek kökleşti. Aynı yüzyılda A h rarilik'in diğer bir önemli temsilcisi olan Baba Haydar, etrafında mürit toplama gayretine girmeden sürdürdüğü züht hayatı ve mütevazı kişiliğiyle bu sufi cereyanın bir başka ism i ola rak İstanbul'da yerini aldı.
Emir Ahmed Buhari ile İstanbul'da müesseseleşen Nakşi -Ahrari yapın ın arka planı, 16. yy'da yaşamış olan Muhyl'n in Reşeluit-z Aym"i'l-Haytit Terciimesi girişinde yer alır.
Biraz sonra bahsi geçecek olan Emir Buhari
Tekkesi'ne bir gi riş olmak üzere Muhyi'ni n 16.yy'da temas kurduğu Ahrart şeyhlerine dair hatıraları nı bur::ıda naklediyorum:
Muhyl'nin şahsi hatıraları merkeze alındığında Ahrarili k, Edirne'ye Hace Kasım (-+ Emir Miyan -> Mir Abdülevvel) yoluyla girdi.
Ubeydullah Ahrar'ın kızı Şerife ile evlenen Mir Abdülevvel'i n (ö. H.905, M.1500) torunu olan Hace Kasım, Ahrad olan dedesi
Abdülevvel, amcaları Emir Kelan ve Emir
Hurd gibi etraOa ıwda menakıp halesi örülmüş ai le kadrosu içerisinde geçen ömrünün son
böl ümü nde, beraberinde bir başka Abrar halifesi olan Hke Muhammed'le Edirne'ye geldi.
Kasım'ı n Edirne'ye ne zaman geldiğini bilmiyoru z, ancak Muhyi'ni n "Huzu rlarına fakir küçük iken pederim alıp gitmiş ve beni oğulluğa kabul buyurmuş" kaydı, bu tarihin Muhyl'nin doğum tarihi olan 1528'den önceye ait olabileceğine işaret ediyor. Hace Kasun, Ahrfır'ın geçici olarak Osmanlı coğrafyasına gelen d iğer birçok halifelerinden farkh olarak tarikatı Edirne'ye yerleştirme amacıyla
gelir. Hace Kasım'ın beraberi nde Ahrat'ın halifelerinden Taşkentli Hace Muhammed de vardır.
İstanbul'da Mela mi Ahrarllerden Hace İsa- yı Fazıl (isa-yı Murtuz, isa-yı Buhar!): Kimi Rumelil i kı yafetine bü rünmüş, kimi Hint taci ri kılığında, tunınınamaya özen gösteren 20 mürit İstan bu l'un çarştsında, sokağında dağınık dolaşmakta, namaz vakitleri nde
bir araya gelmektedi r. Şeyhleri Ayasofya Caınii'nde inzivaya çekilen ve tanınmamak için Rumeli giysileriyle ki ml iği ni etrafta n sakınan Hace İsa'dır. 1547 tarihinde, müritleriyle
geldiği İstanbul'da dostu Baba Haydar'la bile görüşmeden Semerkanl'a dönecek olan aşın perh izkar İsa, Allah dostları nı köşe bucakta gözleyen Muhyi'nin dikkati nden kaçmaz.
Hace Isa da Ubeydullah Ahrar'ın halifesi Hace Kasım ve Hace Muhammed'in oğull uğa kabuJ ettiği Muhyi'ye ısın makta gecikmez.
Bir süre yanında mülfızemet ettiğini söyleyen Muhyi, Şeyh İsa'nın tekkelere yaklaşmamak hususundaki titizliği ni kaydeder. Kendisini keşfeden Muhyi'ye gönlü ısınan ve onu oğulluğa kabul eder. İsa, memleketine dönerken o sırada 19 yaşında olan Muhyi')•e şerh etmesi için verdiği Ay11ü'l -Hayat adJı eserini de bı rakmıştır.
İstanbu l'da Kendini Tesettür İçi n Dilsizliğe Vuran Ahrari Şeyh Ahte: Muhyi henüz l 7 yaşındayken l545'te İsta n bu l'a yan ında iki Hi ndi h izmetkarıyla gelen Şeyh Ahte'yle
karşılaşır. U beydullah Ahrar'm halifeleri nden olan Ahte, Eski ibrahi m Paşa Ca mii'nde
itikafa çekilmişken Muhyl'ni n dikkatini çekti.
Tanınmamak için kendisini dilsizliğe vuran şeyhin davranışları için Muhyi, "mecn(mvitr bir aceb pir idi" der. Ahte, h izmetine bir süre devam eden ve kendisi ne güven telkin eden Muhyi'ye ısınır, muhtemelen dünya kelam ından kaçınmak, dil i ni masivanın kirinden arı tutmak için beni msediği
dilsizlikten, genç Muhyi'de gördüğü samimiyet ve kendisine gösterdiği riayet ile vazgeçer ve konuşmaya başlar...
Mısır'da Ahrôrilik: Molla Cami'nin Yeğeni Mevlôna Muhammed Emin: Muhyi, Molla Cami'ııin (ö. 1492) kız kardeşi ni n oğlu Muha m med Emi n (-+ X -.Ahmed -
Muhammed) ile 1560 tarihi nde Kah i re'de bir araya geldi. Daha erken bi r dönemde Mısır'a geldiği, Hadım Ali Paşa (ö. 1560) üzerinde tesir meydana getircliği anlaşılan Emi n'in, Muhyi'nin 1566-1574 tarihleri arasında tamamladığı Baleybelen'le ilgilendiği göz önünde bulundurulursa, Kah ire'de m ühim bir Nakşi muhüi meydana getirecek kadar
uzun zaman kaldığı anlaşılır. Muhyi, Ahmed-i
Hayali'nın müsaadesiyle üç ay Şeyh Abdullah-ı A'ma-yı Semerkandi'n in hizmetinde bulunur. Muhyi, son olarak şeyhin Mekke'den Hind'e, oradan da Maveraünnehi r'e gi ttiğini kaydeder. Şeyhin müritlerinden Pir Baba Hasan, Kabe'den Kahi re'ye gelerek Muhy1'nin yanında iki yıl kalı r. Molla Cami ile dostluğu olan Baba Hasan, öldüğünde 90 yaşlarındaydı. Cenaze namazını Ahıned-i Hayali'nin kıldırdığı bu şeyh, Kahi re'de Gülşenlhane'de Molla Za'fi'nin fıskiyesine defnedildi.
Küçük Ayasofya'da Hafız Muhammed-i Semerka ndi: Ubeydullah Ah rar'ın (ö.1490) vefatından sonra Timurlular hanedanında meydana gelen siyasi mücadele, Ahra r'ın iJ<i oğlu arasmda da gerginliğe yol açmıştı. Sultan Ali Mirza'ya yardım eden Ahrar'ın büyük oğlu Muhammed Abdullah Haceka ile Ali Mirza'nın muhalifi Baysu ngur'un
evine sığınmasına izin veren Ahrar'ın küçük oğlu Muham med Y:ıhya'nın bozula n ilişkileri bir daha düzelmedi. Baysungur'un 1499'da öldürülmesiyle Semerkand tahtı na çıkan
Sultan Ali Mirz;ı'ya destek veren Muhammed Yahya, Özbek Şeybani Han'ın Semerkand'a girerek Sullan Ali Mirza'yı öldürtmesinden sonra, şehrin güvensiz ortamından kurtulmak için, Şeybani Han'ın izni yle, ailesiyle Horasa n'a doğru hareket etti, ancak yolda iki oğluyla birlikte öldürüldü. Ah rar'ın postnişi n olarak
işa ret ettiği Mu ham med Yahya'nın bu erken ve travm:ıtik ölü mü, Nakş1zümrede büyük bir yeis meydana getirdi.
Muhyi, bu kat liamda Muhammed Yahya'nın yanında yer alan iki haJifosiyle, bu vakadan yarı m asır sonra, istanbul'cla ilişki kurdu.
Kaynaklarda kendilerinden bahsedil meyen bu iki halife, HMız Muham med-i Semerkandi ve Muham med-i Laciverdşüy'dur.
Muhyi, garip bir tesadüfle yaşı seksene yaklaşan Hafız Muhammedi Semerka ndl'ye
ilk ziyaretini 15 Muharrem 953'te (17
Mart 1546) İsta nbul Küçük Ayasofya'da gerçekleştirir. Bu tarih, Muhammed Yahya'nın ölüm yıl dönümüdür. Hafız Muham med, kendisine halisane yaklaşan genç Muhyi'yi hemen benimser, ona oğul sevgisini gösterir. Muhyi ilk dönem Nakşileri hakkında bir yığın detaylı bilgi temin ettiği Hafız Muhammed'in tavsiye ve telki nleriyle zengin bi r telif ve tercüme faaliyetinin içine girdi.
Hafız Muhammed, Lstanbul'a geldiğinde beraberinde üç yaşl ı dostu da bulunuyordu . Muhyi, bunlardan sadece Abdullah -ı Hazari'n i n adını kaY.ded iyor. Mantık ve kelam ilminde tartışmacı kişiliklerin e dikkat çekilen bu kişilerin, Hafız Mulıammed'in ilmi kudreti karşısında duramadıkları da
Muhyi'nin kayıtlannda yerini alır. İstanbul'daki diğer Nakşi şeyhleriyle ilişki kurmaktan kaçınan Hafız'ın, bilhassa Baba Haydar'la ilişkiye geçmemesi onun melami cephesi nden kaynaklanır. Muhyi, merak ettiği bu tuhaf
durumun nedenini bir süre sonra öğrenecektir. Uzun yıllardır hizmetinde bulunan Saadet isimli müridi. Hafız 'ın geçimini nasıl sürdürdüğünü soran Muhyi'ye, "Onikiytldo hi2meti11deyim, kimseden bir ltabbe kabul etmedi ve herkesin ihtiyacını göriir. Şimdi
beş yiiz filori ve bazı hediyeler göndermiştir benimle. Bir sahtiyan kesesi var, ondan çıkarır. Biz elimize alsak, içinde nesne bıtlrunayız" cevabını ver ir.
Muhy1'yi bir oğul gibi seven Şeyh Hafız Muhammed, istunbul'dan gemi yoluyla önce Mtsı r'a, oradan Kabc'ye gider.Yıllar sonra, Saadet isimli azat ettiği bir müridiyle
Muhyi'ye mektup gönderi r. Muhyi, kendisine Nakşibendil ik doktrini etrafında nasihatlarda bulunan bu mektuptan sonra Hafız Muhammed'den artık haber alamaz.
Şehit Ah rarl Sultan Muhammed-i Lac:iverdşüy:
YEDi NCI GUZERGAH 1315
Muhyi'nin "Bircezbedrır pir idi ki mübarek gözlerine bakan meczup olurdu"dediği U.dverdşuy'u da Muhamm ed Yahya'nın hatıralarıyla şehadeti bekler bir vaziyette Hekim Çelebi'ni n tekkesi nde bulur. Hafız Muhammed Yahy::ı'nın İstanbul'a gelen ikinci halifesi Sultan Muhammed-i Laciverdşuy hakkında Muhyi dışında hiçbir kaynak bilgi vermez. Muhammed Yahya'nı n öldürülmesi sırasında yanında bulunan bu halife, Muhyi'ye, şeyhinden kend isinin de şehit olarak öleceği müjdesini dinlediğini söyler. Muhyi, onun Kabe'ye doğru yola çıktıktan bir süre sonra, Konya güzergahında bütü n müritleriyle şehit old uğunu aktarır.
Bclba H::ıyd::ı r: Ubeydu llah Ahr:ir'ın İstanbul'da sürekli ka la n iki halifesi nden biri Baba Haydar'dı (ö. 1550). Eyüp'te kendi adına tahsis edilen ca mide riyazet ve ibadet ile va ktini geçiren Baba Hayda r, kendisine inabet etmek için Muhyi'nin yaptığı müracaatı, annesiyle ilgilenmesi tavsiyesiyle geri çevfrir.
Ubeydullah Ahrar'dan sonra Muhammed Yahya'nı n da halifeliğini sürdüren Baba Haydar, Mekke'de bi r süre kaldıkta n sonra istanbul'a gelerek ömrünün sonuna kadar burada
kaldı. Şeyh Hafız Muham med'in mektubuyla Muhyi'ye gelen S:ı:ıdet, yanınd:ı Baba Haydar'a veril mek üzere bir deste hatai kağıt ve mektup da buluna n armağa nlar getirir. Müritlik başvurusu daha önce reddedilen Muhyi, bu sefer Saadet'l e Eyüp'e gelir. Görüşmeyi Muhyi şöyle aktarır:
"Saadet'Le Baba Haydar'a vardık. Onu Eyfip Camii'nin bir köşesiude murakıp bulduk. Öğle namazından sonra elini öptük. "Sizden rlost kokusu gelir" dedileı: Saadet de elini
öpiince, "M ekke'den gelir"dedim. Biz başka söz söylemeden "Birad erimiz Hafiz M ıilıaııımed-i Semerkandi Kabe'de imiş. Acaba lıiç bilir mi ola ki şimdi 0111111/aydmı"bııyurdulaı: Saadet,
tekrar elini öpüµ Hafı.z Mulıa1111ned 'i11 se/aınmı söyleyip rnektııb11mı ve hediyelerini verdi. Baba hazretleri, onu yüziine, gözüne sürüp Hafiz'ın tazimle me11kıbelcri11i nakletti ve •Eğer Allalı 'ııı iradesinde benim amti kalmam olmasaydı, gönderdigini gözüme sürmeklegözümün açılması muhakkaktı "dedi..."'
Emir BuhariTekkesi
Sarıgüzel Caddesi'nde ilerlerliyoruz, biraz sonra sola, Emir Buharı Sokağı'na dönüyoruz. Sokağın sonunda sağda Emir Buharı Tekkesi önündeyiz. (Akşemsettın Mahallesi, 2047 ada. 14 parsel)
Tekke, AhrariNakşibendilik'in İstanbul'daki asitanesidir ve istanbul'un ilk Nakşi tekkesidir. İlk şeyhi Nakşibendiyye'nin Ahrariyye koluna bağlışeyhlerden Emir Ah· med Buhari idi. Kazım Büyükaksoy'un vücuda getirdiği yazma Kibôr-ı Evliyô adlı eserinde büyük bir muvaffakiyetle ve ancak dilce nisbeten ağır bir üslOpla işlediği Emir Buhari'nin biyografisi ve menakıbıRevnakoğlu'nun dosyalarına girer. Bu,ilk esaslıEmir Buharibiyografisidir (201:123-29):
Emir Buhari
ism-i şerifleri Ahmed, babasının Mehmed Buharl'dir. Nisbet·i şerifi İmam Hüseyin aleyhisselam efendimize vasıl olur.
Emir Buhari hazretleri, Nakşibend i şeyhlerinin en büyüğünden olup tarika tı Hace Ubeydullah A hrar-ı Semerkandi hazretlerinden almıştır. Bir müddet hizmetinde bulunarak feyiz aldıktan sonra şeyhinin emri üzerine Şeyh ilahi hazretleriyle birlikte i htiyar-ı seyahat etmişlerdir.
Şeyh İlahi, Hazret-i Seyyid'e son derece tazim ve tekrim edip meclisinde dai ma sağ tarafına oturturdu. Şeyh İlahi hazretlerinin emriyle Hicaz'a gittiği es nada yanında Mushaf-ı şerif, bir Mesnevi ve şeyhin verdiği on akçeden maada zahireye malik değüdi. Bu kadar fakr ü faka ile yolda kimseye muhtaç olma dığını lisan-ı şükran ile beyan ederdi.
Bir müddet Kudüs'te ikamet ettikten sonra Mekke'ye muvasalat ve gü nde yedi kere tavaf ve sa'y etmeye nezir ettiğinden bir seneye yakın Mekke'de bulundu.
Hazret-i Em ir Buhari'n i n piri Şeyh İlahi hazretleri hacca giden bi r taci r ile Simav'a dönmesine dair gönderdiği mektup üzerine Cenab-ı Emi r, şeyhinin emrine irntisalen avdet eylemiş ve hayli müddet hazret-i şeyhin in hizmeti ile meşgul olmuştur. Şeyh Muslihuddin'den mervidir ki şeyhimiz buyurdu ki: "Seyyid Ah med bize müstemirren altı sene yatsı namazına aldığı abdestle salat-ı fecri kıldırdı:'
Emir Buhari hazretlerinin gönlünde İstanbul meşayi11ini ziyaret arzusu bu lunduğundan İstanbul'a gelerek Hazret-i Yefa'nın zaviyesine gidip sohbeti ile müşerref olmuş ve üç gün m isafir kaldıktan sonra azimet etmiştir. Fatih Sul-
tan Meh med'in camiine yakın olan hanesi, yaran ve ihvanı istiap eylemedi ğinden yanmdaki arsayı alıp bir mescit ve dergah-ı şerif bina eylemiştir. İr tihal-i aJileri 922 senesi Cemaziyelahirinin pazartesi günüdür.
Müddet-i ömründe uykusu dağa odun kesmeye gittiği vakit, duha vaktinde koyun ve inek ve keçi gibi hayvanları otlatmak için bir saat kadar dağ içine salıverdikleri zaman bir ağaca istinat etmek suretiyle vaki olurdu.
Müşarünileyh hazretleri gayetle zaifü'l-bünyeydi.
Emir Buhari hazretleri Kudüs'te iken mahall-i mübarek-i mezkur imamı olan zat-ı ali, müşarünileyh hazretleri ne fevkalade muhabbetinden naşi medrese lerin birinde bir oda verir. Mezkur odada oturduğu müddetçe ebna-yı cinsine talim-i kitabet etmek suretiyle arz-ı hizmet ve te'mi n-i maişet etmeye baş lamıştır. Bu gibi bir hizmet ve emek mukabili olmayarak kimseden beş para almamış, kimseye boyun eğmemiş, beyler gibi geçinmiş, gayet zarif, pak ve dil-rüba libaslar giymiştir. Kendileri cidden ehl-i tabiattı.
Şeyh ilahi hazretleri, Hicaz'a gitmesine müsaade eylediği zaman, müşarüni leyhe on akçe yol harçlığı vermiş, hacet ve rakibi olduğu bir at ve bir merkep ten hangisini arzu ederse alması teklifinde bulunarak Buhari hazretleri de merkebi ihtiyar ve istirkap eylemişti. O gün akşam namazını edadan sonra semt-i maksuda nl be-rah-ı hareket ü azimet olarak yolda giderken berabe rinde bulunup hırz-ı can etmekte olduğu Mushaf-ı şerif ile kitab-ı müstetab-ı Mesneviden Kelam-ı kadim'i çaldırmışlar, Mesnevi-i şerif i de bi r kimsenin talep ve ihramıyla iki yüz akçeye hediye etmiştir.
Şeyh İlahi hazretleri Rumeli'de irtihal edince Emir Buhari aleyhi'r-rahme tü'l-Bari hazretleri İstanbul'da ca-nişin-i seccade-i irşad oldu ve her taraftan birçok talipleri gelip hidemat-ı şerifesine ragıp oldular ve musahabeleriyle inayet ve hidayet buldular... Faz11et-i meclisinde ve hususan yemek esnasında asla dünya sözü söylenmezdi. Hafızlardan hangisi olursa olsun Kur'an-ı azi mü'ş-şanın neresinden okunursa okunsun üç dört derece üzerine tefsir ve ah kam-ı celile-i mübarekesin i cümle ihvana anlatmak ve usulüyle takdir etmek mu'tfıd-ı arifüneleriydi. Murat ve hacetlerini arz etmek ve derdine derman istemek fikir ve gayesiyle müracaat eden kimselere ma'nlzat-ı vakıaya hacet görmeksizin derhal cevap vermek ve güzel sözlerle gönüJleri ni almak, tesli yet-i şifö-bahşada bulunmak cümle-i iktidar-ı harikulade ve ahlak·ı cemile vü hamidelerindendi.
İstanbul'a yeni geldikleri vakit, İstan bul kendilerine bir diyar-1 gurbet gelmiş, çünkü ne kimse kendisini ne de kendileri kimseyi bil mediğinden Şeyh Vefa hazretlerinin makam-1 alisini sual ve arama ile cami'-i şerife gider, ikindi na mazını bir köşede eda eder. O aralık Şeyh Vefa hazretleri mihrabın içerisin· deki kapıyı açıp imamet vazifesini ifadan sonra dervişleriyle meşgul-i zikr
olunca Emir Buhari de uzaktan Hazret-i Vefa'ya müteveccih olur. Ayin -i şerif bittikten sonra bak ışları birbiri ne münatıf olur ve heı: ikisi de mütekabil mu safahadan sonra pa ber-cay- ı kıyam u ihtiram olurlar.
Şeyh Vefa hazretleri, müşarünileyhi kucaklamak ve bağrı na basmak suretiy le fevkalade sevgilerini izhar ve irae etmek ve Emir Buhari'yi mürit ve dede lere karşı "Pek muhterem misafirimiz, baş tacımızdır. Kendilerine tazim ve mihmanperveri gösteriniz!" emr-i mahsusuyla mesrCıru 'l-bal olarak giderler di. Hazret-i Emi r orada üç gün misafır kaldıktan sonra İçel beldesine müte:i. zim olmuştur.
Ahmed el-Buhari hazretleri zamanenin doktorlarının tedavisiyle şi fa bulama yan ve hayatlarından ümidi kesilen hastaları mübarek ve feyznak nefesleriyle sıhhatlerini yeri ne getirmeye muvaffak olurlardı.
Em ir Buhari hazretlerinin evlad-ı alileri ve Mahmud Çelebi namı ndaki da matları da arif bil iah, mübarek bir zat idiler.
Ravza-i mübarekesi yan ında bir defne ağacı vardı. İrtihalind en sonra bu ağa cın kesilmemesini damadı Mahmud Çelebi'ye hal-i hayatındayken dört defa emir ve tavsiye buyurduğu halde birçok yaran ve ihvanı mahza üzerleri n i ört mek muradıyla kesmek istediler. Müşarünileyh de vuku'-ı hali hikaye ile key fiyete imti na eylediği halde onları bir türlü ikna edemeyerek "Ne yaparsa nız yapınız!" deyip yanlarından gider. Sonra müşarünileyhim, mezkur defne ağa cını kesmişler ve etraf-ı kabre duvar yapıp üzerini örtmüşler, dikili taşlarla tefriş etmişlerken li-hikmetillahi taala o ağaç kabr-i şeriflerinin içinde neş vünema bulmaya başlamış ve olanca taravetiyle büyüyerek bütün ihva nı hay retlere duçar etmiştir. Fakat şu keyfiyet kend ilerine mucib-i hayret olmaktan ziyade bais-i hacalet olduğundan aralarında bir hayli zaman hüzün ve esefe badi olarak ziyadesiyle gamnak ve müteellim olmuşlardır.
İrtihal-i alieri hicretin 922 senesi Cemaziyelahirinin pazartesi gününde duha vaktinde vaki olmuştur. Hin-i nhletlerinde bütün ahbap ve yaran ve müniban ile veda ve istihl al ve kendilerin e züht ve takva Heamil olmaları, doğru yoldan ayrılmamaları hakkında telkin ve vesayada bulunmuşlardır.
O zaman Kaplıca'da m üderris iken ayrılan ve Buhari hazretlerine hayl i vakit arz-ı hizm et eden A nadolu müftüsü Ahmed Paşazade Hızır Bey Çelebi, Haz ret-i Emir'in vefatına manzum bir tarih söyledikleri gibi müritlerind en Kam ii Çelebi de şu manzumeyi vücuda getirdi:
Kanı ol şems-i hakikat stıye-i lutf ı ilah
Kutb-ı irşad-ı tarikat ınürşid-i gerdün-penah
Şu'/e salmıştı BuJıara'da11 doğup Rum üstüne Mefhar-i al-i aba idi vii mülk-i dine şiih
Emir Buhari'nin 1941'de türbesi (Encümen arşivinden)
Koydu encüm gibi ashabın dolundu meh-sifat Gaym-ıgamdan oldu labüd çelıre-i alem siyah
Can dimagın çünki bu sevda buharı kapladı Dil dedi tarih ey Seyyid Buhiıri ah vah, 922.
Tekkenin ilk şeyhleri Nakş -Ahrarl yolunun kuvvetli şahsiyetleridir: Şeyh Abdul lah İlahi'nin tekkeye isim bırakan halifesi Emir Ahmed el-Buhari (ö. H.922), Emir Buhari'nin damadı ve halifesi Mahmud Çelebi (ö. H.938), onun da damadı Abdul
latif Efendi (ö. H.971), Ubeydullah Ahrar'ın torunu Ahmed Sadık Efendi (ö.14 Şaban 984), Şeyh Cemaleddin İshak Karamani'nin oğlu Mehmed Efendi (Karamanizade) (ö. H.993), onun oğlu Ahmed Ziyaeddin Efendi (ö. H.1011), Fazlullah Efendi el-Hüseyni en-Nakşibendi,oğlu Abdullah Efendi (ö. Şevval 1080), onun da oğlu Fazlullah Efendi (İkinci) (ö. H.1121), Şeyh Fazlullah'ın oğlu Abdülkebir Efendi el- Hüseyni (ö.25 Receb 1131), onun oğlu Mehmed Refi' Efendi (ö.1132) ve Abdülkebir Efendi'nin diğer oğlu Abdurrahman Efendi (ö.1188).
Tekkeye bu sefer "Haşhaş Molla" lakab ıyla maruf Şeyh Seyyid Mustafa Efendi geldi. Zakir Şükrü'nün tomarında ismi geçen bu şeyh içinorada "Şeyh Seyyid Mustafa Efendi, Halvetiyye'dendir,"Haşhaş Molla" namıyla maruftur ve Emir Sultan neslindendir.15 Muharrem 1259'da fevt" denilir. Muhyiddin Efendi'nin tomarında bu isim yer almaz, orada Mudurnulu Şeyh Rıza Efendi'nin oğlu "Molla Efendi" denmekle meşhur Şeyh Hüseyin Efendi'nin posta oturduğu kaydedilir ve vefat tarihi 1258 veri ir.
Posta bundan sonra Ahmed Faiz Efendi oturdu. Revnakoğlu, Zakir Şükrü'den Şeyh
Hacı Ahmed Faiz Efendi'ye dair "Trabzonludur.14 Rebiülahir1273'te rıhlet" bi gisini aktardıktan sonra "Tekkenin haziresinde medfundur.Talik yazılıkitabesi tesbit edil miştir;telifatı da vardır" der ve şeyhin mezar kitabesinitesbit eder (201:14):
Başında destarlı imame, mistarlı beyaz, kalın mermer taş, talikle: "Ya Hu - Kutbu'l-arifin gavsü'l-vasılin es-Seyyid eş-Şeyh Mir Şemseddin Nakşbend Ahmed el-Buhari kuddise sırruhu'l-ali hazretlerinin hankah-ı alilerinin post nişini bulunan amilin-i meşayih-i arifinden merhlım ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafür Dersiam Trabzoni eş-Şeyh el-Hac Ahmed Faiz Efen di'nin ruhuna el-fatiha, 15 Rebiülevvel 1273"
Muhyiddin Efendi,tomarında Ahmed Faiz Efendi'nin bu tekkeye postnişin tayini için şunları söyler: "Tarik-i Nakşibendiyye'dendir.Yetmiş yaşında bir adam olup Büyük Vidinlimerhumun tela mizindendir.Molla Efendi irtihatinde çok kimseler talip olmuşlar ise de Vidinli merhum pusulasını şeyhülislama gönderdiğinde işaret olunmuştur "
Ahmed Faiz Efendi'den sonra posta Abdullah Ferdi oturdu. Revnakoğlu'nun Zakir Şükrü'nün tomarından aktardığıkısa bilgi şöyleydi(201:11) "Şeyh Hacı Abdullah Ferdi: Manisalıdır. Küçük Kadızade İbrahim Edhem Efendi'nin oğludur. Cemaziyelevvel 1274'te fevt." İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri'nde çok sayıda eseri ve divanı olan Ferdi Efendi için daha etraflı şu bi gileri verir (1, 419):
el-Hac Abdu llah Ferdi Efendi, İstanbul'da doğdu. Tahsil-i ilm ettikten son ra Manisa sancağı dahilinde Kasaba (Turgutlu) kasabası müftülüğüne tayin olundu, orada uzun müddet ifta ve tedris ile meşgul oldu. Hicaz'a azimetinde
Emir Bu hari Tekkesi'nin 1941'de yıkık hali (Encümen arşivinden)
Mekke-i mükerremede mukim meşayih-i Nak şibendiyye'den Hintli Muhammed Can Efen di'den müstahlef oldu. Evahir-i hayatında Kasa ba'dan İstanbul'a avdet eyledi. Şeyhülislam Arif Hikmet Bey'in tensibiyle Fatih civarında Emir Buhari Dergahı meşihatına nasbedildi. 1274 sene-i Hicriyesinde vefat etti. Dergah-ı mezkur haziresine defnolundu.
İbnülemin yukarıdaki bilgileri verdikten sonra "Hazirede sağlam kalan mezar taşları arasında Ferdi Efendi'nin taşı yoktur,belki yapı lmamış ya hut mahvolmuştur. Mumaileyhin orada medfun olduğu, dergahın son şeyhi merhum Mustafa Efen di'den de menkuldür" dipnotunu düşer.Muhyiddin Efendi,tomarında Abdullah Ferdi'nin Şeyhülislam Ar if Hikmet'in şeyhi olduğunu söyler.Not düşelim, Revnakoğlu'nun bu tekkenin haziresinde tesbit ettiği mezar kitabelerinde de bu zat yer almaz.
Tekkenin son iki şeyhi Halil Cemal Efendi ve Mustafa Sabri'ydi (201:7):
Osman Kemali (Osman
Kemaleddin Efendi)nin Amasya lıMustafa Sabri Efendi için yazdığı vefat manzumesi (201:10)
Şeyh Halil Cemal Efendi: Kadızade İbrahim Ed hem Efendi'ni n oğlu, Şeyh Hacı Abdullah Ferdi Efendi'nin damadıdır.
Amasyalı Mustafa Sabri Efendi: Seyyid Nigari huleffısından ve Melamiyye'dendir. 1916 tari- hinde son yıJlarını geçirdiği Anadoluhisarı'nda
Yeni MahaUe'de göçtü. Göksu Garipler Mezarlığı'nda yatıyor. Melam iyye'den teberrüken icazetname verdiği Erzurumlu Hafız Osma n Kemaleddin Efendi merhum ile Nureddin şeyhi Fah reddin Efendi birer ta rih söylediler. Nured din şeyhininki pek zorakidir:
Hu
Cevheri çıktı kalemden Fahriya altı kalfl
Kalb-i agah Sabri'ye ancak senin vechin zahir, 1334.
Mustafa Sabri'nin mezar kitabesindeki manzum e Osman Kemali'nindir (201:10):
Göksu'da Yeni Mahalle Mezarlığı'nda, Kavacık yolu üzerindeki çeşmenin üs lünde ve kıble tarafında büyükçe yeşil parm aklık içinde olup mlistatil beyaz mermer kitabe, yazısı taliktir:
Bulmak istersen cihanda daima zevk u huzıir Evliyanın meclisinden meşhedinden olma dür Bf.ı-husus al-i Resul'ün etin u dilden aşıkı
M ustafa Sabri Efendi kabri olmuş beyt-i nur Nakşbendt'den murdd almış yürüdü aşk ile Burda batındır Amasiyye'denetmişti zuhur Arif i billtıh idi ehl-i kerem ehl-i vefa Müstefid idi sehfısından bütün ins ü tuyur Yazmak isterken Kemali irtihal tarihini
İki şalıid çıktı söyleşti "Hüve Hayyu'l-gafur 1334.
1941'de Emir Buhari haziresi (Encümen arşivinden)
Tekkenin haziresinde medfun olanlar,Revnakoğlu dosyalarında 201:89-93'te yer alır. Bu mezarlardan birkaçını aktarıyorum:
201:89: Başında ces m Kadiriyye'nin Eşrefıyye tac-ı şerifi, yerde, mistarlıbeyaz mermer taş, sülüsle: "Ya Hu - Terk eylemiştim bu fani cihanı - Kılmıştım aşk-ı Resulullah'a feda bu canı - Beş kerre tavaf-ı beyt-i mükerrem hem ziyaret eyledim, altıncıda ruz-ı mahşerde umarım şefaati.el-Abdü'l-fakir el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafUr, salik-i tar k-i Kadirieş-Şeyh es-Seyyid Mehmed Said el-Kadirier-Riffi'i b. es-Seyyid Ahmed el-İstanbul cealallahu mine'l-fukarai'l-amilin Hacı Dede, ruhuna rızaen lillahi el-ffitiha, 12 Cemaz iyelewel 1204"
201:89: Başında küçükçe ilmiye imamesi, yerde, yeşil boyalı, mistarlımermer taş, talikle: "Haze'l-Kabrü - Hazret-i Emir BuhariDergahı karşısında merhum Kazasker
Revnakoğlu'nun Emir Buhari Tekkesi haziresi mezar kitabeleri notlarından (201:89)
Abdurrahman Efendi hazretlerinin mekteb-i sıbyanı hocası merhum ve magfurun leh es-Seyyid Hafız Mehmed Nuri Efendi'nin ruhuna ve Hattat Hoca İbrahim Vasfi Efendi'nin ruhuna ve kaffe-i ehl-i man ervahıyıçun Tatiha,22 Şewal 1288"
201:89: Başında ilmiye imamesi,mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "Hüve'l-Baki - Eşrat-ı kuzat-ı kiramdan merhum ve magfur el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafCır es-Seyyid el-Hac Mehmed Emin Efendi ruhıyıçun ve kaffe-i ehl-i man ervahlarıyıçun
rızaen lillahi taala el-tatiha, s Cemaziyelewel 1265"
201:90: Başlıksız, mistarlı beyaz mermer taş, talikle: "Haze'l-Kabrü - Yedi Emirler türbedarı ve ta'lim-i Kur'an hocası Hacı Kadri Efendi'nin pederi Türbedar Hüseyin Efendi'nin vevalidesi Emine Hatun ruhlarına ve kaffe-i ehl-i man ervahına el-tatiha. Vefatı 1269; Muharrem 1325"
Cevad Paşa Türbesi
Cevad Paşa Türbesi (Akşemsettin Mahallesi,2047 ada. 13 parsel)
Emir Buhari Tekkesi avlusunda Mimar Kema leddin eseri olan türbede münewer Osmanlı sadrazamlarından Ahmed Cevad Paşa (Ö.1900) medfundur.Halikarnas Balıkçısı'nınamcası olan bu paşa, Nişantaşı'ndaki konağında vefat ettiğinde anne ve babasının mezarların ın bulunduğu bu alana gömüldü ve bilahare üzerine gördüğümüz türbe yapıldı.
Revnakoğlu'nun Ahmed Cevad Paşa'.ya dair 18 Mart 1951'de tesbit ettiği notlarda şunlar yazar (201:366):
Ahmed Cevad Paşa, Fatih Emir Buhar! Türbe-i şerifesinin tam karşısında, hususi, kubbeli taş türbede medfun bulunan bu zat, Afyonkarahisa rlıdır. Sultan Abdül hamid'in zamanında yaverlik ve kısa bir müddet sadrazamlık etmiştir. AJman ya'da tahsil etmiş erkan-ı harplerimizden bulunuyor. Babıali'de Sadaret Cami'-i şerifinin karşısında eski İkdam Matbaa-
sı'nın üst tarafındaki kütüphane binası bu Cevad Paşa'ya aittir ki şimdi vilayet bahçesinin içine alın mıştır; merdivenle çtkılır güzel bir binadır, eski müdürü Kenan Bey tarafından son zamanlarda tamir görmüştür.
Halikarnas Balıkçısı ressam ve muharrir Cevat Şakir, bu Cevad Paşa'nın kar deşi bulunan Mehmed Şakir Paşa'nın oğludur.
Ahmed Cevad Paşa, 1318 senesi miraç gecesi rıhlet eyledi. Türbesini n kapı sı üstündeki talik yazılı mermer kitabede manzumenin tarih mısraı şudur: "Hak ede Ahmed Cevad Paşa'ya cennatı makarr" (H. 1318)
Bu sokakta, Kazasker Abdurrahman Çelebi'nin yaptırdığımektepse, 9 numaralı bi nanın (2047 ada, 12 parsel) bulunduğu yerdeydi.Yanındaki hazire,Emir Buhari'nin değil, Kazasker Abdurrahman Çelebi'nin haziresiydi. Tekkenin haziresi,Cevad Paşa Türbesi'nin kapısı karşısında, Emir BuhariTürbesi'nin yanındakidir.
Kazasker Abdurrahman Çelebi,haziresinde medfunsa da mezar taşı tesbit edilememiştir.
Ahmed Cevad
Paşa
1941'de Ahmed Cevad Paşa Türbesi (Encümen arşivinden)
Revnakoğlu, OsmanlıMüellifleri'nden "Bu mektebin banisi Kazasker Abdur rahman Efendi (KızılMolla),Amasyal ı dır. İbn Kemal'den okumuştur.Babası Seydi AliEfendi'dir.Fatih - Emir Buhar! haziresinde yatıyor,vefatı H.983" ik tibasıyla yetinir.
1941'de Ahmed Cevad Paşa Türbesi (Encün arşivinden)
Memi Can Tekkesi ve Türbesi
Emir BuhariSokak'ta ıs numaralı apartmanın önündeyiz, burada Memi Can Tekkesive Türbesi
vardı.(Akşemsett in Mahallesi, 2046 ada, 36 parsel)
Memi Can ve Türbesi (131:442-47), fatih'te şimdi Fevzi Paşa Caddesi üzerinde, Emir Buhari Cami ve Ttirbesi'nin bulunduğu yokuşlu sokaktan Hüsrev Paşa Ttirbesi'ne iner ken sağda ve biraz içerideydi. istanbul'un belli başlı ziyaret yerlerinden biri sayılırdı.
İsmi Seyyid Mehmed'dir, Saruhanlıdır. "Mehmed"i bozarak kendisine "Memi Can" da diyorlar. Halvetiyye şubelerinden Uşşfil<iyye tarikatının piri Ahmed Hü sameddin Uşşaki'nin halifesiydi. Hazret-i Pir'in göçüşünden sonra onun yerine pir makamında uzun zaman irşat vazifesine devam etmiş, kendisi de bir hayli halife ve arif insan yetiştirmişti; ayrıca pirin büyük oğlu Şeyh Mustafa Efendi'ye niyabet etmişti, yani çocuk büyüyünceye kadar dergahın şeyhlik vazifesine veka let etmişti. Bundan dolayı Uşşaküer "Pirimizin halifesidir, pir postuna oturmuş tur" diye onu mazinneden sayarlar,"Mem-i Can-ı Aziz" derler ve kendisine karşı büyük saygı gösterirler. Tarikat dışındaki çevre halkı ise "Memi Can"ı "Mercan Dede"ye çevirmiştir, onJann dilinde "Mercan Dede':"Mercan Baba" diye anılır.
Kendi devrinde Halvetiyye ricali arasında ilmi, manevi kemale sahip büyük bir mutasavvıf olan Şeyh Mehmed Memi Can hazretlerinin tarikat telkin eden ta limi, terbiyevi manzumeleri, bir kısmı bestelenmiş ve Uşşakilerce ezberlenmiş nutk-ı şerifleri, ilahileri olduğu gibi tarikat erkanına, ahlak ve tasavvufa, seyr ü süluka dair yazma eserleri de vardır. Bunlardan Metalibü's-Süluk adındaki kita bını zamanın hükümdarı Sultan ili. Murad'a takdim etmiş, onun takdir ve talti fine, hususi ihtiramına mazhar olmuştu. Sultan Murad'a karşı duyduğu teşekkür dolayısıyla yazdığı bir kasidesini de kendi halifelerinden Çorumlu Şeyh Mehmed Efendi vakıfane surette şerh eylemiştir. Yine halifelerinden bulunan Gelibolulu Şeyh Mehmed Karibi Efendi, Gelibolu taraflarında Uşşakiyye tarikatınm yerleşip gelişmesi ni sağlamış mühim simalardan biriydi.
Memi Can, "şeyh- i zaman" terkibinin gösterdiği 1008 [M. 1599-1600) yılında Hakk'a yürüyünce devrin şairlerinden Haşimi şu tarihi söyledi:
Alemin kutbu Memi Can bu cihandan gitti Biıg-ı rıdvana yer etsin yine mihmiın-ı aziz İşitip Haşimi da'i dedi tarihin onun
Eyleyip ruhu revan verdi Can-ı Aziz
Alemin kutbu Can-ı Aziz bu cihandan göçtükten sonra üzerine bir türbe yaptırılmıştı. Bu türbe de fatih yangınında yerle bir oldu. Yıllarca sonra çev re halkının himmeti ile türbenin yeri ortaya çıkartılıp etrafına duvar çekildi. Türbeye bakılıyor ve ziyaret ediliyordu. Ne hazindir ki son zamanlarda kab-
rin kaldırılmasına ve kemiklerin alın masına bile lüzum görülmeden üzeri ne sıra sıra evler yapıldı, kat kat apartmanlar yükseltildi, bu da Memi Can-ı Aziz'e yapılan ikinci azizlik oldu.
Bestekar Bolahenk Nuri Bey
Bestekar Bolahenk Nuri Bey'in Emir Buhari Sokağı'nda konağıve meşkhanesivardı.
Revnakoğlu notlarında, İstanbul'un meşhur musikişinaslarının meşkhanelerine te mas etmiş, bilhassa Balat İmamı Hasan'ın,Zekai Dede'nin ve Rıza Bey'in Fatih'teki meşkhanelerine ve buraların müdavimlerine yer vermişti. Fatih'te Bolahenk Nuri Bey'in Eğrikapı dışındaki meşkhaneleri de sayfalarda yer alır (182:335-36):
Bolahenk Nuri Bey merhum, son zamanlarda Fatih'te Emir Buharı Tekke si'nin yanı başındaki konağında meşk eder olmuştu. Kendisi Tophane askeri kalemi mümeyyizlerindendi. Her gün Sarıgüzel'den Tophane'deki memuri yetine daima yayan olarak şemsiye koltuğunda, usul vurarak okuya okuya gi der gelirdi. Yolda her gün bir fasıl okurmuş. (Bütün takımıyla tamam olarak ezberinde 120 fasıl varmış. Daireye gidip gelirken her gün bir fasıl olur, uşşak, rast, hicaz ve emsali gibi zengin fasılları da iki üç gün içinde tamamlarmış.) Üsküdar'da Kör Bakkal civarında kendi ismiverilmiş bir sokağı hala mevcuttur.
Fatih yangınında yanan Hüsrev Paşa'daki Kazasker Mehmed Efendi'nin Par makkapı Cami'-i şerifinin biraz ötesinde meşkhanesi vardı. Bu meşkhane sonra hallaç dükkanı oldu, sonra da yandı. Burada uzun zaman talebeye ilahi, şuğul, durak, tevşih, fasıl geçerek hayli zakir ve hanende yetiştirmiştir.
Nuri Bey merhum, Hüsrevpaşalıdır. Evvelce Bali Paşa Cami'-i şerifinin üs tünde Sarıgüzel'e giden sokağın içinde otururdu. Bahçıvan Şeyh Arif Efendi merhumun zamanında Hüsrev Paşa Tekkesi'nin göze çarpan usta zakirlerin den biri de Bolahenk Nuri Bey'di. Zakirbaşı postunda zikri idare ettiği ve bu vesile ile de zikrin idaresini etrafına öğrettiği görülürdü.
Nuri Bey'in hususi bir meşkhanesi de yine Hüsrev Paşa'da Hüsrev Paşa Cad desi üzerinde Neccar Mehmed Efendi - Keserci Baba Türbesi'nin karşısında ki Dede Bostanı'na giren sokağın başında Maliye mümeyyizlerinden Mah mud Bey merhumun evindeydi, burası da Fatih yangınında kül oldu. Daha önceleri Cerrahpaşa'da kendi şahsına ait evde meşk etmiştir.
Meşhur Hafız Sami kendisinden meşk edenler arasındadır. Fatih başimamı meşhur Arap Hoca da Bolahenk'ten meşk etmişti r. Yeraltı hatibi Hafız Ali Efendi de Bolahenk'ten meşk eylemiştir.
"Bolahenk Nuri Bey merhum (veladeti H.1250, irti hali H.1328), sıgar-ı sinnin de ilm-i müsiki tahsiline sarf-ı makdiretle bu fende iktisab-ı kemalat etmiş olan esatize-i musikiye mülaki olmuş ve bazılarından istifade ve istifaza eyle miştir. (Hırka-i şerif hatibi Ömer Vasfı Efendi merhum)
Salih Saim Unar'ın Hatıraları
Çok uzun zamandır Salih Saim Unar'ın yayınlayamadığı eserleri kayıptı!Onun esas cephesinitesbite imkan verecek, Türk edebiyat ının ve hatırat literatürünün eksik
cihetlerini kısmen tamamlayacak olan bu neşir kisvesine bürünmemiş eserleri hakikatte hep göz önündeydi;malzeme bir süredir neşrine teşebbüs ettiğimiz Revnakoğlu arşivinde yerli yerinde duruyordu.
Revnakoğlu'na emanet olarak teslim edilen ve iade edilmeyen bu eserlerin hikayesi 1941'de başlar.Revnakoğlu'nun hürmet yüklü ilk mektubunu Salih Saim Unar şöyle
karşı ıyordu: "O nasılmektübe-i güz n ü bihTn, veya kitabe-i ihtisasat evlat? Ben fazilet, ciddiyet ve samimiyet mefhumlarını billur kadehte şarab-ıkevser içergibi olanca aşk ve şevkle tattıran ve taşıran bir kudret ve tasvir karşısında kalabi diğimi emin olunuz pek az hatırlayabi iyorum. Ve sanki bütün temiz hisler, tertemiz duygular birleşmişler ve vücuda getirdikleri sıhriyet-i fikriyye vü edebiyyeyi
abd-i acize alıcı bir levha-i tab at ve bir rize-i elmas şeklinde ve birdenbire dide-i hayret ü hürmet önüne serm işlerdir."
Ancak kendisine mektup yazan, mektubunda kendisiyle Tevfik Fikret ihtifalinde ve Üsküdar Mevlevihanesi'nde karşılaşmış olduklarına işaret eden Revnakoğlu'nu bir
türlü hatırlayamayan Unar,bu genç adamın Üslübuve kendisine gösterdiği alaka ve sena karşısında adeta sarhoştur.Övülmeyi her halde
en az FlorinalıNazım kadar seven Unar'ın bu taltifin sahibiyle derhal görüşmek arzusu 1941'in yazında gerçekleşir.
o zamana kadar her biri bir hayli küçük hacimlere baliğolan Cümel-i Hihemiyye,
Ana Baba Nasihat/arı, Altın Küpe, Mürôseliit, Mahfuziit-ı Edebiyye, Mulıadderiit-ı Evliyii, Şeyhü'l-Ehber Muhyiddin-i Arabi, Huccetü' / İslii m İmam Muhammed Gazôli, Bôyezld-i Bistôm İmôm-ı A'zam ve Eimme-i Selôse, Emir
Buhiirf, Mevlônô Celôleddin-i Rumi, Padişah ve Millet, İslômiyet, Terôcim-i Ahvô /-i Enbiyô adlı eserlerin sahibi Salih Saim'le Revnakoğlu'nun temas sebebi öteden beri hazırladığıGüzide/er Kafilesi' ne bu kıymeti dahil etmektir.
Salih Saim, Revnakoğlu'na neşredi memiş üç eserinin müjdesini verir:
"Ey benim varlıkla yokluğu müsavi eşen hayat-ı tarümarıma, mevcudiyyet-i müstear u na müstearıma ber-mukteza-yı ahlak u necabet
bir kıymet veren irfan ve idrak ve izanlıevladım, burada da tekrar merhabadan sonra söze başlamak ister de derim ki hayatımıyaşatan
ve yaşayan bereket versin hususive resmi mufassal tercüme-i halim mevcut ve münasip bir vaktinizde ser-a-pa mütalaasına rağbet buyurulmak üzere ma-hazardır.Keza na-matbu' eserlerimden Hafız Kemal i e Bir Varmış Bir Yokmuş nam ve unvanında fevkalade şayan-ı nazar aciz bir ihtisasnamem ve hele Edebi Hatıralar unvanlıadeta bir mücellede deni ecek vüsattaki kitabım..."
Bunlardan sonuncusunu yazıp yazmadığını bilmiyoruz, ancak HususiTercüme-i Hôlim veya Hôtırôt-ı Şüfuôn-meôlim adlıtefrikasına başladığımız hatıratını bu listeye dahil
edebiliriz. Böylece elimizde üç yazma halinde eseri ve Revnakoğlu'na gönderdiği mektupları mevcuttur.Salim Saim Unar'ınyayımladığı Şaşı Hafız ve Maruf Nühredanlar ismindeki eseri dışında onun esas varlığınıispat edecek külliyatı da bu yayımlanmamış üç yazma halindeki metinlerdir.
1941'de bir araya geldikleri iki görüşmeden evine dönerken bu üç eserin orijinali Revnakoğlu'nun yanındad ır.Unar'ın talebi,bunların birer kopyalarının alınması, imkan olursa Revnakoğlu tarafından neşredilmesidir. Saim'de hiçbirinin bir kopyası yoktur,Saim mektuplarında sık sık bu hususa işaret eder.Bir sebeple Revnakoğlu
o yılın sonunda her türlü teması keser,Unar'ın mektuplarını karşılıksız bırakır,görüşme arzusuna cevap vermez. Sessizliğin hüküm sürdüğü on yılsonra Saim, hüznünü, ihmalini ve bir türlü iade edilmeyen eserlerini son bir kez talep eder ve bu son mektupta ikisi arasında teati büsbütün biter.
Tekrar başa dönelim. Daha önce, Saim hayatteyken lehinde takdir ve ancak bir hayli ilerleyen yaşının ve müktesebatının senasına tahsis edilmiş yazılar haricinde onun yayımlanmış ya da yayımlanmamış
çal şmalarına dair bir ilmi' ve edeb bir tecessüs vaki olmadı.Elimizde daha çok Salih Saim'in çok zaman çıkmadığı evinden gazete ve mecmualarda beğendiği yazıların sahiplerine gönderdiği teşvik ve takdir yollu mektuplara karşı bazı kalemlerin kendisine karşı minnet cevaplarıdır. Bu övgü yazılarının sahipleri arasında Nihat Sami Banartı,Refıi Cevad
Ulunay, Ahmet İhsan Toksöz ve Suavi Boztepe'yi kaydedebiliriz. 1950 sonrasına ait bu yazılarda onun için:
"Üsküdar'da kadim ve sakin bir Türk evinde kitapları arasında bir inziva hayatı yaşar. Neşriyat hayatımızı dünyayı 85 sene görmüş gözlerinin mukaddes ışıklarıyla takip eder. Yalnız bana değil,gazetelerimizde bizim milli fazi etlerimize, iman dünyamıza dair, onlara sadık kalarak yazan her imzaya aziz iltifatlarını yollar.Sahifeler tuttuğu halde leziz bir iksir
gibi bir yudumda okunan mektupları hikmetler, beyitler,ayetlerle süslüdür. Ve bizzat kendisinin harikulade güzel,samimi' ve zarif bir üslilbu vardır. Bu üslup onun iç dünyasındaki nur aleminin ışıklı ve ltri'nin besteleri gibi ahuti ifadesidir" (Nihat Sami Banarlı,23 Ekim 1964) diye tebcil edi diği,
"Bana gönderdiği mektuplar,yakın mazinin hatıratıile doludur.Onlarda Süleyman Nazif\erin,ÜsküdarlıTalatların, Tokadi'zadel erin menkıbeleri,şiirleri ile Fars edebiyatının
Sa'di eri, Hafızları, Hayyamtarı sarmaş dolaş olmuştur. Bazen tasawufi bir beytinyanında ağır bir hiciv de yer alır,birden edebiyat tarihinde yer almaya layık bir menkıbe ile karşılaşılır" (Refıi Cevad Ulunay, 11Nisan1960) şeklinde kıymetlendirildiği görülür.Lehinde şiirler de yazılıyordu.
Neyazık ki gazetelerde yazdığı yazılar yeni çalışmalara mevzu olamamış, mektupları neşredilmemiş, onun esas cephesini ortaya
koyan eserleri Revnakoğlu dosyalarında saklı kaldığıiçin sahaya çıkarılamamıştı.Üzerinde bir dizi yayın yapan YusufTuran Günaydın'ın kıymetli faaliyetleriyle matbu eserlerinin bir kısmı yeniden neşredi miş, Saim'e dair derli toplu bir biyografi vücut bulmuştu, ama hala
Salih Saim'i üslübu, derinliğive orijinalliğini ele alabileceğimiz eserleri ortada yoktu. Bugün mevcuduna rastlamak bir haylizor olan Cemal Kutay'ın 1960 tarihli Sebilden Bir Avuç Su adlı eseriile Saim'in oğlu Ali Rıdvan Unar ve yeğeni Midhat Sadullah Sander'in 1954 tarihliSalih
Saim'in Yazı Hatıraları ve Hayatı adlıeserlerinin onu tanımak için önemliiki eser olduğunu kaydedelim.
Revnakoğlu arşivinden çıkardığımız Hususi Tercüme-i Halim veya Hôtırôt-ı Şükrôn-meôlim adlıhatırat, Salih Saim'in mühim bir kısmı Tophane-iAmire'de geçen,memuriyeti devresini içerir. OsmanlıOevleti'nin son yarım yüzyı lının idarive siyasi hadiseleriarasında bir kalem efendisinin mütelevvin ruh vaziyetleri içindeki müstakileseridir.Saim Bey'in benimsediği dil
ve üslup klasik nesrimizin Tanzimat sonrası şekillenen hususişekline dair ipuçları vermeci itibarıyla da mühimdir.
Hatıratta, maarif tarihimizde işlenmemiş olan "Tefeyyüz Kitaphanesi" bahsiiçin bizzat bu müessesenin müdürlüğünü yürütmüş olan Salih Saim'in notları kıymetlidir (287:228-254):
Hususi Tercüme-i HaH m veya Hatırat-ı Şükran-mealim
1283-1285 senesinde !Cabatoş't a Gümüşsuyu Hastahanesi'nin karşısmdaki Bağodaları
Sokağı'nda 20 numaralı hanede ve Ramazan-ı şerifte dünyaya gelmişi m. Pederim Kabataş
ve Gümüşsuyu mahalleleri ve cami'-i şerifleri imamı ve mektep hocası Tosyalı Hafız
Hüseyi n Efendi'ılin sulb-i pakinden. Validem de beyne'r-rical ve'n-nisa "Hoca Hanım" ve "Hafıza Hanım" namıyla şöhretver Hafız Ayşe Hanım idi ve İstanbullu idi ve kendisi de hal-i hayat-ı şerifesinde izhar-ı keramet etmiş pek
meşhur Kabataş imam-ı kadimi Hoca Mustafa
Efendi'ni n sulbünd en dünyaya gelm işti r.
Kabataş İbtidai Mektebi'n de okuduktan sonra Tophane'de Sal ıpazarı Caddesi'ndeki Mekteb-i Feyziyyc'ye verdiler. Dört senelik meşhu r
bir rüşdiye olan bu muhterem mektepten çıka rken son sımf son imtihanımızı M::ıarif
Neza reU binasında verdik. Farsi imtihanı mda mümeyyizlerin bir dest-i takdir ile arkam ı sıvadıklar ını ark::ım yere gelinceye kadar
hatıra-i fahire-i minnet ü mahmidetten çıkaram::ım. Hamden lillahi taala, ala şehadetnamesiyle neşet eyledim.
Henüz on beş yaşında idim. Ebeveynim 1299 senesi Ağustosunda mahza semtimize yakı n devfür-i resmiyyeden olmak itibarıylo ve
maa-haza t::ıkdir-i Rabb-i kadir ile Tophane-i Amirc'ye yazdırdılar, ruznamçe kalemine memur eylediler. Yirmi altı sene bu daireye ve bu kaleme devam eyledim.
Hikmet-i Huda o zamanın terfii kıttı veya iltiınaslıla r haklılara, muktedirlere ve kimsesizlere tercih edili r ve muttasıl terfi ettirilirdi. l<endi odamda vuku bulan bi n küsur kuruş maaştan bana yetmiş altı kuruş zam yapılıp bu münh alin yansından ziyadesinin hiç de münasip almayan, akıl ve hayale gelmeyen diğer kalemlerdeki efendilere verildiği ne
ağlaya ağlaya şahit olurduk. Ve şu hale ve haksızlığa m üd ür, muhasebeci, mektupçu, meclis başkatibi ve bütün intihab-ı küLtab
komisyomt n:.ı mını :ılan müdiran-ı umur kabil değil ağız :ıça.maz. ses çıkaı·anıaz, bilakis terll mazbatalanna imzalarını atar, müh ürlerini
basarlardı. Neden mi? Mü$ir Zeki Paşa'nın müh ü rda rı Kayserili Rifat Bey'den böyle
emir alınmıştı ve bu kadar heyet, hatta ittifak etseler de müctem ian arzuhal içi n bizzat
müşi re gitseler derakap kapı dışarı edilirlerdi.
Bu anlaşılmaz. sorulmaz, sorulamaz ve :ıkıl ve mantık :.ılmaz bir MI idi. Babıali'nin de hayrette kaldığı na şahidi m.
Mühürdar Rifat Bey daireyi gariptir ki pek gariptir, içinde harbiye ve tecrübe na mları nı alan iki büyük meclisin bi nbaşısında n feriğine ve reislerine kadar mu htelif rütbe ashabı
da dahil olduğu halde işte o kı rk ytllık koca Tophane-i Amire'yi serapa teshlr etm iş, titretmişti.
Bir Ramazan-ı şerifin ikinci günü üzerinde miralay formasını, göğsünde altın imtiyaz madalyasını taşıdığı halde -bü5Jıare paşa oldu ktan sonra vefat eden - sevk komisyonu
reisi Asım Bey'i kuvvetli elleri ile dövdüğüne, meti n ayaldarıyla tekmeleyerek ve tepeleyerek odasından dışarı attığına ve işte nam ustımla yazıyoru m, lisanen de en gal iz bi r tabi r ve bilhassa tulumbacılara mahsus küfürlerle "Anasın ı, avradını..:·gibi sözleriyle namus
ve haysiyetini kavlen ayaklar altına bütün yanındakiler ve hikmet-i Huda adeta huılır-ı şiddet ü ınehabetinde salta dura nla r şahit olduğu gibi, koca bir miralaym şu hal-i elime mühürdarı n yanı başındaki odasından perdeyi açıp temaşager olan Tophane müşiri Zeki Paşa'yı gözüyle görenlerden biri ele abd-i acizdi r.
Millet ve memleket haricen iki üç kabadayı bilir ve bunların şerrinden çekinirken
bu mühürdarı n belki de cihanı kasıp kavurduğundan ve isterse onları bir anda boğacağından sanki kimsenin haberi olmazdı. Bu bi r sırdı ve "İzharı güç, izma rı güç" meseli bu şahsiyet ve bu halet içi n zeba nzeddi.
O üç kişi elediği m, I<abasakal, Fehim ve Zülüflü İsmail Paşalar idi. Gerçi onların ela astığı astık. kestiği kestik ise de dedim ya bu mühürdar
arzu ederse onların üçünü de üç ayak manasındaki "sehpa"da berdar edebili rdi.
Refakatinde ve müşirin maiyet kitabeti nde istihdam edilmek üzere ya nına aldığı, Kabataşlı Saatçinin Hüsnü, f iruzağalı Ag<ih, mektubi
mümeyyizi Cemil, Fındıklılı Hazım ve bi r de teyzezadem tecrübe kalemi hulefasından Ayazpaşalı Tevfik Beyler id i.
Biça re Tevfik ale'l-ekser derdi ki:
- Ah Saim, teyzezadem olduğun ve çok sevgili bir kardeşim bul unduğun hald e bu herifi n zulüm ve şcnaatinden seni bile haberdar edemiyorum ve ben sabrediyorum. Bu
teraküm ve tek5süf eden azap ve ıztırab-ı ka lbi vü ruhi bi r gün elbette taşacak ve dünyanın mesuJ etmediği bir kah ramanlık neticesinde bu habis belasını bulacak, ama ben de mahvolacak imişim ve çoluk çocuk sahibi imişim ne
olursa olsun! Zira ben kendi hesabıma
onu n yanı ndakilerin ve benim refikleriıni n hepsinden ziyade bir erkeklik şeref ve şanını ve hiçbir şeye verilemeyecek, feda ediJemeyecek bir namus ve haysiyet taşıyorum, hele sen gör!
O ne? Filvaki bir gün dairede "vaka" yerinde kullandığı mıı "bir vukuat'' çıktı. Rüya mı?
ina nalım mı? Tevfik, mühürdarı dövüyormuş! Bu ol Lır şey miydi? Evet bu bir hakikatti, hem de mühürda rın çok zevkine gittiği ve cidden
alkışladığı bir haletti!
Şimdi bu rada istitrat denilen bir şeyden bahsetmek, işin asıl sebebini biJdi rmek lazımdur:
Yukarıda dedim ya, Tevfik bu herifi n vicdan ve iman hilafına yaptığı şenaat ve şakavete vicdan azabı çektiği, yüreği cayır cayır ya ndığı halde belki ele
Bir nefes kalsam şeh-i devrana kul olmam Viran kalası hanede evlad u ayal var
medl ül üne levfık hareket zaruretinde kalmış. Ve işte bir gün neye şahit olsun iyi mi? Beyoğlu Topçu Kışlası'ndan ufak bir mülazı mın terfüne dair Yıldız'dan başkitabetten gelen iradeyi mühürdar yırtarak sobanın içine atmaı ve
tam manasıyln aciz ve zayıf bir ailenin sıcak
suyuna soğuk su katmaz mı? İşte bu hal Tcvfık'in başma bütün cinleri topbdığı halde zahiren belli etmeyerek ve vücudunun hem bur:ıdaki hizmetlere hem de vezfiif-i asliyyesi olan tecrübe kalemi işlerine tahammül edemeyeceği nden arızi hizmet kitabetinden affını isteyerek yanından uzaklaşır. İyi :ımma o saye-i hizmet ü refakatte emsali gibi peşin aldığı bin kuruş maaşından d:ı ma h rum kal ır.
Evet, biz cı zamanlar iki üç ayda bir aylık ve
:ırada ale'l-hesap namıyla yüzde on, yüzde yirm i nisbetinde bir para ald ığımızdan dolayı takkemizi göğe atarken bazı mukarrebin ve nüdemr1 ve ahass yaran ve rüfeka num ve
hesaplarına ayrı ayrı yazılan sened-i resmllerle maaşlarını her ay alarak huzur-ı ınühürdaride takla atarlardı. Biz bu çok acı hakikatlere de şahit id il<.
V:ıkta k i m ühürdarın yanından müf:ırakatinden sonra Tevfik bu mühim ve belkj de ehem madde-i maişetten mahrum kalır ve bütçesi darald ıkça daralır. Bir gün canına ta k der, doğru mühürdara. Usulen selam vererek
''Panı" der: "Ne parası?" Tevfik, Hak tarafından nasibcda r olduğu talakat-i l isan ve cezalet-i beyan ile: "Sen aylığın ı peşin al, müşir alsın, yan ındakiler alsın, başkaları aç kalsın öyle mi? Ve şimdi bana aylığımı vereceksi n!"
M ühürdar kemal-i asabiyyet ve hakaretle Tevfi k'e bir vurur ve: "Defol edepsiz herif. şimd i tepelerim!" derken, Tevfi k derhal
dönerek pap uçluktan koca bir baston yakalayı p kavli ve fiil mühürdarın kafasına doğru
in direceği sırada Rifat Bey hemen Tevfik'in
bileklerinden yakalar ve işte işin şakalı ciddil i ve her halde pek latif ve asla unutulamayacak ciheti burada başlar:
Şimd i mühürdar: "Ulan Tevfik .. ' der, "Aşk olsun sana, otur bakalım. Mustafa, çabuk bir bhve yap!" Ve Tevfı.k'in elinden maaş suretini
alarak bin kuruş mahsup ederek çavuşlardan veya yaverlerden bi rine: "Çabuk kaydın ı ve muamelesini yaptırınız ve vezneden parayı alınız, geti rin iz!" emrini verir. Bu sırada Tevfi k son derece ınaglub-ı teessür ü teheyyüc bir halde mull:.lsıl: "Tepeleri m ha!" tehdidini
savu rup dururm uş. Şimdi o hiddet, şiddet
ve belki de asabiyet ve min net ınücessemi m ühürdar garip ve :ıkıl ve muhakeme haricinde bi r aks-i ameUe yumuşamış ve muttasıl gülerek:
- Ulan aferin Tevfik, bayıldım. Vallahi
bahadır bir herifmişsin. Benim günden güne kabad ayılığımı ileri götüren ve beni kudurmuş bi r arslan gibi köpürten, şu koca daire içindeki korkak hergelelerdir; onlar benden yıldıkça ben ka hraman kesiliyorum ve bir gün içerideki şu müşir herifi bile döveceği m. Maa-haza sen
şimdi şu kalwl'ni içth1 ve paranı da ald ın, haydi bakalım afiyetle ye, iç. Fakat sana bir ricam var...''
Tebessüm ederek:
- Sakın dışarıda mühürdarı korkuttum ve zorla para da aldım filan gibi sözler sarfedeyim deme! O zamo.n o kahramanlığın kıymet ve ehem miyetini derhal sıfıra indirir ve işte yemin ediyorum hem de hiç kimsenin muavenet
ve mukavemeti para etmeyerek burada
koJları nda n tutup -Tophane sahilini göslererek şuradaki rıhtı mdan denize atarım ve tam manasıyla seni boğarım! der ki işte bu olur şey değildi r.
Bu bahsi belki daha yüzlerce misali olduğu halde yaln ız ikisi n i yazarak kapatmak isti)ıorum:
Ne zaman bir çavuş gelip de "Saim Bey, mühürdar çağırıyor" dediği zaman odamdan odasına gidinceye kadar sanki korkulu rüya görmüş gibi dudağımın uçukladığını biliri m. Ve müdürüm Ruznamçeci f aik Efend i'ni n de
keza mühürdarın celp ve davetine ma ruz kalıp da giderken ceketinin alt iliğini üsl düğmeye geçirdiğine ve giderken beti benzi attığına namusumla şahidim. Halbuki maaşı, mertebesi, derecesi m ühürda rJa birdi, ikisi de u la smıf-ı evveli, ikisi de otuz altın aylıklı idi, fakat yan yana gel.di ler veya getirdiniz mi efendi ile uşak halet ve vaziyeti görülürdü.
Bir de yine şahsıma ait hatıra gelen bir şey yazacağım:
Bir gün müdürüm çagırd ı:
- Al oğlu m, hüsn-i h izmet ve iktidarın ızın mükafatı olarak size bir beşinci rülbe Mecidi
nişanı verilmesi için takrir yazd ım. Götürü nüz, intihab-ı küttab komisyonu azalarına
ımzalatı nız!
Cenab-ı Hak biliyor ya gençlik ve nevheveslik, sevindim ve F:ıik Efendi müdürümün eline
va ı:d ım. Ulana utana kalem müdü rleri ne gidiyor ve cümlesi ni n takdirkar ve tebri k
amiz cümle ve iltifatlarına mazha r oluyordum .
Bittabi ileri gelen müdürlerden yoklamacıya
da gittim. Kemal Efendi (Bu zata "Kör Kemal" derlerdi) kağıdı, takrir i evirip çevirdikten, süzdükten, dide-i tedkikten geçirdikten ve hatta ma-fevk rütbedeki diğer bi rkaç azanın da imzalarını gördükten sonra kağıdı kaldırıp yere altı ve hatta beynim atarak şu sözlere de maruz kaldı m:
- Devleti n ufak bir nişanıııa kesb-i istihkak etmek 1:1-ekal on beş seneye mütevakkıftır, iki üç senelik çocuklara verilemez! Haydi ba kayım ...
Eyvah, bi r kalem efendisi olduğum ve lutf-ı Hak'la bütün rüesa-yı mülkiye ve askeriyenin teveccüh ve iltifatına mazhar bahtiyaran rüfekadan bulunduğum halde "çocuk" namım alarak kovul muştum. Yaralı bir kuş gibi çırpına çırpına hatta Hak affetsi n müdürüme bile belki
de malumat vermeden doğru mühürdara.
Allah bilir ya yoklaınacının bu itap ve hakareti tek mil ma iyetindek i efendilerin mesmuu olmak ve bu tahkire aynl maruz bulunmak itibarıyla sanki koca yoklama kalemi başıma yıkılmış ve olanca mevcCıdiyyet-i maddi ve maneviyycmi enkaz tarümarı altında ezmişti.
işte bu pek yerindeki elem ve enin ile o
değme kimsenin yanında ağız açmaya cesaret edemediği Rifat Bey'e dedim ki:
-
Beyefendi, dünyada belki de emsali
hatı rlanmayan büyük bir hakaret altında hurdahaş olan şeref ve haysiyetimin eğer taraf-1 saadetinizden de tamir ve iade edilmeyeceği ni görürsem ...
Sözümü kesti: "Kısa kes, çabuk söyle!" dedi.
-
Beyefendi dedim, mesele böyle böyle. Şimdi benim yand ığım bir şey varsa bi r şeyin vukuunda n şüyuu beterdir hakikatine maruz kalışımdır. Tarafımdan asla bir talep ve
rica vaki olmadan vaki olan şu inha keşke mevki'-i m uameleye kon mayaydı ve herkes duymayaydı. ..
ifadelerim biter bitmez yemin ediyorum yanında beyler ve paşalardan birkaç ki mse bul u nd uğu halde:
-
Git, pezevenge söyle, mühürdar imzalasın diyor de! dedi.
Gittim, "Efendim, mühürdar beyefendi lutfen imzalasınlar diyor" dedim.
-
Mühürdar değil, müşir emretse olamaz! dedi.
Eyvah, ben şimdi bu siyak ve ifadatı aynen söylemek gibi bir acz-i beşeriyyete kapılsam derhal gelip resmi makamında sandalyesini başına geçirecek ve Huda ne-kerde benim yüzümden belki de ölümle neticelenecek bir vaka zuhur edecek! Geldim ve:
-Efendim dedim, benim imzam bulunmama styla bu işin olmaması lazım
gelmez!Mühürdar bey imzalayınca olur biter dedi.
- Yer şu kağ1dı diye takrir-i resmiyi elimden a la n müh ürdar, müsveddenin metni ne de
kalem karıştı rarak imzalayıp şu sözleri söyledi:
- Git ona de k i: "Efendim mühürdar bey diyor ki yok lamacı beyin kağıdını imzalamaması sana beşinci rütbe-i mecid1nişanını az görmesindend ir. O senin iktidarını bilmez mi? işte ben dördüncüye yazdı m ve imzaladım.
Söyle de mem nun olsun!..:'
İşte bu sefer hakikaten bu sözleri hüve hüvesine söyledim. Huda muhafaza buyursun, az
kaldı yüreğine iniyordu. Lakırdıyı uzatmada n odasından çıktım. Üç beş gün sonra dördüncü rütbeden nişammın iradesi çıkmıştı.
Yine şimdi mütebadir-i hatı r olan ve ümmi denecek derecede hemen hemen mektep med rese görmeyen bu mühürda rın ihtimal memleketi iktizası yine bu mevhubun min indallah fetanet ve kiyasetine dall bulunan
yüksek bi r zeka ve basireti nden bahsedeceğim, zira çok şayan-ı dikkattir:
Bir Ramazan-ı şerifin on beşinci gecesi Hırka-i Şerif ziyaretinden avdette Sultan Hamid
tam Tophane önünden geçerken olacak ya tekmil tenvirat söner ve orta lığı bir zulmet kaplar. Önündeki ve arkasındaki debdebe ve darat ile fakat heyecanlar içinde Yıldız'a
giden padişah sarayına girer girmez: "Şimdi mesele hallolu nmaz, bu zul met maddesi
tenvi r edilmezse Zeki Paşa kendini yok bilsin!"' iradesi kendisine başkitabet dairesinden tebliğ olunur. Paşa korkudan raşeler içinde kalır, hatta düşüp bayılır.
Derhal mühürdar hem mabeyne hem de dünyanın imdadına yetişir ve der ki:
- Efend im, şevket-meab efendimiz tam Topha ne-i amireleri önünden geçerken
Cenab-ı Hak muhafaza buyursun, bi r suikasta maruz kalacaklardı. Evet, bunu kaviyyen haber aldım ve oradan teşrtf-i şahane vuku bul urken işte tekm il tenvMıtı bendeleri söndürttü ...
işte hiç de asıl ve esası olmayarak o büyük deha ve dimağm mahsıil-i tasni'i olan bu dün'.ıg-ı maslahal-amizin arzını müteaki p müşirin başı beladan kurtulur ve mühürdar da rütbe-i vala ve birinci rütbe Mecid! nişanı ile taltif olunur ve işte bu kadar olur!
Hikmet, yemi n ediyorum, şahsıma ait bir hiMye daha ha tırladım. Teyzezadem, ya nında kitabet-i husCtsiyyede iken bir gün m ühürdar der ki:
- Tevfik, dünyada benim için korku yoktur, müşirmiş, mabeyinmiş. Yıldız'mıŞ, Babıa li'ymiş hatta hatta padişah mış.... Anladın mı? Yalnız bir kişi var, o da nıınamçe kalemindeki Salih Saim'in annesinden, o kadının gönlünden...
Hafıza Han1m'ın ka lbi dilerse beni mahveder! Ve işte onun madd iyet ve şahsiyeti değil, maneviyatı karşısında kendisine ram ve
mah ku mum.
Tevfik ile benim iki hemşire çocukları olduğumuzu o güne kadar bilmezm iş. Tevfik, bunu bana söyler söylemez haydi ben eve...
- Anne, böyle böyle. Kalk dinini seversen git, şu iltimas devrinde beni m için zamm-ı maaş iste!
Bakınız Cenab-ı Hak şahitt ir, rahmetli vali demin cevabına:
- İyi ama oğlum, bım de hemen vallahi
mühürdardan korkuyorum. Hoş gör evladım, mazurum!
İşte ya "Vermeyince mabut ne yapsın Mahmut!" buna derler veya "Kırk yıldn bir hı rsızlığa çıkacaktık, ay akşamdan doğdu!"
1
Salih Saim Unar'tn hatıralarından (287:252)
Şimdi agrebü'l-garaib vasfına seza bir şey varsa o da Ortaköy'de Yahya Efendi Kabristanı'na gidenler sol taraf müntehasında belki beş
adım bile uzak olmayarak Hafıza Hanım ile
mühürd ar beyi n kabirlerini görürler. Dünyevi havf ve hi rasın, uh revi bir manzara-i ruh istinası ve tesadüfün ta'bir-i amiyanesiyle dik alası işte bu na derler.
o alemden gelen yok ki sorulsun
Bu alemden gidenler onda neyler
Mühürdar isterse devair-i devletin
herhangisindeki mahbCıb-ı kalbine, sevdiği dostlanna ne kendileri n in ne de mensup oldukları o resmi devairler nazırlarının asla
haberi olmadan nişan, rütbe alırdı. Ve mesela o zaman gazeteler "Rüsumat memurlarından Faiz Bey'e saniye sınıf mütemeyyiz i" veya "üçüncü Osmani..." yazdıkları zaman o Faiz Bey'le Rüsumat emini Hasan Fehmi Paşa
veya başkası şaşkın şaşkın yekdiğerin yüzüne bakarlarm ış, biz bunu işiti rdik. Mektepler nazır-ı sanisi Ali Rıza Paşa'nın kardeşi
İhsan'ı Bağdat'tan getiren ve miralay yapan
mühürdardır. Bu İhsan Bey'i galiba tıbbiye mektebini n Arnavut bahçıvanı öldürmüştü.
Artık mühürdarı kendi haline bırakalım. Aman ya Rabbi bırakamayacağız! Zahir bu da Hak tarafından ...
Hürriyet elde edilmiş, İstanbul sokakları keçeli küla hlı ale'l-acaip kıyafetli yabancı simalarla dolmuştu.
Bir akşam kalemden avdette Üsküdar vapurunda bunlardan birkaç genç:
-
Efendi dediler, sen hangi dairedesin?
-
Tophane'de. Derha l:
-
Mühürdar orada mı?
-
Hayır, o merhumdur dedim.
İşte bir eyvah çektiler ki keşidenin ucu semaya yaklaştı. Meğer anladım ki çiğ çiğ yiyeceklermiş. Ya Hafiz!'
İstibdat seneleri sonlarında ve dehşetli bi r
kış gün ü nde idi. Ortalık karlarla örtülü, etı-af bembeyaz. Ruznamçe kaleminde vazifeye meşgulüm. istihkam binbaşılarından İrfa n Bey geldi: Elyevm hayatta ve Bakırköy'de muammerdir: "Kalk" dedi, "Senle bir yere gideceğiz hem araba ile çabuk gideceğiz:' "Hayrola, sebep?" dedim. "Anlatırım"
dedi. Arabadayız. Arabacıya emir verdi: "Saraçhanebaşı'na. Şehzade Cami'-i şerifini geçince sokağa sap, büyük konak ..."
-
İrfan, ne oluyoruz, söyle çıldıracağım dedim. İşte ifadeleri:
-
Reşit Akif Bey, Sivas valisi oldu. Bana, irfan dedi, hususi kitabetimle beraber götürmek üzere koca Babıali'de dilhahıın veçh ile bir katip bulamadım. Öyle bir zat bulacaksın ki ehliyet ve iktidarının fevkinde ben kendisinde bir salah-ı hale şahit olayım. Düşün ve mutlaka
Hafıza Hanım'ın
, mezar taı
Mühürdar'ın mezar taşı
bul! işte pek az tefekkür neticesinde bu evsafı hai:t. ancak seni bulabildim ve lehü'l-hamd göğsümü gererek de götli.rüyorum.
İçimden eyvah dedim, yayan kaldın tatar ağası!
Münşi-i şehir, Tabsıra sahibi merhum edib-i a'zam Akif Paşa'nın konağına gircUk. Tarihi bir ev... kocaman kapıları açık. Aşağıda n yukarıya kadar esas ve eşya-yı beytiyyeye göz gezdirdi m. Hepsi seyyar ve bi-karar. Bir manzara -i seferberi izhar ve kalplere adeta kasvet isar ecUyord u. Büyük bi r sofa ve gen iş bir oda... Beş on misafir var ve derin bir sükut hükümferına, hemen hemen lakırdı bile edilmiyor. Zairlerin hal ve ahvalinden kemalli insanlar olduğu anlaşılıyor, ilm iyeden, meşayihten bir iki zat
da kıyafot- i meslekiyyeleriyle nazarlara ilka-yı h iss-i hürmet ediyor.
Vakta ki içleri nde en mehip ve adeta mehlıf bir sima ile karşılaştım . Aman ya Rabbi, zahiren bir surat, bi r azamet ki insan gıdıklasa kabil değil güldüremeyecek. Uzu n boylu, esmer Reşit Akif Be)ı'e takdim edildim.
Hemen hemen ka met-ı bedeniyle hem-kıyas uzun bir kamış kalem ve büyi..ık iki tabaka
iki kağıt elime tutuşturuldu ve iki müsvedde kaleme almaklığım emrolundu. Zemin ve mevzu üzerinde kalem yü rütmeye başladım. Arada büyükçe bir beyaz fincanla gelen kahveyi de içiyordum. Müdevver, yeşi l örtülü masanın başı ndayım . Muttasıl y::ızıyorurn.
Misafirleri n merakı da bana ınünatıf ...
Resm-i sel:1ın ve ih ti ram ı ifa ederek kağıtları takdi m eyledim .Zannediyorum daha üç satır okur okumaz yemi n ediyorum ki meınıllün ve na-memulün hilafı o korkunç çehrede alamet-i ibtisam belirdi. Fakat emin olunuz manyatizma olmamak içi n o bana bakarken ben önüme bakıyordum, o yazıları okurken yüzüne bakabiliyordum.
-
Çok teşekkür ederim ve bilhassa İrfan Bey'e de mem nw1iyet beyan eylerim. İktidarınıza kaleminizin şehadetiyle vakıf olduğum
gibi, temiz bir kalbe ve bir rıih-ı asalete mazhariyetiniıi de yüzünüzden okudum ve diyebilirim ki dilhahım veçh ile bir fazilet sahibine kavuştum.
Bu aralık maaşım ı sordu. "Altı yüz kuruş efend im" der demez huzzara:
-
EfencUler dedi, u tanıyorum!
İşte bu da bir takd ir ve il tifat idi. Topha ne'de top kuvvetinde bir taş...
-Efendim dedi, sizi ki tabet-i husılsiyye ve
vilayet mühürdarlığı ile götürmek emelindeyim. İnşallah tedricen, maa-haza az zaman zarfında evrak müdüriyyeti ve hatta rnektupçuluğunu z içi n de irade-i seniyye istihsal ederi m.Sivas'a gittiğimizde refakatinize ja ndarmalar vererek Merzifon ve havalisine doğru icab-ı hal ü
maslahat geşt ü güza rı nızı da arıu ederim. Hakkınızda olacak muamele bir peder veya birader mücam elesidir. Yalnız mukteza -yı
beşeriyyet bir hal-i hiddet ü şiddette ve bittabi istemeyerek hatıra dokunacak her hangi bir hareketim hoş görülebilir mi?
Derhal "Her hitab-ı cem111erini itap da olsa büyük bir iltifat telakki ederim efendimiz '' dedim. Çok hoşuna gitti.
Şimdi nevbet-i kelam bana gelmişti:
Efendimiz dt!dim, müsaade buyurulmsa evvelemirde bu cihan değer teveccüh ve takdir-i devletlerine şükranımı takdim edeyim. Saniyen
arz-ı cür'et edeyim ki malôm-ı irfanları her şeyde o şey bir emr-i hayr olmakla beraber rıza
yı ebeveyni istihsal meşrudur, bu böyle. Bi r de yeni teehhül etmiş, bi r bir buçuk senelik dışarı damat bulun muş olduğumdan o tarafın da rızasını elde etmek zaruretini hissediyorum. Ezcümle şirhar bir masumum da var.
- Hay hay dedı, beyanatınızı hatta hürmetle ve takdirle karşıları m, fakat onların hiçbiri tarafından adem-i rıza vukuuna da imkan
verm iyorum ve kaviyyen memul ediyorum ki muvafakat ve dualarını alarak geleceksi niz!
Şimdi refakatimde yine Binbaşı İrfan ve avdette Tophane'ye uğrayarak yammıza aldığlmız teyzezadem Tevfik Beylerle Kabataş'a gidiyoruz. Yolda muhterem babama rast geldim, tabi1 bir şey açmadık. Mesele hanemizde peder ve valide ve hemşi rem arasında mevki'-i müzakereye konacak, cümlesinin fikirleri anlaşılacak, reyleri alınacak idi.
Reşit A kif Bey na mına kocaman bir eyvah! Zira henüz konağında haberi yokken beni kaybetmişti. İşte bakınız o orada beni
kayıp etmek ü zere iken rnlımetli anacığım yerlere yuvarlan mış, çırpına çırpına kendini kaybetm işti. O muttasıl:
-
Bırakınız evladımı, Allah'ım gönderemem! I<iıni götürürse götürsün, valiliği de onun olsun, Sivas'ı da! diye ve tepine tepine adeta Yere serilmişti. İhtiyar babam beyaz. pamuk gibi sakalını eline alarak:
-
Bu yaşta ben i bırakıp nereye gideceksin? Şurada dört günlük öm rüm kaldı! dedikçe gözlerimden yaşlar geliyordu.
Hemşirem de teyzezadem le cidalde, itapk:ir, tevb1h-amiz hasbihalde id i ve diyordu:
-
Tevfik Bey, Tevfik Bey, çok l akırd ının lüzumu yok O kadar arzu ediyorsan sen gi t!
Ve Tevfik'in:
-
Gitmezsem k:ıhrolayım, fakat veriniz bana Saiın'in iktidarını ve onun gençliğini. Şaşkınlar, bu vali ile oraya gi ttikten sonra göreceksiniz
ki ne nam ve şöh ret alacak ve ne paralar kazanacak ve bir kere orada Saim'i görmeden kimse valinin yüzünü göremeyecek. Ynlıu
çıld ıracağım, bu ne gaflet ve bu ne derece
gaflet-i hiss ü basardır! Bu bi rkaç sene içinde bir Sivas mektupçusu olacak, hatta azli, infisaU bilinde veya ileride tekaüt eylediği zaman bile bu kadar maaşa müstehak olacak! Toph ane'de daha yirmi sene hizmet etse olacağı bir mümeyyiz ve ayl ığı da bin bi n beş yüzün içinde...
Şimdi bu çok muhakemeli görünen ve filvaki büyük bir muhabbet ve samimiyetle söylenen sözler, Mevla cümlesine rahmet eylesi n, işte Sıdıka Hanım ismindeki ablam taraf ından bakınız nasıJ karşılan ıyor:
- Tevfik Bey, bu madalyanın bir ta rafı, yani dünyayı cennet gösteren hayalata gittikçe vüsat veren ta rafı. Bi r de öbür cihetine ba ka l ım. Ye
şimdi sen de beni d inle. Saim vali ile şöyle İstanbul'dan ayrılıp daha Kavaklar\1varmada n o maaş-ı hazırı olu p istisgar ed ilen altı yüz kuruş maaşa birisi sahip olarak gelip bunun yerine oturacak , sonra Cenab-ı Hak cümleye afiyet versin, olur ya daha vali S:ımsun'a çıka r çıkmaz vefat edecek, işte o zaman Saiın'e bir yol bakalım! Oraya henüz ne sıfatla gidiyord u kimsenin malumu değil. Bir kere haşa ru'met-i asliyyesini küfran ederek gitti. Varsın başını taşlara vw·sun veya başka kapıya baş vursun diye Tophane yüz çevirecek ... El inde bir
vesika-i resmiyye ile Sivas'ta herhangi bir h izmete tayin edildiği malum değil. Hem
biz "Azze men ka ne'a"ya iman edenlerdeniz. İster darıl, ister karabeti mize, sıhriyetimize rağmen h uku ku da kes!Tekrar ediyorum, çok lakırdının lüzum u yok, işte bu kadar!..
diye bir ültimatom verdi ki olur şey
değil. Hatta bu gürültüler içinde vesatat-ı insaniyyetkarfinesinin böyle pek acı ve belki de çok haklı müta laa ve müsademelerle zir ü zeber olacağını hiç de aklına getirmeyen ve
şimdi tam manasıyla i ki cami arasında kalmış bir beynamaz gibi ne yapacağı m şaşıran biçare irfan da ayrıca şayan-ı merhamet idi.
Sonra ben ne yapacakt ım? Valinin huzuruna ne yüzle gidecektim? Artık içgüveyi sıfatıyla hanelerine damat ve evlat ola rak girdiğim Üsküdar'da ki k:ıyınpcder ve vfıUde ile refıkamın adeta bir kelime hakk-ı kelamı kalmamıştı.
işte kavgalı döğüşlü ve mantıklarla muhakemelerin kılıç kalkan oynadığı bu müthiş manzara öyle tabii bir levha idi ki ölenleri bilmem, fakal ben hin-i irtfüilime kadar gözümü n önünde pek canlı ve çok heyecanlı olarak yaşayaca ktır:. Edvar-ı hayatta müşahed e oluna n halattan biri de bu idi ki şu t:lr'ihçe-i öınr-i nizarcla bahse değer sanırım.
Hikmet-i Hud:l kırk yılda bir doğan bu
kevkeb-i zl'ı-zen b-i ikbal pek pek bi r saatlik manzara -i dide-rüb:l-yı ih tişamdan sonra üfül etmişti. S::ıim'e şehr:ih -ı istjJ<ba lfai tenvir için tulu eden bu şems-i dırahşan sanki kendisiyle bir an için istihza elmiş veya çok kısa bir rüya göstermişti.
Yine hikmet-i Huda bundan evvel bir kere daha doğan ikbal ve istikbal güneşi de hayaJ hane-i saadetimizi tenvirden sonra küsCıI-ı külliye uğram ıştı. Onu da arz edeyim:
Yine istibdatta idi, senelerce adeta o 64.0
kuruş maaşta istikrar etm iştim . Cim karnmda bir nokta olanlar; vavt yal ecveften madut bulunanlar her münhalde taltif ediliyor, terfi ediliyor, ben im gözlerime yaşlar getiriliyordu.
Bir gün kayınpederi me dedim ki:
-
Efend i hazretleri, görüyorsunuz ki bu dairede bizim için adet:ı b5b-ı ü mid mesdCıd. Hazine-i hassa müsteşarı Hacı Halis Bey'le halis muhlis dostluğunuz va r. Tazallüm-i ha l, arz- ı ma-fi'l bal edilse de o dafreye geçsem; hiç olmazsa mah-be-mah alacağım aylık bel ki de iki derece terfi ve lerfihe bedeldir.
-
Hay hay oğlum, çok münasip. Şayet
ziyaretimizde efendiyi bul:ı rnazsak sebeb-i ziyaret ve keyfıyyet-i mürkaatımızdan ba h is bir istitafname kaleme a lınız da yarın inşallah erkenden gideriz.
Yanından ayrıldım ve gece kaleme aldığım müsveddeyi ale's-seher temize çekerek yola çıktık. Şimdi Ortaköy'de kırk merdiven i tırman ıyoruz.
Kapı açıldı ve buyurunuz lutf-ı kabulüyle ufak bir odaya gird ik ... Bittim, bayıldım. Niye mi? Allah ım o ne levhalardı, ne yazılard ı! Tekm il
esatize- i ilın -i hattın enafis-i asarı, :lsar-ı
nefisesi göz ka maştı rıyordu. Eınin olunuz emsalini, emst\1-i alü'l-alini hatta herhangi
bir cami'-i şerif ve dergahlarda da az gördüm. Bu ne meraklı ve sanayi'-ibedi'a meftun ve müntesibi bir zat imiş! Hal is Efendi'yi hiç görmemişti m. İçimden henüz yanımıza gelmemesi ne isabel diyordum ve şu c:in u cihan değer manzara karşısında isabet-i nnzara uğramadan bir müddet ka lsam diye ka lbi hasbihaJ ediyordum.
O ne1Şişman ve kara sakallı bir zatın entari hırka ile yanımıza geldiğine şahit ve sonra da şu sözlere sami' olduk:
- Müftü efend i, safa geldiniz ve şu kıyafetimden dolayı afedersiniz. Şimdi siz söylemeden
ben söze başlamayı m ki ne diyecekseni2 lutfen çabuk söyleyiniz ki mabeyine gidecek ve giyineceğim. Gecelikle gelişim de bu nokta -i nazard an ve ınahza sizi daha ziyade beklelmemekliğimclen ileri geldi. Ve
bili yorsu nuz ki sizle ka rdeşim ve bey nimizde asla teklif göremem.
Zaten her hususta ihliyatk5r ve tedbi rli davranan kayın pederi ınin şimdi akşamdan yazdı rdığı kağıt ha kikaten işe ya ramışh ve:
- Baş üstüne efend imiz. Kıymetli vaktinizi zaten israf etmemek için da mal benden ize bir ariza
alınız demiştim. Yeriniz Saim Bey! Verdim, okudu ve:
-
Kim yazdı? dedi.
-
Kendisi efendim dedi.
-
Yazıyı sormuyorum, ifade-i tahrfr ve kitabet kimin?
İşte bu sefer müsteşar hoşaf soğutmuş veya soğukluk etmişti. Huda alim, kaympederle
ola n şu istimzackar muhatabasına karışmıyor, bana bir tevcih-i lisan vaki olmadan şahs-ı sfılis sıfatıyla söze karışmayı de'b-i edebe muhalif görüyordum. Dayanamadım ve adeta acz-i beşeriyyetle belki de biraz sert söyledim ve:
-
Efendim dedim, hamden l illab yazı da benin< ifade ve maruzat da acizin dedim.
- Mülkiyeden mi neşet ettiniz?
sualiyle bilmem ama bu sefer de adeta kabaklık ve kabahk etti, zira bazen gazetelerin üdeba
miyanına dahil ettikleri bu nisbettar inşa ve kitabetin veya sahib-i faziletin bilmesi lazım gelen bir şey vardı, o da Eşref merhumun şu:
Şehadetnameli dıhil mi istersin bo alemde Maarif şimdi bizde meyvesiz eşcara dönmüştür beyt-i ma'na -darı idi. Cevap verdim:
-
Hayır efendim, Tophane'deki Feyziyye Rüşdiyesi'nden!
"Olamaz efendim!" diye bir de dangalaklık! Artık senli benli bir tavır ve eda ve izzet-i nefsimle oynamakta olduğun u hakim ve musavvir bir müedda ile:
-
Beyefendi, fakiriniz el-mi n netü l illah cami dersi görmüş ve kendileri lisanından yüzlerce kimseye yazılar yazmış, müsveddelerin i yapmış isem de şahs-ı hakiranem tarafından
bi r başkasına bana şuna dair bir şey yazıveriniz ricasında bulunduğumu hatırlayamıyorum.
Ye müsaade buyuru lursa elinizdeki o aciz
Salih Saim,
1BBB'de.
yazılarımı işte şerefmend-i huzurunuzda olan kayınpederim in yan ından gece ayrıldıkta n sonra emirleri yerine gelsin diye belki de uykunun galebe çaldığı bir zamanda çalakalem yazdığımı arz edeyim!
Şimdi şu oldukça düzgün ve biraz da şiddetli mukab eJe, Halis Bey'in şekil ve vaziyetini değiştirmiş ve hiç unutmam: "Yahu öyle söylesenize ve cami dersi gördüm diye vaktiy le söylesenize, yoksa çatlayacaktım!" dedirtmiş ise de olur şey değil, Huda alim, bu sefer de hangi camide ve hocanız kimdi, kaç sene devam ettiniz silsile-i sualini cevaplıyordum ki müsteşar bey bir müddet giyinmeyi de, Yıldız'a gitmeyi de unutmuştu, zira şu mücadeleli hasbihal ve minvali hitap ve sual ile hakikat
vakit geçiyordu.
Kendisine Tophane'deki Nusretiye Cami'-i şerifinde senelerce ders okuduğumu ve
muhterem üstadımın elyevm bilfiil Anadolu kazaskeri bulunan meşah1r-i ulemadan Tophaneli Hoca Haşim Efendi hazretleri olduğunu söyledim. "Çok garip, ben de müşarünileyhten telemmüz ettim" ded i ve ilave ile dedi ki:
- Bak müftü efendi, bilirsi niz ki ben doğru söyleyen ve biraz da tok sözlü bir adamım. Lisan -1ciddiyetle söylüyorum ki damadınızı takdir mecburiyeti nde kaldım ve bu kadar sohbet ve mübahasenin uzaması da bjttabi faydadan hali kalmadı. Şimdi ben bu zatı hatta bin kuruşla da bugün hazjncyc kaydettirir,
daireye alırım, fakat istemem ki gtyabLmdan bile "Sanki burada müstehakk-ı taltif kimse yokmuş, herif hariçten ada m getiriyor!" desinler. Ve eğer bu nu siz de teslim eder ve teklifimi kabul eylerseniz yine işiniz olmuş, isaf olunmuş demektir, o da efendiyi şimdi şöyle Küçük veya Büyükçekmece gibi veya pek pek Çatalca gibi ista nbul'un yanı başındaki m ülhak idarelerimizden birine hem dediğim gibi bin kuruşla kaydetti rmeme razı iseniz iki gün
sonra bana Saim Bey gelsin!
Her ikim izi n birden cevabı: "Bu ali-cenabane lutfunuza ve kadr-dfın:ine inayet ve iltifatınıza nail-i emel olmuşçasına şimdiden takdim-i şükran ederiz efendimiz!" oldu.
Şimdi gerek hayatımda gerek irtihalimden sonra şu adı yazıları okuyacak aile ve karilerim arz edeceği m keyfiyete bilmem ne dersiniz?
Evet, mütemadiyen hikmet-i Huda diye sözlerine girişen Saih Saim'in bir daha hikınet-i Huda diye lisan-ı ba hse alacağJ keyfiyet nedir diyebilirsiniz veya ne oldu anlama k istersiniz. O mevut iki günün belki il k günü Hacı Halis
Beyefendi'nin al aşağı edilmesi, onun talihi ile
benim bahtım ın bir günde ser-nigun olması idi. Nasıl? işte bu da bi r levha-i zi-meat ve hikmet-i Müteal'dir.
Hürriyet elde, istibdat ayak al tı edilm işti. Şimdi hamd -i bl-paya n, şükr-i fıravan ile istihsal olunan hürriyetin bilhassa benim için bir
şahid-i gül-cemal-i terakki vü muvaffakiyet olacağına dair dostlarımdan adeta tebşirkar
ve ümidvar mektuplar almaya başladım, zira beni sevenler hariçteki evidda ve ehılla-yı kerim-i dana, sevmeyen ve çekemeyenler
de dairemdeki hasedkar ve bed-tinet rüfeka
ve hatta rüesa idi. Evet, Salih Saim onların nazarına ve enzar-ı hasedkarı na san ki bir diken idi. İsterlerdi ki Saim asla ve asla
ilerlemesin ve ona sima-yı sem:i-peyma-yı i'tila arz-ı didar etmesin ve güldürmesin.
işte beşeriyeti, beşeriyct-i fiizılayı utandıracak, hicap ve ıstı rap ve vicdani bi1·azap ile yerlere geçirecek redfiet budur ve öteden beri böyle olagel miştir, ta rihler meydandadır. Ve ne
gaflet-i idrak u hasard ı r ki Hakk'ın, zat-ı celil-i Hakk'ın evc-i a'la-yı kemal ve i kba le suud ettirmek istediği kullarını alc'l-ekser halkın ez her cihet pamal-i isti h kar etmeye karşı ihsas
ve izha r eyledikleri fima l-i nedfedir. Halbuki Huda alim, ben daima ve daima küçüğüme, büyüğüme, dostuma, düşmanıma beyt-i atisine tevfık hat ve hareketle muamele etmişimdir:
Asiıyiş-i devleti. tefsir-i irı du luırfcst
Biı-dlistiln taltif ba-diiş111e11lı11 mi/ dara
Şu beyt-i Türki de bu zemiııde cfılib-i nazar göriiniiyor:
Talta111miil giiçtiir ammit tavr-ı 11fı -berciıs111a
lıalkı11
Medtir-ı rdlıat-ı itle111 relıi11 olmıış miidiırdya
Maa-haza Cenab-ı Hakk'ı şahit tutarım ki acz ve zaafımla daima rna-fevklerimle uğraşmış, izzet-i nefsimle ki mseyi oynatma mışımd ır ve tevazu ve hilmiyeti hiçbir vakit hilm-i hımari şekline koymam ışımdır.
Mesela Tophane'de daha üç beş yüz kuruşla ufak bir katip ve sıra efendisi old uğum halde Kadir-i mutlak şahi ttir ki bu dairenin büyük başkatibi ile birer suretle uğraşmışımdır.
Bunları isimleriyle yazacağım . Üçü rahmet-i Hakk'a kavuşmuş, biri şu aciz yazıların
yazıldığ1zaman ve elyevm hayattadır:
Harbiye dairesi başkatibi Hacı Sena!Hendi Tecrü be dairesi başkatibi Vefik Bey
Ebniye komisyonu dairesi başkatibi Mehmed Efend i
Sonradan tecrübe kalemi dairesi başkatibi olan Bola hcnk Nuri Bey
Nuri Bey meşhur musiki üstatlarımızdand ı r ve fenn-i musiki mensuplarınca yuka rıdaki sakat terkip ile, terkib-i amiyane ile zebanzeddi.
Aciz de musikiyi kendinden geçmiştim. Bayati makamı nda bestelediği şarkılar öyle en:liis-i asarda ndır ki bugün ezcümle
Bir dalıi semt-i veffıdan geçmeyim Alıdi111 olsun beıı seni incitmeyim Her w111a11 böyle latife etmeyim Ahdim olsıııı ben se11i incitmcyim
şarkısını diyebilirim ki hiçbir fasılda da yoktur ve hal-i hazır musikişinasla rınca k:ıtiyen malfım da değildir. Bu şarkıyı fakir kendisinden belki kırk sene evvel geçmiştim.
Kırk sene evvel Tophane sanayi alayları efradıy la ketebe ve memurin efrad ından sesi güzel zevata Sanayi Kışlası'nda Nuri Bey ders verirdi. O ne alem ve ne ahcn kti... Kışla o günleri serapa tarabh:ine kesilirdi. Zaten o zamanlarda başlayan şöhretiyl e
Tophane Askeri Muzıkası da tekmil kıtaat ve müessest-ı askeriyye muzıkalarına rüçhanıyla yad olun ur, elsine-i takdir ü tevkirde bi r "Tophane Muzıkası''dır giderdi.
Va kla ki devair-i devlette tensi kat, ten kihat başladı, meclis-i mebfısan ve a'yandan ve dev:ii r ser-amedan ve erkanından mürekkep imtiha n ve intihap komisyonları teşekkül eyledi. Akla kara seçilecek, herkes, her şey tasfiye edilecekti. Ortalığı bir korku aldı ve hele ketebe beyninde "Eyvah, halimiz ne olacak?" endişeleri başladı. Günlerce çoğu adeta resmi işlerini bile serdi, def'-i gam
u endı.ih içi n kahvelerde, kıraathanelerde yekdiğeriyle hasbihale, tazallüm-i hale ve güya ref'-i melale başladılar.
Hakikat, herkesin foya meydana çıkacak, yarın n'.ız-ı cezada boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını isteyeceği, huıur-ı H:ık'ta istihk-ı hak edileceği gibi, işte öyle Salih Saim'in odası ndaki münhalden hissc-çin-i intifa' ola n haksız ketebenin de neden
öyle aher bi r kalemin parasını ne suretle ve ne kuvvetle çekip aldığı sorulacaktı de derdıncndan küttab hey'et-i imtihan ve
in tihaba derdini yanacaktı.
Beni m ve başlıca İl\i nefer refikiınin başında o zama nlar bir müdüı;bir mümeyyiz vardı ki herhangi bi r müsveddeye, müsveddemize
karagöz, h:ıciv:ıt resmini yapsak imzalarlardL Cenab-ı Hak ikisine de rahmet etsin. İşte böyle bir kabiliyette idiler.
fki nefer refik imle ben diye işaret ve hikayetiınd en oda mevcudunun üç kişiden ibaret olduğu an laşılmasın, hayır, başlıcaları biz idik:
Muayyenat-ı askeriyye hesabma baka n Şişman ihsan
Melbüsat- ı askeriyye hesabına bakan Avni
Harcırah ve taşra hesaba.tına baka n ve kalemin müsevvid i ve mukabelecisi Salih Saim
ikinci bi r va kla ki Tophane'ye Bursa mebusu fazıl muhterem Kayma kam Tahir Bey ve ayandan Süleyıru1J1 Paşa ve daire i askeı:iyyede muhasebat m üdürü Hacı Şevket Bey geldiler ve işe başladıl:ır. Geldiklerinde maaşım 720 kuruştu. Dcrh:il uzun bil' layiha şeklindek i maruzatımı takdi m eyledim ve Huda alim verirken dedim ki:
- Beyler, efendiler, paşalar, ben kendi hesabıma bugünü bekliyor ve dört gözle gözl üyordum. Nazar-ı acz ü acizanemde sizler ihkak ı
hakka memur bırer sıyanet meleklerisi niz ve sanki zemine gökten nazil oldunuz. Siz
bizi iyi dinleyiniz ve herkesin hakk ını veriniz,
hakkı batıldan ve batılı hakt an tefrik ed iniz ki yarın sizler de başka bir heyet ve h ::ıtta
bizza t Cenab-ı Rabb-i izzet huzurunda muhasebeye maruz kalacaksınız. Ve ::ıffecliniz bu bi r cür'et-i kelam ise oldu olacak iki söz daha söylemekliğime müsaade buyurulsun, o da "Şu aciz ve uzun yazıJanmı eğer okumaya vakti miz yok ve böyle hususi ifadelere de kuJak veremeyiz!" derseniz bu kağıdıma bir pul
yapıştırarak resmen takdim ederim ki o zaman
iza':ı-i vak ti de mucip olsa mütalaa zarureti mevkiinde kaL rsın ız!
Güldüler ve bir müddet yekdiğere baktılar
hem de bu da nasıl adammış böyle diye benim yüzüme baktılar ve ihtimal içlerinden çattık dediler ve diyebilirlerdi, zira ben onlara daha evvel çattım. Şimdi "Peki okuyahm, teşrif
ediniz!" diye huzurlarından çıkrnaklığım ihsas edildi.
Allahım, zat-ı eceli ü a'lamı n3-mü tenahi haınd ve şü kran olsu n! Şifahi ve tahri ri ma ruzatım sem'-i dikkatle işitilmiş, dide-i rikkatle
mütalaa edilmiş ve senin irade-i ilahiyyen şeref-tecelli eylemişti. Evet, beni sen azim ü'ş şan sevindirdin ve artık kemal ve cemal ve
merhamet-i la-yezalinJe kendine gösterdin.
ik i gün mü ne geçmişti, çağLrdılar. İçJerinden Mebus Tahir Bey "oğlum" ded i ve bir talakat-i beyan ve rikkat-i l isan ile şunları söyledi:
- Herhangi bir ifadeniz ve bütün maru zatı nız heyetimize çok tesir eyledi. Bu zamana
kadar vaki olan gam ve alamınıza bi r hiss-i insa niyyctle iştirak eylediğimiz gibi bundan sonra da yine müşterek kalmak istedik ve sizi mümeyyiz de yapacaktık, fakat buna sııufınız müsaade etmedi ve mani oldu. Binaenaleyh maaşınıza iki yüz seksen kuruş ıam ile sizi
birinci sınıt yaptık. Tebşir ve tebrik eder ve
muvaffakiyet inize dualar eyleriz.
İşte ey beni bu aciz yazılanmla gören ve okuyan evlat ve ayalim ve hem-hal-i rikkat mealim ehıllfı-yı hamidü'l-hı salim, ''Öksüz kendi göbeğini kendi keser" buna derler.
Yoksa onlor gelmeyeydi ve ben bizzat arz-ı hale müsaraat etmeyeydim, Tophane bana bu iki yüz seksen kuruşu cem'an kim bilir
daha kaç senede zam edecekti ve kaç münhal bekleyecektim.
Bir i ki ay geçti geçmed i, Harbiye Nezareti bi r tezkire-i resmi yye ile beş on efendi istiyordu. intihap ve izam olunanlar miyanında ben de vardım. Şimdi Tophane dairesi biri nci şubesine memur edildim ve "Birinci ordu ile tekm il kaleleri n tekmil nakline, terfüne, tekaüdüne, taltifine sen bakacaksın.!" dediler. Ve eyvah
masamın üzerine de mübalağak:ir bir tabir ise de adam boyunda dört beş defter koydu lar.
Şimdi buradaki vazifem tam bir yoklamacılı ktı
ki aman Allah, çektiğimi bir AUah biliyordu. Gerçi bu masada dört kişi idik:
Mümeyyiz Refik Bey Sınıf-ı evvel Salih Saim
Sınıf-ı salis ibrahim Tevfik (elyevm Üsküdar sulh ceza hakimi)
Sınıf-ı rabi' Sami
Cennb-ı Rabbü 'l-halk , Kadir-i mull:ı k şahittir ki bu m ümeyyiz, bi r zabıta kü nyesi balastna verdiği bir şerhte "isbat-ı ehliyet edememesinden dolayı açiğa çıka rıl mış veya terfiden mahrum kalmıştır" iba resindeki
"isbat-ı ehliyyet"i (.y,,.ı .:.ıVI) "isbat-ı ehliyyet" .
(.Y,,.ı .ı,1.,.-1) imlasıyla yazar, bir kelimede iki imla yanlışıyla vavi ve yai ecvefliğini isbat ederdi: Firuzağalı idi ve senelerce Tophan e mektubı kalemi evrak memurluğunda istihdam edHmişti.
İbrahim Tevfik ise emr-i resmi ile hukuka devam eder, mektepten öğleden çok sonrave adeta akşama yakın gelirdi ki bana yardımı cüz-i la-yetezza kabilinden idi. Sami ise tam manasıyla az'afu'l-küttab idi, evrak götürür getirirdi.
Anlaşılıyor ki bu dört kişi içinde dört başı mamur olmayan ve adeta onların hesabına ve pir aşkına çalışan bir aciz Salih Saim'di.
Kesret-i meşguliyetten ve o zamanlar masalara havale olunan evraka şöylece "Birinci Ordu
ve kale masasın a l Şubat 1325"; tarihinin altına veya yanına bi r de 10,24 gibi işa ret de vaz' olunurdu ki o kağı t o masada kaç saat ve kaç gün kalmış ileride kontrol edilmek içindir. İşte bu itibar ile de tera kü m ve tekasüf eden resmi evraktan dolayı vallahi resml kalemde ağlad ığım olmuştur.
Sonra daha var, el-mi nnet lillah adım ehliyet ve iktidar erbabından ve ashab-ı Um ü irfandan diye çıkm ıştı ya, hah işte semeratını bakmız nasıl iktitaf ederdim:
1-lerkes akşam jurnale imzasını koysun, koca bab-ı askeri beyiyle, paşasıyla, müdürleri
ve mümeyyizleri ve tekmil ketebesiyle nıerdivenlerde ve koşa koşa iner ve evlerine giderken topçu da iresi reisi Ferik Ali Paşa'nın bir emriyle Sallh Saim'e emir ve celp olunur ve:
- Kuzum Saim Bey, al şu pusulayı, içinde
isimleri yazılı sekiz topçu mi ralayın mektepten neşetlerinden beri katettikleri derecab ve bütün askeri safahatı nı çabuk bize bild.ix!
Sen malum ya bizim gözbebeği mizsin ve Vücudunla müftehiriz... Allahım gel de Şinasi ( Nabi olmalı) aleyhi'r-rahınenin
Garib himmeti var agniyd -yı devrn11ın
Lisan ile doyurur d b ıı 11iı11a yer kalmaz
beytini okuma! Ve böyle ilim ve irfana da, mazhar-ı takdir ve iltifata da gel de okuma...
O defterden o deftere. Mesela zatın yeri
filan rütbede iken açığa çıkmış, haydi açıklar defterine. Ya rabbi koca odada sade ben vardım, bütün efendiler köprüyü boyladılar, vapura, şimendifere, tramvaya bindiler, herkes yexli yerine gitti, bana kayden, ilmen kim muavenet etsin, odacı mı?
İşte burada da bu yolda geçirmeye başladığım hayattan ve hele yine Tophane gibi bw-a.da da göz batmaya başladığımdan liscin-ı imandan daima ''Ya hayre'l-halas''münacatı yükselmeye başladı.
Bu odaya memur edildiğimde ketebe içinde birine muttasıl "Zeki Hoca" hitab-ı tebcil i n i işittim ve sebebini sordum. Ders görmüş, filim bir efendidir dediler. Sınıf-ı salis ve rüsumat emini Hasan Feh m i Paşa'nın ba ca nağı olan
bu zata kendim i hürmete mecbur bildim. Herhangi bir alime layık olduğu mevki verilmelidir, zira herkesten evvel o kimse bu hakka Hak ve resul-i mutlak tarafından mazhar olmuştur. Bilenle bilm eyen kulların ind-i
ilahide müsavi olmadığına dair ayet-i kertme ve uümmet-i merhumelerini layık oldukları makama ik'ad ediniz" zemin-i taltifinde ve rnevzu'-ı takdirinde hadis-i şerif vardır ve binaenaleyh herkes eTbab-ı fazl u kemale mecbur-ı hürmet ü ta'zimdir.
Hikmet, ben bu Zeki Efendi'ye hürmet ettikçe ve hele reisler ve başkatipler ve ümera ve erkan-ı askeriyye ve ınülkiyye tarafı ndan "Gel Sam, git Saim!" iltifatı teval i eyledikçe bu da beni çekememeye ve belki de ayağımı çelmeye başladı. Sabrediyor, ses çıka ramıyordum..
Bir gün geç kalan bu efendiye efendiJer "Nerede idin Zeki Hoca?" hitabında bulundular. Cevaben: "Biraz deyun-ı umCımiye gitmişti m'' diye "düyCın"u aya n beyan fetha ile okur
okumaz dayanamadım, yüksek sesle:
- Efendiler dedim, bu zamana kadar hocanız olan Zeki Bey bu dakikada n itibaren kalfa
olmuş! Hamden Jillah on un hocalığı bana geçmiştir, zi ra ala-veıni "uyun'' mazmum okun ması lazım gelen ve "deyn"in cem'i olan "düyôn"u üstün oku muş ve işte alt olmuştur. Mektep medrese gören, ders okuyan bir zat böyle fahiş hatada bulunamaz! der demez odada bir kahkaha gitti ve mumaileyh de kıpkırmızı kesildi.
Bu efendiye bir defo daha kendi mi gösterdim.
Bir odada iki şube va rdı ve üç mümeyyizle iki sınıf-ı evvel ve bi r sınıf-ı sini, mütebaki efendiler ma-du n sınıftan id i. Bi r şeker bayram ı ertesinde dairede ınuayede başladı ve biz riyaset odasına giriyorduk.
Başmümeyyiz Tevfik, ikinci mümeyyiz Esad, üçüncü mümeyyiz Refik Beyleri müteakip
bu Zeki Efendi girivermez ıni? İşte oda mıza geldiğim izde :ıJfı.-melei'l-küttab dedim ki:
- Zeki Bey, yaptığın hareket ve hatta büyük cüretinden dolayı seni şiddetle ve işte oda
amiı"lerinin ve refil<lerinin yanında protesto ediyorum . Eğer o hareket veya bu cüretini önümüzdeki kurba n bayramında da tekrar ettirecek olursan seni var kuvvetim le
ayağından tuta r ve adeta bir topçu reisi Ali Refik Paşa nam ına kapı dışarı atarım!
Bilmelisin ki reisin odasına böyle müctemian girmek ve muayede etmek resmen vuku bulur ve oraya şu üç mümeyyiz ve biz iki sınıf-ı evvel ve sı nıf-ı snn1Naim Bey girdikten sonradır ki size nöbet ve hakk-ı du h ul gelebilir!
Bu sefer de ses çık:ı ra mam ıştı. Ve işte Cenab·ı Hak bu ufak tefek Salih Saim'i n yanı nda o kocaman ve bir kucak sakallı ve kalıp kıyafet
itibarıyla müşekkel Zeki Bey'i müşkül mevkide bırakmıştı.
Bir gün bir imtihan rivayeti çıktı, al tı mü n hal mümeyyizlik varmış. Rivayet hakikat oldu, münadiler oda oda dolaşıyor ve "Sınıf-L evveller buyursun'" diyorlardı.
Beş on dakika sonra koca dairenin çok
vasi bir salonunda piyade, topçu, istihkam, muhakemat, süvari k ıtaat ve devair ve müessesatındaki sın ıf-ı evveller toplan m ıştı. Salih Saim de 68 katibin içinde idi.
Her birimiz yekdiğerden tedehhüş ediyor ve kend i hesabına daha şimdiden duçar-ı ye's ü nevmidi oluyordu, zira münh al mü meyyizlik altı, bu mün hale altmış sekiz kişi talip demekti ve bu halde 62 efendi behemehal ve adeta nahak yere imtiha na sevk olunuyord u ve Cenab-ı Hak afv buyu rsun, namusumla
söylüyorum ki ben de rıcz-i beşeriyyet icabı hiç mi hiç ümit beslem iyor ve dostlar alışverişte görsün kabil inden girmiş bul unuyordlun.
Hiç unutm am, kendisini pek sevdiğim ve ben i çok sevdiğine kanaat eylediğim sınıf-ı evvel arkadaşları mda n nayzen -i şehiı muhibbin ve müntesibin-i Mevleviyye'dcn Şevket Gavsi'ye dedim ki:
-
Şevket, halim iz ne olacak? Bana bir ra'şe geldi. Bu ne kadar mevcut ve talip!
O cevap verdi:
-
Saim dedi, sana bir ra'şe gelmiş, ya senin mevcud iyeti n ve onlara burada kendini göstermen şu altmış sekiz kişiyi nasıl titrettiğinin farkında olsan! Yem i n edeyim m i? Sen dnha salona girmeden "Salih Saim
kimdir, içim izde m i? Daha gelmedi m i şu hani Tophan e'den gelmiş?" hasbih:.lli biçarelerin yegane kil ü k:lli olmakta idi. Ve ben onlardan çoğuıta dedim ki:"Eğer bel'-mukteza-yl kader o terfie mazhar olamaz da ben mümeyyiz olacak olursam o mümeyyizliği kabulüm takdirde hepiniz bana namussuz musun
deyiniz! O henü z onda sekiziniıin bihakkın bilmediği vücut, ezhercihet ve gerçekten bir nadirü'l-vücuddur" dedim. Müsterih ol, senin kazanacağm a bütün daire kani...
Bu asil arkadaşımın şu teveccühkar ifadat-ı necibane ve müemminanesi bana adeta kuvvetü'z-zahr oldu ve bütün malzeme- i ma'neviyat ile ve tevekkül ve tesli miyet
silahlarını kuşanarak ve kalem -i aczi ele alarak ıneydan-ı imtihana dahil oldum.
Şimdi "el-İmtihanu müştakkun mine'l-mihen" sırrı zuhur ediyor, deminki titremelere
rağmen altmış sekiz kişj ter döküyordu. Ben filvaki salonu geç terk edenlerdendim. Beş on dakikada çıkanları görüyordum, meğer zavallıların çoğu sualleri bile hakkıyla kavraya mamış, hele kimisi vezaif-i resmiyye
ve hideınat-ı kalemiyyem haricind eki es'ileye arz-ı cevabda mazurum diye imzasını atarak gitmem işlermiş!
İmtihan hesaptan, inşa ve kitabetten, bir de yoklama muamelatından idi ve cidden çetin idi, zira maaş beş yüz kuruş birden fark görecek
ve kazananlar artık sıra ve maiyet veya refakat katipliğinden çıkarak mem ürin-i kalemiyyeden iken mümeyyiz unvan-ı mefharet-bahşasıyla birer amiI-i kalem kesilecekti. Ve işte bu
ilibar ile bunları kendim de dahil olduğum
halde im tihanda sıkmak pek de nareva değildi. Malum olduğu üzere mümeyyizlik imtihanı ketebe için son bir devre-i mihendi r; ondan sonrası "Cefayı çekmeyen aşık safanın kadrini bilmez" mısra'-ı meşhuru veçh ile birer devre-i safa olacaktı r. Ve artık ilerisi için intihap rnevzubahis olur ve arzu olunursa müdiran-ı umurun ve rüesa-yı dairenin şehadet ve
ittihfid-ı ara ve muvafakati ile terfiler vuku
bulur.
İmtihan dan üç beş gün geçmişti. Bu müddetler zarfında diyebilirim ki koca daire halecanda idi, acaba kim ve kimler kazandı? Bu merak yalnız imtihan verenleri değil, herhangi sınıftan
bütün odaları dolduran katiplere de sirayet etmişti ve filva ki altmış sekiz kişilik bir imtihan nadiren vuku bulabilirdi.
Salih Saim Unar ve oğlu doktor Ali Rıdvan
BiI gün riyaset ve kalem odalarının sofasında meşgul, mütefel<kfr dolaşıyordum . Yanı mdan geçen ınektubi ve şifre mümeyyizi Üsküdarlı Hacı Cemal Bey kulağıma şunları fısıldadı:
- Saim, ikinci çıktın, hatta birinci idin, fakat ta devr-i istibdaddan beri hemen her münhal ve her imtihanda m ümeyyizliği vadedilen Halil Efendi'nin hu kuk neşeti ve o vaatler sebeb-i tercih olarak birinciliği ona verildi. Aman pek mah rem söylüyorwn, bir iki gü n bilmemiş ol!
Abdestli bu luna idim derhal secdeye kapanacaktım ve işte za'f-ı ürnid ileve belki hiç de imkan vermediğim halde girdiği m imtihanda kazanmış ve Cenab-ı Hakk'a karşı hicap ve ıstırap duymuştum.
Bi r gün mü i ki gün mü geçmişti, fakat unutamadığım bir şey varsa o da salı gü nü
idi. Mektubi kaleminden bir kadın sesi kadar ince sesli bir efendi geldi ve "Beyefendi, sizi mektupçu bey istiyor" dedi. Nezaret-i mektlıbi kalemi müdürü meşhur Ali Rıza Bey!
Huzurund ayım, yanında da fermanlı bir zabit var:
- Oğlum dedi, yakın geliniz ve kulak veriniz.
İmtihan neticesinde ihraz eylemiş olduğunu z
mümeyyiıliği nizin mucebincesi alın mak üzeredir. Terfi mazbatası yapılıyor. Keyfiyeti şimdiden ve suret-i hususiyyede tebşir ve siıi tebrik eyled iğim sırada bir hususta
reyinizi sormak, fikrinizi anlamak istiyorum. Mekteb-i Harbiye müdürü bey, nazı r paşa hazretlerinden oraya bir kalem amiri
istemiş, fakat bu talep ve ricasını arz eder ve bildirirken mühim bi r şart koşmuş ve demiş ki "Lutfedeceğiniz ve göndereceği n iz zatın ehliyet ve iktida rına mehasin-i ahlakı galebe çalsın!" İşte bu cidden mühim ve nazik nokta üzeri nde tevakkuf ve tefekkü r eden Mahmud Şevket Paşa hazretleri böylece meseleyi bana nakletti ve ona göre ... emrini verdim. Şimdi ben
düşünüyord u m, hakkınızdaki hüsn -i zannımı hüküm derecesinde ileri götürerek neticede sizi buldu m. M ütalaa ve reyiniz? dedi.
Cevap verdi m:
-Efendimiz dedim, ömrümde bu kadar büyük, bu kadar şayan-ı şükran teveccüh ve tenezzül karşısında muhat-ı iltifat kaldığımı tahattur edeniyorum ve düşünüyordum bu beşeri bir tevcih değil, ilahi bir luti ve atıfettir ve yine bu inayet-i subhaniyyeye siz vasıta-i tebliğ olurken ve "kulak veri n iz" derken asıl sem'-i dikkat ve icabete bi r manevi seda erişm işti, o da Hazret-i Mevlana -min külli vechi n evlana- efendimizin "La redde vela talebe''si idi. İşte ben nasıl ve bi- hakkın arz u cda-yı hamd ü şükründe izhar-ı acz etmem ki hem mümeyyiz olduğum tebşir buyuruluyor hem de resmiyet ve hususiyetin böyle can ve cihan değer teveccühüne
mazhari yetim lu tfen ihsas ve itham olunuyor mukabelesinde bulundum.
Bu şükranka r beyanatımın taht-ı te'sirinde kaldığı ve çok mütehassis olduğu anlaşılan mektupçu beyin m isafiri zat gayr-i ihtiyari:
- Beyefendi, çok şayan-ı dikkat bulduğum bu parlak ifadelerinizden adeta bahtiya r
olan ben, sizi ALi Rıza Beyefendi'nin huz(ır-ı aJi.lerinde alkışlar ve Mekteb-i Harbiye'n i n
i nşallah ahlak-ı fazıla n ızdan ve hidemit-ı kalemiyyenizden istifade edeceğine kail olmak isterim ve sizi tebri k ederim dedi.
Ve mektupçu bey de bu erkan- ı harb binbaşısının Müdür Vehtb Bey olduğunu bildirdi.
Üç dört gün zarfında emrimi ve muhassasat ilmühaberimi alarak Pangaltı'ya gittim ve kendimi resmen ibraz ve takdim ettim.
Müdürün il k kelam ı hemen şu cüm le-i cemllelerle çerçevelen mişti:
- M ümeyyiz bey, bu ınekteb-i aliye
memuriyetinizle d1rülfünCı num.uz ne kadar değerli bi r arkadaş daha kazan m ışsa acizleri de o derece mübahiyim ve şeref-i refökatiniz beni m için cidden mücib-i mefüarettir. Aynı zamanda isterim ki ben burada müdür oldukça zat-ı edlbaneleri de müıneyyiz-i muhterememiz bulundukça semend-i
hamenize vüs'at-i cevelan verilsin ve herhangi bir daire-i resmiyye her kaleme alacağınız tezkirelerde bir edep ve edebiyat numunesine şahit olsunlar ve artık eski zamandan kalma bir fikirden yani resmi ifadeler arasında
güzel ve beliğ cüm leler bulu ndu rmak ve okuyanlan teshir edecek ve birer meşk-i edeb ittihaz edilecek tasvirfıt ve tasavvurat-ı münşiyanenin güya kitabet-i resnıiyyede adem- i isti'mal i mukteza-yı nizam imiş gibi efkar-ı batılad an vazgeçsinler. Evet pek çok ffüde-aver ve mühi m keyfiyete bu ılli mektep
ve bilhassa hame i sihı:-f\ferlniniz pişva olsun
ve şayan-ı şükran bi r çığır açılsın. Burada bir ey hatırım a geldi, sadet haricinde ise
de hikayem mektep dahilinde vuku buluyor. Zat-ı alinizi mektu pçu bey tezkiye ve tavsiye ederken ben de hariçte tahkikata başladım . Aradığım noktayı söylersem belki şaşarsınız. Evet, kimin sulbü nden geldiğinizi öğrendim, ilmiyeden müsin ve muhterem ve ş:iyan-ı
tekrim bir vücCıd-ı taziletten dünyaya gelmiş olmanız kadar beni m için bir huccet-i ahlak elde edilemezdi. Tekrar ediyorum, memnun ve bahtiyanm. Cenab-ı Hak nıazhar-1 tevfik buyursun.
işte bu hayrct-aver ve iltifatkar beyanatın taht-ı te'slr-i fahr-a-fahrında işime başladım.
Hakikat, günden güne feyz-i I<irdigar'a mazhar bir hame-i şükra n-perverle yazdığım tezki reler hemen her taraftan hürmet ve muhabbetle karşılanmaya başladı. Bakınız asar-ı
fi'liyyesinden bir burhan-ı alü'l-al ini kemal-i tahdis ile ıikr edeceğim:
Bi r gün odama Vehib Bey'in yaveri Mülazım Zeki Bey geldi. Bu yaver Hak rahmet eylesin, bir askerin hedef-i dane-i kazası olarak şehiden İzmir'de irtihal eden Erkan- ı Harbiye Kaymakamı Çobanoğlu Zeki Bey idi.
- Mümeyyiz beyefendi dedi, müdür beyefend i selam söylediler. Çengel köy'de Kuleli idadimizin Slhilindeki cami'-i şerifin ta mi ri hakkı nda Evkaf Nezareti 'n e bir tezki re kaleme alsı nlar, fakat çok zarifane yazsınlar ve matlup tesiri n husu l ü ne karlben şahit olalım decüler.
Ben şimdi o zamana kadar bana amirlik, ınüdü rlük eden rüesa-yı mülkiyyede hiçbiri
tarafı ndan nail olamadığım bu giran-kıymet ve
parlak iltifatların tevalisini gördükçe zaten cuş ll h uruşa gelen hissiyatuna hemen herhangi aciz bir yaz ımı tercüman etmek istiyordum.
Ne yazık ki yanımda bir aynı bul u n mayan
ve bi ttabi müsveddesi mektep dosyalannd a rnahfuı bulu na n tezkireyi diyebilirim k i seraser bi r üslub-ı edebi ile yazmış ve içinde hatı rı mda kaldığına göre:
"Bu mübarek cami'-i şerif o kadar ve o kadar ınuhtac-ı ta'mir bir hale gelmiştir ki lisan-ı haliyle, hal-i pür-melaliyle zat ve makam -ı
nezaret-penahileri ne:
Zineti mal iledir ma'bed-i İslam'ı n da Cami'-i köh ne-i bi-vakfa cemaat gelmez
mısra'-ı tazall üm karı nı :ırz u ihtar etmekte ve bir kadem akdeın tamiri hususuna em r-i devletlerini rica eylemektedir" ibarelerini bulu ndurmuştum.
Üç dört gün geçmişti. Mektebimiz zabitanından Feridun Faik Bey odama girdi ve ilk sözü: ''Mümeyyiz beyefendi, huzurunuza resmen geliyorum!" ifadesi olunca derhal beyanatı nı nihayete kadar kaimen dinlemek lüzumuna kail olmuş, ayağa kalkrmşlım. Zaten mumaileyh de selam vaz'iyyet-i resmiyyesiy le yanuna gelmişti:
-
Efendi m dedi, Evkaf Nazırı Hayri Beyefendi'nin selamlarıyla takdirlerini tebliğe memurum. Aldığım em r-i ali evvela zat-ı alinizi ziyaretle teblig-i selam ve takdir etmekJiğirn, saniyen beyefendiyi görerek Kuleli Cami'-i şerifi ni n tamirine başla ndığı mallımatını keza selam ve hü rmetle
bildirınekliğimdir. Evet, bu lüzuma ve bu kab-ı keyfiyyete dairdiı'.
Dedi m ki:
-
Çok teşekkür ederim ve bu cidden şayan-ı mah midet ve mefharet teveccüh -i devletleri ile'l-ebed bir hatıra-i şükran şeklinde ve
kalbimin en derin yerinde saklayacağım. Yalnız müsaade buyurulursa bir şey sormak ve zat-ı meselenin künhüne vakıf olmak isterim, o
da bu vacibü' l-ihtira m iltifat ve selamı tebliğ lutfundJ bulu nan zat-ı alilerinin mektebimiz zabitanından bulunması itibarıyla Evkaf nazırı beyefendi ni n bu emre sizi ne suretle memur eylediklerini anlamak isterdim.
-
Çok doğru ve pek haklı ve yerinde olan bu istifsarınıza karşı hepimiz içi n mucib-i şeref noktayı izah edeyim. Kıymettar ve edebiyat meaJ tezkireyi mukayyid efendi kaydederken
ve hele içinde bir de mısra görür görmez şaşalam ış ve ihvan-ı kaleme göstermeye başlamış ve bi'n-netice elden ele peder-i benden.ize kadar giden mektebimizi n resml tezkiresi nazır beyefendiye bizzat takdim
edilmiş. Pederim, nezaret-i evrak müdürüdür. Beyefendi de benden izin buraya mensup olduğumu bildiği iç.in "Aman müdür bey, mahdumdan bu nu yazan zatı öğreniverin iz!" demiş. İşte bu baba - oğul hasbihali deminki maruzatımın badl-i tevlidi olmuştur.
Yarım saat geçti geçmedi, m üdür bey geldi ve elindeki resmi tezkire-i cevabiyyeyi şu suretle al tını çizdiği ibarelerle göstererek "... tamiri hakkındaki tezkire-i aliyye-i bedayi'
perverilerin i şevk ve şükran la okudum .. ' Dedi ki:
- Nazır beyin bu "tezkire-i aJiyye ...'' tabirleri, o nakıs ve na-tamam şekliyle yan.i "aliyye" vasfı da makamımıza ait olmak i tibarıyla bendenize muzaf ve mahsus ise de "bedayi'-perverileri. ..'.' cüınle-i takdlrkarını ben değil, mektep bile kendine mal edemez ve diyebilirim ki ederse haksızlık etmiş ve nfHeva harekette bulunmuş ol ur. Şu halde işbu cevabname-i nezaret ancak nezdinizde bir mahall-i şeref ve mefharet bulabilir dedi.
Bittim, çünkü bu sözlerde cidden incelikler gördüm.
''Bittim" dedimse de mesele bitmedi. Malumdur ki nisan ın bilmem hangi gü nü her sene Hürriyet-i Ebediyye tepesinde geçit resmi ifa
ve oraya gidilmeden Tophme'deki Kılıç Ali Paşa Cami'-i şerifinde mevlid-i şerif kıraat olunu rdu ve ancak bu resrtı ve merasimde
memuren bulunan kıta'at-ı askeriyyeye şeker tevzi olunurdu. Evkaf Nazırı Hayri Bey emir vermiş. "Bin beş yüz külah şeker de Ha rbiye Mektebi'ne verilsin"demiş.
İşte bu sefer de müdüriyet makamından abd-i
acize bir emir geldi: "Evkaftan mektebimize şeker gönderilmiş. Mümeyyiz beye söyleyiniz, bu "şeker"i tefa'\ıl babına naklettirerek nezarete bir tezkire yazsınlar!"
Bakınız Feridun Bey, mumaileyh bilahare mektebi nden istifa eden ve Selim Sırrı Bey'e muavi n ve bir aralık. darülrnuallimat ve sonra AJ1kara Lisesi'ne ınüdür olan d.ilir ve bahadı r ve edebi bir tarzda ihale-i hame-i irfana kafir' bir samimi hürmetkarırndı r ki herhangi
bi r iltifatnamesinde "Mekteb-i J-larbiye'de abide-i. irfan u fazilet Salih Saim Beyefendi üstadı mıza ...." tevcih-i teveccüh-a ntlzinde bulunur dururdu, emr-i müdirlyi tebliğ ederken dedi:
- Mümeyyiz bey, kim bili r bu sefer de şükrün teşekkürnamesini ne tatlı yazacak ve nazıra yine ballandıra ballandıra okutacaksınız . İster misiniz mektebe buna mukabil birçok Bağdat hurma fidan la rı gönderilsin ve bunlar bahçeye dikilsin!
Bi r hayli gülüş müştük.
1327 senesi Martında memur olduğum işbu mekteb-i muhterem ü alide lehü'l-hamd sekiz sene "tahrirat mü meyyizi ve başkatibi" sıfatLyla arz-ı hizmete muvaffak oldum ve el minnetü Lillah her gelen müdür ve amirler tarafından adeta ser-tac-ı ibtihac edild im.
Değişen müdürler ale'l-ekser erka n-ı harb idi: Vasıf, Ali Kemal, Celal, Hasan Tosun, Osman Şevket ve Naci Beyler ve Alman Back Paşa. Ali Kemal Sırrı Bey, jandarma kumandanı olan
Kemal Paşa'dır. Osman Şevki Bey, Ankara'da rnua melat-ı zatiyye reisi Şevket Paşa'dır. Naci Bey, Cebelibereket mebusu olan Naci Paşa'dır. 1330 senesinde Back Paşa harbiye topçu mekteplerini (haziran) manevra için Çatalca ve havaiisine seyahate çd<ardığı zaman abd-i acizi de götürmüştü.
Harnden lülah işbu faziletkar müdürlerin
fevkalade teveccüh ve muhabbet hatta hürmetleri ne mazhar olduğu m gibi içlerinden birinin pek şayan -ı şükran ihlas ve ihtisasına şahit oldum:
İsnıi müsemmasına m utabık olarak arslan gibi vücuduyla gerçekten nazarlara tosun ve
bir kah raman- ı i rf:in şeklinde gözüken erkan-ı harbiye miralayı Hasan Tosun Bey, muavini erkan binbaş ısı Rüşdü Bey'e demiş ki:
- Rüşdü Bey, mümeyyiz beyi n sicil varakasını tarafımızdan öyle bir nadir ve bakir vasf ile yazınız ki adeta bi r ifade-i na-şenide olsun.
işte Huda şah itti r ki sonradan seın'-i fahr ve şük ranla isal edilen tasdik resmi aynen
"Mehasin -i <lhl ak teı:kibi san ki ezelde bu zatın ruhu görülerek, ka lbi keşfed ilerek vücuda getirilmiştir!" Bu tarz-i beyanda imiş.
Bu m uhterem müdürümün bir de şu büyüklüğünü ta hdis-i ni'met şeklinde
Veya sadecli nde zikre mecburum: Zaman-ı ınüdiriyyetinde o zaman Harbiye Mektebi işgal altında idi ve mektep ancak Kuleli idadisi'nde kendine bir maha ll-i resmi bulabilmişti, oradan evvel de Nişantaşı'na çıkan ve Raif Ağa Cami'-i şerifi karşısındaki Kamjl Bey konağında vazife görürdük. Harbiye Nezareti, Mekteb-i Harbiye kadrosunu küçü ltmüş ve mektebe bi r sınıf-ı evvel ve iki de daha dun sın ı ftan katip koyarak "Bunlarla tedvir-i idare edilsin, mümeyyiz
oraya çoktur!" diye beni daire-i nezarete almnk istemiş!
İşte bunu tabii herkesten evvel duya n Hasan Tosun Bey her ça reye bnşvura rak hususi
ve resmi teşebbüslerde bulunarak benim mektepten alı n mamakl1ğLm a ricaya başlamış ve kabil değil, isti tafın isaf edilmediğini görünce
ve anlayınca o zaman Harbiye Nezareti' nde müteşekkil şur5-yı askeri muamelat müdürü Erkan-ı Harbiye Mirala)•ı İsmet Beyefendi'ye şu mealde bir tezkire yazmış:
- Kardeşim İsmet Bey,
Mektebimiz mümeyyizi Salih Saim Bey mikyası küçü ltülen kadroya nazaran buradan dfüre-i nezarete alınıyor. Bu babdaki sa'y ve
gayretim maalesef müsmir ve müessir olamadı, zira yalnız vezfüf-i kalemiyyesi itibarıyla
değil malumat-ı ilmiyye ve ahJak-ı fözılası
nokta-i nazarında n kendi ni bütü n mektebe bi hakkın sevdirmiş ve ısındırmış olan bu zatın buradan velev terfian olsun her nereye memur edilmesi hal inde d uyduğum teessür baki
kalacaktır. Düşündüm, eğer kendisi refakat ve maiyetinizde istihdam şerefine mazhar olursa acizlerindeki o teessiirde derhal zail olarak adeta minnet ve mefüaret hisleriyle meşbu olacağım ve onu daima mektepte ve yan ımda bulacağım.
Bir perşembe günü geç vakit götürdüğüm bu çok kıymettar veslka-i teveddüd ve teveccüh ü okuyan İsmet Beyefendi cumartesi günü gelınekliğimi emreyledi. Cumartesi günü şu sôzlere muhatap oldu m :
- Kendin izi n muamelat mümeyyizliğine, erkan-ı harbiyeden kadro harici Mustafa
Bey'in de refakati nize tayinine dair bir muhtıra kaleme alınız ve getiriniz!
Tebyiz ve takdi m eylediği m muhtı ra nın bizzat "mucebince"sini alarak işe başlamakl ığımızı emreyledi.
İşte dünyada asla ve asla unutul mayacak hazin bir hatıra budur ki tanı haft::ısı nda, evet ikinci cu martesi gü n ü ismet Bey kapıda n bi'l-işare biraz dı.şan çıkmak lığımı emretti ve dedi ki:
- Saim Bey, ben gidiyorum, Anadolu'ya geçiyor um. Sizden mem n unun, çalışınız. Cenab-ı Hak muvaffak buyursun!
Namusumla yazıyorum, şaşırmış, şaşkın bir ha le gelmiştim. Gözlerimden yaş gelmişti ve dedim ki:
- Ah müdür beyefendi, bizi bir hafta içinde öksüz ve yetim bıı·akacağınıı hatı ra gelir miydi! Biz şimdi sizsiz burada ne yapacağız diyebildim ve bilmukabele selamet ve hüsn-i ınuvaffakiyet dualarıyla ellerini öperek odaya girdim.
Şimdi refikim Mustafa Bey'le için için ağ!tyorduk. Evet, biz iki arkadaştan sanl<i bir dakikada birimiz öksüz, biri miz yetim kalmıştı. Kalplerim i.ı kasvetler içinde bunal mıştı.
İçlerinden böyle lemha-i hasa rda gidiveren İsmet Bey'den sonra belki iki celse bile yapamam ış ve o gittikten sonra adeta bu şuranın hikmet-i vücudu kalmamıştır diye in'ikad-ı res.mllerine adeta bizzat kendileri mani olatl paşalar bir daha toplanmam ıştı.
Şimdi ben dairenin üst katına alındım ve gıyaben istihsal edllen ikinci bir "mucebince" ile muamelat-ı zatiyye evrak ve riyaset kalemleri ınümeyyizliğine tayin olundum.
Lehü'l-hamd burada da öyle arı-ı hizmete muvaffa k oldum ki daire rüesa ve ınüdlran ı muttasıl çağmrlar ve emirler verirlerdi, en
m ühim ve mutena hizmetlere memur ederler
ve "Ketebenin adeta ilmi ve ahlaki bir mua llimi olacaksınız, görelim sizi" derlerdi.
Burada da amirlerim Erkan-ı Harb Basri Paşa, Erkan Kaymakamı Kızılzade AJl
Rıza ve Piyade Binbaşısı Kazım Beyler idi. Sonradan da Binbaşı Rahmi Bey idi ki bilahare senelerce Ankara'da Osman Şevket Paşa'mn
el-an reisi olduğu (Bu yazılan 1929 senesi Kanun-ı ewelinde yazıyorum) Müdafaa-i Milliye Vekaleti muamelat-ı zatiyye riyaset-i saniyesinde müstahdem iken birkaç ay ewel İstanbu l merkez kumandanlığına tayin edilen Miralay Rahmi Bey'di. Bu muhterem zat da sicill-i ahval varakamı "Hüsn-i hal ve kemal i bütün daire ketebesine numCıne-i imtisal olacak bir derecededi r'' diye tasdik etmiş ki
Cenab-ı Hak cümlesinden razı olsun duasına mecburum. Bu bir icab-ı vicdan ve emr-i imandır.
Son senelerde bir imtihan verdim ve bu sefer hakkımda çtkan irade-i nezaret penahileri şöylece sudur eyledi:"Evrak ve
riyaset kalemleri sermümeyyizliği uhdesinde kalmak üzere maruzat kalemi kısm-ı evvel ınümeyyfzliğine Salih Saim Bey tayin olunmuştur:·Bir müddet sonra tekrar nezaretin orta katına alındım. Bu tayinde de aldığım wwan-ı meınuriyyet şu idi: Sıhhiye dairesi biriJ1ci şube ve istihbarat kalemi mümeyyizi. Bu dairede de bütün reis ve müdürler hep doktor idi.
İşte hizmet-i resmiyeın bu dairede iken nihayete erdi. Ankara'nın emriyle koca nezaret lağvedildi ve bütün devfur memCırini dağıtıldı. Bu meyanda ben artık kırk senelik hizmetimin son mükafatı olarak bittabi Üsküdar ahz-ı askerinde misafir iken şeref-müteallik eden lrade-i milliye ile 2 Teşr!n-i ewel 1336
tarihi nden itibaren tekaüt edildim.
1299 hizınet-i devlete girişim. 1339 tekaüt edilişim.
Hizmet-i devlette istihdam edildiğim sene şu
sw-etle 1339-1299: 40
Tefeyyüz Kitaphanesi
Bu kırk senenin nısf- r evveli zarfında ve J 305 senesinden başlayarak saha-i maarifte de 1305 senesinden başlayarak saha-i maarie de arz-ı hizmet hevesi uyandı. Gerçi belki de tJflane denilebilecek bir cüretle yazı yazmaya hatta ki tap çıkarmaya başlad ım. Kitabet ve
inşaya, teraci m-i ahval, menakıb-ı evliyaya, tenvir-i efkar ile tehzlb-i ahlaka, nush ve pende mütedair on beş kada r ufal< ufak risale neşrettim, muhtelif gazetelere ahlaki, edebi.
içtimai makaleler yazdım. Bazı eserlerimi o zaman Alem Matbaası namını alan Ahmed İhsan Bey ve şürekasını n taht-ı tasarrufundaki güzide matbaa bastığı gibi bi rçoğuna da o zaman müteveffa Kasbar'ın idaresindeki Tefeyyüz Kitaphanesi delfılet-i neşriyyede bulundu. Ve işte burada da garip bir halet
diye vasfa şayan bir h ikayet varsa o da tekaüt edil mekliğim i müteaki p bu k itaphanen in otuz bu kadar sene sonr:ı beni telgrafla istemesi ve buraya tahrir müdürü tayi n etme.sidir. Bence ve nıine'l-garfü bd ir.
Hasbe'l-vazife yazmakta olduğum tezkire ve mektuplar İstanbul ve taşra zevat ve müessesat-ı maa rifçe büyük takdir ve
hürmetle karşılan maya başladı. Gelen cevaplar
gösteriyordu ki mektep ve maarif müdürleri ve muallimler birliği reisleri kabil değil başka kitaphanelere öyle bir tarz ve üslup istimal etmezlerdi.
Nim resmi sayıla n ve muamel:it-ı dad ü sitada ait olan mektuplar ted ricen öyle tekrimkar birer ifade ile gelmeye başladı ki kudret-i f:ltıra sanki onlann sahip ve r3kımları olan zevata abd-i acizin otuz kırk senelik bir hizmet
güziir-ı kadim olduğumu, eski bir maarifçi bulunduğumu ihsas eylem işti.
İnde'l-icab birkaçl ile de çarpıştık ve
mübareze-i kalemiyyede bulundum. Kitaphane sahibi, gelen dürüşt-meal ve hodkam
mektupları hoş görmekliğimi rica ediyordu.
Ben de mümkü n değill izzet-i nefsimle kimseyi oynatamam diye hanıe-i aczi ele alarak o gibi mütecaviz ve müzevvil'lere
Bi-muhaba reh-i na -refteye girsem de ne var
Kahr-ı hasm eylemeğe elde asadır ham em
diyen bir Reşid Paşa lisanıyla tehdi tkar cevaplar veriyordum. Kitaphane sahibi Çıldırma derecelerine geliyor ve ta'bir-i
amiyanesiyle karıma kesat gelecek endişe-i ticaretiyle mütemadiyen ma tlubatını düşünüyordu.
"Dehşetle" tabirini n çok fevkinde müthiş ve hevlnak bir tarz-ı beyan ve şiddet-i lisan ile yazdığım uzu n bir mektubu kitaphane sahibi Parsih Keşişyan Efendi'n in göndermeyeceğini ıyi bildiğim için aşağı vermeyerek ya ni bittabi paraları müessese veznesinden vermeyerek gönderilecek birçok mektup arasında aşağı göndermeyerek bizzat postahaneye götürdüm ve mektup münderecatının çokluğuna bakmız ki o zaman beş kuruş ola n posta ücreti yerine Huda allm tam on beş kuruş pul bastı nrdılar.
Mektubumun tarih i 12 Nisa n 1927'd ir ki ve Allah u'l-azim el-an cevabı gelmem işti r, gelememiştir. işte yazıyorum o mektubum Gaziantep Şehriyati Mektebi müdi.irüne hitaben yazılmıştır ve beyn imizde o zatın
okuyamadığım imzasını "Lutfen ism-i şerlf-i müdürleriyle teşerrüf im kanı hasıl olabilmek için imza-yı muhteremlerin in sarahatle vaz'ı rica olunur" teklif ve meselesinden çıkan münazaa-i tahririyye neticesinde vukua gelmiştir ve gönderilmiştir.
Bu kendin i bil mez veya kendi ni dev aynasında gören adam bana adeta "Sen kim oluyorsun
da benim adımı sorabilil i rsin ve bu ne cüxettir! Bir kütüphane m üdürünün bu ne gafletli ve ne laübaliyane hareketidir ve ne had-ııaşinasane sualdir...!" diye öyle bir mektup göndermiş ki işte aldığı cevap kendisine öyle bir ders-i edeb ve terbiyet verdi ki bütün bütün kısılası sesini bir daha çıkaramadı. Mealen hatırladığıma göre :
"Ben falanım, ba na şu derler. el-M innetli lillah Süleyman Nazifler, Abdü lha k Hamidlerle
yan yana ahz-t mevki' ettirilmiş, millet ve memleketin tam kı rk senelik bir maari fçisiyim ve bu gibi eazım ve sühandan-ı milletin
memurin-i devletin "edlb-i muhterem'; "üstaz-ı ekrem" diye hita p ve il tifat ellikleri bir Salih Saim'im Velhasıl haddi ni bilmeyen kimseleri
yine aczimdeki kalemle parçalar, kafasmı yaranın!" demeye getirdim.
Maalesef bu ınüsveddem kitaphane defterindedir, aynı bende yoktur. Mülki, askeri arkadaşla rımda n istinsah ricasında buluna nlar ve "A man ne cevap geldi?" ve "Daha cevap gelmedi mi?" diye defaat ile odama gelenler olmuştur. Bunlardan bi r mahkcme-i istinaf
a'za-yı sabıkas111dan Asım Bey, diğeri süvari kaymakamlığı ndan mütekait Tahir Bey'cLi r. Biri. el-an Kanlıca'da, d iğeri elyevm Çamlıca'da oturur.
Şimdi hatırıma geldi, o müdüre yazdığı m
mektup da "Galiz ve her türlü edep ve terbiye haricinde yazdığın ı z kaba ve çok bayağı yazıları, müvazenesiz laflan, kıymetsiz ve şayan-ı nefret güzafları dimağınızın sakin
bir zamanında ölçünüz, zira o yazılar ancak bir işrethane veya tımarhane mahsusat-ı
kalemiyyesindendir anlaşıldı mı?" gibi ibareler vardı.
İ ki zatın ne dediklerini de yazayım:
Kitaphane katip ve muhasibi Ohannes Efendi: "Müdür bey, bunı,.ı Maarif Veka leti'ne bi r mektupla gönderecek olursanız bu müdürü derhal azlederler...''
Sinop Orta Mektep müdürü Nizamcdcün Bey de: ''Bence doğru müdd eiumumiliğe verilmelidir. Göreceksiniz ki müdürün hakkında ne muamele edilecektir:'
Huda-yı Iem -yezel hakl<t için ikisine de "Hayır efendiler, hayır beyler, dediklerinizi yapmayacağ ım. Maa rif Vekaleti de müddeiumumilik de bu hususta şu dest-i mi n net ü mahmideti me yed-i kudretle
sunulmuş kalemdir. Ona onların vereceği resmi
dersi ben suret-i husCısiyyede vereceğim, bu bana daha tatlı geliyor" dedim.
İki üç kişi ile daha vaki oldu. Kendilerini pek büyütmek, beni çok küçültmek isteyenlerden biri de Çanakkale Maarif MüdliJ'ü Muzaffer, diğeri Muğla Maarif Müdürü İlyas Bahri, üçüncüsü
de İstanbul Beyazıt Nümune Mektebi Müdür Sadullah Beyler idi.
Birincisi şu fıciz yazıları n yazıldığı ber-vech-i ma'n1z 1929 Kanun ı evvelinde halen İstanbul Ameli Kız Hayat Mektebi müdürü bulunuyor. Bu zat akıbet istanbul'a gelerek ve odama girerek:
-
Hazret dedi, müsaade edersen bundan sonra size yazacağım mektupl::ırda "ağabey" diye hitap edeyim.
Ve Kur'an-ı kerim hakkı için bu ibare ve hususi elkap veya lakapla yazdığı mektuplar kitaphane defterinde mukayyettir.
İkincisi olan İlyas Bahri Bey'le vukua gelen kavga dövüşümüz cidden hoştur ve bilhassa kayda şayandır:
Bakınız bir gün aldığım bir mektubunda aşağı yukarı bana ne diyordu:
"Bana bak efendi, karşındaki adam öyle başka müdürlere benzemez ve ben öyle... Kitaplar bir haftaya kadar gönderilecektir, faturası da takdim edilecektir, şöyle gelecektir, böyle gidecektir
diye istikbal sigalarıyla aldatılacak ve oyalanacak kimselerden değiJim anlatayım da... Hem ben bir kitaphane müdür ve yalmz o müessesenin tahriratıyla meşgul bir adam değilim, koca bir vilayetin umur-ı maarifi ile ve birçok mekteplerle meşgulüm, anlaşıldı mı?"
Ay bayıldım ve cevap olarak ne yazdım :
"Mııhterem Mıldiir Beyefendi.
Çok çelin bir ifade ile krıle111e aldığ11ııı itiıb amiı ve teııbilı-a veı; daha daha tehditkar mektıtbunuıu okudum, çok zevkimegitti ve
gıyabınızda bile hiddet ve şiddet yerine size karşı hürmet hislerigösterdim.
Garip değil mi kimseden ve kimsenin kaleminden yılmayan ve bir hakarete dokuz fazlasıyla mukabele şiarında bulunan haysiyetli ve izzet-i nefisli kalemim yalnız lıuzur-ı ınanevilerinde ihtiyar-ı siikıitu muvdfık-ı de'b-i edebgördü. Bu da nedeıı ileri geldi bilir misiniz? Yazılarınızda adeta tekrim ile takdir ile okunan ciddiyetinizdil: Evet, bence ciddiyet yüksek birfazilet ve büyük bir meziyettir.
/(itaphane müstahdem/eri, zat ve makamınıza karşı sıkı bir emir almışlardır ve siparişleriniz inşallahgecikmeyecektir.
Ya/mz haddim olmayarak şu mamza karşı gururgetirmeyiniz veyıldırdım demeyiniz. Hürmetleı:.."
Vakta ki aylar hatta seneler geçti, kitap be delatı olarak matl up yedi yüz lira kadar azim bir para müteaddit mutalebe mektuplarına ve tedricen değişen tabirat ve muhatabalara rağmen gönderilmedi. İşte bundan sonra ve son olarak bu zat-ı şerif de benden bir mek tup aldı ki bittabi aynen ve harfiyyen hatı rıma gelmeyen yazılarım içinde şu ibareleri derhatır ediyorum:
"Muhterem M üdür Beyefendi,
Hatır-nişan-ı saadetiniz olmak gerektir ki bir iki sene evvel şayan-ı tazim ciddiyetinizle bu acizi ne derece teshir etmiştiniz ve olanca tehdidatımza ve
hakaret-meal mektubunuza ne munis, ne hürmetkar ifadelerle mukabele etmiştim. Ne oldıı? O ciddiyeliniz, oyalancı pehlivan vaziyeti mi idi? Vesizde ciddiyet olmasa, bulunmasa bile imanın nısfı. denilen insaf ve vicdan yok rnııdur? Ve herhangi tarzda yazılan mektuplara aynı iislup ile cevap
verilmek kanıin-ı nıiinazara icabatındaıı ve mü.raat-ı edebden değil midir?
Dikkat buyuruyor musunuz, çok hazin ve acı bir aksülamelle Muğla M aarif miidürü. ile Tefeyyüz /(itaaphanesi müdürü yerini değiştirdileı" E11et beyefendi, şimdi kendimi İlyas Bahri lisanıyla adeta tehdit ediyorum. Hani para, lıani cevap?"
Bu aciz mektubum da cevapsız kalmış, asla kılbil-i hazm olmayan bu zehirnak haplar bi lemem nasıl midede eritil miştir!
Üçüncü müd ür daha baskın çıktı ve Allahu a'lem odamda adeta beni darb ve şetme gel di. Biraz malCımat vereyim, keyfiyet tenev vür etsin ve meselenin tadı çıksın:
İstanbul Beyazıt ZükCır Nümune Mektebi Müdürü Sadullah Bey'de kütüphanenin iyi matlubu var. Bir iki defa bu paranın lutf-t tesviyesi ricasıyla ve gayet hürmetkar bir li san ile mektup yazdı m. Böyle yarım saatlik mesafeden cevap alamamak mucib-i merak ve teessüf oldu. Üçü ncü bir mektup ile mat lubumuzun tesri'-i irsali talep ve temen ni olunur diye ricadan evvel bir "talep" keli me si k-ullandım.
Bu mektup üzerine gelen cevap kitaphane sahibi Parsih Efendi namına idi. İşte dör düncü mektubum da şu mealde yazıldı:
"Beyefendi,
Size mektup yazan kitaphane sahibi Parsih Efendi değildiı; benim ve imzamın üzeriııde de "müdürii" ibaresi okunuyor ve namıma nim-resmi yazılan bir de müdür var. Böyle olduğu halde zat ve rnakamınıza hitap
eden bir zatın ilımali neden ileri geliyor? Ve şimdi kitaphanenin matlubu ve onun tesviyesi ikinci derecede kaldı, birinci dereceye pek mühim bir mesele girdi ve
ahz-ı mevki'-i haysiyet etti. O nedir derseniz,
biiyiik bir izzet-i nejis meselesidir. İşte şu dördüncü ınektubumla b11nu11 lıalliııe 1111111tazır bıılu11uyor ve lıiirmetleri111in kctbulli de ayrıca teınenııi olunur efendinı."
2 Teşriıı-i siıni 1339
Tefeyyiiz Kiiıiiphanesi Miidürii Salih Saim
Vay efendim işte şimdi bi r hikaye dinleyiniz! Müdir-i muhterem bu mel...-tubu a lır almaz ber mukteza -yı beşeriyyet mücessem bir asabiyet kesil ir ve dest-i ra'şeda nna aldığı telefonla:
-
Orası neresi?
-
Tefeyyüz Kitaphanesi.
-
Müdür orada mı'?
-
Burada efendim. Tık tı k...
-
Buyurunuz!
Odama uzun boylu, yakışıklı ve hemen
herhangi adaım haklayacak bir kuwet ve mehabette bir zat girdi ve:
-
Ben dedi, Müdür Sadullah... Şunları da ilave etti:
-
Siz ne kadar sert ve tünd-kalem bir zatsuuz! Ve pek ileri vardınız. Bende bi raz zabitlik vardı r...
-
Buyurunuz efendim, belki z:rnnınııda aldanıyorsunuzdur. Tazimkarınız bilakis halim selim bir kimse olarak telnkki
olu nmaktayun. Sonra serde zabitli k vnr
buyu rdunuz ki hakikaten hürmetim arttı. Sual edebilir miyi m ki neşeti n iz ha rbiyeden midir, ınü hendisha neden mi?
-
Harbiyeden!
Hangi sene neşet eylediğine ve o zaman müdür filan, ders nazırı filan, bölüğünün zabiti fıJan olduğuna işaret edişim ve kendine ma-sebaktan malümat verişim bu kabadayt zabit ve müdürü yumuşattı ve:
-
Fakat nasıl olur? Neden biliyorsunuz ·? Bu ne demek dedi.
-
Şimdi beyefendi oğltını decüm, ta'bir-i resmi ve askerisi "seyf-bendi'' olan kılıcınızı, kılıç kayışınızı zannedersem o zaman mektep tarafı ndan ben kuşatmıştım ve o merasimde kemaJ-i fah r ile acizleri bulunmuştum. Ve size şimdi Tefeyyüz Kitaphanesi müdürü diye imza eden Salih Saim
o zaman o mekteb-i alide tahrirat başkitabeti makamtnda ve mümeyyiz sınıfıyla bulunan veya istihdam olunan Salih Saim'dir ve burada da muharrir ve muallim arkadaşlarınızdan Midhat Sadullah'm amcasıyım dedim.
Allahım şu beş 011dakil<alık telaki ve hasbihal o koca vücudun, vüctid-ı mehibin karşısıııda beni ufak tefek ve zayLf ve bimecal cismjme rağmen büyük bir arslan heybet ve şecaatiyle ve tavr-ı merdanesiyle ahz-ı mevki' ettiren sendin değil mi Rabbim? lvüımetsana Tanrun! Benim her sözüme, her kavil ve fülime şalıit, vekil, nazır;o her yerde hazır olan Allah'tu-. İşte o zü'J-celaJ
ve'l-kemal!
Malum olduğu üzere şimdi belki de beni dövmeye, sövmeye gelen bu dilir ve bahadu· müdür ellerimi öperek ve:
- Çok rica ederim müdür beybabamız, Sapanca'da fürıihtu derdest arazimiz var, bana beş on gün daha müsaade diyerek avdet eylemiştir.
Şimdi tenv1r-i müdde'a, isbat-ı da'vaya şu iki mektubu bir burhan-ı münir olarak geçiriyorum:
"Muhterem Salih Saim Beyefendi'ye,
Hecr1Bey ile olan mülakatımızda zat-ı alileri ne karşı cumartesi gün meselenin halli etra(ında malumat ita etmiş idim, bugün bütün gayretimle çalışıyorum. Her hilde yarın sabah sizi bizzat tasdi' edip umumi surette hem hasbihiıl etmek hem de matlup derecede arzunuzu isafa çalışmak istiyorum. Bilhassa zat-ı fililerinin bizim adaşımız Midhat Sadullah Bey'in amcası olduğunuzu
öğrendiğimde cidden utandım. Af edersiniz, zat-ı alin.ize karşı cevap ita etmemek hususw1dal<l kusurumun affını, tamamıyla affını rica edeı kemal-i hürmetle her zaman teveccühünüze istinat ederim.
Midhat Sadullah Bey'le olan münaseb:it-ı kadimemizin büyüklüğü karşısında her halde sizi bizzat tasdi' edip eUeriııizi öpmek üzere pazartesi günü geleceğimi vaat ile nazar-ı afv ile karşılanacak arzumdan ve ricamdan dolayı da
şimdiden teşekkür ederim muhterem efencümiz:'
l Kanü n-ı evvel 1339
Beyazıt Zükür Nümune Mektebi Müd ü rü SaduUah
Tefeyyüz Kü tüphanesi müdir-i muhteremi
Salih Saim Beyefendi ağabeyimize takdim Telefon: İstanbul 2550
"M uhterem Ağabeyimiz,
Emirnamenizi aldım. Fırsat bulur bulmaz ziyaret-i alilerine gelmek boynumun borcuduı: Pazartesi günii gelecek çehrem yoktu. Al/alı büyiik, i11şallalr bir ikigiine kadar talebiniz lıtts11l buluı: Henüz Sapanca'dan cevap almadım. İzmit'e hareketim biraz teehhür elti. Ellerinizden öpeı; tevecciihiiniizü dilerim 11111/rterem ağabeyimiz ...."
12 Kiınun-ı evvel 1339 Seniıkarınız
Sadullah
Bu zat bilahare dört madde zikredilerek açığa çı karıldı. Dördüncü maddede "Tefeyyüz l<itaphanesi'ne olan borcunu tediye etmemesi" zikrediliyordu. Ne ise lehü 'l-hamd bir müddet sonra yi ne memuriyet verildi.
Beş on sayfa yukarıda abd-i acize Evkaf nazırından selam ve takdi r getiren eski
mektep zabiti Feridun Faik Bey'ın dem inden (23 Kan(m-ı ewel 1929 Salı) şu mektubu elime geçti. Tarz-ı tahri ri ve üslüb-ı beya nı itibarıyla kendisine erbab-ı scyf ü kalemden diyebileceğim iz bu zat haki katen güzel yazar:
''Harbiye Nezltret-i celi/esi sıhhiye dairesi birinci şube ve istihbarat kalemi nıiimeyyb.-i evveli edfb-i muhterem Snlih Saim
Beyefendi ye maruzdıır: Dririilmun.llimiıl-ı Aliye M üdiirü. Nazargah-ı Edfbô11elerine,
Fazıl-ı muhterem efendim hazretleri,
Sekiz senelik tahassür ve iştiyaktan sonra iltifat-ı seniyyelerine nailiyet, taab-efz!t. bir seyelıat-ı leyliyyeden sonra şemsin tulüumı müşahedeye mazlıariyet kadar mucib-i lıazz u sürür oldu. Eııel efendinı, bir zaman lar Mekteb-i Harbiye'de envar-ı iıfanımzla o miiessese-i iiliye11i11 erkanım, bizim gibi Jıeveskiıranını tenvir ve miistefid bııyurdımuz.
Hayatm 11e acı lıadiseleri, iftirakları vm· değil mi? Hepimizi birer haşin vesile ile birbirimizden ayırdı, yet'bi terbiye ve tecziyesinde iıdetn inletti; kah mesut kalı
bedbat yaşattı kalı şad kalı na-şad dolaştırdı.
Artık başlarımız bugiin birer beyaz t!tc-ı
piri ile tctevvüc etmişti/: Buyurduğumızgibi, geçmiş zaman olur ki hayali cilıan değeı· demekle ıııcıziııi11 mesut veazade günlerini
yad ediyoruz.
Zlit-ı tılUerini görmek itimat buyıırunuz ki efendim çok ziyade mCJcib-i sürı,{r ve
mübfihatım olacaktır. Bayra ın ertesi birgiin evvel darülmuallimtıtı teşrif buyurursanızson derece nıüteşekkiı· kalırım.
Midhat Sadullah Bey'in mektebimizdeşeref-i refakatlerine mazlıariyet imkanı olsaydı derlıiıl ilıraza çalışırdım, maa't-teessiif hiçbir münhal dersimizyoktw: Şu zamanda aldığı maaşla bin 111iişkilnlla te'mln-i ma'işeL eden
bir hocanm md ni'-i rızkı olmamızazaH
aliniz de müsaade buyurmazsınız.
Ancak tedrisat-ı taliye müdir-i umumisi Ferid Beyefendiye kendilerini kemal-i hararetle
ve ciddiyetle tavsiye edeceğim. Kendileri
de rnadem ki tamyorlaı; nazır ve ınüsteşar beyefendileri ziyarettenfariğ olmasınlaı: İnşallah himem-i aliyyenizle bugüne kadar tevakkufta kalan talihleri inkişaf eder. Mtr-i mı'inıaileyhle tanışmayı da şüphesizpek faydalı addederim.
Hürmet-i ezeliyyemi tecdit ve tekit vesile-i bahş bııy urduğımuz için arz-ışükran eylerim beyim, efendim hazretleri."
2 Haziran 1337
Darübnııall/mat-ı Aliye Müdürü Feridun
''Tefeyyüz Kütüphanesi müdir-ifa zUet perverlleri pek multterem Salih Sai.111 Beyefendi ye maruzdur:
Nazargah-ı tW-ikerimanelerine
Pek muhterem efendim.
Şefkat yuvamıza iltimasma delalet buyı-'rduğunuz masumım varaka-i
tahkikiyyesini Ankara'da dô.rü'l-eytfımlar müdiriyet-i umCımiyyesine takdim eyledim. Karlben icabının icrasına şahit olacağız. Bi'l Jnüsasebe bir maruzum var:
Mektepte bir çocuk kütüphanesi tesisine teşebbüs ettim. Bu kütüphanede derslerden, ciddi mütalaalardan yorulmuş olanlara
huzur ve neşat verecek asar ile okumaktan
ziyade hevailiğe mütemayil çocukları mütalaaya celp ı1e cezp edecek kütüb ve resail-i miiflde bulunacaktıı;
Parsih Efendi'nin vaatlerinden kuvvet alarak kütüphanenin yenifihristinden intihap ettiğim asarın künyesini hıızur-ı ô.Ulerine takdim ediyorum. Bunlar içinde bcc.zı asar-ı
ciddiyye de vardu; ancak onlar muallimler kütüphanesi içindir.
Kitapların bııgün ı1eya yarm itasına delalet-i yettm-nüvaztlerini rica eder ve bcı ve.sile ile de zeval nd-petir hürmetlerimi teyit eylerim faztl-ı ınuhteremim efendim.
16 Nisan 1340
Bir HatLra: Tercümei hal ve hatırat- ı şükran rnealiıni buraya kadar ihtiva eden işbu evrakı üç günde yazdım.
Tarih-i bed'-i tahrir: 20 Kanün-ı evvel 1929 mübarek cuma günüdür.
22 I<an(ın-ı evvel 1929 pazar
24·Kanun-L evvel 1929 salı
Neden ve neden sonra yazılmış mıdır b ilmem. içerdeki yazılar içinde resmi hayat yaşadığı m zamanlarda zat-ı celil-i Ha kk'ın pek büyük
lutuilarına mazhar olmuştum ki henüz rüesa-yı kalemiyye ve ümera-yı mül kiyye
sınıfına dahil olmadan ve ta'bir-i mahsusuyla daha sıra katibi iken çok ve yüksek rütbe ve nişn ve madalyalara nail oldum ve üçüncü Mecidi, dördüncü Osmani ile, hele miralaylığa muadil mütemayiz rütbesiyle taltif olundum
ki Tophane-i Amire'n in bi r iki yüz katip ve memurundan hiçbiri böyle bir muvaffakiyet elde etmemişti.
RUtbeler; el-Minnetü lillahi taala ve tekaddes rabia, sil.ise, saniye ve saniye müteınayizi.
Nişanlar: Dördüncü Osmani, dördüncü ve üçüncü Mecidi nişanlar ile iftihar, tahlisiye, Hamidiye Hicaz Demiryolu, donanma madalyaları ve Mekteb-i Harbiye tahrirat mümeyyizi ve başkatibi bulunduğum sıralarda ve evvelki harb-i umumide Avusturya
Devleti'nin bir kutu gümüş harp liyakat madalyası. ..
Edib-i muhterem, mualliın-i eazz u ekreın Cemalettin Server Beyefendi'ye, 12 Temmuz 1941
Emir Buharı Sokağı'ndan Sarıgüzel Caddesi'ne iniyor, geri dönüp sola sapan Hoca Efendi Sokağı'na
giriyoruz. Sokağın aşağısında Bali Paşa Camii'ni geçince solda Neccar Mehmed Efendi Türbesi'ni görüyoruz. (Akşemsettin Mahallesi, 2074 ada, 2 parsel)
Bali Paşa Camii'nin sağında ve biraz aşağıda Hüsrev Paşa Türbesi'nin karşısında görülen bina, Süleyman iye Camii'nin su yollarını yapanlardan Neccar Mehmed Efendi'nin türbesidir (162:17):
Halk arasında yanlış olarak Fatih'in dülgeri ve kesercibaşısı diye bilindiğin den "Keserci Baba Keserci Dede" namlarıyla anılır.
Hüsrev Paşa Türbesi'nin karşısına rastlayan eski Hüsrev Paşa Çarşısı üzerin de ve şimdiki Dibek Cami'-i şerifine giden kaldırımsız sokağın başında küçük taş türbede yatıyor. Yine halkın umumiyetle söylediğine göre Fatih Cami'-i şerifinin inşasında hizmet etmiş ve inşaatın sonunda minareye çıkıp elindeki keseri fırlatmış ve "Keserim nereye düşerse türbemi oraya yaptırınız!" demiş derler.
Solda Neccar Mehmed Efendi
- KeserciBaba Türbesr, sağda Hüsrev Paşa
Türbesi(Encümen
arşivinden)
Revnakoğlu, İbrahim Hakkı Kon yalı'dan bu türbeye dair nakil de yapar:
Solda Hüsrev Paşa Türbes i,ortada Neccar Mehmed Efendi- Keserci Baba Türbesi, sağda Bali Paşa Camii(Encümen arşivinden)
Bali Paşa Cami'-i şerrifinin sağında ve biraz aşağıda Hüs rev Paşa Türbesi'nin karşısın da görülen bina, Süleymaniye Cami'-i şerifinin su yollarını yapan lardan Neccar Mehmed Efendi'nin türbesidir. Türbe nin mermer pencere şebeke leri ve mimari tarzı çok nefis tir. Mihrapçıklı mezar taşı da taşçılık sanatının güzel bir ör neğiydi. Esefle söylemek lazım gelir ki bu taşlar ve bu pence re şebekeleri şimdi tamamıyla kırılmıştır. Türbenin yapı ka rakterine ve asaletine bakılırsa bunun da Sinan tarafından ya pılmış olduğu kabul edilebilir. Yüce sanatkarın mesai arka daşının türbesini de kendisi nin yapması kadar tabii bir şey olamaz. Türbe yedi sene evvel (1937) tamir edilmişti.
Not: 2000'lerin başında Erdoğan isimli birisi beliriverdi.Biraz delişmen, haylice heyecan adam ı.Metruk ve son zaman
larda kubbe kurşunları çalındığı için iyice bir köşede büzülmüş haliyle mükedder duran Neccarzade Türbesi'ni zapt etti. Birgün beni buldu,Neccarzade'ni n sandukası başına koyacağıtaç için hazretin hangi tarikat şeyhi olduğunu sordu.Neccarzade'n in suyolcu olduğunu söyledimse de ikna edemedim. Türbeye vardığımda onu işe ko yulmuş, avlu duvarını yaptırmış, türbeyi elden geçirmiş, çiçeklerle önünü donatmış buldum. Türbe bitişiğindeki tek odalıevde oturuyor,sabahları Balipaşa'dan Hüs revpaşa'ya inenlerin dikkat ini buraya çekmek için yola güzel kokula r saçıyordu. Yan apartmanın, türbe sahasını işgalettiğinden bahisle mütemad iyen belediyeye verdiği şikayetlerin neticesinden ümitli bir halde ziyaretçileri bekliyordu. Yıllar geçtikçe heyecanını kaybetti. Hata su arıtma aletlerinin argesiyle meşgul olarak türben in yanındakiküçük evde yatıp kalkar.
Hoca Efendi Sokağı, Hüsrev Paşa Türbesi'nin önünde biter.
(Akşemsettin Mahallesi, 2076 ada, 35 parsel)
Sarıgüzel'den Vatan Caddesi'ne inen sırtta Bali Paşa Camii,Neccarzade Türbesi ve nihayet tekke, mektep ve sebilin etrafınısardığıHüsrev Paşa Türbesi'nin bulunduğu güzergah, eski İstan bul'un mahalle neşesini bulabildiğimiz adeta bir Hoca AliRıza resmiydi.Karisinibulamamış kadim biryazmayı içten kemiren güvelere ben zeyen zaman, alakasızlıktan bulduğu yüz ve hoyratça cesaretiyle bütün İstanbul'u talan ederken ellerini buraya da uzattı. "Şimdi bu kıvam bozulmuş, kaldırımlarına varıncaya kadar semt silinmiş, ağaç, çardak ve su kalmamış, Çeşmenin yalağıçöplük olmuş, mektep yıkıl mış, ortada yangınlarda harap olmuş ikitürbe kalmış..." 1957'de Sedat Hakkı Eldem'in burada gördüğü perişan manzara buydu.Şehrin eski
zaman ıve ruhu birkaç köhne eserde iz bırakıp kaybolurken burası hata bizi mesut eden bir İstanbul köşesiydi.
Zelzeleler,yangınlar... ve nihayet yeni kıymetlerle şekillenen cemiyetin içinde, var oluş ve yok oluş arasında, şehrin bostanlarını seyreden Yeni bahçe'de,Sinan'ınelinde hayat bulmuş zarif paşa türbesinde Hüsrev Paşa medfundur.Vezaretten azledildi ğinde talih onun gurur ve debdebeyle afyonlu dimağınıhakikatle yüzleştirmişti.Çok zaman geçmeden vezarete gelen ve birçok cihetten akıbetleri benzeşen Lutfı Paşa, Hüsrev Paşa'nın vezirliği son bulduğunda onun melalini şöyle anlatır:
Hüsrev Paşa Türbes i 1936'da (Encümen arşivinden)
Hikayet ederler ki bir gün ata binmek kasdın edip adamları önüne at getirdi ler. Ol dahi ayağın üzengiye koduğu halde dört canibine nazar edip vezarette iken cemi'-i alem halkı hürmet ve izzet edip ata bindiğine hürmet ettiklerini fikredip ve kendinin ol fahir libaslarına ve altın üsküflerle kulları ve nökerleri hatırına gelip ol halde onlardan az kimesne yanında bulunup ewelki hali ve ahvali görmeyip şimdi kimesne beni bu halde görmesin deyip ayağın üzengi den çekip ondan sonra heman sahib-fıraş olup vezaretten azl olduğunun gus-
Hüsrev Paşa Türbesi 1936'da (Encümen arşivinden)
Hüsrev Paşa Türbesi 1936'da (Encümen arşivinden)
sası canına ve ciğerine kar edip mualece için niçe etib balar getirtip bazı eşribe ve ilaç kasd ettiklerinde "Siz bana zehir yedirmek ister siz!" diye gönlüne vesvese-i şeytani galebe edip kimes neye itimat ve itikat etme yip ahirülemr on yedi gün mikdarı yemek yemeyip ve su içmeyip bu hali üzerine dünyadan hasret ile gitti.
Revnakoğlu,türbenin kitabelerini tesbit eder (86:254):
Dergah- ışerifin avlusunda Mimar Sinan asarından Hüsrev Paşa Türbesi'nin kapısı üstünde ye şilboyalı,tek mistarlı müstatil mermer taş:
Meziır-ı Hüsrev Paşa ralıınetulliılıi aleyhi
Hak kıyamette inayet bilip M ustafa ona şefaat eylesin İşitenler dediler tarihini
Ddyim Allah ona rahmet eylesin, 953.
Bahçıvan Arif Efendi Tekkesi
Hüsrev Paşa Türbesi'nin avlusunda Rira'iyye'den Bahçıvan Arif Efendi Tekkesi vardı. (Akşemsettin Mahallesi,2076 ada.34 parsel)
Vesvesesiyle zeh irlenm iş talihsiz Hüsrev Paşa'nın naaşı üzerinde Sinan'ın ince sanatın ı göstermeye muvaffak olduğu türbenin arkasında Türbedar Bahçıvan Arif Efendi'nin Riffi'i tekkesi vardı. Efendiye lakabı Küçükmustafapaşa'da şimdi apartmanların yükseldiği ve yeriniorada ancak bir duvara talik edilmiş mermer levhadan tayin edebildiğimiz KarasarıklıMehmed Efendi Tekkesi'nin bahçesinde sebze yetiştirmesinden mirastır. (86:160): "Bahçıvan Şeyh Hacı Mehmed Arif Vasfı Efendi b. Şeyh İbrahim er-Rira'l(Gül Camii imamıdır), Topkapı KıllıYusuf ve Şerbetdar Tekkeleri şeyhi Süleyman Niyazi Efendi'nin dervişi ve halifesidir."Bostancı Şeyh Arif Efendi" de derler.
Revnakoğlutekkenin bu ilk banisinin seciyesini hafızalardan henüz büsbütün kay bolmadan tesbit edebilmişti (86:160):
Son derece fukaraperver, hoşsohbet, rintmeşrep, büyük bir tahsili olmadığı halde gayet i rfanlı, faziletli uyanık bir zat idi Havas ilminde ihtisası ve kıyam zikrinde riyaseti vardı. Dergah-ı şerifin hemen arkasında bostan tarafında Şeyh Arif Efendi'nin oturduğu odaya nazır evde ikamet eden zamanın meş hur ders vekili Dağıstanlı Hoca Halis Efendi geceleri sabaha yakın saatlere kadar çalışıp ders hazırlarken tasavvufa dair halledemediği müşküJleri gelir Şeyh Arif Efendi'den sorar ve ümmi denilecek derecede medrese derslerin den haberi olmayan bu arif adamın himmet ve irşatlarıyla, çözemediği mese leleri daima halletmekte olduğunu kendisine yapılan itirazlar karşısında müf tehiren itiraf etmekten çekin mez, "O benim hocamdı!" dermiş.
Gül Cam ii imamı Rifa' İbrahim Efendi'nin oğlu Arif Efendi,kalbiniTopkapı'da bugün arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolan Rira'IKıllı Yusuf Tekkesi'nde uyandırdı (86:278). O, bu tekkenin şeyhlerinden Ali Rıza Efendi'ye, onun vefatıyla Şerbetdar şeyhi Süleyman Niyazl'ye intisap etmiş; yaşı yirmiye geldiğinde bu son şeyhinden aldığı hilafetle inşasına muktedir olduğu Hüsrev Paşa Tekkesi' ne postnişin olmuştu.
Arif Efendi,önce Hüsrev Paşa türbedarlığını,ardından da türbenin önündeki arsayı almıştı.Türbedara tahsis edilmiş bu ev o kadar küçüktü kivefat ettiğinde Arif Efendi'nin türbesi olan bu mekan, ancak tevhithane önünde bulunan arabacı dükkanından iki nıetre bir yer alınarak genişletilebilmişti (86:279):
Kanuni'nin damadı Hüsrev Paşa'nın Mimar Sinan tarafından yapılan türbesi nin yanındak i arsaya H.1276'da Şeyh Arif Efendi tarafından mülk olarak bina olunmuştur. Şeyh Arif Efendi evvela türbenin son türbedarı Hakkak Hasan
Efendi'nin pederi Ömer Efen di'den yirmi altına türbedarlığı, sonra da kırk altına ittisalindeki arsayı almıştır.
Şeyh Arif Efendi merhum pek kalenderdi. Küçükmustafapa şa'da Karasarıklı Mehmed Efen di Tekkesi'nin bahçesinde bizzat ekip biçtirdiği ve bazen de kendi yetiştirdiği mezruat ile dergahın hafta günlerinde fukarayı itam etmesinden "Bahçıvancı" lakabı ile meşhur olmuştu.
Bahçıvan Arif Efendi'nin tekkedeki sandukası
Parasızlık bütünyükü Arif Efendi'nin sırtınatahmiletmiş, dergah ihvandan gelen mahdut yardımlarla beş yıl sonra tamamlanabilmişti. Türbe
darlıktan gelen maaş ayda yalnız altmış paraydı.Arif Efendi duvarcılığını, dülgerli ğini ve rençberliğini omuzladığı tekke inşa edilinceye kadar yürüteceği mukabele için türbenin avlusuna büyük bir çadır kondurmuş, ayinlerini burada yürütmüştü. Herhalde 1862 senesindeki küşat merasiminde Karasarıklı,Şerbetdar,KıllıYusuf ve diğer mücavir tekkelerinin postnişinleri de hazır bulunmuştu. Şeyh Arif Efendi'nin vefatını Revnakoğlu şöyle aktarır (86:161):
Vefatı şöyle olmuştur: 1314 Ramazan-ı şerifinde iftara yakın bir saatte sofra hizmetiyle meşgul dervişlerini, yakınlarını, halifeleriyle birlikte etrafına top layıp evrad-ı şerife başlatmış ve "zeynü'l-kamet "e gelince elini dizine vurup evrad-ı şerifenin okunmasını orada kesmiş, "O kıyamet, akşamdan sonra!" demiştir. Sonra kelime-i tevhide başlatıp bir müddet devam eden ism-i hu dan, ism-i celalden sonra emanetini teslim etmiş ve "zeynü'l-kamet"ten aşağı kısımlar da vefatını müteakip tabutunun etrafında okunmuştur.
Şeyh Arif Efendi'nin halen medfun olduğu yer o zaman türbedar odasıydı. Şeyh Arif Efendi, altmış para aylıkla Hüsrev Paşa Türbesi'nin türbedarlığını yapıyordu.
Vefatından sonra tevhidhane önündeki arpacı dükkanının bahçesinden iki metre eninde bir yer alınarak türbenin yeri büyütülmüştür. Türbedeki diğer iki sandukadan biri Şeyh Abbas Efendi'nin küçük oğlu Mehmed Yusuf Efendi'ye, diğeri Abbas Efendi'nin hemşiresi Gülhis Hanım'a (vefatı 1340) aittir. Gülhis Hanım, bir çarşamba günü evrad-ı şerife okunurken vefat etmiştir. Tevhldha nenin camını vurarak haberdar etmişler, fakat evradı kesmemişlerdir.
Bahçıva n Şeyh Arif Efendi'nin tekkesine ait vakfiye sureti
(86:252)
/.'
.,qV!.,.1/1
.;.rıvfl,.J>
<
Revnakoğlu, Beylerbeyili Ara p Sadi Bey'i n Arif Efendi'ni n vefatı na düşü rdüğü tari hi "Tarih, sanatlıd ı r. "Bag-ı adn" terki binde hazret-i şeyhin bahçıvan lığı na telmihen işaret va rd ı r" notuyla kaydeder (86:255):
Yürüdü Hakk'a birpiıkize-siret şeyh-i rCtşen-dil Butıin ahvaline vakıf idi esrarına agah
Oku ihlas ile z ira duadırgevherin tiirih
Kıla mesken ilahi bag-ı adni Arif'e Allah (1312)
Arap Sadi Bey'in tekkede bu lunan uzu n ma nzu mesinin Fatih yangınından artakalan kısmı n ı Revnakoğlu tesbit ederek notlarına kaydeder:
Ayin-i p iri anda etmiştir ayan Verilince destine tuttu icd zet-ndınesin
Eyledi hıızzdra bir keramet izhar ıı beytin lrtihcUinde dedim Sa'di anın tarihini
Oldu Şeyh Arif Efendi kurb-ı Bariye revan (1312)
Burada hayat bulan ziki r halkası ndan, meydandan, Şeyh Arif Efendi'ni n terbiyesi nd en geçi p hilafet ala nla r şu şahsiyetlerd i (86:277-90,258):
Ashab-ı servetten nüfus müdür-i umumisi ve iskan müdürü Mehmed Ali Bey merhum: Boğaziçi'nde otururdu.
Şerbetdar Tekkesi şeyhi Mehmed Efendi (Mehmed Arif ): H.1295'te istihlaf olundu.
Reisülkurra Şeyh Hafız Cemal Efendi merhum (Topkapı hatibi, Kıllı Yusuf Dergahı şeyhi): HiJafet tarihi 11Recep 1308.
Ahmed Muhtar Efendi: Ketebeden, Babmli Seraskeri hulefüsından. Şeyh Ah med Efendi derler.
Şeyh Hafız Hasan Sabri Niyazi Efendi b. Ömer Kırımi (Hoca Hasan Efendi): Bu zatın babasına "Pamukçu Ömer" derlermiş. Tekkenin civarındaki Mimar Sinan Mektebi'nin hocasıydı. Bu mektepte 22 sene muaUimlik etmiş ve iki yüze yakın hafız yetiştirmiş, bu suretle her sene 8-12 hafıza icazet vermiş tir. Otuz günlük sıkı ve daimi bir halvetten sonra hilafet almıştır. 1318 Teşri nievvelinde 47 yaşında vefat ederek şeyhinin tekkesindeki Hüsrev Paşa Tür besi'nin önünde sırlanmıştır, taşı yoktur. Erzurum valisi Karslı Kurt İsmail Paşa'nın kızları bu zattan hususi olarak ders okumuşlardır. Bu zat, Hırka-i şerif te ziyaret esnasında mübarek hırkayı açan ve ziyaret ettiren üç muavin den biri olarak vazife gördü. İlim ve kemal sahibi bir zattı.
Hulefüdan Şeyh Hasan Sabri Efendi: Kayserili Büyük Hamdi Efendi'den ders görmüş ve ondan icaze almıştır. Mustafa Asım Efendi'nin babası Nasuh Efen di'nin hizmetinde bulunmuş, Fatih Cami'-i şerifi müezzinbaşısı reis-i kur ra Esirizade İsmail Hakkı Efendi'den aşare-takrib okumuş, ilk zamanlarda Fethiye Cami'-i şerifinde müezzinlik etmiştir Saraçhane esnafının vakfı olan hatm-i şerif duacıhğı, Hırka-i şerif Camii'nde cüz'-hanhk gibi hizmetleri de güzel bir surette ifa eden Hasan Sabri Efendi, Sultan Aziz'in kızı Saliha Sul tan'ın evlatlıklarını okutup yetiştirmiş olduğunu görüyoruz.
Bu üç kişi (Reisülkurra Şeyh Hafız Cemal Efendi, Ahmed Muhtar Efen di, Şeyh Hafız Hasan Sabri), 1308 yılında 11 Recep gününde birlikte hilafet almışlardı.
Diğer Giritli Hasan Efendi b. İbrahim: Paket postahanesi memurlarından. Bahçıvan Şeyh Arif Efendi'nin damadıdır Hulefadan Giridi Hasan Efendi, as len Trablusgarp'ta Harika kabilesindendir, magribiyyü'l-menşe' derler. Girit'e muhaceretle gelmişlerd ir. Babası İbrahim Efendi, Girit'te zeytin yağı ticareti yapmıştır.
Bu zatın oğlu Hacı Hafız Zeynel Bey merhum da Şerbetdar şeyhi Me}uned Efendi'den müstahleftir.Validesi Seher Hanım'ın kabri içinde yattığından ay rıca taş konulmamıştır.
Şeyh Behcet Bedi' Efendi merhum (Behcet Baba): Dergah-ı şerifin yaşlanmış dedelerindendir. Tekkede Hüsrev Paşa Türbesi önündeki mezar taşı makam taşı olarak diktirilmiştir. Aslen Edirnekapı haricin de Itri'nin civarında med fundur, taşı kaybolmuştur. İrtihali 4 Ramazan 1315 tarihindeydi. Kendisi bı çak, kama gibi aletler yapmakta mahirdi ve bununla geçinirdi.
Hacı Şevki Bey merhum (Hamamcı): Eski Ali Paşa ve Sarıgüzel Hamamı'nın sahibidir. Hırka-i şerifteki Akseki Cami'-i şerifini son zamanlarda yeniden yaptırdığından üçüncü bani sayılır. Kendisi de cami'-i şerifin mihrabı önünde
yatar, yazılı taşı vardır. Eski Ali Paşa Hamamı, Koyun Baba Türbesi'nin tam karşısındaydı. Fatih yangınında yandı. Bir kısmında hala yıkıcı vardır. ·
Ali Bey: Babıali dahiliye dairesi muhacir komisyonu iskan müdürü. Bu zat ilk halifesidir.
Bahçıvan Arif Efendi'den sonra oğluAbbas Efendi post devredilmiş, Yaşının küçük olması sebebiyle vekaleten idare edi en tekkeye bilahare şeyh efendi asaleten oturmuştu (86:277):
Son şeyh Hızır Abbas Efendi, H.1298 doğumludur. Peder lerinin vefatı üzerine ancak on beş yaşlarında yetim kaldı ğından hilafetleri Molla Gürani'de asitane- i Rifa'iyye'den madud Şerbetdar Dergahı'nın son şeyhi Mehmed Arif Efendi merhumd andır, hilafet tarihi 15 Şaban 1318. Burası (Şerbetdar Dergahı) İstanbul cihetinde Rifü'i asitanesi sayı lır, çünkü, Ri fa'iyye'nin Lehhas el-Mekkl kolunu tesis eden Şeyh Ahmed Lehhas el-Mekki hazretleri burada medfundur.
Fatihyangınında yanan bu dergah, ikiyılsonra Abbas Efenditarafından aslına uygun Şekilde ihya edildi. Tekkeninson şeyhi Abbas Efendi'yiyakından tanıyan Revnakoğlu onu çok sever (86:281-85):
Şeyh Abbas Efendi
Şeyh Abbas Efendi, Mektep medrese görmüş,tahsilli, terbiyeli, pek efendi bi r zat idi. Hakikaten dört başı mamur bir Rifa'i şeyhiydi, çünkü mihraba boyun bükerek yetişmişti. Pirinin irsine ve isrine tam manasıyla salik ve sahipti. Gö rülmemiş derecede mahviyetkardı, haki-meşrep değil, bizzat ve binnefs hak olduğundan kendisini daima böyle görür, karşısında kim olsa iltifat ederdi, "menekşem, canım, sultanım, baş tacım" demeden konuşmazdı. Bir defa Haz ret-i l<ur'an'ın gavamızına vakıf iyi bir hafızdı. Babasının halifelerinden Top kapı hatibi Reisü'l-kurra Şeyh Cemaleddin Efendi gibi mümtaz bir insandan okumuş ve yetişmişti. Emsalsiz olarak o tatlı yanık sesiyle, bilhassa İstanbul ağzıyla nefesini hiçbir suretle tazyi etmeden tebliğ eder gibi okurdu. Nezaket ve centilmenliğin m ücessem timsali bulunuyordu. Hacı idi, fakat dört du varı ziyaretle iktifa etmemiş, Kabe'nin harimindeki öd ağacından yapıl mış dört direğin üzerinde "Ya Hannan, ya Mennan, ya Deyyan, ya Subhan" yazılı bulunduğunu, keza ortada boş kalan makamın nazargah -ı kibriya olduğunu bilenlerdendi. "Etrafındaki o dört duvar Hazret-i İbrahim Halüullah'ın ken di eliyle balçıktan yaptığı duvardır, üstündeki settare-i şerife şeriat, altındaki duvar tari kat, içindeki dört direk hakikat, ortada boş kalan makam-ı mualla da marifetullahtır" derdi. Gösterişten hoşlanmadığı için cemiyet günlerinde bile başına taç koymaz, kalıpsız eski bir arakiye veya takke üzerine gelişi gü zel bir şemle dolar ve kenarına daima bir çiçek sıkıştırırdı. 29 Eylül 1943'te
Şeyh Abbas
Efendi, ortadak i
irtihal ve intikal buyurdular. Merkez Efendi'de Aşçı Dede civarında medfundur, 8. ada, numara 1961.
Babasının vefatında Abbas Efendi'ye yedi sekiz sene ka dar Şerbetdar şeyhi Mehmed Efendi niyabet etmiş, sonra da Abbas Efendi'ye hilafet ve rerek posta oturtmuştur.
Şeyh Abbas Efendi merhum , tekkeler zamanında Eski Ali Paşa (Mesih Paşa) Cami'-i şerifinin içindeki kütüphane nin hafız-ı kütüblüğünü ya pıyordu. Kitap dolapları bu radan alınıp Murat Molla Kütüphanesi'ne götürüldük
ten sonra kendisine bu vazifenin karşılığı olarak Bali Paşa Cami'-i şerifinin müezzinliği ve kayyımlığı verildi, hayatının sonuna kadar bu vazifeyi hüsn-i suretle ifa eyledi.
Şeyh Abbas Efendi'nin halifeleri(86:293):
Danyal Bey merhum: Son kıyam reislerinden ve Defterhane ketebesinden. Ramizli Kani Bey merhum : Defterhane ketebesinden.
Değirmenci Hafız Mehmed Nuri Akiz (Değirmenci Hafız): Şeyh Abbas Efen di'nin son halifesi bulunan bu zat, maruf Zakirbaşı ve Terlikçi Mehmed (Ça yırlı) Efendi'nin damadıdır. Şimdi Yakacık'ta mektep karşısında oturuyor. Oradaki Rifa'i Dergahı'nda şeyhlik etmişti. Bu dergah, Soğanlı Köyü istika metinde, cami'-i şerifin sol ilerisinde ve mektep karşısındadır. Hafız Nuri Efendi sonradan Yaşar Baba'dan da ayrıca bir Rifa'iyye icazesi almıştır.
Bahçıva n Arif Efendi Tekkesi'nin zakirleri (86:287):
Beşiktaşlı Hayri Bey merhum.
Hakkak Mehmed Efendi (Mehmed Tevfik Efendi) merhum: Maruf zakirbaşı. Dede Bostanı Çıkmazı'nda otururdu, Hacı Zeynel Bey'inevinin yanındaki küçük evdeydi.
Cemal Bey: Evkaf ve Maarif ketebesindendi, "Katip Ali Bey" derlerdi.
Enver Bey merhum (Hırka-i şerifli): Hırka-i şerif Türbesi'nin yanındaki Sabire Sultan'ın neslinden olduğunu söylermiş, biraz meczupçaydı.
Bolahenk Nuri Bey merhum:Bahçıvan Şeyh Arif Efendi'nin zamanında zakirli-
ği, zakirbaşılığı vardır. Bu tarih lerde Muallim İsmail Hakkı Bey merhum da devam ederdi.
Yalelli Hacı Ahmed merhum, Yaşar Baba merhum, Terlikçi Mehmed Efendi merhum, Kara gümrüklü Hacı Şeref merhum, Kambur Cemil Bey merhum.
Yukarıda ismi geçen "Dede Bostanı", şimdi Hüsrevpaşa Sokağı'nda Hale, Lale, Pınar, Çınar isimlerini taşıyan binalarınve bu binaların arka tarafıydı. Revnakoğlu, bir başka dosyasında buraya temas eder (144:278):
Dede Baba (Sarıgüzel'de): Hüs rev Paşa - Bahçıvan Arif Efen di Tekkesi'nde yatan Melami-
lerden Şeyh Mehmed Efendi'dir ki babası Mehmed Dede'nin ismiyle "Dede Baba" derler. Tekkenin yanındaki Dede Sokağı, arkadaki Dede Bostanı bu za tın ismini taşır. H.1109'da göçmüştür, taşı vardır.
Muhyiddin Efendi tomarında butekke ve şeyhleri şu şekilde yer alır (86:280,291):
Şeyh Mehmed Arif Efendi: Mumaileyh gayet hulılslu bir zattır. 1307 Zilhicce sinde hacc-ı şerife azimet eylemiştir. 1314'te 87 yaşında olduğu halde irtihal eylemiştir.Abbas isminde 17 yaşında bir mahdumunu terk eylemiştir.
Hüsrev Paşa Türbesi kurbündeki arsasını tekke ittihazıyla 41 sene kadar ayin-i Rifa'iyye icrasıyla meşgul ve bir vakfiye tescil olunmuş, fakat nukudu teslim ve icra olunmadan irtihal eylemiştir, yani henüz tekke olmadan. Bade hu hulefasından Katip Arif Efendi, bedeninden zikr-i ati vakfiyede münderiç 3000 kuruş nukudu kendi tarafından tesviye ve Evkaf-ı hümayun mahkeme-i teftişiyyesine tasdik ve cihata kaydının icrasıyla mahall-i mezkurun zaviyeli ğe bi'l-idhal ve mumaileyh Mehmed Arif Efendi'nin mahdumu mezbur Ab bas'a bi'n-niyade vekaleti ile yerine kaim olmuştur.
Mahdumu Şeyh Hafız Abbas Efendi: Vekil bulunan Şeyh Mehmed Arif Efendi, mer hum Şeyh Arif Efendi'nin oğlu Abbas'a ilbas-ı tac ve iclas eylemiştir, 13 Şaban 1318.
Hazire:
(86:254): Türbenin solundaki küçük hazirede ince sülüsle:"Haza kabrü'ş-şerif es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed el-Arif billah b. es-Seyyid Mehmed Dede Efen-
Hüsrev Paşa Türbesi' ve Bahçıvan Arif Efendi Tekkesi haziresi
di, ceme'allahu taala beynehüma fi mak'adi sıdkin inde-Melikin muktedirin, amin, 1109:'
(86:256): Başlıklı, ziynetli, mistarlı küçükçe mermer taş, kenarları zırhlı, ta likle: "Hüve'l-Hayyu la yemut - Göçtü hayfa tıfl iken Tahir Efendi'nin kızı
- Olsun ol fahrü'l-mevalt mazhar-ı sabr-1halim - Ruz-ı ferda cürmünü afv et tire insanın - Kılsın ol mahı benat-ı evliyaya Hak nedim - Safveta feryad edip tarihini ettim niyaz - Bülbül etsin Fatıma Latife'yi adne Kerim, 1280"
(86:256): "Haza kabrü'ş-şerife Fatımatu'z-zehra bint es-Seyyid eş-Şeyh Meh med Dede Efendi, cema'allahu subhanehu beynehüma fi rnak'adi sıdkin in de-Melikin muktedirin, amin, 1109'.'
(86:256): Açık tabut şeklinde mermer mezar. Baş taşı yeşil boyalı, mistarlı ve küçükçe: "Ah mine'l-mevt - Hasıl-ı ömrüm hem ciğerim paresi - Gitti elden kaldı dilde yaresi - Kıl şefaat nevcivanım kuluna - Vatideynin gayri yoktur çaresi - Şeyh Arif Efendi'nin kerimesi Arife Hanım, ruhuna el-fatiha, 17 Zil kade 1295"
Bahçede koşarken gül ağacına kapaklanmış ve dikenlere batmak suretiyle beş yaşında göçmüştür.
(86:257): Yeşil boyalı, mistarlı, başlıksız yuvarlak mermer taş, şairi Safvet:
Ah mine'l-mevt
Şeyh Arif nota ağlar iseferyad ederek Zevce-i salilrasın etti ecel mahv ü tebiıh Zfıir-i hankah-ı türbe-i Hüsrev Paşa Acıyıp kıldı o gülzar-ı gül-i iffete ah
Göçtü dört dô.ne kuzusın meletip hasret ile ld-i kurbandafeda eyledi canın niı.gtıh
Bahş edip cürmünü mahşerde Cenab-ı Pir'e Ede merhumeyi Hak hur-ı naime hemrah Yolla birfatiha tarihini yaz ey Safvet
Saliha Hanım'ı tuti edefirdevse ilah, 12 Zilhiccetü'ş-şerife 1279.
(86:257-58): İçeride cümle kapısının sağında, yeşil boyalı, sarı mistarlı, göğ sünde kabartma Rifa'i tac-ı şerifi, önünde su çanağı, talikle: "Tarikat-ı aliyye-i Rifa'iyye'den ve Şeyh Arif Efendi hulefalarından el-Hac Behcet Bey'in ruhuna fatiha, 4 Ramazan-ı şerif 1315"
Bu taşın solunda Bahçıvan Şeyh Arif Efendi merhumun kızı Hatice Seher Ha nım'ın kabri. Kitabesindeki tarih Beylerbeyili Arap Sa'di merhumundur. Yeşil boyalı, mistarlı, baş tarafı ziynetli, göğsünde ism-i Hu, sağlam ve muntazam mermer taş, talikle:
Etıbba neylesin çün kim ecelgeldikte insana Bulunmaz hokka-igerdünda hiçbir derd için darıi Rifa'i şeyhi Şeyh Arif Efendi duhteri hayfa Civanlıkta şitabtin oldu ukbriya eceldir bu
Olur elbette ehl-i beyt-i Peygamber ile hemdem Hadice hazretiyle çünki hem-nam oldu ol meh-ru Dua-yı lıayr ileyad eyle pirim aşkına hem de Hu/üs üzre oku birfatiha ey zair-i hoş-gu
Teessüf eyleyip menkut ile Sa'di dedim tarih
Seher Hanım deyip hu hulde pervaz eyledi yahu, 1301.
(86:259): Bahçıvan Şeyh Arif Efendi Dergahı avlusu, Hüsrev Paşa Türbesi'nin sağında, Bali Paşa Camii'nden dergaha inen Hüsrev Paşa Caddesi'ne bakan pencerenin önünde muntazam mermer kapaklı sanduka. Mistarlı, beyaz mermer taş, başında büyükçe katibi kavuk, sülüsle: "Hüve'l-Baki - Beni kıl mağfiret ey Rabb-i Yezdan - Bi-hakk-ı arş-ı a'zam m1r-ı Kur'an - Gelip kabrim ziyaret eden ihvan - Edeler ruhuna bir fatiha ihsan. Sabıkan elli dokuz cema atinin mütevellisi merhum ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-garur Süleyman Ağa'nın rühıyıçun el-fatiha, 7 Zilhicce 1236.
(86:259): Yerde yeşil boyalı, yanı kırık, mistarlı mermer taş, sülüsle: Hü ve'l-Bili - Şeyh Arif Efendi'dir pederim - Meydan-ı erenlerde hü çekerdi di lim - Çıktı tenden rühum yandı ciğeri pederim - Kabrimi ziyaret edenlerden razı olsun ol Kerim. Fatımatü'z-zehra Harum'ın rühuna ve büyük hemşiresi Ayşe Bedeviye Hanım'ın ruhuna rızaen lillahi el-fatiha, 1286.
(86:260): Başlığı ziynetli, mistarlı beyaz mermer taş (vezin sıkıntılı!):
A.h
Cenab-ı Şeyiz Arif i mebrürun hayf Gül-i nevrestesini brid-ı ecel etti hazan Nür-ı çeşmanı idi mader-i biçilresinin
irci'i emri erip ah erdi devran
Hiç kes eylemez vakti gelince tevkif Çaresine ttı ezeli böyledir ahval-i cihan Mihman-hanedir alem gelen elbettegider
Kam Lokman u Süleyman ufülanü' bnifülan Hazret-i Pir Rifa'i bende/iğe etti kabul
Ruz-ı mahşerde muini ola cümle piran Gülzilr-ı meşayih validi mahlası Arife'dir Ede ol gevheri Hak zib üfer-i kasr-ı cimin
Çıktı şeyhayn Mahviya söylerler hatif tarihini
Gülisttin-ı adn Emine Hanıma olsun mekan, 15 Safer 1318, yevm -i çelıarşenbe.
Şeyh Şükrü EfendiTekkesi (Sarıgüzel Tekkesi)
Bu civarda kaybolmuş Aynalıçeşme Sol<ağı'nda Şeyh Şükrü Efendi Tel<l<esi (Sarıgüzel Tekkesi) vardı.
Eski haritalarda Ay nalıçeşme Sokağı
Bu civarda Nakşibendiyye'nin Halidiyye koluna mensup ikitekkeden biri olan Şeyh Şükrü Efendi Tekkesi,bulunduğu Aynalıçeşme Soka ğı'nın Akdeniz Caddesiaçılırken ortadan kalkmasıyla yıkılıp gitti. Yine bu sokakta kalan Hacı Süleyman Efendi Tekkesi de 1918 yangınında yandıktan sonra arsası Akdeniz Caddesi'ne karıştı..
Not edelim,Aynalıçeşme Sokağı,Dibek Camii'nden Vatan Caddesi'nin diğer tarafındaki Şadiye Hatun Medresesi'ne uzanan düz, uzun birsokaktı. Şimdi büsbütün kaybolmuş bu sokağın ortasından Akdeniz Caddesi geçiyor. Revnakoğlu'nun tarifine göre Şeyh Şükrü Efendi Tekkesi,94 numaralıbina ile 107 numaralıbinaların karşı karşıya olduğu Akdeniz Caddesi'nin ortasıydı.
Tekkenintek şeyhi Hasan Şükrü Efendi,Tercüme-i Dlvôn-ı Ahmed Yesevi'yi "1.cilt" kaydıyla 1327 (1911)tarihinde neşretmişti.Bir diğer neşrine mu vaffak olduğu eseri de Menakıb-ı Şemsü'ş-Şümus Der-Hakk -ı Hazret-i Mevlana Halid el-Arus'tu.Bu son eserini1302 (1885)te bastırmıştı.
Revnakoğlu bu tekke ve tekkenin şeyhine ait şunları kaydeder: (74:56-60):
Şeyh Şükrü Efendi, Konya'da Şeyh Mehmed Kudsi el-Konevi'den müstahlef tir. Fatih dersiamlarından Tırnovalı Mehmed Efendi'den (Fatih Camii mü tevellisiydi, Eyüp'te medfundur) okumuş ve ondan icazet almıştır. Fatih'te Hafız Paşa'da attarlık eden Hafız Kamil Efendi'den hıfzını dinletmiş ve Yedi Emirler türbedan Hacı Kadri Efendi'den ilın-i kıraat tahsil eylemişti. Üç defa haccı vardır. İstanbul cami'-i şeriflerinde vaaz ederdi. Güzel rika yazı yazardı. Ahmed Yesevi menakıbmı bastırtmıştır. Aynı zamanda Beyoğlu'nda papaz mektebinde okuduğu için Fransızca da bilirdi. Manzumeleri vardır. Bu der gah Akdeniz Caddesi'nin ortasında kalmıştır, altında Bizans'tan kalma kilise harabesi vardı.
Şeyh Şükrü Efendi Tekkesi, Fatih Sarıgüzel'de Sarı Nasuh Mahallesi'nde, Ay nalıçeşme Sokağı'nm içinde 32 numaralı, iki katlı ahşap bir binaydı. Bir hayli geniş, büyük bir bahçenin ortasında bulunuyordu. İstanbul'un tanınmış vaiz lerinden, bilgili, irfanlı, olgun bir zat olan İstanbullu Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (b. Ahmed) tarafından uyandırılmıştı. Tevh1dhanesi üst kattaydı. Her gün sabah ve ikindi namazlarından sonra hatm-i hacegan okunur ve Halidi usulüne göre hafi (gizli) olarak zikir edilirdi. Herkes oturduğu yerde içinden
zikir ederdi ve asla ayağa kalkılmazdı. Fatih yan gınında tamamıyla kül oldu.
Not:Yukarıda ismi geçen Şeyh Mehmed Kudsi el-Konevi,Ha lıcı ar Köşkü'ndeki Şeyh Hacı
Feyzullah Efendi'ninde şeyhidir, ilgili şeyh hakkında o bahiste bilgi yer alır.
Revnakoğlu'nun matbu Tercü me-i Divôn-ı Ahmed Yesevi'ni n ara sayfalarına düştüğü notta
.s.a.ıJ... .:ı_r.. ..,.;-'":"·,...\.:...-.,
.j_ r4 _, .:,_;_t :.}::
_ J,• ··)-.,> ),_1,1 .:..ı
... .:,,;1.. -ı:; ,[..,,- "'- T
_< .:,ıii"-J.!•.r .siı.;: JJ;
.;,._._:=.ı .;,t,:. J, -L• ;:;
.; .;.J,1 ""'!'....J' Jr, -:C:-""" -
,s..:,ı - .:,j: -;.
.J. ti3 ....it. 7. _,],• -
oj, ı.;.:- f' ::1:...,; 1-:Ar
-2)} i-. -::J ,,<J <.i----
.j .: v}:I ;J .JJ-'; .i,::.o.:
I ,:-=t rYJ.. ":'\
JAirr.,,-ı'J ,_:,. "'!J!,,;..
u... j.:l j-- t- .:ı-..-:'A
.:r. r..ı.....;.... u !!.;,_ "!i.T:ı, 1
u rı i:1 ...r•t, ...,:.;;,
t'.. .JY ; J 1- ;}ıl:·\) 1
•..-..,.u 1
..,,,.ı._ı .,:.....C. ,-).ft:; ""1:.... :.Jr.
"'·f.':'-- .,,ş-, ,..µ:.
..,;Y. '...,... .; • .Jı-...:,
j, r.-:• "..,_. J\ ,rJ •.,.
/.ı.' o....JJ• /.".; (.'"·"' Jir
_ı... .:.ı:, --n ""·:-:... .;.,
"·
.,..w;. .xf :JJ,;- ......
ı
I r.':'' .;.....•y- J,..:.._,;<f
..<. ı,1 r' / JI} .:J-f . .,·
r't .:.U.r. •·(t , _. .J.J
.lJJI
f Jı! r.J"° S->,,, /'!# ju
;,. • .f .;r j
şeyhinvefat tarihini de buluyoruz
(.\. .:A..iy_
_ı.;r" ('
..J;,- J,_. .s- ":".' .;
(171:108-109):
.:ıi ""!Y.1-' ·\· "'!'; ,i j.ı..ü.. 1
....uı'""·' J · f JJI
Kitabın mütercimi meşa-
yih-i Nakşibendiyye'den Şeyh Hacı Hüseyin Şükrü Efendi (b. Ahmed Efend i), İstanbulludur. Sarıgüzel'de doğup büyümüştür. Fatih dersiamlarından Tırno vah Hacı Mehmed Efendi'den okumuş, ondan icazet almıştı. Şeyh Mehmed Kudsi el-Konevi'den istihlaf olunduktan sonra Sarıgüzel'de Sarı Nasuh Ma hallesi'nde, Aynalıçeşme Sokağı'nda bir zaviye uyandırmıştı Aynı zamanda İstanbul'un tanınmış kürsü şeyhlerindendi.
17 Kanfın-ı sani 1327 (30 Ocak 1912) tarihinde 63 yaşın da iken göçtü, Eyüp'te Melek Efendi Tepesi'nde yatıyor, taşı vardır.
Revnakoğlu, Şeyh Hacı Şükrü'nün bir manzumesini de ilave eder (74:56):
KudCımünle sevindik ya şehr-i Ramazan elveda' Gurtlbunla yerindik ya şehr-i Ramazan elveda' Sende indi Hazret -i Kur'an hem Kadr'i güzel
Ağla gözlerim ağla iştegidiyor şehr-i Ramazan elveda' Teravihe gelen melekler saimi seve seve giderler
Sende kabul dilekler elveda' ya şehr-i Ramazan elveda' Bu gece Kadr'dir kadrini bilenler için
Şükriya ah gitti Ramazan elveda' ya şehr-i Ramazan elveda'
Revnakoğtu'nun Şeyh Şükrü Efendi ve tekkesine ait notlarından (74:56)
şeyh Şükrü Efeııdi'nln Tercüme-i Divön-ı
Ahmed Yeseviadlı
eserinden
Aynalıçeşme Sokağı'nda şimdi Akdeniz Caddesi ortasına kalan Halidiyye'den Hacı Süleyman Efendi Tekkesi de vardı.
Hacı Süleyman EfendiTekkesi,yine bu tarafta, Ayna lıçeşme Sokağı'nın karşısındaydı
(74:48-51):
Hacı Süleyman Efendi Tekkesi, Sarıgüzel'de Aynalıçeşme Sokağı'nın karşı sındaydı.
Fatih'te halk vaizi, meşhur taylasanlı, beyaz takkeli, Erzurumlu Hacı Süleyman Efendi
tarafından uyandırılmıştı. Hacı Süleyman Efendi bu zaviye yi Eda
Hanım'ın bostanından aldığı
arazi üzerine yaptırmıştı.
Üç katlı, ahşap evinin arkasında tek
katlı ayrı bir binaydı. Salı günleri öğle
namazından sonra Halidi usulüyle hatm-i hace yapılır ve halka
halinde cehri olarak zikir yapılır dı. Fatih yangınında tamamıyla yandı
ve tevhidhanesindeki kıymetli yazılar
dan hiçbi.ri
kurtarılamadı. Eda Hanım'ın bostanı ile beraber tekkenin yeri son yıllarda Akdeniz
Caddesi'ne karıştı.
Revnakoğlu Notlarında Halife, istihlaf ve Hilafet, İclas (Posta Oturtma)
Halife (95:207-19), dervişliğe girişinden beri başlayan, maddi-manevi her türlü vazifeyi kusursuz olarak yapmış ve ta mamlamış, bütün mertebeleri sırasıyla birer birer
geçmiş ve bitirmiş, küçük-büyük her hizmete soyunmuş, oldukça kemale gelip
olgunlaşm ış, bu münasebetle şeyhliğe, şeyhlik etmeye hak kazanmış ve bunun zuhuratını manada görmüş, şeyhine de yine mana
yoluyla bildirilmiş, bundan dolayı kendisine bir icazetname-i şerife (şeyhlik diploması) verilmesi uygun görülmüş kıdemli, liyakatli kimselerdir. Bunlar herhangi bir meydanda, hususiyle kendi tarikinden olan tekkelerde bir meydan kendisine bırakıldığı takdirde zikir ettiri r, fatiha eder, fatiha verir; dergaha ait işlerde ve mukabelede şeyhi bulunmadığı zaman ona vekalet eder, şeyhinin emriyle gönderildiği yerde tariki ne derviş alır, onları süluka koyar, ders veri r. Fakat şeyhinin
yanında fatiha edemez, meydan açamaz, tacı ile oturamaz. Misafir olarak bulunduğu
tekkenin postnişi n i tarafından kendisi ne fatiha edilmesi teklif olunursa kabul edeı; lakin
fatiha lafzını söylemez, bunu n yerine fatiha denildikten sonra topluca okunması usulden olan salat ve selamın ancak baş kısmına yüksek sesle girer ve başlatır. Bulunduğu tekkede misafir şeyhlere mahsus cenah postunda hizmete kıdem ine göre yer alı r, kendisinden önce hilafet almış diğer halifenin veya daha yaşlı bir şeyh efendinin üstüne geçemez.
Tekke şeyhliği için açılan resmi imtihan ve müsabakalara katılabilir; kazandığı takdirde o tekken i n postnişinliğini alır ve resmi şekilde vazifeye başlar; yalnız tekke şeyhliğinin şeyhzadelere değil de o tarikatın halifelerinden bir liyakatlisine verileceği vakfiyenin mazbut hükümleri içinde yazılı olması şarttı r. Tekkeni n imamet, hitabet ve tevliyet cihetlerine de bakabilir. Eğer dersten müdz (izi nli) hoca ise vaizliği de ifa eyler.
Halife çıkarmaktan asıl maksat, şeyhlik edecek insan yetiştirmek ve tarikatı uzak yerlere götürüp yaymak ve yerleştirmektir. Bir başka şehre gelen veya gönderilen halifenin başlıca vazifesi irşat ve neşr-i tarikattır (tarikatını etrafa duyurmak, mensuplarını çoğaltmaktır.)
Yukarıda yazdığımız gibi kendisine hilafet verilip halife olacak zatın bidayet-i sülıikundan itibaren hilafet alacağı zamana kadar mensup bulunduğu tarikatın bütün inceliğini, en
hurde taraflarını gayetle iyi bilmesi, görmesi, bizzat işleyip yapması, dolayısıyla ahkam- ı şer'iyyede irtika-yı meratib etmiş olması (şeri ve dini hükümleri, vazifeleri eksiksiz yerine getirip manevi mertebelere yükselmiş
olması) mutlaka şarttır. Bunun için de şeriat-ı Ahmediyye ve tarikat-ı Muhammediyyeye sımsıkı sarılması, mürşidine tam bir teslimiyet ile bağlanması, pirinin yolundan ayrılmaması mutlaka lazım gelir. Bilhassa gece vakti, gece yatsıdan sonraki tesbih ve derslerine ara
Vl'rmeden devam etmesi kendisini umulan bir feyze ulaştı rabilir. Tecelliyat-ı ilahiyye ve müşahede-i cemalullüh a nc:ı k bu suretle
zuhur eder (ilahi tecellilere kavuşmak, Allah'ın nurunu görmek bu s:ıyede olur.)
Bu tecelli, mensup bulunduğu tarikatı n piri ta rafından, mürşidinde de aynen görülünce o mürit, ha life olmak hakkını kazanımş olur, artık halifeli k onun hakkıdır. Bunun üzerine mürşit, kendi mü rşidinden aldığı
icazetnameyi yazması ve yazdı rması için halife namzed ine verir. Yazısı güzel olduğu takdirde icazetnameyi halifen i n kendi yazması tercih edilir, makbul ola n budur. Kendisi yazmak
iktidarında değilse o zaman dışarıdan bir hattata yahut yazısı güzel bir zata yazdınhr.
Yazılması bittikten sonra halife icazeyi alıp mürşidine getirir. Başından sonuna kadar beraberce okuyup karşılaştı rırlar, ufak tefek yanl ış veya ibare eksiklikleri oldu ise cümlenin kenarına "sah" işareti konulur, şerh verilir (eksik varsa tamamlanır, yanlış yazılmış
ise düzeltilir.) Düzeltilerek eklenmiş olan bu küçük yazının allı da tekkenin resmi postnişinlik mührü ile mühürlenir ve yi ne altına halifen i n ilbas edileceği günün tarihi konulup tasdik olunur. Şeyh efendi icazeyi öper, öptürür, icazeyi alt ucundan yukarıya
doğru silindir şeklinde dürer ve katlar, tekrar öpüp halifeye verir. Halife aynı şekilde öper, kalbine basar, saklanmak üzere tekbir ve tehlillerl e mahfazasına konulur.
Bundan sonra ha life olacak zat ile mürşidi Meclis-i Meşô.yi h'e giderler. Meclis-i Meşayih on iki tarikatın bilgili şeyhlerinden kurulmuş ilmi bir topluluktur; şeyhülislam l ığa bağlıdır, maaşlıdır. Şeyh efendi, hilafet vereceği zatı elinde icazetn::ı mesi ile birlikte heyete takdim eder. Heyet, halife namzedini şeriat, tarikat, tasavvuf, ahlak, içtimaiyat ilimlerinden, ayrıca tarih ve edebiyattan imtihan eder. Ehliyeti
görülürse icazet i tasdik eyler. icazetname azadan biri tarafından öpülerek açılır, başından sonuna kadar yüksek sesle okunur, etraf dinler. Bitince icazelnamenin en altı Meclis-i Meşayih reisinin resmi müh rüyle mühürlenir, tarih atılır, icazet sahibinin ilbas ve iclasına müsaade edilir. Ancak bu şekilde tasdik edilenler muteber sayılır; böyle olmayaJ1lar hususi mahiyette kalır.
Bu tarzda kendisine tasdikli icazetname verilmiş halifeler kendi tarikatından bir tekkenin postnişinliğine tayin edilmesi gerekiyorsa b u gibileri mesbı'.ıku'l -im tihan sayıldıklanndan (daha önce imtihana girm iş ve kazanmış olduklarından) aynca imtihan edilmezler, tayinleri doğruda n doğruya yapılır. Müsabaka im tihanlarına da aynı şekilde girer ve tayin hususunda tercih hakkı kazan ırlar.
Bu tercih, bağlı bulunduğu makama, Meclis-i Meşayih'e aitti r. Boş::ı lmış tekken in şeyhliğine bu halifenin tayinini yaptıktan sonra onunla ilgili evrakı ita makamı olması bakımından Evkaf idaresine gönderir, tekkenin oradaki kuyıid-ı vakfiyesine (eski kayıt defterine) kaydedilir, maaş ve muhassasat verilmeye başlar.
Halifenin üç çeşidi (95:226-28):
Halife-i mutlak: Teslik ve telkine izinLidir. Dervişi alır, süluka koyar, ders verir, terbiye eder ve yetişti rir; piştiği ni, olgunlaştığını görünce hilafet de verebilir. Gittiği bi r tekkede meydan kendisine bırakılı rsa zikri idare edebilir.
Halife-i mukayyed: Bu na "halife bi-nefsihi" de derler. Kendisini adam etmiştir, mutat hizmet ve vazifeleri görüp dereceleri geçip derslerini tamamlamış ve son dereceyi bulmuştur; başına da tac-ı şerif gjydirilmiş, eline icazeti
de verilmiştir, ama şeyhinin izni olmadan bir başkasına hilafet veremez, tarikata da alamaz,
ancak şeyhinin gönderdiği kimse ile meşgul olur.
Halife-i va kıf: Tarikata dair her şeye vakıftır, icap edenleri, hizını gelenleri öğrenmiştir, fakat salahiyeti geniş değildir, sadece fatihaya izinlidir. Mesela Nakşibendilerde ise hatm-i hace okuyabilir, lakin dervişin dersleri ile meşgul olmaz.
istihlaf etmek (95:187-89), bağlı bulunduğu tarikatta maddi - manevi bütün hizmet
ve seyr ü süluk dereceleri ni tamamıyla bitirmiş kıdemli ve nıüteşerri' bir müridi şeyh efendini n usul ve ananeye göre ilbas etmesi (taç ve lurka giydirerek) onu irşada, fatihaya, tevhide, teslike ve tarikat neşri ne mezun (izinli) kılmasıdır. Manevi olgunluğu
görülenler ve bunu l aıan mış bul unanlar ancak bu yüksek mertebeye ulaşabilirler, bu da "iclas" denilen posta çekmek suretiyle tamamlanmış olur.
Aynı günde sırasıyla yapılan ilbas, iclas ve istihlaf sonunda mürşit ve halifenin (istihlaf eden şeyh efendi il<:: istihlaf edilen kıdemli müridin, halifen in ) yan yana, münferiden (kendi başlarına) iki rekat namaz kılması ile nihayet bulur.
Artık "halife" ism i ni alan bu zat, bir dergahın şeyhliğine tayin edildiği zaman yine mürşidi tarafından o dergahın meşihat makamına iclas etmesi (şeyhlik postuna kendi eliyle
oturtması) şarttı r. Buna karşılık kendi şeyhinin vefatı dölayısıyla aynı tekkeye şeyh oluyorsa yeniden iclas ediJ ınesine lüzu m yoktur, çünkü bu iş kendisine hilafet verilirken yapılmıştır.
Bununla beraber eğer kend isi ve tekkesinin mensuplan istiyorsa o tarildn eskilerinden
bir şeyh efendi tarafından ayrıca posta çekilir, fakat bu zaruri değildi r, teberrüken yapılu" Şayet o sırada pir evinin postnişini tesadüfen veya misafir olarak o şehirde bulunuyorsa yeni şeyh olan bu halifeyi mutlaka onun icJas etmesi lazım gelir.
Hilafet (95:184-85), taı-ikatta hizmet ve kıdem ile başlayıp devam eden mertebeleri birer birer geçmek suretiyle kazanılan bir derecedir ve dereceleri n en büyüğüdür. Kapalı, açık hiçbir suretle istenilmez, rica ve hatırla alınmaz.
Bunu ancak mürşit tayin eder, zamanı gelince bildirir.
Hilafet almada ve vermede esas olan
me'züniyyet-i maneviyyedir, manevi mezun iyet ve müsaade olmayınca kimseye h ilafet verilmez.
Tariltatın piri tarafı ndan mürşide gelen manevi emir ve işaret üzerine hazırlıklara geçilir ve mukabele gü nleri nin bi ri nde şeyhler, ziyaretçiler, misafirl er ve kalabalık bir
cemaat huzu runda ta rikatın usulün e göre tacı, hırkası şeyh tarafından tören le giydirilir ve icazetnamesi kendisi ne teslim edilir. Manevi vazifeleri yapabilmesi için kend isine ayrıca destur verilir (izin verilir) alet kullanmak, nevbe vurmak, bazı hastalıklara nefes etmek, fatihaya izinli olmak gibi.
Halifeye verilen mezuniyetler en başta şeriat-ı Ahmediyye ve tarikat-ı Muhammediyyeyi teferruatıyla tazim ve tedrise, vaaz ve nasihata (dini bilgileri ve icapları bütün incelikleriyle öğretmeye, bu hususta dersler ve öğütler vermeye), sonra teslik ve irşada, zikre, tevhid
ve tesbihe fatihaya izin ver ilir, icazctnamcsi nde bu maddeler birer birer yazılı r.
Halifenin vazifeleri (95:141): Halife, şeyhinin vefaunda onu gasledebilir, fakat tezkiyesin i yapamaz ve çeyizleyemez, tabutu başında durup fatiha edemez, cenaze giderken
fatiha diyemez. Gasilden sonra veya kabre
i ndi rdikten sonra kendisi de kabre inip sitare altında şeyhine telkin yapamaz, emanetlerini de eline veremez, çünkü halifenin kendisi ondan çeyizlenmiş, onda n ilbas olun muştur, onu halifesi çeyizleyemez, Ubas ve iclas da
edemez (ne giydirebilir ne de posta oturtabiliı·).
İclas Nasıl Olurdu? (135-40): Tevhidhanede evrad-ı şerife toplu olarak usul-i mahsl:ısu ile okunup bittikten sonra o dergfilun mensup olduğu tarikat pirin i n nutku ile ayağa kalkılır. klas edilecek halife makam şeyhinin sol tarafındadır. Okunmakta olan nutk -ı şerif bittikten sonra şeyh efendi fatiha eder. klası yapılacak halife bulunduğu yerden yeri öperek kalkar, kapıya doğru gider, zi kir hal kasuıın dışına çıkar. Rehberler de oradadır.
Rehberler üç, iki veya yal n ız bir kişi de olabilir; şeyh efendinin isteğine bağltdır. Fakat bu rehberleri iclas edebilecek zat seçer, kendi tarikini n kıdemlilerinden olması, bul unması müreccahtır.
Şeyh efendinin işareti ile zikir halkasının kapı tarafı açılır, aralanır. Rehberler sağ ayakla içeriye girerler. İclas edilecek zat bunların arkasındadır. Üçer adım fasıla ile yürürler.
Rehber üç adımda bir boyun keseı durur ve makama hürmeten içinden fatiha eder, içinden okur. Üçüncü adımda daha çok boy u n kesilir, ayaklar bitişir.
Rehber yi ne önde, iclas edilecek zat arkadadır. Bu şekilde fasılalı üç ad ım ile şeyh efendinin önüne gelmişlerdir. Rehber, iclas edilecek zatı şeyh efendini n önüne getirir, bırakır. Rehber, şeyh efendi ile musafaha eder. Musafahadan sonra iclas olunacak zatı, şeyh efendiye slıret-i mahsusada takdi tn eder; o da şeyh efendiyi niyaz eder (elini. dizini öper.) Şeyh dendi içinden dua eyler ve sonunda fatiha eder.
f atiha bitince şeyh efendi iclas edilecek zatı sağ kolundan tutar ve herkesin duyacağı şekilde besmele çeker "Ve mine'l-leyli" ayet-i kertmesine başlat "en yeb'aseke rabbuke makam en mahmuda'' kısmına kadar okur. "Makamen mahınılda" derken o zatı sağındaki postun üzerine çeker. Posta çel<ilen iki rekat
namaza durur, şeyh efendi de kendi postunda iki rekat namaz kılar. Rehberler dışarıya çıkar.
Posta çekilen zat kendi namazını bitirdikten sonra duasını yapar ve ayağa kalkar. Şeyhi kendisi ne fatiha veri r. Posta çekilen zat hafif sesle adeta çekinerek fatiha eder. Bu onun meydan-ı evliyaullahta ilk fatihasıdır.
Eğer devran açılacaksa şeyh efondi "Ya Allah, Hu!" der ve yanındaki bu halifeyi bir adımla ileriye sürer; kıyam tevhidi veya ism-i celfil ise halifeyi tevhid safının önüne getirir, buyurun der. Şeyh efendi ya zikre bed' eder, ona bıralm yahut başından sonuna kadar hepsini ona tevdi eder. Her ne su retle olursa olsun kendisi artık tevhldhanede bulunmaz, mutlaka dışarıya
çıkar ve bir daha içeriye girmez.
Yeni iclas edilen zat. bir müddet bulunduktan ve bir iki devir ya ptırdıktan sonra meydanı kudema-yı meşayihten birine bırakır, kendisi boyun keserek oradan ayrılır, dışarıya çıkar. Hemen meydan odasındaki şeyhinin yanına gider, elin i öper. n iyaz ve ihtiramlann ı bildirir (istifsar-ı hatır eder) ve duasını alır, fakat yanında çok kalmaz, misafirlerin bulundllğu odaya geçer.
İclasm usul ve şartlan (135:133): Şeyh efendi kendi oğluna hilafet verebili r, fakat onu kendi postuna iclas edemez, ancak o ta rikatın l<ıdemli postnişinlerinden biri, tercihan cı.sitanesi şeyhi posta çeker. Şeyhzadenin babası tarafından posta çekilmesini tarikat mensupları Muaviye'ni n saltanat ananesine, oğlu Yezid'i kendi makaınına oturtmasına benzetirler.
Mehmet Akif Ersoy'un Evi
Akdeniz Caddesi'nden Balipaşa Caddesi'ne giriyor,61numaralı binanın önünde duruyoruz. Burası Mehmet Akif Ersoy'un doğduğu evdi (Akşemsenın Mahallesi. 2032 ada. 19 parsel)
Revnakoğlu'nun kaleminden çıkma dosyalarından Akif'e ait üç ayrı yazı yer alır.
Buyazılardan ilkinde Akif'in doğumu, ailesi ve baytar olduğu devreye kadartalebeliği işlenir.Her halde bunlardan biri Akif'in babası Tahir Efendi'ye dair olandır.
Yakın tarihimize ait bir sima ve resm vazifeler ifade eden bir müderris olduğu halde Mehmed Tahir Efendi'nin hata vesika üzerinde inşa edilmiş bir biyografisi yoktur; Akif'in karakterini şekillendiren bu şahsiyet her nedense müstakil bir çalışmaya mevzu olamam ıştır; daha ziyade ibnülemin'in Akif biyografisinde ve onun Hasan Basri Çantay'a aktardıklarıyla mahdut olan Tahir Efendi'ye dair notlar manzumesi herhalde daha tevsi edilmelidir.
Tahir Efendi,Nureddin Ağa'nın oğludur.Revnakoğlu,Akif'in baba silsilesini "Babası Fatih müderrislerinden İpekli Hoca Mehmed Tahir Efendi,onun babası Arnavut Halil Nureddin Ağa'dır" şeklinde tesbit eder. Diğer kaynaklarda "Nureddin Ağa" olarak tekrarlanan isim, bu kayda göre "Halil Nureddin Ağa''dır. Edirnekapı haricine defne dilen ve mezarı Emin Paşa tarafından yaptırılan Tahir Efendi'nin geride ne oğlu Akif tarafından yazdırılan mezar kitabesi ne de yola giden kabrinden eser kaldı.Karakterine ve Akif'in hocalık sıfatına temaslar dışında sükut edilen noktada Akif'in hocaları, dostları, hemen bütün muhiti içinde yer alan Revnakoğlu, Tahir Efendi'nin diğer kaynaklarda yer almayan ve bizi şaşırtan birveçhesini ortaya koyar: Mehmed Tahir Efendi neşri Abdülhamid devrine rastlayan ve Arap hurufatıyla Arnavutça yazı lmış ve dini kitapların matbaada basılması istenmediğinden bir süre sonra toplatı mış olan mevlidin sahibidir..
Balkanlarda üzerinde o kadar çalışma yapı dığı halde bu mevlidin müellifi Tahir Efendi hep başka Tahir'lerin biyografilerinde aranmış, bir şekilde bu tecessüsler Akif' in babasına hiç uzanmamıştır.Revnakoğlu şu tesbiti yapar: "İslam ve istiklalşairi Akif'in alim babası, İslam ve tasavvuf şairi Süleyman Çelebi'nin meşhur mevlidine nazire yazdı."
Mevlidin birkaç beytini Latin alfabesine de aktaran Revnakoğlu, Tahir Efendi'nin toplatı an ve pek az nüshası günümüze intikal edebilen mevlidinin Arap harfliArna vutça hangi mevlit olduğunu haber verir ve ketebe kaydına işaret eder: ''Muhammed Tahir bin Halil"
Kosova ve Makedonya'da en çok okunan bu mevlidin sahibi,Akif'in babası Mehmed
Tahir, Revnakoğlu'nun tesbitleri görülemediği için Tahir Popova ya da JakovalıTahir olabileceği uzerinde durulmuş,daha çok da 1946'da vefat eden Tahir Popova'ya isnat edi miştir. Bir nüshası Taksim Atatürk Kütüphanesi'nde yer alan eser de bu yanlış bilgiyle ''Muhammed Tahir b. Halil Popova" adına kaydedilmiştir.
Tahir Efendi'nin Akif'e dair bazı çalışmalarda Nakşi olduğu ve Feyzullah Efendi'ye intisap ettiği ileri sürülürse de Revnakoğtu onun "Paşmak-ı ŞerlfTekkesi" ve "Baba Efendi Tekkesi" diye de bilinen Bayram Paşa Tekkesi' ne mensup olduğunu bilhassa belirtir. Haseki'de Haseki Camii yanında bulunan bu tekkeye ait notlarında da bu hususa işaret eder: "Şair Mehmed AkifBey merhumun babası ulemadan İpekti Tahir Efendi Hoca bu dergaha mensuptur.Dergah-ı şerifin son şeyh vekili Cerrahpaşa hatibi Arif Efendi'den tarikat almış ve onun teslikine girmiştir ' Bir not olarak Tahir Efendi'nin Kadirişeyhi Arif Efendi'nin 10 Zilhicce1325'te (14 Ocak1908) vefat ettiğini,
Cerrahpaşa Camii haziresine defnedildiğini,kendisinin mezarına taş konulmasını istemediğini kaydedelim.
Arap Hoca'dan derlenen malumatlarda şekillenen ilk bölümde Akif'in ahlak seciyesi, medrese zamanları ve şiir hayatının ilk safhası yer alır.
Akif'in hafızlık cephesi de Arap Hoca'nın dilinden bütün teferruatıyla yine bu not larda yer alır.Az ya da hiç bilinmeyen bir husus da Akif'in 16.yy'da tefsirsahasında Celaleddin el-Mahalli ile Celaleddines-SuyGtT'nin kaleme aldığı Celôleyn'i okuduğu, okuttuğu, üstelik bu eseri okutma icazeti verdiğidir (152.dosya):
Akif 1 (Biyografi)
Akif'in elli senelik dostu ve enls-i ruhu Üstat Ali Rıza Kuşadalı "Akif'in Safa hat'ı edebiyatın mushafıdır:' Hocası diyor ki "O çocuk, hakkında kenzün nün kün uzillah denilen şairlerdendi. Süleyman Naz if, AkiCi enbiya-yı edebden sayar, ona 'filuzun Hazret-i Davud'u'' derdi. Temiz Tahiı" Efendi'nin temiz sulbünden gelen büyük, emsalsiz adam.
Hicri 1290 - 1873'te Sarıgüzel'de ("Sarığıgüzel''den muharref olduğu söyle ıür) San Nasuh Caddesi'nde Kağıtçıbaşı'nın konağı karşısındaki 12 numaralı ahşap evde doğdu. (Merhum Akif 'in nüfus tezkiresinde doğduğu yer Bayra miç gösterilmişse de yanhşbr. Akif doğunca n üfus tezkiresi çıkarılamamJŞ ve çocukluğunda Bayramiç'e gidince orada çıkarıldığında n doğum yeri ora sı gösterilmiştir.) Bu ev annesi Şerif Hanım da denilen Şerife Ha nım'a aitti. Bitişiğinde Hü nkar yaveri Mehmed Bey oturuyordu, onun üstündeki ev de DağıstanJı Mehmet İzzet Bey'e aitti, A kif'in evi ikisinin ortasında kalıyordu. Fatih yangınında yanan evin arsası henüz boş duruyor. Akif'in küçük lozkar deşi Nuriye Hanım da bu evde büyümüştür. Onun kızı Halet Hanım, Piyanist Feyzi Arslangil ile evlendi, şimdi beraberdirler. Halet'in babası Harbiye Ne zareti ketebesinden merhum Arif Bey idi.
Asıl ismi "Ragif"tir. Mütercim Asını Efendi'ye göre "emir" vezninde "kirde" tabir olunan ekmeğin adıdır. Ebcet hesabıyla şairin doğumunu gösterdiği için babası tarafından verildi, fakat ismi herkes "Akif"ten galat sandı, mektepte Ragif'i Akif'e çevirdiler.
Babası Fatih müderrislerinden İpekli Hoca Mehmed Tahir Efendi, onun ba bası Arnavut Halil Nureddin Ağa'dır.
İbnülemin üstadın anlattığına göre, hüsn-i ahlak sahibi muhterem bir hanım olan validesi Emine Şerife Hanım aslen Buharalıdır. Babası Buhara'dan hacca giderken Amasya'da ölmüş ve kendi de orada doğmuştur; Amasya Evkaf Mü dürü Şirvanizade Rüşdi Paşa'nın evlatlığıdır.
İsmi gibi Tahir bir zat olan Tahir Efendi çok temiz ve titiz bir adam olduğun dan diğer bir Dersiam Tahir Efendi'den ayırt edilmek için Akif'in babasına "Temiz Tahir Efendi" denmiştir. Mehmed Akif, Temiz Tahir Efendi'nin temiz oğludur.
İlmiye ricalinden Kırşehirli Hoca Mahmud Efendi'nin en fazıl mezunların dan ve meşhur ders hocalarından Müderris Mehmed Tahir Efendi, Fatih'in en mühim şahsiyetlerindendi. Süleyman Nazif'in Mehmed Akif adlı kitabın-
Revnakoğlu'nun Akif notlarından (152:33)
da söylediğine göre "salabet-i dlniyye sahibi, ilmiyle amil ve ilminde muhlis bir zat olmakla beraber asrın icabatını da hakkıyla idrak etmiş bir hoca efen di..." idi.
İbnülemin üstadın pederleri Eınin Paşa tarafından yaptırılan kabirleri Edir nekapı'da Eyüp'e giden yolun üstündeydi. Akif'in babasına yazdığı vefat tari hini taşıyan bu mezar şimdi yola gitmiştir.Akif'in babası Hoca Tahir Efendi, Haseki'deki Bayram Paşa Dergahı'na mensuptu. Edirnekapı'da Eyüp'e bakan sırtlarda medfundur. Son zamanlarda İbnülemin'in babası Emin Paşa tarafın dan tami r edilmiştir.
Hayrü'l-halef oğlu "Hakkın Sesleri"ndeki haşiyesinde "Babam, Fatih müder rislerinden Hoca Tahir Efendi merhumdur ki benim hem babam hem ho camdı, ne biliyorsam kendinden öğrendim" diyor. Tahir Efendi, oğluna hem babalık hem hocalık etmiştir; oğlunu mektebe gönderiyor hem kendi okutu yor hem de diğer ulemanın cami derslerinden istifadesini istiyordu, yardım ediyordu.
İbnülemin üstadın "salih, fazıl, alicenap, mürüvvetkar, müstakim bir üstad-ı kamil" diye tarif ettiği Temiz Tahir Efendi'nin şürle de ülfeti vardı. İslam ve istiklal şairi Al<if'in alim babası, İslam ve tasavvuf şairi Süleyman Çelebi'nin meşhur mevlidine nazire yazdı. Arnav utça 18 sayfalık küçük bir risale halin de basılan ve Manzumetü'l-Mevlud flEfdali'l-Mevcud Bi-Lisani'l-Arnabud ismini taşıyan bu mevlid "Allah emnin ta pürmendim daima - Me nise bunin me tu ciskuş borc aka" beyti ile başlıyor ''E mestiti kite mevludin fakir - Pür rahmet zotit küllü şeyin kadi:r - Emin Muhammed Tahir bin HaHI -Bani afv hem ebu cennet ya celil " mısralarıyla sona erer.
Maarif Nezaret-i Celilesinin 109 numaralı verdiği ruhsatname mucebince is tanbul'da Vezir Hanı Matbaası'nda tab' olunmuştur. Bir müddet intişar etti, sonra Sultan Hamid tarafından toplattırıldı. (Vezir Hanı'nda Emniyet Kütüp hanesi tarafı ndan Arnavutça başka bir mevlid daha varsa da bu Akif'in babası Tahir Efendi'ye ait olmayıp Ülgünlü Hafız Ali namında bir zatın eseridir. İlk tabı tercümenin "Tercümeni n ola tarih (Amavüd-ı nazm-ı celi)" mısraının gösterdiği 1295 tarihlerindedir. 1338'de tekrar basılmıştır.)
Onun ilk mektebi Fatih mabedi, ük hocalığı da f atih Medreseleriydi. Vicda nının türuna nazil olan suhufları Safahat adtyla topladı, edebiyatımıza mus haf halinde verdi. Ser-sure olarak aldığı "fatih Camii" manzumesine "Aczi min giryesidir bence bütün asarım" mısramı besmele yaptı.
Safahat şairi bize devrinin İslam üniversitesi sayılan Fatih'te geçen çocuklu ğunu şöyle anlatıyor:
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: "Bugece, Sizinle camiyegitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun; Mcramımz yaramazlıksa işte ev, oturun!
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi. Girince camiye haliyle koyuverir peşimi,
Namaz kılardı. Ben artık kal111ca iızlide Ne iışıkiine koşardım hasırlar üstünde!
"Fatih Camii" şairinin bundan sonraki hayatını da hocasından yani aynı ca min in baş imamı Anp Hoca'dan dfo.leyelim. Pek nadir gülen, yağız çehreli, çatık ve gür kaşları, kıvırcık sık sakalı, merhamet telkin eden vakarı, refta rı, tecvit temposuyla konuşan kalın sesi ve meşhur tasnifli telaffuzu ile, ismi yerine "Arap Hoca" diye şöhret bulan Fatih'in kırk senelik kurrası (Asıl is111i Mehmed Rasim'dir. Filibe'de doğduğu için "Filibeli imam" diye andırdı; fa tih müciz dersiam larındandı. Şehri Ahmed Efendi'den ve Yedi Em i rler türbe darı Hacı Kadri Efendi'den icazet aldı. Senelerce huffaz hocalığında ve m ül ga Darülhilafe medreseleri tefsir m üderrsiliğinde tetkik ve tashih ve Meshif Tetkik Cemiyeti Riyaseti'nde ve Sultan Selim Camii hitabetinde bulundu. Şeyhü'l-kurra idi, ilın-i ta'lim ve ilm-i km1ette şöhreti vardı, yüzlerce tale be yetiştirmişt ir. 1Eylül 1937 perşembe akşamı Sarıyer'deki evinde vefat etti. Üstat Şevket Gavsi, ölümüne "Uçtu ruhu kariü'l-Kur'an Meh med Rasim'in" (1356) mısramı tarih düştü, on beş yaşında yetim kalan Akif'e babası kadar hocalık ve babalık etmiştfr, diyor ki:
Babasının sağlrğında carniye berabergelirlerdi. Sekiz on yaşlarında bir çocuktu. Evvela /ıifza başladı, talim okudu. Zekası şaşılacak derecede idi. Babasından akait dersi aldığı, benden de kavtı.id okuduğu halde ayrıca her gün Kuran'dan bazı sayfa çiğ hazırlardı. İskeçeli Hafiz Ali namında bir şeriki vardı, geri kalıyor diye bazı geceleri onu çalıştırmaya giderdi. İki buçuk üç ayda 18 sayfaya çıktı.
"Bellidir ziver-i efser olacak cevher-i saf"
Çocukluğunda bile emsalinde görülmeyenfevkaladelikleri vardı. Hakkında "Kenziin min künuzillah" denilen şairlerden olacağı belli idi. Çok severdim onu, uzun müddet yanımda kaldı.
Babası vefat edince Çifte Baş Kurşunlu'daki odaya kapandı, geceyi gündüze kattı, çalıştı ve mektebi bitirdi. Baytar'dan birinci çıktı diye onu at cinsini [Adana'yaj ıslaha göndermişlerdi. Bir müddet orada kaldı, sonra geldi.
Adana'dan hatıra olarak gönderdiği "Mahşer" adlı bir münacatı, bir de "ma'k"ı vardu; haltı saklarım. ''Mahşer"igörseniz, vukuundan evvel tahakkuk etmiş sanırsınız, bütün safahat göz önünde. Hakikaten Safahat şairi doğrusu, şayan-ı hayrettir! Adana'da vazifesi başında iken geriye kalan on iki sayfayı
da kendi kendine hazırlamış.
Mektuplarında: "Hocam, hıfzımı bitirdim, dönüşte cemiyeti yrıparız " diyordu. Oradan başka yere gönderdiler, maniler çıktı, cemiyeti yapanıadık. Fakat İstanbul'a dönünce Bozdoğan Kemeri'ndeki Kirazlı Mescit'temukabele okudu. Tesadüf değil mi, ben de ilk mukabeleyi bıt caınide okumuştum.' Hatim ile namaz k Lldırdığım da olmuştuı:
Meşrutiyet'tensonra medreseleri ruus tertibi denilen şekilde ibtida-yı dahil, ibtida-yı haric, Sa./ın, Süleymaniyegibi kısımlara ayrılırdı, Akif 'i Tabhane Medresesi fiintm-ı cedıde kısmına ve Dariilhilafe Medreselerine edebiyat hocası yaptılaı: Ben de tefsiı; usıU-i tefslı;jikıh, usul-ijikh okutuyordum.Bir gün talebe arasında oturduğu gözüme ilişti, pek mütehassis oldum. Artık büyük bir şait; büyük bir üstat olmuştu,fakat vefakaı;faziletli ve kadirşinas olduğu için büyük bir ruh taşıyordu. Dersten sonra geldi, talebeliğinde gösterdiği hürmetin dahafazlasıyla elimi öpmek istedi:
-Sizi dinlemekten büyük zevk duyuyorum hocam. Ölünceye kadar talebeniz arasında bulunmak benim için saadet ve mübahat olacaktır dedi. Gözlerimi yaşartt ı, sarıklı ve kısa cübbeli hali hatmma geldi. (Akif, idadiye devam ettiği sıralarda sarıklıydı. M idhat Cemal'in bunu tevile çalışması zühuldlil:) İlmi iktidarı da aruza hakimiyet derecesinde idi. Tefsir ya zdı, tercümeyaptı, okuttu. Çalışma şekline de taaccüp ederdim. Gündüz medresede edebiyat tarihi ile uğraşır, Sebflii'r-Reşad'a, Sırat-ı Müstakime yazı yazat; geceleri
de kendi odasında tefsir-i şerif okuturdu. Celaleyn'i dört defa devretmiştir; icazet verdikleri vardıı:
Profesör AJi Nihad da aynı şeyleri söylüyor:
Akif garbın müspet ilmine vakıf bir şarklı idi.Akij.'Amp, İran ve Fransız dillerine bihakkın vakıftı, bilhassa Arap ve İran edebiyatım gayet iyi biliyordu. Ankara'da Taceddin Dergô.hı'nda (Alüf, "Asıın''ı bu tekkede tamamladı) otıırduğıt zamanlar bir larnfta11 mebusluk vazifesini yapıyo r. şiirleriyle halkı tenvir ve irşada uğraşı ym; bir taraftan da memkltlara mu.allak!ıt ve Haf iz divanı okutuyordu.
Geceleri Hacı Vasfi (Eski Fatih Camii müezzinlerinden ve kütüphanesi me murla rından) ve arkadaşlarıyla Akif ten İz/ılır ve Kafi.ye okuduklarını yine Sü leyman Efendi'dcn öğreniyoruz. Akif'iJ1 ilk şiiri Eşref Edib'in tetkikine göre "Kur'an':ı Hitap" başlıklı ve elli beş mısralı uzun bir manzumedir. ''Ey nüs ha-i canı ehl-i dinin - Ey nasih-i şanı münkirln in - Ey meş'al-i h ikmet-i ilahi
- Ey mecma'-ı feyz-i bl-tenahi" mısralarıyla başlayan bu manzume "Mektep"
mecmuasının 14 Mart 1895 tarihli ve 26 sayılt nüshasında intişar ettiği za man Akif 21 yaşındaydı. Aynı mecmua ve diğer gazetelere bazı şiirler yazan Selanikli Mehmed Akif, Kılçıklı Mehmed Akif gibi diğer şahsiyetlerle kendi arasında iltibasa mahal vermemek için "Orman ve Maactin ve Ziraat Neza
ret-i Aliyyesi Zi raat Hey'et-i Fen niyesinde Baytar Mehmed Akif'' gibi upuzun bir imza kullanmaktad ır.
Üstat matbuatta çtkan bu ilk şiirinden sonra sırasıyla Mektep, Maarif, Mu sawer Fen ve Edeb, İrtika ve Resi mli Gazete gibi ilmi ve. edebi mecmualarda neşriyat yapmıştır. Mamafih Akif 'in bundan ewel de yani 14, 15 yaşlarında yazdığı şiirler varsa da bunları her halde tatmin etmediğinden olacak imha etmiştir, nitekim üstadın elli senelik dostu Ali Rıza Kuşadalı (Eski maarifçile rimizden alim, fazıl ve melek-haslet bir zat olan N i Rıza Kuşadalı, yazdıkları na Akif'i hayran eden adamdu. Bilhassa gazeli, naat ve münacat vadisindeki şiirleri kendi nevinin şaheseri denecek kudrette kıymetli ve orijinaldir. Akif bu değerli dostundan bahsederken "enis-i rılhum'; "nazımu'z-zaman'; "şair-i semavi- sıfat" tabirlerini kul1anırd ı), Akif'in Baytar Mektebi'nde talebe iken terciibent yazdığını ve çok takdir edildiğini söylüyor ki bu mısralar yine Ku şadalı'nın rivayetine göre şairin ileride büyük bir kıymet olacağını gösterir kudrette imiş.
Çocukluk, talebelik ve mübtedtliğine dair şu birkaç hatırayı tesbit ettikten sonra onun herkesce malCım olan hüviyeti üzerinde ayrıca inceleme yapacak değilim.
Not: Akif'i n çocukluğu nu bilen Fatih'in eskilerinden Kayy1mbaşı Süleyman da şu hatırayı anlatıyor:
"Babası Tahir Efendi burada (Fatih Camii) direğin dibinde namaza durur, o da maksurede derslerine çalışırdı. Mektepten çıkınca doğru eve gider, babasını alır, camiye gelirdi. Fakat beraberlik cami kapısına kadar devam ederdi. O, içeride bir tarafa çekilir, yalnız başına saatlerce oturur, dersleriyle uğraşırdı. Yalnızlığı çok severdi, soğuk havalarda üşümesin diye kayyımhaneye çağırdı ğımız halde gelmek istemezdi. Bir akşam teyzesinden dönüyormuş, fenersiz diye karakola götürmek istemişler.
-
Ben yalancı değilim, Hoca Tahir Efendi'nin oğluyum, teyzemden geliyorum, fener babamda kaldı!
Kahvenin önüne gelmişler.
-
Kahvedekilerden sorun! demiş, ben Tahir Efendi'nin oğlu muyum değil miyi m ...
Sormuşlar, fakat bilen olmamış. Bütün zamanı camide, mektepte geçiyor, bir yere gittiği yok ki.
O sırada bekçi gelmiş, Tahir Efendi'nin oğlu olduğuna şehadet etmiş. Kendi bunu bize anlatırken:
-
Bereket bekçi geldi de zabtiyenin elinden kurtulduk, velini metliği büyüktür, muhteremdir demişti.
Revnakoğlu'nun ikinciyazısı "vatan ve Akif",üçüncüsü "din ve Akif" etrafında şekillenir. İkinci yazı, 1937'de onun müslüman cephesini birtakım zevat ın ideolojik saplantılarla, mesela Akif'i hiçbir zaman sevmemiş ve lezzetle okumamış Ahmed Hamdi Tanpınar'ın "Şurasını da söyleyeyim ki Akif hiçbir zaman bir din şairi de olmamıştır,çünkü onda büyük din şairlerinin farikası olan mistik bir hamle yoktur,o kuru bir ehl-isünnet şairidir..."tarz ında hoyrat ifadeleri karşısında insafın cevab ıdır. 1937'de YeniAdam'da yapı an ankette Akif hakkında verilen bazı aleyhtar cevaplar Revnakoğlu'nun vatan ve din yazılarını kaleme almasına sepep olmuş olmalı.Revnakoğlu'nun bu iki yazısında heyecan ve Akif'i müdafaa gayreti belirgindir.
Yazılar öyle görünüyor ki neşir yüzü görmediler ve belki Revnakoğlu tarafından son redaksiyonları yapılmadı.Bilhassa ilk yazıda az da olsa ifade kopuklukları göze çarpar. Her halükarda bu notların mühim kısmı henüz müsvedde safhasındadır,yapacağı bir konuşma ya da yayımlayacağı bir metnin hazırlık safhalarıdır.
Yine iki ayrı kağıtta Akif'invefatına KuşadalıAliRıza'nın ve İzmirliYusuf Ziyaeddin'in düşürdükleri tarihleri yer alır (152:25-31;37-50):
Akif il (Vatan)
Edebiyatımızda yeni yeni ihtira lar başladı, ümmet şiiri, ümmet şairi! Salim ve kültürlü kafalar gibi edebiyat kamuslarının da almadığı bu acip lügatlar nereden çıkıyor? Cahiliyye devrinde değiliz, bu edebi dalalete ne lüzum var?
Akif 'in kıskandıracak bir kudret olduğu muhakkaktır. Onu çekemeyenler, gençliğin takdisini müfrit bulanlar bulunabilir, saçmalamak da mümkündür, fakat saygısızlığa sapmak mugalata oluyor. Çokluğu acı ve utandırıcı olan bu edebiyat ümmileri acaba ne istiyorlar? Bir inkar devri açmak mı?
Dünyanın her tarafında fikir münakaşaları, indi hükümler ve şahsi hususiyet ler üzerinde değil, eserlerin kıymeti ve eser sahiplerinin ilmi hüviyetleri üze rinde yapılır. Bir fikrin kültür kıymeti tartıhrken onu tetkike salahiyet almış olanlar hiçbir zaman bizde olduğu gibi eser sahibinin sırtndaki redingotun şeklini düşünmezler. Şairler şfüleri, mütefekkiı·ler de yalnız ve yal mz fikir ve felsefeleriyle ölçülürler.
Bizdeki bu La-edrt veya gönüllü muhammimler de vukuf ve ihtisasa müste nit bir tetkik yapmak istiyorlarsa terazinin gözüne gözlük kılıfı, çakmak fi tili veya enfiye kutusu gibi teferruat-ı adiyeyi değil, re'sü'l-mal olan dehayı koysunlar. Hiç de icap etmediği halde ortaya "lata ve salta" meselesi çıkarıp mevzuu iğlal< etmede ne mana vardır? Dinci olmak, milliyetçi olmamak ma nasında mıdır? Bu mevhum mantık vasıfları suret-i katiyede bilmelidirler ki bütün bu tariz ve tecavüzleriyle şimdi kendini malesef müdafaa etmek iktida rında olmayan zavallı Akif'in şafaklarda dalgalandırdığı şanlı hilal kadar pak ve parlak nasiyesini kirletmek ve şah sına yaptık ları haksız hücumları haklı
göstermek için ortaya sürdükleri "sofuluk'; "softalık"tan cüret alarak onun masum vicdanına ve harim-i hissiyatına dokunan bu fikir fukaraları belki de farkında olmadan bütün bir gençliği gücendiriyorlar, efkar-ı umumiyeyi rencide ediyorlar ve nihayet ahlak ve fazilete de tariz yapmış oluyorlar.
Akif'in vatanseverliği ve vatan şiirini Namık KemaJ'den sonra tek başına söylemesidir ki ölümünden sonr:ı onu da selefinin şerefine nail etti. Edib-i vatanperverin in arkasından da bu dırıltı devam etmiş, ona da ümmet şairi demek şuursuzluğu gösteril mişti. Allah, Mehmed Emin'e sirayetinden muhafaza buyursun, çünkü ortada miUi edebiyat namına göstereceğimiz mümessil kalmıyor.
Akif vatan şairi olmasaydı gençlik onu tanır mıydı? Görüyoruz ki hala tanıyor ve ta nıyacak. Koca bir gençlik bütün mefkure siyle hata ediyor, yanılıyor da bu la-edriler mi keramet ve isabet ediyorlar? Daha ne istiyorlar? O muazzam heyecandan büyük burhan olur mu?
Onun memleketle alakası olmasaydı hasta vücudu nu Türk top-
raklarına vermeye can atar mıydı? Pek ala biliyoruz ki Mısır'da müreffeh bir hfılde idi, burada kazandığı kürsüsünü orada da kurmuş, ilmi mevkii, haysi yeti, itibarı, her şeyi yerinde idi, daussıla derdinden başka sıkıntısı yoktu. Av detine hiçbir zaruri sebep ve lüzum da olmadığı hfılde acaba Akif'i bu külfe tin ihtiyarına sevk eden sebep ne idi? işte feryadı:
Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda
Mehmed Akif
Ersoy (152:3)
Hep bunun için ağlıyor, yazıyor ve haykırıyordu. Yazık ki vapurdan çıkar çık maz evvela sıhhat evinin bembeyaz yatağına, sonra da rıhlet evinin kapkara toprağına düştü.
işte vatan toprağını toprak diye geçmeyip tanıyan ve her zerresine göz yaşla rını yüreğine çökmüş hasretiyle içirmeye çalışan Akif, öpüp koklamaya, yüz sürmeye geldiği vatanı için bakınız ne diyor:
- Özlemek ... Özlemek mi? Ah bu acının büyüklüğünü kendime bile soramı yorum ... Mısır'dan üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü. Orada on bir yıl kaldım, fakat bir an oldu ki on bir gün daha kalsaydım çıl dırırdım. Hasret çok acı! (Bilhassa onun için, Akif adlı bir şair için) Ne yazık kiyatıyorum, hiçbir şey görmedim. Cennet gibi yurdumdayım ya, çok şükür.
Bu sözlerin sahibine vatan şairi değildir demek için ya böyle edebiyat bidat çılığı yapmak yahut da fikrin felce uğraması gibi çok zavallı bir idrak yoksul-
luğuna düşüp kıvranmak lazımdır. MaJUliyet mukadder şeydir, fakat sözün kısası şudur:
Memleket şehidine ruhunun vahyinden aldığı ilham ile şah-ı şehidana ya zılandan daha kuvvetli bir mersiye abidesi inşa ve ibda eden Akif katiyen gizlenmemiş, özü, sözü bir, pak alınlı, nur yüzlü, muktedir ve mutlaka şair hem de izafi, itibari değil, mana-yı sahihi ile şair, çok mübarek bir adamdır. "Visal-i canan'; "yar-i hicran" şairi değil, be-tahsis vatan ve mutlaka vatan şa- iridir; hissini, şürini, bütün mefkuresini bu yolda kullanmıştır; memleketin her felaket, ıstırap ve kavgasını mucize kadar hayret-aver kudretiyle müdafaa etmiş ilk edebiyat adamımız Akif adlı kahramand ır.
Tevsiki zait olan eserler elimizdedir. Gençlik bunu bildirmek, nankörlüklere rağmen kıymet tanırlık hususundaki heyecanını saklayamayarak onu anmak ve haykırmak istemiştir. Gençliğin bu asil takdisinde efkar-ı umumiyenin his sesi değil, tasmim ve iştiraki vardır. Ona dil uzatmak, müttehit hükmün sıh hat ve isabetinden şüphe etmek demektir ki su-i takdir ve mugalatadan ziya de dimaği emraza yani fikir fukaralığına delalet eder.
Türk gençliğinin hançeresinden yurdun afakını saracak edebiyatın izmihlal nedir bilmeyen istiklali de aynı kudret ve hakimiyetiyle payidar olacaktır.
Akif 111 (Din)
Akif o kadar dindar ve o kadar dinperverdir ki bütün bu dedikoduların onu kabrinde tazip edeceğine kanaatim var. Onun dininde tereddüt etmek için ya dini bilmemek yahut da Akif'i tanımamak lazımdır. O mazbut malumatlı bir mütedeyyin değil, İslam maarifinin künhüne vakıf, mefkure sahibi bir din adamı, bi r din alimi idi. Edebiyatın mushafı olan Safahat'ı ve Asım adlı en'a mı şiirinin çok fevki nde olan ilminin kudreti ile yazdı. Şair Akif, alim Akif'in yanında daima ikincidir. Aruz saltanatının son sultanı Akif vezni oyuncak ya pabilmek harikasına bu sayede varmıştır. Onun hakiki hüviyetini tesbit için yeniden bir tez yazmak lazımdır. Ben tahlillerimdek i isabete itimat ettiğim den değil, onun hakkında bildiklerimi bildirmemiş olmaktan kurtarmak için yazıyorum.
Akif dindar olmasaydı belki basit bir şair veya müteşair olabilir, nazımdan ve zinden anlar, fakat bugünkü aruz kahramanı, Safahat sahibi, İslam ve istiklal şairi olamazdı. Akif, İstiklal Marşı'nı yazdığı ve maddi kıymeti hiç de istihfaf edilemeyecek mükafata haklı olarak hak kazandığı zaman:
Bir de baktım ki tek onluk bile yokmuş kesede Mührüm boynunu bükmüş duruyormuş sade
mısralarıyla anlattığı Seyfi Baba'nın bizzat kendisi idi. Fakat o emlak-i ma'ne-
viyyenin dışında kalan her fakr ile fahr etmeyi fazilet bilen bir müslüman olduğu için fazl ve feragatı, vicdan servetini her şeyin fevkinde görüyor, he yecan ve irfanını istismar adiliğini irtikap tenezzülüne düşmek istemiyordu. Onu Hilal-i Ahmer'e bırakmak feragat-i peygamberanesini gösterdi, çünkü onun dininde "hayrü'n-nas" olmak düsturu vardı, bu düstur her düsturdan önce geliyordu, Akif bunu yaptı.
Akif tagazzül etmediyse,cinsi zaafa düşüp"bade-i gül-füm"dan, "visal-i canan" dan, "çemenzar "dan, Nedim'in mahbub-ı dil-arasına meyleden mey-dostlar dan hoşlanmadıysa suç mu işlemiş oldu? Manevi mehasine daha çok aşık ve "Güzel oldur kim anun hüsni gibi hulkı ola" sözüne inanmış olanlarda nd ı. Akif dini sevmiş, saymış, din ile tedeyyün ve hatta temeddün etmişti.
Din gibi mazbut, mazili, müspet ve muhalled bir yola değil de dinsizlik gibi asla ekseriyete mal olmayan, muhakkak indi ve gayr-i ilmi bir yolda yürüyen leri bile takbih etmek bugünün medeni terbiyesine münafidir, buna rağmen Akif'in dinini, diyanetini istihkar ederek onun bize lazım olan şahsiyet ve şa iriyyeti hakkındaki tetkiklere karıştırmadan onun "harim-i tahassüs"üne el uzatmada ne mana vardır? Bu adam şair midir? Muhakkak. Ne yapm ış, ne iş görmüş, memlekete zarar mı vermiş fayda mı, bunu araştıralım:
O içtimai bir kanser olan kahve hayatının, ataletin, sefahat ve sefaletin düş manı idi; dini de kendine vahiyattan, lehivden, malayaniden içtinap emredi yordu, imtisal etti. Şiirlerinde mahalle kahvesini protesto eden ilk adam, Akif dediğimiz şahsiyetti. Kahvelerin sefalet santrali olduğuna imanı vardı.
Tiyatro yazmadı, fakat o iğrenç dekorları nefis bir intak ve tecessüm kudre tiyle önümüze serdi. Tablolar, konuştuğu zaman duman kokan kahvenin kart gediklileri, peykenişininan -ı haramdan iğrendi..
Nazmın Evliya Çelebiliğini, şiirin içtimaiyatçılığın ı yaptı. Sade dili ve dini, propaganda vasıtası yapmak gibi sathi bir düşünüşle değil, ahlak hocalığın daki saffet ve samimiyeti bozmamak için kuJlandı. En büyük düsturu olduğu gibi görünmek, rötüşşüz söylemek ve duyduğu gibi yazmaktı. Biz Ahmed Ra simlerimizin nesir ve mensurelerinde ne gördük? Onun nazma çektiği man zum revülerde onu seyrettik. O din namına yapılan dinsizliklere hepimizden önce çıkıştı. Bugün Türk sahnesinde bir komedi zevkiyle seyrettiğimiz:
"Velinimet efendilerimiz rahm-i maderde iken sahib-i rü'us olurlar, doğduk ları gün tafralanır, memeden kesildikleri gün tafralanır, akıl ve baliğ oldukları gün tafralanır, tafralanı r, tafralanırlar... Arpalıklar, sahanlıklar, Edirne mev leviyeti, İzmir paye-i mücerredi derken sudfır-ı izam mesleğine kadar irtika buyururlar, son merhale-i ikbal olan makam-ı meşihata da namzet oluverir ler.. ·hicviyesindeki zadeganlığı, beşik ulemalığını istiskale alim ve mütefek kir Akif'i Süleymaniye Kürsüsü'ndeki
Hele ilmiye bayağıdan sekiz on kat aşağı Bab-ıfetva denilen daire iimmi ocağı
Anne karnından icazetli, beşikten molla Dolayın bir de sarık, haydi reisü'l-ulema
dersleriyle Musahibzade'den yıllarca evvel başlamıştı.
Dindar Akif, "diyanet"i "denaet" yapanları tokatlıyor, boğuyor, boğamazsa kovuyordu. Keşke her müslümanımız Akif olsaydı.
Akif hafız-ı Kur'an'dı, fakat meal ve manadan bigane olan hıfz-ı elfazı rüçhan sayan ıskatçı güruhuna düşmandı. Bu tufeylilere ilk tedip tokadı yine dindar Aki'in eliyle vuruldu:
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kuran 'ın Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın
Ya açar nazm-ı celilin bakarız yaprağına Yahut üflergeçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kuran bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne defal bakmak için
Müslüman Akif'in İslam dışındaki müslümanlıktan da iştikası vardır: Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile
Adam aldatmaksa maksad aldanan yok nafile!
Millet ve memleket şairi, ezelden Yeşil Ay'cı Akif, "mey" ile şiiri değil, şiir ile ilmi arkadaş yapıyor, nazım fırçasıyla tablolar çiziyordu. İstersem böyle de yazarım der gibi, Bodrum palasların süfli tablolarını evvela bize:
Huruşan bad-ı süfliyyet derunundan, kenarından Girizan ruh-ı ulviyyet hariminden, civarından nazmıyla nakışlandmyor,
Bitince bir sıra ev, sonra bir de virane Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane ...
objektifi ile o tamtakır dekora tayy-i mekan ettiriyor.
Nazmın bu kudretli tasarrufunu edebiyatımızda teverrüs edecek bilmiyorum bir ikinci Akif daha yetişecek mi? Alim, mürebbi, ressam ve içtimaiyat hoca sı insan Akif'i bizde en iyi teşhis eden de İsmail Habib olmuştur: "Mehmed Akif mahalle kahvelerine girdi, Köse İmam'ın evinde konuştu, küfeci çocuğun iniltisini dinledi, bayram meydanında sevinen çocuklar, meyhanelerin duma nında tütsülenen kafalar, talakın fecialarıyla inleyen kadınlar hep rötuşsuz bi rer fotoğraf sadakatıyla Akif'in nazmına geçti:' Dikkat ediyorsunuz ya, "talak fecialan" tabiri Akif'indir.
Onun kültür dışında olan her şeye tarizi vardır, hele din namına olursa. Hali fe Ömer ile Kocakarı 'yı, Seyfi Baba'yı kayda lüzum görmemiş üstadımın mu azzam bir hatası daha var.Akif'in mahalle kahvesi hatibi olduğunu unutuyor!
Necd'in a'makmda ve Hadra'nın yolunda haib ve hasir dolaşan "semavi safa''. Şair, memleket davasında bütün mukaddesatını feda ediyor. İslam'ın secde gahı olan Kabe'yi vatan şehidinin başına seng-i mezar olarak diktikten sonra ruhunun vahyini taşa kazıyor, gök kubbeyi bir rida, ecramı avize, mehtabı türbedar yapıyor, çatısını mor bulutlarla çattığı yedi kandilli süreyya ile ay dınlattığı türbede ta fecre kadar bekliyor, ağlıyor, yine bir şey yapamıyor, ni hayet peygamberinin aguşuna teslim ediyor.
Yukarıda söylemiştim, Akif dindar olmasaydı imkanı yok bu şehnameyi ya zamazdı. Din adamı dinde ilim adamı olarak kaldığı için eşya-yı maddiyenin mevcudiyet-i mühimmesi olmadığını, o kadar ki adl-i tam sahibi Hazret-i Ömer'in bir gün Kabe'deki hacerü'l-esvede hitaben "Resıll-i a'zamın seni öp tüğünü görmemiş olaydım parça parça ederdim" dediğini de biliyordu. Na zım mimarı ve İslam bilgini Akif'in kafasında yalnız şehidin mertebesi ve şehadetin ulviyet derecesi hakkında kırk küsur hadis vardı. Elbette yazacak, onu her şeyin üstünde tutacak, şehit ve şehadete böyle hiç görülmemiş coş kun şiirle meş'ur bir tefsir yapacaktı. Bunu ancak alim ve şair-i İslam Akif yapabilirdi.
O Dersaadet şairleri gibi şiirin bir ilham-ı semavi olduğuna ve şair-i sahihin mazhar-ı vahy olan enbiyaya eş olduğuna imanı vardı, çünkü o Süleyman Na zif'in defeat ile söylediği ve üstad-ı hakiın Müderris Ferid'ln de çok yerinde bir teşhisle ilan ettiği gibi Akif ilhamını "Kur'an"dan ve "arş-ı Rahman"dan alıyordu. Bununla beraber her sözünde, her mısraında ilahi ilme dayanıyor du. O evvela "mekteb-i Muhammed"den Fatih Camii'nden diploma aldıktan sonra şair ve baytar oldu. 11, 12 yaşlarında hıfza başlamak, cami derslerine devam etmek, babasının ve baş imam Arap Hoca'dan Fatih Camii maksure sinde kavait ve akait okumak gibi kudsi konservatuvara talebe yazılan, Ada na'dan avdetinde Kirazlı Mescit'te mukabele okuyan imameli Akif dinsiz ola mazdı. Fakat şu muhakkak ki yobaz da olmadı.
Camiü'l-Ezher adlı Arap darülfünununda Arap münevverine Türk ve Arap edebiyatı okutacak kadar bu kültüre bütün teknik ve edebiyatıyla tasarruf eden üstadın son vazifesi Kur'an müfessirliği idi, fakat o bu hizmete yirmi yaşında başlamış, Fatih'in Mesleki Fütuhat sahibi meşhur Arap Hoca'sından ilm-i kıra'at okurken Hacı İsa isimli şerikinin Baş Kurşunlu'daki medrese oda sında tam dört defa Celaleyn tefsirini, Fatih Kütüphanesi'nin eski memurla rından rahmetli Hacı Vasfi'ye, arkadaşlarına da İzhar ve Kafiye okutmuştu. Şiirlerini, Sebilü'r-Reşad'daki "İrşad"larını Hakkın Sesleri'ndeki hak sesleriyle haykırılan şiirleri de nass-ı celil, hadis veya kelam-ı kibarla söylüyordu. Bi-
naenaleyh bütün bu mazbut vesikalardan sonra biz "Akif'in yazdıklarını yaz mak için Akif kadar şair olmak kifayet etmez, Akif kadar dindar da olmak lazımdır. Bu iki lazıme-i ibdaı aynı kudret ve bereketle nefsinde cem etme yen bir şair ister şarklı ister garplı hiçbir sanatkar onun neşidelerinin mislini vücuda getiremez" sözünü Süleyman Nazif ile beraber tekrar edemez miyiz?
Müderris Tahir Efendi'nin dünkü mollası Hafız Akif, bugün de değişmiş, maske takmış değildi.
Her iki manada doktor, alim, fazıl, müfessir ve düne kadar da mebus ve mü derris olan şair Akif hala namaz kılıyordu. Son güne kadar Kur'an okudu, dinledi ve İstanbul hafızlarının huzCır-ı tilavetinde diz çöktü. Medresedeki odasının havlusu, misvakı Doktor İbrahim'in sıhhat yurdunda da dekorluk etti. Onun hiçbir şeye eğilmeyen çelik boynu yalnız Al lah'ına eğiliyor, secde ler ediyordu. Süleyman Nazif bunu da bizim gibi bildiği için kitabında onu "Mehmed Akif yalnız Cenab-ı Hakk'a, Hazret-i Peygamber'e, eazım-ı eslafa, cemiyete, insaniyyete ve bilhassa insaniyyete ilan-ı aşk etti:' İçtimaiyatçılı ğı da unutulmayarak "Canandan, hicrandan şikayete bedel, hemcinsine raci mahrumiyetlerden, sefaletlerden, duçar olduğu musibetlerden feryat eder..." diye anlatıyordu. Yalan mı söylüyordu? Hamid hakkında ifrata varan Süley man Nazif hiç tereddüt edemeyiz ki bu hükmünde sahih ve samimi idi.
Anadan doğma yurtsever ve istiklal abidesinin doğduğundan beri istiklale aşık eşsiz ve halefsiz sanatkarı ibda ettiği "istiklal"i için "Onun şiir kıymeti yok, yalnız tarihi bir hatıradır, belki bir hususiyet taşıyabilir" tarzındaki teva zulu kanaatini yalnız bana defalarca tekrar etmişti.
O kıymetsiz şiir ki bugün gençliğin evradıdır, ne mutlu ona ki hala onun na mını taşıyor.
Fenari İsa Efendi Camii- Tekkesi
Balipaşa Caddesi'nden Halıcılar Caddesi'ne dönüyor, Vatan Caddesi'ne doğru iniyoruz.. Caddenin bittiği yerde, solda Fenari İsa Efendi Camii - Tekkesi'ni görüyoruz. (Akşemsettin Mahallesi, 2026 ada, 6 parsel)
Eski Bayrampaşa Deresi (Vatan Caddesi) ve bostanları yanında yükselen kilise cami lerdendir. Bizans devrinde Lips Manastırı olan bu yer, İstanbul'un fethinden sonra il. Beyazıt devrinde Molla Ali el-Fenari tarafından mescit-tekkeye dönüştürüldü. 1633'te geçirdiği yangında hasar alan mabet, üç yılsonra Bayram Paşa tarafından ihya edilmiş, minber konularak camiye çevrilmişti.1918'deki yangından sonra 1958'deki elden geçirmeye kadar harap kalmış; ancak ibadete 1967'de ve 2014'te gördüğü restorasyonlarla açılabilmişti.
Revnakoğlu, H.902 - M.1496-97'de vefat eden Molla Ali el-Fenarl'nin mezarını banisi olduğu Çatalçeşme'deki camisinin haziresinde tesbit eder (169:167):
Molla Ali el-Fenari, Cağaloğlu civarında, kendi adıyla bilinen Molla Fenari Ma hallesi'nde eski Zabtiye Nezareti Sokağı'nda, yine eski Sanayi'-i Nefise Mekte bi'nin karşısındaki kendi camisinin haziresinde yatar, İctihad Evi'nin karşısındadır.
Yine Revnakoğlu, Hadika'da burasınıntekke olarak da kullanıldığını,caminin imamı İsa el-Mahvi'ninşeyhlik vazifesinde bulunduğunu da aktarır (169-166-67): uKiliseden
1918 yangınından sonra harap kalan Molla Fenari İsa Camii
münkaliptir...Mescid-i şerifin imamı bulunan Şeyh İsa Ali el-Mahvi,mescid-işer f-i mezburun civarında hucurat bina ve muttası ında bir hane dahi vakfedip zaviye-i Halv etiyye olmak üzere evladına meşruta kılmıştır; mahallesi vardı r."
Kiliseyi camiye kalbeden Molla Fenari i e daha sonra bu cami-tekkenin imam ve şeyhi İsa Efendi'nin isimleri birbirine geçerek burası "Mol a Fenari İsa Camii ve Tekkesi" adıyla şöhret buldu. Tekkenin şeyh kadrosu Revnakoğlu' şu şekildedir (169:167):
Şeyh Mehmed Emin Efendi: Rifa'iyye'dend ir.Şeyh Sükuti Efendi tarafından ilbas ve iclas olunmuştur.
Şeyh Yahya Galip Efendi merhum: Abdüssselam şeyhi.
Halifelerinden Şeyh Hayri Bey merhum:Mahlıilatkalemi tapu memurlarından.
Şeyh Salih Sadeddin Dedeefendi merhum:Tekkenin karşısında attarlık eder, kuş kafesi yapıp satar. Yaşlıca bir zattı. Seferberlik başında vefat etti. Şeyh Yahya Efendi'nin fatihaya mezun dedelerindendir.
Revnakoğluson olarak burası için (169:167) "Mihrap önünde siyah tahta üzerine beyaz boya ile yazılmış pir isminden başka tarikat çeyizlerinden bir post bi e bulunmadığı söylenilmektedir" notunu düşer.
Fevzi Paşa Caddesi üzerinde Millet l<ütüphanesi önündeyiz. (İskender Paşa Mahallesi, 1056 ada, 7 parsel)
Müsveddeleri kendi arşivinde olan Feyzullah Efendive AliEmiri Kütüphanesi'ne dair olan "İstanbul'da Erzurumlu Hayratı" başlıklıbu yazı 1959'da Tarih Yolunda Erzurum dergisinde yayımlandı (194:71-75):
İstanbul'un birbiri nden kı ymetli tarihi abideleri arasında Erzurumlu meşhur lara ait olanları da vardır ki bugüne kadar yazılıp incelenmiş değildi. Şehrin kıymetini artıran ve milli servetimizin en başında gelen bu değerli eserler den mesela cami, mescit, tekke, türbe, hazire, çeşme, sebil, mektep, medrese, kütüphane ve emsali gibi tarih yapıları, İstanbul'u bir kat daha güzelleştiren son imar çalışmalarından sonra hakikaten pek bariz şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunların içinde Erzurumlu hayır sahipleri tarafından mey dana getirilm iş olup da yerinde duranları elimiz değdikçe birer birer yazıp göstereceğiz.
İlk olarak Fatih'teki Ali Emiri Efendi'nin Millet Kütüphanesi'nden başlıyoruz.
Millet Kütüphanesi, Fatih tramvay durağının evvelce bul unduğu yerde ve cadde üstündedir; esasında medrese ve kütüphane olarak yaptırılmıştır. 46. şeyhülislam Erzurumlu Seyyid Feyzullah Efendi tarafından meydana getiril di. Yakın zamanlara kadar Şeyhülislam Feyzullah Efendi Medresesi ve Kü tüphanesi de denilirdi. (Erzurum'da kendi ismi ile bilinen Feyziye Mahalllesi Kurşunlu Cami'-i şerifi ve yanında darülhadis, darülkurra olarak kullanıl mış, şöhretli ders hocaları, büyük alimler yetiştirmiş bulunan Feyziye Medresesi de aynı tarihte yaptırılmışt ır. Seyyid Feyzullah Efendi'nin Medine'de bi r med rese ve kütüphanesi, Şam'da bir darülhadisi daha vardır.)
En eski yazma eserlere malik bulunması, bilhassa gündelik, haftalık gazete ve dergilerin ilk sayısından kapandığı tarihe kadar süren nüshalarını büyü k cil tler içinde, bazıların ı da mükerrer olarak bir araya getirmiş bulunması ba kımından istanbul'un en zengin, en faydalı ve işlek kütüphanelerinden biridir.
Sıra sıra 35 kurşun kubbeli odayı doldurmuş yazma-basma binlerce cildi n içinde ayrıca Türkçe matbuat tarihinin hemen bütün mahsullerini ihtiva eden neşriyatı haiz bulunması bu kütüphaneye paha biçilmez bir hususiyet vermektedir.
Sofular'a inen Feyzullah Efendi Sokağı'nın başında, şimdi kapalı bulunan eski kapısı üstünde sülüs yazılı, istifli Arapça kitabeden öğrendiğimize göre "Dür r-i şeyh-i meşayihü'l-İsl:im, müfti'l-enam, muallimü's-sultani'l-muazzam
es-Seyyid Feyzullah b. Seyyid Mehmed Efendi" tarafından H. 1112 (M. 1700) de yaptırılmıştır. Taşa geçmemiş bir tarih kıtası da pek sanatlı olmamakla be raber bunun Türkçesini söylüyor:
Hace Feyzullah Efendi hazret-i rnüfti'l-enarn Eyledi bünyadına bu dar-ı ilmin ihtimam Lafzan u rna'nen dedim itmamına tarih-i tam Bin yüz on ikide hakka medrese oldu itmam
Müteaddit telif eserleri, fetvaları, faziletleri ile tanınmış büyük bir alim olan Feyzullah Efendi'nin soyu sopu Erzurumludur, tahsilini de orada yapmıştLr. Peygamber neslinden ve Karabağ'dan gelen gelen cedlerinin kökü bir koldan Şems-i Tebrizi'ye varır.
Feyzullah Efendi, Sultan Il. Ahmed ile Sultan II. Mustafa'yı okutmuş ve üç padişah zamanında sekiz sene, sekiz ay şeyhülislamlık etmiştir. Ne yazık ki tarih, onu n bütün kemaline rağmen Edirne vakasına sebebiyet verdiğini de söyler. Bu yüzdendir ki Edirne ihtilalinde Ağa Kapısı'nda hapsedilmiş, Fey zullah Efendi'yi yeniçeri zorbaları buradan çıkararak üzerine çullanmışlaı; taşlar, sopalar altında hayale sığmayan eziyetler ile şehit etmişlerdir. Bununla da kalmayarak dudağını, burnunu, kulaklarını kesip sokaklarda dolaştırdık tan sonra ayağına ip takıp Bulgarlara sürüte sürüte Tunca nehrine artırmış lardır. Zamanın fazıllarından biri, "Hiç şüphesiz o şehadete ermiştir" hükmü nün Arapça karşılığı olan "İnnehu şehidün bila şübhetin" sözünü pek yerinde olarak onun şehadetine tarih düşürmüştür. Ne garip bir tesadüftür ki bu elim hadise Hazret-i Hakkı'nın dünyaya geldiği H. 1115 (M. 1703) yılına rastlıyor.
Revnakoğlu Notlarında Bazı Tekke Kütüphaneleri
Yeni hayattan önce istanbul'un bazı medrese, tekke ve camileri zengin kitap koleksiyonlarına, kütüphanelere sahipti.
Bilhassa meşihat postuna oturan i miyeden şeyhlerle tekkelerin kütüphaneleri şekillenir, irfan ve ilim noktainazırından müktesebatı olan şeyhlerin vücutlarıyla eserler nitelik
ve nicelik cihetinden zenginleşirdi. Banisi saraylıya da devlet ricali olanlar ile tesis tarihi erken zamana dayanan tekkeler, kütüphane hususunda daha imtiyazlıydılar.Edebizevki olan münevver şeyhlerin postnişini olduğu tekkeler bilhassa OsmanlıTürkçesi ve Farsça ile yazı mış mesnev lerle, divanlarla doluydu. Şüphesiz bu metinlerin bir kısmı,hattat olan tekke mensupları tarafından istinsah edilmiş yazmalardan müteşekkildi.Diğer tarikatlara taarruz etmeden diyebiliriz ki bilhassa
Mevlevler "ikra"' ve "bişnev" sırrını tekkeler tarihinde erken duymuş canlardı. Bugün birçoğu Süleyman iye Kütüphanesi'ne devredilmiş kitaplarıyla şehrin dinive mistik mekanları olan tekkeler içinde Mevlev haneler dışında diğer tariklerden Aziz Mahmud Hüdai,Murad Molla, Düğümlü Baba, Hekimoğlu Ali Paşa da ismi sık duyulantardı.
Küçük Efendi Tekkesi ve Kütüphanesi
Sadece kütüphanesini ilk haliyle muhafaza eden Küçük Efendi Tekkesi,orijinal bir iç peyzaja malik olan tevhidhanesini 1956'da
çıkan yangında büsbütün muhafaza edemedi, ancak bu felaketten geriye kalanlar şimdi bütün sadeliğine rağmen ilk vaziyetinin zevkini ve
şöhretini takdire imkan verir. Bu itibarla tekkeler devrinde Küçük Efendi Kütüphanesi'ne dahil olacakların içinden geçtiği cami - tevhidhane, ruhani bir hazırlık temin edecek kabiliyetteydi, kütüphaneye kapı tevhidhaneden açılır.
Revnakoğlu, kütüphanesiyle beraber zarif bir terkip olan mabedin mazisini şöyle anlatır (74:7,8,12):
Biraz loş olmakla beraber kafes gibi zarit şirin, dilber bir tevhldhanesi vardı. Tavanı göz alacak derecede büyütülmüş Sünbüli tacı şeklindeydi. Uçları birbirine kavuşan ince çıtalar, tacın terklerini gösteriyordu. Mihrabın içi küçücük dolap kapısı gibi iki çift kanatçıkla açılırdı.
Burası tekkede postnişin olan şeyh efendiye mahsustu; Hazret-i Pir'in Ayasofya'da tefsir dersinden dönüşünü temsiJen yaptırıl m ıştı, bundan dolayı tevhidhanede piş-kadem efendi tarafından devran idare olunurken şeyh efendi dışarıdan mihraptaki bu küçücük
kapıyı kendisi açarak içeriye girer, boyun kesi p niyaz ettikten sonra ayak vurmasıyla devranı hafıfletir ve hiç ara vermeden bir ikinci vuruşuyla devranın bundan sonraki diğer faslmı aça rdı. Dergahların seddinden sonra ayin icra edilmediği için bu küçük kapının üstüne siyah bir örtü çekilmiş ve artık mihrap açılmaz olmuştu.
Mihraba varmadan üç metre kadar önünde bir basamakla çık ıla n set üzerinde bir
kısm ı yaldızlı ve karşılıklı iki küçük minber, camiye girenlerin gözünü alırdı. Küçücük asma bir köşke benzeyen bu mi nberlerin önüne kabartına çiçekli, yaldız lı iki kürsü konulmuştu. Bu nla rın arkasında i ki küçük mihrap, daha arkada yan yana iki küçük çilehane vardı, bundan dolayı tekkeye "Üç Mihraplı" da derlerdi. Çilehanelere önündeki iki küçük maksureden gi rilirdi. Cam inin içinde yaptırılmış büyük k ütüphaneye hünkar mahfili nin merdiveni altındaki kapıdan geçilirdi.
Dışa rıdan iki kapısı, bu ilükapının arasında süslü ve sanatlı bir çeşmesi varsa da Kırkçeşme sularının kesildiği tarihten beri akmamaktadı r; H.1241 yılında yaptırılmıştır.
Sonradan Heki moğlu Ali Paşa Kfüüphanesi'ne, oradan da Fatih Ali Emiri Kütüphanesi'ne kaldmlmış olan bu kütüphane, caminin içinde uzunla masına üç buçuk metre yeı- kaplıyordu, genişliği iki metre idi. Dış kapıların üstünde uzunca yu mu rta çerçeve içinde güzel bir sülüsle istiflenmiş "Feyzüddin" yazısı tekkeni n ba n isinin ismini vermektedir.
1956 yılında Kasım ayında bir gece birdenbire yanıp kül olan tekkeden zarar görmeden kurtarılan kütüphanenin yazmaları buradan Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesi'ne, orada n da Ali Emiri Kütüphanesi'ne kaldırılmıştı.
Banisi Mehmed Reşid (Abdürreşid) Efendi'nin ismiyle "Reşid Efendi" ve "Feyziye Kütüphanesi"
isimleriyle de anılmış olan Küçük Efendi Kütüphanesi, bünyesinde kitap olmamakla beraber halen zaman zaman ders yapılan oda olarak kullanı maktadır.Kütüphanenin kapısı önünde, kütüphanenin banisi ve tekkenin
ilk şeyhi olan Küçük Efendi'nin, diğer adıyla Mehmed Abdürreş d Efendi'nin mezarı yer
alır:"Hüve'l-Hallaku'l-Baki - Eizze-i kiramdan es-Seyyid el-Hac Feyzullah Efendizade eş Şeyh Mehmed Abdürreş d Efendi'nin merkad-i şerTfleridir,7 Recep 1274"
Aşağıdaki vesika (74:116), bu tekkenin üçüncü şeyhi Hacı Mehmed Nesib Efendi (Hacı Ekşizade) (Ö.15 Cemaziyelewel 1319 ·30 Ağustos 1901)
tarafından 7 Şaban 1286 (12 Kasım 1869) bu kütüphanenin hafız-ı kütüb-isanlliğinin uhdesine tevcihi için yaptığımüracaatın Revnakoğlu dosyasındaki kaydıdır:
Yedikule UşşakiTekkesi ve Kütüphanesi
Yedi kule'de İmrahor Caddesi üzerinde kale
kapısına yakın tarafta kapıya doğru sağ köşenin başındadır.Bugün birçok müştemilatından artakalan sade cami - tevhldhane kısmıdır.
Başlangıçta Evkaf Nazırı Halid Bey'in yaptırdığı bir mescitken bir müddet sonra yanmasıyla bu sefer nazırın kızı tarafından H.1297 (M.1879-80)de yeniden bu yapı meydana getirilmişti.Halid Bey, mescidin karşısında refikası Vahide Hanım'a ait 42 odalı büyük konağını tekkeye bırakmış, bu konak tekkenin selamlığıolarak kullanılmıştı.
Fakat kısa bir zaman sonra, aynı yılın içinde 26 Rebiülewel - 1Kanun-ısani 1300 (13 Ocak 1885) tarihindeki büyük imrahor yangınında bu da yanınca tekkenin ilk şeyhi Emin Baba, kendi gayreti ve ihvanın yardımıyla konağın arsası üzerine bir zaviye uyandırdı.
Tekke binası bahçe içindeydi,caddeye bakan cümle kapısı 92 numarayı almıştı.Bu
kapıdan içeri girince hemen sağda kütüphane, soldaysa su haznesi vardı. Dışarıda cümle kapısı yanındaki kıymettar çeşmenin suyu bu hazneden veriliyordu. Kütüphanenin çoğu yazma olan kitapları beş yüzü buluyordu.
Dergahların sırlanması ndan sonra bunlar Süleymaniye Kütüphanesi'ne kaldırıldı. İçeride kütüphanen in yanına yine Halid Efendi
vakfından bir mektep yaptırılmıştı.
Tevhidhane, bahçenin soltarafındaydı, etrafı dedegan hücreleri ile çevrilmişti. Bu hücrelerin alt katında matbah-ışerif, taamhane, kahve ocağıve ayrıca iki küçük oda vardı. Şeyh dairesi, meydan odası bunların yanına düşüyordu.
1329 Ramazan- ışerifininyirmi birine (15 Eylül 1911) rastlayan 4 Temmuz1327'de tekke ikinci defa yandı ve çok geçmeden Emin Efendi tarafından tekrar yaptırıldı.Dergahların kapatıldığıtarihe kadar cuma günleri öğleden sonra ikindiye yakın Nazenln-i Uşşakiyye usulüyle mukabele devam etti,bu sebeple
Yedikule halkının buraya verdiği isim de "Cuma Tekkesi"ydi. Kapatılışından biraz sonra yani
5 Kanun-ı sani 1340 - 5 Ocak 1924 tarihinden itibaren üç y ıa yakın asker işgali altında kaldı, tevhidhanesielbise ve erzak deposu olarak kullanıldı. Zaten harap olmuştu, sonra
kendiliğinden yıkıldı. Şeyh Emin Efendi'nin oğlu Şeyh AliŞihabüddin Efendi tarafından kalan kısımlar tamir ettirildi ve tevhidhane yeniden kargir olarak yaptırıldı. Tekkenin bugünkü son şekli bu ikinci şeyhin eseridir ve 12x8 metre murabbaı üz.erine binaedilmiştir.
Bu tekkenin kütüphanesinin banisi de olan Emin Baba'ya dair Revnakoğlu şu bilgilere yer verir (204:91-95):
Tirelidir, Aydınlı Doksanzadeler ailcsindendı r. Mürebbi Baba'dan istihlaf edild ikten son ra 1300 tarihinde istanbul'a geldi. Kasımpaşa'da Hazret-i Pir Hüsameddin-i Uşşfıki'nin hankahı yak ınlarında Tahtaköprü çevresinde otuimuş, şeyhliğini, dervişliğini gizleyerek orala rda
eskicil i k etmiş, "Eskici Baba" diye tanın mıştır. Bir müddet sonra camilerde halka vaaz ve nasihatte bulunma k, bazen de cuma ve teravih namazları n ı kıldı rmak suretiyle asıl şahsiyetin i yavaş yavaş belirtmeye başlamış ve kısa bi r zaman içinde halk ın çoğunu kendisine derviş yapm ıştır. Kendisi 21 yaşında tarikata girmiş, 121sen e yaşam ış ve bütün ömrü bo)'unca hep bu yolda çauşmış, pek çok insan yetişt irmiş, irşat ve ibadet dışında vaktini de daima tetkik ve mütalaa ile geçi rm iştir.
Hayatının sonlnrına doğru üst üste dört gözlük takm ış, yi ne okumnya ve okutmaya devam etmiştir. Sık sık seyahate çıktığında n çok
yer görmüş, her gittiği yeriJ1 ilim ve ta ri kat adamlarıyl a görüşerek bilgisini artırmış,
hususiyle kendi mem leketi olan Aydın, İzmir taranan başta gelmek üzere Akhisar, Salihli, Nazilli, Manisa ve çevrelerinde hayli canlar uyandırmış, bunlardan bir kısmım feyizlem iş ve çeyiılemiştir. Seyahatte bulund uğu zamanlar kendisine halifelerinden Fah reddi n Hi mmeti Efendi vekalet ederdi.
Safvet1Paşa Tekkesive Kütüphanesi
Nakşibendiyye'nin Hfılidiyye koluna mensup bu tekke, İstanbul'da bu tarikatın tesis edilmiş
ilk merkeziydi, bu itibarla asitane k:ıbul edilirdi. Cuma gü nü öğleden sonra hatm-i hace okunan tekkenin ba nisi beş defa Maliye nazırlığında bulunan, ayrıca Evkaf nazın, daha önce de Meclis-i Vala-yı Hükkam-ı Adliye reisi olan Musa Safveti Paşa'ydı. Tekke, 1845'te ya pt ı rıldı. Revnakoğlu kendi devri ne kadar bu tekken in kısa tarihini ve kütüphanesi nin başına gelenleri kendisine has üslupla aktarır (61:119-121):
Tekkenin ilk yapılışı ahşaptır. Babıali'nin arka duvarı na yapışık ve epeyce büyük bir
konak halindeydi. Bir çıkmaz sokağın içinde bulunan bu tekke Hoca Paşa yangınında
yandıkta n sonra Musa Safvetl Paşa'nın kardeşi Mustafa Efendi tarafından ve yine Safveti Paşa'nın bıraktığı para ile bugünkü şeklinde kargir olal':-ık i nş::ı edilm işti r. Harem
tarafında beş odası ve selamlıkta da mutfak ve tevhidhaneden başka dervişlerin ikametine mahsus olmak üzere on iki odası vardı ki bu kısım dergahların Maarif'e devri tarihinden itibaren 48. İlkokul ola rak kullanıl maktadır.
Beş odadan ibaret bulunan harem tarafı da son mütevellisi tarafından kiraya verilmiştir. (Vakıf şartlarının icabı bahçesine kimse gömülmediğinden hazi resi yoktur.)
Bu tekken in içinde bir cami'-i şerif ile çoğu yazma eserlerden teşekkül eden küçük, zarif bir kütüphane de vardı ki derga h ların
seddi münasebetiyle altm yaldızlı fihristi ve vakfiyenamesi ile beraber Evkaf tarafından teslim alınmış, faknt üç a raba dolduran ve yazılması üç gün süren bu nadide kitapla rla
yazına Mushaflar hakkında hangi kütüphaneye devredildiğine dair Evkaf tan şimdiye kadar hiçbir malumat alınamamıştır.
Hasib Efendi Tekkesi (Saçlı Abdülkadir Efendi Tekkesi) ve Kütüphanesi
Eyüp'te Kalenderhane karşısında son olarak Rifa'i olan Saçlı Abdülkadir Efendi Tekkesi (229:172-73,228) şeyhi Hasib Efendi (ö.
14 Temmuz 1911) dönemi nde, Ebülhüda Efendi, 1895-96'dn hem bu tekkeyi kendi kesesinden genişleterek tnmi r ettirmiş hem de bu raya bir kütüphane yaptmnıştı. 1956 Kasımında küçük ahşap mescitle birl ikte kütüphane ve bitişiğindeki türbe yıktırılmıştı (229:173,206-7):
Eyüp'te Hazret-i Halid'e hem-civar olan Kalenderhane Caddesi üzerinde
Kalenderhane· i Özbeltiya n'ın ta m karşısında kaindir. Bidayette Ayazma Darülhadisi olarak yapılmıştır, tekkenin altında ayazma vardır. Yanındaki mesci t sonradan ilave edilmişti,
asıl mescit taş kubbeli olan mahaldir ki hem darülhadis hem mescit idi.
Önceleri Halvetiyye'den iken Celvetiyye'den olmuş, sonra yine Halveliyye'n i n Sünbüli yye, Şemsiyye ve Şa'baniyye kolla rı na geçmiş, son zamanlarda ise tamamıyla Rifa'i olmuştur.
Fakat Hk Rifa'i şeyhi Ma'rif1 olduğundan ay1n-i
şerif evvela Ma'rifiyye usu lü üzere, sonradan son şeyh Hasib Efeı1di merhum u n Rifa'iyye'nin Haririyye kolundan müstahlef bulun ması münasebeti ile Har1riyye ve Sayyadiyye erkanına göre icra edilmişti r. İlk zama nlardan beri mukabele gecesi pazartesidir. Kad ir geceleri Eyüp Cami'-i kebirinde icra-yı ayin etmek bu dergaha meşrut idi.
En eski adı Saçlı Musa olan bu dergahın
Ya hyazade Tekkesi, Saçlı Abdülkacli r Efendi Tekkesi, Hoca Sadeddin Efendi Tekkesi, Şeyh Hasib Efendi Tekkesi gibi m üteaddit isimler aldığı görülür.
Haziresinde Tacü't-Tcvarih sahibi Şeyhülislam Yahyazade Sadeddin Efendi, Haririzadeler
gibi eazım-L ridl-i eslaftan bir hayli zevat medfundur.
Dergah ın 1308'de Evkaf tarafından tam ir edild iği n i gösteren kitabesi cüm le kapısı takında iken l 938'dc şiddetli bir kış gecesi etrafının harcı gevşeyerek düşmüş ve parça
parça olmuştur. Meh rned Cemtl el-EyyCıbi'nin pek güzel sülüsüyle istif edilmişti...
Son şeyh Hasib Efendi ile Ebü'l-Hüda gayet iyi görüştüklerinden Ebü'l -Hüda bu tekkeyi beni msemiş, Hasib Efendi'ye teberrüken Sayyadiyye'den icazet vermiş, hatta bizzat alakadar olarak 1313'te dergahı kendi kesesinden tevsian tamir ettirmiş, kendi
istifadesi için bir de kütüphane yaptırtmtşttr. (Elif Efendi'nin tari hi vard ır.) Ebü'l-Hüda'run oğlu İsmail Siraceddin ile kızı Nuriye Hanım tevhidhaneye medhal ola n geniş sofanın sağ yanındaki kubbeU taş tü rbede medfundurlar. Bu türbenin kubbesindeki Rifa'i tacı uzaklardan görünmekte idi.
Tekkelerin seddinden sonra kitaplar Süleymaniye Kü tüphanesi'ne kaldırıldı. ((229:228) Tekkenin kütüphanesi halen Süleymaniye'de mahfuz olup 528 kitaptan
müteşekkildir.) Kütüphanen in cami'-i şerif tarafından gi rilen kaptsının takında çok güzel bir sülüs celisi ile ve a ltın yaldızla yaztlnuş kitabesi şöyledir:
"Kütübha ııe-i Sayyadiyye-i Riffı'iyye sudlır-ı iıamdan ve sadat-ı kiramdan Sayyad1zade semahatli Seyyid Mehmed Ebü'l-Hüda Efendi hazretleri tarafı ndan vakf ve inşa olunmuştur. Sene H. 1313"
1956 Teşrin-i sanisinde küçük ahşap mescitle birli kte kütü phane ve bitişiğindeki türbe de yıktırılmıştır. Kubbenin üzerinde çok güzel Rifü'i tacı ile kitabe de aşağı indi rilmiştir.
Unkapanı Şazeli Tekkesi ve Kütüphanesi
Tekkeni n ilk şeyhi Hacı Ahmed Şem'i Efend i'n in Un kapanı'ndaki evin i tekkeye dön üştü rmesiyle faaliyete geçen ma bet, derga hları n seddinden sonra Halk Partisi bi nası ve spor ku lü bü
olm uştu. Son şeyhi Beki r Sadık Efend i aslen Nakşibendiyye'dendi; Şazeliyye'den icazeti
Ali beyköy ŞazeliTekkesi son şeyhi Hacı Ah med İzzi Efendi'dend i. Galata'da Arap Ca mii'nde, Kantarcılar' da ve son ola ra k U n kapa nı'nd akl Elva nzade Camii'nde ders okutmuş, vaaz ve nasi hat etmişti. Diyan et İşleri'n in isteğiyle Sahih-i Buhôri' ni n musah hi hleri arasına da katılmıştı (228:77-79):
Un.kapanı Şazell Tekkesi: Sultan Hamtd'in zamanında kendisi tarafından yaptırıldığı zaman yukarıda selamlığa üç oda, bir sofa, bir sandık odası, bir aralı k yaptmlmıştı. Alt katta iki oda, bir sofa, bunların da altına
bir bodrum ilave edilm işti. Bodrumun yanı başında ayrıca iki tane yer odası va rdı. Bu iki oda hademeye mahsustu. Selamlık katında, üstü nde sofa en üst katta, tekra r bi r büyük sofa, bir a ralık açılmıştı. En aşağıda taşlıkt:ı yan yana büyük iki oda, bir kocaman mutfak,
bir taşhk vardı. Sultan Ha mid bunl.udan başka altı yatak, yorgan ve battaniye göndermişti.
Mihrabın sağ ve solundaki p:ırl:ık renkte koyun postlarının , halı ve seccadelerin bir kısmı da yine padişahı n gönderdiği
hediyelerden idi. Tevhldha nede çoğu kadife ciltli yazma, basma kitaplardan terekküp eden kütüphanesi de padişahları n, şehzadelerin
ve sultan hanı mların gönderdikleri ktymetli
Unkapanı Şazeli Tekkesi son şeyhi Bekir sadık Efendi
kitaplarla zenginleştirilmişti. Bugün bunlar da Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir.
Selimiye Tekkesi ve Kütüphanesi
Tekke,Şeyh Behcet Efendi'nin mensuplarından Pertev Paşa (Mehmed Said Pertev Paşa) tarafından ele alındığındayeni bir kütüphane bina edilmiş
ve kitaplarla burası donatılmıştı.Sürgün gittiği Edirne'de 1837'de vefat eden Pertev Paşa'nın bu tekkeye hizmeti ve tesis ettiğikütüphaneye dair Revnakoğlu notlarında şu bilgi er Şeyh Behcet etrafında aktarılır (234:58-60):
Dergıha rical-i devletten bir hayl i mül'tim
zevatın intisabı vardı. O zaman divan-ı
hümayun amed1 hulefasından ve sonra umılr-ı mülkiyye nazırı olan Şair Mehmed Said Pertev Paşa, Humbarahane-i Amire nazırı iken
irtiha l eden Ahmed Hamdi Efendi, Baruthane nazırı Mehmed Said Efendi, Şeyhülisla m Turşucuzade Ahmed Muhtar Efendi gibi
zamanrn belli başlı şahsiyetleri bu zevatın
başında gelmektedir.Pertev Paşa tekkeni n meydancı dedeliğini, Ahmed Hamdi Efendi de kahve nakipliğini yaparlardı. Tekkeye geldikleri zaman bilhassa mukabele günleri resmi elbiselerinden soyunup cübbe ve
haydariye giyerek hizmete koşmala rı onlar için nefs-i emmareyi lmmak mahiyetinde bir muvaffakiyet olduğundan kendilerine büyük gönül safası temin ediyordu.
Umur-ı mül kiyye nazırı ve zamanını n kuvvetli şairlerinden Mehmed Said Pertev Paşa, Şeyh Ali Behcet Efendi'ye ve dolayısıyla dergaha çok yak ın alaka ve sevgisinden tekkenin cenuba baka n
yerinde taştan bir kütüphane binası vücuda getirmiştir ki 12 Muharrem 1252'de
yani kendisin in irtihalinden bir yıl önce vakfiyenamesi yazılan bu kütüphanenin Türkçe, Arapça, Farsça yazma ve basma olarak 872 kitabı vardı. "Kütübhane yapıldı
hamdü lillah" kuruluşunun tarihidir.
Eski teamül i ktizası kütüphanelerin vakıfları adlarıyla yad olunmaları icap ederken bazı emsali gibi müstesna olarak bulunduğu yerin
adıyla ''Selim iye Kütüphanesi" de (denil mişti.)
Revnakoğlu'nun yukarıdaki notları metinde isim tasrih edilmemişse de her halde tekken inşeyhi ve hafız-ı kütübü Behcet Efendi'den nakildir.
Selimiye Tekkesi'nde harabeye yüz tutan Pertev Paşa Kütüphanesi'nin Ali Emiri Kütüphanesi'nin kuruluşuyla oraya intikaline dair şu bilgi notu dikkat çekicidir (234:120-22):
Mürur-ı eyya m ile dergah-ı şerif ınüşrif-i harab olmuş, civarı da pek tenha bi r hale gelmiştir. Bu hal iyle hazret-i vakıfın maksudu olan ''istifade-i ibad" tabii mümkün olamazclı. Asrımız urefasmdan Ali Emiri -i Amidi Efendi merhum sahip oldukları kütüb- i nefisen in
vakfını teemmül; Maarif idaresi de lazım gelen bi nayı taharri ediyordu. O esnada Fatih'te Şeyhülislam Erzurumlu Seyyid Feyzullah Efendi Medresesi bulunmuş, bun u Emiri merhum da münasip görmüştür. Mükemmelen tamir olu nan binada daha boş dairelerde kalıyordu. Diğer bazı kütüphaneler ıniyanında Pertev Paşa merhumun kütüphanesinin dahi naklini Ali Emiri Efendi o zaman bizlere
teklif, bittabi tarafımızdan da şükranla kabul edilmişti. İşte bu suretle kütübhan e-i mezkur hafız-ı kütübleriy le beraber aynı isimle, "Pertev Paşa Kütüphanesi" namıyla halen bulunduğu fatih Millet Kütüphanesi'ndeki müstakil dairesine nakledildi. Ümi t olunur ki ruh-ı cenab-ı vakıf da bu suretle esas gayenin tahakkuku noktasından şad olmuştur.
Revnakoğlu Notlarında Bazı Hafız-ı Kütübler
Millet Kütüphanesi Haf1z-1 Kütübü Süud el-Mevlevi
1930'da Millet Kütüphanesi'negeçtiğindedivan-ı
C H P
Süud Yavsı, oğlu Rıza i e
hümayün mühimme kaleminde on sekiz yılme muriyet tecrübesi vardı.Beşiktaşlı Nuri Bey ve Muhsinzade Abdullah Bey'den sülüs ve neshi, Sami Efendi'den divan yi,Kamil Efendi'den celi divaniyi meşk etmiş, İsmail Hakkı Bey'den de tuğrayı öğrenmişti. İlme,tasavvufa ve sanata mensup bir soya mensuptu. Revnakoğlu bu dostunun 1948'de vefatının hemen ardından onun hemen hiç bilinmeyen kitabiyat çalışma
larına ve kütüphanecilik cephesinetemas eden
N••'i'.(.9..l.ı.n.d•n
Şair Mustafa Zekai
Suud
aşağıdaki yazıyı (birinciciltte kısaca aktarmıştık) kaleme alır (108:228-34):
Ycu:•n · Suud v. .. Yavsı' dan
Revnakoğlu'na
Ebu.,.ıJvoogıu inızcılı kitabı
Süud el-Mevlevi (Süud Yavsı Ebüssuudoğlu). eski İstanbul efendi l iği ni, Babıali terbiyesi ni Mevlevilikteki zarafet ve kibarlığı ile meze ederek mübarek şahsında pek sevim li bir surette yaşatan ve konuşturan arada bir Süud Bey kalmıştı. Ne yazık ki bu çelebi adam da dünya yüzündeki çilesini doldurup her şeyden el etek çekmiş, öbür alemlerin semahanesinde tennure açmaya gitmiş bulunuyor.
Süud Bey, uzun yıllar çalıştığı Fatih'teki Millet Kütüphaııesi'nde kütüphaneyi kuran ve millete açan Ali Eıniri Efendi merhumun
yolundan yürüyerek oradaki eserleri n, bilhassa teraci m-j ahvale dair Türkçe yazmaların çoğunu ilave bilgilerle tashih ve tahşiye
etrniş, bunların içinde tek nüsha olanları da himmetli, hünerli eliyle baştan başa istinsah ederek sayısını çoğaltmıştır. Bu kütüphanenin edebiyat, tarih, tasavvuf fihristinde tesbit edilmiş kitapları, mesela İstanbul - Boğaziçi, Mirat-ı İstanbul. Sicill-i Osmiıni, Osmanlt Müellifleri, Hat ve Hattlılim, Hadikatü'l
ilmi mevzulara göre tasnif edip güzel rika ve nesih yazısıyla yeniden yazan, sıraya koyan ve bu suretle bmılan daha işe yamr bir şekle getiren de yine Süud Bey'in kendisiydi.
Divan edebiyatı tarzında vücuda getirdiği gazeller, kasideler, na't-ı şerifler ve düşürdüğü manzum tarihler gibi hattatlığa dair verdiği eserleri ve bun lardan bilhassa celi yazısı yalnız yazının güzelinden anlayan merakltlar tarafından değil, zamanın birinci derecedeki üstat hattatları nazannda da kudreLli ve değerli görülmüştür.
En kısa ola ra k söylemek lazım geli rse, yalnız sanat ve edebiyattaki hünerli kalemi ile, nesir ve şiirleri ile değil, her haliyle her manada edip ve müeddep bir insandı. (ö. 28 Ağustos 1948)
Millet Kütüphanesi Haflz-1 Kütübü Hacı
Ahmed Rifat İzgi
"Ayaklı kütiiphane"lerdendi Hacı Ahmed Rifat İzgi. Şehrin hemen bütün hafız-ı kütübleri tarikat mensubuydu ve Ahmed
Cevarni', Mec111im'
tü'l-Cevd111i' gibi daima
Rifat da onlardandı. Revnakoğlu, Hasan Fakih
elden geçen ve çoğu istanbul'a ait olan mühim menbalar yine onun himmet ve gayretiyle didiklenmiş, incelenmiş, müellifi de, müdekkiki de minnettar eden vakıfane notlar ve haşiyelerle daha çok değerlendirilmiştir. Süud Bey, İstanbul kütüph:ınecileri içinde eskilerin "kitab-ı natık" dediği şekilde konuşan ve konuşmasıyla her kitap adamının ınüşkilini. halleden i nsandı.
Kendisi Ebussuud Efondi'n in mübarek soyundan gelmişti, fakal bu işlerde, hususiyle kitabiyat
ve teracim-i ahval mevıuunda vell- ni'met-i hacatım ız ismail Saib Efendi hazretlerinin ve cenab-ı emir-i irfanımız Ali EmiriEfendi'nin kanuu taşıyordu. Ali Emiri Efendi'nin kendi gayret ve fedakarlığı sayesinde bir araya gelmiş
ve millete mal olmuş birbirinden kıymetli nadide kitapları başta olmak üzere aynı bina içindeki diğer bütün külüphanelerin umumi fihristlerini
soyundan gelen İzgi'nin soy silsilesini de verir: Babası Hacı Hasan Sabri Efendi (dersiam), onun babası Hacı Abdülbaki, onun babası "Sarı Hafız" denilen Hacı Mehmed Efendi ve onun babası Hasan Fakih ( 111:7,30,38;45:35):
Haseki 'de Çifte Kemaller Tekkesi. (Taş Tekke) son şeyhi Kemaleddi n Bcy'i n halifelerind en, Hasan Fakih ahfadından dersiam ve kü tüphan eci Hacı A hmed Rifat İzgi, babası Beyazıt müciz dersiamlarından ve şCıra-yı evkaf azasından Hacı Hasan Sabri
Efendi... Kendisini ta nıyanla r arasında "ayaklı kütüphane" diye meşhur olan Fatih Millet Kütüphanesi müdür yardı mcısı Rifat izgi aynı zamanda kıymetli bir müdekki k ve bilgindir, çok kuvvetli h.ıfızası vardır. Ah met Rifat
İzgi Hoca, 8 Haziran 1964 pazartesi günü 76 yaşındayken göçtü. Gümüşpala'nın defnine
rastlayan ertesi salı günü Feriköy Mezarlığı'nın arka taraflarındaki yeni kısımda İzgi ailesine mahsus ınakbereye bırakıldı.
Millet Kütüphanesi Hafız-ı Kütübü Hafız Mahmud Fahreddin Efendi
Revnakoğlu'nu tanıyanlar onun çalışmalarını
en ziyade Millet Kütüphanesi okuma salonunda yürüttüğünden bahseder.Bu itibarla bu kütüphanenin hafız-ı kütübleriyle hep temas halindeydi. Onlardan biri Hafız Mahmud Fahreddin Efendi'ydi.Kendisi Küçük Hüseyin Efendi'nin halifelerindendi (147:228):
Hafız Mahmud Fahreddin Efendi, "Kütüphaneci Hoca Mahmud Efendi" derlerdi. Dersiamdı, hoca adamdı. Hakikaten fazilet sahibi idi. Fatih'te Ali Emiri Efendi Kütüphanesi'nde vefatına kadar hafız-ı kütüblük etti. Kütüphaneye gelenlere ilmi ile, irfanıyla, kitabiyata dair geniş bilgisiyle çok feyizli, faydalı hizmetlerde bulundu. Biraz paytakça yürüyen, daima gülümseyen, beyaz
top saka llı, kıs:ı boylu, güzel yüzlü, pek sevimli, gönül ehli mübarek bir insandı. Kendisiyle görüşmek iç açar, gönüllerde kasvet izi bırakmazdı.
İstanbul'un göze çarpan enfiye tiryakiliğiyle tanınmış olanlardan biri de bu Mah mud Efendi'yd i. Medreseden yetişmiş, beyaz sarık altında yaşamış olduğu halde sert zühde kendisini kaptırmamıştı. Her şeyi hoş gören, kimseyi kötülemeyen, gücendirmeyen, gayetle müsamahakar, rindane bir mizacı vardı. Her manada arif ve kamil bir insan olarak yaşadı. Hicri 1353'te (M. 1934) göçtüğü zaman İstanbul ilmiyesi ve kütüphaneciliği bulunmaz kıymetlerinden birini kaybetmiş bulunuyordu. 1289 yılı nda doğmuş bulunduğuna göre 63
Ahmed Rifalızgi'nın 1948'de çekilmiş fotoğrafı \45:3))
yaşını henüz bitirmişti. Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Dedeefendi şu tarih manzumesi ni vücuda getirdi (Enfas-ı Baki, s. 162):
Hu
Olanjazl u kemal erbabının her lalıza meş/ıud Batan şems-i viid'ıdu zıllıdır alemde ınevcud Bir ehl-i dil cihanı terk edip ııkbiıya gitti
Onıı nıüstagrak-ı eltaf-ı gufran etti ma 'blıd De111-i fevtiııd e yazdım ben de Biıki tlıın tarilı Makôm-ı ô.li-i ma/ımüda girdi Hoca Malımttd (H. 1353)
Eyüp'te Melek Efendi tepesinde şeyhinin
çevresi nde yatıyor. Refikası Necmiye Hanım ile torunu Halime Hamm da yanmda gömül üdür.
Millet Kütüphanesi Hafız-ı Kütübü Hacı Kemal Gürses
Kend isi ha kkı nda bi rinci ciltte Revna koğlu'ndan geniş malG mat aktard ığım ız Hafız Kemal, bi r
dönem hatız-ı kütüb de olm uştu (179-1: 118):
Hafız Kemal Gürses, Vefa'da sonralan Vefa Kovacılar yangınında yanmış olan hususi mekteplerden Vefa'daki Rehber-i Tahsil
Mektebi'nde (daha sonra bu mektep Zeyrek'e taşı ndı) Kuran ve gına muallimi olarak vazife
aldı. Şubat 1919'da Millet Kütüphanesi'nde 100 kuruş maaşla hafız-ı kütüp ola rak vazife aldı.
l925'te bu kütüphanenin Carullah Efendi kısım memurluğuna tayin edildi. Bu kütüphaneden sıhhi vaziyetinden dolayı 1928'dc istifa etti.
Not düşelim, Revnakoğlu, Şeyh Ali Behcet'in bu kütü phaneni n m üdü rlüğünd en emekli olduğun u kaydeder (232:130):
Küçükmustafapaşa'da Tahir Ağa Tekkesi şeyhi Hacı Ali Behcet Efend i, Fati h Ali Emiri Kütüphanesi müdürlüğünden emekli olup 15
Cu ınade'l-Cıla 1345 (2 Ağustos 1935) tarihinde dergah-ı şerifin hafta günü ola n çarşamba sabahı namaz vakti saat 4.SO'de seccade üzerinde namazı beklerken A llah sayhası ve zikir ve tevhidle göçtü. Selimiye Tekkesi'nde medfun pederleri Şeyh Said Efendi'nin
penceresinin karşısına rastlayan duvar önünde medfundur.
Fatih Camii Kütüphanesi Hafız-ı Kütübü Şeyh Ali Bahaüddin
Fatih Camii Kütüphanesi 'ni n üç nesil devam eden hatız-ı kütübleri ni n sonuncusu Ali Ba haüddi n Efend i'yd i. Dedesi Bosnalı Mustafa Efendi'nin
bu radaki hafız-ı kü tü blüğü vefatından sonra oğlu Şeyh Ah med Şevki el-Yesari'ye inti kal etm işti. Ah med Şevki Yesari, kendi ad ıyla da
anılan Cerrahiyye'den Yesari Efendi Tekkesi'nin (Yeşil Tekke, Ordu Tekkesi, Çifte Vav Tekkesi) dörd ü ncü postni şiniydi. 18Safer1292 - 26 Ma rt 1875 vefat ettiğinde oğlu Ali Bahaüdd in, altı aylıktı. Ali Ba haüddi n yetişkinliğe eriştiğinde
babasınd an kalan hafız-ı kütü blüğü ve tekkesini n şeyhliği u hdesi ne geçti. Revnakoğlu, Fati h Camii Kütüphane si'nin 1938'de vefat eden bu hafız-ı kütü bü nü yakı ndan tanır (25:41):
Ordu Tekkesi'nin son şeyhi Ali Bahaüddin Efendi, Fatih Cami'-i şerifi Kütüphan esi müdürlüğünden emekliydi. "Kütüphan eci Ali Bey" diye bili ni r, mahallesind e "Bakkal Ali Bey':
"Muhtar Ali Bey" derlerdi. H. 1322'cle Hazret-i Nureddin Hankahı şeyhi Yaşar Efendi'den
istihlaf olunmuştu.Kütüphaneci Al i Bey yıllarca Fatih Cami'-i şerifi içindeki kütüphanede hafız-ı kütüblük ettiği halde ilim ve irfan ile alakası olmadığından gündelik gazeteden başka bir
şey okuduğu görülmemiştir. Çocukluğunda kendisine Nureddin Asitanesi serta riki Seyyid Mehmed Muhterem Efendi niyabet eylemiştir. Sivri sakalıyla oynamaktan başka hemen hiçbir şeye aklı ermeyen, yüzü gülmez, konuşmaz, durgun bir adamdı. Son zamanlarda Nureddin Asitanesi'ne kendisi de sertarik olmuş ve dergahların seddine kadar bu vazife acizane, son derece kifayetsiz bir şekilde fakat devamlı olarak sadakatle ifa eyledi 27 Nisan 1938 salı
günü göçtü.
Millet Kütüphanesi'nde Hafız Kemal Gürses (ayaktaki) memurken (Mil et Kütüphanesi arşivinden)
Şehzadebaşı Camii Kütüphanesi Haf1z-1 Kütübü HaCl Haflz Mehmed Nuri Baba (Kat1rçekmez Nuri Baba)
Başlarda Rifa'iyye'den Yeşil Tulumba Tekkesi şeyhi Şeyh Ahmed Abdülhalim Efendi'nin
halifesiyken daha sonra Merdivenköy Şahkulu Bektaşi Tekkesi şeyhi Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'ya bağlanmış, ondan babalık
icazeti almıştı. Türbedar Hafız Nuri Baba'ya fazla şişmanlığından dolayı "Kattrçekmez Nuri Baba" da derlerdi. Hakikaten katırın çekemeyeceği çok şişman bir vücudu vard ı. Serkatib-i Hazret-i Şehriyari Kara Tahsin Paşa'nın sütkardeşiydi, bu itibarla saraya sık stk çağırılırdı. Sultan Abdülhamid kendisini tanırdı, iltifat da ederdi, hatta kendisine bir münasebetle piryol (çalar cep saati) hediye
etmişti:' Şekerci Cemil'in dekayınpederiydi (148:57-65;213:139):
Hacı Hafız Mehmed Nuri Baba (Katırçekmez Nuri Baba), "Şişman Nuri Baba" derler, "Şehzade türbedarı" ve "Defterhaneli" isimleri de onundur. Defterhanede takrir alma memuruydu. Babası Salih Efendi, Şehzade Camii muvakkiti ve türbesinin türbedarı olduğundan vefatıyla bu ikivazife oğlu Nuri Baba'ya geçmişti, bundan dolayı kendisine "türbedar" veya "muvakkit" de denilirdi.
Kırmızı, tombul yanakları, güleç yüzü, çok şişman, yusyuvarlak haliyle dikkati çeken sevimli bir insan olan Nuri Baba, büyük küçük herkes tarafından teveccüh görmüştü. Şişman Baba'yı sevmeyen yoktu. Gösterişli vücuduyla tam 168 okka gelirdi; oturduğu koltuğu çökertirdi. Bindiği arabaya makas
Çamlıca Bektaşi Tekkesi şeylıiNuri Baba
Katırçekmez Hafıı
NuriBaba
bu tekkeni n ilk şeyhi ve banisi Abdülhalim Efendi'den istihlaf edilmişti.
H. 1317 (1889-1900) yılında kara kabarcık denilen şarbon hastalığına yakala nıp göçtüğü zaman 51yaşına henüz varmış bulunuyordu. Eyüp'te Kırkmerdivenler'in üstünde Kaşgari Tekkes i'ne yakm yerde Türbedar Salih
Efendi'nin koynunda yatıyor, ayrıca taş konmadı.
Nuri Baba'nın koskoca vücudu na rağmen günde yediği elli gram ekmekten ibaretti. Küçük tek bir sahan içinde sadece bir türlü yerdi. Latifeyi çok sevdiğinden herkesi güldürmek için çadır genişliğinde kocaman bir şemsiye kulla nı rdı, yağmurlu havalarda
dayandırama zlardı, o kadar ki dayanıklı
olsun da kendisini çeksin diye ingiltere'den Manchester'dan 18 katlı çelik araba makası getirmişl erdi.
Merdivenköy'de Şahkulu Sultan Tekkesi'nde Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'n m postnişinliği zamanında bir müddet onun yanında dergahm rehberliğini yapmıştı, sonr:ı onun verdiği icazetnamey le baba oldu. Dedebaba'nın hususi katipliğini yaptıktan sonra Mısır'da Kaygusuz Sultan Tekkesi'ne postnişin olan Leskovil<li Mehmed Lutfı Baba ile H. 1300 tarihinde
hacc-ı şerife gitm işti.
Sağlam, kuvvetli bi r hıfzı vardı. Tatlı, güzel sesi ile okuduğu Kur'an-ı kerimler huzur içinde dinlenilirdi. Şehzade Ca ınii'nde kendisini iştiyakla bekleyen ve takip eden geniş bir cemaate başında Bektaşi fahri olarak yıllarca mukabel e okum uştur. Bazen aynı kıyafet ile teravih namazı da kıldırdığı için Şehzade
Cam i i cemaati arasında "Hafız Baba'; "İmam Baba" diye tanınm ıştı.
Aslında Rifa'iyye tar ikatına girmiş
bulunduğundan Unkapanı'nda Yeşil Tulumba
Rifö'i Tekkesi'ne bağlıydı; zamanı gelince
dostlarına ''Parayı veren altına geçiyor!" diye takılırdı. Şekerci Cem il Bey ismiyle tanınmış Bestekar Udi Cem il Bey, Nuri Baba'nın d:ımadıdır.
Nuri Baba yazları Yalova kaplıcaları na gidermiş. oraya bazen Sultan Abdülhamid'in siyahi mukarri pleri de gelirm iş, Nuri Baba'yı sevdiklerinden etrafında toplan ı rlar, Yalova iskelesi nden kaplıcaya birlikte giderlermiş. Nuri Baba katıra binerm iş, başka vasıta çekemiyormuş. Nuri Baba'nın altında katırın da ezildiği olurmuş. "l<atırçekmez" adı bu günlerin yadigarıdır.
Not düşelim, Çamlıca BektaşlTekkesi şeyhi Nuri Baba (Ali NutkiBaba'nın babası) ile Katırçekmez Hafız Nuri Baba'nınfotoğrafları hep karıştırılır. Çamlıca şeyhinin fotoğrafı Rıfkı'nın Bektaşi Sırrı'nda (İstanbul,1328, il,24) tesbit edilmiştir. internette Çamlıca BektaşiTekkesi şeyhi
Nuri Baba olarak gösterilen umumifotoğraf, Katırçekmez Hafız Nuri Baba'nınkidir.
Eyüpsulta n Camii Hafız-ı Kütübü Osman Hilmi Efendi
Eyüp'ün hafız ve hattatlarının hafızlıkları daha ziyade Zekai Dede'nin amcası ve hocası "Pepe Hoca" unvanlıHafız İbrahim Zühdü
en-Nakşıbendi'den, hatları da Zekai Dede'nin babası Hafız Süleyman Hikmeti Efendi'dendi. Bu intikal hep Eyüp Kalenderhane Mektebi'nde hayat bulur.Zekai Dede'nin amcasıda babası da bu mektebin muallimleriydi. Zekai Dede'nin
"kıraat-i As ım üzere hıfz-ıKur'an"ıbu mektebin başhocası olan amcasıİbrahim Zühdü'dendi r.
İşte bu amca ve babanın tesirinde gelişen l<alenderhane Mektebi,bu ikisinin müşterek talebesi, Fahreddin Dede'nin başına sikke giydirdiği,Zekai Dede'den meşkli Hoca Osman Hilmi Efendi ile müstakil bir hafız mektebine dönüşür.Osman Hi mi Efendi,Eyüp Camii'nde bulunan iki kütüphaneden birinin de hafız-ı kütübüydü.
Revnakoğlu, bu mektebi kuran Hafız İbrahim Zühdü ve onun başkalfası Hoca Osman Hilm i Efendi'yi taki pçileriyle beraber müstakil bir
ba h iste ele alır (79:83-112)
La'llzade - Kalenderhane Mektebi'nin evvela başkalfası son ra hace-i evveli Hoca Osman Hilm i Efendi, Zal Mahm ud Paşa Cami'-i şerifinin imamı ve Hazret-i Halid Türbesi'nde Bulıitrf -i şerif ıııukarriderindend i; her sabah okunurdu. Topçular'da bağ ve namazgah
sahibi A rnavut Kel Alt Ağa'nın ("Bamyacı Ali Ağa':"Yağcı Ali Ağa'; "Bek taşi Ali Baba" diye de maruftur, "Bağcı Kel Ali" derlerdi, ''Topçular'ın Ali Baba" da denilir.) dokuz evladından en büyüğüdür. Eyüp mekteplerindeki talebenin
pek çoğu hıfzı ve hüsn-i hattı Hoca Osman Efendi'den meşk etmişlerdir. Kendisi de Hoca Zekai Dedecfendi merhumun amcası Pepe
Hoca denilmekle ma ruf İbrahim Zühdü Efendi'den okumuştu ve onu n başka lfasıydı.
-
Cemaziyelevvel 1335 (6 Mart 1917) tarihinde doksanı geçmiş bir yaşta iken vefat etmiş, Gümüşsuyu'nda Kaşgari Dergahı'na çtkarken sol kolda Toprak Sokağı'na yakın set üstünde medfundur. Maatteessüf taşı yoktur, kendisinin istemediği söylenilir.
Ecdadı Bursalıdır, Hasan
Bayraktaroğ ulları'ndandır. Şeyh Visali Efendi'nin vefatından sonra dergahın meşihatı ihvan tarafından kendisin e veri lmek istenild i ise de şahsında liyakat görmediğinden bu teklife muvafakat etmemiştir. Erbill i Şeyh
Esad Efendi'den de ayrıca ve teberrüken bi r icazesi vardır. Hasan Visali Efendi, bu m übarek talebesi Hoca Osman Efendi için "Osman Efendi Eyüp'ten hareket elti mi nurdan bir dağ geliyor sanıyorum!" dermiş.
Eyyılbi Şeyh Hafız Osman Efend i (Hafız Osman Kalfa) "Başkalfa" "Başhafız" diye de meşhurdu; Eyüp Sultan türbedarı ve
Kalenderhane Mektebi başmuallimiydi. Nisbeti ve ilk feyzi Haa FeyzuUah Efendi'dendir.
Zekai Dede'nin babası Kalenderhane Mektebi yazı hocası Süleyman Hikmeti Efendi'den
izn-i ketebe almıştı. Beş yüzden fazla hafız yetiştirmiş olup bunlardan 313'ün ü n adı mazbuttur. Gayet kerem sahibi, eli açık, cömert olduğundan "Sofrası meydanda
bir er" diye şöhret bulmuştu r. Misafirlerin i ekseriya Topçular'dald bağında izaz eylerdi. 12 Cemaziyelahir 1335'te (6 Mart 1917) göçtü.
Hoca Osman Efendi Ey üp Cam i'-i şerifinde sol maksurenin içindeki kütüphanenin hafız-ı kütüblıydü. Bunun ka rşısında sağ minarenin dibindeki diğer kütüphanenin hafız-ı kütübü de imam Sakıb E fendi'yd i.
Bahariye şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedeefendi merhum ramazan-ı şeriflerde dergahtan
camiye indiği ıaman Hafız Hoca Osman Efendi'ni n kütüphanesi önünde otururdu, bu münasebetle Hoca Osman Efendi ile
arala rı nda bir dostluk teessüs etmişti; Hoca Osman Efendi'ye teberrüken sikke giydirmesi de bundan dolayıdı r.
Hoca Osman EfencU'nin KaJenderhane Mektebi dershanesi nde (İsmi "KaJenderhane Mekteb-i İbtidaisi"dir, dört sınıflıydı) ders okuttuğu köşede, başı nı n üstünde La'lizade Abdülbaki Efendi'nin hattıyla gayet güzel talik celisi ile yazılmış şu levha vardı:
l:fo mektebde lelenımii ıeyleyen ctfdle lutf eyle İlimde ma'rifette eyle yri Rabflıikii. 'l-akrd11 Kelamull fllıı hıfza sı:ı'y edenler kalmasın malrrıiın
Viicı1/ınt-ı kıraat ile olsun lıftjız-ı K11ra11
Hoca Osma n Efend i, Bahariye şeyhi Hüseyin Fahreddi n Dedeefendi'den teberrüken sikke--i şerife giymiş, dergah-ı şerifi n kütüphanesine bir de :1ytn-i şerif mecmuası yazıp bırakmıştır ki oğlu Fahreddin Bey'in lutfuyla ziyaret ettim. Hoca Osman Efendi'nin Zekai Dede'den meşki de vardı. Hoca Osman Efendi, Eyüp C:1mi'-i kebirinde kütüphane önündek i maksure
içinde mukabele okur ve Baba Haydar'da Hacılar Medresesi dahilindeki mescitte teravih kıldırırdı.
Hafız Osman Hilmi Efendi merhumun duagCıluğu da va rdı. Eyüp Cami'- i şerifi avlusunda türbenin hacet penceresi
karşısında ki iç kapıdan çı kı nca solda birinci direği n önünde her cuma gün ü cuma namazınd an sonra uzun bir duada bulunur,
avluyu tıka ba s:ı doldura n binJ erce ve binlerce cemaat bir ağızdan, bir ahenkle amin derdi,
yine aynı saatte karşıda hacet penceresi önünde nöbetçi imam efendi ayrıca bir dua ederdi, avlu amin sesleriyle yerinden oynardı.
Yıldız Kütüphanesi Hafız-ıKütübü Şeyh Veli Mehmet Efendi
Bu ailenin mensup old ukları Havuzbaşı Kadi ri Tekkesi, d iğer tekkelerd egörülen h ususiyetlerden ayrı olara k hilafet cemiyetleri nin tertip edilmediği, tasawufi neşenin mü ritler ve m uhi pler vasıtasıyla şehrin u m umi i rfa nına aktarılmadığı. m ün hası ra n kalend erha ne adı a ltında toplanan misafirha ne karakterli tekke zü m releri ndend ir. Havuzbaşı Af ganTTekkesi, şeyhleri çok zaman Asya'dan gelmiş olan ve daha ziyad e Nakşl silsileye mensu p diğer kalenderhanelerde n farklı olara k Kad iri'd ir.Sohbet ve m usi ki meclisleri ile ü n lenen bu tekkeni n h ür şeyhi Meh med Veli Efe nd i (N u rettin Artam'ın babası) Yıld ız Sarayı Kütü phanesi'ni n hatız- ı kütü büyd ü. Revna koğlu, bu şahsiyeti oğlu Cemaletti n Artam'ın kaleminden aktarır (176:221-29):
Bu isim üzerinde durmaya değer bir isimdir.
Şeyh Meh met Nuri (Nevruz) Efendi'n i n
dergahına G:ızne'den İstanbul'a hicret eden bir mücahit dev:ıma başlamıştı r. Bütün şark lisanlanna vakıf olup siyasi mücadelelere
de karışan bu genç mücahit, Türkistan, Afga nistan, Hindistan, Belucistan, Bağdat,
asra, Şam, Halep, Beyrut, İzmir yoluyla Istanbul'a kavuşmuştur. Vel iyyüddin Efendi
hemen Kadi ri tarikatı icazetnamesi alıyor. Bu kavuşmadan son ra il k iş memleket matbua tına faydalı olmaya gayret göstermek. Bunda da muvaffak olundu. İkdam gazetesi o za ma n Türkiye'nin mektep bi r gazetecilik enstitüsü halindeydi. Sahibi Ahmed Cevdet Bey'le taıuşan Veli Meh med Efendi, ''A lem-i islam" başlığı altında yazmaya başlamış, Baba Tahir'le de tanışmış, Malum<\l gazetesinde de ayn ı minval üzere neşriyata deva m etmiş.
Şeyh Meh met Nuri (Nevruz) Efend i öldüğü zaman erkek evladı olmadığından meşihat için açılan imtihana girmiş, meşhu r şair, alim Şeyh
Esad Efendi'nin başkanlığında imtihan heyeti meşihatı mumaileyhe iftihar ve takdirle tevcih etmişler.
Vicdan lı insan, aileni n büyük kızı Nefise Hanım'la evlenmek, Nevruz Efendi'nin varisleri ni sokakta bırakmamak feragat ve
faziletini göstermek suretiyle dergahın üçüncü
l"",.•)'-'
. .
-tt>-# .... .s:-'.r ) ,P. •..J .,.,• .,, ,t'"'
./ ;- • • j'\
. . ...... ı 1 1 • •
.rt "··' j/J i*'ıl- J ._ ,,; 4,o J> J f\- Q\... ,..:.
v. .i:- , \.,..... .,,r "' .;k,.. 'CJ , .ı
..... ,l ..r:._',,, • ..
şeyhliği postuna calis olmuştur.
Dergah şeyhliği devam ededursun, "Alem -i İslam" makalelerini de ihmal etmemiş, bu iş
- -....o .. -.J \J\ 1
0 - ,. ........ , /'-' ·.ı-ı:-
- ı..., ..... .....
'
tam yirmi sene devam etm iştir. Hüseyin Cahit, 0 .
Abdulla h Zühdü, Ahmet Rasim, Al i Kemal Bey, hazret-i şeyhin yazı arkadaşlarıydı.
Birinci ciha n harbi nde Teıgtb-i Cihad isminde bir risale yazan şeyh o zaman Meclis-i Meşftyih reisi olan Şeyh Esad Efendi'ye tetkik için
eserini gösterip şu takrizi kazanı yor:
Bfırekatl fılı snna ey Şeylı Vcli-i Efgiı11i
l'"=,.j
v..\.o ,';;,._. ,., : v \:'.\' _,t-; ,.1\;}\ ,.,J, ..,/' ,.. • ,. ...
Yazdığın 111evizeııi11 cümlesidir mlımltnf Sevk eder siılıa-i lıarbe eser-i µiir-giilıerin İstitaatle miicelılıez buluna11 insanı
Bu arada Veliyyüddin Efendi'ni n Nefise
Hanıın'dan 1898'de Kadriye, 1900'da Nurettin, 1902'de Cemalettin ism inde bir kız, i ki erkek çocuğu dünyaya geliyor. Kadriye on dokuz aylık iken bu fena aleme veda ediyor. Şeyhin ve Nefise Hamm'ın bundan duydukları teesssürü 1900 senesinde doğan il k oğulları Nuretti n
hafifletiyor. Liyakat, zeka, kiyaseti s::ı nki
haıret-i şeyhe ma lüm olan Nu rettin'e daha küçük yaşta iken Arapça, Farsçayı Türkçe .ile bi r nyarda öğretiyor. Çok m üstait olduğu nu büyüdüğü zama n Nu rettin bunlardan fazlasıyla feyz al ıyor.
Şeyh Veli Efendi'ni n tekke ziy::ıretçileri arasında birçok alimler, muharrirler bulunmaktayd ı, m esela Dersiam Müderris Ferit Kam, Şair Mehmet Akif, Şemseddin
Günaltay, Bursalı Mehmet Tah i r Bey, Felsefe
Cemaıettın Artanı'ın kalc-nıinllen t1abası Velt Ert>ndi
muallimi Vahyi, Ömer Rıza Doğrul Bey'i bu arada sayabiliriz.
İkdam sahibi Ah med Cevdet Bey bir gi.in şeyh efendiye çocuklarından bir tanesini doktor, bir tanesini de kendisi gibi il im odamı, mu harrir yapmasını söylemiştir. Bu tavsiye aşağı yukarı tahakkuk etm iştir. Nuretti n, "Nu rettin Artanı" olarak Türkiye'n i n hemen her tarafında tanınmış bir simadır, ilim adam ı, mu harri r olmuş; Cemalettin ise doktor değil, fakat eczacı olmuştur, bugün Boğaz'ın bi r köşesinde altmışını aşm ış bi r halde mesleği ile zevkl i zevkli uğraşmaktadı r.
Şeyh efendi hayatta daima samimiyetten hoşlandığı için bir meselede iddia sahibi değildi. Devran geceleri perşembeyi cumaya bağlayan cuma gecesiydi Aynı gün Beylerbeyi
Bedevi Dergahı'nda da ayin vardı; oraıun Hama'dan gelen şeyhi ile ahbaptılar. Birkaç sefer kendisine hep bi r araya gelebilmeleri, geceni n değişmesi teklif ve ricasında
bulundular. ''Ben cemaatin kalabal ı klığı ndan değil, gelenlerin kıymetind en faydalanmak isteyeıı bir faniyim, haya tta bundan başka bir iddiam yoktur" diye bir cevap vererek suya sabuna dokunmadan işin halline gitti Bu teklif o ara o civarda ayin yapan Nakşibendi
şeyhi Esad Efendi ki Mcciis-i Meşayih reisiydi, tarafından da vaki olarak aynı karşılığı gördü.
Şeyh efend ini n Hintli dostları nı n sık sık
ziyareti, büyük oğlu Nurettin'in çocuk yaşında İ ngilizceyi öğren mesine bir vesile oldu, çünkü Veli Efendi Hindistan'da girdiği bir kolejden
hocasını n tavsiyesi üzeri ne üç gü nde ayrı larak bu lisanı öğrenemediğinden çok üzü ntü
içindeydi. Bu üzüntüsünü Nuretti n'e çocuk yaşı nda Arapça, Farsça ile İngilizce öğretmek suretiyle hafifletmişti.
Meşrutiyet'in ilamnda "İttihad-ı Muhammedi" diye bir teşekkül ün terldbind eki manaya
kana rak siyasi emellere bağlı olduğunu sanmaya n Şeyh Veli Efendi, kendisi ni
mah kum etmeye götürdükleri Eyüp Sabri Bey isminde bir zata anlattığt bir samimi hikaye yüzünden tal tif ile evine gönderil mek suretiyle kurtulmuştu. Diğer götürülenlerin kısm-ı a'zamı bu işten kurtulam anıtşlardır. Efendi hazretlerinin iki süngülü arasında entarisi
ile idama götürüldüğünü sanarak sevinen
bi rtakım hain düşüncel i insa nl;:ı r hadiseden pek az sonra kend isinin izzet ve ikram içinde evine, çocuklarının yanına döndükleri ni gördükleri zaman bu düşü nceleri nde
yanıld ıkla rından üzüntü duymuşlar, hayatının sonuna kadar onun muhterem ellerini utanarak öpmüşlerdir.
Çocukları çok severdi. Akşamları eve dönd üğü zaman Havuzbaşı köşesinden dergahın
bulunduğu yere kadar irili ufaklı kız, erkek çocukları koşar, ellerini öperler; o da bundan umulmaz zevkler duyardt.
En büyük ilim adamları ile saatlerce konw;mak, mü nakaşa elmekten zevk duyan Şeyh Veli Efendi, sırasında bir çöpçü, hamalla da on un anlayacağı bir dille satlerce konuşabil i rdi.
Kulaklarından rahatsız olduğu için bazı mühim kon uşma larda dinleme aletini kullanırdı. Sigara içmez, enfiye kullanırdı. Bundan rahmetli refıkasJ Nefise Hanım fazla mendiJ yıkamak bakımmdan şikayetçiyd i.
Nellse Hanım gayet muhafazaka r, şeyh efendi de çok açık düşünceli oldukları halde onu nla da hayatı nın sonuna kadar huzur içinde
yaşa masını bilmiştir, çünkü Nefise Hanı m, efendi hazretlerinden birkaç sene evvel bu alemden göçmüştür.
Şekil bakLmından karı koca ayn kutuplardaydılar. Veli Efendi'nin uzu n, müşekkel hali karşısında Nefise Hanım
bir üvey ana lutfuyla pek ufak tefek kalmış durnmdaydı, fakat bu hadise onların saadetine hiçbi r şekilde engel olmamıştır.
Müta reke senesi... Son padişah Vahidüddin şehzadeliğini Çengelköy'de tarihte Ferahabat diye vasıfland ırılan, şimdi yıkılmış olan köşkünde geçirdiği için şeyh efend iyi adamları vasıtasıyla tanımıştı. İstanbul'da bulunan Şeyh Sünusl hazretleriyle padişahın görüşmesi icap eden siyasi bir olay va rmış
ki şeyh efendi bu işte yaptığı tercümanllğını ölünceye kada r çocukl:u·ına bile söylememek kctttmluğunda bulun muştu. Her üçü saatlerce Yıldız Sarayı'nın bir odasında görüşüyorbr.
Bu görüşmeden memnun olan padişah, eski komşusuna Yıldız Kütüphanesi ki otuz bin cilt kitap varmış, hafız-ı kütüblüğünü taltif suretiyle veriyor. Veli Efendi hayatının son senelerini bu güzel kitaplar arasında ulim
dostlarını oraya çağırarak onla rla saatlerce orada muhabbet ve miinakaşa ederek en büyük zevk ve huzur içinde geçirmişti.
Hazret-i şeyhin kendisini mahkeme için sorguya çağırd ığı Eyüp Sabri Bey1e
Meşrutiyet'in ilanında sorgu esnasında verdiği cevabın özeti: "Müslümansınız, buJunduğunuz mahallede bir ezan okunuyor, dini vazifenizi yapmak için doğru camiye koşup cemaat arasına karışmak istersiniz değil mi? Hemen gidiyor, imama uyuyor, namazınızı, duanızı bitirip mabetten ayrılıyorsunuz. Camiden çıkmak üzere iken cemaatten birisi imamın abdestsiz olduğunu, namazı bu şekilde
k1ld ı rdığını, sonradan duyduğunu size söylüyor.
Bu ibadette sizi n Alla h'a karşı işlenmiş bir kusurunuz olul' mu? Biz de "itti had-ı
Muhammedi" na mı altındaki cemiyetin ismine
uyan bir cemiyet olduğunu sanarak buraya girdik, fakat şimdi öğreniyoruz ki bu cemiyetin teşekkülü tamam ıyla siyasi imiş. Günahım ızın takdirini size bırakıyoruz:'
Eyüp Sabri Bey bu güzel, haklı cevap
karşısı nda şeyh efendiyi ta ltif için bir kahve ısmarlıyor, temin ettiği bir araba ile Üsküdar Karakol u'ndan Havuzbaşı'ndaki evine
kada r araba parasını kendi vermek suretiyle gönderiyor. Evde bu avdel kurban kesilmek suretiyle tesi t ediliyor, herkes seviniyor.
Fakat küçük oğlu Cema lettin bu işin esasını anlamadığı için "Keşke beni de süngülüler alsalar, Üsküdar'a kada r gezmeye götürseler!'' demek gibi pek çocukça bir nükte yapı yor.
Fakat yaşı ilerleyip rüşd iyeyi bitirdiği zaman bu nüktenin manasızlığı karşısında büyük bir hicap duyuyor.
Şeyh Veli Efendi büyükle büyük, küçükle küçük. cahille cahil, alimle alim olmak vasıflarını nefsinde toplayan büyük bir varlıktJ. Onun ::ı lt mış yıllık hayatında geçen sergüzeştlerinden uzun uzun bahsetmek
bugünkü yorulmuş kafamızla imkan çerçevesi da h ilinde değil. 4 Tem muz 1921'de aylardan beri tutulmuş olduğu zatürreden kurtulamayarak iki yavrusu nun uzun süren gözyaşları arasında bu alemden uzaklaştı.
Altmış yaşındaydı, fakat siyasi mücadeleler dolayısıyla Basra'da iken nüfusunu yirmi yaş büyültmek zorund::ı kalmıştı, o zamanki nüfus kendisini seksen yaşında gösteriyordu.
"ittihad-ı İslam" parolasının biri nci aşığı olup Sultan Hamid tarafından istanbuJ'da zehirletil mek suretiyle öldürülen dünya
aleminin taptığı büyük alim Cemalettin Efgani'nin pek yakınıydı, fakal çeşitli siyasi endişeleı:Ie bundan bahse imkan bulama mıştı.
Kırk iki sene evvel dünyasına veda eden büyük insan ı n pür-fütClh ru hunun daima şad u handan olmasını ulu Tann'dan dilemekle yetinerek kendisine ait bu satırları burada düğümlüyoruz.
Eyüp Hüsrev Paşa Kütüphanesi Hafız-1 Kütübü Çavuşbaşızade Hoca Ali Yekta Efendi
Kela mi Tekkesi'nin meşh ur şeyhi Erbilli Esad Efend i'nin halifesi ve vekiliydi (104:92):
Çavuşbaşızade Hoca AJi Yekta Efendi, Erbüi Şeyh Esad Efendi'nin ilk maruf halifesidir,
İstanbulludur. Ayasofya dersiamlarından ve huzur hocaları ndandı. Harbiye Nezareti
içindeki cami'-i şerifte Buharl-i şerif rn ukarriri ve menşe-i küttab-ı askeride A rabi muallimi olarak ilme ve İslam'a hizmet etmi.ş, hayli talebe yetiştirmişti. Eyüp Hüsrev Paşa Kütüphanesi'nin baş hafız-ı kü tüblüğünde
bulundu. Esad Efendi, Sultan Hamid devrinde Erbil'e sürüldüğü zaman yeri ne Hacı Yekta Efendi'yi bırakmıştı. İ çi karanlık, kalbi paslı olanları keşfeder, h uzuruna almazmış; ihlas, istidat gördükleri ni teslik edermiş. İlmen de halen de olgun insandı.
Eyüp Kıkmerdivenler'de birinci toprak sokakta ve girince karşıya gelen set üzeri nde etrafı parmaklıkla çevrili aile kabristanı, başlıksız, mistarsız baş şahideye talik kitabe, taşın içinde gömülerek yazılmıştır: "Hi'ıve'l-Baki - Allah diyen kalp aldanmaz, iki cihanda mahrum kalmaz. Meşayih-i kiramda n huzur hocası
es-Seyyid el-Hac Al i Yekta Efendi'rtin ruhW'la fatiha, H. 1325"
Hao Selim Ağa Kütüphanesi Haf1z-1 Kütübü Mustafa Enver Bey
Üsküdar' da ki Nalçacı Tekkesi şeyhi Enver Bey (ö.1872) de hafız-ı kütü bd ü. Devri nin meşh ur şairlerindendi, kendisi içi n "Hafız
Divanı okutmakta devrini n imamıydı" d erlerdi (104:128,143):
Şeyh Mustafa Enver Bey, Atpazari Osman Efendi'nin halifelerinden ve Celvetiyye meşayihinden Atlamataşlı Muhtar Efendi'den şuğul meşk etmiş ve Atlamataşı'ndaki Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'nde hafız-ı kü tüblük vazifosjnde bulun m uştur.
Kümeyi radıyallahu anhü hazretlerinin Emirü'l-mü'mi nln Cenab-ı Kerremallahu vechehu hazretlerinden hakayıka dair bazı sualleri ve Şeyh Muhyiddi n -i Arab\'nin Fütıihiıt-ı M ekkiyyc'sinin "babu'ş-şüyuh" faslının tercümesi ... Arabiyyü'l-ibare yazılmış bu üç risaleyi Nalçacı Tekkesi postnişini Mustafa Enver Efendi lisan-ı Türkiye tercüme eylemiştir, 30 sayfadır. 13 Ramazan-• şerif 1285 tarihinde İstanbul'da Tasvir-i Efl<ar Matbaası'nda bastırıldı.
Dülgerzade Camii ve Tekkesi
Fevzi Paşa Caddesi'nin devamı olan Macar Kardeşler Caddesi'nde yol kenarında sağda Dülgerzade Camiive Tekkesi önüne önündeyiz. (İskender Paşa Mahallesi,1049 ada, 3 parsel)
Bugün eski Fatih Belediye binasının önünden Fatih Camii'ne giden caddenin adı fetihten beri Büyük Karaman'dı.Cadde, Nakşidil Sultan Türbesi önünden geçer,geçen asrın başlarında iki tarafında sıralanmış dükkanların önünden geçerek caminin yegane kadim kapısı Çorbacıkapı'ya dek sürerdi. Karaman Caddesi Sahn-ı Seman'a çıkan ilmin şahrahıydı.
İstanbul'u şenlendirenler arasında hemen fethin ardından yükselen ilk selatin cami sinin kuzey ve güneyinde uzanan caddeye adınıveren Karamanlılar da vardı. Karaman Pazarı her halde sonraları Malta Çarşısı oldu. Güzel sesi ve latif şiiriyle etrafında zevk meclisi teşekkül eden sakalı kaba Zeynisahaf dükkanını bu çarşıda açmış, Şair Sübuti bu çarşıda elvan macunlar ve tiryaklar satmıştı,16. asrın meyhaneye düşkün rint şairleri "meyhaneye gitmelioldukta Karaman pazarına uğrayıp" mezelerini almıştı. Yakın zamanlara kadar şehrin bütün intikal vasıtalarını temin eden Saraçhane'ye Küçük Karaman'dan inilir,fetihten hemen sonra şekillenen şehrin kadim mimarisi geçen asrın başlarında burada hala seyredilirdi.
Daha 1474 tarihlibir vakıf kaydında bolluğuna işaretle "Camiler Mahallesi" olarak
Saraçhane Çarşısı'ndan bır sokak
Dülgerzade Camii'nin banisi Dülgeroğlu'nun haziredeki mezarı
adlandırılan bu muhitte hemen yalnız Dülgerzade Camii mimari orijinalitesinden fedakarlık ederek ayakta kalabildi. 1945'te Firuz Ağa Camii, 1957'de Mimar Ayas Camiiimar faaliyetlerine kurban verildi. Karagöz Camii ortadan kayboldu.
Saraçhane'nin kavaflar çarşısında çek iç darbeleri ve yeni alınan topukluayakkabıların kaldırımda çarpan sesleriniişite işite içine gömülen Dülgerzade Camii, önünde yükselen ahşap dergahla eski zindeliğine avdet etti.Bu sufıyane avdet, hastalıkların bütün hükmünü sürdüğü plr-i fanilerin birden tazelenen bedenlerine kavuşmasıydı adeta.Mehmed Said Efen di'nin bir hanım sultanın kapı çuhadarlığıvazifesini yürütürken bir köşeye koyduğu paralarla getirdiği bir zindelikti bu. Tekkeye bağlanan vakıflar ve sa dece eski encümen fotoğraflarında görülebilen su terazisininyanı başındaki çeşme ise caminin mihrabı önünde dört birtarafın ıyüksek duvar ve dükkanların çevirdiği hazirede medfun Said Efendi'nin hayratıydı. Said Efendi,tekkenin son şeyhinin de akrabasıydı.
Eski cemiyetin insicamı,harfleri birbirine zarif geçişlerle bağlanan ve arada mesafeden hazzetmeyen divanihatta benzerdi. Bu cemiyetin bir kısmı,bedbahtlığını teslim olduğu şeyhinin iksirli nazarlarıyla saadete kalbederdi. Eşyayı daha ziyade rüyalarının, ilhamlarının sırlıdünyasından seyreden bu insanların bütün gün tefrikada dolaşan ruhları,aynı zikirle demlendikleri ayin akşamlarında cem makamına çıkardı. Hayat, onlar için tabirini ölümden sonra Allah'ın yapacağı kısa bir düştü. Devranda kol kola girmiş, halkada yan yana durmuş dervişan, işte bu divani hattı.
Sükut, şarkın şiarı ve nazar en müessir silahıydı.Lisan, hükmünü büsbütün kalbeterk eder,riyazetlerle derece derece kıvamını bulan ruh namütenahi seyrini iç dünyasında harften ve savttan münezzeh bir dille devam ettirirdi. Bütün eşyanınsesini duyacak kadar içine çeki en sufınin terbiyesini remizler idare ederdi. Perhizle idmanlıderviş, i hamın lisanı iptal ettiği iklimde gıdasını zikirde keşfederdi.Zikir, ancak sevgiliye söylenen mahrem sırlar gibi sessiz ya da sıladan ayrı düşen garip gön lün inlemesi gibiavazeliolurdu.Adab ınısessiz zikir üzerine inşa eden Nakşibendilik,tavrını aksi istikamette gösteren Kadirilikten ayrılır.
Kuzey Afrika' da, Maveraünnehirvilayetlerinde kıvamını bulantarikatlar,şehrin kadim dergahlarının yanı başında getirdikleri yeni neşelerle açılır,bu açılma mevsiminive iklimini bulabi diği nispette ömürlü olurdu. Bu ayrı üslup ve vaziyetlerin bir araya
gelmesi,birbirine aşılanmasıistanbul'un tekke hayatında yadırganmaz, p rin içtihadı telakki edilerek adap ve erkan yeniden kurulurdu. Dülgerzade ahengini böyle bir terkipte bulan tekkelerdendi.
Mezar şahidesinde ceml-i ehl-i iman ervahına Fatiha talep eden Mehmed Said Efendi,mensu biyetini ilan ettiği Nakşiliğisesli sevdi.Cehirden hazzetmeyen, aleniyeti reddeden, zikirde bütün yükü kalbetahmil eden Nakşigelenek,Saraçhane Çarşısı'nın etrafına mana müessesesini getiren bu gönül adamınınitirazıyla Dülgerzade'de yeni bir kıvamda zuhur eder.
Revnakoğlu, tekken in kısa tarihini yaza r (72:267, 269-72):
Dülgeroğlu - Dülgerzade Tekkesi
Saraçhane Caddesi üzerinde, Dülgerza de Hoca Şemseddin Ahmed Mahallesi'n dedir. Eski teşkilata nazaran Haffafhane
- Kavafhane yanındaydı. Aslında Nakşi-
bendiyye'dendir, bir aralık Halvetiyye ve Kadiriyye'ye geçti; perşembe günleri zikir edilirdi. Aslında mescittir, banisi Mehmed b. Mehmed eş-şehir bi-"İbn-i Neccar"dır ki Hadika'da cami'-i şerifin banisin in Şemseddin Habib Efendi gösterilmesi yanlıştır, zira cami'-i şerifin haziresinde yatan baninin mezar ta şında talik yazı ile isminin "Dülgeroğlu Hoca Şemseddin Ahmed Efendi" ol duğu tasrih edilmiştir. Vefat tarihi H.887'dir.
Kadim bir kilise temelleri üzerine yaptırılan mescide sonradan Çalık Osman Ağa isimli bir hayır sever minber koyarak mabedi cami haline getirmiştir. 1950 Teşrin-i sanisinde bu cami'-i şerifin cadde yüzü tarafında yaptırılan haf riyat sırasında kilisenin çok eski mermer sütunlarıyla kapı kemerlerinden bir kısım parçalara rastlanılmıştı, fakir de görmüştüm. Pencereler önüneki yaya kaldırımınının altında bırakıldı.
Dergah-ı şerifin arkasında ve Dülgeroğlu Camii'nin altında ve giriş kapısında üç metre kadar karşısında, çukurda merdivenle inilir sekiz on odadan ibaret küçük, ahşap bir medrese vardı, şimdi yeri toprakla doldurulmuş, düze çıka rılmıştır. Bu medresenin arkasında ve cami'-i şerifin cümle kapısına bakan tarafta bulunan dergah-ı şerif 10 Temmuz 1327 (23 Temmuz 1911) Miraç kandiline rastlayan cuma günü ikindi üstü çıkan büyük Çırçır yangınında ta mamıyla yandı, yerinde şimdi apartmanlar vardır.
Dülgerzade Tekkesi'nin banisi Said Efendi'nin Dülgerzade Camii haziresindeki mezarı
Dülgerzade Camii (Encümırn arşivinden)
1420 Revnakoğlu'nuın İstanbul'u
Kadirihane kayıtlarında yazılmış olduğu gibi tekkenin ilk defa meşihatında bulunduğu görülen Kovacı Şeyh Abdullah Efendi'den önce geçm iş şeyhleri olup olmadığını açıktan açığa bilemiyoruz.
Cami'-i şerifin arkasındaki mezarlığın yanına kesme ayna taşlarından çok gü zel bir mermer çeşme ve hazne yaptıran Sultan Abdülham id'in küçük hem şiresi Esma Sultan'm (Esma Sultan, 11 Zilkade 1202 tarihinde vefat ederek Hazret-i Halid civarında zevci Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa'nin kab ri civarına sırlanmıştır.) imamı Mehmed Said Efendi, tekkenin ikinci şeyhi Halvetiyye 'den Şeyh Süleyman Efendi zamanında bir vakfıye tanzim ederek zaviyeyi yeniden yaptırmış ve Nakşibendiyye' ye şart eylemiştir. Kendisi dı mi'-i şerifin haziresinde yatar.
Bu husus hakkında Kadirihane tomarında deniliyor ki "Onun için Kovacı Ab dullah Efendi'den evvel bila-vakfıye mamulün biha mıdır nedir, ma lum ol madı. Ve mezbur Mehmed Said Efendi görüldüğü gibi bir vakfiye tanzim ve tarik-i Nakşibendiyye'ye şart eylemiş, lakin zaviyesinin hin-i hululünde bir müşkilata duçar ve niza vaki olursa Tophane'de vaki Kadirihane şeyhi efen dilerin reyi ve inhalarıyla yine tarik-i Nakşibendiyye meşayihinden bir ehil ve müstehak kimseye verilmesini ... diye sarahaten zikir ve kayıt eylemiştir. Zaviye ile mescid-i şerif bir hayli zamandan beri arsa-i haliye olarak kalmış olduğundan birbirine muttasıl ve bir karışık yer gibi, gözüküyor:'
Not: Tekkenin yeri şimdi Dülgerzade Kuran Kursu'dur. Bu sefer tekkeye Şeyh Selim Sabit geldi. (72:291-92):
Şeyh Seyyid Selim Sabit Efendi (Üsküdari). Haki Baba'nın halifesidir. Bir ri vayette de Kadiriyye'den Yenişehirli İsyani Baba halifesiymiş. Mezbur Üskü dar'da tavattun etmekteyken gelini ile muamele-i kabiha vuku buldu diyerek bazı kimselerin şehadetiyle o zaman zabtiye nazırı bulunan Hüsnü Paşa meı. buru celp ve Kadiriyye'ye nisbeti olmakla şeyhi Şerefüddin Efendi'yi davet ve mezbur Şeyh Selim Sabit'in başından tacının ref'ini bast ve ikdam ederek tacı alınır ve tekkesinin ref'ine dahi kalkmış ise de muvafakat hasıl olmaı. Bunun üzerine Şeyh Sabit biçare hanesine çekilip inziva üzere iken kahrın dan bir müddet sonra bila-veled irtiha l eder. H.1290 Zilkadesi nde göçmüştür. Galiba Üsküdar Kabristanı'nda medfundur. Orta boylu, nahifü'l -vücud, kırca lihyel iydi.
Üçüncü devre Melamiliğin piri Muhammed Nuru'l-Arabi'yi zındıklık töhmetinden halas etmiş ve konağında altı ay misafir ederek kendisinden himmet istemiş olan Zabtiye Nazırı Hüsnü Paşa, Mehmet Sırrı'yısohbet şeyhi edinmişti.Delişmen ve ayık dolaşmaktan hazzetmeyen Hattat Şevket Efendi'yi elinden çıkma bir Mushaf ya da evrada sahip olmak emeliyle zabtiye nezaretinde odalardan birine binlik bir rakıyla hapsettirecek kadar hususi bir şahsiyete malik bu zarif paşa, müntesibi olduğu
Sırrı'nın herhalde hattına da müptelaydı.İbnülemin, hakkında ancak teminedebildiği mahdut malumatla bahsettiğiMehmed Sırrı'nın ikisülüs levhasına malik olmaklıkla müftehirdi.Devrinintekkelerinde duvarlara talik edilen istifli celi pir isimleriSırrı'nın kaleminden çıkma, sahaflarda matbu levhalar daha ziyade ondan kopyaydı.
Tevellüdü İzmir olan Sırrı'nın zimmi menşeli bir mühtedi olduğu rivayeti Meclis-i Meşayih ReisiTophane KadiriAsitanesi Şeyhi Muhyiddin Efendi'nin notlarına girecek kadar şüyu bulur.Muhtemel kitekke sohbetlerinde ismi zikredildiğinde onun İzm irli oluşu sami ne şüphe iras ediyor, büyük oğlu Esrar'ın diğer tekkede artık tevatür derecesine çıkan kadınlarla atemi umumi huzursuzluğu davet ediyordu. Bütün bu
hengamede Mehmed Sırrı, tarikat adap ve erkanına dair bir eserin müellifi olarak isbat-ıvücud eder.o, talihini kendi inşa edenlerdendi.
Muhyiddin Efendi,yakından tanıdığıMehmed Sırrı'nın biyografisinitomarında şöyle anlatır (241:74-76):
Hattat ve erbab-ı danişten Şeyh Mehmed Sırrı er-Rifa'i el-Vahdeti b. Ali: 1228 tarihinde İzmir'de tevellüt etmiştir. İzmir'in Dibekbaşı Kefevi Mahallesi'nden olup 1238 tarihinde pederi bade'l-intikal Şeyh Mahallesi sakinlerinden eş Şeyh Mehıned Sa'di Efendi'ye intisap ve 1246 tarihinde istihlaf edip 1248 ta rihinde İstanbul'a gelip Bahçekapı'da Hamidiye Medresesi'nde iskan ve tah sil-i uJu m ile meşgul iken 1254 tarihinde Sakız valisi Osman Paşa'ya imamet hizmeti ile Sakız'a gidip bir sene sonra İstanbul'a avdet badehu Çoban Çavuş Medresesi'ndeyken 1257 tarihinde Mercimek Tekkesi şeyhi Mehmed Efen di'nin üvey kerimesini tezevvüç ve 1259'da Sofular'da vaki Kambur Mustafa Paşa Cami'-i şerifinin imamet ve müezzin ve kayymtlık cihetlerine mutasarrıf ve ayin-i Rifü'iyye icrasına mübaşeret olunmuşken mütevelli tarafından bila hare dahl ve taarruz olunmağın zikir ve cami'-i şerifi terk ile ittisalinde olan mülk arsa-i hiliyeyi alıp müceddeden bir zaviye-i şerife bina ve 1272 tarihin de inşa ve ikmal olunur.
Hakikaten müdekkik ve arif kimseydi. Bilahare Zabtiye müşiri Hüsnü Paşa'ya huJUJ ve sohbet şeyhi olur, bu cihetle Meclis-i Meşayih azalığına dahi tayin ve şu hengamda parlak bir vakit geçirir. Sonra Hüsnü Paşa'nın nefyi esnasında şeyh-i mumaileyh dahi sadmesine uğrar, badehu ıtlak olunup defaten Saraç hanebaşı'nda DülgeroğJu Zaviyesi dahi verilir.
Müşekkel sülüs ve celi ve talik hatlarında mahareti vardır. Gayet müdekkika ne yazılmış Rifa'iyye silsilesiyle bazı erkan ve esrar-ı tarike müteallik dağar cık nevinden bilcümJe mallımatı münderiç güzel bir kitabı vardır ki her türlü hurde-i tariki muhtevidir.
Birçok ism-i pir levhaları müşarünileyhin hattından naklen tab' olunmuştur, tekkelerde mevcuttur.
Mehmed Sırrı Efendi tarafından yazılmış bir mektup (241:22)
Tekkenin şan evvela nefsine, bade-vefütihi mahdumu Esrar Efendi'ye, ba de-vefütihi evlad-ı inasın zükılru evladına, bade'l-inkıraz hulefü-i hulefasına meşruttur.
Şeyh Sırrı Efendi tarik içinde emsali nadir, fakat kadri dun idi. 2 Muharrem 1295'te rıhlet.
Not: Ebülhüda'dan da teberrüken istihlaf olunmuştu.
Mehmed Sırrı vefat ettiğinde bugün arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolan Sofular'daki tekkesinin haziresine defnedildi. Dergahın "Vahdeti" mahlaslı,kırmızı yüzlü,ak sakallı,orta boylu şeyhi Mehmed Sırrı Efendi, Hakk'a yürürken arkasında bıraktığı büyük oğlu Esrar Efendi, babasından aldığı hilafetle Dülgerzade'de posta oturdu. Bir süre sonra o da kayboldu gitti: "Ne Sırrı kaldı ne Esrar ne de dergah" notunu düşer bu iki şeyh için hattatlar kitabında İbnülemin.
Kimdi Esrar Efendi? Tomarında Muhyiddin Efendi şöyle anlatır (241:77):
Oğlu ve halifesi Ahmed Esrar Efendi: Tarih-i tevellüdü 1259 Cemaziyelahi rinin ikinci perşembe günüdür. Mezbf:ırun fıskıyatı aleme ifşa olduğundan Meclis-i Meşayih'e dahi intikal eder.Tekkeyi kerhane hükmüne koyduğu te vatüren sabit ve bu cihetle müttehem olarak kasr-ı yed yahut tekkede müs takillen bir vekil ikamesi tarafına gidiliverse de kimse kabul etmez. Tariki meşayihinin ittifak ve kararıyla tevbe ve istiğfar ve bir senede raht ile meşa yihin nezareti altında bulunarak affolunur. Merkez tekkesinin aş cemiyetle rinde ekser-i meşayih burasını Nazır Çerkeşi'ye kabul ettiririrler (Muharrem 1308). Asıl işin tevatür bulmasına sebep, Mazhar Paşa'nın damadı serbest ha rekette bulunduğundandır.
Revnakoğlu yukarıdaki notlara Esrar Efendi için bilhassa zakirliği cihetinden ilave lerde bulunur (241:78):
Şeyh Ahmed Esrar Efendi, 15 Zilkade 1323 Çarşamba gün irtihal ederek ce naze namazı Fatih Cami'-i şerifinde bade'l-eda tekkesine defnolunmuştur.
Not: 1264 tarihinde Hoca Şeyh Mehmed Sadık Efendi'den şerbet içerek 1277 Şabanının beşinci günü cumartesi biat eylemiş ve kendisine 200 kelime-i tev rud ile beraber çavuş şeddi akdolunmuştur.
Gayet tesirli, ince bir sesi vardı. Zamanının pek muktedir, tanınmış zakirba şılarındandır. Hakikaten usta adamdı. Fındıkzade Tekkesi'nin son zamanlara kadar zakirbaşılığını yaptı.
Türk Musiki Antolojisi'nde (ll, 392) kısaca şöyle denilmektedir: "Kıztaşı'nda Şeyh Sırrı Efendi Tekkesi şeyhi Esrar Efendi de ilahi, şuğul, durak, mevlid ve
mersiye okurdu. H.1324 (M.1906) Muharreminde vefat etmiştir.Tekkesinde medfundur." (Bu tarih yanlıştır!}
Kadirihane Tekkesi şeyhi Muhyiddin Efendi'nin tomarında bu tekkenin sadece iki şeyhinden, Mehmed Sırrı Efendi ve oğlu Esrar Efendi'den bahsedilir.Revnakoğlu dosyalarında tekkenin ise bundan önce ve bundan sonra gelen şeyhleri de yer alır. Bu diğer şeyhlerin büyük kısmı Muhyiddin Efendi'ninbir başka eserinden, Mô-Hasal-ı Ömrüm' den iktibas edilir.Revnakoğlu her ne kadar bu son eserin isminivermiyorsa da dilve üslUp Muhyiddin Efendi'nindir.
Esrar Efendi'den sonra posta Mehmed Arif Efendi geçti,ancak tekke ortada yoktu.
Evkaftan bu tekkenin tamiri için tahsisat çıkması iktisadi mekanizmanınşartlarınca muhaldi.Muhitinde teşekkül etmiş bir cemaat ya da bünyesinden çıkmış birşubeden mahrum bu tekkeye herhangi bir metinde kıymet verecek bir mütalaa da bulunmaz. Henüz post sermeye elverişsiz bu harap tekke, en namüsait zamanda aradığıadamı, Fetvahanede ı<atip Arif Efendi'yi bulmuştu. On dokuzuncu asrın bu tekkedeki son postnişini,tekkeyi ihdas eden Mehmed Said'in dayısı cihetinden akrabası olan Nakşi' Mehmed Arif Efendi'dir. Tekke bir süredir haraptı. Meclis-i Meşayih Reisi Muhyid din Efendi, onu gerçekleştireceği imar için temin edebildiği her malzemeyi tekke bahçesine istif eden gayretli bir kişi olarak takdir eder.O, iş bilen, kuvvetini sonuna kadar üzerine aldığı vazifenin ikmaline sarf eden irade adamlarındandı. Şahsi inadı dışında azmini neticelendirecek bir siyasi irtibattan büsbütün mahrum deği di, ancak ne Tahsin Paşa'yla münasebeti ne de Arap izzet Paşa'yla yakın dostluğu bu hususta müspet bir netice verir.
Tekkenin müsakkafatını esnafın dahlinden kurtarmak ümidiyle Evkaf koridorlarını aşındıran, davalardan netice almak için mütemadiyen mahkeme katipleriniyoklayan Arif Efendi, ısrarlımücadelesinin mükafatını ancak otuz yıl sonra aldı!
Mô-Hasal-ı Ömrüm' de bu son şeyh için şu bilgiler yer alır (72:289,286):
Şeyh Hacı Mehmed Arif Efendi b. Hüseyin: Mumaileyh bir miktar mürekkep yalamış ve hayli müddet Evkafta tekkenin müsakkafütıyla uğraşmaktadır. La ki n nuküd -ı vücud u olmadığından eline geçtikçe çerden çöpten bir iki kümes gibi şeyler ile imarına gayret ediyor. Tarik-i Nakşibend iyye'den Seliıniye şey hi Said Efendi'nin halifesi görünüyor ki bilahare Seyyid Velayet şeyhi Arap Mehmed Said Efendi'den icaze aldı, fakat Selanikli Melarniyye'den meşhur A rap Hoca'ya mensubiyetle müştehir ve Melamilik'e müteariftir. Her ne ise tekke imar ve arsa bulunmak hasebiyle etraftan tecavüz ve vakfını kasr ve harikler münasebeti ile hali ve mamuriyetini biJenler kalmadığından imar ve inşasl için çok sa'y u gayret ve etraftan vuku bulan tecavüzat için açtığı dava nizamen 30 sene mürur ettiği için "Bakılmaz!" cevaplarıyla mahkemelerden red ve birçok avazız ve maniler zuhur ettiği halde peşini bırakmayıp Evkaftan imar ve inşa ve hucurat bi nasına muvaffak olarak bu kere 1317 senesi Zil-
hiccesinde cuma günü mevlid-i şerif kıraati ile küşat ve Seyyid Velayet şeyhi tarafından iclas olunarak tekkeyi icat ve klas edilmiştir. Hasılı tekkeyi aldığı günden beri uğraşmaktaydı.
Başkatip Tahsin Paşa ile çok yakından münasebeti olan ve onun hizmet ve maiyetinde bulunan Şeyh Arif Efendi'nin Arap İzzet Paşa ile de dostluğu var dı. Buna rağmen tekkeyi istediği şekilde yaptıramadı.
Uzun boylu, iri yapılı, müşekkel ve uzun seyrek sakallıydı. Yetmiş yaşından fazla, fakat dinç bir adamdı.
Revnakoğlu, Muhyiddin Efendi'nin yukarıda Şeyh Mehmed Arif Efendi için "bir miktar mürekkep yalamış" ifadesine itiraz eder (72:288) "Fatih dersiamlarından meşhur İstanbullu Şevket Efendi'nin güzide çıraklarından olan Şeyh Arif Efendi hakkında bu ifade çok haksız ve insafsızdır. Hoca Şevket Efendi de Manastırlı İsmail Hakkı, Şehri Ahmed Efendi,Rumeli kazaskeri Hacı İbrahim Edhem Efendi,Cumalı Hoca gibi meşahTr-i ulemayı rahlesinde ders okutmuş ve icaze vermiş eradıldandır."
Muhyiddin Efendi,yukarıda Mehmed Arif Efendi'nin tekkenin imar ve inşası için tekke arsasına yapı an tecavüzlere karşı çalışmalarından ve davalarından bahseder. Revnakoğlu buhususu biraz daha açar ve vefatını anlatır (72:287,282):
Şeyh Arif Efendi'nin bu imarı tekkenin arkasındaki Medrese Sokağı'nda za manın meşhur hayalüerinden Bedestenli Ali Rıza'nm haremi ve maruf Mev levi şairlerinden İhsan Mahvi el-Mevlevi ile Katip Abdülkerim el-Bedevi'nin valideleri Halide Hanım'a ve onun annesi Hatice Hanımefendileri n 3 numa ralı iki katlı büyükçe bir evin yeri de tekkeye ait olduğu birçok şahitler ile
ispat yoluyla meydana çıkarılarak derhal yıkttrılmış, bahçesiyle beraber mü him bir kısmı tekkeye verilmiştir.
Şeyh Arif Efendi, tekke yandıktan sonra Aşıkpaşa Mahallesi'ne taşmmış, bi r iki sene orada oturmuş, sonra Vefa'ya Molla Teberrük Mahallesi'nin (eski kayda nazaran Vefa kurbünde Hoca Teberrük Mahallesi'nde imam Vücud Efendi Sokağı'nda mükerrer 40 numaralı hanede) Yahya Efendi Sokağı'nın içinde, eski Rehber-i Saadet Mektebi'nin karşı sırasındaki 8 numaralı eve nakletmiş ve orada irtihal eylemiştir.
Not: Şeyh Mehmed Arif Efendi, tekkeyi ve çeşmeyi yaptıran Mehmed Said Efendi'nin dayısı tarafından akrabasından bulunuyordu. Aslen Arnavuttur. Fetvahane katipliğinde çalışırken tekkeye şeyh olmuş, 1327 Şubatının sonla rında ve 78 yaşında göçmüştür. Karacaahmet'te Karaca Ahmed Türbesi'nin arkasında medfundur. Vasiyeti üzerine taş konul mamıştır.
"Medresenin arkasında ve caminin cümle kapısına bakan tarafta bulunan dergah-ı şerif, 1328'de miraç kandiline rastlayan bir Cuma günü ikindi üstü çıkan Büyük Çırçır yangınında tamamıyla yandı. Yerinde şimdi apartmanlar vardır."
İstanbul'un ahşap binalarını öylesine yoklayan 1894 zelzelesi,esas tahribi kargir yapılarda icra etti.Kapalıçarşı'yı taş yığınına çeviren, minareleri birer birer yere seren bu felaket, Dülgerzade'nin minaresini de devirdi.Anlaşılmaz sebeplerle, 17. asırdan kalma Süleyman Paşa'nın haziredeki türbesi,yanındaki su terazisiyle beraber sır oldu. Kubbenin mimarisi tamamıyla değişti.Mezarlar yerleriniterk etti.
Fatih, istanbul'u fethettiği gün Bizans'ın bakımsız harap halini görünce dudaklarından şu beyit dökülmüştü:
Perde-dari m kuned der-kasr-ı kayser ankebut Bum nevbet mizened ber tarüm-i Efrasiyab
Dülgerzade Camii'nin arkasında, şimdiki Eski Saraçhane Sokağı'nda aşağıdaki fo
toğrafta görüldüğü gibi hazire, bir zamanlar burada bulunan medresenin hazire siydi. Tekke, su haznesi ve caminin Eski Saraçha ne Sokağı'nda hala mevcut olan çeşme Said Efendi'nin hayır eserleridir.Revnakoğlu su haznesi için "Şimdiki Kristal Kıraathanesi'nin bulunduğu yerde hazne vardı,yangında çok işe yarardı" diyordu. Tanışık'ın İstanbul Çeşmeleri'nde Dülgeroğlu Camii Çeşmesi için "banisi bellideğildir" hükmüne de (72:278) "Banisi cami'-i şerifin haziresinde yatan Mehmed Said Efendi
b. Hacı Mehmed'dir ki 1227 tarihli mezar taşında da çeşmenin ve hankahın banisi olduğu yazılıdır" itirazını eder.
Su terazisi ve Dülgerzade Camii'nin 1940'ta görünüşü (Encümen arşivinden)
Hazire:
Hayriye Rabia Hanım (72:277): Yerde, vebadan ölenlere mahsus başlıklı, mis tarlı mermer taş, sülüsle: "Bir kuş idim uçtum yuvadan - Ecel ayırdı beni ana dan babadan - Efendim okumadan geçmeyin buradan - Şefaat ederim size ben Huda'dan - Cebehane çorbacısı Molla Ağazade keri mesi merhume ve magföre Hayriye Rabia Hanım ruhıyıçun fatiha, 15 Zilhicce 1237"
Sertürbeda r Ahmed (72:276): Yerde, başında büzme dikişli cesim kavuk, mistarlı mermer taş, sülüsle: "Hüve'l-Hallaku'l-Baki - Erhamü 'r-ra hirnin olan Allah azze şanehu Sertürbedar Ahmed kuluna ve bilcümle mü'minin ve mü'minata rahmet eyleye, amin. Rızaen lilliihi taala el-fatiha, 12 Rebiülahir 1243"
Haffafzade Mehmed Arif Ağa (72:276): Başında destarlı imame, mistarlı be yaz mermer taş, sülüsle: el-Baki - Çün ecel geldi ona olmaz aman - Cürmü nü afv eyle ya Rabb-i Mennan - Mağfi ret kıl olmasın hali yaman - Mazhar-ı nuru şefaat kLl her zaman - Haffafzade Meh med Arif Ağa ruhuna fatiha, 11 Safer 1245"
Fatma Hanı m {72:276): Baş tarafı ziy netli, eğrilm iş, mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle:"Kim ki dünyada i ka met ey ledi - Yine ol saatte hicret eyledi - Hacı Yahya'nın ki şeyhi Laleli - Duhter-i pakj çün rıhlet eyledi - Nevreside hayfa sür meden bir dem safa - Gitti hayfa yaktı hasret eyledi - Geldi hatiften bu tarih-i cevheri - Fatma Hanım meyl-i cennet eyledi. Fatiha, 12 Ramazan 1313"
•
Şeyh Ah med Kulu (72:276): Başında müjganlı Kadiri sikkesi, mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "Ya Hfı - Olıcak ferman-ı Hak ister icabet davete - Em rine muti' olan cümle erdi devlete - El çekip fa ni cihandan erdi kurb-ı rah mete - Şeyhi tarik-i Kadiriyye'den erdi hazrete - Alı p sırr-ı tevhidi Şeyh Mem duh ... - Magfür ve merhum Şeyh Ah med Kulu ervahına, 1268"
Dülgeroğlu Hoca Şemseddjn Ahmed
.
:::' f.:V::·
,;,_ ,.....;
r
...._
Efendi (72:275): Başlıksız, tepesi sivri, mistarlı beyaz mermer taş, talikle: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki - Bani-i cami'-i şerif merhıim ve magfür Dülgeroğlu Hoca Şemseddin Ahmed Efendi ruhıyıçun el-fatiha, 887"
Mehmed Said Efendi (72:275): Muntazam mermer pehle üstünde sağlamca merkuz başlıksız, mistarlı beyaz mermer taş, talikle: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki
- Cemi'-i ehl-i iman ervahına ve bu çeşmenin ve hankahın banisi tarikat- ı Nakşibendiyye salikanından Mehmed Said Efend i b. el-Hac Mehmed ruhuna el-fatiha, 11 Cemaziyelevvel 1227"
Mehmed Efendi (72:275): başında dilimli küçük kavuk, eskice; mistarlı mer mer taş, sülüsle: "Hüve'l-Baki - Şeyh Said Efendi'nin oğlu merhum ve magfür Mehnıed Efendi ruhıyıçun fatiha, 27 Ramazan 1221"
Saliha Kadın (72:275): Baş tarafı ziynetli, zırhlı ve mistarlı beyaz mermer taş: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki - Said Efendi'nin zevcesi merhume ve magfürun leha Saliha Kadın ruhıyıçun el-fatiha, gurre-i Ramazan 1210"
Mehmed Salih Efendi (72:275): Başında yandan çiçekli, dilimli kavuk, m istar Jı beyaz mermer taş, talikle: "Hüve'l-Baki - Şeyh Said Efendi'nin nedi mer hum ve magfürun leh Mehmed Salih Efendi rılhıyıçun el-fatiha, gurre-i Mu harrem 1256"
Dülgerıade
Tekkesi'nde mevcut olan vakıf eşyalarınınlistesi (241:20)
Yayla Camiive İbni Melek
Tekrar Millet Kütüphanesi'ne dönüyor, kütüphanenin yanından aşağı sarkan Ali Emiri Sokak'a giriyor, sokağın devamı olan Sofular Caddesi'ne sarkıyoruz. İleride sağda l<ambur Mustafa Paşa Camii adıyla da bilinen Yayla Camii önündeyiz. (İskender Paşa Mahallesi, 1993 ada,28 parsel)
Aydı noğu lla rı devri ilm iyesinden İ bn Melek (Abdü llatif ) ve yi ne "İbn i Melek" adıyla maruf olan oğlu Mehmed'İ n ma kam taşları n ı n bulu nd uğu b u hazi resiyle d ikkat çeken Yayla Cami i -Kambur Mustafa Paşa Cam ii, 1918 Fati h yangı n ınd a ya n m ış, ka lan ha ra besi de 1945'te büsb ütü n kald ı rılmıştı. Kam bu r Mustafa Paşa'n ın (ö.1665) yaptı rd ığı bu cam i, en son 2006'da yen iden ya ptı rıld ı.
Revnakoğlu, sadece İ bni Melek ve oğlu nu n makam taşına Osmanlı M üellifleri 'nden
na kille temas eder (227:167-68):
İbni Melek, Tireli meşhur müeliiflerdendir. İsmi Abdüllatif Efendi'dir. 797'de göçmüştür. izmir'in kazalarından olan Tire'de kendi medrese ve kütüpha nesinin bulunduğu yerde ziyaret olunan türbesi vardır. Sofular yokuşundaki makam taşıdır.
İbni Melekzade Mehmed Efendi, İbni Melek'in fazıl ve kamil oğludur... 854'te göçmüş, Tire'de babasının yanına sırlanmıştır. Sofular'da babasının olduğu gibi kendisine de makam taşı dikilmiştir.
Revnakoğlu'n u n bu hazired e medfu n Ma'rifıyye'd en Ali M u hı lis'i n kitabesi d ikkati ni çeker ve 8 Eylül 1955'te d osyaları na aktarır (147:158):
Büyük Fatih yangmında yanmış Yayla Cami'-i şerifinLn metruk haziresinde Tireli İbni Melek hazretlerinin makam taşı olarak meydana getirilmiş türbe sinin caddeden görünüşüne göre solunda tek şahideli, mermer kapaklı, biraz yerinden çıkmış ve eğrilmiş mezar, başında Aziziye fesi, kitabesi talik ve mis
tarlı: "Ya Hu - Esbak zabtiye müşiri devletli Hüsnü Paşa hazretlerinin mühür
darı olup tarikat-i aliyye-i Rifa'iyye meşayih-i kiramından, Bursa sancağına tabi Harmancık kazas111dan reşadetli merhum eş-Şeyh es-Seyyid Ebubekir Zahri Efendi hazretlerinin mahdumu ve bende-i Hazret-i Ma'rifi merhum ve magfürun leh Ali Muhlis Efendi'ni n ruhıyıçun fatiha, gurre-i Receb 1289 yevın-i pençşenbe"
Sofular Caddesi'nden inerken sola dönen Yeşil Teld<e Sokağı'na giriyoruz. Biraz ileride, sağda,33 numaralı binanın bulunduğu yerde eskiden Ordu Tekkesi(Yeşıl Tekke, Yesari Efendi Tekkesi, Çifte Vav Tekkesi) vardı. (lskenderpaşa Matıallesı. 1065 ada, 52 parsel)
Tekke, Cerrrahiyye'nin İstanbul'daki birçok şubesinden biriyd i (25:45):
Sofular civarı nda, eski Çelebi Mehmed Ağa Hamamı kurbünde, Çelebi Ha mamı Sokağı'nda idi. "Yeşil Tekke" ve "Yesari Efendi Tekkesi" namJanyla ma ruftur, "Çifte Vav Tekkesi" de denilirdi. Cumartesi günleri ayin-i Nureddin icra olunur.
Zaviyeyi yaptıran Ordu şeyhi Hafız Mustafa Efendi'dir, "Ordu şeyhi Hafız Efendi" derler, 3.778 kuruşa kendi malından m üceddeden bina ve inşa ey lemiştir. 1298 senesinde Şeyh Ali Bahaüddin Çelebi'nin vekili Şeyh Muhte rem Efendi tarafından da tekke-i mezkurun selamlık tarafı müceddeden bi na olunmuştur.
Fahreddin Erenden'in notlarına göre tekkenin "YeşilTekke" adıyla şöhretine, ilk şeyhi Mustafa Efendi'nin sık sık iştirak ettiği seferlerden ve ifa etti haclardan dönüşünde tekkeninyeşile boyanması sebep olmuştu. Buşeyhin halifelerinden ve Kubbe Tekkesi şeyhlerinden Hafız İsmail Hilmi'nintekkenincümle kapısına bakan duvarına yazdığı sülüs çifte vav,tekkeyi "VavlıTekke" diye de maruf etmişti.
1903 veya1904 tarihlerinde yanan tekkenin uzun süre boş kalan arsasına daha sonra devlet daireleri yapı dı (25:45):
Yeşil Tekke Sokağı'nda arsası duruyordu, 1965'te üzerine idare-i hususiye bi nası yapıldı. Yakın zamanlara kadar bir kısım harabesi duran Çelebi Hama mı'run 196l'de kubbesi çökmüş, sonra da etrafı kendiliğinden yıkılarak arsa sına gecekondular yapıJmıştır, halen bu vaziyettedir.
En son arsasında yükselen bina, Fatih kaymakamlık binasıydı. Kaymakamlığın bu radan taşınmasıyla şimdi burası "İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Fatih İlçe Çalışma Grup Başkanlığı"na tahsis edildi.
Revnakoğlu'nun yukarıda bahsettiği Çelebi Hamamı'nın arsası, YeşilTekke Soka ğı'nda 11 numaralıbina ve arkasındaki arsadır (1065 ada, 93 parsel).Aydın Ünsal bir yazısında bu hamamın akıbeti için (231:108) "Çelebi Mehmed Ağa Hamamı metruk bir halde iken 1931-32 senesinde kışın bir gece çökmüştü. Hamamın yerinde bugün Güngör Apartmanı yapılmıştır" demişti.
Fahreddin Erenden'in Envôr' ından (25:39)
Tekkeni n ilk şeyhi "Ord u Şeyhi" de denilen Mustafa Efend i'ydi. Revnakoğlu, Mu hyid din Efend i'ni n tomarı nda n (25:43) "Şeyh Mustafa Efendi (Ord u Şeyhi Hafız Efend i), Ayasofya'da da kü rsü şeyhiyd i. Neccarzade Şeyh Mustafa Rıza Efendi'yi kend i vasiyeti üzeri ne bu nlar gasl edip ve sabun un un ma-baklsi ile lifi ni alıp "Bizi dah i bu nu n ile gasl eylemek gerekti r" demiş ve bi r hafta sonra yani 1208'de irtihal eder. Zaviyesind e tevhidhane derun u nda medfu ndu r. Nazmi Efendi Tekkesi şeyhi Abd ü lhali m Efendi'ni n
i nfısaliyle ordu şeyhi tayin buyu ru lmuştu r" der ve Şeyh M ustafa için "Sertarlkzad e halifeleri ndendir. Ku bbe şeyhi Hattat Büyü k Hilmi Efend i, Ord u şeyhind en teberrü ken icazetname almıştı r, vefatı na da tarih söylemiştir" notu nu i lave eder.
Revnakoğlu, N u redd in Tekke şeyhi Fah redd in Erenden'in fnvôr'ını n altıncı defterinden Ord u Şeyhi Mustafa Efendi'yi notlarına aktarır (25-3-40):
Kutb-ı daire-i mütehakkıkin Sertarikzade Şeyh Mehmed Emin el-Cerrahi kuddise sırruhu'I-ali hazretlerinin diğer halifesi eazım-ı evliya-i kiramdan ve eazım-ı kümmelin-i meşayih-i tarikiınizden Şeyhü'l-hac Hafız Musta fa el-Cerrahi hazretleri, "Ordu Şeyhi Hafız Efendi" denilmekle meşhurdur. An-asl Kırımlıdır, Kırım müftüsü Şeyh Mustafa Efeındizade'dir. Ulum-ı ib tidaiyyeyi tahsilden sonra memleketinde hafız-ı Kur'an-ı azimü'ş-şan olup ulum-ı aliye ve aliyeyi tahsil etmek üzere İstanbul'a gelip evvela Fatih - Tab hane Medresesi'nde badehu yine Fatih civarında Hafız Ahmed Paşa Medre sesi'nde tahsil etmek üzere ikamet etti. Esna-yı tahsilde zikri mesbuk Madru bi Efendi'nin Sertarikzade Şeyh Sertarik hazretlerinin keramat-ı ilmiyye ile
keramat-ı kevniyyelerini izhar etmesi üzerine Ordu Şeyhi Hafız Efendi haz retleri mürşid-i müşarünileyh rıdvanullahi aleyhi hazretlerine Fatih - Kum rulu Mescit'teki dergah-ı şeriflerine (Salı Tekkesi'ne) giderek kendilerine in tisap edip hem ilm-i zahir ve hem de ilm-i ledünni tahsil etti.
1158 tarih-i Hicrisinde mürşid-i azizi hazretleri tarafından ilbas-ı tac u hırka ve i'ta-yı izn ü icaze ve tefhim-i emanet oldu.
1160 tarih-i Hicrisinde Fatih Cami'-i şerifi civarındaki Sofular Mahallesi'nde Çelebi Hamamı Sokağı'nda almış olduğu hali arsa üzerine 3.778 kuruş sar fıyla bir dergah-ı şerifi bina ve ihya eyledi ve yevm-i mahsusunu cumartesi ye tahsis edip resm-i küşadında Hazret-i Pir kuddise sırruhu'l-münirin ikin ci halifesi kutb-ı daire-i irşad Şeyh Mehmed Hüsameddin Merdi el-Cerrahi hazretlerinin hankah-ı şerif-i Hazret-i Pir'de zaman-ı irşadda bulunduğun dan veli-i müşarünileyh hazretlerinin dest-i reşadet-penahileriyl e resm- i ic las icra edildi.
1170 tarih-i Hicr1sinde zuhur eden Nemçe muharebesinde İstanbul'da Ye nibahçe civarında Baruthane Yokuşu'nda kain Şeyh Nazmi Efendi Dergah-ı şerifi şeyhi Abdülhalim Efendi ordu-yı hümayun şeyhi iken ba-iradet-i pa dişahi azledilip yerine Şeyh Hafız Mustafa Efendi hazretleri tayin edildi ve ordu-yı hümayuna iştirak eden meşayih ve hulefü ve dervişana pişva olarak ordunun önünde serhatte küffar ile muharebatta bulundu. Ve azim fütuhata nail olduğundan Mora ceziresinde vaki Kalavrita kazasında Peştençe'te kain tarikat-ı aliyye-i HaJvetiyye'den kutbu'l-arifin eş-Şeyh Ali Efendi hazretleri nin dergah-ı şerifi meşihatı ile dergah-ı şerif-i mezkurda Kalapaçona nam karyede Sultan Ahmeid Han tabe serahu hazretlerinin evkaf-ı şerifesi olan çiftliklerinin tevliyeti ba-irade-i padişahı uhde-i liyakatlarına tevcih edildi. Ve asr-ı Sultan Mustafa Hani'de ati't-terceme hulefa-yı tarikimizden Sadrazam
Muhsinzade'nin zaman-ı sadaretinde dahi liva-yı şerif şeyhi olupı182 tarih-i
Hicrisinde Moskof seferinde yine ordu-yı hümayun ile gidip 1187 tarih-i Hic risinde avdet buyurdular. Bu muharebede azim fedakarlıkları görüldüğünden Hamidiye sancağında vaki Eğirdir kazasında kain "Kabasakal Zaviyesi" denil mekle meşhur merhum Hacı Kadri Efendi Dergah-ı şerifinin cihet-i meşihat ve tevliyeti uhd e-i reşadetlerine ba-irade-i padişahi tevcih edildi.
Muharebeden avdet ettikten sonra on iki adet dervişleri ile birlikte hacc-ı şerife azimet edip fariza-i haccı eda ve Ravza-i Mutahhare'ye yüz sürmekle haccu'l-Harameyn olarak avdet buyurdular.
Sertarikzade Şeyh Sertarik hazretlerinin ilbas buyurdukları sarı çuha üzeri ne siyah iplik ile dikilmiş "suzeni"yi tac-ı şerifin suzenisi, bulunmuş oldukları muharebatta nail-i murad olduklarına işaret olmak üzere yeşil iplik ile di kip giymişlerdir, zira ehlinin malumudur ki yeşil renk nail-i murad olduğuna işarettir.
Vefüt-ı alilerine kadar İstanbul'da altı adet meşahir-i meşayihten mürek kep heyet tarafından İstanbul ve sair bilad-ı İslamiyye'de bulunan tekaya ve zevayanın umuru idare edilmekte iken mezkur heyetin lağvı ile müşarüni leyh Ordu Şeyhi el-Hac Hafız Mustafa Efendi kuddise sırruhul-ebedi haz retleri ba-irade-i padişahi mümeyyiz-i tarik oldu ve mensubin-i turuk-ı aliy yeden olup da kendisinden mugayir-i adab zuhur edenlerin terbiyeleri için Ağakapısı'nda falaka - değnek ve maiyetinde iki nefer mumcu, haraççı ta yin edildi. Ve badehu yine irade-i padişahi suduruyla reisü'l-kurra ve Ayasof ya kürsü şeyhliğine tayin edilerek ve reisü'l-ulema oldu. (Kendisinden sonra Ayasofya kürsü şeyhliğine Babıali'de, Hocapaşa'da Nakşibendiyye'den Safvet Paşa Dergah-ı şerifi postnişini Şeyh Hacı Yusuf Efendi tayin edilmiştir.) Ve bu defa da maiyet-i mürşidanelerine Babıali'den iki nefer tebdil, tayin edildi.
Mensubin-i ilmiyyeden ve huffazdan bir zatın birinde hıyanetten gayrı bir su'-i hal vukuunda hazret-i şeyh-i müşarünileyh tarafından tedip ve icabında kendi dergahında tevhidhanenin altında ittihaz buyurdukları mahbushanede tevkif ve tecziye ederlerdi ve ile'l-ömr bu vazife ile meşgul oldular.
Menakıb-ı aliyyelerindendir ki Kumrulu şeyhi Latif Efendi'nin Gülşen-i Azizan'da yazdıklarına göre müşarünileyh Ordu Şeyhi hazretleri hacc-ı şerif ten avdetlerinde beraberlerinde gidip fariza-i haccı eda eden bendelerinden yedi adedi bir cumartesi günü mürşid-i azizleri müşarünileyh Ordu Şeyhi el Hac Hafız Mustafa el-Cerrahi hazretlerinin dergah-ı şeriflerinde cem' olup:
-
Bizler, azizimiz hazretleri ile birlikte huzur-ı saadet-i Fahr-i kainata varıp yüz sürerek müşerref ve mübahi olduk, lakin cemal-i ba-kemal-i Ahmediyye yi alem-i menamda müşahede etmek müyesser olmadı! Siz mürşidimiz efen dimiz bu babda iltimas buyurmalarını niyaz ediyoruz ... diye ba'de'l-mukabe le-i şerife hak-i pay-i reşadetlerine yüz sürerek rica ve ilticada bulundular.
Şeyh-i müşarünileyh hazretleri bunların birer birer kulaklanna bir emirde bulunur. Ertesi pazar günü akşamı - pazartesi gecesi alem-i rnenarnlann da her birisi yedi pirdaş ile birlikte Cenab-ı Sultanu'l-enbiya aleyhi ekme lü't-tahiyyat efendimizin huzur-ı pür-saadetlerine dahil ve nail olup iltifat-ı cihan-derecat-ı aliye-i peygamberiyyeye mazhar oldular ve sabahı pazartesi günü hankah-ı şerif-i Hazret-i Pir'e gelip makam-ı alide postnişin-i irşad bu lunan ati't-terceme Moravi Şeyh Mehmed Efendi hazretlerinin huzur-ı mür şidanelerinde hem-bezm-i sohbet olan mürşid-i azizleri Ordu Şeyhi el-Hac Hafız Mustafa Efendi hazretler ine arz ederler. Moravi Şeyh Mehmed Efendi hazretleri de bu hal-i nadirü'l-emsale onlar derecesinde memnuniyetler iz har ederek:
-
Pirdaşım efendi hazretlerine bu vaka-i rnübarekeyi çok görmem, buyurdular. Şeyh-i müşarünileyh Ordu Şeyhi el-Hac Hafız Mustafa Efendi hazretleri Fa-
tih civarında Sofular Mahallesi'nde Akarçeşme Sokağı'nda (şimdi Yeşil Tekke Sokağı) bina ve ihya buyurdukları dergah-ı şeriflerinde 48 sene icra-yı meşi hat ve terbiye-i nüfüs-ı sulikan ile meşgul oldular. 1208 tarih-i Hicrisinde irci'i emr-i şerifine icabet edip bu alem-i faniden alem-i ahirete intikal etti. Gasli hulefasından ati't-terceme Kubbe şeyhi Hilmi Efendi hazretleri tarafın dan icra edildi. Cenazesi ayin-i tarikat üzere Fatih Cami'-i şerifine çıkarıldı. Cenaze namazı hulefa-yı tarikimizden ati't-terceme Şeyhülislam Çelebizade haf idi Zeynelabidin Efendi hazretleri tarafından Fatih Sultan'ın türbe-i şeri fesi önünde salifü'z-zikr Moravi Şeyh Mehmed Efendi hazretleri tarafından tezkiye ve dua edilip dergah-ı şerifinin mihrabı önünde ihzar edilen merkad-i şeriflerine defin-i hak-i ıtır-nak oldu.
(Türbenin ziyaret penceresi takında dört köşeli, m istarsız beyaz mermer ki tabede talik yazı ile şunlar okunmaktayd ı: "Hüve'l-Hayy - Sabıkan ordu-yı hümayun şeyhi merhum ve magfı'.ır eş-Şeyh el-Hac Hafız Mustafa Efendi kuddise sırruhu'l-aziz hazretlerinin rı'.ıhıyıçun el-fatiha, 1208)
Sinn-i şerifleri 80 ile 90 arasında olduğu mervidir.
Uzunca boylu, ak sakallıydı. Mübarek lihye-i şeriflerinin iki yanları hafifçe ve eni uzunca olup mübarek alnı çıkıkçaydı. Daima sarı tac-ı şerif üzerine siyah cüneydi destar sararlardı. Meşayihe mahsus entari ve kemer labis olurlardı. Gayetle ciddi, edip, kamil bir şeyh-i muhteşemdi.
İrtihallerinde hulefasından Kubbe şeyhi Hilmi Efendi hazretleri şu neşide-i tarihiyyeyi vücuda getirdiler, lafzen söylenilmiştir:
Mürşid-i salıib-keriımetfôzıl-ı ilm-i ledün Zôlıir ü batm mükemmel pür-fayı ü safa Ordu Şeylıi nam u şanıyla olan şöhret-şiar Pir-i dil-agah Şeylıü'l-Jıac Mustafa Olduğunda sal-i Hicret bin iki yüz sekiz İntikal etti cinfma Şeylı Hafız M ustafa, 1208.
Aziz-i müşarünileyh Ordu Şeyhi hazretlerinin kendi imzaları ile birkaç ev rak-ı mübareke ve Vahibü'l-Mevahib namında tasavvuftan Arabiyyü'l-ibare risale-i şerifesi hankah -ı Cenab-ı Pir'de mahfuzdur.
Aziz-i müşarünileyh hazretlerinin defeat ile iştirak buyurdukları muharebat tan fütCıhat-ı azime ile teşriflerinde ve hacc-ı şeriften avdet buyurduklarında dergah-ı şerifleri müteaddit defa yeşil boya ile boyandığından "Yeşil Tekke" diye maruf olmuştur. Yine hal ifelerinden Kubbe Dergahı şeyhi Hafız Hilmi Efendi hazretlerinin dergah-ı şerifin cümle kapısına karşı gelen duvara pek güzel ve sanatlı bir sülüs celisi ile çifte vav yazmış olmalarından "Vavlı Tek ken dahi denilmekteydi. Takriben 1321Hicri yılında tekke yandı, arsası kaldı.
Hamiş: Ehline malumdur ki hurlıf-ı hecadan vav harfinin mahreci dudak uç larından çıkar, ondan sonra hiçbir harfin mahrecinin çıkacağı mahal olma dığından vav harfinin bilcümle meharic-i hurüfu cami olduğuna işaret edil miştir. Bu sebepten bazı cevami'-i şerifede ve dergah- ı münlflerde kesret-i cemaate işaret olmak üzere enzar-ı ammeye karşı gelen bir münasip mahalle ekseriya cell hat ile tek veya çift vav harfi yazılırdı. Yine bazen dergah-ı şerif lerde tek veya çift olarak karşılıklı ism-i "Hu" yazarlardı. "Hu" harfi hurlıf-ı hecanın mahrecinin ihtidası, vav harfi de intihası olduğundan yirmi sekiz harfi cami olduğunu kasdederlerdi. Kur'an-ı azimü'ş-şan da ancak yirmi sekiz harfle tahrir edildiğinden bilcümle Kur'an-ı kerime işaret olunmuş oluyordu.
Şeyh Hacı Mustafa Efendi'nin halifeleri:
On üç halifesi varsa da silsilenamelerde yalnız ikisinin isimlerine rastlanıl maktadır, tercüme-i halleri tesbit olunamamıştı: Biri "Köse Şeyh" denilen Ha san Efendi'dir, diğeri de Hacı Hafız Mustafa Şakir Efendi'dir. Bu zat-ı şerif de mürşid-i azizi gibi ordu-yı hümayun şeyhi olup ordu-yı hümayun ile Silist re'ye gidip orada şehiden irtihal eylemiştir.
Kendisinden son ra Sofular'daki tekkede ve Mora'da Ali el-Halveti Dergahı'n da meşihat eden oğlu Şeyh Mehmed Sadık Efendi de kendisinden istihlaf olunmuştur.
Kubbe şeyhi Hattat İsmail Hilmi Efendi de Ordu Şeyhi Hacı Mustafa Efen di'den icazet alan halifeler arasındadır.
Revnakoğlu iktibasını "Aynı eserde diğer halifeler hakkında kısa malGmat veri miştir" notuyla bitirir.
Ordu Şeyhi Mustafa Efendi'densonra posta oğluve halifesi Mehmed Sadık Efendi el-Cerrahi Efendioturdu.Bu ve diğer şeyhleriRevnakoğlu'ndan aktarıyorum (25-41-44):
Oğlu ve halifesi Şeyh Mehmed Sadık Efendi el-Cerrahi: H.1213'te Mora'da şehi den vefat eylemiştir. Cezire-i mezbürede İnebolu Kalesi'ndeki dergah-ı şerifinde defin-i hak-i ıtır-nak olmuşlardır'.'
Bu dergah-ı şerif Mora ceziresinde Kalavrita kazasında Peştence'de kain Kut bu'l-arifin eş-Şeyh Ali el-Halveti hazretlerinin dergah-ı şerifleridir. Pederlerine vekaleten buranın meşihatını ifa etmekte iken vefat eylemiş, dergahın türbesin de Ali el-Halveti hazretlerinin ayak ucu cihetine gömülmüştür. Nureddin Asi tanesi'nin son postnişini merhum Şeyh Fahreddin Efendi'nin Envar-ı Hazret-i Nureddin isimli eserinde Şeyh Sadık Efendi'nin vefatı 1200 Hicride gösterilmiştir.
Onun oğlu Şeyh Mehmed Nureddin Efendi: Tarik-i Nureddin'den Sirkeci şeyhi Hattat Şeyh Ahmed Efendi'nin halifesidir. H.1244-45'te doksan yaşını mütecaviz oldukları halde ahir çiçek illetinden irtihal edip zaviyelerinde büyük pederinin ayak ucunda defn olmuşlardır.
Şeyh Ahmed Şevki el-Yesari Efendi: Nureddin şeyhi Abdülaziz Efendi'nin halifesidir, "Macuncu imamızade" de denilir. 18 Safer 1292'de rıhlet. Zavi yesinde tevhidhanede medfundur. Aynı zamanda hattattır ve sadece "Yesari Efendi" diye meşhurdur. Camcılar şeyhi Ali Rıza Efendi, bu Yesari Efendi'den müstahleftir.
Onun oğlu Ali Bahaüddin Efendi Çelebi (Yesarizade): Altı aylık olduğu halde pederi terk eylemiştir.Veladeti H.1292. Kendisine Şeyh Yesari Efendi'nin da madı ve Çırakçı'da Helvai Tekkesi şeyhi Şeyh Seyyid Muhterem Efendj (vefatı 1309) mezbur Ali Bahaüddin Çelebi'ye vekalet eylemektedir ve bu dergahta ikamet eylediğinden H.1298 senesinde tekke-i mezkurun selamlık dairesini müceddeden bina eylemiştir, 22 Cemaziyelahir 1309'da vefat eyledi.
Fatih Cami'-i şerifi Kütüphanesi müdürlüğünden emekli bulunan bu Ali Ba haüddin Efendi ki "Kütüpha neci Ali Bey" diye bilinir, mahallesinde "Bakkal Ali Bey'; "Muhtar Ali Bey" derlerdi. H.1322'de Hazret-i Nureddjn Hankahı şeyhi Yaşar Efendi'den istihlaf olunmuştu.
Kütüphaneci Ali Bey yıllarca Fatih Cami'-i şerifi içindeki kütüphanede ha fız-ı kütüblük ettiği halde ilim ve irfan ile alakası olmadığından gündelik ga zeteden başka bir şey okuduğu görülmemiştir.
Çocukluğunda kendisine Nureddin Asitanesi sertariki Seyyid Mehmed Muhterem Efendi niyabet eylemiştir. Sivri sakalıyla oynamaktan başka he men hiçbir şeye aklı ermeyen, yüzü gülmez, konuşmaz, durgun bir adamdı. Son zamanlarda Nureddin Asitanesi'ne kendisi de sertarik olmuş ve dergah ların seddine kadar bu vazife acizane, son derece kifayetsiz bir şekilde fakat devamlı olarak sadakatle ifa eyledi. 27 Nisan 1938 Salı günü göçtü.
Bıçakçı Alaaddin Camii - Alaaddin Tekkesi
Ordu Tekkesi'nin hemen yanından Yeşil Tekke 2.Çıkmazı'na giriyoruz.Aşağıda Bıçakçı
Alaaddin Camii- Alaaddin Tekkesi'ni görüyoruz. (İskenderpaşa Mahallesi, 1065 ada, 16 parsel)
Cami-tekkenin banisi Şeyh Alaaddin'in kimliğikaynaklarda netleşmemiştir.Sicill-i Osmôn/'nin"TarTkat-i SühreverdT ve Halvet ricalinden Seyyid Yahya Şirvani hulerasın dan birşeyhtir.Halep'te neşr-itarikat etti ise de oradan ihracına o zamanki hükümet emir verdi. Ba'dehu memalik-i Osmaniyye'ye dahil olup burada 866 (1462)tarihinde vefat etti.Ehl-i hat, kamil bir zat idi" kaydını aktaran Revnakoğlu, bu cami-tekke ve banisine dair "Had/hatü'l -Cevômi" i n, Şahôyıh'ın yazdıklarına göre aslen mescittir, mescidin banisi Şeyh AlaaddinAli Kefev b.Şeyh Mustafa es-Sünbüli'dir 970 tarihinde Kefe'de Kasımpaşa Zaviyesi'nde irtihaleylemiştir" rivayetine de yer verir.
Muhyiddin Efendi tomarından ve Mô-Hasal-ı Ömrüm'den yukarıdaki bilgi ere atıf yapılarak şunlar denilir (185:189):
Şeyh Alaaddin Sılfi-i Halveti: Müşarünileyh, Sünbül Efendi hazretlerinin ha lifelerinden olup Kefe'de medfun bulunan Şeyh Alaaddin Efendi değildir, bu zat başkadır. Burada icra-yt meşihat eden Alaaddin-i Slıf i, Sinan Köyü'ndeki Şeyh Yusuf Sinaneddin'in halifesidir ve zaviyesinde medfundur. Fakat Şaka yık' ın kavlince Kefe'de medfun bulunan Alaaddin-i Kefevi bu tekkenin banisi olan zattır ve Sünbüliyye'dendir. Bizim Tomar-ı Kebir'e ve Şakayık'a nazar olunup şübhe def' oluna. Vefatı 970.
Seyyid Yahya Şirvaru halifelerinden olduğu da bazı yerlerde yazılıdır.
Eyüp'te İdrisköşkü'nde yatan, Bursa'da, Semamiye Medresesi müderrisi Ali
Arabi, bu Şeyh Alaaddin Efendi'nin hulefasındandır derler.
Diğer mazbut bir kayda göre mescidi yaptıran Fatih'in okçubaşısı Sinan Ağa'dır, mahallesi de vardır, dergahın şeyhi Alaaddin Efendi namına yaptırtmıştır.
Muhyiddin Efendi,tomarında Şeyh Alaaddin'den sonra birçok şeyhe fasıla vererek ikincişey hi Şeyh Yakup'tan başlatır(185:190-93):
eş-Şeyh Yakup Efendi: Mudanyalıdır. H.1223'te göçmüştür, tekkede medfundur.
Oğlu Şeyh Nizameddin Efendi: Mumaileyh Hasirizadelerdendir, Sa'diyye'den istihlaf olunmuştur.Üsküdar'da İnadiye'de Bandırmalı Tekkesi'nin karşısında Sa'di tac-ı şerifi ile medfundur. İrtihali 1238.
Şeyh Nureddin Efendi: Bu zat da Şeyh Yakup Efendi'nin oğludur. Celvetiy ye'den müstahleftir.Tekkenin meşihatı Şeyh Nizameddin Efendi ile müşterek verilmiştir.Ayrıca Sofular Tekkesi dahi birlikte tevcih olunmuştur.
Mumaileyh mahlwünd en Sofular Tekkesi'ni Şeyh Ömer Fuadi'ye vermişler, mahdumuna da yaJnız Alaaddin Tekkesi tevcih olunmuştur. Kendisi Hazret-i Hüdai şeyhi Ruşen Efendi'nin taallukatındandır. Mezar taşındaki tarih, Bur salı Şeyh Raik Efendi merhumundur. Rıhleti 10 Muharrem 1266.
Oğlu Şeyh Mehmed Emin Efendi (Saçlı): 1297'de vefat etmiştir.
Pek yaşlı imiş. Sa'diyye'den olduğu için kendisi zamanında bu dergah-ı şerif te Sa'diyye usulü icra edilmiştir. Meşayih-i Kacliriyye'den Zakirbaşı Abdüla ziz Efendi merhum, Şeyh Mehmed Ernin Efendi'ye ihtiyarlığı dolayısıyla bir müddet vekalet etmiştir.
Oğlu Şeyh Nizameddi n Efendi: Mumaileyhe tekke tevcihinde Hüdai şeyhi Ruşen Efendi Meclis-i Meşayih reisi olmakla başına teberrüken Celveti tacı geçirmiştir. Babasının babası Şeyh Nureddin Efendi de mukaddema yine Hü dai şeyhi posta iclas eylemiş imiş bu kadar yoğurt bulaşığı münasebetiyle.
es-Seyyid Halid Efendi: Bu dahi Celvetiyye'dendir. Tekkenin CelvetiJik'ten kurtulup aslına ricati için Sünbülilerden Balat şeyhi ve Müştakzadeler bu kere zat-ı şahaneye arzuhalleri üzerine ehliyeti tebeyyün için iradesi zuhur ederse de bizzat Hüdai şeyhi, reis-i meclis olmak sıfatıyla Ytldız'a gider, ilti mas ve arizasını takdim etmesi üzerine tekrar mumaileyh Halid Efendi uhde sine irade-i kat'iyye zuhur eder (Rebiülevvel 1306)
Zakir Şükrü Efendi'nin tomarında şeyh listesi daha kalabalıktır (185:194,196):
Şeyh Abdi Çelebi, Şeyh Mısri Ömer Efendi (Şems-i Sivasi torunudur. RLhlet H.1069. Not: Bu zatın Tophane'de Karabaş Tekkesi'nde de şeyhliği vardır), Şeyh Hamid Efendi, Şeyh Mehmed Müstakim (HaJvetidir. H.ll2l'de göçtü. Eyüp Türbesi haricinde medfundur, Sofular Şeyhi diye bilinir), oğlu Şeyh Fey zullah Efendi, onun oğlu Şeyh Hacı Mustafa Efendi (H.l 148'de göç), Şamiza de Şeyh Seyyid Ahmed el-Kefevi (15 Şaban 1187'de fevt), Mudanyalı Şeyh Yakup Efendi (gurre-i Safer 1223'te rıhlet), oğlu Şeyh Mehmed Nureddin Efendi (Yakupzade, 10 Muharrem 1266'da göç), biraderzadesi Sa'diyye'den Şeyh Mehmed Emin Efendi (Saçlı, Şeyh Nizameddin Efendi'nin oğludur, 29 Rebiülahir 1297'de göçtü), Şeyh Mehmed Nizameddin Efendi (Şeyh Meh med Eınin Efendi'nin oğludur, 3Rebiülevvel 1306'da fevt), Şeyh Halid Efendi (8 Rebiülahir 1334'te göç).
Revnakoğlu, son iki şeyhi, Edirne Hacı Mimi Tekkesi şeyhi Ahmed Sıdkı'nın oğlu ÜsküdarlıHoca Salih Nazım Efendi ve onun oğluAliSıdkı Bey'i müstakil bir notta ete alır.Son şeyhten geriye doğru giden bu son hanedan etraflıca ele alınır,yalnız not
edelim Ahmed Sıdkı,Edirne Hacı Mimi Tekkesi şeyhidir.(185:201-202):
Hayrullah Taceddin Yalım'ın Hoca Nazım Efendi içinyazdığı vefat manzumesi (185:199)
Sofular'da Molla Hüsrev Mahallesi'nde Akarçeşme Sokağı'nda, mukabele günü pa zartesiydi. Tekkenin son şeyhi İstanbul Be lediyesi zat işleri müdürlüğünde muamelat bürosunda çalışan Ali Sıdkı Bey merhum, dergahta oturmaktaydı. "Kurtar" soyadım almıştır.
Kendinden evvel icra-yı meşihat eden pe derleri Üsküdarlı Hoca Salih Nazım Efendi 5 Temmuz 1333 Perşembe - 27 Ramazan-ı şerif Kadir gecesi göçtü, 58 yaşındaydı; tev hidhanenin mihrabı önünde sırlıdır, taş ko nulmamıştır. Devrinin sayılı alimlerinden olan bu zat, huziır-ı hümayfın hocaların dan (muhatap) ve Üsküdar müciz dersiam larındandı. İki defa icazet verdi. En son Sul tanselim'de Medresetü'l-Mütehassısin'de ilm-i esbab-ı nüzul ve tefsir-i şerif müder risi oldu.
Babası Üsküdarlı Ahmed Sıdkı merhum Edirne'de Kadiriyye ve Rifa'iyye'den Hacı Mimi Tekkesi şeyhidir. 30 Temmuz 1332 -
-
-
Şevval 1334 tarihinde irtihal etti. Üsküdar'da Rifa'iyye'den Sandıkçı Ed hem Efendi'nin halifesidir.Kadiriyye'den de icazetnamesi vardır.
Üsküdar Tabaklar'da Rifa'iyye'den Çarşamba Dergahı'nın son şeyhi şair ve müellif Hayrullah Taceddin Yalım Bey, Hoca Salih Nazım Efendi merhumun hem halifesi hem de derslerinden mücaz talebesindendir. Babası Şeyh Meh med Şuai Efendi'nin vefatında küçük yaşta olduklarından kendilerine Hoca Şeyh Nazım Efendi merhum on beş sene kadar vekalet etmişti. Hoca merhu mun Celvetiyye'den olan hilafeti de Hazret-i Hüdai Asitanesi seccadenişini Gülşen Efendi merhumdandır. Kadiriyye'den de icazetlidir. Molla Gürani - Koruk şeyhi Zekai Efendi'den de ayrıca Sünbüliyye tacı giymiştir.
Şeyh Ahmed Sıdkı Efendi'nin halifeleri:
Şeyh Ali Haydar Efendi merhum: Üsküdar Sandıkçı Tekkesi son şeyhiydi.
Kendi oğlu Üsküdarlı Hoca Salih Nazım Efendi merhum: Hoca Nazım Efendi, Üsküdar müciz dersiamlarından ve huzur (muhatap) hocalarındandı. Bastı rılmamış Kaslde-i Bürde şerhi vardır. Şeyhliğinde bulunduğu Sofular Alaad-
din Tekkesi haziresinde mihrap önünde sırlıdır, taş konulmamıştır. Tahir Nadi, Hayrullah Taceddin, Yu suf Nizameddin Fahir ve Üsküdar'ın pek çok münev verleri bu zatın rahlesinde yetişmişlerdir. Tahir Nadi merhumun bu zat hakkında medhiyesi vardır. Kendi oğlu Şeyh Ali Sıdkı Kurtar Bey'le talebesinden Şeyh Hayrullah Taceddin Bey merhumdan başka halifesi yoktur.
Şeyh Ahmed Sıdkı Efendi merhumun bir halifesi de damadı Mehmed Kenan Bey'dir. Halen hayatta bulu nan bu zat, Edirne'deki Hacı Mimi Dergah-ı şerifinin son şeyhidir.
Tekkenin son şeyhi Şeyh Ali Sıdkı Kurtar (185:197) "20 Kasım 1958 Perşembe günü göçtü. Üsküdar'da bi- rinci adada yatıyor:'
Tekkenin zakirleri (185:195): Terlikçi Mehmed Efendi merhum (zakirbaşı), Fıstıkçı Mehmed Efendi merhum, Üsküdarlı Yusuf Bey (Muzika-i hümayun yüzbaşıla-
V E F A T
Buı;unı HQuuıyun hocaJanndan ve
Csk1!dar mudıı dersiamlarından mc Jn:ım tadletıft Salih NAzım Efendlnlıı otla. :AallY't 6 ncı BukuJc HAldm· den merhum!&%ileUQ hact. Naci E· rencllnln damadı NAmn. KAnm \'e
Hl1ner Kurtann babası. ınDhıa
.Al1Addlnl Halvet! dentlhı serltI olup
en-eJce uzun seneler lst. Belediyesi
zat tıerJ !ırndQr 1"1uavtnlll!ru1e bu· ıunan tSt. Vlllyetl Hususi Muhaı1ebe Sicil ve Emekli lıılori Mlldtırü
ALI sma KURTAR
201..l.958 RUnU Rn rııh.aıetlne
)tavuımutRır.
Cenazeai, LAleU BaJ•tianala ma hallesi füırijcsedeler katında ;,ı9 No. .ı nacih kWır.ıJak Beyarıt Calnde kılmılcAk !Sile namA%JDı nuıtealnp OskfJ!Wj Karaahmet kab-
rJ.stanma defii e(!ijlfji6 +
Mevlı\ rahm eyle
Celenk önderllmemf'.sl lıflbusa .rl·
ca olwıu
Alaa.ddin Tekkesi
rındandır. Tekkenin son şeyhi Ali Sıdkı Kurtar Bey'in dayısıydı, hayattadır.)
son şeyhi Ali Sıdkı Kurtar'ın vefat ilanı (185:198)
EkmelTekkesi - Sofular Tel<l<esi
Bıçakçı Alaaddin Camii'nin alt kısmından,Molla Hüsrev Sokağı'ndan Sofular Caddesi'ne çıkıyoruz.Karşımızda şimdi Kur'an kursu olarak kullanılan 11numaralı
Ekmel Tekkesi - Sofular Tekkesi'nin önündeyiz. (ıskenderpaşa Mahallesi. 2004 ada, 8 parsel)
Tekkenin ilk şeyhi Süleyman Rumi el-Halveti,Zakir Şükrü tomarına göre Edirneli Şeyh Mesud Acemi'nin halifesidir; kendisinden sonra posta halifesi Ekmelüddin Efendi (ö.H.985),ardından da Ekmelüddin'in halifesi Rusçuklu Şeyh Mustafa Beyani (Carullahzade) (ö.1597) geçti.
Ancak lıazirede, tekkenin son şeyhlerinden Mustafa Siret Efendi'nin kendi yazdığı şalıidede Ekmelüddin Efendi'nin vefatı "H.916" gösterilmiş ve onun Yahya Şirvan! halifesi ve bu tekken in ilk şeyhi olduğu ileri sürülmüştür (186:74):
Müzeyyen, nakışlımermer pehle üstünde yuvarlak, kalın, beyaz parlak mistarlı,baş lıksız mermer taş (tevhidhane mihrabı önünde), talikle: "Hüve'l-Baki - Ser-halka-i piran-ıHalvetiyan olan kutb-ı rabbanies-Seyyid eş-Şeyh Yahya eş-Şirvani kuddise sırruhu's-subhanihazretlerinin üçüncü hallfe-i bergüzidesive bu dergah-ı şerifin
ban -i eweli ve şeyhi kutbu'Hirifin eş-Şeyh Süleyman Ekmelüddin Efendi neweral lahu kabrehu hazretlerinin ruh-ı kudsiyyeleri için el-fatiha, 916. Nemekahu el-Fak r Şeyhzade es-Seyyid Mustafa S ret ufıye anhüma, 9 Ramazan 1302"
Şeyh Ekmelüddin'den sonra posta Mustafa Mustafa Beyanioturdu. Mustafa Beyani şeyhliğinden ziyade, arkasında bıraktığışairler tezkiresiyle meşhurdur. Medrese tahsili ardından Sükrul ah Halife'den hat icazeti almış, müderrislik ve kadılık vazi felerinde bulunmuş; hacdan dönüşünde Şeyh Ekmelüddin'e intisap etmiş, şeyhinin vefatından sonra yirmi yılkadar bu tekkede posta oturmuştu.
Mustafa Beyani'den sonra Ekmel Tekkesi postunda Kovacızade Şeyh Mehmed Efendi (ö.H.1026 - M.1617) irşada başladı. Kovac ızade, musikişinaslığıyla, dini besteleriyle dönemine tesir etmiş, yaptığı bestelerin kimi güfteleri mecmualarla günümüze intikaletmiştir.
Yukarıdaki ilk üç şeyhten sonra isimleri meçhul dört şeyh posta oturdu. Tekkenin şeyh silsilesi ancak bunlardan sonra tesbit edilebiliyor:
Molla Aşki Mahallesi'nde, Sunullah Efendi Sokak'ta bulunan Molla Aşki Gül şeni Tekkesi kurucu şeyhi Gürcü Şeyh Ali Efend i'rtin {ö. H.l 187 - M.l 773-74) halifelerinden Hafız Mustafa Efendi (ö.H.1206) Ekmel Tekkesi'ne Gülşeni lik'i taşıyarak şeyh oldu. Revnakoğlu bu şeyhin mezarını hazirede tesbit eder
{186:74): "Başında büyük Halveti tac-ı şerifi, rnistarlı beyaz mermer taş, sü-
)üsle:"Hüve'l-Baki - Merhum ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafür eş-Şeyh Gülşeni HafLz Mustafa Efendi ruhuna rızaen lillahi el-fatiha, 1206''
Tekkeye bu sefer sırasıyla MudanyalıŞeyh Yakup Efendi (ö. Safer 1223) ve oğlu Şeyh Mehmed Nureddin Efendi (ö. 1Muharrem1266) geldiler.
Şa'baniyye şeyhlerinden Ömer Fuadi-i San ile tekke yeni bir devre açıldı.Geredeli Şeyh Hacı Halil Efendi'nin halifelerinden olan Ömer Fuadl,28Cemaziyelewel 1274'te göçtüğünde tekkedeki türbesine sırlandı.
Revnakoğlu, Mustafa Rum 'nin divanında Ömer Fuad! için yazı mış aşağıdaki man zumeyi nakleder (186:95):
M eşfıyil ı-i İsllımbul hem oldular ona kul Cümleden oldu makbul Şeyh Ömer el-Fufıdi
İrşadında ka.vı'dirfeyzinde hemganidir Himmetinde sehidir Şeyh Ömer el-Fıttidi
Sal-i irşadı 011 beş simı-i paki altmı.ş beş Fevt tarihi yet miş beş Şeylı Ömer el-Fuadi
Mustafa iiftddesi hem dalıi şeyl1Ztidesi Azizi efendisi Şeyh Ömer el-Fwidf
Revnakoğlu,yukarıdaki manzumede Ömer Fuadi'nin vefat tarihinin "yetmiş beş" gösterilmesine binaen buraya "Sofular Tekkesi türbesindeki sandukası önündeki
levhada vefatıtarihi 28 Cemaziyelewel 1274'tür" notunu düşer.
Revnakoğlu, bir notunda Ömer Fuad 'nin halifelerinden Mehmed Münib Efendi'ye temas eder (186:83) "Not: Ömer el-Fuadl-i Sanl'nin hulefasından Şeyh Hafız Mehmed Münib Efendi 1306'davefat ile Üsküdar'da Karacaahmet'te gömülmüştür.Merôhıd-ı Mu'tebere-i Üshüdar'da tesbit edilen kitabeleri şöyledir: "Sofular Dergah-ı şerifi şeyhi kutbu'l-arifın Ömer Fuadl Efendi hazretlerinin halifeleri es-Seyyid eş-Şeyh Hafız Mehmed Münib Efendi hazretleri, rahmetullahi aleyhi,1306"
Ömer Fuadive bu tekkede onun ardından gelenler hakkında ma!Gmatın birçoğunu Sadık Vicdani'nfntomarından kaydedilmiştir.Vicda n ,Ömer Fuadlve takipçileri için şu bilgileri verir (Tomar-ı Turuh-ı Aliyye - Halvetiyye, s.76):
Hac1Halil Efendi merhumun hulefa-yı benamından birisi de Safranbolulu eş Şeyh Ömer Fuadi Efendi merhumdur. Tomarlarda "Ömer Fuadi-i Sani" diye mazbuttur.Müşarünileyh Sofula r'da elyevm mevcut ve mamur olan dergahta postnişin olarak irşad-ı ümmete himmet buyurmuştur. Hulefa ve müridanı içinde meşhur Şeyh Refia ve Şeyhülislam Arif ve Sadeddin Efendiler gibi ea zım mevcuttur.
İrtihalinden sonra makamma mahdlım-ı zi-fezaili eş-Şeyh Seyyid Abdul lah Rüşdü Efendi ve müşarünileyhin 1299'da irtihali üzeri ne yerine birader-i muhteremi eş-Şeyh Yakup Sıdkı Efendi kuud etmiş ve bunun da 1319'da vukü'-ı irtihali üzerine dergah-ı mezkür meşihatı bir müddet iki amcazade yani müşarünieyh Seyyid Abdullah Rüşd ü Efendi'nin mahd umu Şeyh Sey yid Mustafa Siret ve Yakup Sıdkı Efendi'nin mahdumu Şeyh Seyyid Yusuf Salahaddin Efendiler tarafmdan müştereken idare olunarak Seyyid Mustafa Efendi'nin ahiren Üsküdar'da Valide Dergahı postnişinliğine tayin kılınması üzerine Sofular Dergahı'ndak.i hissesini amcazadesine terk eylediğinden der gah-ı mezkur meşihatı elyevm Şeyh Yusuf Salahadd in Efendi uhdesindedir.
Ömer Fuad 'nin vefatından sonra büyük oğlu Abdullah Rüşdü Efendi (Fuad zade) (ö. 22 Muharrem1299) ve küçük oğlu Yakup Sıdkı Efendi (Fuadizade) (28 Şaban 1319) bu tekkenin şeyhi oldular.
Revnakoğlu (186:92), "Beyazıt başimamı,aileden fazıldostumuz Hafız Halid Beyefen di'nin söylediklerine göre, Şeyh Ya kup Sıdkı Efendi'nin irtihali H.1317'dedir,tekkenin türbesinde medfundur" bilgisine yer verir.
Son ikişeyh Mustafa S ret ve Yusuf Salahaddin Refi' Bey'di (186:83,80):
Şeyh Mustafa Siret b. Abdullah, Şeyh Abdulla h Rüşdü'nün oğludur. Yine münasafeten meşihatı almış, ilan-ı Meşrutiyet'ten sonra buranm şeyhli ğini kendi rızasıyla Salahaddin Bey'e keff-i yed ederek Üsküdar'a Valide-i Atik yahut Karabaş Tekkesi'ne postnişin olmuştur. Üsküdar Müftülüğü müsevvidlerindendir.
Not: Mustafa Siret Efendi, Meclis-i Meşayih başkatipliği zamanında İstanbul meşayihinin ellerindeki icazetnameler in suretlerini alarak kıymettar bir eser vücuda getirmiştir, Evkaf dosyalarında mahfuzdur.
Mehmed Yusuf Salahaddin Refi'i Bey merhum, Şeyh Yakup Sıdkı'nın büyük oğlu olan bu zat, tekken.in son şeyhidir. Tekkelerin seddinden bir müddet sonra vefat eyledi.
Sonşeyh Mehmed Yusuf Salahaddin Bey için Revnakoğlu şu notuda düşer (186:92): "Babıalid van-ıhümayun kuyudat kalemind e yoklamacıydı,aynı zamanda hattatla rından olduğundan "Yoklamacı Efendi" diye tanınmıştı.Reisü'l-hattat n HacıKamil Efendi merhumdan yazm ıştı.60 yaşının içinde irtihaleyledi.Te kkenin son şeyhidir."
Not düşelim, Revnakoğlu,bu tekkenin sondan bir önceki şeyhiMustafa Siret Efendi için Üsküdar Valide-i Atik Tekkesi bahsinde (169:39) "Valide-i Atik Cami'-i şerifinde cuma vaizi,Üsküdar Müftülüğünde müsewid ve mümeyyiz olarak vazife görüyo rdu. Son zamanlarda surre çavuşluğu da etmişti,durak okurdu" bilgisini de verir.
Şeyh Ali Efendi (186:73): Başında Halvetitac-ı şer fi, mistarlıeski mermer taş, sülüsle: "Hüve'L-Baki
- Sultan Selim Han Cami'-i şerifi hatibi merhüm ve magfurun leh eş-Şeyh Ali Efendi rühıyıçun fatiha, 1220"
Vekilharç AliAğa (186:73): Başında dilimlikavuk. sülüsle: "Merhüm ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafür KamilAhmed Paşa'nın vekilharcı AliAğa'nın ruhuna fatiha, 1177"
Aşçıbaşı Hacı Ahmed Ağa (186:92): Yerde, kısmen
...--------
vakanüvis Ahnıed
kırık, başlıksız, mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle:"Hüve'l-Hallaku'L-Baki - Merhüm ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-kadir Aşçıbaşı Hacı Ahmed Ağa'nın ve kaffe-i ehl-i manın ervahıyıçun rızaen lillahi taata el-tatiha, gurre-i Cemaziyelahir 1205"
Divan efendisi Ali Efendi (186:92): Başında ince kafes destarlıve iki kat kubbelicesim kavuk; kalınca mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "Hüve'l-Hayyü'l-Baki - MerhOm ve magfur hacegan-ıdivan-ı hümayundan Mehmed Paşa divan efendisi Ali Efendi rühıyıçun el-ratiha, 1190"
,Şeyh Süleyman (186:92): Cümle kapısı yanında, dışta, hazire duvarına gömülü, sarı mistarlı,yeşil boyalı müstatil mermer taş, sülüsle: "Rızaen lillahi fatiha - Hazret-i Şaban-ı Veli aleyhirahrnetü'l-Barl meşayihinden arif billah eş-Şeyh Süleyman kud dise sırruhu'l-azı"
Hacce Fatma Hanım (186:92): Etrafı ziynetli,oymalı,muntazam kapaklıyüksek mer mer sanduka. Baş ve ayak taşları yuvarlak, tezyinatlıve başlıksız. Mistarlıve kadesi müzeyyyen baş taşında yaldızlıcelile: "Allah Hô - Zabtiye Müşiri-i esbak Hüsnü Paşa halilesi salihat-ı müslimattan ve tarlkat-ı Şa'baniyye mensObatından Hacce Fatma Hanım'ın ruhuna Tatiha, 6 Rebiülahir 1289"
Şerife Havva Hanım (186:81): Türbe-i şerif önünde parmaklık dahilinde, yeşilboyalı, mistarlımermer taş, göğsünde Şa'baniterki,talikle: "Hüve'l-BakT - Tarlk-i Halvetiyye-i Şa'baniyye'den Şeyh Süleyman Ekmelüddin hazretleri zaviyesi postnişini reşadetliŞeyh Ömer el-Fuadi hazretlerinin halllesi Şerife Havva Hanım rühıyıçun ratiha, 3 Zilkade1267"
Vakanüvis Ahmed Lutfı Efendi (186:81):Pek muntazam kapaklı beyaz parlak, tek taşlı mermer lahit, başında muntazam sarılmış sırmalı ilmiye imamesi,ziynetli, zırhlı, mistarlı,parlak beyaz mermer taş, istifli ve sanatlıgüzel bir celi:"Hüve'l-Baki - Bir asırlık ömrünü kesb-i kemale sarf edip - Her zamanda mazhar olmuştu bihakkın hürmete - Eyle şayan-ı dü alem ser-füru tarihine - El çekip bezm-i fenadan gitti Lutfi cennete. Sudür- ı izamdan VakanüvTs-i devlet Ahmed Lutfı Efendi rOhıyıçun rızaen lillahi taata el-tat iha, 1325"
Lutfı Efondi'nııı imzalı ırıctin (166:77)
Ayşe Sıddıka Hanım (186:79): Baş tarafı ziynetli,mistarlı beyaz mermer taş, talikler:
"Hiive'l-Baki
Kapı binbaşısı Ed/ıem Efendi miıder-i lı<issı Kadir gecesi rıh/et edip oldıı viisıl-ı dergnlı Af ifezahide dervişe of bir genc-i ismetti
Heınişe merkad-i pakfzesiıı nur eyleye Allah Bıraktı elıl ii evladını malızitıı giinc-i hasrette A gitti kaldı bımlrırfirkatıyla ettiler eyvalı Kerimi ab-ı rahmet katresidirfevtine tarih
Fenitdaıı A_yişe Sıddlka Hanım buldupervaz lılı, 27 Ra111aza11 1218 "
Salih Efendi (186:79): Başında Hamidiye fesi,mistarlıbeyaz mermer taş, talikle: "Ah mine'l-mevt - Cihanı terk için her ten bulur bir illeti - Enfüs-i ma'düdunun tekmil olunca müddeti - Vakt-i mev'Gdu gelince çare bulmaz birtabTb. Tüccar-ı hayriyyeden esbak Edirne şehbenderi merhum Hafız Mehmed Efendizade, hademe-i hassa-i şahaneden merhüm Salih Efendi rühıyıçun fatiha, 5 Şevval1279"
Numan Fikri Efendi (186:79): Başlığı kırık süslü, mistarlı beyaz mermer taş, geniş demir parmaklık içinde: "Hüve'l-Bakl - Altıncı Daire-i Belediye komisyonu mümeyyiz-i evvel-i esbak rütbe-i saniye ashabı mümeyyizanı ndan Safranbolulu cennet-mekan, fırdevs-aşiyan müteveffa Numan Fikri Efendi'nin ve kaffe-i ehl-i müsliminin rühla rıyıçun rızaen lillahi taaıa el-fatiha, 22 Zilhicce 1288, yevm-i cumartesi"
Seydi Molla Mustafa (186:76): Başında destarlı küçük Halvetitac-ı şerifi; mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "Hü - Merhum Seydi Molla Mustafa ruhuna ratiha, 1179"
Seniyye Hanım (186:75): Başlığıziynetli,tablalı,kenarları zırhlı,mistarlı beyaz mermer taş:
"Hiive'l-Hayyü'/-Bak i
Dıtht-ı su.ibisi Süleyman Efendi 'nin /ıayf Rıizgiirın siteminden adne oldıı revan Şeş deh-sal /lllıal-i çemen-i ismet iken
Sola giil-berg-i vücıldu 11e reva böyle lıem<iıı
Terk-i arayiş-i surt erip ol hıM dh
Ci111 gibi mülket-i ına'ııdda bu dem old11 nihan Katre-i eşkle züvvtir okusun tarilıini
Buldu rıhletle Seniyye Hanım ukbada mekan, ratiha selh-i Şaban 1274."
Ser-kehhal Müstakimzade Mehmed Said Efendi (186:79): Aşağı doğru incelen yuvarlak, başlıksız, mistarlımermer taş, talikle: "Hüve'l-Hayyü'l-Bak - Kalallahu subhanehu ve taala: Küllü nefsin zaikatü'l-mevt. Merhum ve magfur ila rahmeti rabbihi'l-gafCır sabıkan Galata mol ası, Ser-kehhal-i sabık Müstakimzade Mehmed Said Efendi
rühıyıçun el-fatiha, 16 Ramazan 1176"
Hattat Mehmed Said Efendi (186:79): Başında cesim dilimli kavuk, mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "Hüve'l-Bak - Merhum ve magfür el-muhtac ila rahmeti rabbi hi'l-gafUr gedikliyan-1 dergah-ı alizuamalarından sabıkan kasapbaşı vekili merhum Hattat Mehmed Said Efendi rühıyıçun el-fatiha, 1213n
Mehmed Rüstem Fahri Efendi (186:79): Başında Hamidiye fesi,yeşilboyalı, mistarlı beyaz mermer taş, sülüsle: "el- BakiHü Allah - Tarikat-ı aliyye-i Şa'baniyye fukara sından ve bab-ı zabtiye muhasebesi ketebesi mütemeyyizanından kadime-i cinan-ı rahmet-iRahman ve hıyaban-ı huld-aşiyan olan merhum ve magfür Mehmed Rüstem Fahri Efendi'nin ruhuna rızaen li'l-Mennan el-fatiha, guzze-i Zilkade 1275"
Sabit Bey (186:79): Başında Mahmudiye fesi,kenarları zırhlı,mistarlıbeyaz mermer taş, talikle:
''Hiive'l-Halla/..-.ıı'l-Baki
M atem-iferzende dıiş oldu 111.1rip sabr-ı cemil Kim ola Talat Efendi'nin mu'ini M üsteiin Zü11ıre-i küttabdan malıdtımıı Sabit Bey dirfg Ktldı ıniilk-i bi-sebcltı genç iken terk ol civa11 Ni'met-i ömründe imsak etti malı-L rıizede İdgô/11 salra-i dıirii.'n-nafm olsun lıeınan
Kıldı i/Jv!tnı kalemde sebl td rilı-i mıkat
Rtılı-ı Sabit Bey ola me'11iıda daim şadmtin, 3 Ramaza11 1274"
Seyyid Hasan Bey (186:75): Başında tepesi güllü küçük Şa'ban tac-ı şerifi,mistarlı beyaz mermer taş: "Ya HÜ - Topçu asakir-i muntazama -işahane binbaşıları mütekai danından olupve tarikat-ıaliyye-i Halvetiyye-i Şa'baniyye fukarasından merhum ve magfOrun leh es-Seyyid Hasan Bey'in ruhuna rızaen lillahi taata fatiha, Recep 1268"
Sofular Caddesi'nden iniyor,sola dönen Simitçi Şakir Sokağı'na giriyoruz. Sokağın sonunda 6
numaralı yapı kompleksi Aksaray Hindiler Tekkesi'dir.
(iskender Paşa Mahallesi, 895 ada, 12 parsel)
Tarih Dünyası'nda 1950'de çıkan "İstanbul Mezarlıklarında Fatih'in Adamları" yazı dizisinin üçüncüsünde Revnakoğlu ilk defa burasını haziresinde medfun Fatih devri şahsiyetlerden "Silahdar Mehmed Ağa" vesi esiyle şöyle anlatır (162:540):
Fatih'in silahdarıdır. Sarayda terbiye görerek yetişmiş ve "silahdar-ı şehriyar1" olmuştur. "Silahdar-ı Veli; "Silahdar Baba'; Silahdar Dede" namlarıyla anılır. Vefatında Aksaray'da Murad Paşa Cami'-i şerifi civarında, Horhor Cadde si üzerinde, meşhur Horhor Çeşmeleri'nin yanındaki 76 numaralı Hindiler Tekkesi'ne gömülmüştür. Sicill-i Osmanf'de çok kısa olarak şöyle deniliyor: "Ebü'l-Feth Sultan Mehmed Han'ın terbiyet-kerdesi olarak saray-ı hümayCtn da bi't-terakki silahdar-ı şehriyarl oldu ..."
Hadika sahibi Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi ile, verdiği malumatın bir kısmını ondan nakleden Balıkhane nazırı merhum Ali Rıza Bey de ''Silahda rın cezbe-i rahmaruyyeye mazhar olmakla ömrünün sonuna kadar bu zaviye de hücrenişin olduğunu" bir münasebetle yazıyorlar.
Silahdar Mehmed Efendi'nin medfun bulunduğu bu dergah-ı şerif İstan bul'da Hintlilere mahsus ilk Nakşibend1 tekkesidir. Feti h'ten sonra İstanbul'a gelen ve maıinneden bir zat olarak bili nen Hintli Hace ishak Buhari De de'nin Fatih'e müracaat ve ricası üzerine yaptırıl mıştır. O zamandan kalma en eski hankah (baninin veya ikinci pirin medfun bulunduğu dergah-ı şerif ) olması itibarıyla asitane (şehrin içinde bir tarikatın en eski ve ilk tekkesi ya hut o tarikatı kuran pirin yatmakta olduğu büyük teşkilatlı merkez tekkedir ki şeyhleri ekseriya pirin evlatlarından olurlar) yani merkez tekke sayılır. Fakat Hind'den gelen kalenderlere yahut Buhara, Efgan Türklerine mahsus kalen derhanelerden sayamayız, çünkü esasında tekke olarak inşa edilmiş ve içinde Nakşibendiyye usulüyle ayin-i şerif icrası vakıf şartı olarak vakfiyenamesinde tesbit ve tescil olunmuştur.
Son zamanlarda bakımsızlık yüzünden bir hayli vi ra nlaşan bu dergah-ı şerif 1922 sonlarında mahalli zabıtaya yatakhane olarak verilmesi yüzünden daha çok harap olmuş, nihayet 1933'te tehlikeli bir durum aldığından belediye ta rafından yıktırılmış, enkazı da Evkafın eliyle satılmıştır.
Bu arada cümle kapısının yanında yatan Fatih'in silahdarı ile mihrap önün-
deki türbede tekkeyi yaptıran İshak Baba'ya ait sandukalar ve altındaki kabir leri dümdüz olmuştur. Bugün yalnız mihrabın sıvası dökülmüş çatlak duvarı görülüyor.
Hazirenin ortasındaki orijinal serpuşlu mezar taşı "Muhammed İmam ser dar-ı asker" unvanını taşıyan maruf bir Hintliye aittir. Bu zat, Hind'in büyük mücahit ve gazilerinden Ebü'l-Feth Tipu Sultan tarafından elçi sıfatıyla İstan bul'a gönderilmiş ve bu tekkede misafir edilmiştir. O sıralarda yani H.1202, Miladi 1787'de vefatıyla dergahın haziresine gömülmüş olduğundan İstan bul'a gelen Hintliler onu bazen ziyaret ederler, "Sultanımız, azizimiz" diye saygı gösterirler. Bu izzetli insanı vazife ile İstanbul'a gönderen Tipu Sultan ile bu tarihi müesseseden ve onun son şeyhi bulunan Hintli mücahitlerden, hakikaten vatansever, fazıl, irfanlı bir zat olan Abdurrahman Riyaz Babür'den bir başka yazımızda ayrıca bahsedeceğiz.
Hind'in pek tanınmış büyük kahramanlarından Tipu Sultan, Hind vezirlerin den Nüvvab Haydar Ali Han'ın oğludur. "Ebü'l-Feth" unvanıyla maruf olup Hindistan'da İskender-i Kebir, Jül Sezar ve Napolyon kudretinde emsalsiz bir serdar sayılır. Bu mühim asker, H.1197'de Hind'in cenubunda Madras civa rındaki Mesıir eyaletine hükümdar olmuş, H.1213'te Patan kalesindeki İngi lizlerle yaptığı büyük çarpışmada 28 Zilkade cumartesi günü öğle namazı za manı 12 bin mücahidi ile birlikte şehit düşmüş ve İngiliz ordusu başkomutanı General Hars bu şehadeti duyunca "Bugün Hindistan bizimdir!" demiştir.
"Tipu, Muhammed dini uğrunda şehit oldu" manasına "Tipu bi-vech-i din-i Muhammedi şehid şüd" sözü şehadetine tarihtir (H.1213).
Revnakoğlu 'nun neşretmeyi vadettiği, fakat muvaffak olamadığı Aksaray Hindiler Tekkesi'nin son şeyhi Abdu rrahman Riyaz hakkındaki notlarının hülasası şöyledir:
Hindli er Tekkesi haz iresi(166:302)
Riyaz, Balkan Harbi sonrasında Kud üs'te "Tekyetü'l-H ü nOd" denilen Hi ndiler Oer ga hı'na şeyh tayin edilmiş, bu sırada da Dördüncü Ord u'ya bağlı istih barat görevlisi olarak faaliyet göstermişti. İ ngiliz ordusunda Osmanlı'ya karşı savaştırılan Hintlileri uyarmak amacıyla Urduca bildiriler yazmış, bunları cephe ilerisi ne tayyarelerle atmaya muvaffak olmuştu. Bild irilerde Hintli müslümanları n din kardeşlerine silah atmaktan vazgeçerek Osma nlı saflarına ilti hak etmeleri yazıyordu. Ariş'te, Sina çölleri nde canını dişi ne takarak çalışan Abdurrahman Riyaz, propaganda faaliyetlerini bilhassa Hintliler üzerine yü rütüyord u. Bu vaziyet İngilizlerin hayli ca nını sıkmış, şeyhin yakala nması için taki bata başlan mıştı. 1917 Aralığı nda Kudüs'ü n düşmesi ve ertesi yıl Mond ros M ü ta rekesi ile Hindiler Tekkesi basılmış, tekkesindeki eşyası yağma ed ilmiş, ancak tekkesi ni ve maişeti ni kaybeden Riyaz baskı nd an önce İstan bul'a geçmişti.
İ ngiliz işgali ndeki İstan bu l'da, Büyü kd ere'de İ ngiliz ordusu nda ye r alan Hi ntliler üzeri nd e de p ropagandaya devam ed ince zaten ara n makta ola n Riyaz ya kalan m ış ve bu ndan sonraki safhası üç yıl ha pislerd e ağır şartlar içinde geçm işti. Bu yıllarda himaye göremediği İ ngiliz işgalindeki İsta n bı u l'da baskı altındaki Yı ld ız'a k ırgı n ve öfkelid i r. Yıld ız'dan hi maye görmemiş, liya katsiz şahıslarsa kollan mıştı r. şubat 1338'de Hariciye vekili Yusuf Kema l'e yazd ığı dilekçede ( BOA., HR.U HM.;394-23) düş tüğü geçim d arlığı karşısı nda yaşad ı klarını şu sözlerle anlatıyordu: "Bu hal-i acTbi İsta n bu l'd a hü ku met taslağı na anlatmak müm kün olmad ı... Esaret hayatı yaşad ığı mı, İngilizlerle Yıldız'a hoş görün mekten ve son devrede dahi cep dold u rmak ve bende gan kayı rmakta n başka bi r mevcud iyet göstermeyen bu lu'b-ı ecanib olan Babıali tü rbesi türbedarları na anlatma k ve bild irmek kabil olmuyor!" diyordu. Osmanlılı k ve İslamiyet içi n hala çile çekiyordu.
Riyaz, Milli M ücade yılları nda başında n geçenleri ve deva mında yaşadı kları nı taz mi nat talep ettiği 1928'de İstan bu l'da Türk ve İngiliz Mu htelit Mah kemesi Riyaset-i Celiyyesi ne yazmıştı (166:526):
istanbul'da Türk ve İ ngiliz Muhtelit Mahkemesi Riyaset-i Celiyyesine Maruzdur:
Ben Kudüs'te kain Hindiler Dergah ı şeyhi bulunuyordum ve 1915'ten beri Türk tabiiyetindeyim. Mütarekeden bi raz evvel Kudüs-i şerifin sukutu üze rine İstanbul'a geldim. Dördüncü Ordu kumandam merhum Cemal Paşa'mn davet ve tensibi üzerine orduda deruhte ve ifa ettiğim hidemat-ı insaniyye nin ve Medine-i münevvere'de sakfo muhacir ve mülteci Hintlilerin nakil ve iskan ve iaşelerinj temine delalet gibi mesbuk olan hidemat·ı sairemin haber alınması üzerine İngilizler tarafından 9 Nisan 1919 tarihinde burada yaka landım. Galata Kulesi kurbünde ve İngiliz Hastahanesi ittisalinde kain İngiliz sefaretinin hapishanesine kapatıldım, dört mah kadar orada yattım. Ondan sonra İtalyan manastırına ait yeni tevkifhaneye naklolundum.
işbu tevkifhanede işkence ve tazyik başladı. Bu kafi değilmiş gibi oradan çı-
karılarak mahfuzen Süveyş'e naklolundum. Orada esir kampından ayrı bir çadırda dört süngülü muhafazası altında ve bin türl ü halecan içinde vakit geçirdim. Bir mahtan sonra Dersaadet'e mahfuzen iade olundum. Sevkim es nasında vapur içindeki ambar dahilinde her tarafı kapalı ve gayet dar, hay vanatın bile yaşayamayacağı bir zindana kilitlendim. Yalnız yirmi dört saat zarfında bir kere, o da bir çeyrekten fazla olmamak şartıyla teneffüs etmek üzere dışarı çıkarılıyordum. Bilhassa bu zindandaki havasızlıktan çektiği m ıztırabın tasvir ve tasavvuru imkan haricindedir.
8 Kanun-ı evvel 1919'da yine mezkur İtalyan hapishanesine hapsedildim. Beş mah mütemadiyen her sabah helalarını temizlemek için icbar olundum. En sonra 1Şubat 1920 tarihinde Çanakkale'ye sevk olundum. 2 Haziran 1921 ta rihine kadar kale-i mezkure zindanlarında kalarak mezkur tarihte İstanbul'a getirildim ve bu defa Kroki! Oteli'ndeki bodruma hapsedildim ve orada dahi nev'-i beşeri n görmediği eza ve cefaya maruz bırakıldıktan sonra 12 Ağustos 1922'de tahliye olundum. Üç seneden ziyade mütemadiyen giriftar olduğum ber-vech -i ma'r(ız işkence ve cefalar yüzünden vücudum yıprandı, mahvol du. Kudüs'teki memuriyetim elimden gitti, eşya-yı menkulem şunun bunun elinde kaldı.
İngiliz tebasından olmadığım halde mücerret ifa eylediğim vazife-i insaniy yeden dolayı maddi - manevi duçar edildiğim zarar ve ziyanın ve mahvolan sıhhat ve istikbalimin telafisi için tazminat olarak on beş bin İngiliz lirasının itası hususunda taht-ı karara alınmış yirminci asır medeniyyeti ni n beynelmi lel mahkeme-i mümtazesinden temenni ve talep ederim.
1928
Abdurrahman Riyaz
istanbul'da hayli sıkışan Riyaz, MilliMücadele sırasında Anadolu'ya geçmek ve ha rekete katılmak istiyor,Yusuf Kemal Bey'e "Nakden dahi perişan olduğum cihetle yolunu bulamıyorum. Dalniz, Ankara menzilmüfettişi Sadullah Bey ve Isparta mebusu, sabık Harbiye Nazırı Cemal Paşa ve Göz tabibi Esad Paşa ve esbak Bahriye Nazırı RaufBey ve bilumum Dördüncü Ordu beni tanırlar ve hidemat-ımesbukamı bilirler" diyor,"Anadolu hükumet-iOsmaniyyesi,varlığını kaybetmiş bir Hintli kardeşin halife şehrinde ecnebimaskarası olmasına rızada olmaz fikrinde olduğu"nu söylüyordu.
Düştüğü sıkıntılar,kaybettiğisıhhati,göremediği alaka yüzünden aldığıTürkiye dışına çıkma kararı,dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı harekete geçirir. Fevzi Çakmak, Erkan-ı Harbiyenin istihbarat dairesine aşağıdaki yazıyı yazar ve ancak buyaz ıdan sonra kendisine memuriyet verilerek maaş tahsis edilir ve icra vekiller heyeti kararıyla hayatı devamınca Hindller Tekkesi ikametinetahsis edilir (166:527):
.......
Baş Vekalet-i Celileye, Ankara, 17-7-1929
Mukaddema Kudüs'teki Hint liler Dergahı şeyhi iken harb-i umtimide Dördüncü Ordu ta rafından istihbarat umurunda istihdam edilen ve propaganda maksadıyla el-Ariş ve Sina çö lünün muhtelif mahallerini do laşan ve İngiliz ordusunda bulu nan Hintliler için Urdu lisanıyla muhtelif ve müheyyiç beyanna meler tertip ve tanzim ederek tayyarelerle attırmaya muvaffak olan ve Kudüs'ün sukutu üze rine tekkesindeki eşyası yağma edilerek mütarekeden biraz ev vel İstanbul 'a gelerek faaliyete geçen ve Büyükdere cihetinde bulunan Hintlilere karşı propa gandaya başlaması üzerine İngi- lizler tarafından tevkif edilerek
Abdurrahman Riyaz' ın şahsıyla alakalı zarf ve üzerinde "Fitarihi 18 Nisan 1950'de Hazret-i Cemaleddin ile teşerrüf ile bahtiyar olmuştum.
Cezahultahu fı'd-dareyni hayren" yazısı (166:471)
enva-ı işkencelere maruz kalan ve mevkufıyeti İstanbul, Çanakkale ve Süveyş mahpushanelerinde geçiren ve Çanakkale mahpushanesinde bile Hintli askerler vasıtasıyla Kuva-yı Milliye lehinde yazılar yazarak Hindistan'a göndermeye muvaffak olan ve mahpushanelerinde duçar olduğu işkenceler yüzünden hastalandığından İstanbul'dan çıkma mak ve her hafta deftere imza etmek ve Hint askerleriyle konuşma mak gibi şartlarla tahliye edilen ve o vakitten beri İstanbul'da otu rarak istihbarat umuruyla iştigal eden Abdurrahman Riyaz namıyla bir Hintli vardır. Memleketimize hizmeti yüzünden varlığından olan ve halen de hizmetinden istifade edilmekte bulunulan bu adamdan atiyen de kıymetli hizmetler beklenebilir. Mumaileyh, Erkan-ı Har biyenin verdiği pek az bir para ile zaruret içinde yaşamaktadır. Seb kat eden hizmetlerine mükafaten kendisine bir ev gösterilerek iska nının teminine ve borçlarından kurtulmasına medar olacak münasip bir miktar para ile taltifi suretiyle Musul mültecisi gibi muavenete mazhar buyurulması hususuna müsaade-i devletlerini istirham ede rim efendim.
Büyük Erkan-ı Harbiye Reisi Müşir Fevzi
Riyaz, 1922'de (166:528,473) "tahliye edildikten sonra Genelkurmay Başkanlığında Hintçe ve Arapça mütercimi olarak 1946'ya kadar vazife görmüş",İslam dünyasından, bilhassa Hindistan'dan topladığımalumatla devleti bi gilendirmişti.Aşağıda Mustafa Kemal'in vefatı üzerine Hindistan'da yapılan matem merasimlerive şahsına hürmet yazılarının değerlendirmesi onun el yazısıyladır (166:522)
Abdurrahman Riyaz için teşebbüslerde bulunan ve ona dostluk elini sıkıntı ı za manlarda uzatanlardandı Mersinli Cemal Paşa. 21-5-1946 tarihli resmiyazıda şöyle diyordu (166:524):
Kudüs'te Hind Dergahı şeyhi iken geçen büyük harpte Dördüncü Ordu'nun istihbarat ve propaganda hizmetinde kullanılan Abdurrahman Riyaz, Türk ordusuna, bu itibarla Türk milletine malen ve bedenen hizmet etmek ne demek ise onu tam manasıyla yapmıştır. Tekkesini olduğu gibi terk ede rek Dördüncü Ordu ile beraber senelerce Sina ve Suriye çöllerinde insana tatbiki mümkün olan işkencelerin ve mahrumiyetlerin envaına senelerce katlanmıştır.
Türk ırkından, Türk neslinden ve Türk milletinden olmadığı halde sLtf sevgisi dolayısıyla Türk emeli uğrunda senelerce bu kadar büyük fedakarlık gösteren bu muhterem zata karşı kadirşinaslık göstermek Türkiye Cumhuriyeti'nin bir borcu olduğuna ve Türkiye Cumhuriyeti hükı1metinin böyle bir borcu takdir edeceğine ve karşılığı olan Lutuf ve atıfeti esirgemeyeceğine ben kaniim.
Geçen büyük harpte Dördüncü Ordu kumandanı, bugün İçel mebusu Meh med Cemal Mersinli
Mehmed Süleyman Teymüroğlu (Ö.1968) 1948'de Ehli Sünnet dergisinde (c.11, S.36,
s.11,15 Mayıs 1948) neşredilen "Pakistanlı Mücahit Vatandaşlarımız" yazısında bu mücahitlerden, bilhassa da Abdurrahman Riyaz'dan bahseder:
Şimdi altmış yaşını tecavüz etmiş bulunan Bay Abdurrahman Riyaz, Hindis tan'da genç bir şeyh olarak istiklal mücadelesine atılmış ve cam ilerde izzet-i İslamiyye'nin bir netice- i tabiiyyesi bulunan istiklal ruhuyla ateşli mevizeler de bulunmuş, en nihayet takibata maruz kalarak birinci cihan harbinden ev vel Türkiye'ye iltica etmiş ve Kudüs'te Hint Dergahı şeyhi olmuştur.
Birinci cihan harbi başlar başlamaz Filistin cephesinde gece gündüz bir ne fer gibi çarpışmış ve aşiretler arasında dolaşarak halkı cihada tergip ve teşvik etmiştir. Ordu karargahımızın en ziyade sevilen ve sayılan simalarındandı. Bütün harp boyunca hayatı mücahede ile geçen bu zat nihayet mütareke yi müteakip İstanbul'da işgal kuvvetleri tarafından tutularak Beyoğlu'nda bir bodrumda altı ay tek başına hapsedilmiş ve sonra nefyedilmiştir. Milli mü cadelemiz esnasında kaçıp kurtulmaya muvaffak olarak milli hükumete sı ğınmıştır. Bilahare hidemat- ı vataniyyesine binaen kendilerine kanun-ı mah-
Abdurrahman Riyaz
(166:471)
susla İstanbul'da emlak verilmiştir. Bugün İstanbu l'da Aksaray 'da Tevekkül Hamamı Çıkmazı'nda ikamet eden bu Hintli vatanda şımızı hörmet ve sevgi ile anarken vaktiyle kendileri hakkında yazmış bulunduğum naçiz bir man zumeyi de arz ediyorum:
Hintli vatandaşımız mücahit Abdurrahman Riyaz hakkında
Ömrünü vakf etti Hindista11'ın istiklaline Kırk y ıl olmuştur veda' etmiş ayal ü aline
Şeyh iken, mürşid iken, aylın iken, eşraf iken Hepfeda etmiş bir anda Hind'in istiklaline
Aşk-ı Hindistan ile ayrıldı Hindistan'dan Münfail emperyalizmin nabeca ef aline
Asker-i fs/ti.m 'agelmiştir katılmıştır heman ilk umumt harbi birfırsat bilip amaline
Daima teşci' edip zabitleri, askerleri İstikamet verdi çok insanların a'maline
Oldu mağlup ol zaman hayfa yine Osmanlılar Oldu hazret mübtela zulmün bütün ahvaline
Hücrevihaps ile mahbus oldu sonra nefyedip Oldular biıis elemle derdinin ikmaline
Maddeten kanunla taltif eylemiş Türk Devleti Çok büyük Türkler onun hayran hal ü katine
Ömrü istiklal içingeçmiş vatanperver odur Görmek istersen gelip bak sen de sinn ü stiline
Kalbi Hindistan ve istiklal için çarpmaktadır Nail et bizleri ya Rab o lahur şalına
Bir mücahiddir ki takrir eylesin her kavm onıın M dcerd-yı ömrünü ahfddına, enslıline
Eshıyanın seyyidi dense sezadır ol aztz
Bezi eder alıbabına, bakmaz bu dünya malına
Alim ü amil ve kamil bir siyasfdir o zat Kalıkahayla can katar ahbabının her haline
Not düşelim, yukarıdak i manzumenin ve yazının sahibi Vanlı Mehmed Süleyman Teymü roğlu üzerineyazı yazan Adem Ceyhan'a göreTeymüroğlu geçen yüzyılın başla rında doğmuş, 1950'lerde siyasiyazı ar ve şiirlerve İmam Rabban 'nin Mehtubôt'ının Müstakimzade tercümesini sadeleştirerek yayımlamış olan Teymüroğlu,Demokrat
Parti'ninlehinde bulunmuş,27Mayıs1960 darbesinde MilliBirlik Komitesine Adnan Menderes'in suçsuz olduğuna dair bir mektup yazması üzerine tutuklanmış, deli olup olmadığının anlaşılması için Bakıköy Akıl Hastanesi'ne sevkedilmişti. Burada on gün gözetim altında tutulan Teymüroğlu,sekiz ay da Başkale'de ceza evinde yatar.TBMM zabıt katipliğinden emeklioldu.
Abdülhamid'in çağrısına iştirak edip is tilacılara karşı Osmanlı ordusunda yer alan Hintli müslümanlara rastlanıyordu. Osmanlı hatlarında yer almak,imkanları nisbetinde yardım etmek için 1912'de Dr. MuhtarAhmed Ansar 'nin başkanlığında gelen Hintli kızılay heyeti içinde Abdur rahman Riyaz (Baber) de vardı.
Son olarak Riyaz'adair Revnakoğluözet olarak şunları kaydeder (166:342-43):
Şeyh Abdurrahman Riyazeddin Efendi, 11 Şevval 1343 - 1925 pa zartesi günü saat 12'de tekkeyi teslim aldı. Meşhur Hint uJema sından Mevlana Muhammed İb rahim el-Hindiden hadis-i şerif okumuştur. Dergahın son şeyhi Abdurrahman Efendi, hakikaten fuzaladan ehl-i hal, ehl-i kemal bir zattır.Zaruret içinde semahat gösterir, halini hiçkimseye söyle mez, aç kalsa belli etmez, misafi rini ikramsız göndermez.
Mım'da tahsil etmiştir. Ca miü'I-Ezher'de muhtelif uJemadan okumuş ve icazet almıştır. Alim, arif bir insandır. Daha önce Bağ dat'ta Medrese-i Nu'maniyye'de kalmış, uhim-ı İslamiyye'nin hep-
Fotoğrafın altında (166:466):"Balkan Harbi'nde, Edirne'nin kurtuluşunda Sultan Selim Cami'-işerifinin iç kapısı önünde: Ortada Enver Paşa merhum; sağında Mısır'ın meşhur ulemasından ve mücahitlerinden Abdülaziz Çaviş;solunda Tunus kadısı İsmail SafayhiEfendi merhum (Aksaray Valide cami'-i şerifi haziresinde yatıyor.) Onun yanındaki sarıklıve siyah cübbelizat, Hintli mücahit Şeyh Abdurrahman Riyaz Efendi'dir."
Abdu rrahman Riyaz'ın Hindi er Tekkesi'ne şeyh olduğu 1920 başlarına ait fotoğrafı (166:469)
Abdurrahman Riyaz'ınTopkapı'daki mezarı
sini ikmal eylemiştir.En sonra İslam aleminin merkezlerinden sayılan Beytü'l-Makdis - Ku ds-i şerife gelmiş, Babu'z-Zahire semtindeki Tekyetü'l-Hünfıd - Hindliler Tekkesi'ne şeyh olmuş, oradan İstanbul'a gelmiştir. 19 Ağus tos 1966'da göçtü. Seksene varmıştı. Topkapı dışında yatıyor, Topkapı'da dördüncü adada dır, kabir numarası 9974.
Revnakoğlu'nun notlarında tekkenin kuruluş tarihi, hususiyeti, mensup olduğu tarikat Abdurrahman Riyaz'a kadar şöyle yer alır:(166:307-309,330):
Kadiriyye'den Hindiler Tekkesi
Rezzakiyye kolundandır. Aksaray'da Murad paşa Mahallesi'nde Horhor Caddesi üzerin de (Atıf Efendi Kütüphanesi'ndeki Kanunna me'de (no 1734) burasını n Aksaray kurbünde Horhoroğlu Çarşısı olduğu tasrih ve tesbit edilmiştir) Horhor Çeşmesi'nin bitişiğinde olup 76 numaralı binadır. Tekke yıkıldıktan sonra şeyh dairesi ve önündeki hazire kalmış tır.Evkafın Tekaya Defteri'nde 162-442 numa ra ile kayıtlı bulunuyor.
Kadiriyye ve Nakşibendiyye'den olan dergah-ı şerifin zikir günü ilkin cuma iken sonra cuma gecesine döndürüldü. Civar halkın bir kısmı "Hindililer Tekkesi" de derler.
İstanbuJ'da Hintlilere mahsus ilk tekke olarak yapılmış bulunduğundan diğer Hindi tekkele rinin merkezi ve asitanesi sayılır. Fatih devrin den kalma en eski bir dergah-ı şeriftir. Nak şibendiyye'de Hoca İshak Buhari-i Hindi'ye Fatih Sultan Mehmed hazretleri bina edip müşarünileyh de mihrap önünde medfundur. Zaviye ittisalindeki türbede cezbeye uğrayan Fatih'in silahdarı da medfundur. (Kadirihane kuyfıdatından)
Perşembe günleri imaretten beş kepçe zerde pilav, 25 kepçe çorba verilirdi. Senede 8 kıyye tutan bir tulum zeytin yağı vardı. Günde beş
çift fodla, sekiz ekmek, dört ukıyye koyun eti, ayda 42 ukıyye pirinci, yine ayda 12 okka kandil yağı, ayda 316 kuruş taamiyyesi, 200 kuruş senelik mev lidiyyesi, yine senede 30 kuruş da muharremiyyesi vardı.
Hint liderlerinden ve bilhassa Kızılay'ın meşhur yardımcılarından Türk dostu merhum Doktor Ansari, 1925'te İstanbul'a geldiği zaman bu dergahta kendi sine Hintlilerle beraber bir öğle yemeği ziyafeti verilmiştir.
Dokuz sene kadar evvel belediye tarafından yıktırılıp enkazı satılan tevhidha nen in iç kapısı üstünde tahta levhada nesih ve sülüsle:
"İlla bi-zikrillahi tatmeinnü'l-kulub - Tarikat-i aliyye-i Nakşibendiyye ve Zey niyye eazımından olup sultanu's-selatin es-sultan ibnü's-sultan Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerine bizzat müracaat, talep ve iltimasta bulunarak Ak saray'da Murad Paşa Cami'-i şerifi kurbünde kain işbu Hindiler Tekkesi de nilen Nakşibendi dergahını hakan-ı müşarünileyhe bina ve inşa ettirdikten sonra ila ahiri'l-ömr bu hankah-ı feyz-iktinahta hücre-nişin-i uzlet ve feragat olan ve irtihalinde mescid-i şerifin cümle kapısının eşiği sırasında defnedil mesini vasiyet buyuran sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat es-Seyyid eş-Şeyh İshak
1912'de Dr.Muhtar Ahmed Ansari'nin başkanlığında gelen Hintlikızılay heyeti
Buhari-i Hindi en-Nakşibendi hazretlerinin mübarek ruhlarına şey'en lillahi taala el-fatiha, 860"
Muhyiddin Efendi'nintomarın da bu tekkenin 17 şeyhinden sadece dört şeyhinin ismiyer alır: Şeyh Ahmed Efendi,Şeyh Hacı İbrahim Hakkı Efendi,Şeyh Hasan Tahsin Efendi ve oğlu Abdülaziz Efendi. Tomarda sadece Şeyh Hacı İbrahim Hakkı Efendi için "Mumaileyh 1288 tarihinde birçok münazaa ile tevcih olunmuştur" ve Şeyh Hasan Tahsin Efendi hakkında da "Kendisi de Keşmir kadılığında bulunmuştur.Hasan Tahsin Efendi bazı kere şeyhlikten azledi irtekrar tayinolunur,bazı kere vekaleten idare olunur.Hasılı her sene bir hat zuhur eder. Bu Hindi güruhu mütemadiyen mazbatalarla uğra şırlar,zanidir diye davalar açarlar,yne Meclis-i Meşayih'te uğraşılmaktadır" açıklaması görü lür.
Revnakoğlu, Aksaray Hindiler Tekkesi tekkenin şeyhlerini kuruluş devrinden itibaren Abdurrahman Riyaz'a kadar şöylece toplar (166:331-41):
Şeyh Hasan Tahsin Efendi'nin Meclis-i Meş3yih'e Bursa'ya gitmek için yazdığıistida (166:325)
Şeyh Türabi-i Hindi (Hintlidir).
Şeyh Hasan Efendi: H.1207'de göçtü. Üsküdar Karacaah met Miskinler Camii arkasındadır.
Şeyh Abdullah Agah Efendi: "Açtkbaş" adıyla maruftur.
H.1226'da vefat eylemiştir.
Şeyh Hacı Hasan Efendi: Hintlidir. Vefatı H.1260. Sofular'da Ekmel Tekkesi haziresinde yatıyor. (Sicil, il, 166)
Şeyh Hacı Ali Umarşah: 7 Rebiülevvel 1247'de fevt.
Şeyh Seyyid Hacı Abdurrahman Efendi: Keşmirlidir. 4 Cemaziyelevvel 1250'de vefat. (Sicifde 1250 Recebinde gösterilmesi yanlıştır)
Şeyh Esrarşah: H.1250'de göç.
Şeyh Hacı Alişah Ubeydullah: Hintlidir. Gurre-i Şaban 1252'de rıhlet. Şeyh Hacı Ali Mahbubşah-ı Dehlevi: 27 Receb 1255'te göç.
Şeyh Hacı Ahmed Efendi: 20 Rebiülevvel 1286'da irtihal.
Şeyh Hacı İbrahim Hakkı Efendi: "Gurgur" diye maruftur, Hintliler "Gurgur Baba" derler. Tekkenin şeyhliği kendisine H.1288'de birçok münazaa ile tev cih olunmuştur.2 Receb 1292'de göç.
Şeyh Fazıl Efendi (vekildir).
Şeyh Hasan Tahsin Efendi b. Ahmed Esad (Keşmir Kadızadesi, Müftizade): Kendisi de Keşmir kadılı ğında bulunmuştur. "Hasan Tahsin Efendi bazı kere şeyhlikten azledilir tekrar tayin olunur, bazı kere vekaleten idare olunur. Hasılı her sene bir hal zuhur eder. Bu Hindi güruhu mütemadiyen mazbatalarla uğraşırlar, zanidir diye davalar açarlar, yne Meclis-i Meşayih'te uğraşılmaktadır:'
Aksaray ve civarında "İnili Ebe" diye bilinen ve sa hasında büyük şöhret yapan Ebe Safiye Hamın, Şeyh Hasan Tahsin Efendi merhumun son haremidir. Hor hor Hamamı'nın karşısındaki konağında otururdu, sonra tekkenin arkasına rastlayan İmam Sokağı'na taşındı ve oradaki üç odalı evinde vefat etti. Torunu Mahmud Hüdai Bey merhum da Muallim İzzeddin Hümayi Bey'e damat olmuştu, halen hayatta bulunan Muallim Belkıs Hanım'ı almıştı.
Oğlu Abdülaziz Efendi (ketebeden): 1333 senesinde Maltepe Hastahanesi'nde dizanteriden tedavi edil mekteyken vefat etti, altmışı geçmişti. Büyük oğlu Abdülgafur kendisinden önce vefat etmiştir, Bursa'da Deveciler Mezarlığı'nda medfundur. Küçük oğlu Ter- zi Mehmed Bahaaddin, Darülaceze'de göçtü. Meh- med Bahaaddin, Erdi Baba Tekkesi şeyhi Agah Efen-
di'nin dervişidir, kendisine "Mehmed Dede" derlerdi. Müjganh ile gezerdi. Gayetle de iyi zikir ederdi. Sakalına dolgundu, güzel adamdı.
Şeyh Abdullah el-Hindi: Ayyaşlığına binaen ref' olunmuştur.
Şeyh Hacı Mehrned Efend i: Civar halkı kendisine "Hindi Baba Şeyhi" derler di. Vekil olarak bulundu. Ulemadan, ehl-i takva bir zattı. Kırtasiye ilmi ile uğ raşırdı. Üsküdar'da Çinili Cami'-i şerifinin karşısındaki Afgan Asitanesi'nin şeyhliğinden gelmedir. On sene kadar bulunduktan sonra tekkenin meşiha tı Hintli şeyh lere meşrut olduğundan üzerinden alınmış, yerine Kudüs'teki Hindiler Tekkesi'nden Şeyh Abdurrahman Riyazeddin Babür b. Riyazeddin
b. Nasirüddin el-Hindi'ye verilmiştir. Bu zatın doğumu H.1299.
Şeyh Hasan Tahsin Efendi'nin vefatıyla oğlu Abdülaziz'in posta
oturtulmasını talep eden mahallelinin dilekçesi (166:303)
KırkağaçlıEmin Efendi Tekkesi
Hindiler Tekkesi'nigeçince sola giren İmam Murat Sokağı'na geçiyor,sokağın Şekerci Sokak'la kesiştiği 7 numaralıbinanın önünde duruyoruz.Burası Kırkağaçlı Emin Efendi Tekkesi (Emin Efendı Tekkesi)
idi. (lskenderpaşa Mahallesi, 892 ada, 15 parsel)
Tekke, Kasap Hoca Niyazi Efendi tarafından yaptırılmıştı,ilk şeyhi de Üsküdar'daki Alaca Minare Tekkesi şeyhi Erzincan!Mehmed Sadık Efendi'nin halifesi Kırkağaçlı Mehmed Emin Efendi'ydi (149:93): "Bu dergah bidayette NakşT-i KadirT'den, sonra da Uşşakiyye'den olmuştur,"Emin Efendi Tekkesi" de denir."
Uzun zaman harap halde duran tekkenin restorasyonu 2018'de tamamlandı.
Revnakoğlu, ilk üç şeyh hakkındaki bilgiy iMuhyiddin Efendi'nintomarından nakleder (149:93,95):
Şeyh Mehmed Emin Efendi (Kırkağaçlı): Nakşibendiyye'den Erzincani Meh med Sadık Efendi'nin (Üsküdar'da Alaca Minare Tekkesi şeyhi) halifesidir. Bu tekkeyi tücdirandan Kasap Hoca Niyazi Efendi bina eylemiştir ve hulefaya meşruttur. Tarikaten Nakşi, sülüken Kadiridirler. Şeyh Emin Efendi, Üskü dar'da şeyhinin tekkesinde medfundur. Kadirilik'i Tophane'de Kadirihane şeyhi Şerif Ahmed Efendi'dendir ve onun halifesidir.
Oğlu İbrahim Efendi: Eyüp'te Şeyh Murad Tekkesi'nde medfundur.
Abalı Hacı Hafız Efendi: "Abal ı Haftz" ya da "Kara Abalı" denilen HafLZ Hay dar Efendi'dir. Şeyh Mehmed Emin Efendi'nin halifesidir. Bu dahi Üsküdar'da şeyhinin tekkesinde medfundur, taşı vardır. Burada Kadiriyye'nin Zenbüriyye usulünü icra etmiştir. Vefatı 39 Cemaziyelevvel 1307. Mezburun Agah ismin de bi r halifesi varsa da Haseki civarında arsa-i haliye olan Erdek Baba Zaviye si'ni bina ve meşihatı uhdesinde olmakla bu kere bu tekke dahi ber-muceb-i meşrut mumaileyh Agah Efendi'ye teveccüh etmiş ise de kendi hüsn-i rıza sıyla Nişancı şeyhinin damadı ve halifesi Şemseddin Efendi'ye terk eylemiştir.
Yuka rıdaki kayda göre de Yahya Agah Efendi,şeyhinin vefatıyla bu tekkenin postni şinliği kendisine geçmiş olmasına rağmen, Zıpçıktı Tekkesiuhdesinde bulunduğu için burasının şeyhliğini Nişancı Tekkesi'nden Ahmed Şemseddin Efendi'ye terk etmişti. Revnakoğlu, notlarına Yahya Agah Efendi'nin "Azizim el-Hac Hafız Şeyh Mehmed Haydar Efendi Hazretlerinin Vukuat-r Hali Beyanındadır" başlığıyla kaleme aldığı biyografiyi Yahya Agah Efendi'nin SandOkatü'l-Maôrif i nden (s.180-85) nakleder. aktarır (149:87-92):
Aziz hazretlerinin mevlidleri Aydın vilayetinde Bergama kazasındaydı. Vila yetinde mektepte hıfzını dinletip hafız-ı kelamullahtı. Aydın vilayetinde Kır kağaç kazasına tahsil-i ilme gelip tarik-i Nakşibendi el-Kadiri'den Kırkağaçlı Şeyh Meh med Emin Efendi'ye intisap eylemişlerdi. Badehu Asıtane'ye gelip Çarşamba Medresesi'nde tahsil-i ilm-i şerif eylemekteyken mürşidi Kırka ğaç'tan hicret edip Asitane-i aliyye'de Aksaray kurbünde Şekerci Sokağı'nda müceddeden bir dergah-ı şerif inşaşıyla Aziz dahi hem taklit ve hem tahkik ile nice seneler mellıf olup izn-i icazet almakla zü'l-cenaheyn idi.
Badehu mürşidi emriyle Akdeniz tarafına iki sene seyahate memur olup bezl-i vücud ederek Beytullah'ı tavaf ve Arafat'ta vakfe durup lebbeyk nida sıyla hac etmekle hacı olmuştu. Badehu iki sene mürurunda İstanbul'a gelip ve mürşidi Kırkağaç'a gitmekle dar-ı bekaya rıhlet edip şeyhinin dergahında postnişin olmuştu.
Badehu Asitane'de dergahına gelip sakin olduğu halde üç dört senede bir defa sıla-i rahim ederdi. Badehu teehhül edip bir kerimesi dünyaya gelmişti. Ve dergahın yevm-i mahsusu perşembeydi. (Kendisinin irtihalinden sonra Uşşakiyye'ye geçmiş, günü de pazara çevrilmiştir.)
Yatsı namazının farzında evvelki rekatta sure-i "Ve't-tin'; ikinci rekatta ise slıre-i "f laf" kıraat ederdi. Vitir namazında sure-i "Elem tera keyfe" ve sure-i "Kul ya eyyühe'l-kafırune" ve slıre-i "İhlas-ı şerif" tilavet ederdi.
Cuma ve pazartesi geceleri yatsı namazından sonra tesbih ve duayı bade'l-ik mal usul yapardı. Usulde 100 kelime-i tevhid-i şerif, 100 ism-i celal-i zat, 100 ism-i Hu, 100 ism-i Hak, 100 ism-i Hayy... badehu kısacık bir dua edip "Te kabbel minna" okurdu.
Bayram geceleri cemaatle tesbih namazı kılardı. Hafta günlerinde mukabe leden evvel abdest tazelerdi. Mukabeleden sonra yalnız bir lokma ekmek eki ederdi. Meşayihten bulunan varsa duadan sonra fatiha ederdi. Ve mukabe lede kuud zikrinden başka devran ve kıyam zikri etmezlerdi. Eğer cemiyet olursa muhtasarca kuud zikrini edip devran ve kıyamı sair meşayihe teslim ederdi. Ve mukabeleye ikindi va ktinden bir saat evvel kalkardı. Ve ihya gece lerinde yani kandil-i şerif gecelerinde dergahı küşat edip mukabelede kuud, devran ve kıyam ettirirlerdi.
Beher yevm vakt-i teheccüdden gün doğumuna kadar mutat olan dersini tila vet ederdi. Ekseri günde kuşluk uykusu uyurdu. Beher gün hatm-i hacegan-ı sagiri tilavet ederdi. Ve sair vakitlerde yani otururken, bir yola giderken ve bir maslahat görürken hatm-i Kur'an-ı azim okurdu. Ve bir senede kı rk hatm-i şerif ve daha ziyade kıraat ederdi.
Ve günde bir vakit taam eki eylerdi ve hemen her gün saim idi. Lakin bir zair ve misafir geldikte oruçluyum demez, eki eylerdi.
Ve zatı celal sıfatındaydı, bazı cemalden görünürdü. Terbiye-i salikanda unf ile muamele ederdi. Ye yalan söylemez ve gıybet etmez ve emanete zinhar hıyanet etmez ve kimseden bir şey memul etmezdi ve malayani kelamlar söy lemezdi ve hiçbir kimseden bir şey matlup etmeyip hediye verirlerse kabul ederdi. Ye hiçbir kimseye borcu yoktu. Ve hiçbir sanatta olmayıp ve dergahı nın dahi hiçbir akçe ve hiçbir erzakı olmadığı halde her hafta lokma çıkanrd1. Ve bir ki mseye de deyni yoktu.
Vefatından iki üç sene evvel Üsküdar'da Nuhkuyusu civarında Pir-i sani Sey yid Mehmed SadLk Efendi'nin dergah-ı şerifi türbesi derununda kabrini ha zırlatmıştı. Ve vefatından evvel vasiyetname yazıp vefat ettikte o vasiyetna me meydana çıkıp vefat edeceği gününü yani 1308 Ceınaziyelevvelinin 30. salı günü ve gasledecek kimseyi ve cenazesinde kimler bul unacağını ve na mazını kimler kılacağım, kimin kıldıracağını, hava fırtınalı olup kayıkla Üs küdar'a geçilemeyip çatana vapuruyla gidileceğini ve sokaklarda mele-i nas içinde tevhid-i şerif ve esmaullah ve ilahiyyat okunmayarak merasimsiz gö türülmesini ve sair hikmetler beyanıyla... Bizler dahi o tahrire semi'na deyip teçhiz ve tekfinini bi'l-icra ve müridan hakkında dahi nush ve pend ve tah rirlerini bi'l-kabCıl medfen-i alisi olan mahalJ -i mahs(ısuna defnolunmuştur. Ve ruhu için kendi vasiyeti üzerine üç gece hatm-i şerif ile yetm iş bin keli me-i tevhid kLraat olunup cümle ihvan ve ehibbası bir şey matlCıp etmeyip rızaen lillahi tafila okumuşlar ve hayatında olduğu gibi hizmet-i reşadetlerin de bulunmuşlardır.
Rıhlet-i alilerinden üç mah sonra bazı müridanın ve komşularının rüyala rın da zuhur edip "Bu mahalleyi üfüreceğim!" diye manen ruhaniyyeti zuhuruy la on beş gün sonra filhakika dergah-ı şerifleriyle civarında bulunan haneler 1307 Ramazan-ı şerifinde ihrak bi'n-nar olmuş bulun makla halen dergah-ı şerif arsa- i haliyedir.
Ve sinn-i alileri yetmişi geçmiş olduğu halde rıhlet eyleyip ve dergah-ı şerif evladı olmadığından ben bendesine kalmakla benim dahi kendi emriyle dergahım olduğundan Fatih Nişancı Tekkesi şeyhi Abdülhalim Zikri Efen di'ni n halifesi ve damadı Hafız Ahmed Şemseddi n Efendi'ye rızasıyla keff-i yed eylemiştir. Onun uhdesindeyken ihrak olmuştur ki Allahu a'lem, azizim efendim hazretleri onları o makama münasip görmemiş olduğu anlaşılıyor. Kaddesallahu esrarahum ve nefeanallahu bi-füyuzatibim, amin bi-hürmeti cenab-ı Seyyidü'l-m ürselin.
Tekkede bu sefer Ka ragü mrü k'teki Nişancı Tekkesi şeyhleri nden Şeyh Hali m Efend i'ni n da mad ı ve i ki nci halifesi Şeyh Hafız Ah med Şemsed din Fahri Efend i postn işin old u. Ayn ı zamanda tan ınmış kıya mi zaki rlerinden ve saray saatçilerinden olan bu şeyh, Yan bolu'da Riffi'i tekkesi ni n ban isi ve şeyhi Alyanak Mustafa Efendi'ni n oğluyd u.
Kadiriyye'den, Halvetiyye'den ve Sün büliyye'den hilafeti olan Ah med Şemsedd in
Efendi'nin Mart-Nisan 1890'da posta oturduktan birkaç hafta sonra çıkan yangındatekkenin yanmasıyla şeyhliği sona erdi. Ertesi yıl29 Cemaziyelewel 1307 (21Ocak1890) tarihindevefat ettiğinde Nişancı Camii haziresine defnedildi.
Bu yangından sonra uzun süre arsa ha
linde kalan tekkenin şeyhliği,Uşşaki şeyhlerinden Mehmed Fahreddin Himmeti Efendi'ye tekkeyi yeniden yaptırması şartıyla tevcih edildi. 25 Zilhicce 1312 (13 Mart 1904) tarihinde ikinci kez hayat bulan binasıyla tekke Nakşi-Kadiri çizgisinden Uşşakine şesine geçer.Revnakoğlu, Muhyiddin. Efenditomarından bu şeyhi nakleder (149:95-98):
il,
<.A \
'<. ._. ,,.._
o \t_\
Mehmed Fahreddin Himmeti Efendi: Veladeti 1265 Şaban, Na zilli, Pazar karyesi. Tarik-i Uşşa kiyye hulefasından ve gümrük ketebesindendir. Arsa olduğun dan müceddeden bina eylemek üzere tevcih olunmuştur. 1321 senesi Zilhiccesinin 25. pazar günü küşat olunarak zikr-i şeri-
fe mübaşeret olunmuştur. Mu-
<:.. -
Şeyh Fahreddin
maileyh Fahri Efendi, Aydınhdır, Yedikule'deki Aydınh Şeyh Emin Efendi'nin halifesidir. Tekke küşadında posta iclas olundu ise de şeyhi Mehmed Emin Efendi kendi posta iclas olunduğu meşkuktur. Tekke-i mezkur muhterik ol muş idi, tekke arsasının bir kısmı tarik tesviyesine kalp, bir kısmı da i ttisal arsalardan tecavüz olduğu halde hal-i hazır arsaya müceddeden ve mükem melen 250 lira kadar meblağ sarfıyla bina ve ihya ederek müteaddit odalar ve harem dairesi ilave suretiyle tevhidhaneyi yukarı almıştır.
Kubbe şeyhi ile Bedevi şeyhi Hamil Efendi rehber olarak iclas eyledi, Topka pılı duacı dua eyledi. Muhtasar surette cemiyet icra olundu.
Bu güruh Uşşakiler, Dersaadet Uşşakı meşayihi ile mugayir-i hal ve tabiattır, fakat mumaileyh sulehadan, musalli, müstakim, alim, gayur bir zattır. Bu ma halli ihya eylemiştir. Fahri-i Aziz denilir.
Himmet Hendi,
kendisinden sonra tekkesinin postuna geçecek oğulları dışında üç meşhur şahsiyete de
hilafet verd i.
(149:99):
Son vazifesi İstanbul rüslımat emaneti emtia-i ecnebiyye gümrüğü tahrirat başkatipliğiydi. 11 Şevval 1333 ve 11 Ağustos 1331(22 Ağustos 1915) pazar tesi gecesi göçtü. Bir müddet akıl hastalığından rahatsız bulunuyordu, son günlerde evhamı ziyadeleşmişti. Cinnet getirerek intikal eyledi. Tekkesinin içinde medfundur.
Revnakoğlu, Mehmed Fahreddin Himmeti Efendi'nin kendi el yazısıyla memuriyet hayatına, tekkenin inşasına ait malümat içeren aşağıdaki metnini dosyalarına aktarır Vesikada şeyhin tüm memuriyet safhaları yer alır (149:103):
Kası mpaşa pir makamının son şeyhi Burdurlu Hoca Mustafa Safi Efendi merhum, "Büyük Mustafa Efendi" derler.
Kürsü şeyhlerinden Kayserili Mustafa Sıdkı Efendi merhum, Altay Uşşaki şeyhi idi.
Fatih dersiamlarından Ahmed Sırrı Efendi mer:hum, Fethiye Medresesi'nde otururdu. Karagümrük'te Kaytancı Sokağı'nda Baskıcı Hakkı Usta'nın tasar rufunda bulunan terlikçi dükkanını Uşşak! zaviyesine tebdil ederek icra-yı ayin eylemiştir.
Tekkenin son şeyhi,Fahreddin Himmeti Efendi'nin büyük oğlu Mehmed Emin Efendi oldu (149:99):
Büyük oğlu Mehmed Emin Efendi merhum: Veladeti 24 Teşrin-i sani 1301, irtihali 31Kanün-ı evvel 1938. Kasımpaşa pir evinin son şeyhi Burdurlu Mus tafa Efendi'den müstahleftir. Merkez Efendi'de medfundur, 12. adada toprak mezardır.
Tekkenin son şeyhi Mehmed Emin Efendi merhumun küçük kardeşi Neyzen Salahaddin Bey (Candan) istanbul Belediyesi konservatuvarında katip ve nıs fıyezen öğretmeni idi, emekliye ayrıldı.
Tekkenin zakirler: Yeniköy Raufi Tekkesi şeyhi Servet Efendi merhum, Be deviyye'den Şehreminli Arap Ahmed merhum, Remli Tekkesi şeyhi Yorgancı Raşid Efendi merhum, Fıstıkçı Mehmed Efendi merhum. Kıyam reisleri: Şeyh Hilmi merhum, Kambur Cemil Bey (Ebülhamis'in küçük kardeşi)
Siraciyye Tekkesi - Şeyh Ebü'l-Hayr Efendi Tekkesi
Şekerci Sokağı'nda Siraciyye Tekkesi - Şeyh Ebü'l-Hayr Efendi Tekkesi vardı.
Tekke, Albdülhamid devri meşhur Rira' şeyhi Ebülhüda Efendi'nin oğlu Siraced din Efendi namına tesis edilmiş, postnişinlik de yine Ebülhüda'nın halifelerinden Ebülhayr Efendi'ye tevdi edilmişti. Revnakoğlu,şeyhi şahsi hususiyetleriyle tarif eder (228:22,24):
Ebülhayr Efendi, şeyhi bulunan Ebülhüda Efendi'nin Beşiktaş'ta Serencebey Yokuşu'ndaki tekkesinde (bu dergah Kılıç Ali Paşa, nam-ı diğeri Sinan Paşa-yı Cedid Mahallesi'nde Tek Servi Sokağı'ndaydı) mihrap kandilini uyandırmak vazifesiyle mükellef bulunduğu için kendisine "kandilci" manasına "Siraci" derlerdi. Tekkesine "Siraciyye" isminin verilmesi kendisinin kandil nekaheti hizmetine de aynı zamanda telmih etmektedir.
Son derece temiz giyinirdi. Üzerinde, oturduğu yerde bir çöp bile bulunmaz dı. Temizliği, titizliği hastalık halindeydi. Çifte ayna arasında özenerek beze nerek sardığı mükellef sanğa bazen iki, iki buçuk saat emek verdiği olurdu. Ekseriya şal, hırka, samur kürk giyer, otururken dizlerini battaniye ile örter di. Sabahları amberli çay içerdi. Şeker bayramının ikinci günü mutlaka oruç tutardı. Yürümekten hoşlamrdı, Aksaray'dan Beşiktaş'a yayan gittiği olurdu.
İstanbul'un bu meşhur Şamlı Rifa'i şeyhi hayret edilecek kadar yeni fikirliydi. Ta o zamanlar çatal, kaşık ve bıçakla yemek yerdi. Ekmeği eliyle koparır, fakat eti bıçakla keserdi. Bununla beraber ekmek kırığı bırakmaz , baş parmağıyla bunları birer birer toplar ve yerdi.
Şeyh Ebülhayr merhumun Kumkapı nüfus memurluğundaki kütük kaydı şöyledir: Cilt 17, s.57, hane 21.
Şeyh Ebülhayr Efendi merhum (Siraci): Mumaileyh eş-Şeyh Ebülhüda Efen di'nin halifesi ve kethüdasıdır. İsmi gibi hayır babası, sulehadan, etkıyadan, nur yüzlü, uzunca boylu mübarek bir zat olan Ebülhayr Efendi aslen Şamlıdır. Oranın Saruca Mahallesi'nde n ve Hazine katibizadeler ailesindendir. 1262'de Şam'da doğmuş, bir müddet tahsilden sonra 23 yaşında İstanbul'a gelmiş, Uzunçarşı'da ipekli kumaş üzerine ticaret yapmıştır. 1318 Rebiülevvelinde Ebülhayr Efendi'ye üçüncü rütbede Mecidi nişanı verilmişti.
1338 Ağustosunda 78 yaşındayken göçtü, Eyüp - Hasib Efendi Dergah-ı şerifi haziresinde, arkada, türbe ile mescit arasında zevcesi Fatma Hanım'ın yanın da sırlıdır.Taş dikilmemiştir. Bu hanım, vaz'-ı hamli esnasında göçmüştür. İlk haremidir, Şamlıdır.
Torunu fuzaladan Fahreddin Bey hayattadırlar.
Not düşelim, Ebülhayr Efendi bir süre Hüdaiyye Tekkesi'nde şeyhlik vazifesinde bulunmuştu.
Tekkenin Muhyiddin Efendi tomarındaki bahsi kısaydı ve Revnakoğlu bunu da not larına i ave eder (228:21,23}:
Siraciyye Tekkesi - Şeyh Ebü'l-Hayr Efendi Tekkesi, Aksaray civarında Gu reba Hüseyin Ağa Mahallesi'nde Şekerci Sokağı'ndadır. Rifa'iyye- i Sayyadiy ye'dendir. Sudur-ı izamdan ve mukarreb-i hazret-i padişa hiden, meşayih -i Rifa'iyye'den Halepli Ebülhüda Efendi hazretlerinin bu kere 1317 tarihiyle vefat edip Eyüp'te Şeyh Hasib Efendi Tekkesi'nde kapalı hususi türbede med fun bulunan mahdumları Sayyaclizade Ahmed Siraceddin Efend i'nin namına A ksnray'da Valide Cami'-i şerifi civarında Şekerci Sokağı'nda mülk arsa üze rine müceddeden hane şeklinde dört katlı, on odalı bir tekke bina ve inşa ve Riffı'i dergahı olmak üzere vakf ve meşihatını şeyh-i müşarünileyhin kethü dası - vekilharcı Ebülhayr Efendj'ye teberru olunarak bu kere 18 Recep 1317
- 10 Teşrinisani 1315 (yevm-i çeharşenbe) tarihiyle Arabi menkıbe-i veladet-i Hazret-i Risalet kıraat olunarak ve tarik-i Rifa'iyye'nin Sayyadi ayini üzere kıyamen kelime-i tevhid zikri icra olunarak muhtasar surette resm-i küşadı icra olunmuştur.
Tekkenin son şeyhi Ebülhayr Efendi'nin oğlu Hamid Bilik'ti (228:22):
Şeyh Hamid Bilik merhum, Şeyh Ebülhayr 'ın sekiz evladından en büyüğüdür. Babasının vefatından sonra yerine tekkenin şeyhliğine gelmiştir. Hilafetna mesi babasındandır. 1284'te doğmuştur. Bahriye kolağalığından mütekaitti. 1937'de göçtü, Edirnekapı Şehitliği'nde yatıyor.
Notlarda (228:23) "ÜsküdarlıArap Ahmed burada zakirbaşıydı, meşhur Şeyh Hilmi reislik ederdi" cümlesi de yer alır.
il. Abdülhamid'in Şeyhleri
İki şeyh, Riffi'iyye'den Ebülhüda Efendi ve Şazeliyye'den Şeyh Zafir, Revnakoğlu notlarına girer.Ebülhüda nakli nisbeten kısadır (241:3-9):
Şeyh Ebülhüda Efendi ve Beşiktaş'taki Tekkesi
Beşiktaş'ta Serencebey Yokuşu ile Asariye Camii arasında Hasırcı Sokağı'nda kendi konağının yanındaydı. Önceleri Sultan Hamid'in Ebülhüda'ya hediye ettiği konakta usul-i Rifa'iyye-i Sayyadiyye'den icra edilmiş, sonradan onun yanına ayrıca büyük bir tevhidhane yaptırılm ıştı. Mecmüa-i Tekayd'da yazılı olmadığına göre yapılışı 130l'den sonradır. Perşembe günü mukabele olurdu.
Ebülhüda'nın vefatından sonra hulefasından çok ihtiyar bir zat olan Salih Efendi, bazen de onun çolak oğlu zikri idare etmişlerdir.
Bağdat Rifa'i şeyhi Ravtzade Mehıned Efendi ile Seyyid Hamza ve Sivas nakibüleşrafı ''Arap Şeyh" nam ıyla bilinen Şeyh Abdullah el Haşimi, keza Erzurumlu Şehvari istanbul'a geldikleri zaman m isafi r de kalırlardı.
16 Ağustos 1919 Beşi ktaş yangınında yandılar...
Şeyh Ebülhüda Efendi, Cenab-ı Pir evladından ve Sayyadizadelerdendir. Hama'da Sayyadlzade vakıflarına ait bazı hususatı hasbe't-tevliye tedvir ve tesviye için İstanbul'a gelmiş, temas ettiği zevat arasında saraya mensubiyeti
olanları n delaletiyle Sultan Hamid'e tanıtılmış, zekası ve fazilet-i ilmiyyesi hasebiyle padişahın teveccühüne mazhar olarak İstanbul'da
il<ameti tensip ve irade buyurulunca burada kalmış ve o tarihten itibaren de istanbul'a yerleşmişti r. Sultan 1-lamid'le satranç oynayacak kadar hususiyet kesbetmişti. Her manasıyla alim, fazıl bi r zattı. VICım -L şer'iyye,
naküyye ve bilhassa tasawufa dair 230 kitap ve risale meydana getirmiştir. Kendisine mahsus güzel sesi, edası ve cazip haUeriyle l<ur'an-L azlmü'ş-şan tilavet ederken Sultan Hamid'i n meclılbiyetini muci p olur, kendisi nden
teberrük ve teyemmün edilirdi. Bununla beraber padişah ya nındaki nüfuz ve mevkii ni çekemeyerek kendisine "Ebü'l-hud'a" diyenler olmuştur.
Vefatında cenazesi götürülürken tabuttaki tac-L şerifini bastonla yere düşürmek isteyenler ve bununla da iktifa etmeyerek abdestli cesedini çöp arabasına koyup Serencebey Yokuşu'ndan aşağıya yuvarlayanlar görülmüştür. İrtihalinde merhum Tahir Nadi'nin söylediği şu müthiş kıta bunun en kuvvetli delllcrinden birini vermektedir:
Ne hacet iddiiı-yı miiııkiri11e serd-i bıırlıd11a Hüveyda dır cihanda mılcizat ıAlımed-i Muhtar Bu ''şehr-imı.ı'tena"nııı hassa-ipiir -hikmetirıdeııdir Ebfıtıldan Ebü'l-Hud'a letmi göçtü bi'l-idbar
Vefatı Rebiülevvel ayına rastlad ığından ''şehr-i mu'tena" terkip ve teşbihi ile Rebiülevvel ayı telmih ediliyor. Bunu nla veladet-i Peygambed esnasında yıkıla n putlar hatı rlatılarak merhumun maalesef bunlardan yani bu ebatıldan biri olduğuna işaret olunuyor ki insafa sığmayan bir isnat!
Şeyh Ebülhüda Muhammed b. Hasan es- Sayyad1 er-Rifa'i, kendisini yakinen bilenJerden dinJediğime göre, güzel yüzlü, mehabetli, vakuı
müeddep, esmerü'l-levn, uzun boylu olup hilafeti babasında ndır. Oğlu Hasa n HMid Bey halen "Hasan Tevfik Hüdai" adıyla Ürdün emiridir.
Ebülhüda'y:ı yapılan çirki n bir isnadın na kli ve oğlu Hasan Halid Bey'i n "Yaktı dil-i viranemi yıktı temelinden" diye başlayan bir şarkısım Musullu Hafız Osman Efendi'nin besteleyip meşk etmesi (Çankırılı Hacı Şeyh oğlu Ahmed Kemal, Görüp İşittiklerim, 1934, c.4, s. 125). Ayrıca hususi hal tercü mesi için Kadirihane - Tomar-ı Kebir, s.427.
Şeyh Muhammed Zafir Efendive
Beşiktaş'taki Ertuğrul Tekkesi
Şazeliyye'nin Medeniyye kolundan gelen Muhammed Zafir el-Medeni için Yıldız'da Ertuğrul Camiiyanında bu caminin müştemilatından
olarak yine Sultan Ham d tarafından H.1305 tarihinde meydana getirilmişti (76:71-85):
Şeyh Muhammed Za fir el-Medeni b. Muhammed Hasan ez-Zafir b. Hamza Zafir: İlmi ve manevi faziletleriyle şöhret yapmış bir tarikat ve irşad adanudtr. Şehzadeliğinde kendisin i n tahta çıkacağını keşfen haber
veren şeyh efendiye bu sebeple Sultan Hamid ehemmiyet verir, hususi bir hürmet ve bağWık gösterirdi. Hatta bu yüzden padişahm cuma selam lığ1 müteaddit defalar bu tekkede
icra edilmişt ir. Sultan Hamid hem cuma namazına gel i r hem namazdan sonra "Alay dağılsın, saraya dönsünler" der, kendisi zikirde bulunurd u. Sultan Hamid'in kırk mevlidi de burada tertiplenmiş, mevlid-i şerifi Şehzade Selim Efendi'nin davetiyle Merkez'in damad ı Hacı İbrahim Bey okumuştu. Sarayından başka bir yerde yemek yemeyen padişahın burada yemeğe kaldığı bile olmuştur ki tekkeye ve
şeyh efendiye büyük itimadı olduğunu gösterir.
Dört yüz seneden beri Medine'nin agniya ve eşrafında n bilinen ecdadı da ta rihte isim yapnuş ki mselerdi. Bunların arasında agavat-ı sipahiyyeden (sipahi ağalarından) bulunan ceddi Hasan Zafir el-Meden1 tarikat şeyhlerinden ve ilim ada mları ndan
olmamakla beraber Medine'nin büyükleri arasında sayılmaktaydı. Medine'de ve Harem-i şerif'teki eski kayıtlarda "Hasan ez-Zafir min agavat-ı sipahiyye" suretinde adı geçen Hasan Ağa'y:ı "ağa" unvanının verilmesi, bedevi baskınlarına karşı yapmış olduğu gazvelerdeki muvaffakiy etinden dolayıdır. Ha lkın sevgi ve takdirkarlığını gösteren bu teveccühten başka Yavuz Sultan Selim de bu zata ınakamat-ı mukaddesenin asayiş ve nizam ıyla meşgul
olma işin i verm işti. Bu vazife hayatının
sonuna kadar üzerinde kalmış, nesilden nesiJe, evlattan evlada intikal ederek Büyük Efendi'ni n babası Muham med Hasan Zafir b. Hamza Zafır'e kada r gelmiş ve bu suretle Tanzimat başlarına kadar devam ettirilm iştir.
Alim, fözıl bir şeyh-i kam il olan M uham med Zafı r el-Medeni'n in Şazeliyye tarikatı hakkında meydana getirdiği Envaru'l-Kudsiyye Fi
Te11z1/ıi Tıırukı'l-l<avmi'l-Aliyye isimli Arapça eseri bu sahada orijinal bir kıymet taş1makta ve dünya Şazelileri arasında pek değerli bir kaynak bilinmektedir. Cenab-ı [>ir Ebü'l
Hasan Şazel1'nin hayatı, şahsiyeti, Şazeliyye ta rikatının adap ve erkanı usul ve adfitı
lizednde gayetle vakıfane bir surette malumat veren , ayrıca Şazeliyye evradı olan hizbü'l kebirin ve almibının Arapça metinleri ni izah ve ihtiva eden bu kitap 1302'de istanbul'da Matbaa -i Osmaniyye'de bastırılmıştır; Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa zamanında adliye müfettişliği nde bulunan Yusuf Şetvan Bey merhum bu eseri Tü rkçeye çevirmiştir. Yusuf Şetvan Bey, Fatih haziresinde yatan meşhur
Muhadd is Ah med Şervan Efendi'nin oğluydu.
Müellifin bu mühim eseri ilmi şahsiyeti dolayısıyla ecd:ıt ve ailesi hakkında Trtbakd t-ı Miılikiyye (s.41J ) başta olmak üzere, Belediye
- Vilayet mektupçusu Osman Nuri Bey'in
Türk Manrif Tarilıi'nde (c.2, s.882-885).
Şeyhü'l-muharririn Süleyman Tevfik Bey'in hatıralarından naklen hayli malumat verilmekte olduğunu görüyoruz . 1<5dirihine toman nda da (s.37) bu husuta bazı kayıtlara rastlanılıyor.
Tekke, Beşiktaş'ta Yıldız Caddesi üzerinde Cihan nüma Mahallesi'ne ait meşhur Hasan Paşa Deresi önündedi r. Sultan Hamid'i n yaptırdığı Ertuğru l Cami' i şerifi'n in yanında bu cami'-i şerifin müşteın il:'ıtınd:ın ola rak yine Sultan Hamid taraf ından J 305 tarihinde meydana geti riJ ıniştir. O zaman lar ınabeyn-i hü mayun müşiri bulunan Plevne ka hramanı Gazi Osman Paşa inşaatına nezaret etmiştir.
Şimdi ilkokul olan dergh-ı şerifin mahfil-i hümayfuı kapısı ile merdivenl i cümle kapısı takında talik yazı ile yazılm ış ve Giridi Muhtar Bey tarafından söyleniJmiş iki tarih manzumesi (76:72) bu mükemmel inşaatın bütün
safahat ve teşkilatını güzel bi r l isanla tesbit etmekteydi. Ne şaşılacak ve esef olunacak garip bir hadisedir ki dergah-ı şerifin bu kısmı sonradan mektep olması dolayısıyla ilk hayırlı icraat olarak takındaki bu her bakımdan birçok kıymetler taşıyan kitabeni n üzeri hemen çimento ile sıvanmış ve işi n en tuhaf noktası tarihin malı ve milli servetin hüviyet
cüzdanı olan bu canım eser bu şekilde kimseye sorulmadan, kimseden çekinilmeden ba ta n aşağıya tahrip ve tah rif edilirken bugün ayakta duran yanı başındaki konaklarında yıllardı r oturmakta olan tekkeni n münevver varis ve mümessilleri sayılan geniş bi r aile muhit ve efrad ında n ki mseni n haberi bile olmamıştır.
Üzerinde on y1ldan fazla bi r za man geçtikten sonra fakirin ihbarıyla ancak muttali oldular.
Hayı rlı evlatlar iınışler wsselam! Cami'-i şerif ciheti ndeki şadırva n aynalarında Sakızlı Abdülfettah Efendi'nin imzasını taşıyan tarih
yazılan da ikmal-i seyyiat için kısmen kazılmış, kısmen sıvanmıştır.
Şazeliyye'nin Medeniyyc kolundan olup (Medeniyye kolunu kuran zat, Trabl usgarp kazalarından Misrate'de mcdfun bulunan Şeyh Muham med Hasan Zafi r el-Medeni b. Hamza Zafır'dir) cuma günleri cuma namazından sonra ayin- i şerif icra olunur ve her akşam yatsıdan sonra ''vazife" denilen, Ham id'in iradesi üzerine ihdas edilen Şazeli evrad-1 şerifesi okunurdu. Bu usu l son güne kadar hiçbir suretle terk edilmedi.
Dergahın pek zengin bir evkafı vardı. Akaretler Caddesi'nde bü tün binalar, Tophane'nin altındaki sıra dükkanların hepsi bu tekkeye vakfedilmişti. Bütün ömürlerini tekkedeki hücrelerinde geçiren fukara-yı dervişan
ve kalenderana mahsus, bilhassa yakın ve uzaktan gelen misafirler için harem, selamlık ve ''dervişanhane" isimli su-:1SLra hücrelerin mahrukat ve me'klılatı (yenilecek ve yak ılacak her şeyi) saray-ı hümayundan ve matbah-ı amireden gelirdi. Meşrutiyet 'ten sonra da ayda 300 lira taamiyye konul muştu. Bu vakıOarın idaresi işine zaman ın Evkaf Nezareti müsteşarı ta rafuıdan tayin edilen bir kaymakam bakardı.
Müsteşarın keendisi de mütevelli sıfatını haizdi.
Bağdat salnamesinde tesbit edilmiş olduğuna göre Yıldız Saray-ı feyz-ihtivfı-yı alisi civarında inşa olunan işbu Ertuğru l C§mi'-i şerifi i le Şazell Dergfıh -ı münifı nin tefrişatı masa rifi
70.071 kuruş tutmuş. ayrıca mefruşatı n tamir ve tecdidi için de yi ne hazine-i hassadan 3.334 kuruş ayrılmıştır.
Bu şeyhe ve tekkesine ait müstakil bir bahis açan Revnakoğlu şeyhe, tarikatına ve şeyhin sarayla münasebetlerine dairşunları da kaydeder (76:76-92):
ist:ınbul halkı arasında öteden beri ağızdan ağıza dolaşan rivayetler göre "Büyük Şeyh" Muha m med Zafir Efendi, İstanbul'a geldiği vaki t bir m ünasebetle Kağıthane La rafları na gider. O tarihlerde ekseriya "imrahor" denilen "seyeıcibaşı"ıu n konağına gelirmiş. Çağlayan Kasrı önünden geçerken tesadüf orada bulunan ve o tarihlerde henüz şehzade olan Abdülhamid Efendi (Sultan H:ımid}, şeyhi görür, kalbinden hususi bi r hürmet duyarak yanına çağırtır ve pek iltifat eder. Şeyh efendi hususi bir hürmetle yanına kendisini davet eden zatın şehzade olduğunu bilmez.
Hamid Efendi sorar:
-
Nerelisiniz?
- Trablusgarplı.
-
Vazifeniz?
-
Şazeli şeyhiyim.
Bunun üzerine biraz daha cesaret alan Hamid Efendi:
-
O halde der, meşayihte bazı ultım-ı garibe ve gaybiyye vardır. Siz, pek rica ederim, benim de ahvaliınc bir bakıveri niz.
Havsta ve ilm-i cifrde fevkalade iktidarı olduğu söylenilen Şeyh Zafir Efondi henüz kim olduğunu layıkıyla bil mediği bu zatın bu şekilde teklifi karşısında muvafakat gösterip cifre müracaat eder. Kısa bir murakabe ve tefekkürden sonra ahvaline bnktığı için başında duran zatın şehzade olduğunu görür ve kendisine bildiri r. Hayretten donakala n şehzadeye pek yakında saltanatın kendisi ne teveccüh edeceğini de yine keşfen ve ilaveten tebşi r eyler.
O vakitler akılda, hayalde olmayan bu meseleye Sultan Hamid pek zoraki inanırsa da lehinde söylediği için tabiatı ile memnun kalır, şeyh efendiye bir hayli iltifatlard:ı bulunur.
Kısa bir zaman sonra hiç umulmad ık bir suretle padişah olunca keşfine, tebşirine ve
kerametine hayran ve medyun kaldığı Şeyh Zafir'i Trablusgarp'a göndermez, İstanbul'da alıkoyar, kendisine intisap eder, o günden beri yanından ayırmaz ve ayrılmaz.
Sultan Hamid kendisine rütbe teklif ettiği halde kabul etmemiş, bir tek nişan bile almamıştı r. Hayatı daima dervişane bir şekilde geçtiğinden son güne kadar bi15-rütbe
çalışmıştır. Zahiri - batıni bir istiğna sahibiydi.
Daima cezbeye benzer bir aşk ve istiğrak
içinde yaşardı. Her halinde zarafet ve mahviyet görülen, tab'an necip insamlı.
Ortadan biraz uzun,kır sakalh, güzel yüzlü, yeşil gözl ü.ydü; sevimli ve mütevazı idi. Ahlaki, tasavvufi mahiyette bazı şiirler de ka leme
almış bulunan Şeyh Zafir Efendi, yazıları nda
"Zafir el-Medeni" imzasını kullanırdı ...
Feleki'ni n Tavaliii.'l-Mü.Lıik'unda (s.l ı4) namazdan sonra İslamın nusreti hakkında dua ederken alınmış bir resmini görüyoruz. (Ali Emiri, 4265)
1322 Rumide ve Recep ayında ... yaşı nda
iken i rLi hal eyledi. Tekkesinin batı ta rafındaki türbede medfundur. Yanında iki kardeşi Hamza Zafi r. Beşi r Zafir yatmaktadı rlar.
Beşiktaş Şazell Dergah-ı şerifinin bir İtalyan mimarı tarafından kübik mimari tarzın istanbul'da ilk güzeJ nüınunelerinden biri olarak yapılan mermer türbenin cadde tarafındaki arka duvarı yanında Hamidiye Çeşmesi'ne bitişik parmaklık içinde dört yanı mermer muntazam bir mezarın baş ucunda dört köşeli mermer üzerine tal ik yazı ile: "Hüve'l-Hallaku'l-Baki - Kutbu'l-fırifln ve gavsü'l-vfısılin eş-Şeyh Muhammed Zafir el Medeni eş-Şazeli hazretlerinin haremi Deblk Hanım'ın ruhuna el-fatiha, Zilhicce 1330"
Dergah -ı şerif muhitinde "Büyük Şeyh Efendi'; "Seydi" den ilen birinci Şeyh Muham med Zafir
el-Medenl'ni n il k harem idir. İkinci refıkası Tirn igah Hanım l 926'da göçmüş, Maçka Kabristanı'na sırlanm ıştır.
İki hanımdan 14 erkek evladı, 9 kız çocuğu olup bunlardan iki kızı ve beş oğlu hayattadu·.
Oğlu Şeyh İbrahim Zafir Efendi: Sultan
Hamid bu ıata evlat muamelesi yapardı. Onun iradesiyle tekkenin şeyhliği kendisine verildiği zaman kı rk yaşını biraz geçm iş bulunuyordu.
Tekkenin son şeyhi bulunan İbrahim Zafir Efendi, babası gibi faziletli ve hürmete şayan bir ki mseydi. Bu ailenin ve ecdadının tarikaten olduğu kadar ilmen ve ahlaken
de son mümessili bulun uyordu;muhitinde iyi tesi rler bıraktı, herkes tarafından sevildi,
daima h ü rmet gördü, fokat babası gibi sarayla ve devlet adamlarıyla yakın bir münasebet kurmuş değildi. ilim ve ibadetten başka bir şeyle meşgul olmad ı.
Tekkelerin SLrlandığı tari hten sonraki zaman ı hemen daima inziva içinde geçti. Ziyaretine gelenleri bile kabul etmez olmuştu. Zaten kenar, köşeye çekilmekten hoşlanan sessiz bir hali vardı. Bir müddet hasta yattı, 10Temmuz 1947 perşembe günü 76 yaşında olduğu halde göçtü. Yahya Efendi Dergah-ı şerifi haziresinde hususi aile çevirmesi içinde, ikinci refikası Huriye Hanı m'ın yanı nda yatıyor.
Dergahın ilk şeyhi Şeyh Muhammed Zafir
Etendi merhumun 14 evladt:
Yine aynı ismi taşıyan M u hammed Zafir Efendi merhum: İstanbul'da pek az bulun muştur, memleketinde göçmüştür.
Zôfir Efendi merhum: Trablusgarp'ta şeyhi bul unduğu tekkesinde kalmışlır.
Ah med Zafir Efend i merhum: Evkaf Meclis-i Kebir'i azasından olup Harameyn payeliydi. 1925'te İskenderiye'de göçtü, orada medfundur.
Mustafa Zafir Bey merh u m: Şı'.ırfı-yı Devlet istinaf azasından ve rütbe-i üla (ferik rütbesi demektir) ashabmdandı. 1325'te vefat etti. Beşiktaş Yahya Efendi Tekkesi haziresinde medfundur, aile çevresi içindedi r.
İbrahim Zafir Efendi merhum: Tekkenin ikinci şeyhidi r. Oturduğu yerden nasılsa düşmek ve ayağı incinmek neticesinde on gün yattıktan sonra uzun zamandır çekmekte olduğu şekeri arttı ve göçtü. irtihal inde seksene yaklaşıyordu: 10 Temmuz 1947.
Hüseyin Zafir Bey merhum: Şehremanet i azalığından emeklidi r. Cezayir sultanı meşhur mücahit Emir Abdü l kadir'in damadıydı.
1948'de vefat eyledi.
Abdulla h Zafir Bey: En büyüklerid i r. İstanbul ikinci ceza hakimliğinden emeklid ir, avukat!Lk yapıyor.
Selim Zafir Bey: Dahiliye Vekaleli memurluğundan emeklidir. Kınalıada'da oturuyor.
Hasan Zafir Bey: Belediye müfettişliğinden emeklidi r. Galatasaray Lisesi'nde kavanin muallimiydi. 7 Eylül 1320'de girmişti, hayattadır.
Kadri Zafir Bey: Londra Üniversitesi Arapça lektörüydü. 1912'de gitmişti, 1952'de geldi. 1954 Temmuzunda enfarktüsten göçtü.
Abdüsselam Zafir: İstanbul - Mısır arasında ticaretle meşguldü. 1942'de iskenderiye'de vefat eyledi, orada medfundur.
Şeyh Ebü'l-Hasan Zafir Efendi merh um: "Şeyh Hasan Efendi" diye bilini r. Ağabeyi Şeyh İbrahim Zafir'in her işinde ona yardım eder, bulunmadığı zama nlar onun şeyhliğine vekalet eyler, tekkeni n bütün umw·ve hususatını kendisi çevirirdi, bundan dolayı "ikinci Şeyh" derlerdi. idare hususu nda iktidarı vardı.
Bütün Beşiktaş onu tanırdı. Fevkalade züht ve
takva sahibiydi. Üç aylardan başka pazartesi, perşembe günleri daima oruçlu bulunurdu. Sakalını hiç lraş elmemişti. Güzel, mübarek bir yüzü vardı. 1926'de göçtü.
Ömer Zafir merhum: 1926'de Trablusgarp'ta göçtü, orada yatıyor.
Doktor Zafir Bey: Darülaceze müdürlüğünden emeklidi r, hayattadır.
Beşiktaş Şazell Tekkesi zaki rleri (76:86):
Vazifeli muayyen zaki rleri n ekseriyetini Mısulı ve İskendeı·i yel i olanlar teşkil ecUyordu:
Ahmed Beysümi: Zakirbaşıydı.
Ah med FCıll - Ahmed Mülhiye
iskenderiyeli Şeyh Mustafa Efendi merhum:
Müezzinbaşı. Son devrin tanınm ış
mevlidcileri nden sivil polis Beşiktaşlı Mahmud Efendi merhumun babasıdır.
Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi'nin oğlu HafLZ Abdülgani (Hafız Gani): Şuğulcü. 1334'te göçtü.
Hattat Hafız Hüseyin Hüsnü Efendi merhum: Mekke muhasebecisi nin oğluydu. Dergahın üçüncü müezzi n i olarak yılla rca vazife gördü. 1318'de Abdullah Paşa'nın oğlu Salim Paşa'yı okutmuş ve yazı meşk etmiştir. 1328'de İstanbul'da vefat eyledi, Silivrikapı'da yatıyor. Etyemezli Muzıka lı Hafız Yaşar (Okur) Bey'in üvey babasıydı.
Eski şethanendelerden Hafız Saim Bey merhum
Hattat Hacı N uri Bey merhum
Müezzin-i şehriyariden Medineli Abdullah Efendi
Şazeliyye'ni n ista nbul'daki teşkilatlan ması ve bilha ssa bu tarikatı n Medeniyye şubesine dair yine Revna koğlu kalemi nden çıkma notlarla Şeyh Zafır'e dair yu ka rıda ki bilgiler ikmal ed ilir (76:117-126)
Şazeliyye Tari kalı (Medine Usul ü):
Şazeliyye tari katı Sünüsiyye, Medeniyye ve Ticaniyye olarak başlıca üç kola aynlrnıştır.
Sünusiyye'nin başı Şeyh Ahmed Sünusi'dir. Medeniyye'nin başı da Eblı Abdullah Muhammed Zaftr el-Medeni'dir ki bu
zat, Ahmed Derkavi'den tari kat almıştır. Muhammed Zafir el-Medeni'nin halifelerinden İbrahim Bernidi, Sultan Hamid zamanında İstanbul'a gelmiş, Yenikapı şeyhi Osman Salahaddin Efendi'ye Şazeliyye'den mezu n iyet vermiştir.
İstanbul'da Medeniyye şubesine mensup bulunan Şazell dergahlarından en yenisi olmakla beraber en meşhuru Beşiktaş'ta Ertuğrul - Şeyh Z:iflr'in Tekkesi, Sultan
Hamid -i Sani tarafından yaptırılmıştır. Burada her gece yatsıdan sonra "vazife" denilen
hizbü'l-kebir (evrad-ı şerif ) cumhurla okunurdu. Hafta günleri cuma namazını müteakip Medeniyye usuliyle yapılan ayin-i şerif şu şekilde olurdu:
Namazlar kılınır, tesbih duasının sonunda şeyh efendi kalkar, mi hrabın önünde yer alır. Etrafına ihvan toplanır, kapalı tam bir halka teşkil edilir. Halka erknını teşkil eden zevatın ekseriyeti Afrikalı Berberilerden müteşekkildi. Sive vahasında n otuz kırk kişilik postalar halinde tekkeye gelip yerleşirler, lerbiye ve irşat görerek kMi derecede olgunlaştıktan
sonra mem leketlerine dönerlerdi yahut tarikatı neşretmek için başka yerlere giderlerdi. Ay m maksatla ayrıca Tunus'ta n, iskenderiye'den, Cezayir'den, Semerkant'tan, Buhara'dan gelenler olduğu gibi bunları n içinde tamamıyla tekkede kalanlar ve ömürlerini tekkenin hizmetine verenler de görülürdü.
Toplu bir halde cumhurla hizbü'l-kebire (evrad-ı şerlfeye) başlanılır. Okunuş tarzı müşterek olmakla beraber hep bir ağızdan
değildi. Hatm-i şerif indirilirken duyulan latif bir gulgule hasıl olurdu, fakat herkes yanındakinin ahengine iştirak etmeden
kendi halinde okuduğu içi n diğer tarikatları n evrad-ı şerife tilavetleri nele görülen mazbut, muntazam ve müşterek tavr-ı mahsüs
burada olm uyordu. Bunwtla beraber zevki ne doyulmaz ruhani bir alem husule getirir, saatlerce devam etse farkına varılmazdı.
Hususiyle "İsraf anna'l-eza, inneke ala külli
şey'in kadir" gibi içindeki bazı yerler üçer defa tekrar edilir ve böylece uzun müddet devam ederdi.
Sonunda şeyh efend inin başlamasıyla tevhid-i şerife girilir. DCız şekilde ağır ağır bi r müddet uzar, hafif hafif perde kaldırılı r, hızla nı r ve
bu haldeyken "ism-i müfred" dedikleri lafza-i celale geçilir. Bu esnada eller ya ndan tutularak ayağa kalkLLLr.Şeyh efendi drurenin ortasma geçer, yine olduğu yerdedir, sağa sola yürümez. Önce arkaya hafifçe eğilip doğrularak lafza-i celalin zikir tarzı perde perde yükselir, nihayet son süratini bulur ve kalbe dökülür. Zikir halkası yine olduğu yerde sabittir.
Sırasıyla yahut ayrı ayrı söylenilen "Allah Hayy'; "Allah Hü", "Hü Allah" yahut iki defa üst üste uzatılarak "Allah Allah"esması zikr-i erre
haline girmiştir. Kal pler gittikçe arta n deruni bir coşkunluk içinde "Allah" diye inlerken halkanın ortasına Mısı rlı zakirlerden yahut güzel sesl ilerden bi ri girer, taksime başlar.
Münacat, na't-t şerif veya medh-i pire dair bir iki kaside okunu r.
Yine hiçbir ta rafa dönmeyen, olduğu yerde zU.:re devam eden hnlk anı n ortasında yalnız şeyh efendi hareket halindedir. Halkada bulunanlara bi rer birer teveccüh ederek onları teşvik ve idare suretiyle zikrin ahengini
tanzim eyler. Zikrin en zevk li tarafı bu kısımdır. Coşanla r, kendinden geçenler, şeyh efendinin zikri kesmesinden bile haberdar olamayarak
kendi kendisine zikre devam edenler coşkunluğunu cezbeye vardıran lar zikrin hep bu safhasında görülürdü.
Bu şekilde kalben ve kıyamen yapılan zikir son haddini buldukt an sonra oturulur.Şeyh efendi ile beraber herkes yerini alır. Artık zikrin ikinci safhasına girilmiştir. Tekrar kelime-i tevhide başlanılır. Fakat bu tarz birinci şekle hiç benzemez. Ton ve usul büsbütün başkadır. Bi rinci tertipte görüldüğü gibi tevh1din okunması tesbih çeker tarzda olmayıp tavr-ı mahsüs halinde mazbut bi r usul ve makama tabidi r. Tevhld-i şedfJn
bu şekl i de pek ahenkli olarak bir müddet devam eder, yine oturulduğu terde ism -i Latif'e geçilir. Şazelllerde "Latife" denilen ism-i Latif zikr-i şerifin haliml:!sidir, diğer
tarikatların mLLkabelelerinin sonu nda çekilen ism-i Hu yerine geçer. Bu bazen uzun sürer.
Harp zamanları nda, memleketi n maruz kaldığı herhangi bir sıkıntı veya feliket karşısında eltaf-1 rabbaniyyeden istimdat ve iltica maksadıyla ism-i Latif fazlaca devam edilir. Kesik kesi k, tek tek değil de "Yfı Lat1fü ya Lat1fü.. ·suretinde birbi rine vasledilerek okunması usuldendi.
Bu da bitti kten sonra şeyh efendi dua eder. Fatihadan sonrn yine şeyh efendi larafı nda n adap, erkan, ahlak ve tasavvuf meseleleri üzerinde sohbet şeklinde irşatlarda bulunulur. Sonunda şeyh efendi nin eli öpül ür, herkes kendi hücresine gider. Tekken in iJk şeyhi bulunan M uhammed Zilf i r Efendi merhum zikr-i şerifin sonunda yapılması mutat olan
ve daima ilmi, trşadi mahiyette yapılan bu musahabeyi tevhidhanede değil, mukabeleyi müteakip "dervişanhane " denilen derviş
hücrelerine bizzal gider, bu konuşmayı orada yapardı.
Horhor Caddesi'nin yukarı başına doğru tırmanıyoruz. Suphi Paşa Konağı'nı geçince hemen sağdaki hazire önündeyiz Burası Haydarlhane Camiive Tekkesi'ydi. (ıskenderpaşa Mahallesi.936 ada. 55 parsel)
İsmi n i "Horhoroğlu Ça rşısı'nda n ala n Horhor Caddesi ile Kavalalı Soka k'ın kesiş tiği yerde bu lu na n bu tekke, uzu n za ma n arsa ola ra k kalmıştı... Revna koğlu, Tari h Dü nyası'nda (18 Kasım 1950) neşredeceği yazısını n müsveddelerinde bu rayı kısaca şöyle anlatır (231:9):
Şeyh Ali el-Haydari: Fatih'in alemdarları bilinen bu zatın diğer ad1 "Haydar Dede"dir.
Saraçhane başına pek yakın olan Hordor Caddesi üzerinde kendi adıyla Hay darhane Mahallesi'nde ve Mimar Ayas Cami'-i şerifinin arkadan biraz aşağı sında, şimdiki Kavalalı Sokağı'nın başında, 35 numaralı kapıdan girilen tekke arsasının içinde gömülüdür.
Yine kendi adı verilerek "Haydarihane" denilen ve aslında mescit olarak ya pılan bu dergah-ı şerifin yeri, yine Hadika'dan öğrendiğimize göre önceden kiliseymiş. Mescidi yaptırıp sonradan meşihat koymak suretiyle tekke hali ne getiren Şeyh Ali Haydar Dede hakkında Sicill-i Osmani şu k1sa ve yanlış malumatı vermektedir: Ali Efendi, meşayih-i Halvetiyye'dendir, Haydarha ne'yi bina etmiştir. Alaaddin-i RumH Halveti diye meşhurdur ' Halbuki Hal vetiyye ricalinden ve Seyyid Yahya-yı Şirvani halifelerinden bulunan Şeyh Ali Alaaddin, başka zattır, yaptırdığı dergah ise yine o civarda fakat Sofular'da Molla Hüsrev Mahallesi'nde, Akarçeşme Sokağı'nın içindedir, "Alaaddin Tek kesi" diye maruftur.
Sonra "Alaaddin Efendi'; "Rumi" değil, "Kefevi"dir. Tekkesi Halvetiyye'den iken son zamanlarda Celvetiyye'ye geçmiştir. Haydar Dede'nin Haydarhanesi ise Kadiriyye'dendir, Eşrefiyye ve Rumiyye kollarına da intikal eylemiştir.
Şeyh Ali el-Haydari'nin tekkenin tevhldhanesi içinde, mihrabın sol tarafın daki küçük ahşap türbede o zamanlar ziyaret edilen sandukası vardı. Kendi sinden sonra tekkeye nam bırakan oğlu Şeyh Hüseyin el-Haydari de hemen yanında medfun bulunuyordu. Tekke yanınca bunlar ortadan kaybolmuştur.
1312 - 1896'da tekkenin yeniden ihya edilmesi üzerine Nazımu'l-Hikem Hamdi Bey şu fevkalade güzel tarihi vücuda getirmişti:
Feyz-i lutfu Hazret-i Abdiillıamid-i ekremin Eyledi dbdd pek çok hane vii kilşaneyi
Etti ihya-y ı tektiya kıldı mescidler bina Seyr edin asar-ı husrev-ferzdneyi
Yaptı ezcümle Hiiseyn-i Hayda rinin tekyesin Neşr içinfeyz -i uliivv-i himmet-işalıaneyi
Şad edip rulı-ı a/emdar-ı Cenab-ı Fatilı'i Vakf-ışükran etti merdan-ı riya-biganeyi
Yad-ı lutfun zamm-ı evrtid eyliyor her Kadiri Zib-i dest ettikçe hergün süblıa-i sad-daneyi
Eylemez nisytın-ı ilısan mest ü lıayrdn olsa da Gavs-i Geylani elinden nuş eyleyen peymaneyi
Gördüm itmamın dedim Hamdi güher tarihini Eylemiş Abdülhamid ihya şu Haydarlıane'yi, 1312
qSon zamanlarda bakımsızlık yüzünden çok harap bir hal alan Haydarha ne'nin 1929'da evvela tevhidhanenin çatısı çökmüş, sonra da tamamıyla yıkı larak bugünkü metruk arsa şekline girmiştir. Ortada görünen kısım, selam lığın üç viran odasıdır ki bunların da içinde Evkafın yerleştirdiği kiracılar oturmaktadır.
Yakın zamana kadar cümle kapısının üstünde talik yazı ile yazılmış edebi bir nefise halinde duran o pek kıymettar tarih manzumesi de tekkenin karşısın daki 56. İlkokul'un başöğretrnenJiği tarafından 1950 Mayısının başlarında Fa tih Belediyesi'nin fen işlerine "Kapının çökmek tehlikesi vardır" diye yazması üzerine hemen ilk fırsat ve süratte kapı yıktırılmış, kitabe taşı da yerinden kaJdırılmıştır.
Aydın Ünsal(231:108), Revnakoğ lu'ndan aktarma yaptıktan sonra "1829 senesine kadar büyük bir kısmı çöken caminin selamlık kısmı
mevcuttu, minaresi de yıkılmıştı. 1948 senesinde Vakıfların açık artırmaya çıkardığı arsayıalanlar oraya evyaptılar.Mezarlığıarka tarafa rastlar, cadde üzerinden dar, yeşil,ufak bir kapıdan girilince göze çarpar.Mezarlık bakımsız harap bir vaziyettedir.Apartmanların odun, kömür ve lüzumsuz eşyaların konduğu yer halini almıştır.Bu
Haydar hane Tekkesi'nin ihya kitabesi (231:155)
mezarlıkta Haydarhane Mahallesi muhtar-ı saniliğini yapmış bir zat ile Sahaflar Çarşısı münadisi nin mezar taşları nazar-ı dikkati çekmektedir" diyordu.
Revnakoğlu, Ünsalgibi mahzundu (231:11)"Halk arasında "Baba Hay dar Camii" de denilen bugüzel mabet, Suphi Paşa Konağı'nın yanında idive sekiz on seneye kadar harabesi duruyordu. Son yıllarda yalnız minaresi kalmıştı. Evkaftarafından o da yıktırılarak satıldı.Yanı nda bir iki odadan ibaret meşruta da ne kadar hazindir ki bir Ermeni karısına satıldı.Fetva emini Mehmed Nuri Efendizade Reb 'iMolla Bey (Hisarcık) bu cami'-i şerifte hutbe okumuştur (Tesbit 1951)"
Revnakoğlu, Haydarihane Tekkesi'nin cümle kapısı önünde (231:153)
Revnakoğlu notlarında, "Haydarihane" "Haydariler Zaviyesi'; "Haydar Baba Tek kesi "Haydar Dede Tekkesi "Baba Haydar Tekkesi'; "Keş fi Efendi Tekkesi "Şeyh Ha vuç'un Tekkesi'; "Havuç'un Tekkesi" isimleriyle anılan tekkenin kısa tarihi şöyleydi (231:2):
Fatih Saraçhane başına pek yakın olan Horhor Cadde
si'nde, Haydarihane Mahallesi'ndedir. "Haydar Dede Tekkesi'; "Haydar Baba "Baba Haydar Tekkesi" de denilir. Yeni teşkilata göre Kava laJı Sokağı'nın ba şında 35 numaralı, takında kitabesi bulunan kapıdan girilen arsanın yerinde idi. İlk zamanlar Uşşakiyye-i İrşadiyye'den olmuş, sonra Kadiriyye'ye geçmiş tir. Uzun zaman "Keşfi Efendi Tekkesi" diye yad edilmiştir. Son zamanlardaki bir adı da "Şeyh Süleyman Efendi Tekkesi'dir, "Şeyh Havuç'un" yahut "Ha vuç'un Tekkesi" denildiğini de görüyoruz.
Tekkeyi yaptıran meşayih ten Ali el-Haydari'dir ki bu zat Fatih'in alemdarı olarak bilinmiştir; kendisine "Alemi Baba" da derler. Tevhidhane nin içinde, mihrabın solunda ahşap türbede sandukası var dı; oğlu Hüseyin el-Haydari de yanında medfundu, bun dan dolayı dergahın asıl adı "Haydariler Zaviyesi"dir. "Haydarihane" ismi kendileri ne izafeten meydana gelmiş ve bir zamanlar da tekkenin son şeyhlerinden Süleyman Efendi'nin adını taşım ıştır.
Revnakoğlu bir notunda türbede medfun olanları tek tek tesbit eder (231:320): İki Haydariler, Havuç Baba, Şeyh Hakkı Efendi,Şeyh Hafız Ahmed Efendi, Şeyh izzet Efendi, mevlid vakıfı Şeyh Mustafa Efendi,Şeyh Hakkı Efendi'nin refikası Halise Hanım, Hafız Ahmed Efendi'nin kızı Muzaffer Hanım.
İlk şey Haydar Ali Dede'den sonra oğlu haydar Hüseyin Dede ve onun da oğlu Ahmed Çelebi posta oturmuştu.Tekke bu son şeyhten sonra Uşşaklik'e geçti (231:321):
Geçen asrın ortalarında
Haydarihane'nin hazin haziresi (231:108)
Şeyh Mahmud Efendi: CemaJeddin-i Uşşaki'nin halifelerindendir. l205'te göçmüş, tekkesine sırlanmıştır.
Damadı ve halifesi Şeyh Halil Efendi: "Mazhar-ı kemal" terkibinin gösterdiği 1237 yılında ve Cemaziyelevvelin gurresinde ahirete intikal etmiş, tekkede şeyhinin civarına gizlenmiştir.
Şeyh Osman Efendi: Cemaleddin-i Uşşaki'nin oğlundan, Cemalizade'den is tihlaf olunmuştur. Yukarıdaki Şeyh Mahmud Efendi'nin inabeli dervişidir. 1249'da irtihal eyledi.
Tekke bundan sonra Kadiri şeyhlerinin idaresindedir. İlk şeyh "Şeyh Havuç" diye de bilinen Mehmed Keşfi Efendi'ydi (231:322): "Şeyh Seyyid Mehmed Keşfi Efendi el-müştehir bi-Havuç: Karagümrük'te Kabakulak Tekkesi şeyhi Süleyman Safi Efen di'nin damadı ve halifesidir ve aslen Kayserilidir.Tevhidhanenin içinde medfun olup sandukası vardı.Tekkeye isim bırakmıştır."
Revnakoğlu, Muhyiddin Efendi'nin Mô-Hasal-ı Ömrüm'den (s.295) Mehmed Keşfi Efendi'nin "Şeyh Havuç" unvanına kaynaklık eden aşağıdaki anekdotunu nakleder (231:58-59):
Şeyh Havuç: Sultan Mahmud zamanında Damat Said Paşa sürunda (düğünün de) tekmil meşayih davet olunup gitmişler ve her bir ayrı ayrı iltifat görmüşlerdir. O sırada Şeyh Havuç dahi gelir. Sultan Mahmud görüp "Şu adam kum havucuna benziyor!" demiş. Kıdemine göre yerine gittikten sonra Pertev Paşa, asitane şeyh lerinin çadmna gidip "Sultan Mahmud efendimiz şu efendiye "kum havucu" diye mülakkab eylediler" demesi üzerine o zamandan ismi kalmıştır.
Cümle-i mu'teriza: Padişahlar mütenabiz-i elkab değillerdir, bu lakabı söyle yen Hüsrev Paşa kölesi Damat HaJil Paşa'dır, nakilde hata vakidir.
Şeyh Havuç'tan sonra posta oğlu Şeyh Süleyman Safi Efendi oturdu. Bu da "Şeyh Havuç" diye tanındı:
Oğlu Şeyh Süleyman (Safi) Efendi (İkinci Havuç): Tekke yanında Kasımpaşa'daki Küçük Piyale Tekkesi'ne talip oldu. Burayı isteyenler arasında o zaman ın maruf kıyam reislerinden Tulumbacı Hakkı Efendi de vardı. Meclis-iMeşayih, Küçük Piyale Tekkesi'ni Şeyh Havuç namıyla maruf bu Süleyman (Safi) Efendi'ye, Haydarihane'nin şeyhliğini de Tulumbacı Hakkı'ya verdi.
Revnakoğlu,Şeyh Süleyman'ıdaha geniş ele alır (231:395-96):
Haydarlhane meşayihinden olan Şeyh Havuç'un oğlu Süleyman Efendi, Haydarihane yandıkta n sonra Kasımpaşa'daki Kadiriyye'den Küçük Piyale Tekkes i'ne şeyh tayin edilmişti. Tekke, kendisinden sonra meşihata gelen üs tat Şeyh Cemal Efendi zamanında Rifa'iyye'den olmuştur.
Kasımpaşa'daki Küçük Piyale Tekkesi'nin meşihatı Süleyman Efendi'ye tevcih olunduğu zaman Beşiktaşlı Hattat Hacı Nuri Bey, Muzika-i hümayun mir l ivası Necip Paşa'nın kethüdası Sıdkı Efendi'ye bunu müjdelerken dergahın müşrif-i harab olduğunu da söylemiş, Sıdkı Efendi cevaben "Ne acaip talihi var şu zavallı Süleyman Efendi'nin! Mübarek baykuş gibi hep harabelere ko nar!" diye latife etmiştir.
Süleyman Efendi'nin Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergahı'nda kuud reisliği de vardır, uzun yıllar zikri idare etmiştir.
Dolmabahçe'de Kadiriyye-i Nakşibendiyye'den Kara Abalı Tekkesi'nin meş rutasında otururdu. Meşrutiyet'ten evvel bir sabah namazı zamanı Yahya Efendi Türbesi'nin kapısı eşiğine başını koymuş ve orada kıbleye müteveccih olarak vasıl-ı dergah-ı kibriya olmuştur.
Kara Abalı {Kara Abalı, yeniçeri ocaklarından biriymiş) meşrutasında daha önceleri Unkapanı - Yeşil Tulumba'da Rifa'i Tekkesi'nin şeyhi Mustafa Efen di'nin mürşidi Maçkalı Şeyh Raşid Efendi oturmuştur. Kara Abalı Tekkesi'n de çarşamba günü akşamları teberrüken mukabele ettirirdi.
Şeyh Süleyman Safi Efendi'nin Küçük Piyale Tekkesi'ne geçmesiyle Haydarihane şeyhliğiTulumbacıHakkı Efendi'ye tevdi edildi (231:398,400,401,406)
Haydarihane şeyhi Tulumbacı Hakkı Efendi daha evvel Karagümrük'te Kaba kulak Dergahı'nı biraz aşağısında kendi dergahı vardı. Burası yandıktan son ra Haydarihane'nin bulunduğu arsayı alıp tekke inşa ettirdi. Kendisi şer'iyye mahkemesi katiplerinden; oğlu Zakir Ahmed Efendi de 1312'de Bab-ı Meşi hat ketebesindendi.
Haydarihane şeyhi Hakkı Efendi, Gavsizade Tekkesi şeyhi Mehmed Raşid Efendi'nin biyatlı dervişi ve Raşid Efendi'nin izniyle Muhyiddin Efendi'nin hulefasındandır. Hilafet rehberi Zakirbaşı Şeyh Abdülaziz Efendi'dir. Tekke lerde yan tevhid reisliği yaptığı için "Reis Hakkı" denilirdi. Şehremini'nde Yay la'da Kadiriyye'den Gavsizade Dergahı şeyhi Muhyiddin Efendi'nin halifesidir.
Devr-i Hamtdi'de dergahı arsa olarak aldı, kendinin ve etrafının yardımıyla dergahı yaptı. Uzun müddet meşillatte bulundu, yine devr-i Haın1d1'de öldü ve kendi dergahına gömüldü.
[Hakkı Efendi], Macuncu'da tulumbacı reisliği ettiğinden yetmiş yaşında ta kıın çağırır, takım kurardı.
Şeyh Hakkı Efendi, uzun boylu, uzun ak sakallı, gür sesli, heybetli, gözlüklü bir zat idi. Mini mini çocukları devsiye yapardı, havastan da anlardı. Meclis-i Meşayih azalığında tekkeler müfettişliğinde bulundu. İlmi pek yoktu, fakat irfanlı, aşık bir adamdı. Çok tehlikeli surette alet kullanır, gözünün pınarına harbe vururdu. Kalıplı, cüsseli, boylu bir insan olduğu halde şaşılacak şekilde devsiye yapardı.
Revnakoğlu,Tulumbacı HakkıEfendi'nin bir halifesini tesbit eder: Şeyh Cemil Safi Efendi (231:414,173):
Şeyh Cemil Safi Efendi, Fatih'te Haydarihane Tekkesi şeyhi İsmail Hak kı Efendi'nin halifesidir. İstanbul fetva eminliği nukud-ı mevkufesi cibayet katipliğinden emekliye ayrıldıktan sonra Kocamustafapaşa'da Küçük Efen di Cami'-i şerifine imam olmuştu. Ayrıca Yenibahçe'de Köprübaşı Camii üzerindeki (Tatlıkuyu'da eski askerlik şubesinin içindeki) Baltalı Baba Tür besi'oin fahri türbedarlığını yapıyor ve Şehremini'de bakkallık ediyordu. 24 Ekim 1949'da göçtü.
Tu lumbacı Hakkı Efendi'den sonra posta (231:401,395) "Oğlu Bab-ı Meşihat kete besinden Hafız Zakir Ahmed Refik Efendi geçti.Hi afeti babasındandır.Şeyh Hakkı Efendi hürriyetten birkaç sene sonra vefat etmiştir,meşihatı oğluna vefatından bir sene kadar önce vermişti." Ahmed Refik'in posta geçiş tarihi(231:6) "1329 Recebinde ve 1326 Haziranın yirmisinde tevcih olunmuştu."
Revnakoğlu,Ahmed Refik Efendi'yi zakirliği münasebetiyle bir başka dosyada notlar (128:278):
Haydarlhane şeyhi Hafız Zakir Ahmed Refik Efendi(231:159)
Hafız Ahmed Efendi (Kıyam ve devran zakiri): Fatih - Haydarihane şeyhi Hafız Ahmed Refik Efendi'dir ki yine bu dergahın şeyhi bulunan Reis Hacı Hakkı Efendi'nin ikinci oğlu ve halifesidir. Babasının göçüşünden sonra aynı tekkeye şeyh oldu.
Şeyhzadeliği zamanında kendi dergahında za kirbaşıydı. Babasının istihlaf olunduğu Gavsiza de Tekkesi'nde, Cellatçeşme'de Şeyh Ekrem Bey Tekkesi'nde de zakirbaşılık etmiştir.
İstanbul'un birinci sınıf zakirleri arasında kendisi ne devamlı bir şöhret temin etmiş olan Hafız Ah med Efendi sırasıyla meşhur Turşucu'dan, Kırımi Hacı Hafız Efendi'den ve Alibeyköy Şazeli Tekke si şeyhi Tahsin Efendi'den uzun müddet meşk et mek, hayli eser geçmek suretiyle yetişmiştir. Mu sikiye de esaslı bir vukufu vardı, ud da çalardı, çok şuğul bilirdi. Bunlardan kıyami dergahlarına mahsus olanlarını Hacı Hafız'dan, Şazeli şuğulle rini de Şeyh Tahsin Efendi'den geçmişti.
Babıali tereke kalemi kitabetinde vefatına kadar boşalan daire katipliğinde bulundu. Kuş merak lısıydı. Seferberlikten beş ay kadar önce kırk ya- şında iken göçtü.
Tekkenin son şeyhi Hafız Zakir Ahmed Refik Efendi'nin oğlu İrfan Sevim'di (231:6):
Tekkenin son şeyhlik makamını işgal eden Recep İrfan Sevim, maruf Zakir başı Hafız Ahmed Refik Efendi'nin büyük oğluydu. 1312'de tekkede dünya ya gelmiştir. Nisbeti babasından, nekahet ve hilafeti Gümüş Dede Tekkesi şeyhi İzzet Efendi merhumdandır. Rehberliğini Zakirbaşı Kabakulak'ın Ali Bey yapmıştır. İrfan Efendi'ye babasının yeri 1340 Şevvalinin 12'sinde tevcih edilmişti.
17 Şaban 1378 - 14 Şubat 1969 Pazar günü akşam saat 20'de tekkenin hazi resindeki makam çırağını uyandırıp içeriye girdikten sonra birdenbire göçü verdi. Ertesi günü ikindiye Koca Mustafa Paşa Hankahı'na getirildi. Nama zı edadan sonra Silivrikapı dışında Solakzade Hemdemi Çelebi'nin arkasına anne ve hemşiresinin yanına sırlandı. Fındık Hafızzade İrfan Bey ile fakirden başka ihvandan kimse yoktu. İrfan Bey'le birlikte Kadiri evradının fatihası nı okuduk. İrfan Bey tevhide başladı, faki r de ism-i Celal ve gülbank çektim.
İrfan Sevim'invefat ilanı gazetede çıkmış ve hüzünlü biyografisi bu ilanda yer almıştı:
Haydarihane haziresi:
231:316: Yıkık türbe tarafında,mermer pehle üzerinde, başında düz yeşil şemleliKadir sikkesi,yazısı sülüs, beyaz mermer taş: "Hüve'l-Bak - Beni kılmağfiret ey Rabb-i Yezdan - Bi-hakk-ı ism-i a'zam ve nur-ıKur'an - Gelip kabrim ziyaret edn ihvan - Edeler ruhuma bir fatiha ihsan - Sahhaf Çarşısı münadilerinden Pamuk Baba demekle maruf merhum Osman Efendi'nin ruhıyıçun el tatiha, 4 Rebiülevvel 1279"
231:316: Aynı yerde, başlıksız, üst kısmı kırık sade mermer taş, sülüs i e: "Hüve'l-Baki- Merhum ve magfOr el-muhtac ita rahmeti rabbihi'l-gafOr Sadr-ıesbak Silahdar Mehmed Paşa'nın hazine katibi Hüsameddin el-Hac Hasan Efendi'nin ruhıyıçun el-tatiha, 1224"
60:50: En arkada duvarın dibinde, yerde,baş kısmı kırık,düz vesade mermertaş,talikle: "Ağlamaktır gece gündüz amelim - Razıyım bari erişe ecelim - On üç yaşında gitti nevcivanım - Sahhaf Çarşısı mü nadilerinden Pamuk Babademekle arif Osman Efendi'ninkerimesi merhume Hanife Vahide Hanım ruhuna el-fatiha,26 Ramazan1277"
231:317: Kavuğu kırık, üst kısmı tezyinatlı,ortası çatlak, düz ve mermer taş, sülüsle: "Ah Mine'l-Mevt-Şehzadebaşı 'nda merhum es-Seyyid el-Hacı Mustafa gulamı kalem huletasından Mehmed Raşid Efendi ruhuna tatiha, 1237"
231:317: Başında uzun katibikavuk, düz ve sade mermer taş, sü lüsle: "Hüve'l-Hayyüllez la yemOtu - Yeniçeri ocağıçavuşlarından cennet-mekan,fırdevs-aşiyan Hasan Çavuş Ağa'nın rOhıyıçun el-fatiha, 29 Ramazan 1195"
231:317: Başında sondan çiçekli,geniş kubbelikatibikavuk, sade mermer taş, eski tarzda girift sülüsle:
Ey meded bulunmadı emrdzının bir çaresi Gençyaşında tekmil etmiş meğer kim va'desi Nice ruhdni vü cismimi ile tedbir ettiler
Gelse Lokman neylesin dolmuş ecel peymdnesi Dehr-i dıinun kimseye yoktur vefası bir nefes lster olsun mülk-i iklim şahının bir danesi
Bir melek-haslet civandı kanmadı gençliğine Eyfelek layık mı böyle taştan olsun lônesi
lt B T 1H A L.
Saçhaıtebq1oda ln H&ydarhan dercih-t tertfl pbstnlflı(rt4'fe Kadem·I ,,. rft S&dl RAulkaabl p(fb· elemi Kac!lri m'faylhlnden
Şeyh Jleceb trratt efeodlnlıı
U Şubaf paıar aqamı lrcll
emr·l cellltne lebbeyksen·l icabetle dlt bek'aaya rih· let eylediğiıil baber al4ık. Çok haluk olao merhum uzun mClc!detteoberf rabat.11 icı( ve ..•• eaman nnl lo· bu•a 1döşef lndekl yavnıoatım raybetmenln elemi Ue de ·mG
teolllmdL
Me•dnd lıtanbul teklyuı· nııı kıyam tevhidi, Hklrllk n meyc!an hizmeti rlbl bu• gün tarihe kan,mıı an'ane• lerlne hakklyla vakıf olanlar
·dan, berbaya& kalrnıt mah•
dac! kıymetlerden blrlll olan merhum Receb btan efendl· nJn afdlO, ba olbett«ı de sa•
yiaUandır.
CBOrac!ıım) ke4er41d0 aneat· ne ve ihvanın aabırl&r te• menni ·ve morbuma Cea.ab-1 Klbrfyadan mıtUtr.t Cenab·ı
Re.s,Ql-1 ,Zi.lA ndan tefaat ııl·
ytz e1ler.
Haydarihane Tekkesi son şeyhi İrfan Sevim'in vefat haberi
23 Nisan 1954'te Haydar hane'nin yerine dört
dükkanlı apartman yapılırken (231:170)
Gel şu mevta ruhuna yahu oku birfatiha Kar ha-nevbet değil mi buf ena viranesi
Çünkü ya Rab doymadı kasr-ı cilıamn zevkine Merkad-i paki ola bag-ı cina11 kaşanesi
Manastırlı Boşnakzade merhum Osman Efendi'nin ruhuna el-fatiha, 1224.
231:317: Başında ince kafesidestarlı,geniş kubbeli katibi kavuk: "el-Bak - Enderun-ı hassa cerrahlarından merhum ve magfur ila rahmeti' -gafUr el-Hac Mehmed Ağa ruhuna fatiha, 7 Zilkade 1219"
231:318: En arkada, duvar dibinde,yerde, duvar dibinde, başında ilmiye sarığı,sade mermer taş, sülüsle: "va Hu - Haydarhane Mahallesi cami'-işerifinin imamı ve hatibi merhum ve magfur ila rahmeti rabbihi'l-gafUr el-Hac es-Seyyid Mehmed Emin Efendi ruhıyıçun fatiha, 12 Rebiülevvel 1275"
231:318: Başında yeşil dolama burma destarlı, küçük ve sivri kubbeli serpuş, sade mermer taş, en arkada, duvar dibinde, yerde, sülüsle: "Hüve'l-Ba ki- Kayseri kaza sında Değirmendereli Nakkaş Testerecizade merhum ve magfurun leh es-Seyyid Hacı İbrahim ruhuna fatiha, 1227"
231:318: Başında geniş püsküllü fes üzerine burma destar,sade mermer taş, talikle: "Hüve'l-Baki - sırıkçı ar kethüdası ve Haydarhane Mahallesi muhtar-ı san si merhum ve magfur el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafGr AliAğa'nın ruhıyıçun ve kaffe-i ehl-i
iman ervahıyıçun el-fatiha, 11Şevval1279"
231:318: Başlığı kırık, düz ve sade mermer taş, sülüsle:"Hüve'l-Baki - Merhum ve magfQr
el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafOr Maliye kalemi katiplerinden Ahmed Vehbi Efendi'nin ruhıyıçun el-fatiha, 5 Rebiülewel 1232"
231:319: Yıkılan tevh dhane harabesi önünde yerde sade mermer taş, başında daltabanı kavuk, sülüsle (Gayet ağır ve yüzü koyun bu taşı bin bir müşkilatla yerinden oynatıp enkaz ve taş yığını altından kurtarabildim): "Hüve' -Baki - Merhum ve magfur dördüncü bölüğün Ömer Odabaşı ruhıyıçun lillahi el fatiha, 25 Zilhicce 1220"
231:319: Cümle kapısı tarafında bitişik ön bah çesine ait tahta perde önünde, yerde, başlığı kırık, düz ve sade mermer taş: "Kassam katibi ŞehriAliEfendi'nin kerimesi masume Kamile Hanım'ın revanına fatiha, 1213"
231:319: Cümle kapısı tarafındaki tahta perde önünde düz ve sade mermer taş, başında terkleri dökülmüş Halveti tac-ışerifi, sülüsle:"Merhum ve magfGr el-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-gafür eş-Şeyh Mustafa Efendi ruhu içinfatiha,1206"
231:319: Küçük mermer pehle üstünde sade mermer taş, başında önden güllü katib kavuk, sülüsle: "Hüve' -Hallaku'l-Baki - Merhum ve magfurun Leh Reisü' -küttab Mahmud Efen di'nin harem kethüdası cennet-mekan firdevs
aşiyan Ömer Ağa'nı n ruh-ıpür-fütuhları için el-fatiha, 1226"
231:319: Yanında, baş kısmı kırık,sade eski kara taş, eski tarz sülüsle:"Osman Paşa'nın çukadarı merhum Süleyman Ağa ruhuna fatiha, 1210"
231:319: Düz, sade mermer taş, başında katibikavuk, sülüsle: "Hüve'l-Baki - Genç iken göçtü cihandan - Böyle bir hulk-ı hal m di erim - Kabrini pür-nur eyleye Rab bü' -kerim - Hacegan-ıdivan-ı hümayundan Ahmed Efendi'nin emekdarı merhum Mehmed Ağa ruhuna fatiha, Cemaziyeleweli 1231"
231:320: Cümle kapısından girince sağ tarafta beyaz mermer taş, başında terkleri dövülmüş Halvet tac- ışerifi,yazısı sülüs (Bu zatın tekkede mevlid-i şerif vakfı var dır):"Hü - Merhum ve magfur el-muhtac ila rahmeti rabbihi' -gafGr eş-Şeyh Mustafa Efendi ruhu için fatiha, 1206"
23 Nisan 1954'te Haydarihane'nin yerine dört dükkanlı apartman
yapılırken (231:174)
Baba Hasan Mescidi - Alemi Baba Hasan
Haydarihane Camiive Tekkesi önünden geçen Kavalalı Sokağı'ndan ilerleyip Oruçgazi Ortaokulu'na varmadan sağa dönen Baba Hasan Camii Sokak'ta Oruçgazi Sokağı'na dönmeden sağda, şimdi yeşil alan içinde kalan kısımda Baba Hasan Mescidi vardı.Az. ileride
Oruçgazi Sokağı,Girdap Sokağı,Lütfü Efendi Sokağı'nın kesiştiği meydanda AlemiBaba Hasan'ın açık mezarı görülür (İskender Paşa Mahallesi, 935 ada, 24 parsel)
Alemi Baba Hasan Camii (Encümen arşivinden)
Baba Hasan Mescidi ve mescitten biraz uzakta Alemi Hasan Baba'nın mezarı vardı. Fetih ordusunun, Fatih'in alemdarlarından Baba Hasan'ın banisiolduğu mescit, Ha diha' n ı n kaydına göre yokuş üzerine yaptırıldığı için bir kapısından avlusuna ancak merdivenle giriliyordu. Zimmet vekili Katip Mustafa Efendi'nin minber koymasıyla
mescit camiye çevr ilmişti,yan ına da Ahi Çelebi mek tep yaptırmıştı. Camiye biraz mesafedeki bir evin bahçesinde bulunan Baba Hasan'ın kabri evin sokağa bakan penceresinden ziya ret ediliyordu. Zamanla pencereler kapatı mış, mezar evin bahçesinde kalmıştı.
Alemi Hasan Baba'nın İstanbul'un fethinde surlar üstünde şehit düşen Ul ubatlı Hasan olduğu da ile risürülür.
Revnakoğlu, AlemiHasan Baba Camii'nin 1956'da yı kıldığı sıradaki vaziyetini ve Alemi Hasan Baba'nın mezarının halini şöyle tesbit etmişti(105:138-39):
Alemi Hasan Baba, halk arasındaki adıyla "Baba Hasan" yahut "Sancaktar Baba": Yine bulvardan Saraçhanebaşı'na gelirken sol tarafta, çukurda, son derece harap caminin (1956 Ağustosundan itibaren yıktırılm aya başlanıld ı) mezarlığında ya tan ve Fatih ordusunun hizmetinde bulunan Ha san Baba, Fati h'i n bayraktarlarındandır. Perişan mezarına bu son tamirlerde el sürülmedi.
Yattığı hazirenin duvarına yeni harflerle şu levha asılmış: "Fatih hazretlerinin sancaktarı Baba Ha san Alemi"
Yedimde tig-i ateş-tı:ib dilimde nazm-ı Settari Ben oldum Fatih'in ol günde mergub-ı alemdarı Gaza-yı ekber ettim Rüstenıane hasmıla yed-keş Oluban gark-ı lıun-aliid işte şehidler serdarı Yatardım kimse bilmez hal ü ahvalimi lıergiz can Meğer ma 'nada irşad eylemişler böyle düşviırı Çeragım şu 'lediır eden ona cennet durak olsun Huda her bir ıımıi.rımda ola onun mededkarı Digil Sıdki bunıın ta'mirine menkutunu tarih Ziht devlet Hasan Baba ki hem şudi alemdarı
Baba Hasan
Alemi'nin 1940'ta çekilmiş kitabesi (Encümen arşivinden)
Alemi Baba Hasan'ın mezarı
Oruç Gazi - İsmailAğa Camii (Encümen arşivinden)
İsmailAğa'nın mezar taşı (Encümen arşivinden)
Oruç Gazi - İsmail Ağa Camii
Oruç Gazi Sokağı ile Atatü rk Bulvarı arasında, şimdi park olan yerde Oruç Gazi - İsmail Ağa Camii vardı. (İskender Paşa Mahallesi, 932
ada, 41 parsel)
1956'da yakınındaki Baba Hasan Mes cidi ile beraber yıkılan Oruç Gazi - İs mail Ağa Camii hakkında Revnakoğ lu'nda şu bilgiler yer alır (105:137-38):
Oruç Gazi, Fatih ile gelen gazilerdendir. Atatürk Bulvan'nda Saraçhanebaşı'na çıkarken solda ve çukurda bir camii vardır. Serhat ağalarından İsmail Ağa
H.1025, M.1616 tarihlerinde bu camii yeniden yaptırmış olduğundan onun namıyla aruhr.
İsmail Ağa, cümJe kapısından girilince solda parmaklık içinde yatıyor. Camii ilk defa yaptıran Oruç Gazide Bursa'da medfun bulunuyor.
13 Ağustos 1956 pazartesi günü yıktı rılmaya başlandı.
Aksaray - Oruçbozan Sokağı'nda 4 nu marah İsmail Ağa Cami'-i şerifinin ka pısından girilince sağda mermer taş üzerinde sülüs ile: "Sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat merhum İsmail Ağa ruhu na fatiha, 1026" (Tesbit tarihi 1948)
Pertevniyal Valide Sultan Camii
Oruçgazi Ortaokulu önünde Atatürk Bulvarı'ndan aşağıya iniyoruz, bulvarın Adnan Menderes Bulvarı'na döndüğü köşedeki Pertevniyal Valide Sultan Camii önündeyiz. (İskenderpaşa Mahallesi, 886 ada, 1 parsel)
Revnakoğlu bu şirin mabet hakkında notlarına şu bi gi eri kaydeder (164:227-28, 164:223-24):
Pertevniyal Valide Camii: Atatürk Bulvarı ile Millet Caddesi'nin Aksaray'da birleştiği köşede, beyaz bir biblo gibi yükselmektedir. Sultan Abdülaziz'in validesi tarafından 1871 tarihinde yaptırılmıştır. Mimarı Montani isimli bir İtalyandır. Bu sebeple cami'-i şerif, yabancı bir mimari okulunun eseridir; bi zim mimarlığımız yönünden sanat değeri yoktur. Yapılış stili, Çırağan Sara yı'nın mimarisini hatırlatmaktadır. Evvelce bu caminin yerinde Hacı Mustafa Efendi Camii bulunuyordu. Yanındaki lise binası da Valide Sultan'ındır, onun ismini taşır.
Caminin şeklini beğenmeyen bazı mimarlarımız ona "kireçyığmından ibaret" demişler ve haksızlık etmişlerdir. Tanzimattan sonra yaptınlan bir İslam ma bedinde Sinan üslubu mu arıyorlar?
Diğer bir söylentiye göre cami'-i şerifin mimarı, Sultan Aziz'in başmimarı olan Serkis Bey'dir, Yıldız Sarayı, Hamidiye Camii ve Maçka'daki silahhane de onundur.
Aksaray - Pertevniyal Valide Sultan Camii tarihi: Yapılış ve bitirilmesine Va kanüvis Ahmed Lutfi Efendi ikj tarih söylemiştir. Sultan Abdülaziz'e takdim ettiği bu tarih, şimdi dar yüzlü uzunca bir levhada talik yazı ile yazılmış olup caminin içinde, cuma kürsüsünün üstünde asılı bulunmaktadır.
Hu
Cami'-i enva'-ı hayrat u imamu'l-müslimin Hazret -i Abdülaziz Han-ı meberrat-ihtiva
Melıd-i ulyası o şdhenştılı-ı ali-himmetin Eyledi bünydd bu nev mabedi hakka beca
Çeşme-i dil-dt ileyapmışttr akdemce sebil Şimdi bir de cami'-i bala bina etti seza
Her cihetten oldu zatı cümle hayrı camia İşte çeşme işte cami' elıl-i imana sala
.
"
··i
---
-,
• t·:L;.•·
/
r--..
,.
ti
Aksaray olmuştu evvel sanki bir köhne sera Döndü el/ıak beyt-i ma'müra denirse pek reva
Valide Sultan bünyiid eyledi bu camii
Eltl-i iman eylemez mi beş vakitte çok dua
Mazhar etsin daitna böyle meberrata heman Saye-i şahanede ol zat -ı ulyayı Huda
Secdegti/J -ı mü'minin oldukça bu ali-makam Hak saray-ı afiyette versin ol zata beka
Biri bed' ü digeri itmamına bir beyt ile Ki iki tiirih-i tam inşad ettim Lutfiya
Kıldı melıd-i saltanat inşa bu ziba mabedin
Aksaray'a kıldı mehd-i saltanat cami' bina, 1286, 1288.
...ı Aksaray Valide Camii(164:220)
!<aleminden İki Şeyhülislam: Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi, Şeyhülislam
Musa l<azım Efendi
Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi
Şeyhü lislam Cemaleddin Efendi'nin ilk şeyhülislamlığı 1909'da son bulduğunda bu makama Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi
(1847-1918) getirilmişti. Revnakoğlu, bilhassa il.Abdülhamid'in hal'i fetvasına imzası olmakla kötü şöhreti olan bu şeyhülislamın şahsi cephesine dair hususlara temas eden biyografisini yazar (204:181-183):
1ülislam Zie_ddiıı_Efendi, Çanakkale'nin Ezine kazasından Osma n Efendi'nin oğludur. Osman Efendi orada emlak ve arazi sahibidir.
Ziya Efendi 31 Mart vakasında büyük
rolü olanlardandır.Sultan Abdül hamid'in hal'i ne fetva vermiştir. İstanbul kadılığından kazaskerliğe geçmiş, sonra şeyhülislam
olmuştur. Bir sene kadar şeyhülislamlıkta kaldı, bilahare Meclis-i A'ya n azalığına seçildi ve
vefat etti.
Saz benizli, uzunca boylu, zayıf fakat
heybelli ydi. Gözlerinin üstüne inen ve göz alan gayetle kara kaşları vardı. Hafızdı, musikiyi
çok severdi. Haftada birkaç gece Eyüp'teki konağında fasıl musikisi olurdu; saz devam ederken kend isi de elleriyle usul vururdu.
Uyanık fikirli. duygul u bir insandı. Şer'i, mesleki mevzulara ait ki taplardan başka tarih mütalaa eder, tercüme romanlar okur, okuduğu eserlerin kenarına fıkir ve mütalaalarını yaza rdı. Çok da şen adamd ı, bulunduğu meclise ziya verirdi.
Ramazanda konağı nın büyük taşlığına mahallenin dullarını, yetimlerini toplar, fakir fukarayı yedirir içirir, aile nüfusuna göre kısım kısım zahi re dağıtır, sofralar kuruJur kaldırılırken başında bizzat bulunur hepsinin diş kiraları nı eliyle verir, utandırıcı şekilde güler yüz gösterir, ayrı ayrı iltifatlarda bulunurdu. En sonra dört beş mumlu
fenerlerle teravihe gidilir yahut konakta kılınır, sahura kadar sohbet devam ederdi. Konağında namaz kıldtrdığı teravih imamlarına Ramazan sonunda adeta bir ev parası veri rdi, gönlü bu kadar gani adamdı.
Ziyaeddin Efendi merhum, Eyüp'te Dökmeciler MahaJlesi'ndendir. Konakları duruyordu, 1958'de yandı. Kızı şişman Talat Hanım, damadı Polis Ali Bey, Dökmeciler'de Bıçakçı Sokağı'nda oturuyorlar.
Mezan: Sultan Reşad Türbesi'ni n bulunduğu sokağın başından Hazret i Halid Türbesi'ne kıvrılarak giren Küçük Em ir Efendi Sokağı
Revnakoğlu'nun şeyhülislam Ziyaeddin Efendi notlarından
(yeni adı Beybaba'dır) üzerinde ve Feridun Paşa Türbesi'nden sonra gelen soldaki köşenin dirsek yaptığ ı noktada, etrafı küçük demirle çevrili, üstü açık toprak mezar. Baş ucunda
yeni harflerle "Hüve'l-Baki - Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi 1333 ve damadı Mehmed Selahaddin Bey'in ruhlarına fatiha 1338" yazmaktadır.
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi
Geçen yüzyı lın en çok akis uyandıran şeyhülislamıydı Musa Kazım Efendi. Revnakoğlu dosyalarında bu şahsiyet, diğer şeyhülislamlardan ziyade yer alır.
Revnakoğlu'nun Erzurum'la husus alakası,Musa Kazım'ın İstanbul'da kendi muhitinde yetişmiş olması,onunla temas kuran zevatla kendisinin de teması bilhassa onun notlarının hacmini genişletir.
Vakıa bu notlar münhasıran Musa Kazım'ın biyografisi değildir,bir yığın diğer biyografiler arasında Musa Kazım'ın biyografisinin
şekillenmesidir.Musa Kazım'la birlikte zikri geçen şahıs kadrosunun tercüme-i halleri bazen hacimce o kadar derinleşir kiyeni ve değerlihususlarla yüklü bu tali biyografilerle bazen merkezişahsiyet olan Musa Kazım yazıda kaybolur.Şeyhülislamın matbu
ya da gayrimatbu eserleri,devrin gazete ve mecmualarında neşredilmiş yazıları,
ailesinden intikaleden tereke ve nihayet onu tanıyan simalardan devşirilen malt'.lmatla arşiv tamamlanır. Dosyanın en ehemmiyetli münderecatından biri İttihatve Terakki'nin devrilmesi ve mütarekeninyapılmasının
ardından başlayan muhakemede Musa Kazım'a ait olan evraktı r.
Metin,taşralıbir şahsın,Musa Kazım'ın ilmiyenin, sufiyenin, edebizümrenin, şehrin içinde yükselişi ve djjşüşünü muhit, zaman ve şahıs kadrosu içinde ele alır.Kıymetli ve
işlenmiş bu malumat emsalsizdir. Bu yazı bütün bu teferruata rağmen Revnakoğlu'nun son şeklini veremediği notlarından mürekkeptir.
Dosya içinde dağılan parçalar; kimi siyak ve sibak bağlantısı olmayan, daha çok Musa Kazım'ın muhitinden derlenmiş notlar ve tamamla nmaya imkan bulunulamamış pusulalardan ibarettir.
Daha önceki çalışmalarda elde başka ilave esaslıbir metin olmadığıiçin sadece "Divan-ı Harb-i Örfi Muhakematı Zapt Ceridesi" üzerinden takip edilen ve on beş yılkürek cezası mahkumiyetiyle sonuçlanan Musa Kazım'ın
yargıanmasını bu sefer Revnakoğlu arşivinde
yer alan mektupla içeriden görebi eceğiz. Mektup ikbalden ağır bir darbe ile düşürülmüş, horlanmış, öfkeli şeyhülislamımız tarafından Sultan Vahidüddin'e hitaben yazılmıştır.
Muhtevada olup bitenler karşısında vaziyeti, mahkeme safahatı, hükmü verenlerin kendisine husumeti bir tür siyasetnameye de dönüşen dille aktarılır. Bu mektup bir y ığın hususun yeniden mütalaasını icap ettirecek ve artık yeni ve değerli bir referanstır. Burada bütün İttihat ve Terakki hayatının hülasası,aleyhindek i
suçlamala ra hukuk ve ahlak diliyle verdiği cevap ve mahkemenin seyri kendi cephesinden etraflı bir şekilde ve öfkeli bir lisanla anlatılmıştır. Bu belgeler varislerinden Revnakoğlu tarafından temin edilerek dosyaya ilave edilmiştir.
Revnakoğlu 1920'de hazin bir şekilde sürgünde vefat eden şeyhülislamla arasında bir mesafe
koymadan, bu şahsıkendi mekan ve ruhuna uzak görmeden, kendisini onu ailesinden bir fertmiş gibi anlatır: "Sonradan şeyhülislam olan Tortum'un bu çok zeki ve ateşlievladı,maruf alim ve müceddid, o zamanın sadece Ödüklü bir Mol a Musa'sı idi.Fethiye'nin altında Draman Caddesi üzerinde Şeyh Vasfi'nin halen mevcut bulunan küçük ahşap evinin karşısındaki
eski Toprak Sokağı'nın içinde, rahmetli amcam Binbaşı Ziya Bey'in evinin yanında
oturuyordu:• Hası ıRevnakoğlu, Musa Kazım'ın talebelik yaptığıİstanbul medreselerinde
ders halkalarında bulunmuş, katı dığızikir meclislerine kendisi de iştirak etmiş, onun muhitinde yer alan Tahirü'l-MevlevT, Nasühzade Mustafa Asım, Neyzen Tevfik, Ferid Kam, Küçük Mustafa Paşa'daki Rifa'i şeyhi Raşid Efendi ile kendisi de temas kurmuştu.
Revnakoğlu, Musa Kazım'ı daha önce "Erzurumlu Şeyhülislamlardan Tortum'lu Musa Kazım Efendi" başlığıyla Erzurum'da çıkan Hür Söz gazetesinde yayımladığıkısmın Arap ve Latin harfli müsveddeleride bu dosya içindedir,kısa tutulan, devamı gelmemiş olan bu yazıyı da notlarından bu biyografiye ilave ettik.
Musa Kazım'ın masonluğu meselesi baştan beri dikkat çekmiş,bugüne kadar da bu mevzu etrafında tecessüsler taze tutulmuştur. Dosya içinde, Cafer Ergin'in Türk Mason Dergisi'nde (Sayı 25, Yıl9 (Temmuz 1959) çıkan ve Musa
J<azı m'ın masonluğunu ifşa eden yazısı (158:111- 114), Yak ın Tarihimiz'de de neşredilen Musa Kazım'ın "Ben Farmason Değilim" beyannamesi (158:208),Kemal Armak'ın Ana Çizg ileri İle Türkiye'de Masonluk Tarihi' nd en iktibaslar (158:197) yanında Lastikçi Said, Tahirü' -Mevlevl gibi kalemlerin bu yolda manzumelerini de sıralar.Revnakoğlu, Musa Kazım'ın şeyhülislam
olmasıyla başlayan tartışmalarda onun masonluğunu tevsik eden vesika ve rivayetlerin arkasında görü lür.
Revnakoğlu'nun dosyasında kime ait olduğunu bilemediğimiz ve her halde Musa Kazım'a
ikbal döneminde gönderilmiş bir pusula
onun şeyhülislamlığını takdir edenler dışında vaziyetini tenkit eden bir zümrenin halini tercüme eder: "Musa Kazım Efendi, ne idin, ne oldun ve ne olacaksın! Allalı'ıne çabuk unuttun! Kalbinin pasını sil,aşk işvezarlarını terk et, ak saçını ve sakalınısiyaha, kalbini esvede gark etme! Hakikatte pak ve aksın; levsiyattan beri
et ve ila La-felah!" Diğer taraftanlehinde ve ahlakisedyesinde notlar da bu dosyada yer alır: "Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'nin tevazudaki mertebesinin hududuna erişmek imkansızdır.
Dostlarımdan bir tekke şeyhi zaman-ı meşlhatinde postnişin bulunarak onun atıfet ve inayetini görmüş olmamasına rağmen kendisini eyyam-ı mübarekede münasebet ile ziyaretinde arkasında fersude bir hırka, başında deve tüyü renginde şemlesiz dal arakiye ile erkan minderi tabir edilen mesnede yer üzerinde oturarak, kendisinden sinnen ve mertebeten pek dün
olan misafirlerini kanapede oturtmak suretiyle taltif ve taziz ederdi.Tasavvuftaki behresi o gün için ka'bına yetişilemeyecek derecededir.
Tasavvuf ve valıdet-i vücuda müteallik yazdığı asar, bi hassa kendi hayatında bulunan eslaf meşayihin tekfir ve telin ettiği Bedreddln-i Simavl'nin Vdridôt'ı na yaptığışerh ve tefsir ile bir veli ve musannif-ikamil olduğunu ispat etmiştir '
yhülislam M uşa I 1izım Efendi (158:132, 239): İki defa şeyhüLisl:lmlıkta bul unan Musa Kazun Efendi,Tortunı'un Kisha [Uncular]
/.7 /)./ ( eh!.) '":'J tı.!>b 4' f !:' ";.;.., v C/V_-->:
v/ 0/,) . ,/-' . , . .
1 , f::P • ,,:.• } • . J J - t il/.-L/ ;J ""' -...; ,.,, :1,.1
O"""
.
_j}/ ( ,µ; )v .) J-ft /P;'_ .J I !J.( }
<
' .
-
I •
b! ;-:-"vyı.,....- ı -0tf,ı</ ...:. J !,/
'J.',ffe_,,_,,.,)', ,,yµ!J: V-::1 ( ./ Y CA ':-:
Musa t<azını'ın
kendi elyazısı
• ,. • • J . :J .. . • ·. 1 I • •HI / . l' -./ v,,
bucağına bağlJ Vihik'te [Pehlivanlı] köyünden ve Çeükoğulları'ndandı r. H.1275'te doğdu, İbrahim Efendi'nin üç oğlundan en büyüğüydü. Çocukluğunda köy imamından ve babasından okudu.
Çocukluğu nda (158:194-96) köyde iken [rüyasında] denize düşüyor, korku ve heyecanla dalgaları yutuyor sonra önüne çıkan bir balığa sarılı p kıyıya çıkıyor. Ertesi
günü köyün hocasına rüyayı tabir ettiriyorlar. Hoca sevimli küçük Musa'nın parıl panl yanan güzel gözlerine bakarak ve masum yüzünü okşayarak: "Yavrum" diyor, "Sen büyük bir adam olacaksın, adın tarihlere geçecek; o yuttuğun dalgalar senin ilmin olacak, seni kurtaran balık da hayatta seni daima elinden tutacak ki mse olacak!"
Babası köyün ağası imiş, her gün tarlada çalışan işçilere evden yemek getirirm iş, bunu da Musa çocuk götürürmüş. Bu rüyadan sonra yine bir akşam yemek götürmek üzere evden çıkıyor, çı kış o çıkış. Doğru Erzurum, oradan İstanbul... istanbul'da Beyazıt'ta İbrahim
Ağa adında bir kahvecinin yanında çıraklık ediyor, oradan aldıkları ile medreseye devam edebiliyor.
Musa Kazım Efendi (158:128-35), Konya'da
üç sene kalm ış ve bu müdd et zarf ında ora nın müderrislerinden ezesi oğlu Vilıikl i Hoca Ahmed Efendi'den ders okumuştur.
Vihikli Hoca Ahmed Efendi, Konya'da tahsil etmiş, orada Müderris Hoca Mehmed Efendi'den icazet alınış sonra kend i köyü olan Vihik'e gelmiş ve köyde Üngüzekli
Hacı Yusuf'un yaptırdığı altı odalı bir büyük dershaneli medresede ik i yüze yakın talebeye ders okutmuştur. Sonra Tortum merkezi
olan Nihah'a gelmiş, talebesine burada icazet vermiştir... Hoca Ahmed Efendi, ta lebesinden hiç kimseden bir şey almadığı gibi, talebeye bazen maddi yard ımlarda bulunur, onların yiyecek ve giyecekleri ile de ilgilenjrdi. Vih ikli alimin bu cömertliğini, gözünün tokluğunu anlatanlar: ''Hocanın evine bir yük odun gelmemiş, kimseden bir kilo yağ alma mıştır" derler. Musa Kazı m şeyhülislam olduğu zaman bu hocasına 500 kuruş maaş bağlatmıştır. [Hocasının] oğlu Hafız Mustafa Efendi şimdi Vih i k'tedir.
[Musa Kazım] daha sonra Ba lıkesir'e geçti, orada YağcLlarlt Ali Efendi Hoca'yla
tanıştı, ona Hacı Ahmed Efendi'den mektup getirmişti. Musa Kazım bu mektupla Yağcılarh Hoca'ya takdim ve tavsiye olunuyordu. Bir müddet de onun takrirlerini Hoca'nın oğlu
Halil Efendi ile beraber dinledi ve cami derslerini ondan okudu. Laki n bütün bunlar Molla Musa'yı doyurmuyordu, onun arzusu İstanbul'a gelmekti, her türlü ilmin,marifet ve medeniyet in kaynağı bilinen ve o tarihlerde ayrıca hilafet merkezi sayılan İstanbul'da bulunmak, İstanbul ulemasından feyizlenmek ve hele onlardan icazetname almak her molla gibi Musa Kazım için de büyük bir şeref, büyük bir imtiyazdı. Bu ihtiyacın zorlaması karŞL'>ında Musa Kazım üşenmedi, Torturn'da giydiği
çakşır ve çarıklarıyla heybesi üzerinde bağrı yanık aşıklar gibi İstanbul yol u na düştü.
1300 (1884.) yıl ındayız. Buraya gelirken de babasının ders şeriklerinden Safranbolulu Kara Kadı Meh med Efendi kendisine bir mektup vermiştir. Bu mektup Beyazıt Camii'nde ders okutan, huzur hocalanndan Kazasker Hacı Eşref Efendi'ye sunulacaktı.
Mektubu alan Hacı Eşref Efendi, Molla Musa'yı evladı gibi karşılamış, onu pek sevmiş ve talebesi arasında kü rsüye en yakın yeri ona ayırmıştı. Musa Kazım bu zatın da dersine oturdu. O gün kü ders konusu yi ne akaide dairdi. Musa Kazım can kulağıyla dinledi,
takip etti, not aldı, gitti geldi, lakin bir türlü ısınamadı. Hoca nın ifadesi ağır gelmişti.
Başka birini bulmak gerekiyordu, söyledii kolay anlaşılır bir hocaya l üzum va rd ı. Bunu
araştırırken Sultanseliml i Şakir Efendi diye bir isim duyuyor, hemen ona koşuyor. Şakir Efendi o zamanlar Fatih Çarşa m ba Caddesi üzeri nde Halvetiyye'den meşhur Kovacı Dede Tekke ve türbesinin yanında ki Kazasker Mustafa Efendi Medresesi'nde ders okutmaktadır. Önündeki kitap Teftazani'ıı i n Akfıid Şerlıi. Musa Kazım'ın derse oturd uğu günde ıde alınan konu zat,
sıfat bahisleri. Hoca bunları açıklıyor. Musa Kazım bakıyor ki Şakir Efendi derya gibi insan, takriri erişili r şey değil, ifadesi dehşıd saçıyor, meselenin birini çözüp birine giriyor, anlatma
tarzı çok üstün...
Musa Kazı m Efend i dersten icazet aldığı aynı yılda ru us imtihanı na giriyor, onu da kazanı r kazanmaz Fatih Camii'nde derse çı k ıyor ve Molla Cami'den okutmaya başlıyor. Sonradan hocasını n ders okuttuğu Sultan Selim Camii'ne geçip bi r süre de orada fıkı h, feraiz, aka id ve ayrıca Mecelle dersleri veriyor. Kürsü etrafı nı çeviren yüzlerce talebe arası nda Mual lim Naci ve Ah med Mid ha t Efendiler de va rdı r.
M usa Kazı m Efend i'yi bu lmaları, bu ldu ktan sonra da ayrılmamaları şöyle oluyor (158:285- 89): Ahmed Mid hat ve Naci merh u mlar İslam felsefesi ne ve ilm-i kelama merak sarıyorlar, bu nu kend ilerine öğretecek liyakatli bi r hoca arıyorlar ve bu arzularını Nasü hzade Mustafa Ası m Efendi'ye açıyorlar.Nasu hzade, Cenab
Şehabeddin'e Arapça okuttuğu, ondan Fransızca öğrend iği senelerde hoca ile ta nıştığı ve takd ir ettiği için Ah med Mid hat Efendi'ye ve Muallim Naci'ye M usa Kazı m Efend i'yi tavsiye ediyor, "O sizi fazladan fazlaya doyu rur" diyor.Bun u n
üzeri ne Ah med Mid ha t ve Naci merh umlar Fatih Camii'ne gelirken M usa Kazı m Efe nd i'yi buluyorla r, kelam okutu rken dinliyorlar, dersin iza hı nı ve bilhassa ta kri r ta rzını pek beğeniyorlar. M usa Kazı m Efendi'ni n hiçbi r şeyd en habe ri yoktur. Bekliyorla r ve hoca
dersten çıkarken önlüyorlar ve kendi lerine ders okutma k üze re Beykoz'da ki Mid hat Efend i'nin yalısına haftada bi r veya i ki gü n seksen, yüz
kuruş m u ka bili nde davet ediyorlar(1312).
Musa Kazım Efendi devama başlıyor ve onlara kelamda n tafsilatlı bir eser olan Seyyid Şerif'in Şerh-i Mevôhıf ını okutuyor. Bu suretle usta ve şakirt olarak başlayan mü nasebetler sonradan dostlu k ve ka rdeşlik hati n i alıyor, samimiyet
gittikçe artıyor, h ürriyet başla n na kadar sürüyor.
Şcyhulıslam Musa Kazım
Hen<.11
Onlar da bu kıymetli insandan herkesin istifade etmesini düşünerek Musa Kazım Efendi'ye yazı yazmanın (158:286) bazı usullerini öğretiyorlar, din ,felsefT mevzular üzerinde onu yazı yazmaya teşvik ediyorlar.Musa Kazım Efendi ateş gibi zekası ve büyük kabiliyeti sayesinde bu işi de az zamanda kavrıyor.Ufak tefek düzeltmelerden sonra samim ve devamlıolarak mantık, felsefe, akaid ve kelam mevzuları üzerinde kuwetli
yayınlar yapmıştır.Zaten en kuvvetlisahası kelam ve akaiddi.Yolda yürürken önüne bakar, düşünür ve bir mesele tutturur,onu halle uğraşırdı,kafasına takılanı çözmeden gideceği yere gelmez, icap ederse yolda bir köşeye oturur, bütün zihniniona vererek düşünür ve içinden çıktığına aklıyatmayınca yoluna devam etmezdi.
Musa Kazım Efendi'nin diğer talebeleri:Birgivi Mehmed Efendi Hoca (158:190-91), Balıkesirlidir, Musa Kazım Efendi talebesindendir ve icazetname almıştır (Neyzen Tevfik ile beraber icazet atmıştır 1316 Rumide) Yunanlıların Balıkesir'i işgal ettikleri bir devrede Balıkesir'de
bulunmuştur.Yunanlıların ricat ederken Balıkesir'i yakmak teşebbüsüne geçeceklerini haber alan Birgivi Mehmed Efendi bir toplantı yaparak Kral Kostantin'e rica etmek suretiyle Balıkesir'i yangından kurtarmışt ı.Balıkesir'in ordumuz tarafından istirdadını müteakip
Birgivi Mehmed Efendi'yi idama kararvermişler, fakat Balıkesir mebuslarından Şuuri Bey'in teşebbüsü ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın müzahareti ve muvafakati ile idamdan kurtulmuştur.Arapçası çok kuwetli olan Birgivi Mehmed Efendi,meşhur Birgivi sülalesindendir. Bir de Galip Bey'dir ki İttihatçıların devamlı Balıkesir mebusuydu.
Musa Kazım Efendi'nintanınmış talebesi Seyyah Haşim-iveli.
BandırmalıAhmed Hilmi Efendi b. Mustafa Fehmi:Eski Kemal Paşazade Camiiimamıdır, 1958'de Ankara'da göçtü, 89 yaşındaydı. icazetnamesi Kozlucalıİsmail Hakkı b. Mehmed Efendi'dendir.1314 Cemaziyelewelinde izin almıştır.Teşhilôt-ı İslômiwe isimlieseri bastırılmıştır.Hakimlikten ayrılmıştı,son zamanlarda Ankara'da avukatlık yapıyordu.
Safvetü'l-Beyôn yazılırken katipliğini yapmıştır.
Musa Kazım Efendi ayakta dolaşarak söylemiş,
Ahmed Hilmi Bey yazmıştır.Safvetü 'l-Beyôn
bu itibarla tamamıyla irticali olarak meydana getirilmiştir.Bu eserin ne yazık kiancak bir cildi çıkabildi.
Musa Kazım Efendi, Edime'ye sürüldüğü zaman oranın valisi kendi talebesinden biriydi,bu itibarla Musa Kazım Efendi'ye karşı elinden gelen her yardımıyapmış,saygıda kusur etmemiş,hayat ihtiyaçlarıyla ve son zamanlardaki hastalığıile yakından ilgilenmiş ve Musa Kazım Efendi'nincenazesini kendisi kaldırtmıştır.
Musa Kazım Efendi,Galatasaray'da: Musa Kazım Galatasaray'da hoca iken (158:222-23) Meşrutiyet'in ilanından önce, mutlakiyet idaresinin son yıllar ındaydı.Lisenin i miyeden olan muhterem muallimleri içinde açık fikirli ve devre göre hararetli yenilik taraftarı olduğu görülen Musa Kazım Efendi,bu zümrenin başında gelenidir.Mektepte fıkıh dersleri okutuyordu. Derse geldiği zaman kürsüdeki yerine oturur ve hemen mükellef beyaz sarıklı fesini kürsünün üzerine bırakır ve takrirlerini
açık baş olarak yapardı. Kendisinde zerrece dini taassup yoktu, bu vadideki müsamahasının hudutsuzluğu dersleri hıristiyan talebeyi
de dinleyici olarak kabul etmesiyle sabittir. ltmiyeden bulunan muallimler yalnız Kur'an-ı ker m okutmayıp akaid-i dlniyye,kelam ve fıkıh muallimi olduklarından gerek hıristiyan gerek Türk ve müslüman talebe bu derslere umumiyetle fessiz olarak girerler,takrirleri
açık baş dinlerlerdi,yalnız Kur'an-ıkerim derslerinde bütün talebenin mutlaka fesli
olarak girmesi mektebin asl ananesindendi. Musa Kazım a'yan azasından olduğu zamanlarda da Galatasa ray'daki dersleri bırakmamıştır.
Tarikat Mensubiyeti:Musa Kazım Efendi (158:209) hemen bütün tekkelere sık sık devam suretiyle her tarikin ayinve erkanına bizzat
iştirak eylemiştir. Bi hassa Meşrutiyet'ten önce Aksaray' da Cellatçeşmesi' nde oturduğu zamanlar evinin karşısındaki Şa'baniyye'den Şeyh
Necib Efendi'nin (Hacı Zihni Efendi'nin hocası) tekkesine beş altı sene muntazaman devam ederek mukabelede bulunmuştur.Geceleri zikr-i şeriften sonra dört beş saat kadar akaide,ilm-i kelama, tasawufa, felsefeye dair tekkede dersler okuturdu. Tekkenin sonradan şeyhi olan Necib Efendizade Fahreddin Efendi,Molla Gürani'de Koruk Tekkesi şeyhi Zekai Efendi'nin oğlu Neyzen
V E F A" T
Şeyhülislam Musa Kazım Eferıdi'nin kızı
Hüsnıye Çelık'in vefat haberı
Nurullah Bey, Giriftzen As ım Beyzade Sabir Bey,maruf kıyam reislerinden Hüseyin Cevad Ergin (Kambur Cevad) Musa l<azım Efendi'nin bu derslerine devam etmişlerdir.Sultan Selim Camii'nde tefsir derslerine de Neyzen Tevfik,
Şeyh Hafız İbrahim Mustafa Efendi,Debbağ Yunus imamı Şeyhülkurra Hacı Hüseyin Sabri Efendiler devam etmişlerdir.
Hatta bir akşam ders esnasında görüşülürken şöyle demişti (158:211):
- Evlatlarım, memleketten geldiğim zama n ayağımdaki çuval şalvar bile delinmişti. Kitabım yok, kağıdım yok. Medreseye giremedim. Fethiye Cami'-i şerifinin müezzin odasında kaldım, cemaatin getirdiği lokma ile geçindim. Mütalaa için kütüphaneye girmeye utanırdım, kılığım kıyafetim çok bozuktu. Böyle mahrumiyetler içinde yetiştik ve yetişmeye çalıştık, lıamdolsun. Sizin böyle bir sıkıntınız yok, paranız, rızkınız,
eviniz, hepsivar, hamdolsun. Niye çalışmazsınız?
Musa Kazım Efendi köyde giydiği çarıklarını saklarmış (158:132). Bazen karşısına koyar,''Bak Musa, Erzurum'dan buraya bunlarla geldin!'" dermiş.
Musa Kazım Efendi, Koruk Tekkesi'ne de devam ederdi (158:210),hatta bazı geceler orada kaldığı da olurdu.
Mus.l Kazım Efendi'nin rüyası (158;194)
TopkapılıAbdullah Baba'dan da nasip almıştı (158:212). Nakşibendiyye'den KonyalıAbdullah Dede isminde bir zata intisap edip ondan da istihlaf olunmuştur,bu sebepten Murad Molla Tekkesi' ne devam ederdi,fakat esas olarak intisabı Şeyh Necib Efendi'yedir. Necib Efendi'yi hem sayar hem korkardı, kendisine fevkalade hürmet gösterirdi,"Şeyh dediğin böyle olur.
Bütün tekkeleri dolaştım, şeyhlerin hepsini bilirim, Necib Efendi'ye kimse benzemez, onun ilmini,halini başkasında göremedim" derdi.
Tasavvufa çok mail, meşreben melamT olan Musa Kazım Efendi(158:214), zamanın kuvvetli ve meşhur Melamilerinden AydınlıKalender Hasan Efendi merhum ile gece gündüz beraber bulunurdu, aralarında çok fazla sevgive
samimiyet vard ı,bilhassa tarikat ve tasavvufa dair işlerde birbirlerini daima tamamlamış ve doyurmuşlardır. Kalender Hasan Efendi merhum, Ateş Hoca'dan okumuştur.Evkaf Mahkemesi kadılığında ve kadı müşavirliğinde bulunmuştu. Son memuriyeti İstanbul Sekizinci Asliye Hukuk reisiydi,bu mahkemenin lağvından bir müddet sonra göçtü. Mekteb-i Nüvvab'da Mecelle muallimliği de etmiştir, burada müderrisliği de vardır.
Adapazadı A hmed Efendi (158:290), Tarikat-i Salahiyye'yi kuran zattır,"zayauUah,hatim-i tarikat" unvanını kullanırdı; havas ve cifrle uğraşırdı. Bazı fevkalade halleri görülürdü .
Musa Kazım Efendi bu zat ile meşgul olmuş,
kendisini himaye etmiştir. Üsküdar'da
Sela ınsız'da otururdu. Musa Kazım Efendi'ye hediyeten verdiği Kabe taşını Hicaz'dan manevi tasarrufla getirtmiştir. Musa Kazım Efendi bu taş paresini son günlere kadar sanğuun arasında saklam1ş ve taşımJŞttr.
Musa Kazım Efendi'yi 31Mart vakasuıda Aksa ray Cellatçeşmesi şeyhi Hacı Necib
Efendi (158:295) üç gün üç gece tevhidhanenin içindeki on halvethaneden bi rine kapamış ve onu tehlikeden kurtarmıştı r.
Evi ve şahsi halleri: 1308'den 1312'ye kadar Fethiye'de Toprak Sokak'to. oturmuştur
(158:212). Talebeınden Htrka-iŞerif müezzini
Zeki Sesli'nin evi onları ndJ.
Musa Kazım Efendi, Edirne'ye sürülmeden bir müddet önce ikinci defa evlenmişti (158:200,290-91). Fati h'te Kıztaşı'nda oturan Udi Şakir Paşa'n ın kızı Al iye Hanım'ı almıştı. Bu hanım, Musa Kazım Efendi'nin ilmine, fazl ı na gayetle hürm etkar olduğundan
Musa Kazım Efendf ye çok iyi bakmış, son zamanlarında hiç yanından ayrıl mamış, Edirne'ye sürüldüğü vakit beraberinde oraya gitmiş, hali vakti müsait bul unduğundan Musa Kazım Efendi'ye hiçbir sıkıntı çektirmemiştir.) Şakir Paşa'nın kızı daha önceden Şeyhülislam Yasinzade'nin geliniydi, zevci bir bah ri ye subayıydı.
Çok dalgın ve şayan-ı dikkat bazı halleri vardı (158:210-12). Mesela üstüne başına h iç ehemmiyet vermezdi, cer softası gibi
gayet intizamsız birkaç dolama sarık sarar, abdest aldığı zaman gömleğinin kolları nı indirmeden cübbesini giyer sonra hatırlayarak arabada indirir, bazen arabada kundurasız olara k çorap veya mestle binerdi, farkına varacak olursa yolda birini gönderip aldırırdı.
Evi ni bulamad ığı olurdu. El yazısı çok
çirkindi, okunamayacak derecede bozuk ve karmakarışık yazardı.
Eserlerinden bazıları:
Revnakoğlu'nurı Musa Kazım notlarından (158:221)
Aksaray'da yeni taşındığı bir evi iki nci
gidişinde bulamamış, yanlış sokağa girınış, başka kapıyı çalmış, çıkaramayınca köşedeki bakk:ıla sormuş (188:237): "Bana benzeyen birisi buralara taşınmıştı, biliyor musun?" demiş. Bakkal gülümseyerek önünde durduğu ve kendisine ait sorduğu evi göstererek: "Burası efendim!" cevabında bulunmuş.
Dalgın bir zat olan Musa Kazı m Efendi'nin ifta ra davet ettiği misafirlerini unutarak kendisinin başka iftara gittiğini söylerler
( L88:189). Yağışlı ve çamurlu bir kış günü Beylikçi Naşid Bey'in evine misafir gitmiş, fakal yukarılara kadar bütün merdivenin , her tarafın çamur içinde olduğunu görünce
uşaklara çıkışmış. Fakat neticede etrafı o ha.Je koyan kend isi olduğu ve yukarıya çıkarken kundurasın ı çıkarmayı unuttuğu anlaşılmış ...
varidat: (158:271) Simavna kadısının oğlu
Şeyh Bedreddin'in tasavvuftan Vdridftt-ı Kübra'sını 1313'te Türkçeye çevirmiştir. Önce izmir'in işgali yıllarında oranın gündelik gazetelerinden Islahat'ta, sonra İstanbul'da Tercüman-• Hakikat, Tanin, İkdam gazeteleri ile Servet-i FünCın Resimli Gazete dergilerinde zaman zaman tefrika edildiğini görüyoruz.
Aslında Arapça olan Varidtit'ı Musa IGızım Efendi 'den önce Tibyan-ı Taraik sahibi Hari rizade Seyyid Mehmed Kemaleddin
Efendi de Füttıhfıt-ı İlahiyye Şerh-i V!tridat-ı Semd viyye ismiyle Türkçemize ma l etmişti. Süleymaniye Yahya Efendi Kütüphanesi'nde 2557 numa rada kayıtlı bulunan Mehmed
b. Ah med'in kısa cümle ve düzgün ifade ile vücuda getirdiği Vôridiit Tercümesi de sahibinin bilgi kudret ini gösteren
ınuvaffukiyetli bi r eserdir.Sanatlı, değerli,
:;.. f.ı; 'Lrt!'--4)-:
ld: ,/,:;_.r.Jıif '
;t;(_,ı,>:( ıikt:ı?,f lb
L_.,,İ..f ... J';;,}
\Y l'A
kıymetli eseri herkese (158:273) ehem miyetle tavsiye ediyor. Musa Kazım Efendi'den ders okumuş, ondan çok yakın alaka ve hi maye görmüş bulunan Neyzen Tevfik'in de
hay ranlı kla söylediği gibi eserin en dikkat çeken tarafı zamanın vaziyeti hiç müsait olmadığı halde Varidat'm Musa Kazım Efendi ta rafından ilgi görerek ele alınması ve omu bize de tanıtmak isteyerek hemen Türkçeye mal etmiş olmasıdtr. (158:276) Bursalı
p· Tahiı: Bey de yazıyor ki: Maksadı anlayanlat·
için Vilridat değerli bir kitaptır. Niyazi Mısri'ni n divanı nda görülen "Muhyiddin ü Bedreddin itdiler ihya-yı din - Deya Niyazi Fusus enlu\rıd ır Varidat" beyti bu ki tap için söylenilmiştir. On un esrar-ı hakikati kaşif bir eser olduğunda birleşenler çoktu r, fakat inceüğini kavrayamayanlar için pek makbul sayılmaz, nitekim Şaklıyık' ın bildirdiğine göre mesela Lutf i Beyzade gibi düşünenler Vtiridnt'ın birçok yerlerini şer'i hükümlere, temel inançlara :ıykın bulmuşlardır.
VCıridtU'a Arapça şerhler de yazıl mıştır
ŞeylıulıslJm Musa Kazını Efcndi'nın l!yhdlislamlrğa
tayini rniinascbetiyle Abdurrahman N.Jfiı'in düştüğü tarih manzumesi (158:292)
güzel bir nesihle yazılmış olan bu eserin yazı estetiği bakımından görülmeye değer ayrı
bir özelliği vardır. (158:272) Üçü ncü devre mela mileri nin son çağlarda pi ri bil inen Seyyid Muhammed NCıru'l-Arabi el-Halveti el-Melami'nin büyük oğlu ve halifesi Şeyh Hacı Şerif Efendi ile yine Seyyid Nür'un
hal ifelerinden Selanikli Ali Örfi Efendi de V!ıridd t!ı Türkçeye çevirmişler, tasavvuf ve hakikat ile ilgili bazı haşiyeler koymuşlardır.
Musa l<azım Efendi'ni n tercümesi ni diğerlerinden üstün gören Meh med Al i Ayni Bey merhum, Tasavvuf Tarilıi'nde (s. 170) bu
(158:279). Bunlardan meşh ur ve mufassal olanı Simavlı Şeyh Abdullah ilah1'nin yazdığıdır
ki kendisi Semerkandi Ubeydullah Ahrar'ın
halifesiydi. Keşfii'l-Vfıriddt Li-Tttlibi'l -Kelim!it
ismini taşıyan bu eser Süleymaniye Şehit Ali Paşa kitapları arasında 1325 numarada kayıtlı bu lu nuyor. Yine bu zatın Türkçe
eserleri arasında Esrar-name'si ile Manziıme-i
M i'riiciyye'si pek değerli bilinir. Nakşibendiliği fetihten hemen sonra İstanbul'a getiren ve Fatih'tc yata n meşhur Emir Ahmed Buhar! de bu za tın halifesidir.
Şerlı A lii Varidlıti Kübra Li-Ş ey/J Bedreddin Simfivi ism indeki ruğer bir şerh de İskil ipli Şeyh Mehmed Muhyiddin Yavsı'ya aittir.
Sultan İkinci Bayezid'in şeyhi bulun ması dolayısıyla "Hünka r Şeyhi" elenilen, bi r
lakabıda "Şeyh Yavsı" olan bu zat, Şeyhülislam Ebussuı.'.ıd (158:273) ...
Musa K!zı m Efondi (158:275) de aslında medreseli bir sarıklı olduğu halde zamanın djni telakkilerine bilhassa haşr-i ecsada (cesedi n öldükten sonra yeni baştan dirilip
bi r araya gelmesi) inancına tamamıyla aykırı sayılaca k kitap dışı görüşleri ilmi n ışığında açıklamak maksadıyla bunlan çekimneden, ikilemeden Tü rkçeye aktarmıştır. Bu tercüme Jkdu 'l-lim gibi yine Teşrifatçı Hacı Mahmud Efendi'nin teşvikiyle olmuştu r.
şeyhülislam Musa Kazım'ın mahkümiyet Sonrası Sultan Vahidüdd in'e Yazd ığıMektup (158:349...):
Atebe-i Fdek-Mertebeye M.eıfii.' Şaydn-ı Hayret Bir TtırlJıçe-i Mahkılıniyyet,
Bir şeyhiilislamırı bü·mahkenıe-i örfiyyede siyasf bir ciirnıde11 dolayı 11111/ıakemesi
ve bi'n-netice hiçbir cürııı-i maddi ve
111a'neıılye istinat etmeksizin on beş sene kürek cezasına mahkum edilmesi şimdiye kadar tarihte misli göriilmeyen bir hadise-i garibe olduğu ve bu gibi garaib ve şü'{ı11un hakiki olarak nazar-ı hü111iiyıinlrırı11da taayyün etmesi elzem bulunduğu ciltetle işbu /ıfıdis e-i actbenim hiiliisa -i safalıittını nazargfı h-ı ltazret-i şe/ıriyiır ilerine ber vech-i iıtt arz u beyandan kendimi 111e11' edemedim:
335 senesinde, M art ibtidasındaydı, bir gün rıle's-sabtıh hane-i da'iydnem polisler trırrıfiııdan ihata edildi. Dört beş aydan
beri esir- ifirlış oldıığ11ma bile bakılmayarak hemenyatağcmdan kaldırılıp adi caniler gibi tevkifhaneye idhal edildim. Bittrıbi hiçbir cürmünfaili değildim, maa-haziı ltiikıi111et-i Jıimranın müfrit birfırkacılık saikasıyla mutlaka bize bir cürm isnat
ederek bizi mnhkı"tm etmek arz11sımdrı olduğu brızı karain-i ahvalden istidliil ol111111yordıı. Bunun içindi ki isticvabmııza memur olan ve ekserisi Rıım ve Ermeni'den ibaret b11lwuın hey'et-i tahkikiyye her halde miihim bir ciirnı bulup bize isnat etmek kasdıyla pek çok zaman uğraştı, öyle bir ciirm bulamadı,fakat bizi de salıvermedi. Nihayet üç aydan sonra tttaklib-i lıiikıl111et" yani kimtw-ı cezanın 55. mnddesi11de
zikr edilen "Kiı11iuı-ı esasiyi ve lıiikümetiıı şek[ ııe heyetini cebren tagyire teşebbii_s" ciinnünii buldu. Ve bıı ciimıüıı güya ittihat ve Terakki Cenıiyeli'nin 329 senesinde teşekkül edip ittihat kabinesinin mevki '-i iktidarı terk ettiği giine kadar devam eden meclis-i umcimisinde verilen bir krı.rrır
ile vııkua getirildiğini dermiya ıı ederek
bu miitlıiş cürmde bizim de itirakimiı olmak iddiasıyla liizfim-ı mulıakemenıize karar verdi ve bu yolda tanzim eylediği bir karrtmame ile bizi divdn-ı harb-i öıf i malıkemesin e se vk etti.
Bıı kararname mahkemede kıraat
edildiği zaman bizim gibi orada hazır bulu11an sn111if11i de derin bir hayret istiln etti, Acaba hey'et-i tahkfkiyye 324 senesi 10 Temmuz davasım mı takip ediyor?" fikri def'aten ziltinleri111izi işgal eyledi,
zira ıııa'llinı-ı şiilıiweleri olduğu iizere taklib-i hü.kıiınet üç türliidiir: Biri11cisi 111utlakiyetten nıeşrutiyete, iki11cisi ıneşrutiyetten muttakiyete ve iiçünciisii meşrutiyetten cumhuriyete.
Bunlardan birincisi için 324 senesi 1O Temmuumda M.anastır'da, Sela11ik'te bir teşebbiis-i cebri vuku buldu ve bu
teşebbüs iizeri11e hükumetin şekl-i heyeti 11111tlakiyette n meşrutiyete talıvil eyledi ııe o zamrındnıı bu ana kadar şekl-i meşnitiyet devam elti. Yalnız 325 senesi 31 M artında
-'
ısoı
hitkunıetitı şu şeklf>.ıi tekrar mutlakiyete
irca için bir hareket vuku bulduysa da akim kalan bu ltareket-i irtlca'iyyeninfailleri
tabii İttihatçılardan başkalarıydı. Şu halde ortada "takltb-i hükumet"narnıyla İttihadiyyı n'a isnat olunabilecek ya lmz 10 Temmuzda vuku bulan i'lan-ı meşrutiyet
hadisesi olmak lazım geliyordu. İşte bunun için kararnamede böyle bir cii.rmün bi-ze isnat edildiği zikr edilince vehleten "Acaba hey'et-i tahkEkiyye 10 Temmuz davasını mı takip ediyor?'' jikı-i hemen zihinleritnize mübaderet etti. Zaten hey'et-i tahkikiyyenin de asıl maksadı buydu. Evet, şüphe yok
ki hey'et-i mezkure 10 Temmuz vakasını takip ediyor, ta'btr-i aherle 1 M art haclise-i irtica'iyyesini sı1ret-i res11J iyyede ikmale çalışıyordu,fakat bunu cıçıktan söylemeye cesaret edemediğinden bu meseleyi bt-şu'ıir menzilesine tenzil ederek ld -ale't-ta'yfn
bir ''tak/ib-i hükümet" cürmü uydurmuş ve güya şu bir iki sene zarfında tarafımızdan böyle bir cürm irtikap edildiğini ortaya sürmüş ve bunun da meclis-i umuminin
bir kararıyla ika' edildiğini iddia eder gibi görünmüştü ki b<" sanf'tı hakikaten pek amiyane bir safçata ve pek cahilane bir mugalatadan başka bir şey değildi, zira
azasL elli kişiden ibaret olup n-ıemleketin antısır-t muhtelifesinden teşekkül etmiş ve bir nizfımname-i mahstıs ile devletçe
resmen tanınmış ve bütün erkfın-ı liiikı.irneti de ihtiva eylemiş bir mecliste güya hükumetin şekil ve heyetini tagyir için bir
kabul edilse bile bu gibi şeylere bilhassa bizim iştirakimiz hiçbir aklın kabul edeceği şeylerden değildi, çünkü bütün ömrünü vatanın hayat-ı diniyye ve ilmiyyesine hizmete ve evlad-ı vatanın talim ve terbiyesine gayrete hasr ile alem-i İslam'da mühim bir mevki ihtiraz ,ıe üç yüz milyon ehl-i İslam'ın merci'-i dinisi ola11 makiım-ı
meşilı.at-ı İslamiyye'yi mükerreren işgal etmiş ve bi-lutfthi ta'tıla bugün tabaka-i aliye-i müfessirin ii mutasavvifin dahil her yerde hatta Avrupa'da bile biiyük bir sft-i fazilet
ve hüsn-i şöhrete ııail olmuş ve miiddet-i ömründe hiçbirgün ınakam-t hilafet ve saltanata karşı sadakatten ayrılmamış ııe bunlardan maada on seneden beri
müteaddit ve miihlik hastalıklara maruz bulunmuş bir şeyhülislamın hükılmetin şekil ve heyetini tag;ıfre cebren teşebbüs hıyanetine iştirakine hiç kimsenin ihtimal veremeyeceği gayet tabiiydi.
Hiilasa hey'et-i tahkikiyye işte böyle çocukların bile kabul edemeyeceği bir şekil ve surette hasbe'zJzlthir bize müphem laklfb-i lıükCt.ınet cürmünü isnat etmiş, halbuki asıl maksadı 10 Temmuz davasını takipten ibaret
bulunmuş hey'et-i hakirnenin de arzusuna tamamıyla muvafiktı, çünkü bunların cümlesi Meşrütiyet'ten dehşetli darbeler yemiş olduklarından hey'et-i tahkikiyye tara.fmdan bir "taklfb-i lıükılmet" cürm-i muhayyelinjaillerinden olmak iizere
dfııtin-ı harbe sevkimiz hey'et-i hakimenin
teşebbüs-i cebrtye karar verildiğini ve sonra
fevkalade memnı-m:
iyyetini mucip oldu,
bu kal'arın _yine hükumet tarafından tatbik
edildiğini havsalasına s ığdıracak bir/erdin bulunamayacağı beclihtydi.
Bii.tiin lıadisal-ı kevniyyeden sa1:f t nazar edildikten sonra saf ihtimdlat-ı zihniyyeden olrnak üzere bunlan11 vukuu bir an için
zira Meşrutiyet 'in mllessislerine karşı on bir seneden beri kalplerinde muhafaza ettikleri kin vegarazlarını. tatmine ahvtı.L-i hazıra dolayısylrı ancak şimdiyol bulmuş oluyorlardı.
Mahkemede kararnamenin kıraatinden ve nıan'l-usftl icap eden mukaddematın ifnsındaıı sonra vekllim kıyam ederek esasen böyle n.ziın bir ciirm-i siyasinin merci'-i mulıakenıesi aııcak divd n-ı ali olduğuna ve bi11aennleylı böyle bir cürm isnadıyla bizi muhakeme etmek divan-ı lıarb ınahkemesinim kaliyen sala/ıiyyeti hlıricinde bulunduğuna pek çok berahin-i
k!ı11ıi11iyye ve delail-i ilı11iyye scrd etti ise de mutlaka bizi malıkı/111 etmek içiıı her şeyi göze aldmnış olan lıey'et-i ltnkime lıer çi bcldablıd bu gibi dc'clviyi dahi rii'yet kendi ditire-i saliihiyyeti dahilinde olduğuna karar vererek kemf:ıl -ifahr ii gur!ir ile bizi mıılıakemeye başladı ve biltün ramazan şuradan b11rada1I, dereden tepeden
toplayıp getirdiği sualleri bize irat ile vakit geçirdi ve nihlı.yet bayraınm akibinde bizi mulıayyel bir takllb-i lıiiktmıel. cürmünde iştirak hıyaneti ile bi'l-ittiluim on beş sene kürek ceztis111a 11uılıkıim etti. Halbuki taraft1111zdan böyle bir cürnı irtikap edildiği11e bittabi 11e bir delil ne bir emare vardı ve ne de verdiğimiz ifadelerde öyle bir cürm arasında zerre kadar 111ü11asebet meııcutt11!
Filvaki lıiilasası Cemiyet'e Meşrııtiyet'in iliwında11 soııra girdim, şer'-i şerif ııokta-i nazarmdan 11siU-i meşveretin kavaidinden,
_(eııaidinden btıhis makaleler rıeşr eyledim, lslaıniyyet'tejirak-ı siyasiyyenin teşkili caiz olamayacağına dair ınevizeler irat eylediın ve bundcın dolcıyt det mıtahaze olıındwn, lıer zaman usı'U-i nıeşrütiyyeti taınamc11 tatbike ça/ıştıın, mıt!ıal!fi mııvcıfl ktan ayırmadım, ikisiııe de aym
muameleyi tatbik ettim hatta gerek tensike memıır o/dugttnı es11ada vegerek zamıin-ı meşllıatLarımda me'miir/11-i meşilıatın yüzde doksa11 beşi İttihatçı olmadığı halde
ciinılesini memuriyetlerinde ibka ettim, hilaf-ı ktınü11 hiçbir memur azl etmedim.
Balkan muharebesi akabinde Ayasofya Camii'nde vaaz eden Ubeydull!tlı Afgô.ııi nam kimsenin vaazını birgün beş on dakika be11 de dinledim,fakat ogünkü vaazını evvelce şayi olduğu kadarfena bulmadım. Merkumun Ka v111-i Cedid namındaki kitabına gelince bu kitabı hiç görmedim, maa-hazii o zaman lıiçbir makam-ı resmiyyede /mhmmadığmı için o gibi şeylere karşı yaµdacak muamelelerin bize taalluku yoktu.
Bu. defaki meşihatıında ınehô.kiın-i şer'iyyenin adliyeye nakli meselesi hiikımet tarafından bana teklif edildi, ben bıı teklifi kabul etmedim; "Bu mesele /rem beninı hem sizin vazifeniz haricindediı şayet böyle bir şey yap111ak istiyor iseniz evvela kongreyi davet edin, kongre gelsin bu meseleyi
ariz ii aınik müzakere etsin, eger m11vaftk bulursa programa girsin ve sonra Jıükı met bir madde-i kimıtniyye yaparak Meclis-i MebUsiın'a teklif etsin" dedim ve öylece de oldu.
329 senesinde M eclis-i Uınıi111f'ye aza i11tiJıap edildim ve o sene medis-i mezkf'ira bir iki defa gittim ise de o sırada sıhhatimin muhtel olması ve veziıif-i meclisingayet clıe11mıiyelsiz şeylerden ibaret bulunmasına binaen sonra bir daha gitmedim hatta
harp senelerinde b11 meclisiıı içtima ettiğini bile ta1·ıattur et111iyoru111, binaenaleyh mezkıtr meclisle negibi şeylere karar
verilip verilmediğini bittabi bilmiyorum. Manhaza öyle azim ve resmi Meclis-i Umümi'de memlekete muzır olan şeylerin ınevzubalıis olduğu11a asla ilıtimal veremem, hele taklib-i hiikıimet meselesinin orada müzakere edilmesini katiyen
kabul edemem, çiinkii o mecliste bütün
erkan-ı lıiikıiınet de mevcut olduğundan "Hüktnnetin kendi aleylıinde böyle bir meselenin müzakeresine iştirak etmesini ve sonra bımım lıakkmda verilen kararı
yine kendisinin icra eylemesini lıiçbir akim kabul etmeyeceği bedilıidir"den ibaret olan sözlere inhisar eden ifadelerimle takltb-i lıiikumet cürmüne iştimkiın arasında ne münasebet olabilirdi? Ve bu ifadelerinıle öyle bir hıyanetle medhaldar olduguma nasıl hükm edilebilirdi? Fakat divtin-ı
harb heyeti11i11 kalpleri bize karşı, o kadar kin vegarazla ınemlıiydu ki bize isnat eylediği şu cürmün esna-yı mulıiikemede sebk eden ifadelerimize veleıı ki edna bir derecede olsun temrıs edip etınediğini hile düşünmeye lüzum giirmedi. Hakkımızda zaten evvelden tasavvur ve tasmim eylediği lıiik111ü lıemen itada asla tereddüt etınedi ve bu hükırıii verirken bütün dünyaya karşı namiis-ı adtimizi zir üzeber eylediğini,
etvar ve alılakı cihanırı maltmw olan bir şeyhülislamın hayat ve lıaysiyeti ile oy 11adığırıı ve onu şu suretle mahküm etmekle ona isnat eylediği kiım'"tn-ı esasi
ahkamını naks ve ilgaya tasaddi ciirmü11ü11 asılfaili kendileri olmak lazım geldiğini hatmna bilegetirınedi.
Hildfet-medb efendimiz, lıaynt-ı beşer ancak hukuk-ı beşerin sıyaneti ile kaimdir, zira insanlarda hasbe'l:fitrat Jıevesat -ı hayvanlyye melekat-ı akliyyeye galip olduğundan tevzf'-i adalete ve
ltukuk-ı nası sıyanete memur bir merci'-i
n.ı; olmasaydı hiçbir yerde medeniyet
teessüs edemeyecek ve çünkü herkes kendi hevesat-ı hayvaniyye ve menafi'-i şahsiyyeyi temin içingayrın hukukuna
tecavüzden içti11ap etmeyecek ve şu halde halk birbirine girecek, nihayet nev'-i beşer malıvolıtp gidecekti. Bu hikmete mebnidir ki
Cendb-ı Hak halka ulıim-ı diinyeviyyeden hiçbir ilmi talim ı1e telkin için bir nebi göndermediği halde ultim-ı lmkıikiyye
ve kav!ınin-i şer'iyye vii medeniyyeyi talim ve beyne'l-ibad adrıleti temin içi11
binlerce enbiya göndermiştir ve bu surette lrayiit-ı iıısti11iyye l'ii ınedeniyyeni 11 ancak hukıik-ı beşeri sıynnetle kabil oldttğııııu ve nıesail-i lmktikiyye 11in en nazik mesailinde bulunduğunu bütii11 insanlara göstcrmiştiı:
Hukıik-ı beşeri sıyanet meselesi e11 nrızik ııe e11 müşkil mesailden olduğu içindir
ki bütün mernalik-i ınüteıneddiııede bilhassa İııgiltere'de hukuku sıyanetc ve tevzi 1-i adalete memur hükkam ilim, ahlak itibarıyla en yiiksek :zevattan intihap edilmekte ve en çok maaşlctr onlarrı verilmektedir ki biiyiik bir eser-i kiyiıset
ve ayn-ı hikmeltir. zira madem ki lıayiıt-ı instiniyye ı•ii medeııiyye ııin ruhu adalettir ve bu ruhu muhrıfaza edecek de ancak lıükkô.mdır, o lıtılde ltiikkflıımı ilmen 11e a/Jlaken en büyük zevattan intihap edilmesi elbette liızımdıt:
Srıdr-ı İslam'da dalıi bu meseleyefevkalade itina olumnuş ve lıiikkitmda ilim, lıikmet, melanet, mekanet vesaire gibi birçok evsafın bulunması şart edilmiş ve bu111111 için mehakhn-i İslnmiyye biitiin cihanın emniyet ve itimadtna bihakkm mazhar olmuş ve adftlet -i İsltl.nıiyye dünyanın
her tarafında misl-isair lıikmeti almış idi. Fakat maatteessüf sonraları bizde her şey bozulcluğıt gibi ınalıkeınelerimi.z de eski hiirriyel ve istiklallerini mıtlıafaza edemedi, çiinkii llükkdın evsaf-ı lazımeyi haiz olmayan kimselerden intihap edilmeye başlandı ve bııyüzden bittabi memleket de müteessir olarak tedenniye uğradı ve nihayet şimdiki lıtile geldi.
Marıhaza bufel ftketlen kurtulmanın
znınrım daha geçmedi, siir'at-i 111ii111ki11e ile malıkemelerimi:::i cidden ısl<ih etmeli, lıiikk!ıım ilim ve hikmet ile tezyi11-i
zlU u sıfat eylemiş ııe billıassa ulıim-ı
/111kıikiyyede kesb-i ihtisas eyle1114,
metiwet-i alılakiyyesiyie biliakkm temeyyiiz ederek lıerkesin itimadına mazltar olan zevattan intihap edilmelidir. Hele dtviın-t
lıarbleri ya lağv etrneli veya oıılan da gerçekten ıs/alı etmelidh; zira dlvi111-1 harb meselesi bizde sıl'-i tefsire uğraınış ve çünkü ekseriya oralara 111eslıil-i lıukukiyye ile asla münasebeti olmayan ve maznunlara karşı ki11 ve garn.zla atııde bulunan znbitamn intihabı !cdet hükıniinü almış ve bu sebeple nice masumların kanlnrı lıeder olmı'şve nice bigiinah vücutlar leııkifhanelerde çürüyüp gitmiştiı:
Bu müddeaımıa en büyük şahit bu kere bizi muhakeme eden dfvô.ı ı-ı harb heyetidir, çiinkü bu heyet ne ııltim-ı lıukukiyye ve sıyd net-i alıldkiyye ile miinasebattardır ne de ınazmmlara
karşı bitaraf ·c ıneveddetkardıı; bilakis
ciimlesifeztıil-i ilmiyye vü alıl!ıkiyyeden
bibelıre ve maznunlara karşı da grıflet ve lwşımetle 111e111li't birtakım celıeledir.
Zahiren malıke111ede ıııüdde-i 11mılmiler bulundıırııluyor, ıniidafaa vekilleri kabul olunuyor, ınulıake11.ıe alenen icra ediliyor, ekseriya kanunen lıiçbir ciirın sabit olmuyor; binaenaley h ınüdde-i ııınüırıt berat talep ediyor. vekil de onu teyirten tamam iki
saat söz söylüyor; uhim-ı fwkı ikiyyenin
blitün inceliklerini sayıp döküyor ve bunları lıep zapta geçiyor, bunlar da cerciid-i yevıniyye icmalini, Takvim-i Vekayi"de tafsilini neşrediyoı;fakat cümlesi ;ıal11tz bir şekilde11 ibaret kalıyoı: Gerek mazmınu11 ifadeleri 11e gerek vekilin miidafaalan ınalıkemede sudur edecek
hükme karşı asla tesir gösteremiyor. lıatta ınüdde-i 11mıiminin bemt talebi de lıiçe gidiyor.' Miidde-i umılıııfııiıı bıı lalebi ile ortada Jwkıik-ı wnı'imiye ıımııılla davacı kalmadıgı lıalde divan-ı lıarb-i örf iyine rü'yet-i da'vtiya devanı ediyor ve vereceği hükmü yine 11eriy01: Bunun en biiyiik misali işte bizim mulıakememizdir, zira balada arz olunduğu veçJıile bi;;e isnat olunan cürme hiçbir delll-i maddiye ve lırıtta zerre kadar bir emareye bile istiııat et/Jlemiş ve esna-yı muhakeınede tarrıjiınızdan verilen
ifadelerle de asla münasebeti görülmemiş ve müdde-i umümi de bittabi bizim beratımızı talep etmiş ve vekilimiz ise onun bu
talebiııi teyiden bütün krtdret-i klt11ft1ıiyye vii ilmiyyesini meselenin tavzihine saıf eylemiş olınasına rağmen lıey'et-i hakime bunların hiçbirini nazar-L i'tibara almayıp kendi ar::usu veçlıile lıiikmiinii vermiş ııe billıassa onlardan kimi ve M ustafa Paşa bize daha doğrusu meşrutiyete olan şiddet-i Jıusii.metinden naşi baladaki ifadeleriınde11 tamamı ve lıatta reis tarafından vukıı
bulan sıuıllerden bile tegafiil ederek Kavm-i Cedid 11am kitabın ıııiiellifl güya biz
oldıığıımıııu sebep göstererek ida11111mzı talepten lıaya etmemiş ve o kitabw müellifi biz olsak bile bu gibi şeyleri ıı idam cezasıyla asla münasebeti olamayacağını bile idrak
edemeyecek kcıdar celmlet ibraz eylemiş ve vekilleri de yine .sebk eden ifadelerim
miya nuıda. hiç de yeri olmayan "Ceıniyet'in umür-ı dcniyye ıniidüriyyeti" unvanını
bize vermişler ve giiya lıaiz olduğııınuz bu unvanı da su'-i lsti 'miıl ettiği mizi
ııu:ı/ıkümiyetimizin esbabı 111iyaııında gösterınişler! Veöyle bir wıvrıııın vaktiyle bizde buluııdıığıı teslim edilse bile böyle gayr-i resmi bir şubenin 11ıüdiiriyyeti 11i deruhte ederek meşrutiyetin ka\l(tid ve fevaidinde11 bahsettiğimiz za111anda bilfarz
bazı mesailde hata ettığimızl veyalıut bazı şeylere karşı lnkayıt kaldığımızı kabul etsek bile böyle şeyler ile on beş senelik kürek cezası arasmda ne ıuiitıasebet olacak! Ve bir de diııtm-ı harb mahkemesinde bı-t gibi 111eselelerin ınevzubahis edilemeyeceğini idrak edemeyecek kadar hamakat ibraz eylenıiştü:
Htin-ı adlılet-nisab efendimiz, on beş sene değil, on beş saniye cismimizi istilzam edecek bir cürm bizden sadır olsa idi
dfvan -ı lıarbin verdiği on beş senelik kiirek cezasına 11icdanen gerden-d,ide-i inkıyad olacagım şüphesiz idi, çünkü ''Hasenatıll ebriır seyyi'!ıtu'L-mukarrebtn"f ehvasınca bir şcylıülislamm on beş saniye mevkufiyyetini istilzam edecek ufak bir kabahati, başkasımn on beş seme malıb11siyyetini
icap eyleyecek büyük bir hıyaneti menzi/esindedir, lttllbuki şimdiye kadar gerek siyasi vegerek adi hiçbir cürm ile zerre kadar şaibedar olmadığ1111 cümlenin 111alümu iken divaıH harb lıeyeti işte böyle
Allrıh'tan hav/ ve kuldan haya etFneden tam 111anrısıyla 111asum bir şeylıülislamı adeta bir cani gibi telakki ederek 111iikerreren
işgal eylediği makamtn kutsiyet ve ulviyet ini ve bütün alem-i isliim'm o mrıkama olan hürmet ve merlmliyetini asin nazar-ı i'tibara almayarak ve onun
bunca hidemlıt-ı diniyye vü ilmiyyesini de hiçe sayarak ahir ömründe bila-sebeb on beş sene küreğe mahkıirn etmiş ve yegane medlır-ı ma'tşeti olan a'yanlık maaşından da şıı sırada mahrumiyetine sebebiyet verip kendisiyle beraber on altı 11iifuslan ibaret olan ailesini de bilkülliyye zaruret ve sefalete duçar etmiş, da/ta doğrusu kırk senelik koca bir beytü'l-ilmi temelinden yıkımş olmasıyla bu heyet kendinin ilim
ve irfana karşı ne derece buğz ııe udva11 ile
meşbu olduğunu bütün kainata karşı ispat ile lnrllı-i Osmaniye ile'l-ebed silinmeyecek kara bir sayfa daha iltıve etmiş \le bizimle beraber biitün ensltl-i hazıra vü atiyeııin kıya111ete kadar lanetine kesb-i istihkak etmiştiı: La'netullahi aleyhim ec111a'i11.
14 Aguslos 1335
Esbak Şeylıülislanı
Musa Kazım da1leri
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder