Bu Blogda Ara

30 Eylül 2022 Cuma

Mersin, Ceylanpınar, devlet, millet!

🗳️ Bekleniyor...

Mersin, Ceylanpınar, devlet, millet!

Kaynak: Umur Talu, Aposto.

Mersin'de Polisevi'ne saldırı olunca, neden akla Ceylanpınar gelir?

Çünkü 22 Temmuz 2015'deki Ceylanpınar saldırısı sadece tüm şaibeleri ve kuşkularıyla, dava ve ifadelerdeki çelişkilerle kalmamış, tarihe önemli bir "kırılma günü" olarak geçmişti.

Sadece kanlı tarihe değil, makus talihe de.

Zar zor buldukları kiralık evde öldürülen iki polis memuru, Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar'ın hakikati karanlığa gömülmüş cesetleri üzerinde, "Çözüm Süreci'nin" iki tarafı, AKP iktidarı ve devlet ile PKK vd. "Çözümsüz ama ölümlü süreçe" yeniden dönebilmişti.

Zaten Ceylanpınar saldırısından iki gün önce Suruç'ta canlı bombayla "Kobani'ye destek" için toplanmış 34 kişi öldürülmüştü. Üç ay bile geçmeden, Ankara Garı civarındaki mitingde de yine canlı bombayla 103 kişi katledilecekti.

Bu üç olay, AKP iktidarının ve yönettiği devletin "Kürt politikası'nı" da, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak stratejisini de bugünkü yere getirdi.

"Seni başkan yapmayacağız" diyerek HDP oylarını yükselten ve partiyi “Türkiye partisi” yapmaya taşıyan, AKP'nin ilk kez tek başına iktidar olamamasına sebep olan Selahattin Demirtaş'tan "herkesin kurtulmasını" da sağladı zaman içinde. Ve Ankara Garı saldırısı ardından yinelenen seçimde, AKP yine tek başına iktidar olabildi.

Tarih elbette sadece komplolarla akmıyor. Rastlantılar, neye niyet neye kısmetler, çelişkilerin beklenmedik sonuçlara yol açması, iradelerin çatışması ve daha birçok faktör var.

Fakat bir süre önce, maalesef "Gezi'nin" dahi önemini göremediği "Çözüm Süreci" iktidarın seçim politikasıyken; bu saldırıların ardından, "Çözümsüzlük ve terörle mücadele" ile korku ve endişe hattında oylarını betonlaştırmak iktidarın seçimi olacaktı. 

Tabii, tam kimliği 2016 darbe teşebbüsüyle ortaya çıkan "FETÖ" zihniyeti ve örgütlenmesinin, AKP ile iplerin koptuğu 2015'i nasıl kullandığı, onca general, subay, asker, üst düzey veya memur polisin, yargıç ve savcılarının, istihbaratçılarının 2015'in bu kanlı virajına ne derece damga vurup vurmadığı henüz sadece soru ve ünlem işareti!

Bu kez, Mersin'deki saldırıda bir "Çözüm Süreci" ve "ölümsüzlük umudu" bile yoktu elimizde. Polis memuru Sedat Gezer muhtemelen "safi terör" saldırısı kurbanı oldu. Saldırgan kadınlar da aldıkları emir ve yüklendikleri bombalarla, binlerce genci de "terörist" olarak yutmuş "etkisiz hâle getirilenler" listesine eklendi.

Fakat bu saldırı belki de yeni bir "terör fayı" açacak seçim sürecinde. HDP’yi "terörle" özdeşleştirmeyi, o HDP'yi de CHP ve Kılıçdaroğlu'nun ayağındaki gülle hâline getirmeyi amaçlayarak. "6’lı Masa'da", son beyanlarıyla açık pozisyon alan Meral Akşener ve İyi Parti’nin, olur a, masayı dağıtmasını da hedefleyerek.

"Terör ve terörle mücadele" her zaman devleti (ve karşısındaki örgütü) diğer her türlü "umut" ile "yasal kanallar" karşısında vasi pozisyonuna sokar. "Devlet adamları ve kadınları" için de, milletin muhtemelen en az %80'i için de, "terör" üstüne konuşmak, öfke ve nefreti tahkim etmek zaten ezberde olan, kınından kolayca çıkabilen bir "dil" bilgisidir.

Muhalefet ise, milyonlarca insanın, bırakın geleceğe tutunmayı, bugün ayakta durmakta zorluk çektiği bir "yoksullaşma-yoksunlaşma felaketinin" ortasında, savunmaya ve "başkan adayı" kapışmasına sıkışmaya çekilir.

Öldürülen polislerin aileleri, çocuklarını hiç unutmadan... Bu "çözümsüzlük sürecinin" onlarca yılındaki asker, polis, sivil kurbanlar ile "etkisiz hâle getirilen" binlerce genci kaybetmiş bir Türkiye'nin daimi acısını hep duyarak...

Başka bir "hatırlamaya" gidiyor aklım. Derken başka birine.

İlki, yine Mersin. Yine Mezitli. Nagihan Ekiz. Geçici görevle gittiği iktidar partisi ilçe binasındaki yönetici ve sekreterin hakaretlerine uğradıktan sonra, evine gidip tabancasıyla intihar eden genç polis memuru. Emekli başkomiser kızı.

Yine Mersin'de "intihar" etmiş kaç polis memuru var, isterseniz bulabilirsiniz. Tüm ülkedeki, her yıl çok sayıda polis ya da askeri kendi canlarını almaya sürükleyen baskı, hakaret, mobbing, geçim sıkıntısı, borç, aşağılanmaları da belki görürsünüz.

Bunları da görebilmek "terörü" görmeyi asla engellemez… Ama bunları hiç görmeden de ne siyaset, ne gazetecilik, ne sivil toplumculuk yapılabilir!

İkincisi, yine Şanlıurfa. Yine Ceylanpınar. İki polisin öldürülmesi nasıl bu ülkenin kanlı kaderinde bir dönüm noktası olmuşsa, şimdi (bir zamanlar durmadan yazdığım yazılardaki gibi) anlatacağım olayların hiç görülmemesi de bu kaderin sosyolojisini hiç değiştirmiyor.

Fida, Hacer, Naile, Halise, Zehra, Emine, Hatun, Fatma...

Bildiniz mi?

Bilmediniz!

Çok oldu. Unuttunuz. Ya da zaten hiç bilmezdiniz.

Onlar da çocuktu.

Onlar süt çocuktu.

12 ila 15 yaşında; minik parmaklar koyun memesine yapışırdı.

Adres: Devlet Üretme Çiftliği, Ceylanpınar, Şanlıurfa, Türkiye!

Kimilerinin mahdumları kasasını doldururken, onlar, 43 "işçi", bir kamyon kasasına doldurulmuştu. Ceylanpınar Devlet Çiftliği’nde, taşeron amca için günde 3-5 TL yevmiye ile koyun sağan süt kızlar, süt kadınlar.

Çırpı Deresi’nde yuvarlandı kamyon. Kasadan birer güğüm gibi döküldüler, suya karıştılar. 11 yaşındaki Halfe miydi, 14'ündeki Hatun mu, birinin cesedi iki gün sonra derede bir ağacın köklerine sarılmış bulundu! Anasına sarılası süt kokulu kızım; ölümün soğuk kucağına uzanmıştı.

Amit de 12 yaşındaydı; Naile daha yeni 1.5 yaşındaki evladını kaybetmişti; karnında büyüyen bebeğine sarılmıştı. Öyle sarmaş dolaş boğuldular. O gün orada 10 işçi öldü ve memleket çiftliğinin ağaları hiçbir şey yapmadı; ne utandılar, ne sıkıldılar! Çiftlik yönetimi, Tarım Bakanlığı, devlet kızarmadı bile.

Biz ne yaptık?

Aklımız büyük meselelere çok eriyor: devletimiz güçlü, muhalefetimiz cevval, gazeteciliğimizi hiç sorma, "terör ve terörle mücadele" hız kesmiyor. Fakat "kahraman" polisler ile askerlerin neden kendilerini öldürdüğünü… Kamyon kasalarından dökülen süt kızların, mevsimlik işçi kadınların, atölyede kilitli yanan kadın işçilerin, tersanelerde suya gömülmüş olanların siyasetini de, devletini de, gazeteciliğini de ara ki bul!


Not: Serbest Kürsü'de yer alan tüm görüşler yazarlara ait olup, Aposto'nun editoryal bakış açısını yansıtmamaktadır.