Revnakoğlu’nun İstanbul’u İstanbul’un İç Tarihi, Fatih, Cilt 3 - 1
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Revnakoğlu’nun İstanbul’u İstanbul’un İç Tarihi, Fatih Cilt 3
Fatih Belediyesi Kültür Yayınları no: 14 Yayıncı sertifika no: 49172
ISBN 978-605-70414-5-6 (3.Cilt)
ISBN 978-605-70414-1-8 (Takım)
1. Baskı, İstanbul, Kasım 2021
Hazırlayan
Prof. Dr. Mustafa Koç
İstinye Üniversitesi
Yayın Koordinasyon
Abdullah Kargılı
Editör
Ubeydullah Kısacık
Kitap Tasarım
Abdüsselam Ferşatoğlu
Grafik Uygulama
Onur Melih / Fotografika Güzel Sanatlar
Abdi Paşa sokağı 14A Kısıklı Üsküdar İstanbul fotografika.com.tr
Baskı
Seçil Ofset
100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No:77 Bağcılar İstanbul Tel: +90 212 629 06 15
www.secilofset.com Sertifika no: 44903
Fatih Belediye Başkanlığı
Copyrigth © Her hakkı mahfuzdur.
Akşemsettin Mahallesi
Adnan Menderes Bulvarı (Vatan Caddesi) No:54 Fatih İstanbul
Telefon: +90 (212) 453 1453
Revnakoğlu’nun İstanbul’u
İstanbul’un İç Tarihi
F A T İ H
Mustafa Koç
“Bir şehri sevmek, bir hayatı, bir zamanı, bir dünyayı sevmektir.” der Ahmet Hamdi Tanpınar. İstanbul tarih sahnesinin tam orta yeridir. İstanbul’u, sadece büyük mimari anıtları ve doğal güzellikleriyle değil,
tarihi ve onun ortaya çıkardığı estetiği, mimarisi, müziği ve edebiyatından oluşan bütünlüklü bir eser olarak anlamak gerekir.
Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halid Karay, Tahirü’l Mevlevi gibi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir hayat yaşamış, kültür taşıyıcısı aydınlarımız, giderek yok olan bir medeniyetin temsilcileri olarak İstanbul’a bu gözle bakmış ve bizlere bu kıymetli eseri sevmeyi, korumayı öğretmeye çalışmışlardır.
Modern hayatın zaman ve mekânı ayırması, İstanbul’un pek çok değerini yok etmiş, şehre ait bütünlük ve aidiyet duygusu neredeyse kaybolmuştur. Eski İstanbul’a dair korunacak emanetler sadece mimari ve sanat eserleri değil, bu şehrin caddelerinde, sokaklarında yaşanan hayatın hatıralarıdır.
Merhum Cemaleddin Server Revnakoğlu, bahsettiğimiz bu kültür terkibini oluşturan bütün unsurları bir bir tanıyıp arşivlemeye gayret eden değerli bir kültür tarihçimizdir. Notlarında “İstanbul’un İç Tarihi” ifadesini kullanan Revnakoğlu, İstanbul’u anlatan diğer araştırmacılardan farklı olarak şehri birçok cephesiyle ele alır. Şehrin deruni tarafını, manevi yüzünü öne çıkarır.
Musikişinaslar, dergâhlar, kütüphaneler, büyük şahsiyetler, mezarlıklar, camiler, şairler, mektuplar, edebî notlar ve fotoğraflardan meydana gelen Revnakoğlu arşivi İstanbul’umuz için paha biçilemez bir hazinedir.
Merhum Revnakoğlu’nun notlarından yola çıkılarak hazırlanan 5 ciltlik bu muhteşem külliyatı kültür hayatımıza armağan etmekten iftihar ediyoruz.
Bu vesileyle kendisini rahmet ve şükranla anıyor, başta eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Mustafa Koç olmak üzere emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
M. Ergün Turan
Fatih Belediye Başkanı
TAKDİM ‣ 1009
ALTINCI GÜZERGÂH
Edirnekapı ‣ 1019
Göbek Dede ‣ 1021
Ahmed Galip Paşa Çeşmesi ‣ 1023
Mihrimah Sultan Camii ‣ 1024
İstanbul Kültür Okumaları
Mihrimah Sultan’da Hafız Esad Gerede ‣ 1028
Mihrimah Sultan Çeşmesi - Cağalazâde Çeşmesi ‣ 1030 Ekmekçi Baba’nın Mezarı Ekmekçi Hacı Muhyiddin Camii ‣ 1032 Beyazıt Bey Mekteb-i İbtidâîsi - Acıçeşme Karakolu ‣ 1037 Acıçeşmeler ‣ 1039
Atiye Sultan Çeşmesi (Sultanzâde Çeşmesi) ‣ 1041
Ali Efendi Tekkesi ve Muhzır Yusuf Ağa Tekkeleri ‣ 1043
Taşçı Tekkesi - Halil Nizamî Tekkesi ‣ 1043
Sarmaşık Tekkesi Kazasker Abdülkadir Efendi Tekkesi ‣ 1051
Ahmed Kâmil Efendi Tekkesi ‣ 1054
İstanbul Kültür Okumaları
Revnakoğlu Arşivinden Zekâî Dede’ye, Oğlu Hafız Ahmet Irsoy ve Torunu Münir Kökten’e Dair Bilgiler ve Belgeler ‣ 1062
Zekâî Dede’nin Besteleri ‣ 1069
Zekâî Dede ve Torunu Mehmed Münir Kökten (Zekâîzâde) ‣ 1070
Şeyh Türlü Tekkesi’nde ve Diğer Meşkhanelerde Zekâîzâde Dede’den Yetişenler ‣ 1074
Hattat Hacı Emin Bey: ‣ 1074 Şeyh Cemal Efendi: ‣ 1074 Kanber Dede: ‣ 1076
Duba Mehmed: ‣ 1076
Hafız Süleyman Efendi (Deli Hafız) : ‣ 1077
Hafız Abdülaziz Efendi: ‣ 1077
Arap Şükrü (Şeyh Hafız Ahmed Şükrü Efendi) : ‣ 1077
Şeref Efendi: ‣ 1078
Hafız Ali Efendi (Çimenezmez) : ‣ 1079
Hacı Bey: ‣ 1079
Hafız Ahmed Sabri Efendi (Özsanay) : ‣ 1079
Hafız Şükrü Efendi: ‣ 1080
Hâlid Bey (Şenlik Dedeli) : ‣ 1081
Hafız Saim Efendi: ‣ 1081
Hafız Haşim Bey (Münzevili) : ‣ 1082
Hafız Agâh Efendi: ‣ 1082
Rüşdü Paşa: ‣ 1082
İstanbul Kültür Okumaları
Eyüp’te Bir Hafız Okulu: Kalenderhane Mektebi ‣ 1083
Hâce-i Evveli Hoca Osman Hilmi Efendi ‣ 1083
Ayşe Hatun Zaviyesi - Seyyid Resmî Efendi Tekkesi - Cuma Tekkesi ‣ 1087
Mihrinaz Hatun Camii ‣ 1091
Ejder Tekkesi ‣ 1092
İstanbul Kültür Okumaları
Post ‣ 1093
Tekkelerde Posta Oturtma Merasimi: İclâs ‣ 1093
Zakir Postları ‣ 1094
Tevhîdhanede Postların Dizilişi ‣ 1094
Post Niyazı ‣ 1095
Kıyamîlerde Makam Postu ve Cenah Postu ‣ 1095
Reis Postu ‣ 1095
Tekke Kavramları, Tekke Hizmetlileri ‣ 1095
Öküz Mehmed Paşa Camii ‣ 1098 Karabaş Camii ve Tekkesi ‣ 1100 Mestçi Şeyh Ali Efendi Tekkesi ‣ 1103
İstanbul Kültür Okumaları
Muharrem, Tekkelerde Aşure, Goygoycular, Tekke Mutfağı ‣ 1106
Şerbet ‣ 1106
Keşkül ‣ 1107
Goygoycular ‣ 1109
Muharreme Mahsus Hususiyetlerden Goygoycular ‣ 1109
Aşure ‣ 1112
Muharrem Ayı ve Aş-Aşure ‣ 1117
Çorba ‣ 1123
Hummâsiyye ‣ 1127
Tophane Kâdirîhanesi’nde Erbain Helvası ‣ 1128
İstanbul’un Eski Kışlarından Hatıralar Erbain Helvası ‣ 1128
Mevlevîlere Has Mevlevî Lokması (Mevlevî Pilavı), Kavurma Lokması, Kandil Helvası ‣ 1130
Tekkelerde İftarda Yenilen Zeytinin Çekirdeğinden Tesbih ‣ 1131
Tarikatlarda Biat Merasimlerinde Hurma, Peynir Şekeri, Zeytin Yağı, Üzüm ‣ 1131
Kalenderhanelerde (Özbek Tekkeleri) Pilav ‣ 1132
Tekkelerde Somat ve Nihâle ‣ 1133 Tekkede Yemek Yeme Usulü ‣ 1134 Caferabad Tekkesi’nde Kapkacak ‣ 1137 Suböreği, Konserve ‣ 1137
Yemek Kültürü ve Hacı Beyzâde Ahmed Muhtar Beybaba (Muhtar Yeğtaş) ‣ 1137
İlk Konservecimiz Şeyh Hacı Arif Efendi ‣ 1144
Karagümrük Çarşısı - Karagümrük Meydanı ‣ 1146
İstanbul Kültür Okumaları
Bazı Esnaf Sufiler ‣ 1153
Karagümrük Camii - Mesih Mehmet Paşa Camii ‣ 1158
Mehmed Efendi Türbesi ‣ 1160
Cerrah Ahmed Efendi ‣ 1162
Galip Baba Bektaşî Zaviyesi ‣ 1163
İstanbul Kültür Okumaları
İstanbul’un Zaviyeleri, Tekkecikleri ‣ 1165
Muabbir Hasan Tekkesi ‣ 1169
Hoca Sırrı Efendi Zaviyesi ‣ 1171
Kabakulak Sokağı’nın Sakinleri ‣ 1172
Hacı Şeref (Hüseyin Şerefüddin Erarslan) ‣ 1172
Mehmed Salâhaddin Erarslan ‣ 1175 Özbek İsmail Efendi ‣ 1176 Kabakulak’ın Mustafa Dede ‣ 1179 Kabakulak’ın Ali Gerçek ‣ 1180
Kabakulak Tekkesi - Alime Hatun Tekkesi ‣ 1182
Muhtesip İskender Ali Camii - Kabakulak Camii ‣ 1188
Tahta Minare Tekkesi ‣ 1192
İstanbul Kültür Okumaları
İstanbul’un Bazı Musikişinas Şeyhleri ‣ 1199
Tanbur Çalan Şeyhler: ‣ 1199
Şeyh İbrahim Şuâuddin Efendi ‣ 1199
Şeyh Süleyman Abdülhalim Efendi ‣ 1199
Kantocu Şeyh Ali Salâhaddin Salâhî Efendi ‣ 1201
Rebap Çalan Şeyh Mehmed Süreyya Beybaba (Şeyh Baba) ‣ 1202
Fatma Sultan Mektebi ‣ 1203
Sineperver Vâlide Sultan Çeşmesi - Kanlı Çeşme ‣ 1204
Tarkan Konağı ‣ 1206 Muameleci Mescidi ‣ 1207 Kenan Rifâ‘î Tekkesi ‣ 1208
Kayserili Hacı Mustafa Hilmi Sıdkı Efendi Tekkesi ‣ 1216
Altay Camii ‣ 1217
Mesih Paşa Camii ‣ 1219 Hırka-i şerîf Camii ‣ 1223 Akseki Camii ‣ 1232
Çorlulu Ali Paşa Çeşmesi ‣ 1234
Akşemseddin Camii ‣ 1235
Şeyh Şemseddin Tekkesi - Perşembe Tekkesi ‣ 1236
Üskübî Müderris Süleyman Baba ve Bektaşî Zaviyesi ‣ 1253
İstanbul Kültür Okumaları
Bektaşî Babaları ve Diğer Tekkelerde Bektaşîleşmeye Dair Revnakoğlu Dosyalarından Tespitler ‣ 1254
Bektaşî Babalar ‣ 1255
Hasan Basri Baba (Tapduk) ‣ 1257
Tevfik Baba (Topal, Yalvaçlı Mehmed Tevfik Baba Ali Bey) ‣ 1258
Ali Fethi Beybaba ‣ 1260
Âlî Bey (Topal Âlî Bey) ‣ 1261
Revnakoğlu Notlarında İstanbul Tekkelerinde Bektaşîleşme ‣ 1261
Rifâ‘iyye’den: ‣ 1261
Celvetiyye’den: ‣ 1263
Mevleviyye’den: ‣ 1266
Uşşâkiyye’den: ‣ 1273
Nakşibendiyye-i Hâlidiyye’den: ‣ 1274
Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi ‣ 1275
Yamaklar Mescidi ‣ 1276 Keçeciler Tekkesi ‣ 1277 Hurrem Çavuş Camii ‣ 1286 Keçeciler Hamamı ‣ 1287
İstanbul Kültür Okumaları
Kemanî Recep ‣ 1288
Hoca Hayreddin Mescidi ‣ 1291
Merdivenli Cami ‣ 1292
Yakup Kethüda Çeşmesi ‣ 1293
Çınarlı Çeşme - Çınar Çeşme ‣ 1294
İstanbul Kültür Okumaları
İstanbul’da Geçen Yüzyılda Tarih Düşürme Sanatının Ustaları ‣ 1296
Mehmed Nüzhet Ortanca ‣ 1296
Hayrullah Taceddin Yalım ‣ 1298
YEDİNCİ GÜZERGÂH
Koyun Baba - Sabire Sultan - Enver Bey ‣ 1303
Hacı İlyas Mescidi ‣ 1306 Çenezâde Tekkesi ‣ 1307 Hoca Üveys Camii ‣ 1312
İstanbul Kültür Okumaları
Emir Ahmed Buharî döneminde Osmanlı Devleti’nde Ahrârî Şeyhleri ‣ 1313
Emir Buhârî Tekkesi ‣ 1317
Cevad Paşa Türbesi ‣ 1325
Memi Can Tekkesi ve Türbesi ‣ 1327
Bestekâr Bolahenk Nuri Bey ‣ 1328
İstanbul Kültür Okumaları
Salih Saim Unar’ın Hatıraları ‣ 1329
Tefeyyüz Kitaphanesi ‣ 1352
Neccar Mehmed Efendi Türbesi ‣ 1359
Hüsrev Paşa Türbesi ‣ 1361
Bahçıvan Arif Efendi Tekkesi ‣ 1363
Şeyh Şükrü Efendi Tekkesi (Sarıgüzel Tekkesi) ‣ 1372
Hacı Süleyman Efendi Tekkesi ‣ 1374
İstanbul Kültür Okumaları
Revnakoğlu Notlarında Halife, İstihlâf ve Hilâfet, İclâs (Posta Oturtma) ‣ 1375
Mehmet Akif Ersoy’un Evi ‣ 1379
Akif I (Biyografi) ‣ 1380 Akif II (Vatan) ‣ 1386 Akif III (Din) ‣ 1388
Fenari İsa Efendi Camii – Tekkesi ‣ 1393
SEKİZİNCİ GÜZERGÂH
Millet Kütüphanesi ‣ 1397
İstanbul Kültür Okumaları
Revnakoğlu Notlarında Bazı Tekke Kütüphaneleri ‣ 1399
Küçük Efendi Tekkesi ve Kütüphanesi ‣ 1399 Yedikule Uşşâkî Tekkesi ve Kütüphanesi ‣ 1400 Safvetî Paşa Tekkesi ve Kütüphanesi ‣ 1401
Hasîb Efendi Tekkesi (Saçlı Abdülkâdir Efendi Tekkesi) ve Kütüphanesi ‣ 1402
Unkapanı Şâzelî Tekkesi ve Kütüphanesi ‣ 1403 Selimiye Tekkesi ve Kütüphanesi ‣ 1404 Revnakoğlu Notlarında Bazı Hâfız-ı Kütübler ‣ 1405
Millet Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Süud el-Mevlevî ‣ 1405
Millet Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Hacı Ahmed Rifat İzgi ‣ 1406
Millet Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Hafız Mahmud Fahreddin Efendi ‣ 1407
Millet Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Hacı Kemal Gürses ‣ 1408
Fatih Camii Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Şeyh Ali Bahaüddin ‣ 1408
Şehzadebaşı Camii Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Hacı Hafız Mehmed Nuri Baba ‣ 1409
Eyüpsultan Camii Hâfız-ı Kütübü Osman Hilmi Efendi ‣ 1411
Yıldız Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Şeyh Veli Mehmet Efendi ‣ 1412
Eyüp Hüsrev Paşa Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Çavuşbaşızâde Hoca Ali Yekta Efendi ‣ 1416
Hacı Selim Ağa Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü Mustafa Enver Bey ‣ 1416
Dülgerzade Camii ve Tekkesi ‣ 1417 Yayla Camii ve İbni Melek ‣ 1430 Ordu Tekkesi ‣ 1431
Bıçakçı Alâaddin Camii - Alâaddin Tekkesi ‣ 1438
Ekmel Tekkesi – Sofular Tekkesi ‣ 1442 Aksaray Hindîler Tekkesi ‣ 1448 Kırkağaçlı Emin Efendi Tekkesi ‣ 1460
Sirâciyye Tekkesi - Şeyh Ebü’l-Hayr Efendi Tekkesi ‣ 1465
İstanbul Kültür Okumaları
II. Abdülhamid’in Şeyhleri ‣ 1467
Şeyh Ebülhüdâ Efendi ve Beşiktaş’taki Tekkesi ‣ 1467
Şeyh Muhammed Zâfir Efendi ve Beşiktaş’taki Ertuğrul Tekkesi ‣ 1468
Haydarîhane Camii ve Tekkesi ‣ 1474
Baba Hasan Mescidi - Alemî Baba Hasan ‣ 1484 Oruç Gazi - İsmail Ağa Camii ‣ 1486 Pertevniyal Vâlide Sultan Camii ‣ 1487
İstanbul Kültür Okumaları
Revnakoğlu’nun Kaleminden İki Şeyhülislâm:
Şeyhülislâm Ziyaeddin Efendi, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi ‣ 1490
A LTINCI GÜ ZER GÂH
Bu güzergâh, Edirnekapı’dan başlar, Kaleboyu Caddesi, Fevzi Paşa Caddesi, Prof. Dr. Naci Şensoy Caddesi, Melek Hoca Caddesi, Armutlu Caddesi, Eski Ali Paşa Caddesi, Keçeciler Caddesi, Akseki Caddesi ve Sofalı Çeşme Caddesi’ni içine alır. Bu caddelere bağlanan sokaklarla Karagümrük Mahallesi, Keçecipiri Mahallesi, Hırka-i şerîf Mahallesi güzergâhın üzerinde kısmen veya tamamen bulunur.
Güzergah üzerindeki mekanları, başlıkların altında verilen Mahalle, ada ve parsel bilgilerini Fatih Belediyesi coğrafi bilgi sistemleri web sayfasında ilgili bölüme girerek harita üzerindeki yerini tespit edebilirsiniz. https://gis.fatih.bel.tr/webgis/
II. Mahmut’un yeniçeriliği kaldırmasıyla kapı etrafında asırlarca nöbet tutmuş ye- niçerilerden kalma orta-bölük işaret ve resimleri ve birtakım ifadeler silinmeye çalışılmış, ancak birkaç tanesi okunabilecek surette günümüze ulaşabilmiştir. Çok dikkatli bakıldığında hâlâ yeniçeri ortalarına ait servi, balık gibi işaretler görülebil- mektedir. Bunlar arasında en fark edilebileni 11. bölüğe ait: “Gâziyânın menzili ya‘nî dergâh-ı âlî - Pîr-i erkân-ı tarîkat Hacı Bektaş Velî, 1211” yazısıdır.
Kapıya sur içi kısmından bakıldığında biri kapının sağ kemer duvarına, diğeri dışarıya çıkan kapının iç kemerine asılı iki granit gülle asılıydı. Eski fotoğrafta görülebilen ve diğer bazı sur kapılarında da bulunan bu toplar bugün artık mevcut değildir.
Edirnekapı’da asılı gülleler (geçen asrın başları)
Edirnekapı’nın iç surları hizasında, Kaleboyu Caddesi’nden Mihrimah Camii’ne giderken solda bulunan Göbek Dede’nin mezarı başındayız. (Karagümrük Mahallesi, 2491 ada, 9 parsel)
İstanbul yatırlarında dilekte usul, umumiyetle yatırdaki şahsa dair ananenin aktardıklarıyla şekillenir. Buradaki rivayetse Edhem Dede’nin sokaklarda göbek atarak dolaşan bir meczup olduğuydu. Buradan bahseden eski kaynaklar, diğer iki mezarın sahibini “Sakabaşı Abdurrahman Paşa” ve “Saka Baba” şeklinde tarif eder. Sulukule’nin esmerleri vaktiyle Edhem Dede’yi merkeze alarak burasına “Göbek Dede” adını vermişti. Geçen asrın ilk yarısında bir dişbudak ağacının gölgelediği bu mezarlar, “çingenelerin evliyası” mertebesine yük- selmiş yatırlardandı. Edhem Dede’nin mezarı başında asılı bir fener vardı, gün doğmadan gelinir, ruhuna üç ihlâs bir fâtiha okunur, sonra mezar taşının önünde üç kere göbek atılırdı.
Yeşil boyanın harf aralıklarını kapattığı bu taşlardan birinde okunabilen Kaygılı’ya göre “Şehîd olan Abdullah Paşa’nın rûhıyıçun…” yazısıydı. Etrafta “Edhem Dede” diye de maruf olanın başında “Edhem Dede, Edhem Dede, muradımı verirsen üç göbek atam dede….” veya “İbrahim Edhem Dede, gömleği keten dede, eğer muradım olursa, sana üç göbek atam dede” tekerlemesi ile yapılan adak bilhassa kadınlar arasında meşhurdu. Bu adak bir kapının duvar köşesine dönülerek üç göbek atmak suretiyle yerine getirilirdi. Bazen de tekerleme “Al sana bir göbek, ver bana bir bebek!” şeklindeydi.
Kocabaş, İstanbul Ansiklopedisi’ndeki notlarına ziyaretçinin çingene çocuklara sadaka dağıtıp türbenin bakımını üstlenen Sulukuleli yaşlı çingene karısına mum parası, gaz parası verdiğini ilâve eder. Muradı gerçekleşen kimse, yine Edhem Dede’yi ziyaret eder, kabrin önünde yine göbek atar. Şimdi bu âdet, Sulukule’nin dağıtılmasıyla ortadan kayboldu.
Revnakoğlu, Göbek Dede’ye dair Gölpınarlı’ya yazdığı bir mektubunda şunları söyler (90:169):
Üzerinde pek durulmaya değer biri değil ama İstanbul’un iç folkorunu ilgilen- dirmesi noktasından daha iyisini öğretmek için arz ediyorum: Fakirin hatırın- da kaldığına göre bu göbek atma nezriyle ziyaret edilmesi âdet olan devletli
Göbek Dede’nin mezarının bulunduğu kabul edilen hazire
Yukarıdaki bilgiye göre Göbek Dede’den farklı bir sima olan Edhem Dede’nin mezarı Mihrimah Sul- tan Camii avlusundaydı ve bu mezar artık mevcut değil. Sulukule’deki hazirede ise iki kitabe yer alır. İlkinde “Tamir olurken çıkan şehitler rûhuna fâtiha”, diğerinde “Merhûm ve magfûr Refî’î şehîd Abdurrahman rûhıyıçun fâtiha” yazar.
“Revnakoğlu Dosyalarında İstanbul’un Yatırları (Şeyh, baba, dede, gazi, âlim, devlet adamları)” başlıklı kültür okumalarında Edhem Dede şöyle yer almıştı (227:141):
Revnakoğlu’nun Edhem Dede notu
Edhem Dede (Edirnekapı Câmi’-i şerîfi avlu- sunda): Adak adanan bazı yatırlara hayattay- ken meşrepleri göz önüne getirilerek ruhlarının bundan hoşlanacakları inancı dolayısıyla buna
göre adak adamak âdeti vardır. Bu meyanda meselâ: “İbrahim Edhem Dede
- Gömleği keten dede - Eğer muradım olursa - Sana üç göbek atam dede” te- kerlemesi ile yapılan adak bilhassa kadınlar arasında pek meşhurdur. Bu adak bir kapının duvar köşesine dönülerek üç göbek atmak suretiyle de yerine getirilirdi.
Göbek Dede’nin mezarını geçtikten biraz sonra kale duvarlarına sırtını yaslamış Ahmed Galip Paşa Çeşmesi önündeyiz.
Revnakoğlu, notlarında (174:361) “Su- lukule Caddesi üzerinde halkın “Kale Çeşmesi” dediği Galip Paşa Çeşmesi 1306 aşr-i Muharreminde yaptırılmıştır” notunu düştüğü çeşmenin kitabesine yer verir. 10 Muharrem 1306 tarihi, 16 Eylül 1888’e tekabül eder (174:353,361):
Edirnekapı - Kaleboyu Cadde- si’nde tek lüleli büyükçe çeş- menin tâkında güzelce bir sü- lüsle “Mâ şâallâhu kâne - Ve mine’l-mâi küllü şey’in hayy
- Sâye-i Hazret-i Abdülme- cid Han-ı Sânî’de Su nâzırı el- Hâc Ahmed Galip Paşa’nın fukarâ-yı ahâlînin ihtiyacına mahsus olmak ve sakalara aslâ müsaade olunmamak üzere f î sebîlillâh inşa ve bin üç yüz altı senesi aşr-i Muharreminde [teyemmünen] suyu icra olu- nan hayratıdır.” (Tesbit tarihi Mayıs 1964)
Revnakoğlu notlarından
Ahmed Galip Paşa Çeşmesi kitabesi
Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Camii önündeyiz.
(Karagümrük Mahallesi, 2497 ada, 13 parsel)
Revnakoğlu notlarında bu caminin kısa tarihi şöyle yer alır (174:124,131):
Mihrimah Sultan Câmi‘-i şerîfi: H.960 (M.1552)de Mimar Sinan’a İstan- bul’un en yüksek mevkiindeki Aya Yorgi Kilisesi’nin bulunduğu yere yaptırıl- mıştır. Yaptıran, Sultan I. Süleyman’ın (Kanunî’nin) kızı ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın refikası Mihrimah Sultan’dır ki “hâdise-i mevt” terkibinin gösterdiği H.965’te göçmüştür, babasının yanında medfundur. “Edirnekapı Camii” dahi deriz. Bu sultanın Üsküdar iskele başında “İskele Camii” denilen pek güzel ve şirin bir câmi‘-i şerîfi daha vardır ki daha önce yani H.954 (M.1547)de yaptı- rılmıştır. Edirnekapı’daki câmi‘-i şerîfin vakfiye tarihi ise H.978 (M.1570) ol- duğuna göre vefatından sonra tanzim edilmiş olduğu görülmektedir.
Edirnekapı Câmi‘-i şerîfinin inşa tarzı bir dereceye kadar Eyüp’teki Zal Mah- mud Paşa Câmi‘-i şerîfine benzer, şu farkla ki orta kubbenin yanlarında üçer tane küçük kubbe daha vardır. Son cemaat yerindeki revak, sekiz mermer ve granit direkli sütuna dayanmış yedi kubbelidir. Bunun da minaresi kapısının sağ yanındadır.
Caminin iç avlusu Hicrî 12., Milâdî 18. asrın içinde yeniden yapılmıştı. 1310’daki büyük zelzelede pek çok zedelenmiş olan mabetlerimizden biridir. 1326 (1908)de tamir edilmiştir.
Cümle kapısının kanatları pek ince bir sanatla meydana getirilmiştir. Mihrap ve minberin yapılışı, renkleri ve etrafının kezâ renkli camları pek latiftir.
Kaleboyu Caddesi üzerindeki taş mektebin penceresi önünde Hilye sahibi Hakanî Mehmed Bey medfundur ki Güzelce Rüstem Paşa’nın kızının oğlu- dur. “İltifât-ı bekâ” H.1015 M.1606’da göçtü Hadîka sahibi, “seng-i mezârın- da hat yoktur” diyor.
Harimindeki Mihrimah Sultan Medresesi’nde meşhur şair Nev‘î merhum (Atâî’nin babası) H.991 - M.1583’te müderris tayin edilmişti
Muhtelif tarihlerde vefat edip Mihrimah Sultan Camii’nin arka avlusuna defnedilen 19 şehzadeye ait mezarlardan oluşan bir hazire vardır. Dört duvarla çevrili ve üstü çatılı bir yapı altındayken sonradan çatısı yıkılmış bu hazire geçen asrın ortalarında perişan vaziyetteydi. Revnakoğlu aşağıdaki fotoğraflarla hazireyi tesbit eder:
Mihrimah Sultan Camii’nde şehzadeler haziresi 1950’lerde (300:8)
Mihrimah Sultan Camii’nde şehzadeler haziresi 1955’te, kavuk, destar
ve şahideler yıkılmış hâldeydi (Resimde görülen şahıs, Revnakoğlu, 300:7)
Revnakoğlu bu fotoğrafın altına “Edirnekapı - Mihrimah Câmi‘-i şerîfi avlusunda, Şehzadeler türbesinde sağlam kalan tek lahit” notunu düşer. (300:9)
Revnakoğlu, Mihrimah Sultan Camii’ndeki şu bozuk vezinli levhayı da tesbit eder (174:130):
Tâ kıyâmet haşr olunca rahmetle yâd olasın ey Mihrimâh Taâlallâh kabûl edip ber-ney-âb olasın olasın ey Mihrimâh Pâyitaht içinde bir gonca gülsün ey Câmi‘-i Mihrimâh
Seyr edelim ziyâ vermiş âleme Câmi‘-i Sultân Mihrimâh, 1369.
Mektebin penceresi önünde, açıkta Hilye-i şerîf sahibi Hakanî’nin mezarı görülür. Hilye, Hz. Peygamberimizin şekline, şemailine dair Hz. Ali’den gelen rivayettir. Levhalara yazılıp evlerin yüksek yerlerine ve daha ziyade kıble cihetlerine asılan bu hilyeler “hilye-i şerîf” adını taşır ve hattat elinden çıkmaları göz zevkine de hitap ederdi. Umumiyetle Arapça olan bu hilye-i şerîfler yanında Türkçeye tercümesi olanlar da vardı. Evlerde bulunan hilye-i şerîfler daha çok matbuydu. İslâm edebiyatında bu tarzın ilk müellifi Hakanî Mehmed Bey oldu. 1598’de meydana getirilen bu eserin benzerleri yazılmışsa da Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gibi Hakanî’nin Hilye’si aşılamadı.
Hakanî’nin mezarı caminin Akdeniz kapısı sırasında, Kaleboyu Caddesi’nden Şah Sultan Mahallesi’ne giden cadde üzerinde kapıdan itibaren başlayan pencerelerin dördüncüsünün arkasındadır, yoldan görülür. Geçen asrın başlarında hazirede Ha- kanî’ye ait baş taşında cuma ve pazartesi geceleri yakılan bir kandil asılıydı. Muallim Naci 1888 Ağustosunda şöyle diyordu:
“Sokaktan geçilirken kabristanın dîvâr-ı câmi‘e karîb olan en bü- yük penceresinden içeri bakılsa müdevver, yeşile boyanmış bir taş görülür ki cephesinde şu kelimeler muharrerdir: “Hüve’l-Bâkî
- Hille Hâkânî hazretler rûhıyıçun el-fâtiha!” Anlaşılıyor ya, “Hil- ye-i Hâkânî hazretlerinin” denilmek istenmiş. Merhumun namını seng-i mezârına yazmak isteyen adamın bu namı “Hilye-i Hâkânî” olmak üzere tasavvur etmesi, sonra bunu da doğru yazamaması istigrâbdan ziyade teessüfe şayan olan hâllerdendir. Şüpheden varestedir ki bu yazı “Hazret-i Şeyh Attâr”ı, “Pend-i Attâr hazretleri” unvanıyla yâd edenlerden birinin eser-i hâmesidir.”
Hakanî’nin de mezarı bulunan bu ikinci hazire, Mihrimah Sultan Mektebi’nin arka kısmına düşer.
Mihrimah Sultan Camii’nin medrese avlusunda, medresenin batı kısmındaki odaları önünde 23 Ağustos 1830 (23 Safer 1246) tarihli Gülzar Baba’ya ait mezarla ilgili Revnakoğlu şu bilgileri verir (226:157):
Gülzar Baba (Edirnekapı Camii avlusunda): Câmi‘-i şerîfin
batı tarafındaki medrese odaları önünde çevirme içinde ve büyük bir ceviz ağacının altında açık merkad. Celî sülüslü, ustuvane şeklinde, mistarlı mer- mer taş: “Hüve’l-Bâkî - Eyyâm-ı kerâmet-irtisâm-ı cenâb-ı şehenşâhîde işbu câmi‘-i şerîfin bazı tamirine mübaşeret ve işbu mahal hafr olundukta bir ce- sed-i pâk alâmeti zuhura gelip ve o gece âlem-i menâmda eşhâs-ı mütead- dideye nehc-i vâhid üzere izhâr-ı kerâmetiyle görünen Gülzar Baba ruhuna el-fâtiha, 23 Safer 1246 yevm-i pençşenbe”
Sicil’de vefat tarihi on yıl eksik olarak 1236 gösterilmiştir. Tamir için kabri açıldığı zaman vücudu tam olarak çıktığı, hiçbir yerinin çürümediği söylenilir.
Mihrimah
Sultan Camii’nin medrese avlusunda Gülzar Baba’nın mezarı
Revnakoğlu 1955’te Hakanî’nin mezar taşı başında (300:11)
Hakanî’nin caminin doğu cephesinden görülen mezarı
Mihrimah Sultan’da Hafız Esad Gerede
3 Haziran 1958’de cenazesi Fatih Camii’nden kaldırılıp Gerede’de defnedilen Hafız Esad Gerede’nin biyografisi Revnakoğlu notlarında yer alır. Gerede’nin 23 Mart 1958’de Gece Postası’nda yayımlanan Şemsi Sılkım’a verdiği mülâkatta 1931’de okulu bitirdiği, çiftçilik devresinin kurak mevsimle son bulduğu, gittiği Kızılcahamam’da tuğla taşıdığı, 1932’de bir Macar’ın yanında marangozluk yaptığı, babasının köyüne dönmesini istemesiyle izini kaybettirmek için Menemen’e gittiği, orada hastalanıp parasız kaldığı, Menemen olayından sonra din adamlarına karşı uyanan tavır üzerine Aşçı Ali Ağa’nın yanında ölülerine dua okuyarak karın tokluğuna barındığı, bir fabrikada işe girdiği yer alır. Revnakoğlu görüşmesinde artık Hafız Esat Gerede’nin daha ziyade sesi, musiki mazisi öne çıkar (115:264-69):
Hafız Mehmed Esad Bey, 1333 (1917) senesi birinci teşrinin birinci günü Gerede’nin şark-ı cenûbîsinde ve Ankara şosesine çeyrek saat şimalindeki Ağızörengüney köyünde doğdu.
Oranın çok eski ailesine mensup bir kökten
gelen ve “Şişmanın oğlu” yahut “Şişman oğulları” neslinden çiftçi ve talebe-i ulûmdan Ali Rıza Efendi’nin ilk oğludur. İlk tahsili Kur’ân-ı kerîm taallümü ile başlamış, yedi yaşında hıfz-ı Kur’ân müyesser olmuştur ve ilk hatm-i şerîfi Gerede’nin tanınmış huffâz ve ta‘lîm-i Kur’ân hocalarından çiftçi ve köy imamı Mirza oğlu Abdurrahman Efendi’dendir. Hıfzının bir kısmını pederlerinden, az bir kısmını da yine oranın tanınmış sıbyan hocalarından İmrahor oğlu Hüseyin Efendi’den tamamladı. Bundan sonra resmî tahsil hayatı başlıyor:
İlk esaslı feyzi pederlerindendir. Bundan sonraki resmî tahsili kendi köyünden bir çeyrek saat batıdaki İnköy İlkokulu’na başlamış ve üç sene kadar devam etmiştir. Buradaki köy muallimi Kayyim oğlu Sadık Efendi’den de istifade görmüştür. Daha sonra köyüne dönerek beş sınıflı ilkokul derslerine hususî surette devam ile o mektebin muallimi bulunan Şehriman
oğlu Hafız Cemal Yücel’den de iki sene okuyup imtihan sonunda diploma aldı (1930)
Babasıyla beraber beş sene kadar çiftçilik ve nalbantlıkla meşgul olduktan sonra iki sene kadar Ankara’da marangozluk, İzmir’de de sekiz ay kadar yine aynı sanatla iştigal ettiği sıralarda orada İzmir’in müftü kâtibi ve eski İzmir Sultanisi ulûm-ı dîniyye muallimlerinden
Hafız Ali Rıza Efendi’den ilm-i ta‘lîme başladı ve o esnada İzmir’de Eşrefpaşa’daki neyzen ve udî Şeyh Cemal ve Şeyh Râkım Efendilerin musiki meşklerine de yine sekiz ay müddetle fasılasız olarak devam etmekte idi. Bilâhare Ankara’ya döndü. Ve ilk mukabelesini Ankara’daki Hacı Bayram Câmi‘-i şerîfinde okumaya başlamış olduğunu görüyoruz (1937). Aynı sene içinde imtihanla kazandığı Samanpazarı’ndaki Kurşunlu Câmi‘-i şerîfinin müezzinliğine de başlamış bulunmaktadır.
1939 sonlarında asker oldu. Terhisten sonra köyünde ziraat ve ticaretle uğraştıktan sonra 1945’te böbrek rahatsızlığını tedavi maksadıyla İstanbul’a geldi. Temas etmekte bulunduğu meslek muhitinin teşvik ve teklifi karşısında Vakıflar idaresindeki açılan müsabaka
1949 Şubatında Edirnekapı Mihrimah Sultan Câmi‘-i şerîfinin ikinci imamlığına asaleten gönderildi. Hâlen bu vazifeyi ifa etmektedir. 1951 Ağustos başından itibaren de başimam ve hatipliğine (Hatip Bedreddin Er’in Laleli’ye nakli münasebeti ile) geçti.
İlk musiki zevki: Daha köyde iken İstanbul’un tanınmış hafızlarından birkaçının plağa alınmış eserlerini tekrar tekrar dinlemek ve onları
etüt etmeye çalışmakla başladı… “Bilhassa üstat ve hafız Sadeddin Kaynak’ın o zamanlar köyde dinlediğim bir plağı, sûre-i Dehr beni fevkalâde bir surette cezp ve teshir ediyor, musikiye karşı olan çocukluğumdan beri içimde kaynayan aşkı ilerletmeye her vesilede saik ve amil oluyordu. Bu aşk ve alâka son şeklini bulduğu sıralarda ben artık İstanbul’a
gelmiş, plağından eserlerini dinlediğim büyük
çok ta‘lîm-i Kur’ân hususunda Nuruosmaniye Camii imamı Hüseyin Efendi ile merhum Necati Efendi’den de müstefit oldum.
Mevlid-i şerîfte rehber ve üstadım merhum Hafız Kemal olmuştur, şöyleki: 1937’de bir
Hafız Mehmet Esat Gerede 115:270)
kudret sahibi üstatlarla tanışarak bizzat istifadeye başlamış bulunuyordum. Üzerimde esas tesirleri görülen şahsiyetlerden biri de merhum Hafız Kemal olmuştur. Kendisine ne yazık ki bizzat yetişemediğim bu büyük sanat adamının hançere kudretini, her fırsatta çalarak dinlediğim plaklarını yakından tetkik ve taklide çalışmakla telâfi ediyordum.
Bu arada iki sene kadar da dinleyici sıfatıyla konservatuarın şark müziği kısmına devam ettim. Burada Eyyûbî Hoca Ali Rıza Bey başta olmak üzere Kemançeci Kemal Niyazi Bey, notist ve piyanist Şefik Beylerden de haylice faydalandım. Bununla da iktifa etmeyerek Saadeddin Kaynak’ın hususî meşklerine devam suretiyle musikideki malûmat ve mümaresemi artırdım; notayı öğrenmem de ondandır. Ayrıca
aralık İstanbul’a gelmiştim. Hafız Kemal, Hafız
Kudsi ve o zaman Edirnekapı’da imam bulunan Düzceli Çerkes Hafız Tahsin üçü birden Yeni Câmi‘-i şerîfinde mevlid-i şerîf okuyorlardı.
Hafız Kemal’in velâdet bahrini ilk defa burada dinlemiş ve üstadane kudretine bizzat
bağlanmış bulunuyordum. Bir defa da yani bir sene kadar sonra İstanbul’a ikinci gelişimde Laleli Câmi‘-i şerîfinde dinledim. Meğer bu onun son okuyuşu, benim de son dinleyişim olacakmış! Hatta o gün bana iltifat ederek bir hayli teşvîk-âmîz sözler söyledi. İstanbul’da kalarak istidadımı ilerletmek hususunda çalışmamı ihtar ve teklifte bulunmuştu, yine alâkası münasebeti ile o gün bana bir aşr-i şerîf okumamı istemişti. Furkan suresinden okuduğum bir parçayı dinledi ve takdiratta bulundu…”
Mihrimah Sultan Çeşmesi - Cağalazâde Çeşmesi
Mihrimah Sultan Hamamı’nın köşesinde Mihrimah Sultan Çeşmesi - Cağalazâde Çeşmesi yer alır.
Hamamın yanındaki bu çeşme Mihrimah Sultan’dan yadigârdır. Revnakoğlu notlarında burası kısa yer alır (174:123):
Mihrimah - Cağalazâde Çeşmesi (Belediye arşivinden)
Şehdî-i dil-teşne târîhin dedi itmâmının
“Mâ-i zemzemdir bu çeşmesâr-ı cân-fezâ” 1133.
Mihrimah Sultan Hamamı ve Cağalazâde Çeşmesi (Belediye arşivinden)
Ekmekçi Baba’nın Mezarı Ekmekçi Hacı Muhyiddin Camii
Edirnekapı Acıçeşme’de Mihrimah Sultan’ın altında
Fevzi Paşa Caddesi üzerinde Ekmekçi Baba’nın Mezarı ve kaybolmuş Ekmekçi Hacı Muhyiddin Camii önündeyiz. (Karagümrük Mahallesi, 2499 ada, 20 parsel)
Ekmekçi Baba’nın 1946’da mezar taşı toprağa gömülüyken (Encümen arşivinden)
Fatih Sultan Mehmet’in ekmekçibaşısı (reîsü’l-habbâzîn) Muhyiddin Efendi, Milâdî 1469’a karşılık gelen Hicrî 874’te öldüğünde defnedildiği yer daha önce burada yaptırdığı küçük ahşap caminin mihrabı önüydü. Şimdi Muhyiddin Efendi’nin ismini taşıyan ne cami, ne de bu caminin arkasında bir zamanlar Balat yangınına kadar bulunan Muhzır Yusuf Ağa Tekkesi ve Halvetiyye’den çarşamba günleri ayin yapılan Ali Efendi Tekkesi kaldı. 1729’da çıkan ve üç gün süren Balat yangınında yanan bu cami daha sonra basit bir tarzda yeniden yapılmış, ancak ikinci inşasından yarım asır geçince bu sefer de caminin önce çatısı çökmüş ve nihayet bina tamamen yıkılmıştı. Bir zaman boş kalan arsası sırasıyla otomobil tamirhanesi ve ardiye olarak kullanılmış, şimdiyse akaryakıt istasyonu olmuştur.
Ekmekçi Muhyiddin Efendi’nin buradaki camisi yıkıldıktan sonra açıkta kalan mezarı parmaklıkla çevrilerek bu son şeklini aldı. Geçen yüzyılın ortalarına kadar mezarın
baş ucunda camlı bir fener yakılıyor, parmaklığın önünde geceleri mumlar uyandırılıyordu; ziyaret sırasında kabre ekmek adandığı da oluyordu.
Bugün türbenin önünden geçen Fevzi Paşa Cad- desi’nin eskiden adı da Acıçeşme ya da Acımus- luk’tu. Bu üstü açık türbe de İstanbul ahalisinin büsbütün iyi niyetinin yol açtığı tahribattan nasibini aldı. Hazretin taşına kat kat sürülen yeşil boya, harflerin aralarını doldurmuş, mezar taşının alt kısmı betonla toprağa gömülmüş, en lüzumlu tarafları görünmez olmuştu. Revnakoğlu, kazma kürekle Muhyiddin Efendi’nin mezar taşını bu vaziyetten kurtararak ortaya çıkarmış, ancak şahidenin toprakta kalan tarafının zaman içinde eridiğini de görmüştü.
Şekli ve usulü kendine mahsus bir tuhaf nesih kırmasını andıran sülüsle yazılmış mezar kita- besinde: “el-Bâkî, Ebü’l-feth Sultân Mehemmed Han Gâzî hazretlerinin reîsü’l-habbâzîni merhûm
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1992’de aldığı kararla anıt eser olarak tescillenen bu mezar yakın zamanlarda elden geçirilerek bugünkü hâlini aldı. Artık türbe ziyaretten mahrum, akaryakıt istasyonunun telâşı arasında kişiliksiz bir mezara dönmüş bulunuyor:
Yukarıda kısmen özetlediğimiz Muhyiddin Efendi’nin cami ve türbesi etrafındaki rivayetleri toplayan Revnakoğlu, bir rivayete göre Buhurîzâde Mustafa Itrî’nin bu camide imamlık ve mektebinde hocalık yaptığını kaydeder. Sözün tamamını Rev- nakoğlu’na bırakıyorum (310:9-20,35-37):
Ekmekçi Baba (Ekmekçibaşı Hacı Mehmed Muhyiddin Efendi), İsa Efendi adında bir zatın oğludur. Edirnekapı’da, Acıçeşme’de, yakın zamana kadar kendi namıyla büyük ve eski bir mahallesi mevcut bulunan “Hacı Muhyiddin Efendi” yahut “Mehmed Çelebi”, Hadîka’nın söylediğine ve taşında okundu- ğuna göre Fatih Sultan Mehmed’in ekmekçibaşısıdır. “Reîsü’l-habbâzîn” un- vanını haiz bulunması, onun ekmekçiler başı ve reisi olduğunu da bildiriyor. Yaptırdığı küçük ahşap câmi‘-i şerîfin inşa tarihi olan 874 Hicret yılında gö- çerek mihrabın önüne gömülmüştür.
Bugün hâlâ ziyaret edilmekte olan küçük toprak türbesi, Edirnekapı içinde, eski tak- simlere göre yine kendi adıyla söylenilen Hacı Muhyiddin Mahallesi’nde, Acıçeş- me yahut Acımusluk Caddesi üzerindedir. Son teşkilâttan sonra buraları “Hatice Sul- tan Mahallesi” adını almış, türbenin bu- lunduğu tramvay caddesine de “Fevzipaşa Caddesi” denilmiştir.
Kanunî’nin kızı Mihrimah Sultan’ın İs- tanbul’un en yüksek bir yerinde Koca Si- nan’a yaptırdığı meşhur ve pek kıymettar câmi‘-i şerîfiyle beraber meydana getiri- len aynı cadde üzerindeki Çifte Hamam’ın (Hamam hâlâ Şevki Erkan adında bir kim- senin 338 numaralı pamuk ve yün tara- ma evidir) alt yanında bundan 30 yıl ön- ceye kadar bir kısım harabesi görülen Hacı Muhyiddin Câmi‘-i şerîfi de H.1142
Ekmekçi Baba (Encümen arşivinden)
Ekmekçi Baba’nın türbesi, 1946’da önünden tramvay yolu geçerken (Encümen arşivinden)
(M.1729) senesi Muharreminde Balat’tan çıkan ve üç gün üç gece sürerek Marmara kıyılarına kadar uzanan büyük Balat yangınında tamamıyla yanmış, bilâhare yapıldıysa da basit bir şekilde olduğundan yarım yüz yıldan biraz sonra çatısı çökmüş ve nihayet yıkılmıştır. O zamandan beri boş bulunan ar- sasını şimdi bir otomobil tamirhanesi ile büyük bir ardiyenin işgal etmekte olduğunu görüyoruz.
Kısa bir müddet Nakşibendiyye usulü icra edildiğinden “Acıçeşme Tekkesi” veya “Zaviyesi” denilen, mahalle çocukları için arkasındaki geniş sofada bir de sıbyan mektebi ayrılmış olan bu câmi‘-i şerîfin hizmetinde kıymetli ve maruf şahsiyetler vazife almışlardır. Bir rivayete göre 19. asrın en büyük mu- siki adamı, meşhur Buhurîzâde Mustafa Itrî’nin (ö. H.1124) burada imamlığı ve mektep hocalığı vardır. Hatta bayram tekbirleriyle cuma salâlarını, mu- kaddes emanetlerin ziyaretleri sırasında okunulan salât-ı ümmiyye bestesini, kezâ camilerde müezzinlik usulünün muayyen şekilde tertiplenmesi, tesbih duası, orta amini, mevlid-i şerîfin bahirleriyle teravih namazında her dört rekatta bir makam değiştirmek usulü, çocuklara kolayca Kur’ân-ı kerîm öğ- retmek için konulan ve bugüne kadar hâlen tatbik edilmekte olan didaktik melodiler gibi esaslı metotlar Itrî’nin buradaki imameti sırasında lüzum gö- rülerek yapılmıştır.
Câmi‘-i şerîfin son imamı ve mektebinin hocası merhum Hacı Mehmed Efendi de burada uzun yıllar vazife gördükten sonra şimdiki Acıçeşme Tram- vay durağının bulunduğu yerdeki fevkanî Hatice Sultan Mektebi’ne geçerek
her iki yerde bir hayli talebenin feyizlenmesi- ne sebep olmuştur. Edirnekapı ve civar halkı bu mübarek insanı daima saygı ile anar. Tak- ribî olarak Balkan harbi sıralarında irtihal etmiştir.
Oğlu Safvet Bey de şair imiş. “İmam Safvet” denilen bu değerli halk şairi, elinde sazı ile şiir söyler, semaî, destan, koşma, yıldız, mani, di- van okur; güzel sesiyle, nükteleriyle bulundu- ğu meclislere revnak verirmiş. Daima bekle- nen ve pek sevilen bir genç olduğundan semaî kahvelerinde kendisini zurna ve çifte nara ile karşıladıklarını, herkesten saygı ve sempati gördüğünü hâlâ dinliyoruz.
Hadîka’da Hacı Muhyiddin Câmi‘-i şerîfi için bulabildiğimiz malûmat şundan ibaret: “Bani- si Fatih Sultan Mehmed’in ekmekçibaşıdıdır. Kabri mihrap önündedir, mahallesi vardır.”
Aynı sözleri tekrar eden Sicill-i Osmânî’de “Nevbahar Mescidi dahi onun- dur” denilmekte… Bu câmi‘-i şerîf, Haseki civarında, eski “Avrat Pazarı” deni- len yerde, bugün hâlâ mevcut bulunan Nevbahar Mahallesi’ndeydi, Önceden mescit olarak yaptırılmış, sonra harap olmuş. Kanunî’nin zevcesi olan Haseki Hurrem Sultan H.946’da Aksaray’dan Silivrikapı’ya giden cadde üzerindeki kendi camiini yaptırırken artakalan malzeme ile burasını da tamir ettirmiş- tir. Nevbahar adında güzel ve sevgili bir cariyesinin ricası üzerine yaptırmış olduğundan câmi‘-i şerîf onun ismiyle şöhret almış ve 1158 Hicret yılında Halep valisi iken vefat eden Sultan Mahmud’un vezirlerinden Şehlâ Ahmed Paşa da bu mescide minber koyup vazife tayin eylemiştir. Fakat Hadîka’nın bu maddeyi yazarken “Bânî-i evvel Muhyiddin Efendi dahi onda medfundur” demesi bir zühulün neticesi olabilir. Son Cibali yangınında yanıncaya kadar mahalle camii olarak kullanılan bu eski meşhur mabedin yeri, şimdi Taşka- sap’ta, “Millet Caddesi” adını alan Tramvay Caddesi üzerinde, Haseki İma- reti’ne çıkan Sami Paşa Sokağı’nın sağında ve köşe başındaydı. Küçük arsası- nın yanında bugün 207-1 ve 207-5 numaralı marangoz ile bir bakkal dükkânı görünüyor.
Edirnekapı’daki Hacı Muhyiddin Câmi‘-i şerîfi yıkıldıktan sonra Ekmekçi Ba- ba’nın mihrap önüne rastlayan türbesi açıkta kaldığından üzeri sonradan ka- patıldı. Şimdiki Fevzi Paşa Caddesi’ne gelen ön tarafta yeşil, tahta parmaklık içine alınıp ziyaret penceresi hâline getirilmiş olduğundan baş ucundaki bü- yük camlı fenerde ve bu parmaklığın önünde gece sıra ile mumlar uyandırıl- maktadır. (Ecdadımız ve eski zarif insanlar “mumu yakmak” yerine “uyandır- mak”; “kapıyı kapamak” yerine “kapıyı çevirmek” yahut “sırlamak” tabirlerini kullanırlardı ki güzel ve ârifânedir.) Ziyaret esnasında somun veya ekmek adandığı da olur.
Yerden biraz yüksekte olan mezarının etrafını düzenlemek, içinin temizliği- ni muhafaza etmek gayesiyle içerisini tuğla ile çeviren bazı hayır sahipleri yine “hasenât işliyorum” sanarak üst üste sürdükleri boyalarla harflerin ara- sını doldurmuşlar ve görünmez hâle getirmişlerdir. Aşağı kısmını da harçla, sıva ile toprağa gömerek asıl tarihini gösteren en lüzumlu yerini küçük beton kuşakla örtmüş ve körletmiş olduklarından bu hayır eserini (!) istemeyerek yıkmak zorunda kaldım. Hemen her seferinde olduğu gibi yine kazma kü- reğe sarılıp bir hayli ter döktükten sonra dünya yüzüne çıkardığımız bu baş şahidesinin toprakta çoğu erimiş, ufalanmış yüzünü görmek ancak mümkün olabildi.
Şekil ve üslûbu kendine mahsus diyeceğimiz bir acayip nesih kırmasını an- dıran tuhaf bir sülüs ile yazılmış kitabe burada da yine manasız bir tarzda tertiplenmiş: “el-Bâkî- Ebü’l-Feth Sultân Mehmed Han gazi hazretlerinin reî- sü’l-habbâzîni merhûm ve magfûr el-Hâc Muhyiddin Efendi’nin rûhıyıçun el-fâtiha, 876.”
Revnakoğlu’nun İstanbul’u anlattığı radyo konuşması metinlerinden
Evvelce câmi‘-i şerîfin duvarında bulunan fırın kapağı şeklinde bir başka mermere aynı çeşit yazı ile kazdırılmış beyaz, yaldızlı diğer bir kitabeyi de şimdi türbenin sağ yukarısında buluyoruz: “Ebü’l-Feth Sultân Mehmed Han Gazi tâbe serâhu hazretlerinin ekmekçibaşılarından merhûm ve magfûrun leh el-Hâc Muhyiddin Efendi hazretlerinin kabri şerîfleridir.”
Revnakoğlu, Tarih Dünyası’nda (31 Aralık 1950) burası hakkında (162:536) bilgi vermişti. Yaptığı bir radyo konuşmasında Ekmekçi Baba ve etrafını şöyle özetliyordu (106:106):
İstanbul’da bir başka Ekmekçibaşı Mescidi de Tophane’dedir, yine Revnakoğlu’ndan aktarıyorum:
Ekmekçibaşı Mescidi, Tophâne-i âmire’de Kâdirîhane karşısındaki sokağın içindedir, Ekmekçibaşı Mahallesi’nin camiidir; minberi yoktur. Camii yap- tıran Ekmekçibaşı Ali Ağa’dır, halk Süleyman Ağa bilir. Mihrabın önündeki küçük hazirede yatmakta ise de yazılı taşı yoktur, etrafı tuğla ile çevrilmiş- tir, sokağa penceresi vardır. Cami biraz yüksekte olduğundan basamakla ve merdivenle çıkılır. Tahta minaresi, camiin kadro harici bırakılmasından bir müddet sonra bakımsızlık yüzünden yıkılmıştır. Bugün 50 numaralı ikamet- gâh hâlinde olduğundan içinde camiin eski müezzini merhum Mevlüd Çetin Efendi’nin kızları oturmaktadır, fakat haraplıktan çökmek üzeredir. Câmi‘-i şerîfin eşyası Tomtom Camii’ne, o da yıkıldıktan sonra her iki camiin eşyası yine o civardaki Bostaniçi Camii’ne verilmiştir.
Beyazıt Bey Mekteb-i İbtidâîsi - Acıçeşme Karakolu
Ekmekçi Baba’yı geçince yol üzerinde yine sağda Beyazıt Bey Mekteb-i İbtidâîsi - Acıçeşme Karakolu vardı.
Beyazıt Bey Mektebi daha sonra karakol oldu (174:424):
Beyazıt Mekteb-i İbtidâîsi: Hâlen Acıçeşme Karakolu’nun bulunduğu binadır. Sarmaşık şeyhi Hafız Ahmed Sıdkı Efendi, onun oğlu ve câ-nişîni Edirneka- pı - Mihrimah imam ve hatibi Şeyh Hafız İbrahim Hakkı (Güner) merhumlar burada yarım asırdan fazla hocalık etmişler, sayısız talebe yetiştirmişlerdir, ruhları şâd olsun.
Edirnekapı Acıçeşme’de Mihrimah Sultan’dan Ekmekçi Baba mezarını geçtikten sonra sağa dönen Hatice Sultan Sokağı’nın Fevzi Paşa Caddesi’ne bakan ön tarafında bir zamanlar Hatice Sultan Camii, Acıçeşme ve Atiye Sultan Çeşmesi vardı. Şimdi bu yapıların üzerinden Fevzi Paşa Caddesi geçmektedir.
Acıçeşme Karakolu (Yıldız arşivinden)
Hatice Sultan Camii, şimdiki Acıçeşme tramvay durak yerindeydi. Fevkanîy- di, merdivenle çıkılırdı; üstünde mahalle mektebi vardı. Hacı Muhyiddin Ca- mii imamı Hacı Mehmed Efendi buranın hocasıydı, “Yeşil Sarıklı Hoca” der- lerdi. Bu Hacı Mehmed Efendi’nin oğlu Hacı Hafız Safvet, semai söylemekle maruftu; sarıkla gezerdi. Sonradan Küçükmustafapaşa’da eczahane açmıştı.
Camiin Çukurbostan tarafına bakan yüzünün altı kârgir, üstü ahşaptı. Altta bakkal, eczahane, kahvehaneden ibaret üç dükkân vardı. Kahve, camiin ima- mı Boşnak İmam denilen Salih Efendi’nindir. Acıçeşmeler, Edirnekapı tara- fına bakan yüzündeydi, daima akardı, suları gür, pek boldu; iki büyük tunç lüleden akardı.
Taşçı Tekkesi’nin karşısındaki pazar tahtalarının bulunduğu [yer] bu camiye karşılık belediye tarafından verilen arsadır.
Hatice Sultan Camii, Edirnekapı tramvayı açılırken belediye tarafından is- timlâk edilerek yıkılmıştır. Belediye burasını Evkaf’tan dört bin liraya satın aldı.
Diğer bir notta Revnakoğlu yukarıdaki ifadelerini tamamlar (174:396):
Edirnekapı - Acı Musluk Mahallesi’ndeydi. Cami, çeşme, sıbyan mektebi külliyesinden ibaretti. Edirnekapı tramvayının işlediği tarihte istimlâke tabi kılınmış ve yıktırılarak hâlen Acıçeşme durağının bulunduğu mahalle rast gelmiştir. Altında mütemadiyen akan acı musluklar, Yenikapı Mevlevîhane- si banisi yeniçeri efendilerinden Mehmed Efendi’nindir. Bu Mevlevîhanenin vakfiyesindeki mütevellisi defteri tapuya devrettiği zamanda nihayetine kay- deylemiştir. Yanındaki tatlı akan diğer çeşme Hatice Sultan’a aitti. Onun ya- nında câmi‘-i şerîfin medhal kapısı ve kapının üst tarafı da duvarlar içerisine alınmış umumî helâlar vardı. Ve bu câmi‘-i şerîfin altı başında bakkal dükkâ- nı, onun yanında kahve değirmeni imal eden dükkân vardı, sonra Acıçeşme Eczahanesi… Bu dükkânların hizasında fakat kıble cephesinden biraz ötede “Kör İmam” denilen İmam Refik Efendi’nin kendi mülkü kahvesi ve mahal- le imamına mahsus “ihtiyar heyeti odası” tabir edilen bir hususî yer, onun da üstünde güzel havuzlu, yüksekte kahvenin bahçesi ve ondan sonra imam efendinin yağlı boyalı ahşap kendi evi vardı.
Diğer bir Hatice Sultan Camii, Yavedut Mahallesi’nde mülhak vakıflardandır. H.1123’te yaptırılmıştır. Abdülvedut Caddesi üzerindedir, hâlen duruyor; al- tında tabutluk vardır.
Revnakoğlu’nun Hatice Sultan Camii notları (174:396)
Acıçeşmeler
Semtin bu bölgesine adını veren ve halk arasında “Acıçeşmeler” de denilen çeşmeleri Revnakoğlu şöyle anlatır (174:70):
Acı Çeşmeler: “Acımusluk” da denirdi. Şimdiki Acıçeşme tramvay durağının bulunduğu yerdeydi. Fevkanî olarak yaptırılmış Hatice Sultan Câmi‘-i şerî- finin ve onun yanındaki mahalle mektebinin altında, yine Hatice Sultan’ın eser-i hayrı olan büyükçe bir tatlı su çeşmesi (Âsâr-ı Ziver Paşa, s.131) ve onun bitişiğinde yeşil mermerden ve tunç lüleden bol bol dökülen Acısu Çeş- mesi durmadan akmaktaydı. Bunların önünde sırayla birbirinden ufak, biri gayet cesîm kırmızı köfeki taşından bir yalak, onun yanında beyaz mermer- den oyulmuş diğer bir yalak, yanında yine mermer taşından yaptırılmış diğer bir yalak bu çeşmeleri çok güzel tarzda dekorlandırıyordu. Bunun altında to- parlak sütun şeklinde hamallar için bir de mola taşı kondurulmuştu.
Salmatomruk Yokuşu’na inerken soldaki evlerden birkaçı bu hayratın vakıf- larındandı. Yenikapı Mevlevîhanesi’ni yaptıran yeniçeri efendilerinden Kâtip Mehmed Efendi’nin hayrı olan bu güzel su teşkilâtı cadde açılırken yola gitti.
II. Beyazıt’ın diğer bir kızı Neslişah Sultan’ın yaptırdığı bir cami de bu civardadır, ondan da ileride bahsedilecek.
1929’da Acıçeşme taraflarında tramvay yolu açılırken
Atiye Sultan Çeşmesi (Sultanzâde Çeşmesi)
Yine bu alanda Atiye Sultan Çeşmesi (Sultanzâde Çeşmesi) bulunuyordu. (Karagümrük Mahallesi, 2507 ada, 11 parsel)
Çeşme yukarıdaki parselin önündeydi, o da Fevzipaşa Caddesi’ne karıştı (174:118-19):
Atiye Sultan yahut Sultanzâde Çeşmesi: Evvelce stadın karşısında bulunan bu güzel yapılı ve gösterişli çeşmeye sonradan verilen isimle “Deli Yaverin Çeş- mesi” de derler. Sultanzâde Ali Rifat Bey’in namına validesi tarafından yaptı- rılmıştı; üstündeki evde Sultan Hamîd’in yaverlerinden “Deli Latîf” namıyla da maruf Arnavut Abdüllatif Efendi’nin oturmasından bu isimle de söylenir olmuştu.
Baştan aşağı kesme mermerle süslenmişti. Ortasında tunç lülesi; sağında, so- lunda mermer sütunlar arasında kuş yalağı şeklinde gayet zarif yapılmış ayrı- ca iki küçük çeşmeciği daha vardı ki buradan bakır, pirinç taslarla su içilirdi. Gayet sanatkârane işlenmiş iki metreye yakın boyda nefis talik yazılı kitabesi yazıktır ki 1929’da Edirnekapı Caddesi açılırken yerinden sökülerek Sekban- başı Kara Ali Bey Çeşmesi’nin arkasındaki viraneye taş ve moloz yığını altı- na bırakılmış, yoldan çıkan kamyon dolusu topraklar da buraya dökülünce tamamıyla yerin altına girmiştir. Aynasındaki “maşallâh” taşı Eskici Hasan Ağa’nın kulübesinin damında duruyor.
Not: Neslişah Câmi‘-i şerîfi civarındaki Sultan Çeşmesi başkadır. (Hadîka, I, 214)
1951’de toprakları kazdırarak altından güçlükle çıkarttığım kitabenin metni (Sözü ve yazı pek güzel olduğu hâlde ne yazık ki birkaç yerde imlâsı bozuk- tur) şudur:
Habbezâ Sultânzâde Mîr Alî Rifat kim Gülşen-i ömrin hazân ettikte ol nahl-i vefâ
Fî sebîlillâh şimdi mâder-i pâkîzesi Oldu tahsîl-i rızâ-yı Hak’ta elhak bî-riyâ
Yaptı ervâh-ı şehîd-i Kerbelâ’yı şâd için Böyle bir nev menba‘-ı dil-cûyu ol kân-ı sehâ
Teşnegânın âb-ı rûyu olduğıçun bu eser Çeşme-i hurşîde taklîd çarha mâh ola sezâ
Mısra‘-ı târîhi hâtif eyle de bir bir hisâb Kevser-i ayn-ı Alî’den mâ gel iç âb-ı atâ (1210)
Atiye Sultan Çeşmesi (Sultanzâde Çeşmesi, Deli Yaverin Çeşmesi) Yıkılmadan Önce (Encümen Arşivi)
Çeşme yıkıldıktan sonra yerinde Doktor Edhem Necdet’in muayenehanesinin bu- lunduğu 241 (şimdi 313) numaralı apartman yükseldi. Askerî Tıbbiye menşeli Edhem Necdet, 1913’te yayımlanan Tekâmül ve Kanunları adlı eserin sahibidir.
Ali Efendi Tekkesi ve Muhzır Yusuf Ağa Tekkeleri
Bu civarda Ali Efendi Tekkesi ve Muhzır Yusuf Ağa Tekkeleri vardı.
Sade Revnakoğlu notlarında bu iki tekke için yalnız şu iki bilgiye rastlanır (13:110,168):
Ali Efendi Tekkesi, Edirnekapı’da Acıçeşme taraflarındaydı; Halvetiyye’den olup çarşamba günleri zikir edilirdi.
Muhzır Yusuf Ağa Tekkesi, Edirnekapı civarında Acıçeşme yakınında Ser-habbâzân yahut Ekmekçibaşı Hacı Muhyiddin Mescidi arkasındaydı. H.1262’de Balat’tan Kocamustafapaşa’ya kadar uzanan ve üç gün üç gece de- vam eden büyük Balat yangınında yandı.
Taşçı Tekkesi - Halil Nizamî Tekkesi
Arkamızı Edirnekapı’ya verdiğimizde Hatice Sultan Sokağı’na girildiğinde sağ tarafta 16 numarada yer alan ve kapısı önünde Kavas Baba’nın mezarı bulunan arsa Cerrâhiyye’den Taşçı Tekkesi, diğer adıyla Halil Nizamî Tekkesi’ydi, (Karagümrük Mahallesi, 2507 ada, 4 parsel)
Asitanesi Karagümrük’te bulunan Cerrâhîlik’in bu merkeze yakın muhitte teşkilât- landırdığı şubelerinden birisi de arka tarafı Hatice Sultan Sokağı’na, ön tarafı Sofalı Çeşme Sokağı’na bakan Taşçı Tekkesi’ydi. Burada mezarı bulunan Fatih devri ricalin- den ve Melâmîlerden Kavas Baba’dan, bu Cerrâhî tekkesinin kurucu şahsiyeti Halil Nizamî’den ve tekkenin ikinci banisi Taşçı Şeyh Seyyid İsmail Aşkî Efendi’den dolayı bu tekkenin “Taşçılar Tekkesi”, “Halil Nizamî Hankahı” “Sertarîkzâde Halifesi Nizamî Tekkesi”, “Kavas Baba Tekkesi”, “İsmail Efendi Tekkesi” ve “Taşçı Tekkesi” isimleri vardı.
Tekkenin Balkan harbinde yıkılmadan önceki şekline ait son vaziyeti ile Kavas Baba’nın mezarının 1950’deki hâli Revnakoğlu’nun Tarih Dünyası’nda (II, Sayı: 20, 1 Şubat 1951,
s. 857-858) yayımladığı notlarına şöyle yansımıştı (162:577):
Kavas Baba hazretleri: Halk arasında mazinne-i kirâmdan yani hüsn-i zannın yeri olan mübarek insanlardan sayıldığı için daima bu şekilde anılır. Fatih’in kavasbaşısı olan, fakat ismi dahi bilinmeyen bu zat hakkında menbalarda hiç- bir malûmat yoktur.
Taşçı Tekkesi şeyhi İsmail Aşkî’nin tekke önündeki mezarı (162:578)
Benim İstanbul tekkeleri tarihi münasebetiyle yıllar- dır yaptığım araştırmalar neticesinde kendisinin Bay- ramiyye’den olduğu anlaşıl- mıştır. Türbesi yine Edirne- kapı’da Acıçeşme civarında bundan önce okuduğunuz Ekmekçi Baba’nın yanından sapan Sofalı Çeşme Soka- ğı’nın içindedir ki burasının eski adı Helvacı Sokağı’y- dı. H.1189’da vefat eden Sertarîkzâde halifelerin- den Şeyh Halil Nizamüd- din Efendi’nin, türbesinin
yanında uyandırdığı tekkeye Cerrâhiyye’den meşihat koyması üzerine Kavas Baba’nın adı ve Bayramîlik’i günden güne unutulmuş, dergâh bundan sonra “Halil Nizam”, “Halil Nizamüddin Tekkesi” isimleriyle meşhur olmuştur.
Tekkenin bu tarihten sonra sekizinci şeyhi bulunan İsmail Aşkî Efendi’nin şeyhliği zamanında ise bu “Halil Nizam” adı da az söylenir olduğundan daha ziyade “Taşçı Tekkesi” ismiyle bilinir olmuş.
Etyemez’de Hasan Halife’nin yaptırdığı diğer bir Taşçı Tekkesi daha vardır ki Kâdiriyye’nin Eşrefiyye kolundan olup bir meşhur adı da Gümüş Baba Tekke- si’dir, bugüne kadar da bu suretle anılagelmiştir. Tekkeye kendi adıyla üçüncü defa ve son olarak isim bırakmış olduğunu gördüğümüz bu zat, Karagüm- rük’te Hazret-i Nureddin Asitanesi’nin yani pîr evinin şeyhi Galip Efendi’nin halifelerindendir. H.1310’da ölmüş, tekkesine gömülmüştür.
Resminde hayretle gördüğünüz gibi ne şaşılacak, ne tuhaf şeydir ki Türk ve İslâm stilinde bugüne kadar görülmemiş şekilde, bahusus bir tekke şeyhine yakışmayacak surette maşatlık kârı bir tarzda üstü kapaklı, kakmalı, yüksekçe mermer bir lahidin içinde yatmaktadır. Hayatında yaptırdığı bu lahdin ayna- sına yapıştırılmış talik yazılı yuvarlak kitabenin sonunda ise “Kıtmîr-i bâb-ı evliyâ Şeyh İsmail…” yani “Veliler kapısının bekçi köpeği” sözünün kazılmış olduğu yine hayretle görülür. Bir köpeğin ölüsü, zamanında hangi kapıya bağlı olursa olsun dünya kurulduğundan bugüne kadar böyle bir sandûka-i saltanat içinde saklanmış değildir.
Mahviyet ve tevazu gibi ahlâk ve insanlık faziletlerinin en büyüğüne, en yük- seğine bile çekinmeden riya ve samimiyetsizlik karıştırılmış olması gerçekten çok hayret vericidir. Bahusus bu uydurma iftikar, maksat ve gayesi istihkâr-ı
Kavas Baba’nın tekke ve türbesi şimdiki Hatice Sultan Sokağı’nda 25 ve 35 numaralı evlerin arasında kalan bugünkü büyükçe bir arsanın bulunduğu yerdeydi. 1287’de esaslı bir tamir görmüşse de Balkan harbi içinde harap olup yıkılmıştır. Tekke oldukça büyüktü ve iki kapılıydı. O zamanki teşkilta göre girip çıkılan büyük cümle kapısı Helvacı Sokağı’na açılıyordu.
1941 Haziranında Kavas Baba’nın kitabesini tesbit ederken kabrinin etrafı- nı tuğla ve taşlarla çevrili bulmuştum. Üzerinde tahtadan harap bir sanduka, baş ucunda gül ağacı ve mum feneri, başında yeşil tülbent sarılı “dal sikke” tabir olunan kısa Mevlevî sikkesi vardı. Şimdi daha makbule geçer bir iş ya- pılmış (!), 18 santim kalınlığında beyaz mermere yazılı kitabeyi ortadan ikiye bölmüşler, yazısını da mum islerinden okunmaz hâle getirmişler.
Bu defa fotoğrafa almak için yeniden temizleyip tepeşirleyip ortaya çıkar- dığımız kitabeyi bir de sizinle okuyalım: “Lâ ilâhe illallâhu’l-Melikü’l-Hak- ku’l-Mübîn, Muhammedün resûlullâh sâdıku’l-va‘dü’l-emîn. Cennet-mekân Ebü’l-Feth Sultân Mehemmed Han Gâzî Hazretlerinin kavasbaşısının kabr-i şerîfidir, Sene 854. Bina sene 1287 tarih.” 40 x150 - 134x145 ebadında uzun bir müstatil şeklinde olup talik ile yazılmıştır.
Tekkenin Sofalı Çeşme Sokağı’na bakan tarafında ve sağ cihetinde Cilvenaz Kalfa’nın yaptırdığı küçük bir çeşme ve arkasında bir de su haznesi mevcuttur ki hâlen akmakta ve mahalle halkının ihtiyacını görmektedir. Talik yazılı kita- besini bugüne kadar bir yerde çıkmamış olduğu için aynen alıyorum:
“Devr-i Hân Abdülazîz’de ki odur zıll-ı Hudâ - Cilvenâz Kalfa bu aynı yaptı Hak kıldı atâ - Bende Şâkir âcizâne söyledim târîh-i tâm - Mâşaallâh çeşme-i âb-ı hayât oldu binâ. Rebiülahir f î H.Sene 1281”
Bugün yeri garaj olan tekke kapısı önündeki İstanbul’un fethi yıllarına ait bir hatıra olan Kavas Baba’nın mezarı muhafaza edildi. Revnakoğlu’nun tasvir ettiği Kavas Baba’nın mezarından geriye ne ahşap sanduka ne de baş ucundaki büyük gül ağacı kaldı, kitabesi dışında hepsi kayboldu. Mezar şimdi tekkenin Hatice Sultan Soka- ğı’ndan giriş kapısının soluna yerleştirilmiş, belediyece düzenlenmiş ve mezarın kitabesi günümüze gelebilmiştir.
Şimdi bu boş arsanın üzerinde bir zamanlar var olan tekkeye dair müstakil bir bahis açan Revnakoğlu, yukarıdaki bilgilerin bir kısmının tekrarı da olan şu girişi yapar (232:19-22):
“Sertarîkzâde halifesi Nizâmî Tekkesi” de derler; eski bir adı da “Kavas Baba Tekkesi”dir, sonradan “İsmail Efendi” yahut “Taşçı Tekkesi” denilmiştir. Edir-
Dergâh-ı şerîfin iki kapısı vardı. Cümle kapısı eski Helvacı, şimdiki Sofalı Çeşme sokağındaydı; alt ucu bugünkü teşkilâta göre Hatice Sultan Sokağı’na inmektedir. Yeri 25 ve 33 numaralı evlerin arasındaki arsadır. Cümle kapısı gayet ziynetli olup önünde mermer sütunlar ve demir parmaklık vardı; tevhî- dhânesi gayet büyüktü. Kapıdan içeri girince sağı tevhîdhâne, sol tarafı kahve ocağı ve odalar, içerisinde hazneli bir çeşme, köşede makam postu, önünde tahta parmaklık olup tekkenin ön kısmı da türbeydi. Balkan harbi sıralarında yıkıldı ve enkazı satıldı; harem kısmı halen duruyor.
Taşçı Tekkesi’nin cümle kapısı Helvacı Sokağı’nda, harem kapısı da Hati- ce Sultan Câmi‘-i şerîfinin helâlarının yanına çıkan sokaktaydı. Kavas Ba- ba’nın mezarı tekkenin kahve ocağının önüne rastlıyordu. Kavas Baba Bayramiyye’dendir.
Etyemez’de Hasan Halîfe’nin yaptırdığı Kâdiriyye’nin Eşrefiyye kolundan di- ğer bir Taşçı Tekkesi daha vardır ki Gümüş Baba Dergâhı da denilmekle ma- ruftur. Yine Kâdiriyye’den bir Taşçı Tekkesi, Kasımpaşa’da Selkapısı’nda olup hâlen arsadır.
Arsasında etrafı taşlarla çevrilmiş, geniş toprak mezar üzerinde kısmen çök- müş harap ve ahşap bir sanduka, baş ucunda büyük gül ağacı; onun önün- de 18 santim kalınlığında yeşil renkli, müstatil mermer taş, ortadan kırılmış, kitabesi talik, üstünde fener ve mumlar: “Lâ ilâhe illallâhu’l-Melikü’l-Hak- ku’l-Mübîn - Muhammedün resûlullâh sâdıku’l-va‘dü’l-emîn - Cennet-mekân Ebü’l-Feth Sultân Mehemmed Han Gâzî (H. 856) - Hazretlerinin kavasbaşısı- nın kabr-i şerîfidir. Binâ sene târîh 1278.”
Başında dal sikke tabir edilen yeşil tülbend sarılı kısa Mevlevî sikkesi, onun üstünde de hırka-i şerîf yemenisi tabir edilen kenarları yazılı, ortasında ke- lime-i tevhîd işlemeli örtü bulunuyordu. Bu örtünün yazısı talikti. Tekkenin arka sokağına doğru sağda duvara gömülü su haznesinin musluğu üstünde kenarları zırhlı, kitabesi mistarlı, düz beyaz mermer taş, talik ile:
Devr-i Hân Abdülazîz’de ki odur zıll-ı Hudâ Cilvenâz Kalfa bu aynı yaptı Hak kıldı atâ
Bende Şâkir âcizâne söyledim târîh-i tâm
Mâşaallâh çeşme-i âb-ı hayât oldu binâ (Rebiülahir 1281)
Acıçeşme kurbü Şeyh Seyyid Halil Nizameddin Dergâh-ı şerîfinin şeyhi İsmail Efendi’nin zamanında müceddeden inşasına söylenilen tarih:
Hazret-i Abdülazîz Hân âlemin ahyâsıdır Çamaşır ustası onun Cilvenâz Kalfasıdır
Hak taâlâ ömrün efzûn eylesin tâ haşra dek Böyle bir zikr-i ibâdethânenin ihyâsıdır
Tekye-i Şeyh Nizâmeddîn tevkîr eyleyip Bâni-i sânîsi oldu tarz-ı nev inşâsıdır.
Pîr Nûreddîn Cerrâhî uluvvü’l-himmetin Şeyh Nizâmeddîn Efendi ma‘nevî evlâdıdır
Şeyh İsmail Efendi sâhib-i seccâdesi Pîr ola seccâdesinde sâlik-i takvâsıdır
Halka-i zikr târîh söyledim i‘mârına
Tekye-i Seyyid Nizâm’ın Cilvenâz inşâsıdır (H.1283)
Fahreddin Erenden, Envâr’ında tekkenin yakınla- rında oturan matbuat mensuplarından Cavid adında birisinin tekke haraptır diye belediyeye müracaat ederek büsbütün yıkılmasına yol açtığını, kısa bir süre sonra bu mahallede çıkan bir yangınla Cavid’in akarları ve hanesinin yanıp yok olduğunu kaydeder.
Tekkenin Sofalı Çeşme Sokağı’na bakan cümle ka- pısının sağ cihetinde duvara gömülü su haznesinin düz beyaz mermer taşı hâlâ duruyor. Kitabe, garaja bu sokaktan girildiğinde hemen sağda, toprak ze- mine bitişiktir.
Cerrâhîlik, burada Seyyid Halil Nizameddin’in kendi evini tekkeye dönüştürmesiyle faaliyete başladı. Halil
Nizameddin, Sertarîkzâde Mehmed Emin Efendi’den hilâfet almış; posta da asitanenin şeyhi Abdüşşekûr Efendi posta oturtmuştu. Seyyid Nizam soyundan geldiği rivayet edilen Halil Nizameddin Efendi (232:19), vefatına kadar burada beş yıl şeyhlik yaptı; H.1189, M.1775-76 tarihinde ölünce dergâhın mihrabı önüne sırlandı.
Halil Nizameddin’in üç halifesi sırasıyla bu tekkenin post makamında bulundular: Sertarîk Mustafa Sami Şevki Efendi (ö.H.1207, M.1792-93), Mustafa Aşkî Efendi (ö.H.1209, M.1794-95) ve “Makarna”denilmekle meşhur Hafız Mustafa Efendi (ö.H.1219, M.1804-05).
Hafız Mustafa Efendi’den sonra Nureddin Asitanesi’nde sertarîklikleri de olan oğlu Mehmed Salih Efendi (ö.H.1245, M.1829-30) ve onun oğlu Halil Aşkî Efendi (ö.H.1275, M.1858-59), Taşçı Tekkesi’nde posta çekildiler. Halil Aşkî, asitanede 48 sene sertarîk- lik yapmış, Evrenos Dede’nin türbedarlığında da bulunmuştu. Revnakoğlu, “Futacı” da denilen bu şeyhe dair notlarında onun için (232:19) “Pîr evinde postnişin Şeyh
Taşçı Tekkesi (Halil Nizamî Tekkesi) yıkılmadan önce tamiri için
çıkarılan yardım talep bileti (232:19)
Abdülaziz Efendi’nin ilk halifesidir. Fevkalade güzel destar sararmış, şeyhinin giy- dirdiği feraceyi hiç arkasından çıkarmamış” der.
Tekkeye daha sonra Halil Aşkî’nin damadı Kayserili Şeyh Seyyid Osman Kemaleddin Efendi geldi. Nureddin şeyhi Abdülaziz’in yedinci halifesi olan bu zat, tekkeyi H.1276 (M.1859-60)da bırakarak memleketi Kayseri’ye gitti ve orada vefat etti.
Halil Nizameddin’den sonra posta oturan ve mesleği taşçılık olan yedinci şeyh Seyyid İsmail Aşkî Efendi, tekkenin yeniden inşasına muvaffak olduğu için burasının ikinci banisi kabul edilir, tekkeye adını da verdi; Nureddin Asitanesi’nin hacet penceresi- nin bugünkü son şekli onun eseridir. Revnakoğlu onun için “İsmail Efendi’nin şişe batırarak kulunç okumakta müsellem, mücerrep bir şöhreti vardı” bilgisini de verir.
Revnakoğlu’nun yukarıdaki notlarında da yer aldığı gibi İsmail Aşkî Efendi’nin (232:20) “Tekke arsasının ortasında onun iki kat mermer zemin üzerine 98 santim yüksekliğinde, yanları gayet sanatlı, ziynetli, nakışlı ve oymalı, kapaklı, dikdörtgen beyaz mermer sandukası yer alıyordu, baş ucu yüzünde Halvetiyye tâc-ı şerîfi şeklinde istiflenmiş güzel bir talik ile “Ya Allâh Hû - el-Halvetî - Nureddin el-Cerrâhî - Yâ Hazret-i Şeyh - Kıtmîr-i bâb-ı evliyâ Şeyh İsmail - Sene 1310 (M.1892-93)” yazıyordu.
İsmail Aşkî Efendi kendi mezarının lahdini ölmeden yaptırmış, aynı mezara İsmail Aşkî’nin vefatından sonra posta oturan küçük kardeşi Haffâf Şeyh Hacı Ali Efendi de defnedilmişti. Bu mermer lahit şimdi tekkenin Hatice Sultan Sokağı’ndaki arka giriş kapısının sağındadır.
İsmail Aşkî Efendi’den sonra postnişin olan kardeşi Haffâf Şeyh Hacı Ali Efendi (232:25), Odabaşı’ndaki Kelâmî Tekkesi’nin şeyhliğinden gelmedir; kendisi Nureddin şeyhi Galip Efendi’nin halifesiydi. H. 1322 (M.1905-06) tarihinde vefat edince ağabeyinin lahdine sırlandı.
Burasının son şeyhlerinden Sertarîk Ahmed Rifat Efendi ancak yedi ay tekkede ayin yürütebildi, şeyhliği veremden 1905-06’da vefatıyla son buldu. Bu zatla ilgili Revnakoğlu şu bilgileri verir (232:25-26):
Sertarîk Ahmed Rifat Efendi (b. Hacı İzzet): Taşçı Tekkesi’ni Şeyh Hacı Ali Efendi’nin mahlûlünden almıştır. Camcılar şeyhi Ali Rıza Hayrullah Efen- di’nin halifesidir; Seraskerkapılı Hacı İzzet Efendi’nin oğludur. Nureddin Asitanesi’nde sertarîk idi. Annesi Hasnâ Hanım’ın babası gümrük nazırı ve Bursa defterdarı Ahmed Rifat Bey’dir ki Rifat’ın anne babasıdır, “Topal Rifat” da derler; Mirâtü’l-Mekâsıd Fî Def‘i’l-Mefâsid adıyla bastırtılmış meşhur bir kitabı Hicrî 1293’te bastırtılmıştır ve başka Bektaşilik’e dair telifatı da vardır.
Tekkenin meşihatinde üç beş ay kadar bulunduktan sonra H.1323’te vefat etmiş ve Taşçı İsmail Efendi’nin ayak ucuna gömülmüştür. Babası Hacı İz- zet Bey’in pederi Mustafa Efendi muhasebat dairesi dördüncü şube müdür muaviniydi.
Tekkenin son şeyhi Sertarîk Rifat Efendi’nin oğlu Ahmed Hadi Efendi’ydi (232:27):
Nureddin Asitanesi son şeyh-i fâzılı Fahreddin Efendi’den tâç giymiştir. Nu- reddin şeyhi Yaşar Efendi’nin dervişlerindendi ve asitanenin son aşçısıdır. Çocukluğunda kendine Eyüp Sertarîkzâde Tekkesi son şeyhi Hafız Râşid Efendi merhum niyabet etmiştir. Binbaşı rütbeli askerî kâtiplerdendi; iyi dev- ran ettirir, iyi de dua ederdi. Hicrî 1316’da doğmuştu. Son zamanlarda Suadi- ye’de oturmakta iken 1951 Temmuzunun sonlarında 52 yaşında irtihal eyledi.
18 Temmuz 1951 tarihli Cumhuriyet’te vefat ilânı şöyle çıkmıştı: “Edirnekapı’da Acı- çeşme’de mülga Taşçı Tekkesi merhum şeyhi Rifat Efendi’nin mahdumu, Lv. Yzb. Celâl Tarhan ve Tank. Üstgmn M. Ali Kaşıkçılar’ın kayınpederi, Dürnev, Selma, Faruk ve Yüksel’in babası, 3. sınıf muamele memurluğundan emekli Ahmed Hadi Öner’in 17 Temmuz 1951 günü nerf-i dimâgîden Hakk’ın rahmetine kavuşması. Fatih’ten Edir- nekapı’ya” (Ali Birinci, Vefat İlânları dosyasından)
Revnakoğlu, Fahreddin Erenden’in Ahmed Hadi Efendi için yazdığı vefat manzumesine yer verir (232:27):
Hû
Kutb-ı âlem Pîr Nûreddîn’e mensûb pür-vefâ Şeyh Ahmed Hâdî ya‘nî öyle bir dervîş-rızâ
Hazret-i Halîl Nizâmî Dergehi’ne şeyh idi Hem hilâfetle olup sırr-ı tarîka âşinâ
Perde gitmişti gönülden niçe sırlar âşikâr
Vird-i ezkâra müdâvim çünkü her subh u mesâ
Bu fenâda Fahrî idi hep sevdiği şübhesiz Kalmamıştı zerre-veş kalbinde hubb-ı mâsivâ
Vâlidinin yanında kasr-ı cennet medfeni İşte makbûl olduğuna bu delîldir Fahriyâ
Hecr-i firkatle tefekkür eyler iken fevtini
Geldi dört nûr oldu “el-Hayyu’l-Gafûr” târîh ona
Sene 1370 9 Şevval. Tamiyelidir, 1366’ya 4 ilâve edilecek.
Bu tekkenin ikinci postnişini Mustafa Sami Şevki Efendi’nin Acıçeşme’deki bir hikâyesi, Fahreddin Erenden’in hatıralarına şöyle geçer:
İlâve edelim, Etyemez’de Hasan Halîfe’nin yaptırdığı Kâdiriyye’nin Eşrefiyye kolundan Gümüş Baba Dergâhı da denilen bir Taşçı Tekkesi ile yine Kâdiriyye’den Kasımpaşa’da bir başka Taşçı Tekkesi daha bulunuyordu.
Kazasker Abdülkadir Efendi Tekkesi
Niyazi Mısrî Sokağı’na girince solda bugün bir yardım kuruluşu olarak kullanılan Sarmaşık Tekkesi’nin, diğer adıyla Kazasker Abdülkadir Efendi Tekkesi’nin
önündeyiz. (Karagümrük Mahallesi, 2484 ada, 24 parsel)
Fevzi Paşa Caddesi’nin bu tarafından Vatan Caddesi’ne kadar uzanan sahada vücut bulan bir yığın tekkenin en eskisi buydu. Burası Kazasker Abdülkadir Efendi’nin Üsküdar Celvetî Asitanesi’nde daha sonra şeyh olacak olan Sabûrî Efendi (ö.H.1130) için yaptırdığı tekkedir. Hazret-i Hüdâî birkaç gün kaldıkları ve meydan açıp mu- kabele ettikleri için ikinci Celvetî asitanesi sayılırdı. Tekke 1859-60 tarihinde iyi bir tamir görmüş, 1894 zelzelesinde yıkılmış, bir daha da yaptırılamamıştı. Bu tekkenin arsası üzerinde bugün 1998’de büsbütün başka bir mimariyle kimsesiz çocuklar için faaliyet gösteren bir bina yükseltilmiştir. Yan taraftaki ahşap harem binası, son zamana kadar İsmail Hakkı Efendi’nin de oturduğu tekkenin meşrutası ve ayakta kalan tek müştemilâtıdır.
Revnakoğlu, notlarına Muhyiddin Efendi’nin tomarından şu paragrafla başlar (117:43):
Banisi Şeyhülislâm Dürrîzâde Mustafa Efendi’nin cedd-i mâderîsi Kazas- ker Abdülkadir Efendi’dir; “Dede Çelebi” denmekle maruf Mehmed Sabûrî Efendi’ye bina olunmuştur. Bânî-i müşârünileyh Edirnekapı haricinde Emir Buhârî Zaviyesi’nde medfundur. İrtihali 1084’tür. Şeyh Sabûrî Efendi de Üs- küdar’da Hazret-i Hüdâî postnişini Gafûrî Efendi’nin yanında yatıyor.
Yukarıdaki malûmata Revnakoğlu’nun tamamlayıcı ilâvesi şöyledir (174:43-44):
Cuma günleri mukabele olurdu, sonra perşembeye çevrildi.
Yeni kadastro teşkilâtına göre Neslişah Sultan Mahallesi’nde Niyazi Mısrî So- kağı’nda 1 numaradadır. Evvelce burası Tekke Sokağı idi. H.1276 tarihinde mükemmel bir tamir görmüş, 1310 zelzelesinde yıkılmış, sonradan yaptırıl- masına irâde-i seniyye çıkmış ise de Balkan harbi dolayısıyla inşaat yarıda kalmıştır.
Asıl Sarmaşık Tekkesi burasıdır. Çevresindeki Ayşe Hatun Zaviyesi’nden baş- ka etrafındaki bütün tekkeler sonradan yaptırılmıştır. Hazret-i Hüdâî bura- da birkaç gün oturdukları ve dolayısıyla meydan açıp mukabele ettikleri için âsitâne-i sânî sayılır. Cümle kapısı tâkında yeşile boyalı müstatil uzun mer- mer kitabe: “Yâ Hazret-i Pîr Azîz Mahmûd Hüdâî kaddesallâhu sırrahu, ke- tebehu İsmail Hakkı 1276”
Sarmaşık Tekkesi’nin neşesi Celvetîlikle başladı, arada farklı tarikatlara geçmişse de kapanışı yine Celvetîlikle oldu. Posta geçip geçmediği belirsiz olan banisi Kazasker Abdülkadir Efendi’den sonra tekkede sırasıyla denilen Kırımlı Kutb İbrahim Efendi (ö. H.1247, M.1831-32), Şeyh Mehmed Tâhir Efendi (ö. H.1263, M.1846-47), Şeyh Hafız Ahmed Sıdkı Efendi (ö. 1883) ve Hafız İbrahim Hakkı Efendi postnişin oldular.
Revnakoğlu, Muhyiddin Efendi’nin tomarında “Kırımlı Şeyh Halil Efendi” ismini, “Kutb İbrahim Efendi” şeklinde tashih eder.
Yine tomarda Hafız Ahmed Sıdkı Efendi için “Mumaileyh sükûnetli, uzunca boylu, Celvetî taçlı, güzelce bir adam idi. Hazret-i Hüdâî Hankahı’nda imamet ve hitabet hizmetlerinde bulunurdu. Rıhlet, 4 Rebiülevvel 1300 (13 Ocak 1883) Pazartesi” bilgisi yer alır. Revnakoğlu bu nota birkaç cümleyle şeyhin mezar kitabesini de ilâve eder (117:45-56):
Şimdi Acıçeşme Karakolu’nun bulunduğu Beyazıt Bey Mekteb-i İbtidâîsi’nde de hoca idi; taş mekteptir.
Sarmaşık Tekkesi haziresi, yeşile boyalı, talik yazılı, mistarlı düz mermer taş, başında Celvetî tâc-ı şerîfi: “Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî - Üsküdar’da defîn pîr-i tarîkat-i aliyye-i Celvetiyye Hazret-i eş-Şeyh Azîz Mahmûd Hüdâî kuddise sırruhu’l-âlî âsitâne-i aliyyelerinde hitâbet hizmetlerinde iken ve bu maka- mın dahi seccâde-nişîni es-Seyyid eş-Şeyh Hafız Ahmed Sıdkı Efendi’nin rû- huna el-fâtiha, 4 Rebiülevvel 1300”
Tekkenin son şeyhi İbrahim Hakkı (Güner) Efendi’ydi. Hafız Ahmed Sıdkı Efendi’nin oğlunu Revnakoğlu yakından tanır (117:47-48):
Oğlu Hafız İbrahim Hakkı (Güner) Efendi merhum, Süleymaniye Câmi‘-i şerîfi devrhanbaşısı Hafız Ahmed Muhtâr Efendi kendisine akrabalığı müna- sebetiyle vekil nasb ve tayin olunmuştu. “Sarmaşık şeyhi Hakkı Efendi” der- lerdi. 26 yaşında ve 3 Cumadelula 1329 (2 Mayıs 1911) tarihinde resmen şeyh oldu. Tekkenin meşihati kendisine tevcih edildiği zaman 16 yaşında bulun- duğundan 1320 yılına kadar Süleymaniye Camii’nde devrhanbaşı Hafız Ah- med Muhtar Efendi niyabet eyledi.
1301 tarihinde yedi yaşında iken Hüdâî şeyhi Rûşen Efendi’den dede tacı giymiş, sonra Hüdâî Asitanesi postnişini Gülşen Efendi’den istihlâf edilmişti. Ayrıca Hazret-i Hâşim Hankahı şeyhi Bandırmalızâde Mehmed Galib Efendi’den de 27 Recep 1320 (30 Ekim 1902) tarihinde kendisine teberrüken Hâşimiyye ica- zesi verildi. Şehremini Odabaşı’nda Firuz Ağa İbtidaî Mektebi hocası ve Haz- ret-i Sünbül zakirlerinden Yazmacı Hacı Mehmed Efendi’den hıfzını bitirmişti.
Revnakoğlu, hazirede bir başka mezarı da tesbit eder:
Dergâhın haziresinde arkaya doğru mistarlı, düz beyaz mermer şahide, başında işlemeli Kâdirî
müjgânlısı var: “Yâ Hû - Gelenler hep sabî geldi gidenlerden haber gelmez - Bu bir ahvâl-i âlemdir giden gelmez, gelen bilmez - Tarîkat-i aliyye-i Kâdiriy- ye dervîşânından Sarmaşık Mektebi halifesi es-Seyyid Derviş Ahmed Efendi rûhuna, 12 Şevval 1277”
Bir başka bu tekkeye mensup şahsiyetin mezarını Revnakoğlu, Edirnekapı’da tesbit eder (116:264):
Edirnekapı dışında Hacı Yüzbaşı Baba’nın yanında olup talik yazılıdır, başın- da sikkeye benzer işlemesiz Nakşî tacı: “Hüve’l-Bâkî - Sarmaşık Mahallesi’n- de Hakkı Efendi Dergâh-ı şerîfi hulefâlarından ve Cezayir muhacirlerinden eş-Şeyh el-Hâc Ali Efendi’nin rûhuna fâtiha, sene H. 1301”
Sarmaşık Tekkesi’nin son şeyhi ve Mihrimah Camii imamı Hafız İbrahim Hakkı Efendi
Acıçeşme’de Keçecipiri Mahallesi’nde Niyazi Mısri Sokağı’nda 28 numaralı büyük binanın önündeyiz. Yapıldığında da tekkenin nizam ve intizamı, şaşaası herkesi hayran bırakan bu mekân Ahmed Kâmil Efendi Tekkesi’ydi. (Karagümrük Mahallesi, 2524 ada, 53 parsel)
Silivri müftüsü Gürcü (Ahıskalı) Osman Efendi’nin küçük oğlu Ahmed Kâmil Efendi, daha önce mensubu olduğu ve asıl adı Filibeli Hafız Mehmed Fehmi Efendi olan Hacı Yüzbaşı Baba’nın bir müddet Süleymaniye’de Tiryaki Çarşısı’ndaki Hilâlci Hanı’n- daki zikir halkasına devam etmiş, kendisine “Nefes ile kafese rağbet etmeyeceksin!” şartıyla hilâfet ve icazet verilince Sarmaşık’taki tekkesini yaptırana kadar burada, Süleymaniye’de usul icra etmişti.
Ahmed Kâmil Efendi’nin şeyhi Yüzbaşı Baba’nın ilk hilâfeti Şa‘bâniyye’den Geredeli Halil Efendi’den, son hilâfeti Miftâhü’t-Tefâsîr sahibi Nakşibendiyye’den Kütahyavî Evliyazâde İsmail Hakkı Efendi’dendi. Yüzbaşı Baba 20 Ekim 1868’de öldüğünde Edirnekapı haricinde La‘lîzâde Çeşmesi yakınlarına defnedildi. Revnakoğlu, bu şeyhin mezarını “Edirnekapı haricinde birinci mezarcı kulübesinin arkasında talik yazılı, başında Hamidî fesi, göğsünde destarlı ve işlemeli Nakşî tâc-ı şerîf (müjgânlı gibi)” şeklinde tesbit eder ve kitabesine yer verir (116:254): “Hû - Kutbu’l-ârifîn gavsü’l-vâ- sılîn Geredeli el-Hâc Halîl Efendi hazretlerinin hulefâ-yı kudsiyyet-nümâsından ve sultânu’l-ârifîn imâmu’l-âşıkîn müfessir-i Miftâhu’t-Tefâsîr Evliyâzâde Kütahyavî İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin turuk-i isnâ aşereden mürebbâ ve halîfe-i maârif-ihtivâsı seyyid-i ehl-i yakîn hâssa süvârî yüzbaşılarından Filibevî es-Seyyid el-Hâc Hafız Fehmî Efendi hazretlerinin rûh-ı celîl-i mukaddeseleriçün rızâen lillâhi taâlâ el-fâtiha. H. Sene 1285 fî yevmi salı gurre-i Receb [20 Ekim 1868]”
Ahmed Kâmil Efendi, şeyhinin şeyhi olan İsmail Hakkı Efendi’nin adına tekkesini Edirnekapı’da bu mahalde inşa etti. Posta-Telgraf vezne kâtibi Hasan Efendi’den daha önce burada bulunan harap konak yavrusunu satın alıp konağı yıktırdıktan sonra tekkeyi kendi mülkü olarak bu arsa üzerinde 1877-78 tarihinde yaptırmış ve nihayet 2 Nisan 1880’de vakfiyesini de tanzim ederek faaliyete başlamıştı. Vakfiyesinde bir zamanlar bu tekkeden önce burada bir Rifâ‘î tekkesi mevcut olduğu yazılıdır.
Tekke esas olarak Nakşibendiyye usulünü takip etmekle beraber Ahmed Kâmil’in diğer tarikatlardan, Kâdiriyye, Desûkiyye, Sa‘diyye ve Şâzeliyye’den birtakım unsurları da ayin ve zikir muhtevasına karıştırmasıyla halk arasında adı “Şeyh Türlü”ye, tekkesi de “Şeyh Türlü’nün Tekkesi”ne çıkmıştı. Şeyhin, Murad Molla şeyhi Mehmed Ârif Efendi’den de ayrıca icazetnamesi vardı.
Edebî tarafını ortaya koyduğu matbu bir divançesi olan Kâmil Efendi’nin bazı ilâhîleri bu tekkenin aynı zamanda zakirbaşısı olan Zekâî Dede tarafından bestelendi. Ahmed Kâmil en-Nakşîbendî, yakın temas kurduğu Zekâî Dede’den yılan zehirlerine tesir etmek için okunacak bir havas icazetnamesi de aldı.
Kâmil Efendi’nin vefatından kısa bir süre sonra onun sandukasının önündeki kan- dilden çıkan bir yangında dergâh birdenbire tutuşmuş, tevhîdhane yanmıştı.
Tekkedeki sandukasında talik edilmiş levhada şunlar yazıyordu (116:241):
Hû
Edeble kıl ziyâret bu makâm-ı Şeyh Kâmil’dir Delîl ü pîşvâsı zümre-i lâ-havfe dâhildir
Kemâlât u kerâmâtın hüveydâ eyler âsârı Ulûm-ı akdesi câmi‘ füyûz-ı Hakk’ı hâmildir
Rümûzât-ı Bahâüddîn Şâh-ı Nakşbendî’ye Olup âgâh-ı ma‘nâ iltifât-ı pîre nâildir
Bu dergâh-ı muallâda mürîdân u muhibbâna Onun eltâf-ı rûhâniyyeti sârî vü şâmildir
Devâdır işbu âlî türbenin hâk-i ıtırnâki Açar her dîde-i a‘mâyı tûtyâya muâdildir
Aman şeyhim sezâ-yı himmetindir bu hakîr benden Hevâ-yı nefs ile hayrettedir çün aklı zâildir
Hadîs-i “feste‘înû” sırrına tâbi‘ olup Behcet Huzûrunda diler irşâdını lutf eyle sâildir
Revnakoğlu, yukarıdaki manzumenin altına (116:242): “Manzumenin sahibi Behcet Bey’e “Matbaacı Behcet” derlerdi. Seyyid Velâyet Tekkesi şeyhi Sa‘îd Efendi’nin dervişlerindendir. Şeyh Ahmed Kâmil Efendi’nin vefatına Musullu Hafız Osman Efendi’nin de tarihi vardır. Tarihi söyleyen Behcet Bey de Ahmed Kâmil Efendi’nin dervişlerindendir, Defterhanede mümeyyiz muavini idi; saraylar müdürü Sezai Bey’in ağabeyidir” notunu düşer.
Meclis-i Meşayih reisi Muhyiddin Efendi'nin yuka rıda kısmen ihtisar ettiğimiz not larında Ahmed KamilEfendi bahsi tam olarak şu şekildedir(116:255-58):
Bu zatın şeyhi Edirnekapı haricinde Taşçılar kurbünde medfun bulunan Hacı Yüzbaşı'dır. Yüzbaşı Baba'nın adı Hafız Mehmed Fehmi Efendi'dir; Filibelidir, "Hacı Yüzbaşı·;"Yüzbaşı Baba" derler. Onun da şeyhi M iftfıhü 't-Tefasir sahibi Kütahyavi Evliyazade İsmail Hakkı Efendi'dir.
Ahmed Kamil Efendi, hanesini Kütahyavi İsmail Hakkı Efendi namına zavi ye olmak üzere meşihat vaz' eylemiştir. Kütahyavi'nin nisbeti Şa'baniyye'den Geredevi Halil Efendi tarafındandır.
Evailinde pastahanede bulunduğu esnada tekkenin niza m ve intizamı ve et rafa gösterdiği şaşaası cümleyi hayran bırakmakta idi. "Hilekarın mumu yat sıya kadar yanar" fehvasıyla postahaned eki memuriyeti nden infikak eder et mez az zaman içindeki inkılap, tekkenin ve şeyhinin isim ve resmi unutu lmuş bir haldedir.
Kendinin KütahyaJıdan [İsmail Hakkı'dan] yalnız bir inabesi vard ır, fakat şey h-i ınümaiJeyh Hacı Yüzbaşı'ya Şeyh Kam il'in h ilafeti ni vasiyet eylemiştir. Ba'de'l-istihlfıf hanesi nde tevhide başlar, ba'dehu hanesini zaviye ve vakfiye tanzim ve beher cuma ve pazartesi geceleri karışık ayin icra eder; "Şeyh Tür lü" denilmesinin sebebi bundandır.
Ahmed Kamil fı'l-asl Ahıska lı Osman Efendi'nin oğludur. Pederi müftülük etti. O zaman Şeyh Kamil, defter-i hakani ketebesindendi, defter-i hakaninin tapu kağıtlarına sahte mühür uydurduğu ndan bazı hilekarlıkta bulunur. İş meydana çıktıkta İstanbul'da iki sene hapsi ile teşhir olunur. Bilahare pasta haneye sekiz yüz kuruş ile devam ettiği sırada dört beş yüz liradan mütecaviz akçe ile bir zaviye bina eyler.
Pastaha nede dahi bazı memürin ile uyuşup birkaç yüz lira da tekkenin su yoUarına ve mefruşatına sarf olundukta ihtiliisatı meydana çıkarsa da Sadra zam Said Paşa'nın kayınpederi dahi zi-medhal bulunmakla keff-i lisan olunur.
Ve oğlu Fuad dahi pederinin isrine tebeiyetle Bab-ı Seraskeri redif memuru mu olur, ne olursa o dahi bir hayl i akçe sirkat eder, nihayet kovarlar. Tekke de suyunu çekmiş değirmene döner, vah esefa!
Revnakoğlu, Kamil Efendi'nin iki halifesine ye r verir (116:259,262-64):
Ahm ed Kamili Efendi'n in ilk halifesi Sil ivri müftüsü Hoca İbrahim Efendi'dir. Ekber-i hulefcidan (en yaşlı ve kudretli halife) bulun ması itibarıyla şart-ı vakıf mucebince şeyh olması lazım geli rken zimam ını şeyhzadesi Fuad Efendi'ye terk etmiştir.
Son huleffısından Ağızlıkçı Hasan Basri Dede (b. Abdi) son zamanlarda Ke-
çecipiri Mahallesi'nde (Neslişah Sultan Mahallesi, Zeynelağa So kağı'nda idi) Ayşe Hatun Zaviye si karşısındaki küçük evinin alt odasını tevhidhane haline getir mişti. Fakir, kalender bir zat ol makla beraber yedirip içirmeyi pek severdi. Küçücük odasında hafta geceleri pek çok fukara yı doyurur, uğurladığı zaman da hepsine ayrı ayrı mangır yetişti rirdi. Bakır tenceresini satıp ak şama lokma çıkardığı olmuştur. Çakırağa şeyhi Hulki Efendi'ye bi r müddet vekaleti vardır. Tah sili olmamakla beraber ruhen müeddep insandı. Sahaflar içi n de ağızlıkçı dükkanı vardı. Çarşı esnafı ve ihvan arasında ''.Ağızlık çı Hasan Dede" derlerdi, Ahmed Kamil Efendi'nin eski dervişlerin dendi. 1962'de göçtü. Edirneka pı'da Yüzbaşı Baba'nın ayak ucu taraflarına sırlandı; taşı dikilmedi. Dergahların seddinden bir sene önce istihlaf edilmişti.
Kamil Efend i'ni n büyü k oğlu Fuad Efend i,
babasından hilafetli, aynı zamand a babası gibi_ Defter-i Hakani kati plerindendi, sonra Bab-ı Seraskeri redif mem u ru old u. Merkez Efendi şeyhi Ahmed Efendi ta rafından 24 Eylül 1894'te ba basında n boşala n posta çekild i. Posta geçmesinden önce yanan semaha neyi postnişi nliği sırasında ya ptırtıp tekkeyi elden geçirmiş, tekke 7 Şubat 1897'de merasi m le açılm ıştı. Fuad Efend i bir hayli vakit süren hastalığında n şifa bu lama m ış, yed i yı l kada r süren şeyhliği 22 Kası m 1901gü n ü i rti haliyle son bu lmuş; ba basının yanı na d efnedilmişti. Bu tekkeden ve tekkeni n postnişi nleri nden hoşlan mayan Mu hyid d i n Efend i, toma rı nda bu şehyten menfi bi r d ille bahsed er (116:260):
Defter-i hakani ketebesindendir. 23 Rebiülevvel 1312 Pazar [24 Eylül 1894) günü Merkez şeyhi Ahmed Efendi iclas ettirmiştir. Muhterik olan semaha ne ile tekkenin yirmi bin küsur kuruş hazine-i hassadan tamirine sarf ile hi tam bulup 5 Ramazan-ı şerif 1314 pazartesi (7 Şubat 1897) gecesi küşadı icra olunmuştur. Bir hayli vakittir hastalıkla imrar-ı zaman edip nihayet 10 Şaban
Şeyh Türlü Tekkesi
1319 perşembe günü irtihalinde tekkenin türbesinde pederin in ya nına def nolunmuştur. Her renge boyanır bir herifti.
Fuad Efendi'ni n oğlu Osma n Fazıl Efendi posta geçti. Revna koğlu'nu n kalemi nde Fazıl Efendi şu takd i rkar ifadelerle anlatılı r (116:260-61):
Osman Fazıl Efendi'nın vefat ilanı (Yeni Sabah, 5Aralık1954, Pazar)
Şeyh Osman Fazıl Efendi (Oral) merhum eski defterhane ketebesinden olup son zamanlarda ihmal Paşa Cami'-i şerifinin imamet ve hitabet vazifelerini görmekte idi. Terbiyeli, müeddep, bütün icaplarıyla derviş-nihad, pak-haslet bir zattı. Herkesin işine koşar, her hastayı ziyaret eder, hemen her tanıdığının cenazesinde bultmur,ihvan-ı tarikattan olanın cenazesi nde ise icap eden usul ve erkanın icra edilmesi için kendini parçalardı. En sıkı zamanlarda bile hiç bi r şeyden korkmayarak, çekin meyerek cenaze önünde tevhid-i şerife, ism-i huya başlayacak kadar cesaret ve celadet göstermekten kaçı nmamıştı. Sahte dervişleri, riyakarları, ürkek ve korkakları haklı olarak ayıplar ve azarlardı. Kendisine bir şey sorulduğu zaman ne biliyorsa söylerdi, başkalarını da tavsi ye ederdi. Cemiyetlerde dua ederdi. Şeyh Kenan Bey'in cenazesini musallada tezkiye etmiş, merhum için "Arif biUah, kutb-ı ilah...:·demişti de yalnız buna hayret etmiştim.
Son zamanda zatülcenbe yakalandı. iki gün yattıktan sonra 4 Aralık 1954 cumartesi günü ikindiden sonra gözlerini burada yumdu ve gözlerini didar-ı kibriyaya açtı. Arzusu üzerine tevhidhanede gasli ni yaptık, bütün icaplarını yeri ne getirdik. Gaslinden sonra cihazlamrken bu fakir de fatiha eyledi. Mer kez Efendi'de hazireye girerken sağda birinci adaya sırladık. Numarası 6187.
Revnakoğlu, bu son şeyhin de mezar yeri ni ve kitabesini eksiksiz tesbit eder (116:263):
Merkez Efendi haziresi, birinci adada, dar yolun gerisinde, ikinci sıradaki
Kurmay tuğbay Arif Bilek'in betonla çevrili aile kab rinden arkaya üçüncü mezar. Baş ucunda dört kö
VEFAT
Edrnekapı Sarmaşık Niyazi Mısri sokak Mülga .İsmail Hakkı Efendi dergAhı eski şeyhi t4riki nakş,iye ıneşayihf nden esseylt
OSMAN FADIL EFENDİ
Hakkın rahmetine kavuşmuştu r. Ce na zesi 5 Aralık Pazar günü saat 10 da mülga dergAhtan nhnarak metfen! ınahsusasına tevdi edilecektir.
BUtün akraba ehibba ve ihvanın
te rif lerl rica olunur.
Refikası: Maide Oral
Mahdumları: KimiJ Oral, Seyfi OraJ
Kerifl\esi: Fecriye ÖzeJ
Damad ı: Ali Sırrı Özel.
şeli mistarsız düz beyaz mermer üzeri ne yeni harf lerle, başında güzelce yapılmış Nakşi tacı: "Allah Hu - Tarikat-i Nakşibendiyy e'den sahib-i divan Kut bu'l-arifin eş-Şeyh Ahmed Kam il Efendi hafidi ve eş-Şeyh Mehmed Fuad Efendizade günahkar Şeyh Osman Fazıl'ın kabridir. bir fatihaya muhtaçtır. Do ğumu 1293-1880; Vefatı: <ı-12- 1954:'
Tekken in sokağa bakan cümle kapısın ın sağında küçü k çeşmeni n tali k kitabesi nd e "Kemine bendesi Sabit bu cevher tarihi yazdı - Şitadır rü h -ı Fehmi aşkına nuş eyle gel zemzem" yazılıdı r.Çeşmeyi yaptıran Fehmi Efendi, Ahmed Kamil Efendi'ni n şeyhi bu lu nan Hacı Yüzbaşı Baba'dır.
Kapının solunda aynı boyda, aynı şekilde diğer küçük çeşmenin yine talik yazılı kitabesinde "Cevher-itarih Arif söyledi himm_et i e - Gel sebil-i Kamil'e kim nuş et ab-ıkevseri" yazar.ManzumeninsahibiArif Bey, Ahmed Kamil Efendi'nin şair ve edip derv işlerindendi. Cümle kapısı takında talik yazı ıkitabe:
Hak'm imdadı Şalı-ı Nakşibend'in feyz-i lutfuyla Bina oldu bu ali tekye-i Hakki-i bi-lıemtiı
Gel ey zevk ü muhabbet isteyen talih bu dergaha Safa-yı zikr ile *la'l"Jan geçip ol mazlıar-ı "illfıu
Bu dergiıJı-ı mual/a-paye-i Hakki-i sfzhib-dil Sezadır ka'betü'l-uşşiık dense ey dil-i şeyd fz
Kapısından girip gamdan halas olsıın muhibler kim Bu dergah ehl-i derdin melce-i dermiınınıdr hakka
Mücevher bfzb -ı lutfu üzere Hami yazdı tarihi Yapıldı tekye-gdh- ı Nakşibendi dilkeş ü ra'na
H.1294 (1877-78/
Osman FazılEfendi,tekkeler devri kapandığıiçin posta oturamayacak olan çocuk larından KamilEfendi'ye hi afet vermişti (116:264):
Şeyh Fazıl Efendi merhu m, oğlu Kamil Efendi'ye de hilafet vermişti. Sağ reh beri Çakırağa şeyhi HuJkj Efendi, sol rehberi Sünbüli huJefasından Kutu cu Faik Efendi idi. Tarihi 11 Cemaziyelahir 1341, 16 Kantin-ı sani 1339, 29 KanCm-ı sanı 1923 pazartesi gecesi. Aynı gecede küçük oğluna da Nakşi müj ganlısı giydirmiştir.
Yukarıda hülasa ettiğimiz Revnakoğlu'nun bu tekkeye ve şeyhlerine dair verdiği malumatlarda önce tekkenin umumivaziyeti ve vakfiyesi Muhyiddin Efendi'nin to marından iktibasla yer alır (116:252-53):
Edirnekapı civannda Acıçeşme'de Keçecipiri Mahallesi'nde Tekke Sokağı'n dadır; yeni teşkilata göre Edirnekapı'da Hatice Sultan Mahallesi'nde Niyazi Mısri Sokağı'nda 34 [Şimdi 28] numaralı büyük binadır.
"Şeyh Türlü" diye de anılır. Mumaileyh Şeyh Kamil Efendi, vakfiyesini tanzim edip evvela kendi nefsine ba'de-vefatihi hulefa-i hulera-i hulefünın akdem ve elyak ına şart eder. Şeyhi namına yaptırdığından "Hakkı Efendi Tekkesi" <le denil mektedir. Beher pazartesi ve cuma geceleri usul-i Nakşibendiyye icrası meşruttur; Nakşibendiyye'dendir. Ramazanda mukabele geceleri olurdu.
21 Rebiü's-sani 1297 [2 Nisan 1880] tarihiyle Mahmud Paşa Mahkemesi'nde vakfiyesi kaydolunmuşu r:Tarikat-i aliyye-i mezktireden müstahlef ehil ve er bap bi r kimse şeyh ve mütevelli ola, evkaf-ı hamsede salat-ı mefn1zayı cema-
atle eda eylemek ve ayda iki defa hatm olmak üzere cüz'-i şerif tilavet etmek şartları dahi vardır. Müridanından altı kimse beher hafta mukabele gecele rinden maada beş gece de Kur'an-ı kerim hatmi tilavet edip haftada bir hatm oluna; bunlar tekkenin şeyhinin re'yiyle intihap oluna. Meşihat ve tevliyetin hail vukuunda Koca Mustafa Paşa Dergiih-ı şerifi şeyhleri inhasıyla meşru tun lehine tevcih kılına.
Vakfiyeni n ta m metni şöyleyd i (116:245-46):
Mahmiye-i İstanbul'da Yenibahçe kurbü nde Keçecipiri Mahallesi'nde sakin postahane-i amire ketebesinden ve tarik-i aliyye-i Nakşibendiyye hulefösın dan sahibü'l-hayrat ve riigıbu'l-m eberrat eş-Şeyh Ah med Kamil Efendi b. Os man Efendi.
Tekke-i Rifa'i tabir olunan ve tarik-i amrn ile mahdut, yirmi numara ile mu rakkam harap ebniye ve bir m iktar bahçeyi müştemil bir bap menzili, bahçesi derununda bi r bap semahane inşa ile tarik-i aliyye-i Nakşibendiyye zaviyesi ithaf etmem ile zaviye-i mahdl.ıd e-i mezkure ile her biri yed-i malım olup...
Şeyh aylığı: Ziiviye-i mezkurede şeyh bulunan zata şehriyye otuz kuruş ve mür!danından ehil ve erbap kimse imam olup galle-i merkümeden on kuruş ve bir kimse dahi müezzin ve kayyım olup galle-i merkumeden şehriyye beşer kuruştan on kuruş vazife verile.
Taam iyye: Zaviye-i mezkıirenin taamiyyesi içi n galle-i merkıimeden şehriy ye kırk beş kuruş hare ve sarf oluna. Ve cihat-ı mezkıire hizmetlerine tayin olunacak kimseler tekke-i mezkurede şeyh bulunan zatı n re'y ve intihabıyla tayin ve azilleri dahi re'ylerine mahsus ola. Ve zaviye-i mezkurenin vazife-i mersümesiyle meşihat ciheti ile vakf- ı mezküre ber-vech-i hasbi tevliyeti lii yık-ı libas-ı hayat oldukça nefsime ve vasıl-ı civar-ı rnhmet-i Bari old uğum da hulefünın ve hulefa-i hulefanın ve hulefa -i hulefö-i hulefanın akdem ve elyakına ve ba'de'l-ink ıraz tarikat-i aüyye- i mezkureden müstahlef ehl ve erbap bir kimse şeyh ve mütevelli nasb ve tayin olunup tevliyet-i mezkure meşihatten tefrik olunmaya . Ve meşihat ve tevl iyet-i meıkCırelere hail vuku unda İstanbul'da Koca Mustafa Paşa civarınd a kain Hazret-i Sünbül Sinan kuddise sırruhu'l-müstean dergah-ı şerif şeyhleri inhasıyla ber-ıninval-i mu harrer meşrütun lehine tevcih kılına. Ve m ürCır-ı eyyam-ı a'vam ile şerfüt-i mezkureye riayet münkarize olur ise menafı'- i vakf mutlaka tarikat-i aliyye-i mezkure fukarasına hare ve sarf oluna.
Tekkenin sokak kapısını n i ki ta rafı nd aki çeşmeler içi n Revnakoğlu notları nda yer ala n malümat şöyled i r (116:249):
Cümle kapısı sağında küçük çeşmenin talik kitabesi:
Kemine hendesi Sabit bu cevlıer tarihiyazdı Şifadır rıih-ı Fehmi aşkına nıiş eyle gel zemzem
Çeşmeyi yapt ıran Fehmi Efendi, Ahmed Kamil Efendi'nin şeyhi bulunan Hacı Yüzbaşı Baba'dır.
Kapının solunda aynı boyda, aynı şekilde diğer küçük çeşmenin yine tali k ya zılı kitabesi:
Cevher-i tarilı Arif söyledi himmet ile
Gel sebil-i Kamil'e kim nuş et ab-ı kevseri
Manzumenin sahibi Arif Bey, Ahmed Kamil Efendi dervişlerindendir; şair ve edip bir zat idi. Bacısı Kübra Hanım, Kadiriyye ve Nakşi taçlarını pek güzel işlerdi, bürüm cek gibi takke dikerdi. Elinden çıkma tac-ı şeriflerden birini Şeyh Fazıl Efendi de ziyaret etmiştim.
Tekke şimdi Eram ÖzelEğitime Muhtaç Çocuklara Yardım Derneği'ninfaaliyet binasıdır.
Şeyh Türlü Tekkesi
-Ahmed Kamil Efendi Tekkesi
Revnakoğlu Arşivind en Zekai Dede'ye, Oğlu Hafız Ahmet lrsoy ve Torunu Münir l<ökten'e Dair Bilgiler ve Belgeler
Rauf Yekta'n ın Zekai Dede üzerine kaleme aldığıEsôtiz-iElhôn'd a verdiği malumat arasında yer alan biyografik yekuna henüz
ilave yapılmamıştı,sonraki çalışmala rda da Zekai Dede'nin bu biyografisi hep tekrar edildi. Ahmet lrsoy'un babasının biyografi sahasında kalem yürütmeyişi ,ailenin Münir Kökten dışında musikiyle doğrudan münasebettar olmayışı,yakın tarihimizin kuwetli sesinin
biyografi cihetinden ihmal edilmesinde müessir olmuştu. Bu boşluğu kısmen Cemaleddin Server Revnakoğlu doldurmuş, yazık ki bu notlar açığa çıkmamıştı. Revnakoğlu neşir yüzü görmeyen notlarına Zekai Dede'nin yanında yetişen ve 1969'da vefat eden musikişinas torunu Münir
Kökten'le kurduğu temas ve ondan temin ettiğimalzemeyi,yine birçoğunu tanıdığıve haklarında biyografik yazılar da yazdığıZekai Dede'nin çıraklarından derlediklerini ilave kaydeder. Bilhassa Eyüp tarihi,musikisi,dinive sufı hayatına dair çalışmalarında Zekai Dede ve muhiti onun zengin, fakat dağınık notlarında yer alır. Bir kompozisyondan mahrum olan notlar Revnakoğlu'nun dosyaları arasında dağılmış
vaziyettedir.
Zekai Dede'ye Dair Biyografik Malzeme
Zekai Dede'nin Dedeliği (242:11-12): Zekai Dede, Yeni kapı Mevlevlhanesi'ne mensuptu; dergahın postnişini Mesnevihan Osman Salahaddin Dedeefendi'nin dervişidir, ondan sikke giymiştir, fakat dedeliği çileye girmek sııretiyle değil, kapıdan geçmek, geçirilmek yoluyla olmuştur.
Zekfil Dede gençliğinden vefatına kadar her perşembe hiç bırakmadan bu Mevlevihaneye devam etmiştir hem de Eyüp'ten Yenikapı 'ya her hafta yayan gidip gelmek şartıyla. Eyüp Sultan Vezir Tekkesi'nden Münzevi'ye çıkar, oradan Edirnekapı, Topkapı ve Merkez Efendi yoluyla Yenikapı'ya gelirdi. Vefatına yakın
Zekai Dede, Darüşşafaka öğrencileriyle mesirede (istanbul Üniversitesi fotoğraf koleksiyonundan)
rahatsızlandığı hafta içinde galiba ilk ve son olarak bir defa merkebe binmişti. Bazen yanına torunu Münir'i de alırdı.
Dergahta ilk zamanlar Kudümzenbaşı Ahmed Hüsameddin Dede'nin sağına otururdu; onun vefatından sonra Zekaizade Hafız Ahmed Efendi kudümzenbaşı oldu.
Dergahm vakfından yahut dışarıdan gelen nezir kurbanlardan bir tanesi Zekat Dede'ye Mevlevilerce gösterilen fevkalade hürmet dolayısıyla Eyüp'teki evine gönderilirdi.
Bu canlı kurbanı matbah canlarından biri çilekeşlik icabı olarak Yenikapı'dan Eyüp'e sırtında getirir, Zekai Dede'nin evine teslim ettikten son ra aynı yoldan yi ne tekkeye dönerdi.
Zekai Dede'nin Vefatı (242:4-8): Ayağı nın birini torunu Münir Bey yıkadı. Zekai Dede o gün kazaya kalan üç vakit namazını bu şekilde yatağında oturarak yastığı secde
eylemek suretiyle eda eyledi. Namazdan sonra yatağının yanında oturan talebesinden Hafız Şükrü Efendi aşr-i şerif okudu. Saat sekizdi.
Arada bir gözlerini açarak etrafına ayrılık ima
eden manalarla bakıyordu. Artık yatağından çıkamadı. O geceyi rahatsız olarak geçirmiş, alaturka saatle 8.30'da derin bir sükun ve gönül rahatı içinde huzur-ı kibriyaya varmıştır.
Günlerden sa l ı idi, ertesi çarşamba günü Bahariye Mevlevihanesi'nin mukabele günüdür. Zekai Dede'nin vefatı münasebetiyle mukabele-i şerife yapılmamıştır.
Mevlevihanenin şeyhi Hüseyin Fahredd in Dede, Zekai Dede'nin evine gelmiş, bütün muhibban-ı Mevleviyye de arkadan gelerek evin en alt kattaki taşlığında isın-i celal ve na't-ı Mevlana okunmuş ve gasli yapılmıştır.
Hasib Efendi Dergahı hulefasından Yaııcııade Hafız Ahmed Efendi gasletmiştir.
O günkü na't-ı şerifi Eyyubi Zakir Şeref Efend i
okumuştu. Cenaze giderken yolda okunan ilahiler arasında Zekai Dede'nin kendisinin uşşaktnn bestelediği "Neyleyeyim dü nyayı ba na Allahım gerek" ilahisi de okunmuştu; ilahileri Zakirbaşı Hafız Şükrü Efendi idare edi}1ordu.
Zekai Dede vefatında 75 yaşında idi. Kabir taşı yazısını Bahriye Matbaası hattatı Eyyubi
Cemil Efendi yazdı: "Ya Allah Hı'.ı - Son devrin
klasik Türk musikisi üstadlarından, sahasında mektep sahibi Eyyubi, Mevlevi, Hoca, Hafız Mehem nıed Zekai Dede Efendi merhumun ve
ailesi efradının makberesidi r:·
Zekai Dede'n i n Bestelediği ve Okuduğu Son Eser (242:58): Vefa tından bir hafta kadar önce Bahariye Mevlevihanesi'ne gelmiş, tekken i n şeyhi Hüseyin Fah reddin Dedeefendi ile görüşmüş ve ona uşşaktan bestelediği bu ilahiyi geçmiştir:
Şeheıışft h-ı cilıiın-bfm-ı risfl let şft h-ı zi-ıınvlin Muha11111ı eddir Mulırırıımeddir Muhammeddir Mıtlıamnıeddir
Bu nazıııı söyledim rü'ytidtı alemlere sultan
M ulrnınmeddir Mıılıammeddir Muhammeddir M ulıa111111ecldir
Zekai Dede'nin uşşak makamında son ilahisidir.
Mevlid tevşihlerinden olarak okundu ğu gibi kıyam tevhidini n uşşak devrinde mesela "Eya nahve'l-hadi" şuğulünden sonra da okunulur.
Zekai Dede ve Nota (242:34): Zekai Dede Hamparsum notasını ve alafranga notayı mükem mel surette okur, fakat yazamazdı.
Oğlu Hafız Ahmed llhami Efendi de böyle idi, bundan dolayı Zekai Dede bestelediği eserlerin notasını damadı Fahreddi n Bey'e yazdırırdı (Münir Dede'n i n babası). Eserlerinin bestesini armonik çalarak ynpardı; dizin i n üstüne koyduğu armonikin körüğünü kaldıra indire bestelerdi.
Zekai Dede'rtin Evi (242:59): Zekft.i Dede'n in baba evi yanınca Mısırlı Fazıl Mustafa Paşa, Bahariye Caddesi'nde Şah Sulta n Tekkesi sırasındaki yalısın ın selam l ık kısmını Zekai Dede'ye ayırmıştı. Zekai Dede bir müddet burada misafir olarak kalmış, oğlu Hafız Ahmed İlhami Efendi bu yalıda dünyaya gelmiştir. Fazıl Mustafa Paşa bu sıralarda
Zekai Dede'nin evi için yeniden yapılsın dediği halde Zekai Dede, paşadan habersiz kend isi yaptırtmıştır. Kurukavak 'taki bildiğim iz ev bu evdir, 1284'te yaptırı lmıştı.
Zekai Dede'nin Şah si Evra kından: Filibeli Hasan Sabri Efendi 'nin Zekai Dede'ye Verdiği Dua ve Vefk İcazeti
Revnakoğlu arşivinde yer alan bir başka belge, Filibeli Hasan Sabri Efendi'nin Zekai Dede'ye verdiği vefk ve tesirli duaları okumasına ruhsat icazetnamesidir. Arapça icazetname metninde Seyyid Hasan Sabri Efendi, il nlsahada yaptığı gayretler neticesinde kendisinde kifayet
gören KasımpaşalL Şeyh Ah med ve Abdullah Bagdadi'ye mülazemet ettiğini, hizmetlerind e bulunduğunu, n ihayet onlardan bu yolda icazetname aldığını, yaşlılık zama nlarında yanına gelen Zekai Dede'yle görüştüğünü, onun ilmini takdir ettiğini kaydeder ve kendisinden
icazet iltimas eden Zekai Dede'ye 14 Safer 1296'da (7 Şubat 1879) mührünü de basarak bu . vefk ve dua icazetnamesini verir (242:60):
Eyüp'ün hafızları hıfzlarını daha ziyade Zekai Dede'nin amcası ve hocası "Pepe Hoca" unvanlı Haftı İbrahim Zühdi en Nakşıbendi'den, hattatları da hattı Zekai Dede'ni n babası Hafız Süleyman Hikmeti Efendi'den (ö. 1284 [1867-68]) meşk ederdi. Bu meşk ve hıfılar hep Eyüp Kalenderhane Mektebi'nde hayat bulur. Zekai Dede'nin amcası da, babası da bu mektebin
m ualliml eridi r.
Zekai Dede'nin "kıraat-i Asım üzere lufz-ı Kur'an"ı bu mektebin başhocası olan amcasındandır.
Kalenderhane Mektebi'nde Zekai
Dede'ni n amcası Hafız İbrahim Zühdi: en Nakşıbendi'ni n ve babası Hafız Süleyman Hikmeti Efendi'nin hocalıklarında ikinci silsile de bu iki hocanın müşterek talebesi Hoca Osman Hilmi Efendi 12 Cumade'l-Ula 1335
(6 Mart 1917) ile inkişaf kaydeder. Fahreddin Dede'den başına sikke giymiş, Zekai Dede'den meşk etmiş olan Hoca Osman Hilmi Efendi, La'lizade - Kalenderhane Mektebi'nin evvela başkalfası sonra hace-i evveliydi, aynı zamanda Zal Mahm ud Paşa Cam ii'nin imamlığmı,
Haıret-i Halid Türbesi'nde de Buharf-i
şerif mukarrirliği vazifesini yürütüyordu. Hazretin uzun biyograsini işleyen ve bu şahsiyetin etrafına dair mufassal bilgiler veren Revnakoğlu'ndan kaydettiğimiz şu satırlar Osman Hil mi Efendi'ye dairdir (79:90,99):
Hafız Osman Efendi (Hafız Osman Kalfa) "Başkalfa" "Başhafız" diye de meşhurdu; Eyüp Sultan türbedarı ve Kalenderhane Mektebi başmuallimi idi. Nisbeti ve ilk feyzi Hacı Feyzullah Efendi'dendir.Zekai Dede'nin babası I<aJenderha me Mektebi yazı hocası Süleyman
&
1 ı ı.;..ıt.ı..U J:•.r l'.:"4..•"'!.,ı'J ,:.
-1.ıı>- :..ı..;... •.t.1. ıJJ.,._;r.,, .:.U.r> ,.r'T
... .
' "0'>;""( ..,,_
.s»l •il J<j _, :.,,.. ..l.r.
;. 1
'
t
t
' ·-
Rauf Yekta'nın Esôıiı-i Elhôn'ının kapağı
Hikmeti Efendi'den izn-i ketebe almıştı. Beş yüzden fazla hafız yetiştirmiş olup bunlardan 313'ünün adı mazbuttur. Gayet kerem sahibi, eli açık, cömert olduğunda n "Sofrası meydanda
bir er" diye şöhret bulmuştur. Misafirlerini ekseriya Topçular'daki bağında izaz eylerdi. 12 Cumade'J-ula 1335'te (6 Mart 1917) göçtü.
Hoca Osman Efendi, Eyüp Caıni'-i şerifi nde sol maksurenin içindeki kütüphanenin
haftz-ı kütübü idi. Bunun karşısında sağ minarenin dibindeki diğer kütüphanenin hafız-ı kütübü de İmam Sakıb Efend i idi.
Bahariye şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedeefendi merhum ramazan- ı şeriflerde dergahtan camiye indiği zaman Hafız Hoca Osman
Zek.'ii Dede'nin Şahsı Evrakından: Zekai Dede'nın Oğlu Hafız Ahmed lrsoy'a (ilhamı) Vcrdı ıAşere Okuma icazeti
Efendi'n i n kütüphanesi önüı1de otururdu, bu münasebetle Hoca Osman Efendi ile aralan nda bir dostluk teessüs etmişti; Hoca
Osman Efendi'ye teberrüken sikke giydirmesi de bunda n dolayıdır.
Zekai Dede bi r süre yazı hocalığını yürüttüğü Kalenderhane M ektebi'ndeki vazifesini
meşguliyetleri sebebiyle Osman Hilmi Efendi'n i n kardeşi Hattat Mehmed Receb Efendi'ye terk etmişti. Yine bu mektepten geçmiş olan Hafız Hasan Efendi (Hasan Doğruer) (ö. 12 Ağustos 1958), Zekai Dede Efendi'den şuğul ve ilahi meşk etmiş, Hoca Osman Efendi'den hıfzını tamam lamıştı.
Revnakoğlu arşivinde bu cümleden olarak Zekai Dede'nin el yazısıyla oğlu Ahmed lrsoy'a verdiği bir aşere icazetnamesinin orijina l metni de yer almaktadır (Revnakoğlu, 242:60):
Zekai Dede'nin Ah med Kamil Efendi'yle teması sadece onu n bazı güftelerini bestelemesi, tekkesinde zakirbaşı olması ya da bu tekkede musiki meşk ettirmesiyle de sınırlı değildir. Aşağıda suretin i verd iğim iz
icazetname metni, yılan sokmasına ve zehrine karşı okunacak duanın icazetnamesidir ve bu icazetname Zekai Dede tarafından Ahmed Kamil Efend i'ye veril miştir (205:335):
"Havass-ı Şerif ti-Def'i Semm i'l -Hayye: Nacürni mürni ve tegan1 teyteniiıni ve tegant cintami
ve tega. Bir ademi yılan soksa ol adem gelip ben i yıla n soktu diye haber verdiği anda ol ademe dur denilip hemen bila-tevakkuf balada muharrer olan kelimal-ı şerifeyi evvelinden
ahirine dek üç kerre okuya. Amma ikinci
_,.aı..... .._ ,,,.\ /, J;azj.Ji,1
.,.,;..; tu. """'
s..Ji:"--' 't<-=-»'V-!
..>\.-("' •!.:ı,, ı...J.'nJ.t.1 .
"-i'J.;J.J.y_-;, .........
$oüj ,
:ıt.<, ,;j,1._;:
->1'u'ıl,;,, -.:>:- ,
P_...t. ; ; ,........,
-.c.;._..;;,. '"-1';.
.)\.,t.a .........,1..tY J.\.....;:'fi ..\t.ı
tu,, Jl.i'l•r-ı'
j;_,lı, "'=ıVl'JJ...-.ı'.r.'i'
)l.1..,.,_J.\}.,--i.'i1
j..4 .,;.-J•.:SıUll, ı,_;ı
.,,,ı K>J°J'ô. ' ..S;J
ı->-\.ı;_;\,..i.-oJ '·.w 1dJI
1.:i\lJ' IJ.1.ldU-lj.I
"l; ı... ;..J'--',,.,.ı.;.ı.ı
.Z_,.J J ...ı..;_;J,
ır.1.#.:.ı\;f".;ı ":1"'.''"
_,.,,;..il Y ,
"';..l\.)-o!"iJ \. ..
.-"j .U lj,.\j"il
._:;r ı'Y
.J, .r-:ııı,,. •)./
,..:;.. lö- iı.rı.ı>
'-ı-.r.t.l'
defasında ve üçüncü defasında "n:icürni" lafzmın evvelindeki "na" lafzını okumayı p heman "cürni'; "mürni" diyerek ila-ahiri hi okuya. Am ma şol hale ınülabis ola ki kelimat-ı mezkCıreyi okurken a'zasından bir uzvu kı mıldarunamak yani hareket etmemek lazımdır. Kıraet-i selaseyi tekmilden sonra evvela sağ tarafına ve saniyen sol tarafına birer kerre tüküre,
ondan sonra hareket edip ol ademe git diye. Eğer yılan soktuğu adem hazır olmayıp da biri gelip haber vermiş olursa işittiği anda bilfı-tevakkuf vech-i meşruh üzere okunula.
Ve eğer bir mahalde bir mahuf yılan olup da o mahalle gidilmek ınüteazzir olursa ol yılanı olduğu mahalden nefy ve iclanın tariki balada muharrer olan kelimat-ı
şerifeleri on bir kerre okuyup on i ki nciye gelindikte "Ey yılan, seni şu mahalden
yahut filan mahalden nefy ettim ve sürdüm" [diye.] Bi-iznihi taala ol yılan ol mahalde
bir dahi duramad ığı üstadı mızın üstazı Umurcalı Ömer Efendi'den işitilmiştir ve hem de mücerrebdir.
Keza ahaztü bi-haze'l-havassı es-Seyyid Hafız Mustafa Efendi b. es-Seyyid Mehmed Efendi b. Hoca Mustafa ve hüve ahaze an Fehim Efendi eJ-islamboli ve hüve ahaze
an mevlana es-Seyyid İbrahim Efendi el İslamboli ve hüve ahaze an Ömer Efendi el meşhur bi-Yılancı Ömer Efendi.
Eceztü li -kıraeti hazel-'havassi Hoca Zekayi Efendi el-meşhltr bi-üstazi'J-muslki. Ve ene'I-fakirü'l-hakir Ahmed Kamil b. Osman en-Nakşibendiyyi.
Zekai Dede'nin Şahs Evrakından: Zekai Dede'rıın Ahmed KamilEfendi.ye Verdiği Yılan Sokmasına ve Zehrine Karşı Okunacak Duanın icazetnamesi
J?_,;.'.r.'-> .s»....- ..S:":"_' A(r','j,I Vr U>\.; .j,ı,,_
....:.>W:..>.»}JJ •.J..J>";..;; .:.ı1.1> ...,.f. r.,..1..> v)j}-.ı;ı
, 1\.1,'4.'..!J,":' .:,ı.,.j,' ..r-
r.' ,/ .-- • •
).. li •.J,ı ?.ı: ,,,.;_.'"',.r:,..
JJ,-:>" 1.-.ı,::.1..ı J,ıv\l.' -'.-:.' .i S.:::. <>1.>
..;.\i ..S .J.ü\,:a.' 1.:f.ı;_,ıc:;j':.. '\}ı{
.;,.;; ,, -;,; J..ı....i ...!1-
- _,'j}-!J»;'qs.'v$.i / .'4,l..l_....\;\.'..1
'7.')(s,..V:'__,:,.:.1.> <}.ü_,......:>->'>-fi'-'_::S
;.;w..'&fa _;->'1.u.ı..:...:-; ., /
g ....,.;., ;., ·..!.\).i).' ,_;;.:,:.;...f
ci....f -- _,ı., _.:..h-4..1h ....;...•.J>'
_J.>,)..!J,) .y :.> ..),;J-";-_ ... "'-J}J:,,,.;.
>'•.r/. ..
:<"".. \ - <' ,,
\i.":".J -wp
..;,\.w'<J.ı>)_,_? ,, 1.
('-'-->:1<'
'.jj '-41,,.>,1._.::..s--·.s·w"d
,1;.-1 ,1' ,,,r,.J_•} . "t ;ı.:
->ı:/ · ..> ,.:> ....... 1 ;1.:....-1
. •
'ı.r w. )
\
/ .> 'i.)...::..S-i.J. J
1068
Revnakoğlu'nun istanbul'u
Zeka1Dede'ni n Besteleri
Zekai Dede'nin bir meşkhanesi de, Fatih Sarmaşık'ta bugün de mevcut olan Ahmed KamilEfendi'nin yaptırdığıNakş tekkesiydi. Her nasılsa kaynaklar Zekai Dede'nin hem bu cihetini hem de bu tekkedeki zakirbaşılığını ihmal eder.Zekai Dede'nin torunu
Münir Bey'in doğumu için Ahmed KamilEfendi'nin yazdığıtarih manzumesini de bu temasın diğer bir ciheti olarak kaydedelim.
Dedenin bir başka hususiyeti de güftesi bu tekkenin şeyh ine ait bestelerinin oluşudur.Bestesi EyyGbiZekai Dede'ye ait rast makamında, düyek usullü cemaziye' -ahir ilahileri arasında görülen "Tevbe idelim zenbimize tübtü ilallah ya Allah" matlalı güftenin sahibi gösterilen Şeyh Kamili Efendi, bu tekkenin Postnişini Ahmed Kamil Efendi'dir.
Yi ne sözleri Kamil Efend i'ye
ait "el-Meded pirim efendim el meded - Ben günahkarı kapından etme red" matla beyitli metnin Hüseyni makamında, düyek usulündeki bestesi bu tekkenjJ1 zakirbaşısı Zekai Dede'nindi r (116:248):
Revnakoğludosyalarında Münir Kök ten'den alındığı intibaı veren bir ilahi mecmuasında Münir Bey'ingüfteler üzerinde dedesinin besteledikleri üzerine notlarıyer alır:
\
\
0
Zekciizacle Münir Bey'in Revnakoğlu'na irrızalayarak verdiği güftesi Bursalıİsmail Hakkı'ya, bestesi dedesi Zekai Dede ye aıt suzinak i ahinin metni (242:31)
Zekii ı Dede'nin nesih hattıyla elinden çıkma, sözlen Aziz Mahmud Hüdaı·ve
.;ııl duı.;ık (220:141)
Zekai Dede ve Torunu Mehmed Münir Kökten (Zeka1zade)
Revnakoğlu'nun Zekai Dede'ye dair malumat aldığı kaynaklardan biri, bizzat yan ında
bu lunduğu Münir Kökten'dir (ö. 1969).
Revnakoğlu'nun Zekai Dede'ye dair topladLğL not ve belgelerin çoğu Münir Bey'den intikal etmiş evrak arasındandLr. 13 A ralık 1882'de doğan Münir (Kökten), 1897'de dedesi
Zekai Dede vefat ettiğinde l 5 yaşmdaydı, Darüşşafaka'ya intisabına kadar bütü n çocukluğu dedesinin yanı nda geçti, musikiyi dedesi nden meşk etti (142:300-305):
EyyCıbi Hoca Zekai Efendi'nin torunudur, bu sebeple "Zekaizad e'; "Dedezade" diye
tanınmıştır; Zekai Dede'nin kızı Ayşe SıddLka Hanım'ın oğludur. Bahariye Mevlevihanesi
münasebeti ile saygı ifadesi olarak kendisine "Münir Dede" denilmektedir. Aylnhan, kudümzen, semazen olduğu gibi kıyam
zakirliği de va rdır, hepsi de birbirinden üstadanedir, çünkü musiki bilgisi esaslı ve
kuvvetlid i r. Pek aşıkane olan gü r tavrı, edası kalbe işleyen hazin, gür sesi ise hakikaten benzersizdi. Gençliğinde vücuda getirdiği
birkaç bestesiyle, zengin mahfuzatıyla, yıllardır yaptığı meşkleriyle, yetiştirdiği sayısız talebesi
ile her bakımdan, her manada feyizli, bereketli, mübarek bi r zat-ı şeriftir; im renilecek,
örnek gösterilecek mazhariyetlt!re malik bulunmaktadır. Zamanın ileri şahsiyetlerinden eser geçm iş ise de esaslı ve devam lı meşki dedesi ve dayısındandır. 1300 Saferinde
dünyaya geldiği zaman dedesinin zakir başı
bulunduğu Edirnekapısı'nda Sarmaşık'ta Şeyh Türlü Tckkesi'ni açan Şeyh Ah med Kamil Efendi şu tarihi söylemişti:
Bd rekallfılı lıocamız Hoca Zekai-i ekreme Bir haf id ihsan etti Ceniıb-l Rabb-i /(adir
Sulb-ipakind en gelip Fahri Efendi'ııin lıele Bir nazar etti şecitıne cihana misl-i şlr
Çıktı beşler söyledi milada ttlrflı-i cevheri
Doğdıı dünyaya kamergibiM ııJıammed Cim Münir Sene 2 Snferü'l-hayr cumartesi saat alaturka 8,
30; Kfımin-ı sani 1298 H. 1300.
Zekaizade Münir Bey, Darüşşafaka'da 6. sı nıfta talebe iken M uallim Naci'nin şu kıtasını
karcığar ınakammda devr-i hindi usulü nde bestelemiş ve Muallim İsmail Hakkı Bey
notaya alm ıştır:
Turrc-i sevdiı-penahm dilleriıı kıılllibıdır Çeşm-i rıilıi111i-nigaJu11 canların cezziıbıd ır Gamzeler cellıid müjgfmlar bela peykiınıdır Bir kemiiın ebrıi ki aleın çeşıninin kurbiımd ır
Müni r Dede'nin babası Fah reddin Bey, Latif
Ağa'nın çırağıdır; Muallim İsmail Hakkı Bey'le
birlikte muzıka-ı hümaylına alınmışlardır. Fahreddin Bey sonradan serasker çavuşu olmuş, mülazım-ı sani rütbesini almıştır.
Muzı ka-ı hümayılnda ser-müezzin-i hazret-i şehriyari olan Latif Ağa'dan istifadeleri bu suretle meydana gelmiştir. Sonradan Zekai Dede'ye damat olmuştur. Alafranga notaya vakıftı, flavta çalardı (klarnete benzerdi).
Münir I<ökten'in annesi Ayşe Sıddıka Hanım'ın vefatından kısa bir süre sonra öğrencisi olduğu Darüşşafaka'dan, babası Fahreddin Bey'e
yazd ığı mektup (142:119):
Babacığım,
M übarek ellerinizden öperim. Merhume validem hanım için vecibe-izimmet-i ferzenda nem olan tiltıvet-i Kuran'ı
evkat-ı hamsede eda ediyorum. M amafih şimdiki halde bir hatm-i şerif bizzat kendim hazırladım ve bir de dalıilinde tahsil-i ilm ile mütefeyyiz bulunduğum dershane-i kemtilatta bulunan rüfeka-
yı bendeganem miyanında da ayrıca bir hatm-i şerif okundu. Fakat iki hatmin duaları olmadı, inşallah an-karibi'z-zaman mahalle mescidinde kıraat ettirilecek
olan menkabe-i vellıdet-i Muhaı-nmedi'yi müteakip dualarını ettireceğim. Lakin babacığım, mektebe geldiğim geleli validemin hasret-i iştiyakıfevka'l -had arttı, hergece rüyada görüyorum. Kalbim her an ağlıyor, gönlümden hiçbir zaman valideciğimin hayali çıkmıyor. Hele Jıakk-ı acizanemde olan şejkat -i maderanesini tahattur ettiğim anda sanki kalbime ateşten bir kılıç saplanıyormuş gibi oluyor.
Velhasıl anneciğimin iftirakı şu çirkab-ı dünyada bırakmış olduğu yavrucağmı adeta bir meşale gibi yakıyor. Lakin aşikardır ki bu yaranın merhemini bulmak
gayr-i kabildir. Bu sebepten Cenab-ı Rabb-i
Dergahlar devrinde zakir,mevl dtıan ve miraciyecı, Eyup Bahariye ve Yerııkapı Mevlevihanelerinde semazen. mutrıbda kudumzen ve ayinhan, Daru'l-Hi iifet i'l-Aliyye Medreselerinde ilahimuall mi,askeri müzenin mehter takımında çevgani, mehterbaşı, sarayda ınüezinbaşı,
şimdi musiki muallimi ve bestekar, Beyazıt'ta Saraç İshak Cami'-işerifinin 18 senelik imam ve hatibi,mahallesinin yirmi üç yıllık muhtaıı,Zekaizade E.yyiıbi Mehmed
Münir el-Mevlevi (Daruşşafakal ıMünir Kökten) vaktıyle çektirdiği eski Mevlevi kıyafetiyle (142:120):
mütealden kalbime sabır ve metanet ve ruhumaf erah ve meserret talebindeyim. İşte şu nar-ı ahkaranemi takdir-i sebeb esasen bir kere beher hal ay iz inlerinde hak-i pay -ı devletlerin izeyüz süreceğim, fakat zann-ıacizanemce bu ziyaretle
iktifa edemeyeceğim. Bunun için lutfen hiç olmazsa işbu ay izinleri arasında birgiin olsun yavrnnuzu teşrifınizle miistagrak-ı siirı r ediniz. Ümit ederim ki şu kadarcık
Munir Kok1cn'in babası Fahreddin Bey'e yazdığımektup (142:119)
mülakiıt-ı pederanenizle kalbimin ateşi bir miktar müntafi olacaktıı: Baki can u
cihandan ve leffen muhterem ve mukaddes olan teveccühatınızın kema-kiın bekası müstercadu: 11 Eylül 319 (24 Eylül 1903)
Mahdumunuz Mehmed M ünir
Münir Kökten'in bir dostu na musiki terimleri üzerinden yazdLğı bir mektup (142:299):
Huzür-ı Dil-aray-ı Üstad-ı Keınaltıt-Niluidıma,
Neva-yı süzinak-ı kalb-i müştak,
Beste-izencir-i bezm-ifüyüzat -balışa- yı ülfetiniz olan tilmfz-i dil-keşiden iz ber-mu'tad geçen yevm id-i mülakatta ddire-i meşk-i muallimiınelerinize yüz sürdüm,fakat bedrü'l-kel'nal-i evc- aray-ı cemal-i üstadiınenizle te11vir-i
uyıin-ı iftihar edemedim, nıahzı{n oldum. Nevriiz sandığım gün benim için reybii'l menıi.n oldu. Gülşen-saray-ıferalı-feziıy -ı Fdrabiyiınenize tevcih-i veclıe-i iştiyak ettim, bab-ı kemalat-ınedbmızda asitane-i
niyazda durdum. Sordum, keyifSiz olduğunuzu söylediler. Bu haber-iyes averin sema'ı beni dilhCm etti. Sandım bir siham-ı kaza beynime saplandı, bir zalam-ı
ye'.s Ü ana etrafımı kapladı. ogün tasdi'den
hazer ettim. Huzur-ı revnak-nemanıza ber-veh-i usul yüz süremedim. Pay-ı ihtiramınızı takbil ettiğimi bi'l-ınukabele söyledim, müfarakat ettim. Neden?
Sanki naygibi neyistftn-ı vatandan Cangibi hamile-i tenden
Ah ogün sünbüle-i feyz-i ta'lim-i dül güşay-ı üstadanenizden müstefid
olamadım, elhtın-ı şevk-efzanızı işitemedim, bt-zevk-i tarab avdet ettim. Şimdi kanun-ı uşşak muktezasınca rebdbgibi ağlar, keman gibi inlerim. Sizin hayal-i heva-yı musikar pesendidenizle imrar-ı Leyal ediyorum, seherde vezani-i sabadan peyam -ı vefa bekliyorum. Ah nagamftt-ı rahatfezanızı özleyip nüvid-i
Kim safa bulmazodil-keş nagme-i mestiıneden Hangi can ayrılmak ister öyle bir candneden
Nagmen i'la etti rabbanilerin efkarını Söylesen kimdir dehanından ezel esrarını
Lerze versen çok mudur ecsdnıa gıiyay-ı rdz
Ta ebed ervtiha sazındır medar-ı ihtizaz
Üstad, ey lem'a-bahşay-ıfuad , hemişe hiınende-i dua-yı afiyetinizim. Devam-ı
ömr ü sıhhatiniz biıb-ı icabet-gah-ı ilahiden yegane suz-i dil ile niyaz-ı müştakanemdü:
Baki elhtın-ı sa/anız her-devam olsun. 4 Kimtm-ı sani 322
Tilıniz-i hakiriniz Mehmed Münir
Münir Kökten'in Revnakoğlu'na yazdığı mektup ve gönderdiği fotoğrafı (142:132):
-
Münir Kökten, Mehterhanede.
ALTI NCI GÜZERGAH 1073
Ya Hazret-i Cemaleddin Scrveı;
Ulıı Tanrı ııe so11rafalır -i 11übüvvet ve daftCl sonra pfr iın-ı azizan size ve emsalinize sıhl1nt ve selamet vefakire de imdat ve inayet bııy ursun.
Ey azizim, beninı larilıi melıterde çıkardığı111 resmi hemen ftb-ı lıayat vererek ehl-i levlıidi sulayan lıazrete bırakmanızı ve lıazretindefakirhaneye atıvermenizi
ehe111111iyetle rica eder; gözlerlnlıden öperim. Ben hazrete anlrıtmış idim, Gaziantep'te leşekkiU ede11 musiki cemiyetinden istediler, oraya bir kopyasını göndereceğim, acele isterim. Eyvallah, htı dost. Aşk u niyaz olsun.
Faktrü'l-Jıakir M elmıed M ünir S Ocak 1952
Şeyh Türlü Tekkesi'nde ve Diğer Meşkhanelerde Zeka1zade Dede'den Yetişenler
Yukarıda bu tekkenin aynızamanda Zekai Dede'nin meşkhanesi olduğunu kaydetmiştik. Umumiyetle Zekai Dede'nin Eyüp'te Şah Sultan Tekkesi mahfilini meşkhane olarak kullandığını Suphi Ezgi,Nazari veAmellTürh Musik isi'nin girişinde kaydeder.Burada Zekai Dede'den tekkenin şeyhinin oğlu Burhaneddin Efendi, damadı Avni Bey, Otakçılarlı Ahmed Efendi, Kemençeci Arif Ata Bey, Hafız Aziz Efendi,Suphi Bey, Ahmed Avni, Kanuni Hacı Arif,Üsküdarlı Hanende Hüsameddin ve Rauf Yekta musiki meşk ediyordu.
Hattat Hacı Emin Bey:
Revnakoğlu notlarında Hariciye Nezaretf umOr-ı şehbenderiyye kalemi mümeyyizi,aynı zamanda Fatih - Kocamustafapaşa Askeri Rüşdiyelerinde hüsn-i hat ve Osman lıtarihi muallimi olan
Hattat Hacı Emin Bey'in bu tekkede Zekai Dede'den musiki meşk ettiği kaydedilir,bu notu ilave ediyoruz (85:159):
"Hattat Hacı Emin Bey (85:159), "Hacı Bey'' derler, musikide usta idi. Hususi meclislerde, bilhassa Beylcrbeyi'nd e Mabeyinci Hacı Tevfik Bey'i n yalısında daire elinde fasıl
idare ederdi. Şeyh Türlü Derga hı'nda zaki rli k de etmiş ve orada Zekai Dede'den meşk eylemişlir. Mevleviyye'ye mensuptu (Yenikapı
Mevlevihanesi'ne). G::.ıyet şık ve temiz giyinirdi; kal ı psız fes giyer ve kul:ıklarına kadar çekerdi, mevsime göre şemsiyt' taşırdı. Gayet yakışıklı, al yanaklı, vücutlu, gösterişli, gayet nazik, hoşsohbet sevimli bir adamdı. Çok eli açıktı.
1929'da seksen dört yaşında göçtü.Edirnekapı dışında Mısır Tarlası'nda yatıyor. Bekar vefat etmiştir."
Şeyh Cemal Efendi:
Meşhur musikişinas Şeyh Cemal Efendi (Şeyh Hafız Mehmed Cemaleddin Efendi) de bu meşke devam edenlerdendi. Cemaleddin Efendi, Sultanahmet'te Orman ve Maadin Nezareti muhasebe kaleminde memurdu; Kasımpaşa'da Küçük Piyale Camii ve mahallesi imamıydı, Küçük Piyale Tekkesi (Paşmakçı Tekkesi) şeyhiydi de. Zakirbaşı ve meşk hocası da olan Şeyh Cemal Efendi,daha önce Unkapanı Yeşiltulumba'da Rifaiyye'den Şeyh Halim Efendi Tekkesi'nin şeyhi Mustafa Efendi'den hilafet almış, bu tekkenin en son zakirbaşılığınt yapmıştı.Şeyh Halim Efendi Tekkesi'ninşeyhi Mustafa Efendi'ninvefatından sonra kızının çocuğu Cemal Kıpçak Bey'e de niyabet etmişti (229:434-38):
Devrinde mektep sahibi kuvvetli bir zakirbaşı
ve musikişinas olan Şeyh Cemal Efendi, Eyyıibt Hoca Zekai Dedeefendi'nin meşhur olmuş çıraklarındandır. Zekai Dede'nin Ed irnekapı'da Sarmaşık Şeyh Türlü Tekkesi'ndeki meşklerine her hafta devam etmek suretiyle yetişmiştir.
..:,,.:- ;.,, {1..,•. .,,
•• ,_ ;.,, ıf-.'..
.: J .... .,.; .. ,,.-:,.
r- ;.,,.
• ' t' /
.,.. r-·:,,' ·.1- ·I".>. ·..- ıh r_.;._ ,,, w ,, - CSN; .,. (."' '1"*
'=- .,...."".. j,.,,, ... ···.:...., ····'1 .,.,.• ,,... 1..• r .,:...ı..rc>.,-·'.".. · ...;:.;,. _..J,' ,r ""' '.
Beste, şarkı, nakış, kar-ı natık, bilhassa şuğul
j..J-! ·-..,... ,l>,,j,,•,; r•...-- çı.ı•: ,·· ·
.r-•.•
, ,/':- ,, -•:'·.
,' .· "'·-..c ,J., =::(-.-. :
v durakta zengfo mahfuzatı vardı; kendisine
''şuğul küpü" derlerdi.
1 ...f'J.,Y, • .r,- .;, "'..., ... v.,. .- ,ı,!. ,.;.:,- - -- ;;;.... J "' "'· J' . /
ı .. . ." "' .. - 1 ., • '-u'-- _..,;._
;,r.r;-: u:n• :4'1> ,.-; .- 1. - JJI' .,,....- # / .. ,,_ "'<' "°'
.j...· . .. u ,.ı:;,,... . . ' . ,. ,,. . • r'
....... -(. ı;. . ,
istanbul'u n Kadiri-Rira'1şeyleri içinde irfanlı
·. •{.
p ..,., .j;":' ... . J,,M.> •
ı;;.. ..:;._1
şahsiyeti ile de temeyyüz etmiş faziletli,
· ./w- ·· :>/.>- <'--'• .,v .A/ ( • "! ., ,,,... v.· .,. .,> -.,;,,p .;.;., _ _...
,,,;,.-,;';.. ,,,,,J,· f't!>. :.' - ":, .,,, ;..• .,.1,.. .. ..,...'=' .;1,.. ... · •...'r ·· - •.. J ,,,.,.·
müeddep bir insandı; bilgisinden daima
,iM..·.' ,, _,..
.... • ...
\ııo - d • / ·r'ı'
P,,.• ,,. ;
• '1 • , •• •
J -"' "=• "1 . '>' r-1. : "' . .·
istifade edilirdi. Zamanın zakir, hanende ve
,,/ J l.!J •· . -' "':.' -'•/r $.·· . ..,,._'. 'f""":.0
... .:
r "" ... .,_'
.'· .J'·..: -
musi kişinaslarmdan birçoğu Şeyh Cemal Efendi'nin Fatih Aşıkpaşa'da Tahi r Ağa Tekkesi'n deki derslerine, meşl<lerine devam ederek bir hayli müstefit olmuşlardır. Hafız Sadeddin Kaynak, onun kıymetli arkadaşı üstat mevlidci Hafız Kemal Gürses, Kemani
Reşat Bey, Şefhanende Arap Hüsnü, Tanburi Ercümend Batanay'ın babası yine Tanburi Hafız KemaJ Batanay, Sadi Hoşses, ilim
adamları mızda n Vesiletü'n-Nectit sahibi Hüseyin VassafBey gibi değerli şahsiyetler bunların arasında sonradan şöhret yapm ış kıymetlerdendir.
k,, .ç-, .;( ı; .- " ;!:- J ' / ·tt
, .../·ı
,I'
..
r-ı:-
_, . ... .: , .. .:..., --:. .:,, _,1,1 ..:;_.;
,,.:..,,,r- .,, ·.. .:-./
Kasımpaşa'da Küçükpiyale'de önce Bayramiyye'den, sonra Kadiriyye 'den olan Paşmakçı Ali Dedeefendi Tekkesi'nin son postnişini bulunması dolayısıyla "Küçük Piyale Şeyhi" diye de tanınmıştı. Şeyh
Cemal Efendi 1937 yılında göçtü. Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığ ı'nda baba sı Müderris Hafız A bdülkadir Efendi'nin koynunda yatıyor.
Kitabesi hala konulmamıştır.
Şeyh Cemaleddin'in Sirkeci itfaiye amiri olan Yeğeni Hakkı Ergün, Revnakoğlu'na (mektupta Revnakoğlu için "Cemaleddin" yerine "Kemaleddin" deni iyor) mektup yazmış, dayısını anlatmıştı(229:422-23):
HJkkı Ergün'den Revnakoğıu·na (229: •22)
Kemaleddin Bey kardeşim,
Evvela seltim tabiidir, her ne kadar birbirimizi tanımıyor isek de inşallah teşrfinizde uzun boylu konuşuruz. Kemal Bey, gelelim dayımın meselesine: Muhsin Bey'Le konuştum, httl-i hazırda bildiklerimi mufassalan sizlere bildiriyorum. Dayıın Hafi z M elınıed Cemaleddin Bey, Kasmıµaşa'da Küçük Piyale Cfınıi '-i sagir irnamı idi, bundan tahmine11 on beş sene evvel vefat etti. Eviııde haftada iki ile
iiç gece talebelerine ınusiki dersi verirdi. Talebeleri ınerlıunı Hafiz Kemal, Hafız Sadeddin (şimdiki Sadeddin Krıyııak), Deli
ALTINCI GUZERGA H 1075
Hafız, Ankara radyosunda bulunan Sadi Hoşses, Hafız Mecit, daha birçok yüzlerce hatta binlerce talebe yetiştirmiştir. Sonra kendisi lıer hafta Unkrıpaııı Yeşiltulumba Tekkesi'nin şeyhi öldüğii için yerine şeyh vekilliği deyapt ı. Sonra her haftrı içinde Sütlüce'deElif Efendi Dergdlıı'nda orada ayin okur idi. Dayım mnlıalle imamı olduğu lıtılde Küçük Piyale'de Başmagl
Ali Efendi Kadiri Dergahı'11da da şeyh idi. Bütün büyük camilerde mevlid okunduğu zaman ildhlli olduğıı zrıınaıı kürsünün alt11J da oturur. yirmi otuz kişiye el ile tempo tutarak beraberce ilahi okıırlar
idi. Hafız Kemal ve Hafız Sadeddin'e cviııde ırıevlicl okuma talim ettirir idi. Dayıın evvelce mevlidlıôn idi. Velhasıl çok talebeler yetiştirdi. Kendisi be.çtekfırdı ve aynı zamanda musiki muallimi derlerdi. Başmızı ağntmayayım, teşrif ederseniz görüşürüz, baki selam ve hiinnetlerimle...
Kanber Dede
Zekai Dede çıraklarındandır. Kulekapı
Mevlevi hanesi çilekeşleri ndend i. Şeyh Ataullah Efend i'nin postnişin bulunduğu yıllarda Mevlevihanede kudümzenbaşılık etmişti.
Uzunca boylu, seyrek sakallı, z:ıyLf bir zattı.
Bazen müezzinlik de yapardı, iç ezanı okurdu; na't-ı şerif okuduğu olmuştur.
Duba Mehmed
Duba Mehmed (Duba Hafız), Celvetiyye tarikatı şeyhlerinden Mısırlı Şeyh Hafız Yusuf Efendi'nin oğludur. 1280 ta rihinde Fatih'te
doğmuş ve Fatih medreselerinde tahsil etmiştir. Uzun zaman bahriye tabur imamlığmda bulunduğu için "bahriye imamı" derlerdi.
Yusyuvarlak, tostoparlak bi r zat olduğundan daha ziyade "Duba Mehmecl':"Duba Hafız" diye tanınmıştı, asıl ismi olan "Hafız Mehmed
Kasım"ı hemen hiç söylemezlerdi, "Hafız Mehmed Efendi" derlerdi.
Eyyiibi Zekai Dede'den yetişmişti, bütü n il:lhi ve ayin-i şerifleri ondan geçmiştir. Bedeviyye meşayi hi nden Kasımpaşalı Şeyh A bdülha l im Efend i'den de ayrıca meşki va rdır, kıya m
ilahiler i ni n bir kısmını, mersiye ve duralda n Şeyh Halim Efendi'den öğrendiği için onun tavrında okurdu, bunun için mersiye ve durakta üstün bir şöhreti vardı. Tallı sesiyle kalbi miyanlar gösterir, on kişi okuyormuş gibi okurdu, bilhassa kıyamda ve yüksek perdelerde kubbe doldururdu.
Babası Celvetiyye'den bulunduğu halde kendisi Mevlevllik'e girmişti. Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Salahaddin Efendi'ye intisap
eylemişti. Bahriye imamlığından sonra Uzunçarşı'da, şimdi kapall bulu nan, Atik İbrahim Paşa Camii hatipliğine geçmişti.
Şeyh Osman Salahaddin Efendi'ni n
zamanında Mevlevihanen in kudümzenliği ne getiri ldi. Üsküdar Mevlevthanesi'nde, Konya Ka ra manı'ndan gelme Ferruh Çelebi'nin
ni yabeten postnişin bu lunduğu tari hlerde kudümzenlik etti. Kasımpaşa ve Ba hariye Mevlevihanelerinde de yine kudümzen, ayinhan olarak vazife gördü. Nihayet İstanbul'da merkez Mevlevihane bilinen Kulekapısı-Galat::ı Mevlevih::ı nesi'ne geçti, Kudümzenbaşı Raif Dede'ni n vefatından
sonra onun yerine aynı Mevlevi ha neye kudümzen başı oldu. O zaman postnişin Ama
ve Kanuni Ataullah Efend i idi. Kendisinden sonr::ı yi ne Zekatzade çırakları ndan Teşvikiye müezzinb::ışısı Hafız Şükrü Efendi, sonra Hopçuzade Hafız Şakir Efendi kudümzenbaşı olmuşlardır.
Zakirliğj ve zakirbaşılığı da kuvvetli idi. Üsküdar Ahmetliye şeyhi Şevki Bey'in vefatından sonra Beşikt:aş'taki Yahya Efendi
Tekkesi'ne zakirbaşı oldu ve bu yıllarca sürdü. Kocanı ustafapaşa Sünbül Efendi Hankahı'nda yi ne uzun zaman zakirbaşılığı vardır. Eyüp'te İslam Bey, Selami Tekkesi, Hasib Efendi;
Kasımpaşa'da Türabi Tekkesi; Fatih Aşıkpaşa'da Seyyid Velayet, Tahir Ağa, Karasanklı, Çırakçı; Şehzadebaşı'nda Müştakzade, Helvayi
Baba; Bahçekapısı'nd:ı. Yıldız 'da, Aydınoğlu Tekkelerinde y ıllarca zakirbaşılık etti. Devrani - kıyamt zakirliği de bi rbiri nden üstündü.
Çok ilahi bilirdi. Bir okuduğunu bir daha okumama k suretiyle zik ri llzun müddet idare ederdi, idaresi cemiyetli idi. Diğer zakirler tavır kapnıuk ve eksiklerini tamamlamak için ona gelirlerdi. Neşeli, şakacı, daima güler yüzlü, sarışın, sevimli bir zat idi.
Birden zatürreye yakalandt, bir hafta yattı. 9 Ka nu n-ı evvel 1333 tarihinde 53 yaşında iken vefat etti. Edirnekapı dışında Bektaşiyye'den
Emin Baba Tekkesi yakı nları na gömüldü, taşı var.
Hafız Süleyman Efendi(Deli Hafız)
Zakir, ayinhan, duag ı, Şehzade başimamı Hafız Süleyman Efendi, Eyüplü Zekai Dede'nin çıraklarından ve Hazret-i Nureddi n Asitanesi şeyhi Galip Efendi'nin halifelerindendi r.Karagümrü k'te otururdu.
Yenikapı Mcvlevihanesi muhibbanından idi. Kendisine "Deli Hafız" derlerdi. Hıfzı kuvvetli, Kur'an-ı kerim tilaveti gayetle güıel, dualan da m uvaffakiyetli olup du r:ı kta ve tak simde yekta idi. Şeyh Türlü 'de, Kesmekaya Tekkesi'nde
zaki rl iği vardı. B::ıhari)ıe ve Yenikapı
Mevleviha nelerinde mutrıba çıkar, mukabele-i şerifeden sonra gayet tiz perdeden aşr-i şerif okurdu. Ekseriya sikke- i şerife iksa ederdi.
Fazla yemesi nden ve turşuya düşkü n olmasından "Turşucu Süleyman Efendi" derlerdi. Diğer meşhur Turşucu başkadır. Çok
-
yaşlı vefat etmiştir. Son demi nde "Meded Allah sana sundum elimi" ilahisini okumuş, "Bizi oJ dost Muharnmed 'den ayırma" dedik ten sonra bir · ıah!" sayhasıyla hemen intikal eylemiştir.
Hafız Abdülaziz Efendi
Hafız Abdülaziz Efendi, Eyyubi Zekai Dede'nin şöhret yapmış çıraklarındandır. Musikide ve zakirlikte büyük iktidarı vardı. Ortaköy Canıi'-i şerifinin uzun müddet ikinci imamlığında
bul unduğu için "Ortaköy imamı Aziz
Efendi" derlerdi. Kendisinden pek çok talebe yetişıniştir. Harb-i umumi içinde vefat etti. En son zamanlarda Bahariye Mevlevihanesi'ne ayinhan olmuştu.
Meşhur Balat imamı Hasa n Efend i de Zekai Dede'ni n çırakla rı ndandı, onu ve m u hiti ni ima mı olduğu Kasım Gü nani Ca mii'nde ele ald ı k.
Zekai Dede'ni n Eyü p m uhitinde halkasından geçmiş birçok çırağı vard ı. Revnakoğlu
bu nla rdan bazılarını toplamıştı:
Arap Şükrü
(Şeyh Hafız Ahmed Şükrü Efendi)
Eyüp Takyeci Mahallesi'ndendir. Helvacı Sokağı'nda oturan, saray mensuplarından Hacı A h med Efcndi'nin oğlud ur. Habeşe olduğundan "Arap Hafız Şükrü Efendi''
derlerdi. Kalenderhane Mektebi'nde okumuş, Pepe Hacı Hafı z İbrahim Efondi'den hafız olmuştur. Sonnı Sultanahmet Ahırk:ıpı Dikimh anesi'ne girm iş ve oradan mezun olmuştur.
Kalenderhane'deki ta lebel iğinden beri birçok ilahi geçmiş, esaslı olarak Zekai Dede'den meşk etmiş, istidadı sayesinde yükselerek
Eyüp zakirleri arasında şöhret sahibi olmuştur. Mevlid ve mersiye okumakla tanı n mışt ı.
ALTI NCI GÜZERGAH ıon
Kendisine mahsus bi r t:ıvrı. güzel bi r edası ve ahenktar bir sesi vardı. Tekkelerde zikir esnasında ve bilhassa cemiyet günlerinde aranılan, beklenilen kimselerden bi ri
idi. Zakirliğini hemen daima fahri olarak yapar, mukabilinde hiçbir şey almazdı. Can vererekten okuduğu için aşıkane okuyuşlan kalbe işlerdi. Gelibolu lu Şeyh Baki Efendi tarafından istihlaf olundu (12 Mart 1338).
Güler yüzlü, gönülsüz, tahsil terbiye sahibi efendi bir insandı, çok da nekre idi.
H:ıfızasında bir hayli ilahi vardı. Yazıcıoğlu mersiyesin i pek iyi okumakla beraber tekkelerde okunul m:ısı adet olmayan başka mersiyeleri de ustal ıklı okurdu. Eyüp'te bütün tekkeleri dolaşı rd ı. Z:ık.irlik ettiği başlıca tekkeler: Eyüp islarn Bey, Şt>yh Selami, Şeyh Murad, Hasib Efendi, Vezir Tekkesi, Balçık, Ümmi Sinan, Baba Haydar, Taşlıburun, Şah Sultan, Sertarikzade, K:ısımpaşa'da Eburrıza, Yahya Kethüda.
31 Mayıs 1932'de vefat ettiği zaman 60 yaşında idi. Eyüp Şehitliği'ne sırlandı.
Oğlu pol is emeklisi Kenan ile refi kası İğneci Müzeyyen Hanım, l<urukavak Caddesi'nde Zek:ii Dede Sokağı'nda 13 nwna rada oturuyorlar.
Şeref Efendi
Ey üp ve çevresi nde ta nı nm ış, geniş şöhret yapını.ş ıakirbaşılarırıdarıd ır. Akarçeşrne'de Cezeri Kasım Paşa Cami'-i şerifinin müezzini idi. Çömlekçi M:ıhaJlesi'nde oturuyordu.
Zekai Dede'nin birinci sınıf çırakları ndandır. Ayrıca Hacı Hafız Efendi'den istifade etmiş, Taşlıburun Tekkesi'nde uzun zaman onun peyrevliğiru yapm ıştlJ". Derinden gelen kalbi bir sesi vardı, usull ü, ahenkli okurdll.
Kasunpaşa'da Sa'diyye'den Ciğerim Dede Tekkesi'nin son şeyhi Halil Cem:ıli Efendi kaymbabası olduğundan Sa'diyye tarikatına girmişti, ondan teberrüken istihlfif ed.ildi. Eyüp ve çevresindeki tekkelerin çoğundan başka kayınpederinin tekkesi olan Ciğerim Dede'de, Kubbe Tekkesi'nde, bilhassa Şeyh Selami Efend.i ve Taşlıburun Tekkelerinde uzun müddet devam etmiş olan ıakirliği, zakirbaşıhğı pek rnuvaffakiyctli geçmiştir.
Zekai Dede'den Mevlevi ayinleri de alm ış olduğundan Bahariye Mevlevihanesi'nde mutrıba geçer, yinha nlık ederd i. Burada kudümzcnbaşı bulunan hocası nın oğlu Zeldlzade Hafız Ah med İlhami Efendi'nin Rarnazan-ı şeriflerde Mevlevi hanede kıldırdığı teravi h namazları nda her dört rekatta okunan ilahilerin idaresi ve müezzinlik vazifesi daima Şeref Efendi'ye aitti.
Kendisinin meşklerinc devam eden gençler ve hevesliler ondan esaslı eserler geçm işler kendileri de göze ça rpan k ıymetli birer zakir olmuşlardır.
Gayetle halim selim bir zat olan Şeref Efendi'n i ıı çok da zarif, kibar halleri va rdı. Enfiye düşkünü olduğundan yanından ayırmadığt koca man mendil ini cebine koyar
ve çtkaruken zarafetle açar ve katlardı. Enfiye tiryakiliği o derecede idj ki tevhid hanede bile onu çekmeden okuyamaz ve hatta şaşırmadan konuşamazdı.
Yetmiş üç yaşına gelm iş bulunduğu halde sesinde, edasında hiçbir değişiklik olmam ıştı. En tiz perdeden okur, saatlerce zikri idare eder ve yollarda bir delikanlı gibi yürürdü.
Hafif yapılı, orta boylu, sakallı, pek sevim l i, hoşsohbet bir zat idi. Dai ma evliyaullah kisvesiyle geıerdi. Vefatı dergahları n sırlanınasından sonradı r.
Akarçeşme'de Çömlekçiler 'de Takyeci M:ıhallesi'ndendir. Defterhane senedat k:ılemi katipliğinde bulundu . Her sabah Eyü p'ten Defterhane'ye şemsiyesi kol tuğunda yayan
ola rak gelir giderdi. Kibar ve çok nazik, yavaş yürüdüğünden ''Çimenezınez" demişlerd i.
Zeki! Dede'den yetişenler arasındadır. Birçok ilahi, şuğul.durak ve ayin-i şeriften başk:ı yalnız Zekcii Dede'den 35 fasıJ geçmişli. Musiki bilgisi kuvvetl i olduğundan bu eserleri çok saglam okurdu. Bahariye Mevlevih:ınesi'ndeki aylnh:inlığı, Eyüp tekkelerindeki kıyaıni zakirliği gösterişsiz olmakla beraber
rnuv::ıJfaki yetli geçmiştir. Zaten zayıf, nahif bir zat olduğu nda n değerli şahsiyetine ve bilgisine rağmen dikkati zakirler arasında çekem.emiştir.
Bununla beraber Eyüp Cami'-i şerifinde
okud uğu mukabelelerde kalabalık bir cemaati vard ı. Aynı cami'-i şerifte yıllardı r yaptığ ı cuma devrh:lnlığı da alaka ile takip olunurdu.
Tekkelere entari ile gelirdi; zikre girmekten de hoşlanırdı. Merhum Doktor Osman Şevki Uludağ, Hafız Ali Efendi'nin Bahariye
Mevlevihanesi'ndeki meşklerine uzun bi1·süre devam etmiş, ondan hakkıyla feyizlenmiş Olanlardan biridir.
HaCl Bey
Mevleviyye'den Hacı Mehmed Emi n Bey'dir ki hattat ve musi kişinastı. Hususi meclislerde
bil hassa Bcylerbeyi'nde Mabeyinci Hacı Tevfik Bey'in ya.tısında daire elinde fasıl idare ederdi. Şeyh Türlü'nün dergahında Zekai Dede'den meşk etmiş ve oranın zaki rliğinde bulunmuştu.
Hariciye Nezareti umlır-ı şehbenderiyye kalemi mümeyyizi ve ayıu zamanda Fatih, Koca M ustafa Paşa Askeri Rüşdiyelerinde hüsn i hat ve Osmanlı tarihi muallimiydi. Kıl ıççı Tekkesi ailesindendir. 1929'd:ı 84 yaşında göçtü, Edimekapı'dadır.
Hafız Ahmed Sabri Efendi (Özsanay)
Aslen Plcvnelidir. Eyüp İslam Bey Bedevi şeyhi Hafız İbrahim Efendi'nin bacanağı idi. Eyyübi Zekai Dede'nin çıraklanndand ır. İstanbul kadılığında memurdu. 1324'teki um umi teftişte açıkta kalarak Eyüp - Burgaz nahiyesine bağlı Kısırmandı ra köyü muaUimliğine geld i. Köy camiinin imamlığını da yapıyordu. 1335 yılına kadar burada kaldı, sonra ayrılarak Galata'da Kemankeş Mustafa Paşa Camii'ne (oğlu Bahaeddin Mükerrem Efendi şimdi bu c:irni'-i şerifte müezzinlik ediyor) imam oldu. 28 Haziran 1945'te bu vazife üzerinde iken vefat eyledi, 68 yaşı nda idi, Bahariye Mezarlığı'nda yatıyor.
Eyüp'te başmektebin başmuallimi Hafız Akif Efendi'den hafız olmuştu. Eyüp dergahla rının bir kısmında , hususiyle İslam Bey Bedevi Dergalu 'nda uzun m üddet zakirlik ve zakirbaşılık etmiştir. I<üplüce 'deki Hafız Şevki, pederi idi.
Zakirliğindeki ustalığı, ziki r idaresindeki örnek başarısı dolayısıyla hocası Zekii Dedeefendi'den herkesin içinde takdi r ve teveccüh görürdü. Zekai Dede zikir sı rasında tevhidhaneye usulca girer, yan maksurelerd en bi ri ne oturur, Hafız Ahmed Efendi'yi iftiha rla takip ve tetkik eder, sonra da sohbet odasında
ona karşı açıkça takdir ve taltiflerde bulunurdu.
Hafız Ah med Efendi. İslam Bey Bedevi Tekkesi'ni n mukabele günü olan cuma gün leri sabahleyin erkenden dergaha gelir, zikre devam eden tekkeni n zakirleri ne, dışarıda n isteyenlere ilahi meşk eder ve zikir usul leri ni öğretirdi. Eyüp zakirlerinin çoğu, bilhassa kıyam ilahilerini, ktyam şuğullerini esnslı olarak öğrenmek için cuma sabahları İslam Bey Bedevi Dergahı'nda Hafız Ahmed Efendj'nin önünde toplanırlardı. Bu nları n arasında Zekai Dede'ni n bizzat gönderdiği
hevesliler de bulunurdu. Hususiyle İslam Bey Bedevi Dergahı'nda Tanta'daki pir makamı usulü ne göre yapıla n zikirde okunacak ilahi ve şuğulleri Hafız Ahmed Efendi'den geçmemiş, öğrenmemiş olanlar İslam Bey Bedevl Tekkesi'n de zakir postuna oturmuş olsalar bile buraya mahsus olan zikir ta rzınt ve zakirliğini beceremezlerdi.
Eyüp ve çevresindeki tekkelere hususiyle İslam Bey Bedevi Dergah ı'na her hafta intizamla devam eden ıakirlerden mesela Babıali ketebesinden Eski-Yenili Şükrü Paşazade
Ali Bey, Evkaf cebal mü meyyizi Cemal Bey, Ad liye dairesi şefleri nden Nahid Bey ve kardeşi Halid Bey, Sultan Abdülmecid'in seccadecibaşısı Hafız Ali Efendi ve kardeşi Bahriye binbaşılarından Hafız İsmail Bey, dergh ı n mensuplarından Bah riye yüzbaşısı
Kemal Bey, Posta-Telgraf Nezareti muhaberat dairesi memurları ndan Hafız Şevki Bey (şimdi Küplüce müezzini), Kadiri yye'den Keresteci Hafız Mustafa Efendi gibi Eyüp tekkelerinin zaki rleri arasında göze çarpan şahsiyetler bu sahad:ıki bilgi ve kabiliyetlerini Hafız Ahmed Efendi 'nin usul derslerine devam etmek suretiyle ilerletmiş ve genişletm iş kimselerdi.
Hafız Şükrü Efendi
Zekai Dede'ni n tanın m ış çı raklarından ve Eyüp'ün yerlilerindendir. Muhlis Paşa Caddesi üzerinde Dülbentçi Sokağı'run içinde çıkmaz bi r sok:ık ol:ı n Zemzem Sokağı'nda otururdu.
Evkaftan emekli Sami Bey ile eski Eyüplülerden Çiçekçi Yusuf'u n evinin arasındaki ahşap ev (yeri halen arsadır) kendisi ne ai tti. Sonradan buradan ayrıldı, İskele Caddesi'ne geldi,
Kaptan Paşa Camii karşısında bir yalt )'aptırdı. Şimdi bu yal ı Keresteci H:ıcı Osma n Efendi'ni n damadı Nalbur Mazhar'ın üzeri nde bulunuyor.
Zama nının sayılı mevlidcilerinden biri olan Hafız Şükrü Efendi mir:ıciye okumak ve
öğretmekte de ün salmıştı, hele kudürnzenl i.kte üstat payesine erişmiş bulunuyordu. Sultan Reşad'ın zamanında saraya alındı, hünkar mevlidciliğine kadar yükseldi. Sarayda,
huzurda hünkar ınevlidini daima kendisi okurdu. Mevlid-i şectfin eslfıftan gelen klasik tavır ve usulünü meşhur Said Paşa imamı Rıza Efendi'den meşk etmiş, miraciyeyi Bahariye şeyhi Hüseyin Fahreddi n Efendi'den
geçmişti. Bundan başka Kadirthane zakirbaştsı Hopçuzade Şeyh Ali Rıza, Zekaizade Hafı z Ahmed Tahir llhfuni, I<ulekapısı neyzenbaşısı Hacı Em i n Dede, Yenikapı Mevlevlhanesi kudümıenbaşısı A h med Hüsameddin Dedeefendiler gibi zamanının belli başlı şahsiyetleri ne devam ederek onlardan çeşitli tavırlarını elde etti. Koca Mustafa Paşa
Hankahı zakir ve müezzi ni Fehmi Efendi'den de unuttu ğu kısı mları tekrar geçerek
kuvvetlendirdi.
Kısa süren bir peyrevlik müddetinden sonra göze çarpan değerli bir miraciyeci oldu.
Kafadan gelme çok tiz ve ince bir sesi vardt. Musiki bilgisi geniş olmamakla beraber usule dikkat eden ahen kli güzel okuyuşları
yüksek perdeli hazi n sesi ile hemen tutu ndu. lstanbul Mevlevihane ve tekkelerinin çoğunda yıllarca ınevlid ve mi raciye okudu, bilhassa Yenikapı Mevlevihanesi'nin miraciyeleri ni
son zamanlarda hep Hafız Şükrü Efendi okurdu. Ayinhanlıkta da şöh ret yapt1. Yenikapı Mevlevihanesi mutrıbında hocası Zekruzacle Hafız Ahmed jJhami Efencli'ni n karşısında peyrevlik ile başlayan kudümzenliğin i de
aynı şekilde ilerletmişti. Gösterdiği büyük liyakat dolayısıyla etrafının takdi rleri ni kazanıp az zamanda başa geçen simalar arasına k:ırıştı. l<uleka pısı, Üsküdar ve
Kası mpaşa Mevlevihaneleri ne aynı zamanda
kudümzenbaşı oldu, tekkelerin sırlandığı
ta rihe kadar bu vazifelerin başında bulundu. YıUar boyu devam ettiği Teşvikiye Cami'-i şerifi rnüezzinbaşılığını hayatının sonuna kadar bırakmadı.
Eyüp KaJenderhanesi Mektebi'nde meşhur Hoca Osman Efendi'den hıfza başlamış, hafız olmuş, aynı mektepte muallim bulunan Zekai Dede'den bu münasebetle meşk etmiş, ondan şarkı ve besteler de geçmişti.
27 Temmu z 1929 tarihinde göçtü, Maçka Kabristanı'nda yatıyor. Uzun boylu, tatlı esmer, çekici hallere sahi p, güler yüzlü, sevimli bir
insandı. Çok hafif sakallı idi. Oğl u Osman. Beşiktaş'ta oturuyordu.
Halid Bey (Şenlik Dedeli)
Beşiktaş'ın Şenlik Dede Mahallesi'nde doğup büyümüştür. Darüşşafaka'nın eski mezunlarından ve Zekai Dede'nin
çıraklarındandır. Uzun za man gümrükte bulunduğu için "Gümrüklü Halid Bey" derlerdi, "Darüşşafakalı" da denilirdi. Muhtar Paşa zamanında mehter takımında bulundu
ve bir kısım eserleri kendisi geçti. Son yıllarda Nusretiye Cami'-i şerifine müezzinbaşı olmuştu. 1965 Martı nda göçtü, sekseni n i geçmişti.
Hafız Saim Efendi
iı},..
\Uru Saim" cUye bilinir. Eyüp'te Musalla
yanında seçme kişilerin devam ettiği eski kahveyi işleten Yusuf Ağa'nın oğludur.
Gümüşsuyu Caddesi'nde Kırkmerdivenler'in eteğindeki evde doğdu ve orada büyüdü. İlk tahsilini Kalenderhane'de yapa, htfzını da aynı mektepte bitirdi.İlk vazifesi Haıret-i
Ha lid müezzinliğidir, 1331 yılına kadar burada vekaletle bulundu. Sonra Beyoğl u'ndaki
Hüseyin Ağa Camii'nc geçli, burada
müezzinbaşı olarak vazife görmektedir.
BugUn yaşlı olmasına rağmen sesi yanık ve dokunakl ıdır. Gençliğinde hayli ilahi ve şarkı geçmiştir. Musikiden a nla r, iyi usul bifü, h tfzı sağlamdır. Hala mukabele okumakla beraber mevüd ve tevşihte daha ustadır.
Eyüp'teki müezzi nliği zamanında Heki m Kutbuddi n Mektebi'nin iiçüncü muallimliğini ve aynca ilahi hocal ığını yapmıştı r. Bugü n
bile usta bir zakir olarak ztkri ve tcvşihleri idare edebilecek l<udrettedir, sesinin ahengi ni kaybetmemiştir.
Yine bu ta rihlerde EyUp'te pek tantana lı bi r şekilde tertiplenen mekteplerin a m i n
alaylarını kendisi idare ederdi. En somtnda gillbangın okunması yine ona aitti. Bilhassa
bu gülbangın gür ve güzel sesiyle ve kenrusine mahsus tavrında okunurken husule getirdiği gulguJeni n ahengi pek azametli olurdu .
Hafız Saim Efendi pek genç yaşta Zekai Dedeefendi'den meşke başlamış, onun vefatıyla Kalenderhane Mektebi muallimlerinden Hafız Recep, Hafız Hüseyin KaJfalann meşklerine devam ederek hayli eser geçmiştir.
Yine bu tarihlerde Bedeviyye tnrikatına girmiş, İslam Bey Bedevi şeyhi Reisil'l-kurra Hafız İbrahim Efendi'den şerbet içmiş, ka hve nakibi olarak hizmete soyun muş ve emanet sah ibi olmuştur.
Mesleğine ve ta riki ne çok bağl ıl ığı vard ı. Bir müddet mehterde de b ul unmuştur. Cenaze gasline dair her usul ü iyi bilenlerdendi r, bilhassa tarikat mensupla rının cenaze gasline mahsus olan şekli n ve erkanın bütün inceliklerine vakıftır.
Bugün kendi alem ine çekilmiş hal iyle Eyüp'te mesleği çevresinde tarihi bir şahsiyet de sayılır.
Hafız Haşim Bey (Münzevili)
Münzevi'de oturd uğu için "Münzevili Haşi m Bey" derler. Zekai Dedc'den meşk
edenlerdend i r. Mua llimJikJerde bulun muştur. Son zamanlarda Çakmakçılar Yokuşu'ndaki cami'-i şerifte imam ve hati pti.
Hafız Agah Efendi
Kızıl Mescit Mahallesi'nde, Bakı Yokuşu'nd:ı (Mesnevlhan Rüşdü Bey merhumun evinde) otururdu. Deli Ferid'in küçük kardeşidir.
Kalenderhane'de okumuş, oradan hafız çıkmıştır; Hoca Osman Efendi'nin hafızıdu'. Bahariye Mevlevihanesi ınuhibbanından ve ayinhinlarındandı. Zekai Dede'den meşk ederek yetişmiştir. Ha nendeliği de vard ı.
Muhtar Paşa zamanında Askeri Müze'nin mehter takımında çevgani olarak vazife gördü. Sesi orta derecede, fakat tatlı ve tesirliydi. Bir müddet İstanbul rüsumat emaneti memurluğltnda bulundu. Umumi
harpte askerliğini bitirdikten sonra Boğaziçi'ne,
Kanlıca'ya geçti. Orada balıkçılık ve
sandalcılıkla hayatrnı kazanıyordu, o senelerde vefat etti
Rüşdü Paşa
Defterdar'da otururdu. "Bekirpaşazade" diye bili ni r ve iyi ka nu n çala rdı. Salı geceleri Zekai Dedeefend i'nin küme meşklerine devam eder ve her gelişinde dedeni n torunu Münir Bey'e kurabiye geti ri rd i. Ehl-i dil, chl-i edep bir insandı.
Zekai Dede'nin Ailesinin Vücut Verdiği Eyüp'te
Bir Hafız Okulu: Kalenderha ne Mektebi
Eyüp'ün hafız ve hattatlarının hıfzları daha ziyade Zekai Dede'nin amcası ve hocası "Pepe Hoca" unvanlı Hafız İbrahim Zülıdü en Nakşıbendi'den, hatları da Zekai Dede'nin babası Hafız Süleyman Hikmet Efendi'den intikal eder; bu intikal hep Eyüp Kalenderhane Mektebi'nde hayat bulur.Zekai Dede'nin amcası da babası da bu mektebin muallimleriydi.Zekai Dede'nin "kıraat-i Asım üzere hıfz-ıKur'an'ı
bu mektebin başhocası olan amcası İbrahim Zühdü' dendir.
İşte bu amca ve babanın tesirinde gelişen Kalenderhane Mektebi,bu ikisinin müşterek talebesi, Bahariye Mevlev hanesi şeyhi Fahreddin Dede'nin başına sikke giydird iği, Zekai Dede'den mekli Hoca Osman Hilmi Efendi ile müstakil bir hafız mektebine dönüşür.
Revnakoğlu, bu mektebi kuran Hafız İbrahim Zühdü ve onun başkalfası Hoca Osman Hilıni Efendi'yi takipçileriyle beraber müstakil bi r bahiste ele ahr (79:83-112)
Hafız ibra him Zühdü en-Nakşıbendi: "Pepevi Hoca'' diye maruftur. Zekai Dede'nin amcası ve hocasıdır. Kalenderhane Mektebi'nin başhocasıydı. Zekai Dede, kıraat-i Asım üzere hıfz-ı Kur'an'a bu zattan başlamış ve yine ondan biti rmiştir. H.1284'te (1867-68) göçtü,
Gümüşsuyu'nda, Dede'nin yanında ınedfun olup taşı va rd ı r.
Humbarahan e imamı Siyahi Şükrü Efend i, Süleyman Efendi ( koleradan vefat etti),
İplikhane Mektebi hocası Hafız Aşir Efendi, kardeşleri Hafız Hüseyin, Hafız Receb, Hafız İbrahi m, Hafız Ahmed Efendiler hep Pepe Hoca'dan okumuşlardır; ekseri de Zekai Dede'nin babası ve Kalenderhane'n in yazı hocası Hafız Süleyman Hikmeti Efendi'den sülüs, nesih yazmışlar ve ketebe almışlardır.
La'J zade - Kalenderhane Mektebi'nin Evvela BaşkalfasıSonra Hace-iEweli Hoca Osman HilmiEfendi
Zal Mahmud Paşa Cami'-i şerifinin imamı ve Hazret-i Halid Türbesi'nde Bulıiıri-i şerif mukarrirlerind endi; her sabah okunurdu.
Topçular'da bağ ve namazgah sahibi Arnavut Kel Ali Ağa'nın ("Ba myacı Ali Ağa':''Yağcı
Ali Ağa'; "Bektaşi Ali Baba" diye de maruftu r, "Bağcı Kel Ali" derlerdi, "Topçula r'ın Ali Baba" da denilir.) dokuz evladından en büyüğüdür. Eyüp mekteplerindeki talebenin pek çoğu hıfzı ve hüsn-i hattı Hoca Osman Efendi'den meşk etmişlerdir. Kendisi de Hoca Zekai Dedeefendi merhumun amcası Pepe Hoca denilmekle maruf İbrahi m Zühdü Efendi'den okumuştu ve onun başkalfasıydı.
12 Cemaziyelevvel 1335 (6 Mart 1917)
tarihi nde doksanı geçmiş bir yaşta iken vefat etmiş, Gümüşsuyu'nda Kaşgari Dergalıı'na çıkarken sol kolda Topra k Sokağı'na yak ın set üstünde medfundur. Maatteessüf taşı yoktur, kendisi n in istemediği söylenilir.
Ecdadı Bursalıdır, Hasan BayraktaroğulJarı'nda ndır. Şeyh Visali
Efendi'ni n vefatından sonra dergahı n meşihati ihvan tarafından kend isine verilmek istenildi ise de şahsında liyakat görmediğinden bu teklife muvafakat etmemiştir. Erbilli Şeyh
Esad Efcndi'den de ayrıca ve teberriiken bir icaıesi vardır. Hasan Visalt Efendi, bu mübarek ta lebesi !loca Osman Efendi içi n "Osman Efendi Eyüp'ten hareket etti mi nurdan bir dağ geliyor san ıyorum!" dermiş.
Eyyubl Şeylı Hafız Osman Efendi ( Hafız Osman Kalfa) "Başkalfa" "Başhafız" diye de meşhurdu; Eyüp Sultan türbedarı ve
Kalenderha ne Mektebi başmuaJlimiydi. Nisbeti ve ilk feyzi Hacı Feyzullah Efendi'dendir.
Zekii Dede'nin babası l<alenderhane Mektebi yazı hocası Süleyman Hikmet'! Efendi'den
izn-i ketebe alm ıştı. Beş yüzden fazla hafız yetiştirmiş olup bunlarda n 313'ünün adı mazbuttu r. Gayet kerem sah ibi, eli açık, cömert olduğundan "Sofrası meydanda
bir r" diye şöhret bulınuştur. Misafirlerini ekseriya Topçular'da ki bağında izaz eylerdi. 12 Ccmaziyelevvel 1335'te (6 Mart 1917) göçtü.
Hoca Osma n Efendi Eyüp Cami'-i şerifinde sol ınaksureıün içindeki kütüphanenin htıfız-ı külübüydü. Bunun karşısında sağ mina renin d ibindeki diğer kütüphanen in hMız- ı kütlibü de lm:ıın Sakıb Efendi'yd i.
Bah:ıriye şeyhi Hüseyin Fah reddin Dedeefendi merhwn Ramaza n-ı şeriflerde dergahtan
cam iye i ndiği zaman Hafız Hoca Osman Efendi'ni n kütüpha nesi önünde otururdu, bu münasebetle Hoca Osman Efendi ile
aralarında bir dostluk teessüs etmişti; Hoca Osman Efendi'ye teberrüken sikke giydirmesi de bundan dolayıdı r.
Hoca Osman Efendi'ni n Ka lenderhane Mektebi dershanesinde (İsmi ''Kalenderhane Mekteb-i İbtidaisi"dir, dört sınıflıydı) ders okuttuğu köşede, başının üstünde La'lizade Abdülbaki Efendi'n i n hattıyla gayet güzel talik celisi ile yazıl mış şu levha vardı:
Bıt mektebde ıele111miiı eyleyen etflıle lutf eyle İlimde 111a'rifette eyle ya Rabftiikü'L-akriw Keliınıuilalıı lııfzrı .sa'y cdcııler /\ftlmas111 ıııalırıim Viidılıat-ı k.ıra'at ile olsun Jıiıfız-ı !\uran
Hoca Osman Efondi, Bahariye şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedeefendi'den teberrüken sikke-i şerife giymiş, dergah-ı şerifin kütü phanesine bir de ayin-i şerif mecmuası yazıp bırakm ıştır
ki oğlu Fahreddin Bey'in lulfuyla ziyaret ettim. Hoca Osman Efendi'nin Zekai Dede'den meşki de vard ı. Hoca Osman Efendi, Eyüp Cami'-i kebirinde kütüphane önündeki maksure içinde mukabele okur ve Baba Haydar'da Hacılar Medresesi dahiLindeki mescitte teravih kıldırırdı.
Hafız Osman Hil mi Efend i merhumun duaguluğu da vardı. Eyüp C:imi'-i şerifi avlusunda türbenin hacet penceresi
karşısındaki iç kapıdan çık ınca solda biri nci direğin önünde her cuma günü cuma
nam azından sonra uzu n bi r duada bulunur, avluyu tıka basa dolduran binlerce ve bi nlerce cemaat bir ağtzda n, bi r ahenkle amin derdi, yine aynı. saatte karşıda hacet penceresi önünde nöbetçi imam efendi ayrıca bir dua ederdi, avlu amin sesleriyle yerinden oynardı.
Not:[Bu zatın biyografisinintamamı Eyüplü Hattatlar'da [Nurullah Tilgen, İstanbul,1950, s. 17] "Haftz Osman Efendi lakabıyla anılır. Divan katiplerinden Abdülbaki Burnaz Efendi'nin oğludur.Yazıyı Hattat Salih Efendi'den
öğrenmiştir. Eyüp'te Kalenderhane Mektebi hocasıyd ı. Tamamlanmamış bi r hilyesi Cemal Günter'dedi r. 1915 yılı nda ölm üştü r" şeklindedir. Revnakoğlu, bu biyografin in altına: "l<alend erhane Mektebi hocalığından
başka yazı lan ları n hepsi uydurmadı r.Meşhur Nakşimeşayihinden bu lunduğu bile öğrenilip yazılmamıştı r!" notunu d üşer.
Hocn O.mınn Efendi İçin:
Eylemez ôliıyiş-i diinydyn !ıkıl iltif!ıt
Zıll-ı za il veJını-i batıldnıı ibarettir ci/uiıı
M ekteb-ifey z-i La 'lizfide'de işte bu zıit
Etli ctfiılc kellınıııl/ahı ltı'/1111 çnk za111ı1n
Ra /ılesi11de11 yetiş ip salıib-kemaliıt bi-şiimiır Çeş111csar-ıfeyzini n sird bı oldn bl-gii111a11
Hem larik-i H!tlidi'ııi ıı lıadim-i lıii.ssı olup
iHnz/ıar -ı irşadı oldu ol ııebiliıı tiılibim
Vecd fi aşkı cezb edip pir-i miirıiri nezdine Biiguir-ı sernıediye tikıbct kıldı revan
Öyle bir nıir'ilt-ı irfandır ki ozat-ı be}ıı'
Yok telıi-dil nks-ifeyz indeıı bilin ey lırifiııı
Mcrkadin pirnye-i ralımet edip rnbb-i celil
Taebcd rıllıtt oln vuslat-kar'in-i lıı1riydıı
Söyledi şakirdi Riişdi cev/ıer-tısri iiırilıi Ce11ııcti Os111nıı Efendi kıla ya rabbi 111ckaıı
Sene Ccınaziyelevvel 1335
Şeyh Hafız Osman Hilmi Efendi merhu mun kardeşleri: Hafız Osman Efendi merhumun kendisiyle beraber dokuz kardeşi vardı , altısı erkek , üçü kızd ır.
Hafız Ah med Efendi (Kalfa): Bu da
I<a lcndcrhaııe kalfalarından ve Eyüp C:imi'-i şerifinin müezzinlerindendir. Hoca Osman Efendi'nin en küçük kardeşidi r, "Çolak Ahmed Efendi" derlerdi, "A hmed Kalfa" da denili rdi. Hıfzın ı ağabeyi Hocn Osman Efendi'den
tamamlamıştı r. Bunun en büyük oğlu Hafız Ali şoförlüğü b1rakıp Yeraltı Cami'-i şerifinde müezzin olmuştu; zengincedir.
En büyüğü Hafız Aşir Efendi (Kalfa): Hafız Aşir Efendi, Ba horiye'de iplikhane Mektebi'nin ibtidai kısmında hocaydı (Nişancılı Siyahi Şükrü Efendi de burada yazı muallimiydi). HafLZ Aşir Efendj evinde merdivenden yuvarlanmak suretiyle vefat eyledi. Musallada ve Hazret-i Halid Türbcsi'ni n penceresi önünde tezkiyesi yapılırken etrafı bütün şehadet kanlarıyla dolmuştu; kabrine o şekilde kanaya kanaya götürdüler.
Hafız Hüseyi n Efendi (Kalfa): İpli khane Mekteb-i İbtidaisi'ni n hocası ve Ram i Kışlası içindeki Kışla Cam ii'nin müezzin ve kayyı mıyd ı. Kalenderhane Mektebi
kalfalarından ve Eyüp Cami'-i şerifin i n [de]
kayyıın larındandır, "Hüseyin Kalfa derler'; Kalenderhane Mektebi'nde kalfa, sonra da yazı hocalığı etti. Eyüp CamJ',i şerifinin
müezzinlerindend i r, ekrrradandtr. Mihrabın önünde yatar, istifli taşı vardır.
Ha ttat Mehmed Receb Efendi (Receb Ka l fa): Hat icazeti ağabeyi Osman Efendi'dendir.
Ketebesi "Mehıııed Receb el-Eyylıbi" idi. Receb Kalfa, kurra hafızıdır, Kumbarahane imamı Hoca Süleyman Efendi'den aşere, takrlb
okumuş, ondan icazel alarak kurr:ihafızı olmuştur. Ka rdeşleri içinde hattat ve kurra olan yalnız kendisidir. Zekai Dede merhum, Kalenderhane Mek tebi'n i n yazı hocalığını meşgalesi hasebiyle bu za ta hibe etmişti.
İbrahi m K::ı lfo (Hafız İbrahim Efendi): Gayelle halim, haluk, pek sakin ve mütevazı bir insandı. Kalenderhane Mektebi'nde kalfaydı, ders esnasında ağabeyi Hafız Osman Efendi'nin sağında olurur w bazen müzakerecilik ederdi; kardeşleri arasında alim diye anılırdı. Eyüp Cami'-i şerifi nde m üezzindi, şimdiki başimam
Hafız Ahmcd'i n babasıdır.
Kızların büyüğü Seher Hanım, İffet (ortancası), Zeynep Hanım'dır. Bunların hepsi Bağcı Kel
Ali'nin çocuklarıdır.
Hafız Sıddik Efendi: Hoca Osman Efendi'nin büyük oğludur. Sonradan babası gibi gözleri kör oldu. Hüseyin Fahreddin Dedeefencli'den sikkesi tekbirlenmiştir. Ramazan-ı şerifte dergahta teravih kıldırmıştır. Latifeci ve
nekregu idi. Babası yanında eliyle bıyıklarını yukarıya kaldırır, şeyhi Fahreddin Efendi'nin yan ında ise yine eliyle bıyıklarını indirirdi.
Hafız Nureddi n Efendi: Hoca Osman Efendi'nin kızkardeşi Seher Hamın'ın oğludur. Hıfzını Osman Efendi'den bitirmiştir.Eyüp Cami'-i kebir müezzinlerindendi. Hafız Nureddin'in Hafız Fethi ile beraber Eyüp Camii'nde
yatsı ezanı okumaları pek ahenkli, imtizaçh
olduğundan büyük al ka çekerdi; minarenin etrafı dinleyici ile çev'rilirdi. Davudi, dokunaklı gür sesi vardı. İri yapılı, gösterişli ve çok
kuvvetliydi, istediği insanı bir eliyle derhal kavraya rak kaldırırdı, pehlivan gibiydi.
Zavallı, son yıllarında aklını kaçırdı. Güçlü kuvvetli sekiz on kişi ile zorla tutulup Mehterhane'ye büyük hapishaneye götürüldü. Bir gece bekçiyi bir tutuşta belinden yakalayıp şimdi doldurulan Kurukavak Deresi'ne atrruştL
Hayli kovaland ığı halde yakalananuş ve bütün bir mahalle halkını ürkütmüştü. Mehterhane'de vefat eyledi. Sonra getirip Eyüp imareti'nde yıkadılar, Hazret-i Halid civarına defnedildi.
Hafız Hasan Efendi (Hasan Doğruer):
Bahriye kolağalığından emekli Ahmed Bey'in büyük oğludur. Onun da babası Hacı Hasan Efendi (Bahriye Nezareti müteahhidiydi , Kasımpaşa'daki Bah riye Matbaası'ru yaptırmıştır. Eyüp lskelebaşı'ndaki Kapudan Paşa Cami'nin müteahhitliğini de Hacı
Hasan Efendi yapmı.şlı, cami'-i şerifi 1300'de yapmıştı. Kasımpaşa'da kendisinin yaptırdığı
bir hamam da vardır.Tıirkiye'de ilk defa AJman mühendisleri tarafından yaptırılan Abdülmecid
- Abdülhamid denizaltılarından Abdülhamid denizalb çarhacıbaşıydı. Hacı Hasan Efendi, Erzurumlu'dur; onun da babası Kığı eşrafından İsmail Ağa'dır; İsmail Ağa'nın Kığı'da cami
ve mektebi vardır) eşekçiler kahyalığı ettiği için bu ailenin oğullarına "Eşekçizadeler'; ''Hımarizadeler" yahut "Eşekçiler kahyasının oğulları" derler.
Hafız Hasan Efendi (Eyüplü Hattatlm'cla [Nurullah TLlgen, İstanbul, 1950, s. 10] isminin "Hüseyin Efendi" yazılması yanlıştır.) H. 1296 doğumludm. Kalenderhane Mektebi 'nde okumuş, Zekai Dede Efend i'den şuğul ve ilahi meşk etmiş, Hoca Osman Efendi'den hıfzmı tamamlamış,
yine ondan sülüs ve Şeyh Abdülaziz Efendi'den talik yazı yazmış, ikisinden de 1318 tarihinde ketebe almLtır. Bereketzade ismail Hakkı Efendi'den alaka ve himayet görmüştür.
Eyüp tekkelerinin bir kısmında, hususiyle evinin karşısında!,.;Şeyh Hasib Efendi Tekkesi'nde peyrev olarak zakirliği vardır.
1942'de İstanbul Adliyesi ceza mahkemeler i başkatipliğinden emekliye ayrıldıktan sonra Eyüp camilerinde vazife aldı. En önce İskelebaşı'ndaki Kapudan Paşa Camii'nde başimamlık etti.
Kurukavak Cedid Ali Paşa Camii'nde Zekaizade Hafız Ahmed İlhami Efendi'den sonra bir müddet imamlığında bulundu. Eski Yeni'de Kasım Çavuş Camii'nde babadan kalma imam bulun an Eczacı Hafı:c. Hikmet Bey (Hafız Hikmet Bey merhumun babası Hafız Ali Efendi aynı camiin ve mahallesinin imamı bulunuyordu.
Oımi'-i kebirde dervrhandı) merhuma da
uzun zaman vekalet eyledi. En son olarak Şeyh Hasib Efendi Tekkesi caıniinin müezzinliğini ifa ediyordu. 12 Ağustos 1958 salı günü göçtü. Eyüp'te Gümüşsuyu Kabristan ı'nda Kaşgari'ye çıkarken aile mezarlığındadır.
Ayşe Hatun Zaviyesi - Seyyid ResmiEfendi Tekkesi
- Cuma Tekkesi
Niyazi Mısri Sokağı'ndan geri dönüp bu sefer Sarmaşık Sokağı'na giriyoruz. Bu sokaktan sola dönen ikinci sokağa, Neyzenler Sokağı'na sapıyoruz. Biraz ilerledikten sonra sağda 14 numaralı yapının bulunduğu alanda Ayşe Hatun Zaviyesi (Seyyid Resmi Efendi Tekkesi, Cuma Tekkesi)
bakiyeleri gorulür. (Karagümrük Mahallesi, 2490 ada, 36 parsel)
Yakınzamanlara kadar sade arsa halinde olan ve birkaç mezar taşı kalan bu tekkenin alanında şimdi bir kütüphane yapısı yükseltildi ve kenardaki mezar taşları bir araya toplandı. Tekkenin tarihi Revnakoğlu dosyalarında yer alır (214:110,117):
Sarmaşık'ta Keçecipiri Karabaş Mahallesi'nde olup Kadiriyye'nin Resmi ko lundandır. (Resmi kolunu kuran Mustafa Ahi hazretlerinin bir adı da "Resmi"
olduğundan bu kola "Ahiyye" denildiği gibi "Resmi" de denilirdi.) Cuma Tek kesi de denilir.
Tekkeni n meşihatinin inhası Karagümrük'teki Kabakulak Tekkesi'ne meşrut idi. Dergahın en eski adı "Şerefüddin Bagdadi Tekkesi" olup eski kayıtlara göre Keçeciler kurbündedir. Yeni taksimatta ise Edirnekapı'da Neslişah Sul tan Mahallesi'nde Neyzen Sokağı'ndadır.
Takriben H.ll98'de yaptırılmıştır. İlk şeyhi rical-i Kadiriyye'den Mustafa Ahi Efendi hazretleridir.Sonra büyük kardeşi Süleyman Safi, sonra küçük karde şi Şeyh Mehmed Said Efendi, onun vefatıyla Sarhoş Şeyh Kadri Efendi şeyh oldular. Bu zatın vefatından sonra Kambur Şeyh şeyhlik etti ve dergah kendi zamanında yanıp uzun müddet arsa halinde kalmıştır.
Son zamanlarda Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergahı şeyhi Türbedar Şemsed din Mehmed Nuri Efendi'nin halifelerinden Şeyh Seyyid Hasan Hüsnü Efen di'nin (Kabakulak Tekkesi şeyhi İbrahim Maşuki Efendi'nin damadıdır, vefatı 1318 Şevvaldedir) küçük oğlu Şemseddin Efendi tekkeyi kendi kesesinden yaptırıp 1309 Şabanında şeyh oldu. Aynı zamanda meşihat mektubi kalem i kati plerinden olan Hattat Şemseddin Efendi beş yıl şeyhlik ettikten sonra 1314 yılının 19 Şabanında veremden göçmüş, kendi tekkesin in türbesi ne gö mülmüştür. Çok güzel talik yazard ı. Bilhassa talik yazıda muvaffakiyetli eser ler veren Şeyh Şemseddin Efendi merhumun H.1308'de yazdığı "Ya Hazret-i Pir Hüsameddin-i Uşşaki" levhası Kitapçı Raif Bey'in lutfuyla bugün mahfu zumuz olmuştur.
"Saçlı" diye de şöhret yapmış olan Şeyh Şemseddin Efendi aynı zamanda Mus-
tafa Ahi hazretlerinin ana tarafından torunla rındandır. Tekkenin baniycsi Ayşe Hatun ile beraber tevhidhancnin içinde mihrap karşısı na düşen maksurede yatmaktadırlar.
Dışarıda bahçede tel parmaklık içinde med fun bulunan Şerefüddin Bagdadi'nin bu tek kede şeyhliği söylenirse de yanlıştır. Vefatına kadar burada oturmuş ve buraya gömül müş tür. Tekkeye taamiyyesi de vardır.
Şemseddin Efendi'nin i rtihaliyle ağabeyi Sey yid Mehmed Nuri Efendi (Nuri Bey) posta geçti. Meşihat ınektubi ka lemi mümeyyizi sonra da muavi ni olup teşriifüt-ı ilmiyyede ih tisası vard ı. 29 Eyl ü l 1325 tarihi ne rastlayan 27 Ramaza n-ı şerif 1327 salı günü o da baba sı gibi veremden göçtü. Yahya Efendi Türbesi haziresinde, denize karşı tarafta medfundur.
Revnakoğlu, Şeyh Meh med Nu ri Efend i'ni n vefatı ve kısa biyografisi ni içeren 1326tarihli NevsaH Osmani'd en iktibas eder (214:116):
...
Şeyh Şemseddin Efendi'nin vefat manzumesi(214:7)
Şeyh Mehmed Nuri Efendi: Mektubi meşi hat-i ulya muavin-i sabıkı Mehmed Nuri Efendi bi r müddetten beri müptela olduğu derd-i deva na-pezirden kurtulamayarak Ey lülün 29. salı günü irtihal etmiş ve Beşiktaş'ta Yahya Efendi Kabrista nı'na defnolunmuştur.
Mehmed Nuri Efendi meşfıyih -i Nakşibendiy ye'den Süleymaniye Cami'-i şerifi cuma vaizi Şeyh Hasan Efendi'nin mahdumu olup 1275'te
Dersadet'te tevellüt etmiştir. M ukaddi mat-ı ulumu pederinden, ulum -ı aliye vü aliye-i şer'iyyeyi Beyazıt Cami'-i şerifinde dersiam, Evkaf müfettiş-i esbakı Şehri Ahmed Nüzhet Efendi merhumdan ahz ve telakki ile icazetname ala rak 1289'da İstanbul mahkemesi kalemine, 1292'de meşihat mektubi kalemi ne, 1295'te mezkur kalem ser-müsevvidliğine ve 1314'te mücizliği ne, 1317'de mektupçu muavinliğine memur olmuş ve 1318'de İstanbul payesini ihraz ey lemiş idi. Müşarünileyh fart-ı ikdam ile maruf idi.
Hocazade Ah med Hilm i, Cerid e-i Sufiyye'de bu tekkeye mensubiyeti olan Hasan H üsn ü Efend i'nin biyografisi ni kaleme alı r. Revnakoğlu, bu biyografiyi de notla rına ilave ed er (214:110-11):
Şeyh Hafız Hasan Hüsnü Efendi (Meşayih-i Nakşibendiyye'den): Ana dolu'da Tosya civarında Kargı kasaba sında Mihriban Hatun Cami'-i şerif-i ziba ve zaviye-i dil-güşasında medfun bulunan zürriyet-i tahire-i İmam Ha san-ı müctebadan Şeyh Seyyid Ha san Kargıni evladından ve mavtın larınca Şeyhoğulları denilen sülale-i şürefadandır.
1237 senesinde kasaba-i mezkure de dünyaya gelip 1251 senesinde tah sil-i ulum için İstanbul'a geldiğinde ta'lim-i taliban ve terbiye-i salikan ile iştigal eden Şeyh Hacı Mehmed Nuri Şemseddin Efendi'nin hizmetine va sıl ve bir sene sonra şeyh-i müşarüni leyh Beşiktaş'ta medfun Kutbu'l-arifin Yahya Efendi hazretlerin in türbedar lığı tevcih olunduğundan maan terbi ye-i hazret- i aziz-i müşarünileyhe da hil olup orada fıkıh ve tefsir-i Kur'an-ı kerim ve tahsil-i ulum-ı din ve maarif-i yakin idrak ederek tarik-i Nakşiben dandan Şeyh Hacı Mehmed Nuri Şem seddin Efendi'den ahz-ı icazetle kam-
yab ve Şeyh İbrahim Tennuri-i Kayseri evladından ve meşayih-i Kadiriyye ricalinden Şeyh İbrahim Maşuki Efendi'ye (Kabakulak şeyhi) damat olmuş, 1286 senesinde Rumelihisarı'nda Sultan Mahmud Han-ı evvel hazretlerinin cami'-i şerifi cuma vaizliği ile tevkir ve ikram olunup 32 sene devr-i ceva mi'-i selatin ve kat'-ı makamat-ı meşayih-i vaizin ederek vasıl olduğu cen net-mekan Sultan Süleyman Han-ı kadim hazretleri cami'-i envar-ı Jami'inde kürsi-nişin-i va'z u tezkir iken 1318 senesi Şevvalinde ve 85 yaşında irtihal-i dar-ı naim eylemiştir. Yahya Efendi haziresinde medfun olup yazılı taşı vardır.
Tekkenin son şeyhi İsmail HakkıEfendi'ydi (4:7):
Son şeyh Mehmed Nuri Efendi vefatından altı ay önce şeyhliği meşrutun lehi bulunan dayısı Kabakulak Tekkesi postnişini İsmail Hakkı Efendi'ye kasr-ı yed etmişti, binaenaleyh tekkenin son şeyhliği İsmail Hakkı Efendi merhu mun üzerinde kalmıştır; zaten Nuri Efendi de kardeşi Şemseddin Efendi de Kabakulak şeyhi Hakkı Efendi'nin hem yeğeni hem halifesi idiler.
Şeyh İsmailHakkı Efendi mühürlü dua metni (4:3)
Ortada Şeyh Mehmed Nuri Efendi (4:111)
Revnakoğlu, tekkenin şeyh silsilesi içinde adı geçen Sarhoş Kadri Efendi için şu bilgilere yer verir (4:6):
Sarhoş Kadri Efendi'ye Dair: Sultan Mecid bir cuma selamlığından sonra atına binerken Sarhoş Şeyh kad ri karşısına çıkarak bir nara atmış: "Eyy padişahım, sen sarhoş, ben sarhoş! Çekiver bu dünyanın kuy ruğunu ..." demişti. Padişah bunun üzerine kendisi ne bir kürk ile bir kese altın ihsan etmiş. Şeyh Kadri Efendi bu kürkü ve ihsan edilen parayı alınca doğ ruca mahallen in imamına gelerek "Bu kürk benden ziyade sana yakışır hocam ..." demiş ve kürkü onun sırtına giydirmiş; elindeki bir kese altını da uzatarak "Bunu da al, yarın benim cenazemde kullanırsın" de miş. Ertesi günü hakikaten vefat eylemiştir.
Yakın zamanlara kadar çocuklara gelen havale hasta lığı için mezarının başında horoz keserlerdi, çocuklar da iyi olurdu.
Şeyh Mehmed Nuri Efendi (4:111)
Solda Şeyh Mehmed Nuri Efendi. Ortadaki küçük kız, Şeyh Mehmed Nuri Bey'in kerimesi Aliyye Hanım'dır, 20 Şubat 1950 tarihinde 60 yaşında
vefat etti (4:111)
Prof. Or. Naci Şensoy Caddesi'nden Karagümrük'e doğru ilerlerken solda Viran Odaları Sokağı'nın ucunda Mihrinaz Hatun Camii önündeyiz. (Karagumruk Mahallesi.2516 ada, 22 parsel)
1863-64 (H.1280) tarihinden önce yıkılmış caminin 1927'de tramvay caddesi açıldığı tarihe kadar minaresi şerefeye kadar duruyordu. 40 metreye yakın bir saha üzerin deki caminin viran hali bulunduğu sokağın da adı oldu. Son yılarda zevksiz bir bina hatinde yeniden yapıldı (174:427):
"Mihrinaz Hatun - Ümm-i Hatun';kendi ismiyle Viran Mescit Sokağı'nın için de "Viran Mescit'; stadyumun merdivenli kapısı karşısındadır. Saniyesi Beya zıt kızlarındandır. H.1289'dan önce yıkılmıştır. Servili bahçesi, kuyusu halen yerindedir. Tramvay Caddesi'nin açıJdığı tarihe kadar mi naresi şerefeye ka dar duruyordu. Horasanla yapıl mıştı. Temelleri toprak altındadı r. M inareni n arkasında defne ağacı ve musalla vardı.
Revnakoğlu, bir başka Mihrinaz Camiiiçin Hadiha'dan aldığı"Mihrinaz Mescid-i şerifi der-kurb-ı Gümrük. Saniyesi asr-ı Sultan Beyazıt-ıVelisaraylılarındandır.Merkadi na-malümdur, mahallesi yoktur" bilgisine şunları ilave eder (174:481-82):
Hırka-i şerif civarında Molla Ahaveyn MahaUesi'nde Akşemseddin Caddesi üzerinde Mecidiye Karakolu'nun karşısındaydı. Hırka-i şerif kayyımlarından Rifat Efendi'nin baba sı Eyüp Efendi'nin meşhur attar dükkanı bu cami'-i şeri fin bitişiğindeydi. Fatih yangınına kadar yerinde duran cami'-i şerifin arsası nın ortasında çıkrıklı bir kuyu, bir de yeşil tulumbası vardı.
Ejder Tekkesı (Konyalı arşivinden)
Ejder Tekkesi
Prof. Dr. Naci Şensoy Caddesi'ne dönüyor,bu caddeden ilerlerken sağa Melek Hoca Caddesi'ne giriyoruz. Bu caddeden ilk sağa dönen Uzun Yol Sokağı'nda 16 numaralı yapınınve arsanın önündeyiz. Burası Ejder Tekkesi'nin bulunduğu yerdi.(Karagürnruk Mahallesi,2521 ada, 30 parsel)
Revnakoğlu dosyalarında müstakilbir bahisle işlenmeyen bu tekkeden ancak bir takım vesilelerle temas eder.
"Ejder" lakaplı Mehmed Sıdkı Efendi'nin ilk postnişinliğiyle H.1191'de uyandırılan tekkenin banisi TepedelenliAli Paşa'ydı.Muhyiddin Efendi,tomarın da Şeyh Mehrned Sıdkı'nın "daima yanında akrep ve hayye bulunduğu cihetle ejder lafzı alem kalmıştır" bilgisiniverir."Hayye" yılan demektir.
Postta elli üç yıl bulunan Mehmed Sıdkı'nın H.1244 - M.1828-29 tarihinde vefatıyla posta oğlu Ali Rıza Efendi oturdu. Ali Rıza'n ın uzun süren şeyhliği H.1277 - M.1860- 61'de ölmesiyle sona erince yerine Şeyh İsmail Efendi'nin oğlu Feyzullah Efendi geçti. Muhyiddin Efendi onun için "Cüheladan, sade-di , uzunca boylu sakallıbir adam" notunu düşer.Kovacılar - Abdüsselam Tekkesi şeyhi Hacı Yahya Efendi'nin Mekke'ye sürgün gönderildiği sırada o tekkede vekaleten şeyhlikte de bulunmuştu.1293 Muhar reminde (Ocak-Şubat 1877) vefat ettiğinde tekkenin son şeyhi oğlu Hakkı Efendi'ydi.
Bugün tekkeninarsası inşaat malzemeleri satış yeri olarak kullanılmaktadır.
Postve posta oturmak etrafında tarikat
literatüründe bir hayli kavrama rastlanır: postu sermek, postnişin, post duası,posta çekmek, pir postu, postu toplamak, posta oturmak, posta oturtmak, post cemiyeti...
Muhyiddin Efendi, Mô-Hasal-ı Ömr(s.291 adlı eserinde (234:138-39) "Postnişinlik" tabiri muhdestir,an-asi "seccade niş nlik"tir. Ve
aleyhi's-salatu ve's-selam efendimiz, Hazret-i Sıddik-i Ekber'i seccade- i pehna üzerine iclas etti" diyor ve ilave ediyordu: "Post, basurlu adamların tab'ına muvafık geldiğinden icat olmuş, çünkü aslda ehH tarikin hayvanat ve ondan huruç eden şeyler kiyumurta, peynir, Yağ vesaire gibi cümlesi sülukuna mani olduğu rneşayih-i mütekaddiminde müsbet ve mevsuk olagelmiştir.Bununla beraber hawanatın Postekiside vücudu cümlesinden muazzezdir, onun için muhdestir,lakin tahir ve naziftir.''
Tekkelerde Posta Oturtma Merasimi: iclas Tekkelerde halifenin posta oturtulması, posta Çekilmesi,iclası belirli bir adap ve erkan ite olurdu. Revnakoğlu "İclas nasılolurdu?" başlıktı bir notunda bu merasimi anlatır (95:134-37):
Tevhidhanede evrad -ı şerife toplu olarak usıll-i ınahsus ile okunup bitti kten sonra o dergahın meı1sup olduğu tarikat pirinin nutku ile ayağa kalkılı r. İclas edilecek halife, makam şeyhinin sol tarafındadı r. Okunmakta olan nutk-ı şerif
bittikten sonra şeyh efendi fatiha eder. (Halife) icliis yapılacak yeri öperek kalkar, kapıya doğru gider, zikir halkasının dışına çıkar. Rehberler
de oradadır.
Rehberler üç, iki veya yalnız bir kişi de olabilir; şeyh efendi nin isteği ne bağlıdır. Fakat bu rehberleri iclas edilecek zat seçer. Kendi tarikinin kıdemlil eri nden olması, bulunması müreccahtır.
Şeyh efendinin işareti ile zikir halkasının kapı tarafı açılır, aralanır. Rehberler sağ ayakla içeriye girerler. İclas edilecek zat bunların arkasmdadır. Üçer adım ile yürürler. Rehberler üç adımda bir boyw1keser, dw·ur ve makama hürmeten içinden f:itiha eder, içinden okur. Üçüncü adımda daha çok boyun kesilir, ayaklar bitişir. Rehber yine önde, iclas edilecek zat arkadadır. Bu şekilde üç adım ile rehber iclfıs edilecek zatı şeyh efendinin önüne getirir, bırakır.
Rehber, şeyh efendi ile musafaha eder. Musafa hadan sonra iclas olunacak zatı şeyh efendiye suret-i mahsCısada takdim edeı;o da şeyh efendiyi niyaz eder (elini, dizini öper).
Şeyh efendi içinden dua ve sonru fatiha eder. Fati ha bitince şeyh efendi iclas edilecek zatı sağ kolundan tutar ve herkesin duyacağı şekilde meclise çeker ve ''Mi ııe'l -leyli" ayet-i
kerimesinden başlar, "...en yeb'aseke rabbüke makamen mahmlı.den" kısmı n::ı kadar okur, o zatı sağındaki postun üzeri ne çeker.
Posta çekilen , iki rekat namaza durw·. Şeyh efendi de kendi postundan iki rekat namaz kılar. Rehberler, işaretiyle çıkar. Posta çekilen zat
kend i narnaztnl bitirdikten sonra duasını yapar ve ayağa kalkar. Şeyhi kendisine fatiha verir.
Posta çekilen ıat hafı( sesle adeta çekinerek
fatiha eder. Bu onun meydan-ı evliyaullahta iJk fatihasıdır.
Eğer devran açılacaksa şeyh efendi "Ya Allah hu!" der ve yanındak i bu halifeyi bir adımla ileriye sürer. Kıyam tevhidi veya ism-i celal ise halifeyi tevh id safının önüne getiri r, buyurun der. Şeyh efendi ya zikre bed' eder, ona bırakır yahut başından sonuna kadar hepsini ona tevdi eder. Her ne suretle olursa olsun kendisi artık tevh1dhanede bulunmaz, mu tlaka dışarı çıkar ve bi r daha Lçeri girmez.
Yen i icli'ıs edilen zat bi r müddet bulunduktan ve bi r iki devir yapt ırdıktan sonra meydanı kudema-yı meşayihten birine bırakır, kendisi boyun keserek oradan ayrılı r, dışarıya çıkar, hemen meydan odasındaki şeyhinin yanına gider, elini öper, niyaz ve ihtiramlarını bildirir ( istifsfıM h 5tır eder) ve duasını alır, fakat
yan ında çok kalmaz, m isafirlerin bulunduğu odaya geçer.
Not: Şeyh efendi, kend i oğluna hilafet verebilir, fakat onu kendi postuna iclas edemez,
ancak o tarikatın kıdemli postnişinlerinden biri, tcrci ht!n asitanesi şeyhi posta çeker.
Şeyhzadcnin babası tarafı nda n posta
çekilmesini tarikat mensupları Muaviye'nin salta nat a nanesine, oğlu Yezid'i kendi
maka mına oturtmasrna benzetiı·ler.
Zakir Postları
Kıyamı dergahla rınd a (311:220-222)
tevhldhaneni n ortasındadır. Mihrap ile zikir
eden dervişler arasında karşıl ı kl ı iki diıi olarak serili r, mihraba doğrudur, tevhidhanenin büyüklüğüne göre mihraptan bir buçuk metre kad:ır uzağa düşer. Uçla rı zikir edenlere en yakın yerde bulunur. Bu postların uçlan ile
zikir edenlerin arası ancak bir k işi geçecek kadar açık btrakılır. icabında bu daı: yerden geçecek olan biri de ya makam şeyhi yahut sadece reisi olabili r. Bunlar da ziki r idaresiy le aJakalı icaplar dolayısıyla buradan geçebilirl er, başkası geçemez. Mihrabın sağındaki postun başında zakirbaşı oturur, zikri bu radan idare eder. Karşısında peyrevi (yardımcısı) vardır. Diğer zakirler derecelerine göre karşılıklı olarak taksim ed ilirler.
Devra ni olan Halvetllcrde ise zakirbaşı
makam postunun tam sağ başındadır; peyrev, zakirbaşının sol tarafı nda oturur. Diğer zaki rler zakirbaşın ın solundan itibaren sıra ile d izili rler. Eyüp Ümmü Sinan Han kah ı'nda olduğu gibi.
Kad irilerde mih rabı n sağ köşesindeki makam postunun sol başında ıakirbaşı bulunur, diğer zakirler zakirbaşını n solundan itibaren sıra ile dizilip otururlar. Peyrev de zakirbaşının tam yanındadır. Bu postlar, mihraptaki makam postundan bir, bi r buçuk metre kadar uzaktadır. Başları birbirinin üstüne bindirili r, her postun başı önündekinin üstündedir.
Misafir zakirler fazlalaşırsa baş kısma post ilave edili r.
Zakfrlik yapabill!cek şeyh efendiler isterlerse zakirbaşının altına oturabilirler. Zakirbaşı usulen toparlanır, okunacak ilahiyi hürmeten ona başlatır.
Tevhldhanede Postların Dizilişi
Bu ise (234:130-132) izi nl i emanet sah ibi post nakibln e aittir. Bu zat, ya ayin günü sabahtan veya o günün akş:ımıııdan tekkesi ne gelir. O geceyi tekkede kend i hücresinde yaln ız başına gelir, zikri, tesbihi, dersleri, meşru ve mefrüz ibadeti ile geçirir. Ertesi günü behemehal
sabah namazında kalkar, namazını edadan sonra sabahleyin gelen diğer vazifeli nakipler
ile beraber dergahın ve odalarının ve bütün her
tarafın umumi temizliğine başlarlar.
Kahve naki bi, ocağı uyand ım., kahve kazanını koyar, cezve ve fincanları nı hazırlar, küJ tablalarını temizler, parlatır.
Post nakibi de mahall·i ınahsusu ndan aldığı postları tevhldhaneye koymak üzere besmele-i şerife ile ve pirine ila-Resı'.ılillah fatiha ederek tevhidhaneye getirir ve azami h uzur ve
huşu ile ve mutlaka abdestli olarak ilk önce
mihrabın seccadesi ni yayar, badehu mi hrabın sağ tarafındaki postu başı kutbhaneye dönük olmak üzere sermeye başla r. Böylece mi h rabın iki ta rafındaki misafir şeyhlere mahsus cenah postlarını n serilmesi biter.
Bu sefer dervişlerin postları nı sermeye
başlar ve mi h rabdan yarım metre açtld ıktadı r. Mih rabm sağ tarafında n başlayarak her postun başını önü ndeki postun üzeri ne koyar, ancal< ortaya dizilen postların iki taraftan yanlara birleştiği noktalarda hafif bir kavis teşkil
etmek suretiyle yukarıda n gelen diğer yan postların ucuna bağlar. En son kıyam postunu da dürerek mihrabın sağ köşesine bırakır.
Bundan sonra da aynı tarife uygun şekilde Zakir postlarını dizer ve en sonunda ayaklar tnühürlü olarak mihrabın önünde ellerin parmak uçları omuz başına bağlı, boyun kesik makam sahibine bi r fatiha oku r ve girdiği levhidhaneden aynı tarz hürmette çıkar ve kapıyı sırlar.
Post Niyazı
"Makam niyazı" (234: 129) da denilir. Kıyam tevhidi sı rasında tcvhidhaneden içeri giren ve misafir şeyh efend in i n hemen mihraba, makam postuna yönelip içinden fatiha okumasıdır. Bundan dolayı ''post fatihası': "makam fatihası" da denilmektedir.
Kıya mllerde Makam Postu ve Cenah Postu
Birkaç kattan ibaret olup (234: 140,14,J ) en altına halı veya arakiyeden bi r seccade, onun üstüne yaban keçisi (karaca) yahut geyik postu, onun üstüne "kutb postu" denilen siyah koyu n postu, onun üzerine kırmızıya boyanmış tiftik keçisi postu (Kadirilerde kırmızıdır) seril ir.
Post nakibi tarafından zikirden sonra toplanı r, bükülür, makam postunun ( m i h rap tarafı na) önü ne bırakılır. Altı ndaki siyah koyu n yüze çıkar, bunlar yerinden kaldırıl maz.
Hazret-i İbrah im aleyhisselama oğlu İsmail'.in yerine zebh edilmek üzeri:! Cibril'i n cen netten getirdiği kurbanın koyun, keçi veya dağ keçisi, yaban keçisi olduğu l<ur'aıı-ı aziınü'ş-şanda açıkça tasrih edilmed iği için ınnkam postuna böyle her üç hayva nı n postunun konulması teberrüken ve ihtiyaten usulden olmuştur.
Geçmiş meşayi h i n postları da üst üste makam postunun üzeri ne konulur. Beyaz veya alacalı koyun posttan dervişlere, zakirlere aittir.
Kıyamilerde cenah postu kendi renginde beyaz yahut boyanmış tiftik keçisi postJandır. Mihrabın önünde, kutbhane tarafına (makam postu nu n yanına) dizilir. Misafi r meşayihin oturması içindi r, kıdeme riayet t!dil i r.
Reis Postu
Zikri (234:141) idare eden fatihal ı reis efend iye mahsustur. Mih rabı n tam karşısında ve zikir safının ortasında durur. Rifö'ilerd e siyah, Sa'dilerde kahverengidir, fokat boyama değildir, kendi rengidir ve koyun postudur.
Tekke Kavranılan, Tekke Hizmetlileri
Cümle kapısı (264:251 -62), tekke bi nasma giren ilk kapı. Herkes girebildiği için "cümle kapısı" denilmiştir. Bektaşilerde bundan önce bir de "çatal kapı" vardır, sokaktan giren birinci kapıdır.
K::ı pı parma klığı bir metre veya bir metreye yakın boyda küçük tahta parmaklıkur. Hafta gü nleri tekkenin dışındaki cümle kapısına takılır. l<apmın genişliğin e göre tek veya
çifl kanatlı olu rdu. Çift kanatl ı ise sol kanat
yerinde sabit durur ve ortasından demir sürgü ile yere tutturulurdu, bu sebeple yal nız sağ kanal açılır, kapanırdı. Gelenler bu kanad ı
i terek, açarak içeriye girerler ve yine kendi elleri ile örterlerdi, zira tekkeye girip çıkarken kapıyı kendi eliyle açmak, örtmek ve bunu
bir başkasına bırakmamak, dışarıya çıkarken tekkeye aı:ka dönmernek ta ri kat lerbiyesinin vazgeçilmez icaplarından bilinir ve buna aykırı hareket edilemezdi.
Parmaklığın işleyen ka na dına bazen sarı
renkte ufak bir çmgırak kon ulduğu da olurdu. Kanadın açılıp kapan masıyla bu çıngırak hareket eder, ses verir ve bununla geleni gideni paşmakçı ya bildiri rdi, bi r nevi kontrol zili işini görürdü.
Tekkenin herkese açık kapısında yarı m kanat şeklinde duran bu tahta parmaklıklar uzal-;tan göze çarpması ve göze güıel görü n mesi için yeşile boyanırdı. Bu bir teamül halindeydi, nitekim hacdan dönenlerin kapısını da yeşile boyarlardı. İçeriye kedi, köpek, tavuk gibi hayvanların girmesi ni önlemek maksadıyla parmaklık aralıkları çit kapısın:ı benzer şekilde da r ve sıkça yapıl ırdı.
Akşama kadar tekke kapısrndan ayrılmayan, gi ren çıkan ın ayakkabıları nı beklediği için
kendisine "paşmakçı nakfüi" denilen paşmakçı dede, tekkenin hafta gün ü ( mukabele gi.ini.i) sabahın erken saatinde gelir, sıra ile cümle kapısı medhaJini (giriş yeri ni, önünü), taşlığı, bahçeve avluyu silip süpürdükt en sonra tarikat pirinin, tekke banisinin ruhlarına içinden
birer fütiha-i şerife okur ve hemen arkasından konuşmadan, araya başk:ı bi r şey katmadan besme le-i şerife ile parmakl ığı yer i ne takar
ve akşam üzeri herkes gittikten sonra kend isi çıkanrdı.
Tevhidhane etrafında k:ıdmların zikri takip ettiği kafese dışarıdan girilen kapıya da böyle bir pa rma klık konul urdu l/e bu kafes kapısında da aynı işi gören bir paşmakçı bacı bulunurdu.
Parmaklığın ıhlamur ağacından yapılm ış olanı tercih edilirdi, çünkü bunu kurt yemez, çabuk eskimediğinden dayanıklı olurdu. En makbulü çıralı çamda n yapı lm ış ola n ı idi,
bu da zengin va kıflı tekkelerin k:lpısında görülürdü; parmaklıklar daha düzgün, daha sanatl ı işlenird i. Parmakhgın demird en yapılmış olanlarına, cami ve sonra tekke olmuş dergahların kapısmda rastlard ık. Bu nlar sabit olduklarından yerlerinden çıkmazdı, mesela Üsküdar Hazret-i Nasuhi Hankah-ı şerifi
avlu kapılarında gördüğümüz kısa demir parm akl ı klar o zamanın yadigar bı raktığı eserlerdi r.
Kahve naki pliği (264:272-73): Tekkeni n iç hizmetlerindendir, kahve ocağında bulu nur, kahve pişirir. Paşmak naki pliğinden bi t' yukarıdır, sonra meydan nakibi olu r. Kahve nakipliği nefis terbiyesi üzerind e tesiri görülen mühim bir hizmettir, bundan dolayı kahve nakipliği yapmamış dervişe "Ocakta pişmemiş!" derler ki ham ve olmam ış demektir. Umü r-ı
m ülkiyye nazırı Meh med Said Pertev Paşa, Üsküdar'da Selimiye Tekkesi'nde tarikata girdiği ve şeyhi ne bağla nd ığı zaman ilk iş olarak kahve nakipl iği (daha sonra meydan nakipliği) yapmıştı.
Sancaktar, sancak nakibi (197-80-82,63-64): Tekke mensupla rı bahar ve yaz aylarında bazı tetkik ve müşahedelerde bulunmak yah ut seferi tatbikata geçmek maksadıyla kafileler hali nde gezmeye çıkarlar. Bu, şehri n içinde, biraz uzağında veya bir başka şehirde olur. Devaın -ı müdd et tecelli ve zuh urata bağl ı
bulunduğundan en azı birkaç günden başlar, bir yıla kadar uzayabi lir. Tekkeni n şeyhi kafilenin başkanıdır, mürşi tsiz yola çı kılmaz; geziyi o idare eder. Ayrıca önde giden ve omzunda sancak taşıyan bir nakip vardır.
Emanet sahibi ve oldukça kıdemli dervişlerden seçilen bu zatn "sancaktar" denilir. Bu vazife kendisine şeyh efendi tarafından temelli ola rak verilmiştir.
Her tarikat ın kendisine mahsus ola n bu
sancaklar kapalı ise tüfek ve silah gibi omuzda taşınır; açık ise sancaktar onu kafilenin önünde amudi olarak tutar.
Seferde veya gezide daima tek sancak vard ır, fakat onu taşıyan sancaktar ikid i r. Zaman
zaman birbirlerini değiştiri p d i nlendirirler, zira
uzakta n kolayca görülmesi için sancak büyük ve oldukça ağırdır. Sancaktara "haınil -i liva" da denilir.
Tevhidha ne mihrabının sağ ve solunda bulunan i ki sancak Muharrem, Safer aylarından başka günlerde açık durur; Muharrem, Safer aylaruıda Kerbela vakası matemi dolayısıyla kapatıl tr. Bunu açıp
kapayana ''sancak nakibi" denir; emanet sallibi olanlar arasından seçilir.
Nüceba (126:410- 13), nukabadan bir mertebe Yüksektir, hilafete namzettir, dersi de bi r esma ileridedir. Zikir esnasında tevhldha nede "feyiz kapısı" denilen giriş kapısının karşısında kutbhaneni n sağ ve solund a ınisafü şeyhlerine
tnahsus cenah postlarının önü nde durur. zikrin devamı müddetince ayrıl maz, şeyhi ni n emrini bekler. Omuzunda şed vard ı r, fakat halife olmadıkça ferace giyemez. Başla rı na burma destarlı basık sikke giyerler.
Nüceba, meydanda makam sahibi şeyh efendin in ve m isafir şeyhlerin h izmetinded ir. Nukaba ise dervişlere ve muhibba na bakar. Nüceban ı n bir vazifesi de zikir esnasında
-
cezbeye gelen müridi tel ki n ve tesük ile sahva getirmektir, bundan dolayı icap ediyorsa da ha önce veya son ra kaş göz hareketleri ile bazı ihtar ve ikazlarda bul unabil i r. D::ı h:ı mühi m bir vazifesi de tari kate yeni girmiş olanları şeyhin tensibi ile terbiye ve teslik etmektir, tarikatın usul ve adabını o öğretir. Mevlevilerde
kazancıbaşının yaptığın ı yapar.
Tekke adap ve erki'in yeriydi, buna riayet etmeyenler için tekke dilinde "paşmakları çevirmek" deyim i lmllanılırdı {187:26, 4-6):
"Paşmakları çevirmek, çevrilmek':''papu çları çevirm ek" de denili r. Bin bi r günlük çileden sonra dede rütbesini alımş, hücre-nişin olmuş dedelerden bil'i ni n herhangi bir
kötü hali görülür de öğüt ile yolo gelmezse postnişin efend i ni n emriyle popuç ları çevrilir, ayakkabı ları nın bu rnu d ışarıyı göstermek suretiyl e önüne konulu r, çünkü dedeler hücreye girerken ayakkabıları k::ı pı nı n dışında rastgele bir şekilde bırakırlar, düzeltmezler.
Şayet tekke mensupları içinde bi risi rütbe
ve derecesi, hatta k ıdem ve hilMcti ne olursa olsun evvela şeriat, sonra tarikat adabına aykırı bir hali görülür ve tekke büyü kleri olan halife veya baş nakiplerden bi rinin ihtar, ikaz ve öğütlerine rağmen yine bu halinden vazgeçmez, devam ederse o zaman şeyh efendiye arz olu nur, nasihat ve i kazlar karşısında yola gelmeyeceği a nlaşılan ve bu haliyle tarikate leke süren o kimse hakkı nda şeyh efendi:
- Paşmakla nnı çeviriverin! em ri ni verir.
Hemen paşmakçı ta rafından paşınnkJa rının ucu herkesin bildiği şekilde dışa rıya çevrilir ve içerideki postu dürül ü r. Bu onun içi n en büyük ve son cezad ır, zira bu huzurdan i h raç kararıdır, "Bundan böyle bir daha tekkeye gelme ve görün me!" demekti r. Tarika t dilinde
buna "seyyah etme':"scnah verme" de derler.
ALTI NCI GUZERGAH 1097
Öl<üz Mehmed Paşa Camii
Melek Hoca Caddesi'ne dönüyor, ileride sağda Öküz Mehrned Paşa Camiiönünde duruyoruz. (Hırka-ı şerif Mahallesı. 1598 ada. 2 parsel)
Caminin banisi Öküz Mehmed Paşa, Karagümrük'te öküz nalbantı Kara Hasan (Ali) nin oğludur.Başındaki "Öküz" lakabı,babasının mesleğini muhaliflerinin kendisine taşımasından kalmıştı.Herhalde bugün caminin dış kapısındaki "Ö. Mehmed Paşa", bu sıfatın kaba kaçtığıdüşünülerek kısaltıldı. Zaman zaman bazı metinlerde tuhaf bir şekilde "Öküz Mehmed Paşa" yerine "Öksüz Mehmed Paşa" yazı dığıgörülür!
Mehmed Paşa, Enderuna alınan Türk asıllı iç oğlanlarındandı. 17. yy'ın başlarında sırasıyla silahtar,kubbe vezirive Mısır beylerbeyioldu.Mısır'da sert bir şek ilde asayişi temin ettiği için kendisine "Kulkıran" denilmişti.Kaptanıderyalığıve sadrazamlığının
ardından merkezden beylerbeyliği unvanıyla uzaklaştırıldığı Halep'te 1621'de vefat etti.ı.Ahmed' in kızı Gevherhan Sultan'la evliydi.
1729 Balat yangınında yanan bu camisi 1987'de eski haline göre yeniden yaptırıldı.
Bu cami dışında paşanın Kuşadası'nda ve Niğde Ulukışla'da çarşı ıkülliyeleri, Boz caada'da ikiçeşme ve çarşısı,Sakız'da cami ve sebili,Kahire'de, Mekke"de, Kudüs'te, Hicaz'da birçok hayır eseri vardı.
Öküz Mehmed Paşa'nın soyundan gelen meşhur şahsiyetlerden biri Doktor Şükrü KamilTalimcioğlu'ydu. Dedesi Ferik Şükrü Paşa, babası Talimci KamilBey'di.1870'de İstanbul'da doğmuş,1892'de AskeriTı bbiye'den mezun olmuştu. ittihatçılıktan dolayı Taksim Kışlası'na sevk edi miş, orada bir buçuk yılhapis yatmış, ardından Elazığ'a sürülmüştü. Meşrutiyet'ten sonra sıhhiye müdürlüğü ve müfettişliğine geçti.Henüz 17 yaşında Manzara dergisinde kaleme aldığı"Manyetizmaya Dair"yazısı ile bir de "r" harfine kadar gelen Muhlt-i Fünun-ı Tıbbiyye'si onun eserlerindendir. Revnakoğlu şu notları da kaydeder (86:375):
"Doktor Şükrü Kamil Talimcioğlu , Öküz Mehnıed Paşa torunlarındandır . Bayra m paşa Tekkesi son şeyh vekili, Cerrahpaşa hatibi Meh med A rif Efen di'den istihlaf olunmuştu. Melamiyye'den feyizlen mişti. İsta nbul Sıhhiye Mü dürlüğü u mumi müfettişliğinden emekl iye ayrı ldıktan sonra Şişli Fransız Hasta nesi'nde doktor olarak vazife gördü. 14 Şubat l946'da göçtü. Merkez Efendi haziresinde beşinci adada yatıyor. Baş ucund a dört köşeli beyaz mer mer kitabede yeni harflerle: ''D. 1286. Ö. 14-2- 1946. Şükrü Ka mil Talimci oğlu vasiyeti mucebince bu kabir verem savaş derneği tarafından yaptınldı" yazıyordu. Şükrü Kamil'in evvelce Babıali'de "Tababet-i Hazıra" isminde yal nız tıbbi eserler basan ve yayan bir kütüphanesi vardı. Kitapçı Hafız Ahmed
Hamdi (Kör Ahmed) ile Hasan Amca buranın idari işleri ne bakarlar, Mazhar Osman da tıbbi eserle.r yazardı:'
Öküz Mehmed Paşa'nın geçen yüzyı a intikal eden bir başka torunu Ömer Sabri Bey'di. 1843'te doğmuş, 1865'te Mülkiye'den mezun olmuştu. 1871'de Poti şehbenderliği,1879'da Tekaüt San dığı veznedarlığı,ardından 1890'da İstanbul Emniyet Sandığı müdürlüğüne get irildi. 1895'te Bitlisvalisi oldu, bu görevdeyken 1899'da vefat etti.
Şükrü KamilTalimcioğlu
(86:202)
Melek Hoca Caddesi'nde biraz ilerledikten sonra solda Karabaş Camii ve Tekkesi'ni görüyoruz. (Hırka- i şerif Mahallesi, 2086 ada, 21 parsel)
Revnakoğlu'nun Melek Hoca Caddesi'ndeki Karabaş Camii'ne dair etraflı notları
(174:6-7):
Karabaş Camii 1946'da {Enc ümen arşivinden)
Karabaş Cami'-i şerifi ve Tekkesi: "Karabaş" denmekle (Anadolu'da "Kur rabaş" derler) maruf Şeyh Abdurrahman Efendi yaptırmıştır ki ilm-i tecvidden meşhur Karabaş Tecvidi risalesi bu zatın telifidir. Bu risale en önce H.1251 (1835) tarihinde bastırılmıştır. Hamza -i Miskin ismiyle diğer bir za tın kaleme aldığı Tecvid-i Edaiyye adında Türkçe eser de bu Karabaş risale siyle aynı yılda ve birlikte tab' olunmuştur; 1308 ve 1315'te tekrar bastırılmış olduğunu görüyoruz. Karabaş Tecvidi'nin Virdü'l-M üf id ismiyle bir şerhi de ayrıca tab' ettirilmişti.
Kendisi, Sultan il. Osman'ın hocası ve Ayasofya kürsü şeyhi bulunan meş hur Ömer Efendi'nin de kardeşidir. H.940'ta vefat ederek mihrabın önüne gömülmüştür. Medfun bulunduğu bu yer, aslen mescitti r; minberini sonra
dan Edirne kadısı Kilisli Hoca Hüseyin Efendi koydurmuştur. Yanındaki mek tep binası, Edirnekapı Cami'-i şerifinin vakıfelerinden bir hatunun hayrıdır.
Eyüp yolunda Feshane Caddesi üzerin de medfun bir zatın da yeni harfli "Ka rabaş Tecvidi müellifi Ahmed Efendi hazretlerinin ruhuna fatiha" kitabesin de Karabaş Tecvidi' nin müellifi oldu ğu yazılmış ise de tamamı yla yanlıştır. Burada yatan zat, Eyüp halkının "Tez veren Dede" dediği Bayram iyye'den Pir Ahmed Efendi'dir.
Not: Takr ibi olarak H.1315 tarihlerin de Kesmekaya şeyhi Mehmed Keşfi Efendi tarafından hem tamir edilmiş hem de buraya Kadiriyye'den meşihat konulmuştur.
Cami'-i şerif civarında oturan Edir-
nekapılı Arabacı Tevfik Kuşay, Pazarcı Recep ve mahalleliden Aziz Dilitatlı beraberce para koyup cami'-i şerifin pencerelerini, tavan kısmını minare sinin şerefesini 1950'de ve 195l'de yeniden tamir et tirip boyadılar.
Şimdi yerinde yeller esen Karabaş'ın mezar yazısıyla, Ka rabaş'ın H.1304'te Binbaşı Bekir Bey'inyardımlarıyla tamir edi en türbesi nin kitabesini de tesbit eder (174:8):
Karabaş'ın baş ucunda sülüs yazı ile: "Merhum Şeyh Abdurrahman eş-şehir bi-Karabaş ruhıyıçun" (tarih yoktur!)
Bu yazıdan sonra Nebil Bey'in talik ile yazılmış şu tarihini okuyoruz:
Ne a'lfı yaptı Binbaşı Bekir Bey sarf-ı himmetle Harab olmuş iken işte bu cdy-ı bais-i tevkir
Kıyam-ı haşre dek rCıh-ı şerlfın şad ede Mevla Vücuhtaıı ilın-i tecvidi bu zattır eyleyen tahrir
Dü eııgüşt-i işaretle Nebila söyledim tarih Karabaş-ı Veli'nin türbesi oldu zihi ta'mfr, 1303.
Camiye dair yazısı silik kitabe şöyledir (174:9):
Karabaş-ı Veli'nin camii olmuş idi viran Misali lane-i bU[mj u gurdb olmuş iken nagd h
Ahali gayret etti aşk ola nakd-i mürüvvetle Sa'ylerin meşkur ede dünya vü ukbada ilah
Husıisan Binbaşı Bekr Efendi eyledi itmam M uin u yaveri olsun lıemişe Hazret-i Allah
Bu cami' hem dahi dergah-ı bdzulldhtır aşık Hulıis-i kalb ile devrdnımız icra olur lıergdh
Çıkıp üçler Nebild söyledi tarih-i bünyddın
Namaz kıl hal ile gel zikr ü tevlıid eyle eyvallah, H.
1304 (1886-87)
Camininminaresi dibinde talik hatla (174:9):"La ilahe illallah Muhammedün resOlullah - Minareyi ihya eden Gan me Hanım'a mükarat ihsan eyleye Mevla. Zevci merhum Hacı Emin Efendi'nin rGh- ı şerifini de şad ede Mevla" yazan 1
Karabaş Abdurrahman Efendi'nin 1946'da sandukalı mezarı(Encümen arşivinden)
Karabaş Abdurrahman Efendi'nin 1946'da mezar ı etrafındaki duvarda bulunan kitabesi (Encümen arşivinden)
Şaban 1343, 6 Mart1341tarihli bir kitabe vardı.1925 tarihli Ak şam gazetesinde (23 Ramazan 1343) mahalle halkının Ganime Hanım'a bu hayrı içinteşekkür ilanı çıktı:
Revnakoğlu, Esat Sezai Sün büllük'ün Kıraat-ı Aşere Kita bı'ndan (İstanbul,1947, s.17) naklen Karabaş tecvidinden bahseder (174:5):
Karabaş Abdurrahman Efendi'nin
1946'da mezarının bulunduğu çevirme (Encümen arşivinden)
Ganime Hanım'a teşekkür ilanı (174:10)
Karabaş Tecvidi: Pek ziyade değeri olan bfr tecvid kita bıdır. Yazan, meşhur Şeyh Abdurrahman Karabaş'tır. H.904 senesinde vefat et miştir. Karagümrük civa rında mescidi yanında me- dfundur. H.1251 senesinde
matbaada Hamza-i Miskin nam zatın Tecvid Adabı kitabı ile beraber bastınl mış olduğunu görüyoruz. H.900 senesinden 1250 senesine kadar hep el yaz ması olarak elden ele gezmiştir.
Karabaş Abdurrahman Efendi'nin oğlu Hacı Mahmud Efendi'nin Mevlanakapı'da Lalezar'da Veled-i Karabaş Mahallesi'nde bir camiive mahallesi vardır.
Son olarak, Revnakoğlu bu caminin bir süre tekke olarak kullanıldığınıkaydeder (113:63):
Karabaş Mescit ve Tekkesi: Hırka-i şerif civa rında Karabaş Cami'-i şerifi içindedir. Takri ben 1315 tarihlerinde Kesmekaya Tekkesi'ne sonradan şeyh olan Mehmed Keşfi Efendi tarafından tamir ve ihya edilmiş, Kadiriyye usulüyle zikrettirilmiştir:
Sufi.ya var ise dimagında buhar-ı sevda Karabaş Tekkesi'ne gel edelim onda deva
Mestçi Şeyh Ali Efendi Tekkesi
Karabaş Camii'nin arka tarafında, eski Armutlu Virane Caddesi'nde,yeni Armutlu Caddesi'nde (vakfiyelere gore 23 numaralı hane) Kadiriyye'den MestçiŞeyh AliEfendi Tekkesi bulunuyordu.
AliEfendi çedik papuç, mest diktiğinden "Paşmakçı''diye de meşhur olmuştu. Karabaş Camii'nin arkasındaki evini Hasköy Mahkemesi'nde 1204 tarihinde tanzim ettirdiği vakfiye i e tekkeye çevirmiş,bu tekkenin kurucu şeyhi olmuştu. Kadiriyye'nin Mustafa Ah şubesine bağlıbu tekke, 6 Muharrem 1235 (25 Ekim 1819) tarihinde şeyh in üvey oğlu Şeyh İsmail Nef'i Efendi'ye intikal eder.Bu son şeyhin H.1264 (1847-48) yılında vefatıyla kızıŞerife Sabiha Hanım'ın (Kolağası Seyyid Ali Ağa'nın annesi) elindeki mülkiyet hakkı, ev vakfedilip tekkeye intikal ettiği halde mülkiyet belgesi ihmalden iptal edilmediğinden tekke ev mülkü olarak 8 Cemaziyelahir 1265 (1 Mayıs 1849) tarihinde Mehmed Rüstem adında birine satılır. Artık Mehmed Rüstem'in vefatıyla da eine ve kızlarına sehim sehim ev intikaleder.
Ayşe Hatun Zaviyesi (Seyyid ResmiEfendi Tekkesi,Cuma Tekkesi) şeyhi Ahmed Şemseddin el-Kadiritekkeninvakfıyesini ortaya koyarak kendisinin de bu tekkenin mütevellisi olduğunu beyanla yapılan satışların hukuksuzluğunu, haneninvakıf şartı
gereği tekrar tekkeye çevrilmesini ve buraya halifelerinden birinin tayinini talep
eder.Her halde bir netice elde edemedi.
Revnakoğlu, Mehmed Rüstem Bey'in 8 Cemaziyelewel 1265 tarihlisatış belgesinden tekkeninvaziyetini aktarır (116:268-69): "Yenibahçe kurbünde,Karabaş Mahallesi'nde, birtaraftan Zarafet Kadın menzili ve iki taraftan izzet Efendi menzilive bir taraftan
tarik-i am ile mahdOd; ulyada iki bab oda ve süflada bir bab oda ve bir matbah ve
bir bi'r-i ma ve eşcar-ı müsmireli bahçe.. '
Karabaş Camii ve türbesinin arkasında olan butekke bir asırdan fazla bir zamandan beri arsa halindeydi, sonradan üzerine ev yaptırıldı. Tekkede pazar günleri zikir edilirdi...
H.1203 tarihlivakfiye (116:273-75):
Şeyh Ali Efendi Tekkesi: Yenibahçe kurbünde Karabaş Maha llesi'ndedir. Tarik-i Kadiriyye'den eş-Şeyh Ali Efendi b. Halil'in İstanbul'da Yenibahçe kur bünde Ka rabaş Mahallesi'nde vaki zaviyesi vakfının bila -ta'yin-i vazife zaviye darlık ciheti 6 Muharrem 1235 tarihinde tarikat-ı mezkfıreden eş-Şeyh İsmail Nef'I Efendi'ye tevci h olunduğu mübin berat-ı iliverildiği kayden anlaşılmış ve vakf-ı mezburun 1203 tarihiyle müverreh ve o tarihle kaydol una n vakfi yesinde zaviye-i mezburede kendisi hayatta oldukça şeyh olup ba'de-vefatihi zaviye-i mezkuru üvey oğlu Derviş İsmail Efendi şeyh olup ba'de-vefatihi mu-
maileyh İsmail Efendi'nin ayin-i tarik:ıt-ı Kadiriyye'yi icraya kadir erşed ve aslah ve evlad-ı zükı'.ıru batnen ba'de batnin şeyh olup ba'de'l-inkırazı'l-evlad zaviyenin hulefanın akdemi şeyh ola, onlar dahi ba'de'l-inkıraz şeyh-i müşa rünileyh hazretlerinin dergahları hulerasında n bi r sahib-i zat u liyakat ba arz-ı mütevelli şeyh olup nevbet-i meşihatlarında beher hafta pazar gü nle ri hal ka-bend-i cemiyyet ile uELlezine yezkurunallahe" ınantlıkunca kıyamen ve kuCıden merasim-i ehl-i tevhidi ayin-i Kadiriyye üzere icra ve ehl-i tevhi din ateş-i hararetlerin itfa ede diye mestur bulu n muştur. İşbu vakfiye Hasköy Mahkemesi'nde 1203 tarihinde tanzim olunmuştur.
Yenibahçe kurbünde Kadiriyyeden Şeyh Mustafa Ahi Tekkesi şeyhi Şeyh Şemseddin Efenditarafından bilahare olunan istida suretidir (116:269-73):
Tarikat-ı aliyye-i Kadiriyye meşayihind en eş-Şeyh Ali Efendi b. Halil. Yeni bahçe kurbünde Karabaş Mahallesi'nde ba-h uccet-i şer'iyye uhde-i temellü kü nde olan bi r bab mülk menzilini 1243 tarihiyle müverrnh ve o tarihte cihat kalemi ne muk:ıyyed olan vakfıyye-i şerifesi natık olduğu üzere zaviye-i Kadi riyye olmak üzere vakf ve tescil ve kendiden sonra üvey oğlu es-Seyyid İsmail Nefi Efendi ve mumaileyh İsmail Nef i Efendi'ni n ayin-i tarikat-ı Kadiriy ye'yi icraya kadir erşed ve aslah evlad-ı zükıiru ve ba'de'l-ink ırazi'l-evlad za viyesinin hulefcisının akdemi, onlar dahi ba'de'l-inkıtaz vakıf-ı mumaileyhi n mürşid-i mükerremi olup o tarihte Yenibahçe kurbünde Keçeci Piri Mahal lesi'nde Ayşe Hatun b. eş-Şeyh İbrahim'in ihya-kerdesi olan Cuma Tekkesi'n de seccade-nişin bulunan eş-Şeyh Mustafa Ahi el-Kadiri hazretlerinin han k:ıhları hulefasından bir zat ba-arz-ı mütevelli secade- piray-ı meşihat olup şeyh olanlar nevbet-i meşihatlarında beher hafta pazar günleri ayin-i Kadi riyye üzere kıyamen ve kuuden ezkar-ı Huda-yı müteal eyleyeler diye ta'yin-i şurut ve tevliyetini dahi mürşid-i ekremi müşarünileyh eş-Şeyh Mustafa Ahi hazretlerinin hankah-ı şerifinde seccade-nişin olanlara şart ve tahsis eyle yi p vakıf-ı mumaileyh eş-Şeyh Ali Efendi'nin vefatından soma zaviyedarlığı ber-mıiceb-i şart-ı vakıf üvey oğlu Şeyh İsmail Nef i Efendi'ye bi't-tevdh 6 Muharrem 1235 tarihinde berat-ı ali verilip mumaileyh eş-Şeyh İsmail Nef'i Efendi'nin 1264 taril1inde irtihal-i dar-ı beka eylediğinde sulbi mahdumu Asakir-i şahane kol ağalarından es-Seyyid Ali Rıza'nın validesi Şerife Habi le Hatun b. Şeyh Ali'nin ba-huccet-i şer'iyye ber-vech-i muharrer Şeyh Ali Efend i'nin menzilini vakfa tebdil edip zaviye eylediği zaman yedinde bulunan mülk hucceti her nasılsa alınıp iptal edilmediği nden biliihare kerimesi hucce ti ibraz eylemekle füniht edilmiştir.
İstitrad: Mülkü olarak ba'de-vefütiha kendiye mevrüs olmak üzere İstanbul mahkeme-i şer'iyyesinde 8 Cemaziyelahir 1265 tarihinde Mehmed Rüstem Efendi'n in bey' ve temlik edip mezbur Mehmed Rüstem Efend i'nin dahi mu
:ıhh:ıren vefatında on (altı) sehim itibarıyla i ki sehmine zevcesi olup geçenler-
de bila-varis-i ma'ruf vefat eden Hayriye Hanım'a ve on dört sehmine mczbur Mehrned Rüstem Efendi'n i n kızlan ve onlardan iştira ve tedavül-i eyadi ile elyevm Zenciye Mahir Kadın mülkiyet üzere tasarruf iddiası nda bulun mak ta ise de tarihten 105 sene akdem Kadiri zaviyesi olmak üzere vakfedilmiş bi r mahalle muahharen temellük iddiası şer'an sahih olmadığından ve daileri müşarün ileyh Şeyh Mustafa Ahi hazretlerinin anifü'z-zikr Keçeci Piri Ma hallesi'nde seccade-nişin bulundukları dergah-1 şerifte elyevm ba-beral-ı ali şeyh olup binaenaleyh vakıf-1 mumaileyh eş-Şeyh Ali Efendi'nin Karabaş Ma hallesi'ndeki zaviye-i mezkuresinin bi'l-meşrutiyye mütevellisi bulunduğum
dan ve mumaileyh Şeyh İsmail Nef'i Efendi'nin evladı ve zaviye-i ınezkuren in hulefası münkarız olduklannda n seccade-nişin bulwıduğwn eş-Şeyh Mus tafa Ahi hazretlerini n hankahı hulefasından biriqin (bir zatın) ber-müceb-i şart zaviye-i mezbılreye şeyh nasbıyla şart-ı vakıf icra olunmak üzere zaviye-i rnezkCıreye fuzult m üdahale ve vaz'-ı yed edilemez.
Ye elyevm zikrolunan Karabaş Mahallesi'nde Armut lu Vi rane Caddesi'nde hane i ti barıyla 23 numara ile mürakkam bulunan zaviye-i me:lbCıre derunu n da sakine olan mezbu re Mn hi r Kadın'm celbiyle bi'l-m uhakeme men olun mak babında eınr ü irade...
eş-Şeyh Mustafa A hi Han kahı şeyhi ve vakf-ı mezbılrun mütevellisi A h med Şemseddi n el-Kadiri
-
ALTI NCI GUZERGAH 1105
Muharrem, Tekkelerde Aşure, Goygoycular, Tekke Mutfağı
Şerbet
Şerbet, şeyhe biat eden derviştarafındanve bu merasimde hazır bulunanlarca içilen nesneydi, ama "şerbetin" manası daha öteye geçmiş, "biat"ın, "intisab"ın da adı olmuştu. Şerbet,
şeyh tarafından kayda geçirilir,dervişten biat alındıktan sonra bu şerbet deftere yazılırdı.Bu yola sülOk eden Rifa' 'nin şerbetindeki sırda fütüwetnamelere göre Peygamber'in bir üzüm
tanesinden kırk kişiye şerbet edip içirmesi saklıdır.
Tarikata girecek talibe (namzet derviş) ilk gün usule göre içiri en şerbet ve şeyh efendi
tarafından şerbetin o istekliye yudum yudum içirilmesine "şerbet verme","şerbetlenme" deniliyordu. "Şerbetlenme" için bazı tarikatlarda "çeliklenme" tabiri de kullanılmıştı. Aynıtarikattan olanlar,aynı şeyhin elinden şerbet içmiş bulunanlar birbirlerine bazen tanışma sırasında: "Erenler,çeliğimizin suyu birmiş!" diyorlardı. Henüz hilafet almamış
derviş için de "Yalnız şerbet dervişidir,hilafete erişmemiştir" demek tekke muhitinde
kullanı an ifadelerdendi. Revnakoğlu'ndan yukarıda aktardığımız bu şerbet kültürü, onun dosyalarında yer alan bir mektupla daha da manalanır:
Üsküplü Mustafa Efendi,geldiği istanbul'da kendisine intisap edecek dervişin biat merasimi
- şerbet töreni için yer ararken Revnakoğlu'nun evi hatırına gelmiş ve Revnakoğlu'na 1958'de bu husus için mektup yazmıştı:
Muhterem Cemalettin Bey ef endiye,
Evvela oğlum Raikf akirinizin evlenmelerinin yapıldığı saloı.ıa ihtiya r-ı zahmet bııy urııp teşrif buyurmanız bizleri memnun ve rnesrıır etti. Zahmetinize
arz-ı teşekkürler edeı; sizleri11 de vctime cemiyetinizi görmeyi Cenizb-ı Httdiı'dan niyaz eyleriz.
Sizin deyakmen tanıy ıp kendisine iltifatla bulımd uğwııız bir genç,Jakirinize intisap etmek arzu ediyor veyaptığı istihare de niyetini takviye etmiş. Biz kendimiz adam olamadık, ammafa kire karşı gösterilen teveccülı ve bu gencin aşkını söndürmemek için arzusunu isaf etmeye mecbur krılr/1111. Bu itibarla bu eınr-i hay rı yerine getirmek içinpe k mahrem bir malıal lazım geliyoı: Muvafık ise ııe kabul buyuruldıığu takdirde ismi11i şimdi arz etmek istemediğim ge 11ce sarıdetlıaneııizde ve huzurunuzla şerbet içirıneye müsaade ı1e muvaf akat buyruluµ buyrıılmayacağıııı lııtfen bildirme11izi ve fakir, birader ve i11lisap edecek ge11ç olmak üzere dört kişide11 ibaret olacağıınızı arz ve niyaz ederinı efe11di111. 7.10.1958
er-Rifa'i el-Fakf r M ustafa
Tekkelerin ''mukabele günü","ayin günü" ya da "hafta günü" denilen muayyen günlerinde
icra edilen zikir merasimleri çok defa saatlerce sürer,kıyam, devran derken diniraksın bitap düşürdüğü vücutlara, hararetle susayan dudaklara şerbet verilirdi. Bu ayin günleri
zikre katılanlara, misafirlere verilen şerbet bazen hususileşir,tekkelerin kendine mahsus şerbetleri olurdu. Misal kabilinden, Oğlanlar Tekkesi' ne gelenlere tabaklar içinde şeker, süt ve kırmızı şerbet ikramı vakfiyesinde şart koşulmuştu; Silivrikapı'daki Bala Tekkesi bu ikramda meşhurdu.
Tekkelerde şerbet için müstakil yerler bulunur, bu kısımlar "şerbet odası" olarak adlandırılırdı. Revhakoğlu bir notunda bu odanın işleyişine temas eder (42:35):
Şerbet odası, bir penceresi tevhidhaneye
açılan küçük bir odadır, şerbetler burada ezilir. Mevlid, mi raciye veya hilafet cemiyetlerinde meydan nakipleri pencere kenarına tepsilerle dizilmiş ve doldurulmuş şerbet bardaklarını usul ile buradan alıp tevhidhaneye getirirleı nıihrap önünde renk renk tiftik postlarda oturan misnfir şeyhlerden başlayarak orada bulunanların hepsi n in önünde kıdem ve mertebe sırasıyla diz çökerek birer bi rer dağıtırlar. A rkadan gelen başka naki p. içilen bardakları aynı usul ile toplar ve arka arka giderek önlerinden ayrılır.
Tekke mimarisinin unsurlarından bahsedilirken tarife bu oda dahi ledilirdi. Revnakoğlu tekkelerin bu odalarından bahseder (73:122;
213:134):
Bir zemin katı ile üstünde iki kattan ibaret hşap büyük bir binaydı. Fevkani levhidhanesi ıle mutfak üstündeki şerbet odası ve yanındaki lokmah:ınesi nden başka haremde sekiz,
selamlıkta iki büyük odası ve sofası vardı. Üst kattaki bu odalardan biri şeyh dairesi idi...
Tekke önceleri tek kattan ibaret küçük bir binaydı. Bir meydan odası, bi r şerbet odası, bir şeyh odası, bir dolaplı oda, bir de kahve odası vardı ...
Keşkül
"Günün birinde dükkanın kapısından bir Bedevi dervişi hasıloldu. Uzun boylu, kır sakallı,orta yaşlıbir adam. Bir elinde asa, diğer elinde keşkül. Hemen boyun kesti ve şu sözleri söyledi:"Eyvallah erenler! Fakir yarın Kerbela'ya gidiyorum..." Rumitakvim 15 Nisan 1338'de çıkan Dergah'ta İsmail Hakkı(Baltacıoğlu), Lüleci Mustafa Ağa'dan aktarmıştı bu sözleri.
Elinde keşkül,"Erenler fakir yarın Kerbela'ya gidiyorum" diyen dervişin keşkülü tutmasının sırları vardı: "Ewel sırrı tekbir getirmek ve bismillahirrahmanirrah m demek. Beş sırrı daha vardır ve beş parmağa işarettir.Keşkül ile birine gidildiği zaman keşkülü sağ eliyle tutmak ve "şey'en lillah!" ve "Tevfik minallah!" demek gerektir.Ayak üzere çok durmaz, sesini çok çıkarmaz, her ne atarlarsa eyvallah der,o nimet için Allah'ın şükrünü yerine getirir ve hayır sahibine dua eder..."
Bazı dervişler seyahate çıktığında Revnakoğlu'nun bir fütüvvetnameden (264:271) aktardığıyukarıdaki usule riayet ederdi.
Keşküllü dervişler,Muharrem ayına mahsus goygoyculardan fark lıydı.Bu hususa Revnakoğlu bilhassa dikkat çekmişti:"Çoğu Süleymaniyeli, Kerküklü, Siirtli,Musullu, Cideli,Divriğilidilenci ve goygoycularla, "Hak dost!" diye keşkül tutan, nezirtoplayan fakir dervişlerin, dedelerin
arasında bir ilgi olmadığınıkaydedelim." Keşkül,dervişin seyahat sırasında yemek
topladığıkabın adıydı,teber ve diğer çeyizleriyle beraber dervişlik eşyalarındandı. Dervişin başındaki taçtan, elindekitesbihe, sırtındaki haydar ye kadar ne varsa tekke literatüründe "cihaz - çeyiz" adını a lırdı. Çok defa nefsi ezmek çıkılan bu seyahatlerde ağızda ilah lerle elde keşkülolduğu halde bir şekilde dilenilirdi ve bu tür yolculuklara da "selman etmek","selmana çıkmak" denilirdi.
Goygoycuların dilenciliklerinde kullandıkları kabın da adı keşküldü, yine de selmana çıkanla Muharremde dilenen goygoycular arasında bir mahiyet fark ıvardır.
Keşküle yüklenen sırlar, fütüvvetname, tarikatname tarzı eserlerde daha geniş yer tutar. Zıpçıktı Tekkesi şeyhi Agah Efendi'nin bu sahada
çok rağbet gören M ecmuatü'z-Zarôyif i talibi
olan için kıymetlidir.
İstanbul'da Eyüpsultan'ın üç tekkesinde (99:95; 80:74; 89:18) Kaşgari Tekkesi'nde, Oluklubayır Tekkesi'nde ve Mihrişah Valide Sultan Tekkesi'nde mukabeleden çıktıktan sonra gelenlere keşküliçinde peynir şekeri ikram edilirdi.
Not düşelim,"Kara Süleyman Tekkesi" de denilen Oluklubayır Tekkesi şeyhlerinden Şükrü Efendi (80:80), Nalburcu Salih Efendi'nin oğluydu, İstanbul Merkez Postahanesi'nde muhaberat dairesi şefiydi. Birinci dünya savaşının sonlarında vefat eden bu şeyh, varlıklıbir kimse olmadığıhalde düşkünlere bakar,yedirir içirir,bir kısmını tekkede yatırır, içlerinde aciz olanlarının çamaşırlarını eliyle
yıkar,giydirirdi. Bütün maaşını tekkeye harcardı. Harb-i umumiiçinde her şey vesika ile olduğu halde o yine ne yapar yapar hafta akşamları iki sofra yemek çıkarırdı.Bunun için akşam üstü pastahaneden çıkınca dükkan dükkan dolaşır, topladığıekmek ve erzağıtorba içinde sırtına yüklenir ve yaya olarak o halde oradan Eyüp'e dergaha gelirdi. Kendisinin bahçe zevki de vardı, çiçeklerin bir kısmından Nakşitaçları meydana getirmişti.Öldüğünde kırk beş yaşındaydı.
Yukarıda ismi geçen Mihrişah Valide Sultan Tekkesi şeyhlerinden Akif Efendi (99:93) muhitinde çok hürmet gören, sözünü geçiren, dediğini yaptıran adamlardandı. Uzun zaman devam eden Eyüp Cami'-i şerifi imamlığında
bir zabtiye nazırı celadetiyle civar kahvelerdeki oyunları kaldırtmış, Ramazanlarda karagöz, orta oyunu, meddah gibi eğlenceleri uzak kahvelere
naklettirmiş, Hazret-i Halid'e hürmetsizlik olur diye cami avlusunun pazar yerine dönmemesi için gazoz bile sattırmamıştı. Bu sırada kırdığı gazoz şişelerinin parasını verirmiş!
İstanbul'un şeyhlerinden biri "Şeyh Keşkül" diye anılırdı. Böyle söylenmesinin sebebi keşkül ve dilenme arasındaki münasebettendi. Kendisine "Şeyh Sail",SailŞeyh" de deni irdi.
Arapça kökenli "sail" kelimesi,dilenci için kullanılır.AsıladıAbdülaziz olan bu Bağdatlı zat, Sultanahmet'te Arasta Tekkesi'nin şeyhiydi.
Tekkesinin bulunduğu Arasta Sokağı'ndaki haneler,Bezirgan Mahallesi'ndeki Arap odaları onundu; Galata'da değerli dükkanları ve Balıkpazarı'nda da ekmekçi fırını vardı,vardı ama o yine de dilenciydi.Her gün kendisince malGm olan mahalleri dolaşır,bir yerden ötekine mütemadiyen üşenmeden gider dilenirdi. Meclis-i Meşayih reisi Muhyiddin Efendi'nin tomarın da hali anlatılan bu şeyh, 1900'de vefat ettiğinde yaşı yüzü geçmişti.
Goygoycular
İstanbul'a has bir kültür olan goygoycular da Muharrem ayınıtamamlayan vazgeçilmez unsurlardan biriydi. Goygoyculuk, dilenciliğin Kerbela ve aş üzerinden Yürümesiydi. Bir tarafıyla mistik bir mabet, diğer tarafıyla şifahane olan Üsküdar Miskinler Tekkesi, bu faaliyetin, goygoyculuğun loncas ıydı.Bu tekke
bir cepheden "dilenciler tekkesi"ydi,Muharrem ayı
Yakın vakitlere kadar Muharremi n ilk gününden başlayarak Hasaneyn
efendilerimizin Kerbela sahrasında bin bir eza ve cefa ile şehit edildikleri onuncu günü akşamına kadar sokaklarda, kapılarımızın önünde "Gökte melek yerde her can ağladı
- Mevla'ya hoy goy goy ca nım" diye dolaşan goygoycula r, ekseriya acezeden ya ni kambuı·,
Goygoycular
diğer cepheden "dilenciler bayramı"ydı.
Revnakoğlu'nun "Muharreme Mahsus Hususiyetlerden Goygoycular" adını verdiği ve her halde neşrede mediğibir yazısı, Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan arşivinin 53. dosyasındadır:
Muharreme Mahsus Hususiyetlerden Goygoycular
gözü patlal<, bacağı topal yahut ta kma, bir kolu inmeli veya çolak, böyle de olmasa zoraki sakat, uyuz, bakar göz, yamru yumru, eciş bücüş bir alay dilenci güru hu ndan yani yaşl ı ve ged ikli profesyonel dilencilerden başka kimseler değillerdi.
Çocukluğunda mahalle mektebi nde ezberledikleri "Rfım'dan Şam'a dek can
NF/.t:I'( .yflOr.,HtrR ("AN .A • • •ı i"
..-;·
/}AN ltflLC;
rA.Un A.NA .-· -- -(/-/(6'AN •• ·. •.;:/. ' ,'
Goygoycular
arzuladı - Yemen ellerinde Yeyse'J-Karani - Enbiya serveri dostum dedi - Yemen ellerinde Veyse'l-Karani - Anasından doğdu dünyaya geldi - Melekler altına kanadın yaydı - Resulün hırka sını tacın ı giydi - Yemen ellerinde Veyse'l Karani" ilahisini okurlar veya hiç değişmeyen usulde ''.Ağlar Yakup Yusufum diye - Gitti
gelmedi vah oğlum diye - Yusuf da pek ağlar vah babam diye ..." Yeyse'l-Karani ilahisini
okurlar yahut "Yusuf'u attılar kırk arşın kuyuya
- Geldi kervan saldı kovayı kuyuya" yahut aynı mevzuda daima dinlediğimiz "Ağlar Yakup ağlar Eyyubem - Müptelayem, derde derman isterem - Aşıkam dil-hastayem, cana canan isterem - Yakupla ağlaram Yusuf için kıldım firak - Yusufum zindan içinde fazl-ı Rahman isterem" mısralarını tekrarlaya tekrarlaya
ve daima önde tuttuğu çatal saplı değnekle basacağı yeri arayarak kapımızın önünden geçerler, rikkat ve merhametinizi tahrik ve istismar için de pejmürde, perişan kılıklara girerler, bazen de yalandan topallaşıp sarsak sarsak yürüyerek yarı mefluç yarı malul rolleriyle, jestl eriyle şaşılacak şekillerde muvaffak olurlardı.
Goygoycul uğa çıkmak içi n meslekte eskim iş
olmak ve aralarından imtiyazla seçilmek şarttL. Çoğu gözü kapalı, fakat kulağı delik insanlardı. Kendilerine mahsus melodi leri, repertuvarı hatta edebiyatları vardı. Bu yıllanmış
dilenciler başka günlerde neler okumazlardı ki... İstanbul halkı bilhassa mahalle aralarında oturanlar Yunus'u asırlarca bunların ağzından
dinlemiştir: "Hak Çalabım Hak Çalabım senden başka yok Çalabım - Gün:i.hlıyız
yarlıgag1l ey rahmeti çok Çalabım" yahut "Şol cenneti n ırmakları akar A llah deyü deyü - Hem içinde burakları bakar Allah deyü deyü
- Salı nı r tubô dallan taze açar gülleri - Her dalında bUlbülleri öter Allah deyü deyü"
Verilen bahşişi az bulurlarsa: "Heydir azdan sonra yazd ır sultanım - Ördeğin babası
kazd ı r sultanım - Gönderdiğiniz bahşiş azdır
sultanım - Arkadaş ım ama ben kör geldim..." demeyi de un utmazlardı .
Birer adım geride, önündekinin ya sol omuzuna veya değneğine tutunarak yahut yanındaki nin koluna s1msıkı yapışıp sendeleye sendeleye yürürlerdi. Hepsinin sağ omuzlarından öne ve arkaya doğru
iki arşın uzunluğunda çift ağızlı torba
sarkard ı. Sadakayı tercihen ayniyat olarak aldıkları ndan bu bezden ambarcıklann her biri piri nç, fasulye, nohut, kuru bakla,
buğday, hurma , kuru incir, ceviz gibi aşure}'e katılacak hububatın bir cinsine ayrılmıştı.
Bununla beraber para verdikleri zaman geri çevirmezlerdi. Durdukları kapının önünde bir halka teşkil ederek başlarında en yaşlısı "Ağla ey gözlerim ağla meh-i matemdir bu" demeye başlar, arkasından nişaburekten
bir ilahi olan "Ey şehid-i Kerbel:iya ağlayan
- Ağla matemdir Muharremdir bugün - Nar- ı hasretle ciğerin dağlayan - Ağla 111atemdir Muha rremdir bugü n" veya "Kerbela'nın
yazıla rı - Şehid olmuş guzHeri - Fatma Ana kuzuları - Hasan ile Hüseyin'dir'' yahut yine Yunus'un deyişlerinden "Ali aJmJŞ sancağını eline - Çekilip giderler mahşer yerine - Hasan ile Hüseyin'i almış yanına - Ah üm metim deyi.i ağlar Muhammed ..." gibi gönüllerde ehl-i beyt sevgisini artıran ve tazeleyen acı klı, dokunak lı söılcri muhtevi ilahilerden parçalar okur ve
her mısram sonuna gelince bir ağızdan: "Hoy
-
goy goy canım!" nakaratını yetiştirir lerdi ve bu tablo gerçekten çok ahenkli olurdu.
Tekkelerde zikir esnasınd•t gittikçe kızışan ve kaynaşan "hü hu hu" lafz-ı şerifinin yine
tekke ağzında "gaygaylı" melodisi ne benzeyen bu "goy goy canım" teranesi aslında "koy koy canıın"dan bozmadır.
Hal kevi sahnelerinde bazen buna benzer revüler tertip edilse hem zevkle dinlenir hem de yak ın mazimize, bilhassa istanbnl folkloruna h izmet ed ilmiş olur.
İlahi devam ederken evin kapısı açılır da nakden yahut aynen aşw·enin harcı üzerine artık aşağıki bendin okunmasına lüzu m görülmeyerek hemen gi.il banga başlanı rdı: "Ccnab-ı seyyidü'ş-şüheda, şah -ı şehid-i mazluın-ı deşt-i l<erbela imam Hasan-ı hulku'r-rıza ve imam Hüseyin-i pür-vefa aleyhi's-sel5. m' yerine göre de "rıdvanullahi taala aleyhi m ecmain" derler, en sonunda
"la-siyyeıni\ selamullahi ale'I- Haseneyn ve la'netullahi a la-katili'l-Hüseyin min yevm inCı haza ila-yevıni'd-din!" temennisinde
bulunurlar yahut bunun Türkçesini söyleyerek
"Lanet katilleı:e ya Hüseyin!'' diye bağrışırlardı . Yine aynı zat bul undu ğu yerde el açarak,
biraz da Türkçe olarak: ''Biz fukaraya, aciz
kullara lutf u tasadduk eden elleriniz nur olsull, nur ellerde ab-ı kevser şaraben tahCır olsun, Cenab-ı saki-i hakiki ol ab- ı kcvscrden sizlere de, bizlere de kana kana içmeyi nasip ve müyesser eylesin!Dem-i ınazlfııtı Hüseyin, şehi tler demi ne hı'.ı diyelim hu..:' tarzında ki dua ve temen nisiyle tama mlar, sonunda yi ne hep beraber aınin denilirdL
Verilen hediye her ne ise ona mahsus torbanın sahibi: "Erenleı:, aşureye piri nç geldi" diye kapıya yak laşır, aldığını torbasma boşaltıp
kabını geri verirdi ve bunun arkasından: "Veren eller nur olsun, dert görmesin, Cenıib·ı
ALTI NCI GÜZERGAH 1111
Rabbü'l-iilemin Ha lil İbrahim berek:itı versin!" gibi iki nci ve sonuncu kısa bir duadan sonra kapının önü nden çekilirlerdi.
Bu melod ili dilenciler böyle mahalle mahalle, semt semt gezerek topladıkları erzak ve zahireyi Üsküdar'daki tekkeleri ne götürüp aralarında paylaşı rlar, hayır yapmak isteyenler de Şehzadcbaşı'ndaki şimdi Evkaf ambarı olarak kullanılan imnretleri nde Muharremi n onu ncu günü aşu re pişi rerek hem kendileri yerler hem de isteyenlere ikram ederlerdi.
[imaretha neni nl kapısının üstü nde ayakkabı şeklinde insan ayağı kadar büyük bir odun parçası zinci rle asılı dururd u. Rivayete göre erenlerden bi ri keramet göstermek için bu odunu oraya atmış ve böylece tutturmuş
derlerdi. Son zama nla ra kada r A rap Said Ağa adında Evkaf tarafından vazifelendiril miş bi r bekçisi, bi r katibi, ayrıc:ı bir de am bar memuru bul un uyordu.
Hazır sırası gelmişken bir de fıkralarından bahsedeli m: Hal k dilinde meşhur olan "Eski hayratı d:ı berbat ettin!" sözü meğer
bunların buluşu imiş. Cenab-ı Hak mübarek vücutları na çok zaman ömür ve afiyet ihsan buyursun, Mevlevi irfanı nın zamanımızda en son, en kud retli mümessili büyük ve muazzez üstadımız Tahirü'l-Mevlev1(Tahi r Olgun), Mahfıl mecmuaları nda buyuruyorla r:
Eski konaklarda ha nı mın biri çorba içerken kapın ı n önündeki goygoycu ların ilahisinden pek hoşlanm .ış:
- Zarafet, şu çorbayı içenıeyeceğiın, götür de goygoycu lara ver! demiş.
Zarafet'i n ka pıyı açması üzeri ne içleri nde gözsüz ve sabırsız olanlardan biri o nedir diye sormuş ve piri nç ccvnbını alınca yaklaşıp torbasını açm ış. Zarafet Bacı da elindeki
tası olduğu gibi torban m içine boşaltıvermiş.
Zavallı am:i pirincin tane olmadığını neden sonra torbasının ıslaklığında n anlayınca:
- Hatun, sen eski hayratı da berbat ettin! demiş
Meğer goygoycuların nükte yapanları da oluyormuş.
Hülasa Muharrem ayı goygoycular için yas günü olmaktan ziyade eski Ramazan bayramı günleri gibi boll uk, bereket geti ren feyizli, mahsullü aylardan biriydi. Hele o beş paranın bile kıymet ifade eylediği günlerde adeta bir dilencile r bayram ıydı.
Eski aile büyükleri yarn maz çocukların ı terbiye için goygoycula rı bazen mevhu m ve t!fsa nevi korku luk olarak kullanmayı da bilirlerdi.
Çocuk vızılda maya, ded iğim dt!dik diye tuturmaya başlad ı mı annesinde tehdit hazırdı:
- Hele dur, Muharrem gelsi n de seni
goygoycu nu n torbası na sokayım, görürsün sen
Aşure
Bilhassa belirteli m, M u ha rrem ayında aşu re pişi rilmesi Nakşiler hariç tü m İstanbul tekkelerinde ihmal edilmeyen gelenekti. Bu
ayda şehrin hayatına düşen um u mi h üzün, tekke m utfağı nın bu en sabi t aşı aşureyle yemek
kü ltü rü inşa etmişti.
Son dönem İstan bu l tekkeleri nd e görü len Bektaşileşme ile Bektaşiolmaya n bi rçok ta rikat şeyhi bir araya gelmiş, aşu re pişi rmişlerd i...
Fatih'te Küçü km ustafapaşa Ma hallesi'nde
bu lu na n Rifa'iyye'den Ku bbe Tekkesi şeyhi Molla Bey, Çem berli taş'ta Ka ra Baba Tekkesi şeyhi Hakkak Meh med Hilmi Efend i matem ayında hususiyle aşgün ünde ekseriya Merd ivenköy
Şahku lu BektaşiTekkesi'nde bulu nu r, başla rına fa hi r (Bektaşi tacı) geçirerek hizmete soyu n u r, derga hı n aş evindeki hizmet in terti p ve
intiza mına riayet ederlerd i. Sadece Bed evi
Tekkesi şeyhi Rami Bey bu hizmete başında Bedevitacıyla iştirak ediyordu.
Not düşelim, Şeyh Rami Bey (185: 56,72), kendi eliyle yazdığıbir Tevrat'ı sefarethane vasıtasıyla Roosevelt'e, bir İncil'i de Churchill'e göndermiş; Tanta'da Hazret-i P r'in (Ahmed Bedevi) makamına da yine kendi yazdığıbir Kelam-ı kadimi takdim eylemişti. Hattatlığına ilaveten hakkaklık ile meşgulolur,eski usulde mürekkep yapar,tezhip işleriyle de uğraşırdı.Haziran 1954'te vefat eden şeyhin birçok eseri 1936 tarihinde Pangaltı'da Yeremiya Apartmanı'nda çıkan yangında yandı.22 yaşında posta
geçt iğinden Beylerbeyi ve Çengelköy muhitinde kendisine "Mikro şeyh" diyorlardı.
Şeyh için matem ayında aşure kaynatmak, fukaraya sofra açmak, lokma çıkarmak fakir de olsa yapılmalıydı. Ayazpaşa'da Hacı AliBaba Tekkesi şeyhi Hüseyin ResmiEfendi,babası gibi fukaradan bir zat olduğu halde tedavülde kalan üç aylığını sarrafa satarak matem ayında aşure kaynatmıştı.Aynı tekkenin ilk şeyhi Ali Baba (Ö.18 Mart 1883) da ne yapar yapar her
defa fukaraya bir sofra da olsa lokma çıkarırmış, bir gün pek daraldığından feracesini mahalle bakkalına rehin bıraktığınısöylerler.Hüseyin ResmiEfendi,AliBaba'nın küçük oğludur; Dolmabahçe Camii'nde yarım asırdan fazla müezzinliği ve kayyımlığıvardı;bu vazifeden emekliye ayrılmış, 1953'te de vefat etmişti.Ali Baba'nın yattığıtürbenin yeri 1938'de Evkaf
tarafından Park Oteli satılınca, mezarı türbedek i diğer yatanlarla beraber Cihangir Camii
avlusuna kaldırıldı.
Gerek Muharremde aş, gerekse diğer vakitlerde maddi vaziyetleri elvermediği halde fukaraya, misafire yedirmede gönlü açık, eliaçık simalara geçen yüzyılda sufi muhitlerde hep
Beylerbeyi BedeviTekkesi son şeyhi Rami Bey(Mehmet Rami Gulman)
rastlanırdı.Yine bu zümreden, Fatih Keçeciler'de Uşşakiyye'den Bedreddin Tekkesi şeyhi Silistreli Hafız İsmail Efendi,hayatı zaruret içinde geçmiş, fakir ama gönlü zenginlerdendi (263:80):
Çarşıdan sırtında zembille getirdiği erzaktan fukaraya lokma çıkarır, sofrada bizzat hizmet ederdi. Muharremde gayet güzel aş yapardı.
Çamaşır leğeni büyüklüğündeki karavana üç dört kişi ile getirilip somatın üzerine
bırakıldığı zaman altındaki iskemle gıcırdar, kaşıklar gidip geldikçe soınalın all tahtası çatır çatu·öterdi. Kendisi de sofra başında bulunur: "Bunlar bitecek ha! Bitireceğiz lokmala rı haydi evlatlarım, haydi erenlerim göreyim sizi!" diye daima teşvik eder, güler yüzle, tatlı dille her birerlerini ayrı ayrı memnun etmek isterdi.
Ramazan- ı şeriflerde yine kendi kendisinden iftarlar yapa r ve somatın üzerini kendi eliyle hazıdadığt çeşit çeşit reçellerle donatı rdı.
Tam bir sene özenerek yaptığı bu reçellerin içinde karpuz reçeli, kavun reçel i, üzü m reçeli gibi duyulmamış ve görülmemiş olanlar bile bulunurdu.
"Tütüncü" ve "Muhacir" isimleriyle bilinen
Silistreli Hafız İsmail Efendi,1899'da tekkenin şeyhliğine getirilmiş,1915'te göçerek türbede Şeyh Mehmed Said el-Uşşaki'nin sandukasının içine sırlanmtştı.
Ağaçkakan Tekkesi şeyhlerinden Ahmed Niyazi Baba için Muhyiddin Efendi tomarında "Gayet temiz kalpli,fukaraperver ve misafir canlısı olan bu mübarek ihtiyar,tekkesi nin mukabele günleri kendi eliyle yaptığıve pek lezzetliolan
tirit çorbasını yine kendi herkesin önüne getirip koymaktan hoşlanır ve bu hizmeti daima kendisi
yaparmış. Yine bu arada soğanı ezip suyunu çıkarır ve bunu da ayrıca kendi dervişlerine ikram edermiş'' notunu düşer.
Aziz Mahmud Hüdaişeyhlerinden Şehabeddin Efendi (160:317), bilhassa Ramazan-ı şeriflerde sehasının adeta saltanat günlerini yaşardı.
Dergahın kıdemli dedelerinden ve ki ercisinden başka Ramazan-ı şer fe mahsus olmak üzere ayrıca üç erkek aşçıtutardı. Her akşam cami'-i şerifin müezzin mahfiline on beşer kişilik
karşılıklıiki sofra kurulur, en aşağı1iki türlü çorba, altı türlü etli,sebzeli, börekli,baklavalı müteaddit tatlı ar bu sofralara döşenirdi.
Yakından uzaktan zengin - fukara kim olursa olsun herkes kabul edilir,bol miktarda diş kiraları ile de taltif edilirdi.
Aş-aşure yolunda can veren şeyhti Çengelköy BedeviTekkesi postnişini Edhem Efendi.
Vefatıyla sonuçlanan vakayı Revnakoğlu şöyle anlatır(86:333-37):
Kalp rahatsızl ığı çekiyor, il\çla yaşıyordu. Bir matem ayında aş kaynatmak için hazırlığa geçmiş, vefatından bir giln önce buğdayları ayıklamış, sonra Çengelköy Mczarlığı'nın üstünde Talimhane tarafındaki kendi bağına giderek ada mlanna ekilmek üzere bir
miktar soğan vermişti. Oradan Çavuşbaşı
çiftliğine çıkmış, Karayastıkh yolu nu tutarak Kavacık'taki Mısırlı Mahmud Paşa'nın köşküne varmıştı. Çengelköylü Hacı Salih Efendi ile birlikte paşanın köşkünde ramazan müezzi nliği yaptıkları için paşa ile aı«\larındn takdir ve hürındten doğmuş bir yakı nlık vardı. Paşadan muharremiçin mutat olan aş masrafını aldı. Tekkeye dönmek için eşeğine bindi. Daha köşkün korul uğundan çıkmadan eşek üstünde birden kalbi tuttu, vurulmuş gibi hemen yere düştü. Her taraf karla
kapalı, soğuk ve donuk bi r gün olduğundan kimse farkına varmadı. Neden sonra köşkün korucufan şeyh efendinin yerde yatlığını görüp havaya silc'ıh atarak birbi rleri ne haber verdiler ve şeyhi bir kapı kanadı üzerine alıp paşanın yanına götürdüler. Paşa teessüründen ve inanam ayıp "Vah benim şeyhim, vah benim şeyhim!" diye haykıra haykıra üzerine kapandı.
Paşa çocuk gibi hıçkırıyordu. Yatıştırıp
kendi ne getirmek çok güç oldu. Mahmud Paşa aynı zamanda doktor olduğu için şeyhin cesedini ağlaya ağlaya muayene etti, bir gece olsun köşkte bırakılmasım istiyordu. Fakat o
sı ralarda karantina olduğu içi n Hisar Camii'ne götürül mesi uygun görüldü. Şeyh efendiyi tabuta koyup Hisar Camii'nc götü rdüler. o gece orada kaldı. Başı biraz zedelenmiş, vücudu da kısmen morarmıştı.Ertesi günü pazar kayığına koyup tekkeye geUrdiler.
Yemek zevki ve aşuresi meşhur tekkelerden biri de Silivrikapı'daki Bala Tekkesi'ydi. Saraylı hanımların intisap ettiği ve bağladıkları vakıflarla zenginleşen bu tekke, istanbul'un pek de işlek olmayan bir köşesinde
aşurenin ve tekke yemek kültürünün gözde mekanlarındandı.Tekkenin 1917'de vefat eden Şeyh Sadeddin Efendi'nin etrafında şekillenen yemek kültürü, Revnakoğlu'nda yer bulur (143:82):
Bala Tekkesi şeyhi Şeyh Sadeddin Efendi'nin en büyük zevki fukarayı doyurmaktı. Bunun için Ramazanda her akşam bir beygir yü kü ekmek gelir, her gece 18 sofra yemek verilir ve her sofrada en aşağı yirm i çocuk yemek yer, her gün devamlı olarak yüz okkadan fazla meyve dağıtılırdı. Şeyh efendi sofranın
Şimşir kaşıklarını bile hususi olarak yaptırmış, uçlarına Nakşi tacı işletmişti... Sadeddin Efendi kurulan sofraları bizzat kontrol eder,
yemek yiyen fu karaya diş kirası ola ra k kendi eliyle birer mecidiye dağıtırdı. Silinen camların. taşlıkları n temizliğinin muayene işini dahi
kendi yapardı . Elinde beyaz bir mendil ile veya keten gömleğinin koluyla hepsini siler ovar, birer birer pa rlatmaya çalışı rdı.
l<ızlarağası Neşet Ağa vakfından yılda birkaç ınevlid-i şerif ve miraciye okunur, Muharrem ayında 100 okka buğdaydan aşure kaynat ıhp fukaraya dağıtılı rdı. Mevlit ve miraciye ınasrafları için Neşet Ağa, Bakırköy'de koca
bir konak vakfetmişti. Mevlid için bi n kü lahtan fazla şeker yaptırılırdı. Sarayla ra sekiz araba güğümler içinde süzme aşure gönderilir, ağızları salaşporlarJa bağlanı r, Üzerleri Sadeddin Efendi'nin kendi meşihat mühürüyle mühürl enirdi. Mevlid-i şerif ve miraciyede
her şahsa ayn ayrı 300 tepsi içinde h ummas hummasine denilen ta tlıdan yapılan kırmızı ren kten bir şerbet, soğuk süt ve üç külah da şeker verilirdi Tekkede da imi olarak bi r erkek aşçı ile bir yama ğı bulunur, emlaki ni n gelirine bakan i ki de tahsilda r istihdam olun urdu.
Şeyh Sadeddin Efend i za manında yalnız Raınazan-ı şerif iftarlarına mahsus olarak 150 okka ekmek çıkardı. Çevrenin yetim ve yoksul çocukları için taaınhanede ayrıca 18
sofra kurulur ve Şeyh Sadeddin Efendi bizzat bu sofranın başı nda hizmette bulu nurdu.
Senede otuz ma nda arabası harcanırdı. Her za man üç aşçı kulJa nılır, Ramaıan-ı şerifte
ilave beş aşçı tutulurdu. İftarlar için ayrıca iki taamhane yapt ı rılmıştı. Matem ayında en aşağı 15 okka buğdaydan aşure kaynar, Silivri kapı'da Mecidiye Karakolu'nun önünde kadar sıra sıra dizilen halkın kaplan doldurulur ve bu hal günlerce devam ederdi.
Büyük masraflarla meydana gelen bu ikinci yapılışın açılma töreninde Adile Sul tan nam10a saray erkanı bulunmuş. Şehrem ini Rıdvan
Paşa tarafında n merasim ile açılmış, n utukl ar söylenmiştir. Misafir ve faki rlere üç gün üç gece yemek verilmiş, mevlidler okutulmuş, üç gün musluklarından süt ve şerbet akıtılmıştLr.
Yukarıda ki alıntıda geçen "Şeyh efend i sofran ın şimşir kaşı kları n ı bile hususi ola rak ya ptırm ış, uçlarına Nakşl tacı işletmişti..." ifadesine d ikkat çekmeliyim. Geçen yüzyı lın başlar ı nda tekkeliler a rası nda bu sanatta mah i r simalara rastlanırdı. Revnakoğlu d osyaları nda bu sahada hü neri olanlardan bilhassa iki şahsiyete temas edilir:
Bu şeyhlerden bi ri Heki moğlu Ali Paşa şeyh i Sadeddin Efendi'n i n (ö.1913) halifelerinden Şerefüddin Efendi'ydi (63:89):
Şerefüddin Efendi'nin Mahmulpaşa'da Abut Hanı'nın bitişiğinde fildişinden kaşık ve tarak yaptığı dükka nı vardı. Bu işte pek usta olduğu ndan herkesçe tanınmıştı, saraydan
kendisi ne fildişi kaşık sipariş ediliyordu.Aynı zamanda pek güzel Kadiri gülleri işlemekte de şöhreti vardı. Tekkel eri n seddinden sonra
göçmüş, Hekinı oğlu Al i Paşa Camii h:ızircsi ne defned ilmişti, başına meza r taşı dikilmedi.
Bi r d iğer kaşık ustası Çıra kçı Tekkesi şeyh i Cema ledd in Efendi'yd i (175:243-45):
Kendisi kaşıkçı ustası ve kaşıkçılar kahyası
idi. Gençliğinde A ksaray'ın on ikilerinden biri olarak tanınmış bulunduğ u ndan Aksaray'da
Yeşil Tulumba isimli mahalleni n meşhu r ynngı n tulumbasını kurmuş, tul umbacılara kendi parasıyla yeşil mintan giydirmiş ve böylece hala kullanılan şimdiki sokağa
Yeşi l Tulum ba ismini btrakmı. tı r. Sultan Abdül ha nıid'i n slıray ında kullanılan sofra kaşı klarını Şeyh Ceınnledd i n Efendi'ye yaptırırlarnuş. Sarayın kilerciliğini de bir müddet için kendisine vermişlerdi. Biraz
sekerek yürüdüğünden Aksak Usta derlermiş; bir ad ı da Fra nsız Motoru idi. Seyr ü süluku sırasında elde keşkül, leber seynhat ederek yaya olacak Anadolu'ya kadar gi tnıiş, oralarda görüşlüğü haU<ın konuşma tarıınt, dil
hususiyetlerini aynen öğrenmiş olduğundan icabı nda onlardan ayırt edilemeyecek şekilde bu dilleri konuşur, herkesi hay retle bırakırdı. Akşamlan biraz da atarmış; ehl-i dil, ehl-i hal bir zat imiş. Dergalun türbesi nde yatmakta
iken tekkelerin seddinden sonra Merkez Efendi haziresine kaldı rıld ı.
şüphesiz tekke m utfağının değişmeyen sabitesi aşureydi. Bu yemekte hususlleşen tekke, tekkeliler ve şeyhler vard ı:
Aşu resinin fevkalade nefasetiyle maruf
d ergah lardan biri Sulta n Ahmed Ca mii'nin arkasında ki Arasta Tekkesi'ydi (171:52):
"Malzemesini n uzu n yıllar mahzend e kalmış
bu lun ması ndan üzeri simsiya h kabu k bağlard ı, reçel tadı nd ayd ı:'
İsta nbu l'da "saki taneli aşu re" ile meşh u r i ki d e tekke va rd ı :Altı mermer'de Saatçi Hafız'ı n
Tekkesi (181:152) ve Şehremini'd e Sa'diyye'd en i n adiye Tekkesi (215:587).
Nuruosmaniye' deki Mengene Tekkesi ''bol kaymaklı aşuresiy le maruftu ve kaymak parça parça aşureni n üstü ne değil kat kat arasına konulurdu." Eyüp lslaınbcy'deki Beylerbeyi Bedevi Tekkesi "sütl ü aşuresiyle maruf"tu.
Çapa'da Odabaşı Tekkesi ise "bol şaın fıstıklı aşuresi''yle meşhurdu. Bu son tekkeden bi r de yemek ustası çıktt (l16:71):
Tekkenin son şeyhi Hafız Ahmed Muhta r Efendi'rıiıı (ö. 1928) büyük oğlu ve hal ifesi Abdünnfı.fi' Efend i (Hoşgör) güzel rika yaı::ın, müdekkik, mütetebbi, tarihşinas bir zat olduğu kada r gayet güzel, lezzetli yemek pişirmesini
de bilirdi, bilhassa zerde ve aşure yapması fevkalade idi. Biraz hı mhımdı. Dergahların seddirıden sonra Divan)'olu'nda Köprülü
Kütü pha nesi'ni rı )'a n ında Hoşgör Lokanlası'nı açmıştı. (Bu rada Şeyh Nida Efendi d turşucu dükka nı açnıışlı.) Bektaşiyye'den nasi plenmiş , babalı k almıştı, bundan dolayı "Nafi' Bab::ı"
da derlerdi. Dedebaba'dan terbiye görmüştü . Abdünn5fı' Efendi 193l'de göçüp Silivrikapı'ya strlandı.
Bektaşilerden Derviş Feyzi (291:21), Piyade bi nbaşışığından emekli Ali Fethi B::ıba'nın taçlı dervişi ydl, nasibi de ondandı. Beyazı t'ta Zincirlihan'da zaman zaman odabaşıl ı k
ettiği içi n kendisi ne "Odabaşı Feyzi" derlerd i. Errneni'den dönmeydi, fakat çok ihlasl ı insandı. Elinin ::ıçıkltğı ile meşhur olmuştu, fakirlere, düşkünlere fazlası ile yardı m eder, onları
yedirir içiri r, bayramda çocuklarını giyd i rirdi. Muharrem aylarında bol aşure kaynatır,
on gece evinde devamlı olarak mersiye ve Hadikrtlıı's-Surıdn okuturdu. Aşağıdn ortada oturan Yaşar Baba'nın solundaki sakalsız fotoğraf ona aitti r:
Nasü h Dede Tekkesi, Gü lşenllik'i n erken ta ri hte ista n bu l'da, Büyü kçekmece'd etesis ed ilmiş tekkeleri ndendi. Bu tekkenin aşu resinin şöhreti ve etraftaki denizcilerin bu tekked en nasi pleri vardı (155:222):
İ brahim Gü lşeni hulefasından Nasu h Dede tarafında n uyandırılmışttr. Perşembe günleri
Gülşeni ayin icra olunurdu. Zengin bir tekke idi. Muharrem ayında beş gün müddetle gelene geçene aş verilirdi. Civar köylerden Silivri'ye, Çorlu'ya kadar hatta Edirne'den, Tuna'dan kalkıp gelenler buradan tenekeler, bakraçlar içinde aşure alıp dönerlerdi.
Kayıkçılar, mavnactlar daima yanlarında bir veya yarım okka dolusu bir şişe zeytin yağı taşırlarmış, fırtınaya tutuldukları zaman şişeyi denize atarlarmış, fı rtına hafifler, şişe de kendiliğinden sahile gelirmiş. Görenler alıp tekkeye bırakırlardı.
Revnakoğlu'nun aşağıdaki yazısı Muharrem ayında cereyan eden hususivaziyeti ve nihayet aş pişirilmesinin bugüne kadar hakkıyla tesbit edilemeyen bütün ince merasimini anlatır.
Metin büsbütün kültür yüklü bir dille kaleme alınmış, bu eski ananenin bütün hususiyetlerine metinde yer verilmiştir.Tekkeler devrini idrak eden Revnakoğlu, istanbul'un hemen bütün tekkelerinde Muharrem ayının mahzun havasını solumuş,bu ayda pişirilen aşı görmüş ve kayda almıştı.İlk elden tesbit edilen bu aşure keyfiyeti Yazısı,aşurenin içinde yer aldığıMuharrem ayıyla birlikte ele alınır (282:52-65):
Muharrem Ayı ve Aş-Aşure
Dergahlarda bayağı vecibe hükmünü alnuş aş (aşure), Muharrem ayının onundan itibaren
yapılmaya başlardı ve bu kuds1merasim için iki üç ay evvelinden gereken hazırlıklar başlardı.
Aş yapacak dergah ı n yevm-i mahsCısundan asgari bir hafta, on gün önce bütün İstanbul tekkeleri postnişin meşayihine ihvanıyla beraber teşrifleri için hususi davet tezkireleri yapılırdı. Bu davetnameler çok uzak dergahlara ya posta (ile), nisbeten yak ın ve semt dergahlarına da bir nakip şeddini omuzuna atarak elden götü rürdü.
Bektaşi Derviş Feyzi (sakalsız olan)
Muharrem aym ın içinde aş günü bermutat, gece tekkelerinde akşamdan, gündüz tekkelerinde sabahtan itibaren dergah kapıları küşat edilir, bila-istisna gerek resmi gerek manevi davetliler içi n somatlar konur ve hizmete başlanmış olurdu.
Aş günü evrad-ı şerife okundu ktan sonra ya tekbir veya "Ey nCır-ı çeşm-i Ahmed-i
muhtar, ya Hüseyin" cu mhuruyla ayağa kal kılır ve zakirbaşı tarafında n veya mersiyehan
tarafından mersiye kı raati ne ibtidar olunurdu. Bu meisiye ekseriyetle Türkçedir, Yazıcıoğlu'nun "Rivayette geli r bir gün ResCılull ah oluptu şad - L<i dizinde otu rmuştu Hasan ile Hüseyin şehzad" beyti ile başlardı ve bu sonuna kadar okunurdu. Bektaşilerde bilha ssa Safi Baba mersiyesi okunurdu.
Mersiye okunduğu müddetçe türbe, tevhidhane bulunanların hepsi ayaktadır, hatta kafesteki kadınlar da dahil olarak. Mersiyenin hitamında "Cenab-ı şehid-i dest-i Kerbela imam Hüseyin
ve sair şüheda-i Kerbela ervahına misafir sahibi
tarafından fütiha-1 şerife edilir ve tevhid-i şerifeye yine ayakta başlanırdı. Bu merasim dergahlarda o kadar muazzam bir tarz ve surette olurdu ki kalabalık hemen hemen o dergahın istiap haddinin d ışına çıkardı ve
yine o kadar deruni olurdu ki o gün fevkalade olarak imam Hüseyin aşkına bütün gelenler zikrull:iht:ı tamamen vecde gelmek suretiyle
ehl-i beyte karşı o büyük muhabbetlerini bütün kalpleriyle canlandırırlardı, halta bu anda
tcslim-i ruh edenlere de rastlan ırdı, misal olarak bir şelır-i Muharremde Şeyh Mehıned Aşir Efendi'nin poslnişinUği zamanında Asitane-i Bedeviyye Eyüp İslam Bey Bedev1Dergahı'nda merhum meşahir-i musikiyye ve esatlzesinden mevlidh fın-ı hazrel-i şehriyari Hacı Hakkı Efendi, Yazıcızade mersiyesin i okurken Eyüp Cami'-i şerifi başmüczzin i merhum Hafız Aşir Efendi de büyük babası Aşir Efendi "Ya Hayy!" ism-i şerifini nida ederken ikmal-i enfüs ettiği tarihi bir vakıadtr ve eski Eyüplülerce meşhur
ve meşhı'.ıddur. Mübarek cesedi dergahta ertesi gün gasledilerek Cenab-ı HaJid'de musallaya götürülürken cemaatin bir ucunun musallada, bir ucunun halfı dergah kapısında olduğu
görülmüştür. İşte ehl-i beyte muhabbetin en büyük örneği.
Aşurenin Dergahlarda Yapılışı: Aşure yapılacak günden, on on beş gün önce gerekli bütün levazımı çarşıdan alı nı r, buğday, pirinç,
şeker, hurma, bi razcık tere yağı, incir, bakla , fasu lye, noh ut, sarı Qzüm, badem, ayrıca kuş üzümü , ceviz, fıstık, gül suyu, bi raz da kaymak konuldu ğu olurdu, şam fıstığı da alınır. Bu levaıırndan ica p edenler yani badem, fıstlk,
buğday en aşağı üç dört gün önce bütün ihvan tarafı ndan ıslatılır, aş pişecek güne kadar bilhassa buğday iyice şişer ve suda durur.
Tekken i n günü olan aş gününden iki gün önce bütün ihvan, içlerinde sahib-i emanet olanlar emanetleri n i vu rmuş oldukları halde
(şed kuşanmış olarak), post nişin olan zat da hulefasıyla beraber sadece t:k-ı şerif ve ridalarını omuzları na alarak aş evinde (matbahta) toplanırlar. Bu toplanış tıpkı
tevhidha nedeki erka n ve ad:ıp dahili nde ve büyük bir saygı göslerisi içinde olur, ta m bir ciddiyet ile her şeyh yerine ve derecesine göre aş kazanı ve)•a k:ız:ın larının etrafında halka olurlar.Bu sırada makam şeyhi efendi tıpkı ayin-i şerife girmiş gibi ilw:lnın:ı "Selamün
aleyküm" der ve onlar da "Ve a leyküm sela m
ve rabınetullahi ve berekatühü'' ile mukabelede bulunurlar. Bu nu n arkasında n cenab-ı sıbtayn ervahına ve sahib-i makam adına şeyh efendi fatiha eder ve tevhide başlar. Bu sırada vazifeli nakipler ocağı ya ndım, kazanlar yerde dizili
d urur. Tevhid deva m ederken bütün ihvnn, şeyhin işareti üzerine şeyh efendi ile beraber kazanı koyarlar. İhvan ın hey'et-i mecmuası, mesela orada hazır bulunan nakibler, halifelerden bi rkaçı kazanı yerinden kaldırıp ocağa koyarlar; ne kadar kaza n va rsa hepsi aynı şekilde.
Kazan ısınmaya başlayınca en önce buğd:.ly kazana atılır. V:ıkta ki buğday-ı şerif iyice pişer, patlar, onda n sonra evvelceden hazırla n mış olan fasulye, bakla nohut gibi pişmesi geç ola n malzeme içine atıl ırd ı. Bu nlardan pirinç en önce kazana girer ve bi r zaman buğday ile hail olarak kaynarsa o aşureye sütlü hissini ver i rd i.
Bi r zaman bu nlar bir arada kaynadıktan
sonra şekeri alı hr, bir müddet şekerle birlikte kaynadı ktan sonra şekeri şeyh efendi muayene eder, lüzumu nisbetin<le gereği kadar ilave
edilirdi. Bunlar iyice hall olduktan sonra diğer kolay pişebilen sarı üzüm, hu rma, inci r ve saire atılırdı. Şeker konduktan sonra ınukadd emce
imal edilmiş sapı insan boyu nda ve daha kısa "ın:ıplak" tabir edilen ağaç kepçelerle devam eden tevhid-i şerif, ism-i celal ve kasideler arasında nöbt!tleşe bu kepçelerle mülemadiyen
kepçe ileri geri, sağdan sola dipten karıştırılırdı, bu suretle kazanın dibinin tutmaması sağlanırdı.
Bu kepçeler şeyh efendiden başlayarak hulefa, nüceba, nukeba ve müritler tarafından kıdem üzerine birbi rine devredilirken "DestCır ya
pir" diyerek ve kepçenin ucundan devralan
ve devreden niyaz niyaz ederek bunu yapardı. Bu aş pişişi saatlerce, geceyse sabah namazına kadar devam ederd i, sabah namazt eda edilerek hitam bulurdu.
Aşın kıvama geldiği alakalı vazifeliler tarafrndan şeyh efendiye bilhassa bildirilir, o da kazana daha çok yaklaşı r, muayene eder, kıvama geldiği kanaati hasıl olunca yine ihvan ber-minval -i sabık kazanlar başında toplanır, sahib-i makam u tarikat ve şah-ı şehid-i deşt-i Kerbela ervahına yine şeyh efendi fatiha eder, hep birden salat getiri lir. Kazanlar ocağın kenarına indirilir, tıpkı :lyin-i şerifin sonunda
yaplldığı gibi "Azamet-i Huda-ra tekbir!" denir, hep birden tekbir getirilir, eller omuzlarda kavuşturulur, "es-Salatu ve's-selamu aleyke
ya Resulallah, es-salatu ve's-selamu aleyke ya
Habiballah, es-salatu ve's-selamu aleyke ya seyyide'l-evvelin ve'l-ah irin ve sellim ale'l mürselin ve el-hamdü lillahi rabbü'l-aJernln" denilir, şeyh efendi son gülbangı çekmeye başlar...
Arkasından ism-i celal, ism-i hu ve gülbank çekilerek zikir biter, bütün şüheda-yı Kerbela ervahı na ve sah ib-i mak am adına şeyh efendi fatiha eder, hep birden salavat geti rilir ve şeyh efendi "Bismillah, destur ya sahibe'l -hidayet, destur ya sahibe'r-reşad, destur ya sahibe haze'l-makaın ..." der, hep bi rden salat getirilir. Şeyh efendi her kazanın üstüne mesh eder ki bu mesh kaza nJarı n kapatılması na işarettir.
Bundan sonra bazı dervişan tekbire başlardı, arkasından tekbir bitince teberrüken bir taraftan mersiye ve topluca ilahiler okunurdu.
Aşure (Tahsin Aydoğmuş'tan')
Kazanlar indirildikten biraz sonra evvelceden tertemiz yıkanarak kurutularak hazırlanmış hususi bakır kaplara uzun saplı büyük baktrdan, çinko veya galvanizden mamul kepçelerle önce şeyh efendi tarafından konmaya başlanılır, birkaç kap doldurulduktan soma halifesine mürur eder, o da kendisinden sonrakine, o da ale'd-derecat ... Her ihvan aş kaplarını doldururdu. Bu kaplarda aş tamamen soğuduktan son ra üzerleri çeyizlenir şöylece: Badem, ceviz, fıstık, kuş üzümü, küçük beyaz şam fıstığı bir şekl-i mahsus hal inde döşenir.
Kaplar ya selaml ıkta veya dergahın hareminde gen iş bir salona intizamla dizili r. Ayi n günü yine vazifeli naki pler ve dervişler tarafından zikr-i şeriften çıkıl masına yakın büyü k ta hta doğrama, temiz sofralar hazırlanır, her sofraya en aşağı istiabına göre üçer, dörder, beşer kap konulur, ayin biter bitmez önce şeyh efendi tarafından meşayih sofraya davet edilir.
Keşkülliı dervış
Her sofranın başında edeple nakipler, dervişler hizm ette bulunurdu. Aşlar yenir, tevhid
ve gülban klar çekil ir bu suretle merasim tamamlanı rdı.
Aşure karavanalara, yani bakır veya toprak
kaplara konulurdu . Bakı rların kenarı ekseriya yazılı olurdu; o dergahın ismi yazılı olurdu veya vakıf sahibinin ismi yazılJ olu rd u. Bu pişen aşlar böylece hususi karavanalara konulduğu gibi hatı rı sayılır zevata veya hayır sahibine ve hatta saraylara kada r gönderilmek üzere hususi testilere de konurdu. Üstleri süslenir, ağızlan bağlan ır ve gideceği yerlere gönderilirdi. Bu arada aşure karavanalarının üzerine üzüm, badem, fındık ve sair ile yazılar ve şekiller, tac-ı şerif şekli yapa nlara da tesadüf ed ilirdi.
Aş pişirilen dergalun civarında bulunan konukomşuya, fukaraya kazanlar indirildikten ve aş soğuduktan hemen sonra bol bol ikram edüircü. Bu arada kaplarıyla gelenler kaplarını doldurur, evlerine götürürlerdi...
Tekkeler dışında Muharrem ayında istanbuJ'un bütün müslüman hanelerinde bugün d e
devam eden aşure pişirme kültürü yaşatılırdı. Vaktiyle Evkaf Nezareti'n i n TV. Vakıf Hanı'nda, Hamidiye imaretinde padişah vakfından aşure pişer ve dağıtılırdı.
Bu ay bir de goygoycular ayıyd ı.Goygoycular Muharremden biı·gün önce Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'nın ortasında geçen asrın başlarına kadar hususiyetlerini muhafaz a eden Miskinler Tekkesi ad ıyla maruf bir nevi lonca halindeki rniskinhanelerine giderek en eskilerinden olan şeyh benzerlerinin yanında toplanırlar, kendilerine ayrılan yerlerin
isimleriyle bölgelerin hudutları nı gösteren cetveli aldıktan sonra sokak sokak gezmeye, kapı kapı dolaşmaya başlarlardı.
Çoğu Süleymaniyel i, Kerküklü, Siirtli, Musullu, Cideli, Divriğili dilenci ve goygoycularla,
"Hak dost!" cüye keşkül tutan, nezir toplayan fakir dervişlerin, dedelerin arasında bir iJgi olmadığını kaydedeli m.
Bu kısmı,Revnakoğlu'nun, Vakit (Yeni Gazete) nin 4 Kasım 1951tarihlinüshasında neşrettiği "Son devrin en maruf mersiye üstadı Fethiyeli Nezihi Bey merhumun nezih ruhuna" ithafıyla "EskiMuharremlerde Mersiye ve Aşure" başlıklı yazısıyla tamamlıyorum (284:12; 263:102):
Muharrem i n onundan otuzuna, bazen de Saferin onuna kadar k ı rk gün müddetle dergahlarda zaten tantanasız olarak yapılan zikirlerin perdeleri kaldırılmaz. "Matem-i al-i Resul-i Rabb-i izzetlir bugün - Matem etmek
mü'mine ayn-ı ibadettir bugün" icabınca gayet yavaş ve hazin hazin devam eden ayin-i Şeriflerden sonra yine iınam Hüseyi n'in evlat ve etbaının müba rek ruhları için evvela tekke halkı ndan, civar komşularından başlayarak her gün dolup taşan misafir ve ziyaretçilere, dışarıdaki kadrn lı erkekli fukaraya ve çoluk çocuğa kadar herkes için büyük küçük ayrı somatlar (sofrala r) hazırlamr, kurbanlar tığlanır (kesilir) ve meydan nakfüi deden in
"Somata sala!" davet ve n idasıyla Muharreme mahsus toprak çanaklar içinde bol bol
aş (aşure) ver ili rdi. Lokma harici kurulan
sofralarda da yani muayyen yemek saatinden sonra yapılan aş tevziatında herkesin önüne bir miktar peynir, ekmek konulması unutulmazdı.
Tevhidhanede ise güzel ve yanık sesli mersiyehanlara veya sesl i müzik topluluğunu idare eden zaki rbaşılara yalnız Kerbela mersiyeleri okutul makla iktifa edilir yahut ehl-i beyte, on iki imama mu habbet anane ve akidesini tel ki n eden birtakı m ma nzume ve kasidelerle dokunaklı bir tarzda yazılmış ve bestelenmiş men kıbenameler okutulurdu.
Çemberlitaş'ta Rif:i'iyye'n in Ulvaniyye kolunda n ve Fati h'in askerlerinden bir babayiğitin ismini taşıyan Kara Baba-yı Vell Dergah-ı şerilinde ise ki ben çocukluğumu bunun içinde geçirmişi mdir, kısa bir usulden sonra ya n i Salat-ı Kem:lliyye ve mihrap
duası nı ta kiben hemen mersiye başlar ve ekseriya şair ve bestekar Musullu Ama Hafız
Osman, Şehla Haf ız Osma n, dergah ııı daimi zakirbaşısı Aksa raylı Sallabaş Ama Hafız
Hasa n, devrinin muazzam şöhreti Yaşar Baba, fethiyel i Nezih i Bey, Kasımpaşalı Hafız Recep Efend i merhumla r gibi zama nında zirve saytlaıı büyük üsta tla rın yakı p kavuran sesleri
ve fevkalade tavırlarıyla pek rikkatli bir surette
?kudukla rı mersi ye-i ciğer-suzun hitamında lınam H üseyin'in kamis-i saadetleri (mübarek
ten gömlekleri) herkes tarafı ndan öpülerek koklanarak ziyaret olunurdu.
Kend ine m:ıhsus ve mazbu t müstesna bir tavrıyla, besteye yakın bir edada okunan, ekseriya rast ve uşşaktan, fakat daha ziyade nühüft makamında okunması usulden ve anane iktizasından bulunan mersiyelerden, mesela ashabın ayanından Hassan b. Sabit'ten başlayarak Fuzuli'den, Habibi'den son zamanlara kadar yani Kur'an-ı kerimden sonra Delail-i Hayrat gi bi mi.ısl üınan halkın
en çok okuduğu dua ve ibadet kitabı olan Muhammediyye'sinde "Senin vasfın kitabını yazarken Yazıcıoğlu - Yana r canı eder ahı elinde tutuşur evrakı" diyen ilahi-eda şair Yazıcıoğl u Mehmed Ef'endi'nin mersiyesi başta
olmak üzere yine bu neviden olarak Amasyalı Şadgeldi Paşa'nın Hicri 760'ta yazdığı m ufassal maktel ki tabı ki on meclis üzerine sıralanmış ve her meclis Muharremi n bir günü ne tahsis olunmuştur. Keza Nevrcs -i Cedid'i n "Demdi r ey dil alayım deslime levh ü kalem i - Sfır-i
matem ile tecdid ederim köhne c:imı" beytiyle başlayan terkibibendi ve buna benzer mersiye edebiyatından emsalsiz kıymetteki diğer mahsulleri pek tabii ve yerinde olarak ön plana alınırdı.
Mamafih bu mevzu ü zerinde görüşü lürken İran'ın büyük şair ve nevhageri Muhteşem l<aşani'nin namını da un utmamaJ< lazım gelir. Daha sonra Halveliyye'den Seyyid Nizam'ın ve onun oğlu Seyyid Seyf'eddin'in,
Kulekapısı Mevlevihanesi şeyh i Fasih Dede'nin, Gülşen iyye rica linden Edirneli Şeyh Hasan Sezai'nin, Hazret-i Mısri'nin, Ümmi Sinan'ı n.
Şa'baniyye ve Sinaniyye'den Üsküdarl ı Şeyh Mustafa Zek:'ıi'ni n İzmirli Şeyh M ustafa Selami'nin, Rifa'iyye büyükleri nden KabUJi'nin, Tanziınat'tan sonraki devirlerde ise Ziya Paşa'dan başlayarak Ali füz:.ı'n ın Hftdise-i Kerbelii'sı, İbnürreşad Ali Ferru h Bey'in yine
Kerbeld ki tabı, bu vadide meşhur ve ateşli bi r şair ola n Konyalı Musa Kazım Paşa'nın fasıl fasıl tertiplenmiş Mekli.lirl-i Aşk'ı , yine onun mersiye edebiyatına dair bastırıl mış ve tutu nmuş eserlerinden Riydz-ı J\{ışa's ı, Acem Feyzi namıyla da maruf Muallim Feyzi'nin "Meded ya Hüseyn'ibni Ali ibni Ebi Tılib" redifli sanki arşa çıkan v:ıveylası, kezfı Ziya Paşa, Namık Kemal ve Eşref'in de şeyhi ve mürşidi bu1unan Kadi riyye ve Üveysiyye'den Üsküdarlı meşhur Osman
Şemseddin Efendi'nin, Neccarzfıde Beşiktaşl ı Şeyh Mustafa Rızaeddin Efendl'n in, Sultan Mahmud devri nin pek kıy metli irfan ve tasavvu f ada mlarından KeUıüdazadc Meh med Arif Efend i'nin, ayrı ayn üç mersiye yazm ış
ola n Bektaşi saz şairlerinden Beşi ktaşlı Gedai Baba'nın ve nihayet son zamanl:ıra doğru
her manada olgun ve dolgun üstadımız
rah metl i Tahi rü'l-Mevlevi'nin "Cism-i latifi düştü vadi-i Kerbela'ya - RCıh-ı şerifi uçtu ta
;u·-ı kibriyaya" matl:ılı vicdan ve irfan vecdi ile yazılmış nevhalar, keza Mevleviyye'den Tobdizade Şekip ve Bektaşiyye'den Samih Rifat merhumların hakikaten pek aşıkane olan mersiyeler i, hele o Samih Rifat'ın
"Resfıl-i kibriyanın mlr-ı aynı - M uaııezdi r bizimçün enbiyadan" sözleri gibi çok kuvvetli feryatnamesi, Mehmed Ali Dedebaba'nın
halifelerinden Kırklarelili Ah mt!d Servet Beybaba'nın terkibibent şeklindt' 240 beyitten müteşıd<kil Nevha-i Dil risalesin i, hatta son
zamanlara kad ar hocalıkla şeyhliği muhterem şahsında pek kamilane bir ta rz u surette
imtizaç ve izdivaç ettirmiş ol ınak gibi dikkat ve hayrete şayan bir muvaffakiyet gösteren Uşşakiyye'den kütüphaneci Mehmed Hazmi Efendi hocamızın, bilhassa Sebilci H i.iseyin'in tekke görmüş usta hançeresinden gönüllere selsebil akışıyla dökülen "olmaz" redifli mersiyesi, Manisalı Kadıoğlu Sami Niyazi Efendi merhum un Muharrem ve aşure
dualarıyla beraber 1327'de yayınladığı ufak kıtadaki Na me-i Muharrem'ler, keza Vam ık Şükri.i'nün d ivan ve mecm ualarda n topl:ıdığı Girye-i Mt\tem' ler gibi eserlerden seçme
pa rçalar alınır ve...
Toph ane'de Pir-i sanı İsmail Rumi makamı olan Kadirihane'de diğer dergahlarda dinlediğimiz mersiyelerden hiçbiri m üstakil olarak okunmaz, bunun yerine evliyau llahın nutukları nda n seçilmiş, yine mersiyeınsi mahiyette fakat tevşih tarzında bestelen miş Kerbelai manzumeler cumhur halinde
okunurdu.
Sayısı an cak sekizi bulan İstanbul Bektaş1 tekkelerindeyse mücerret kolun asit::ınesi ve eskilik bakım ından ikincisi sayıla n
Merdivenköy'dcki Şahkulu Tekkesi'nin şeyhi ve Mısri Niyazi'nin tanınmış halifeleri nden Aıbi B:ıba'nın yani Azb1Mustafa Çavuş'un mersiyesi ile divanındaki na't-ı Ali'ler evrad-ı şerife kada r ta kdis ve teberrük olunarak kıraat edilmekteydi.
Sonralar ı mar uf Bektaşi şairlerden Mebni Baba, Misali Baba, hususiyle Safi Baba ve son devrin büyük şöh reti yine Merdivenköy
Bektaşi Tekkesi'nin şeyhlerinden Meh med Ali Dedebaba gibi başlı başına bi r devri temsil
ve teşkil etmekte olan mühim Bektaşi şair ve
münevverlerinin elden ele dolaşan mersiyeleri hemen her Bektaşi tekke ve zavi yesinde
son gü n lere kadar daima tercih edilmiştir. Hele Safi Baba 'nın mersiyesi, başkaları nda n tama mıyla ayrı bi r şekilde ayakta ve makam postunun ön ü nde okunurdu.
Tekke mutfağı yaımakla bitecek tü rd en değildi.
(176:196):
İstanbul kalcnderhanelerinde garip scyyahlar ve kimsesizler için hazırlanan meşhur Özbek pilavı, Mevlevilerin kurban bayramlo:ın na
mahsus taze kurban etinden yapıl an, gelene gidene lengerler dolusu çıkartmakla bitip tükenmeyen kavurma lokması, keza kandil geceleri yine herkese bol bol sunulan fıstıklı, sütlü irmik helvası, Merkez Efendi Tekkesi'nde bol pilav üstüne verilen limon, portakal veya karadut peltesi, Muha rremin onundan Saferin son u na kadar hel' tekkede tertiplenen nş cemiyetleri, sekiz kulplu muazzam kazanlarda pişirilen aşurenin konuya komşuya, fukaraya
ve civar halka güğümler, lengerler içinde bol miktarda durmadan dağıtılması, keza ınektebe başlayan çocuğu n amin alayında
tepsilere döklilen şekerde kabarmış irili ufaklı saray lokması, hamur lokması, kandil geceleri mahalle hal kı arasında birbirine karşıl ıklı olarak ikram edilmesi, feyz ü berekete ve hayta yorulan u n helvası, susam helvası gibi insani zevklerin eski hatıraları ndan ve güzel örneklerinden bili nen bu küçücük töreler, törenler her yıl beraberce yapılır, kardeşçe kutlan ı r ve yakın zamanlara kadar ih mal olunma zdı.
Çorba
Tekke mutfağında, bilha ssa İsta n bul
tekkeleri nde çorban ın h u suslleşmiş bi r nevi ne dair bir kayda malik değiliz. Ayi n gü nleri nde tekkesi ne gelenlere husu si"tirit çorbası" yapan, Ağaçkakan Bedev'iTekkesi postnişi ni Ah med Niyazi Baba'yd ı. Revnakoğlu bu şeyh i çi n
d üştüğü notta şöyle diyordu (202:200):
Gayet temiz kalpli, fukaraperver ve misafir canlısı olan bu mübarek ihtiyn r, tekkesi nin mukabele günleri kendi eliyle yaptığı ve pek
lenetli olan tirit çorbasım yine kendi herkesin önüne getirip koymakta n hoşlnnır ve bu hizmeti daima kendisi yapa rmış. Yine bu arada soğanı ezip suyunu çıkarır ve bunu da ayrıca kendi dervişlerine ikram edermiş...
Seyyid Niza m Tekkesi şeyhlerinden İbrahi m şuaedd in Efend i (ö.1896) "et suyu çorbası"nda şöhretliydi (282:24):
Tahsil terbiye görmüş mü nevver bir insan ola n Şeyh Şua' Efendi, Üsküdar Valide şeyhi
Mahmud Celaleddin Efendi 'den okumuş, Şehri Ah med Efendi'den icazetname almıştı. Birkaç diJ bili rdi. Aynen musi kişinastı, tambur çalar, ney üfler, def elinde fasıl idare ederdi. Sultan Aıiı'in ney mualli mi Neyzen Ali Dede'den
ney meşk etmiş, nota öğrenmişti. Yenikapı
Mevlevihanesi şeyhi Celaleddin Efendi ile karşılıklı tambur çalard ı. Gençliğinde
peltüvan lJk da etmişti, sırtı yere gelmemişti. Yeni Postahane muhabere memu rluğundan emekliye ayrıldı ktan son ra kendisini tekkeye ve bahçeye verdi. Tekkeye gelenler için
sebze, meyve, fidan yet iştiriyordu, bu ndan
dolayı "Bahçıvan Şeyh" de derlerdi. fukaraya, misafirlere kendi eliyle hazırladığı et suyu çorba ile reçel, aşure ikram etmesi en büyü k zevkiydi. Sazdan sözden anlayanlara yine
ikram olsu n d iye saz çalar, gönülleri ni hoş etmeye çalışırdı. Mukabele günleri mutfağa girer, sekiz on sofralık yemekleri kendisi pişirirdi, çok da lezzetli ve ustalıkl.ı yapard ı .
Mevlevilere has bir düğün çorbası" vard ı.
Revnakoğlu bu tari kata has bi r yemek olan kavu rma lokmasına temas ettiğinde, d üğü n çorbası ndan da bahsed er (204:176):
Kavurma lokması, Mevlevilere mahsustu r.
Kurba n bayramlarına mahsus kurban
kav urmasıdır. T<ıze kurban etinden yapLl ır ve bayram namazın dan sonra somathanede ku mlan on iki meydan sofrala rında yenilir. Et suyu i le pek lezzetli yapılmış d üğün çorbasından ve her za manki bol pilavdan sonradır.
Şüphesiz bir tarikatın şubes ine mal olmuş en mühim çorba, Kadiriyye'nin Eşrefıyye koluna mahsus "köfteli çorba"ydı. Bursa Kadiri Eşrefilerde şöhret bulan bu çorba, teşekkül seyri,etrafında vücut bulan menakıp halesiyle Revnakoğlu'nun yazı arına akseder (176:197- 200;184-191):
Tari kat folkloru, anane hayatı bakımından tetkik ve tesbi t edilmesi Hızı m gelen çok eski
adetlerimizden biri de yi ne Kadirilere mahsus ol::ın, Bursa'da Eşrefıadelerin Nu'man iye Dergfıh ı 'ndn bayram sabah la rı yapılan köfteli çorba tören i idi.
Didaktik ve estetik teşkilatın feyizli tesi rleri ile coşmuş ve kend ine irşat yeri bulmuş bir halkın o zamanlar en samimi ve ilahi mektep, mabet sayıla n, m ünevverlerin de hususi irfan yatağı ola n tekkeler insaf ile düşü ılülür ve tetkik
ed ilirse görülür ki içtimai folkor hayatımıza çok kuwetl i izler ve tesirler bırakmışlardır.
Bursa'da bu nlara benzer milli ve mahalll geleneklerden biri olarak icra edilen köfteli çorba ziyafeti şöyle olurdu :
Şeker ve kurba n bayramla rının iki nci günü dergah-ı şerifin Levhidhanesinde sabah namazı cemaatle kıl ındıktan son ra sabah usulüne
başla n ırdı. Bildiğimiz Kadiri evradı m utat olan şekli ve tavrı ile sonuna kadar okunul urk en perde perde yükselen ve bi r müddet devam eden düz kel ime-i tevhidden sonra "ya Latif, ya Vedücl'' esmasına geçilir, yine oturulduğu yerde
''hü" ism i çekiliı gülbank ve dua da tamam olunca aşağıya, somath:ıne - taamhan e tabir olunan büyü k yemek odası na i nilirdi.
Daha eski kaynaklardan Bursalı Veli yyüddin Efendi'nin Meuiıkıb-ı Eşrefzade'si nde, meşhur Melami Harirlzfide Seyyid Mehmed Kemaleddin Efendi'n in Tibyd n' ında ve
bunlardan kısaca nakledil mek suretiyle meydana getirilen mesela Asaf Halet Çelebi'nin bu kon uda yeni harfli ilk kitabı olan Türk klasikleri nden Eşrefoğlıı Divmıı'nd a
Eşrefoğlu'nun tasavvuf sevgisi, tarikata girmesi, ilk mürşit ve mürebbisi hakkında birbirlerini tamamlayan bilgi ve rivayetler sıralanırken Eşrefilerin "Sultanu'l-meczüb'in" ism ini
verdikleri tanınmış Bursalı meczuplardan Abdal Meh med'le Eşrefoğlu arası nda geçen karşılıklı hadise şu şekilde naklediliyor:
Eşrefoğlu kırk yaşında Bursa'n ı n Mehmed Çelebi Medrescsi'ndc talebe arasına girip diploma aldıktan sonra AJ\am e A l;lüddin Al i'ye ınuidlik (asista nlık) ederken şer'i
ilimlerd en, medrese ki tapları ndan başka bi r de irfanın ı artıraca k, zevke, gön üle hitap eden, ruhu aydınlatan tasavvuf meseleleriyle meşgul oluyordu. Bu nlara ilaveten cennet bahçelerinden bir bahçe sayılan ve A llah'ın
rah metini indiren evliya menkabel eri, tarikat ve tasawuf eserleri okuyarak kendisine doğru yolu gösterecek, ya ratanın, yaratılanın gizli sırlarını çözecek, h ikmet ve hakikati tanıtacak
olgun ve dolgun bir mürşide kat'i ve şiddetli bi r şekilde ihtiyacı olduğu na kanaat getiriyordu.
İşte bu sı rada "cczbetü n min cezebati'r Rahman"a tutul up (Allah'ın rahmani cezbelerinden bir ce1.beye kapılarak) alfıyık ve halayıktan {iki cihanın zevklerind en, nimetlerinden, All:ıh' ı n dışında kalan ve
AJlah 'tan alıkoyan her şeyden, bil hassa nefsin isteklerinden) tamam ıyla vazgeçmiş, sivadan tecerrütle (dü nyanı n her şeyinden kendi ni çekip çevirerek) sadece tasavvuf yolunu tutmuştu.
Bu zamanlarda Bu rsa'da yaşaya n Abdal Meh mcd ismindeki meczupla a ralarında
dikkat ve ibrete değer bi r hadise geçmiş, artık onda n sonra zahiri ilimler l.ı hsilini bı rakarak kendisini olduğu gi bi batınl ilimlere, Allah
Velileri ni n yolu olan tasavvuf mesleğine ve onu n felsefesine vermişti. Hayatının sonuna kadar bu yolda yürü mekte devam etmiştir.
Bir sabah erkenden medresenin yakınlarında rastladığı bu h iç kimseye benzemeyen derbeder kıyafetli, fakat hal ve kemal sahibi insanı görmüş, onun çekici nazarları ve manevi tasarrufu altında irade ve ihtiyacını kaybede rek içinden gelen bir incizabın (kal p akışının, gönül ka ptırmanın sürükleyici tesi ri altında kendinden geçerek) ister istemez ona doğru yürümüştü.
Daha yaklaşı rken içinden:"Tarik-i Hak'tan ve meşayihten bana nasip ve zuhurat varsa,
şayet maarif-i rabbilniyye füyuzat ı müyesser olacaksa alametler bellrsin!" diye tasarladı. Bu şekilde tefeü l etmiş, içinden n iyetlenerek fal atmıştı.
Abdal Meh med. Eşrefoğl u A bdullah'ı görünce bir kere yüzüne bakıp hiç düşünmeden:
- Danişmend dedi, var bize köfteli çorba getir!
Sultan Abdal'ın bi rdenbire zuhur eden arzusunu yerine getirmek Eşrefoğl u'nun en zevkli ve şereni vazifele ri nden biri olacaktı. Mürşit önünd e h izmete soyunmanın pek feyizli bulduğu neşesiyle hemen çarşı pazara koştu, dört bir tarafı dolaştığı ha lde meczubun istediği şeyi ne çare ki bulamamıştı. Huzura
eli boş çıkmamak için sokak aşçıla rı n ı n
biri nden sade suya köftesiz bi r çorba s::ıtın alıp dön rnüştü. Bird üziye çorba nın içini karıştırdığı halde köfteleri bulamayan meczupların
sulta nı, utangaç ve üzün tü lü bi r l isan la itizarda bul unan Eşrefoğlu'na h itaben:
- Dan işrnend, yahu ha ni bunun köftesi? diye soıdu.
Rivyete göre hemen oradaki balçık çarnurundan bir p:ırça alıp avucunun içinde köfte şeklinde parça parça yuvarlayarak
çorbanın içine atmıştır. Bir taraftan bu çamur mayalı balçık harcından ve hamurundan
yapılmış köftel i çorbayı k::ınştırır, bir taraftan da:
- Haydi bakalım. ye bunu! diye Abdullnh Rlımi'yi zorlarmış.
Sultan Meczup'a pek bağlı ve bunun için de onun her nutkunu haklamaya (her em ri ni teredd ütsüz, i tirazsız yerine getirmeye hazır bulunan) Eşref Rumi, ilk mürşidinin bu :ıcip teklifi ne karşı da nutk ı ınü rşid nutk-ı Hak diyerek mutavaat etmesini bil miş, bu toprak kokan balçlk çorbayı hiç çekin meden, asla tiksinmeden büyük bi r teslim iyet neşesi ni n olgunluğu içinde seve seve cüınbüşlenıniş, nur etmiş, hatta tamam ına kadar sünnetlcyerek
yemiş bi tirmiştir.
Abda l bu hali görünce ikramını bu kadar güzel karşılayan ve bunun kendisi ha.kkı nda hayı rlı , feyizli bir beşaret olacağını uman Eşrcfoğlu'n a, kalbinden geçenleri keşfederek:
- Ya sen olmayıp (olgunlaşmayıp) da ki m olsa gerek? demiş.
Bu şekilde ince manalı, muammalı bir cümle ile onu zımnen ve.telmihan irşat etmek istemiştir.
Eşrefoğlu hakkındaki etütlerini tamamlamak içi n Bursa')ıa kadar gitmeyi hususi bir
zevk bilen Eşrefzadeler'in son yaşlı cvl:ldı, Nu'man iyye Derg:lJı-ı şerifi son şeyhi merhum Mehmed Safiyüddi n Efendi (vefatı 29 Aralık 1950) ile görüşerek kendilerinden ecdadı hakkında bir hayli ın.ılu nı al alan
Asaf Halet Çelebi'niıı bundan sonrası için kıymetli kitabında yazd ığı gibi, ''Bu had ise ile tasavvufu n ilahi bir mevhibe old uğuna inanan , sırası gelmeyince ve kısmel olmayı nca h iç kimse için keşfi mümkün olmaya n, ezelden takdir olu nm uş bir nasip bulu nduğu na kan i olan Eşrefoğlu, arlık bu yola ilk adımını atmak zamanı geldiğini anlam ış bulunuyordu ...''
"Tekkeyi bekleyen çorbayı içer" tabiritekke - çorba münasebetini ortaya koyan, tekkenin fukara için bir aşevi olduğunu anlatan kadim bir ifadedir.
Çorba, tekkede hazırlandığı gibitekkeye imaretlerden de gelebilirdi.Çorbasını imaretlerden temin eden tekkelerin çok defa hususiyeti,Evkaftan, Maliyeden vs. yerlerden mutfak ihtiyaçları için "taamiyye"lerinin oluşuydu. Aksaray Horhor'daki Hindiler Tekkesi'ne (166:308) perşembe günleri imaretten 5 kepçe zerde pi av, 25 kepçe çorba verilirdi.
Senede 8 okka tutan bir tulum zeytin yağıvardı. Günde beş çift fodla, sekiz ekmek, dört okka koyun eti,ayda 42 okka pirinci, yine ayda 12 okka kandilyağı,ayda 316 kuruş taamiyyesi, 200 kuruş senelik mevlidiyyesi,yine senede 30 kuruş da muharremiyyesi vard ı.
Eyüp Mihrişah Tekkesi de çorbayı (99:86) Mihrişah imareti'nden alırdı. Bu imarette (99:86) dört aşçı,bir fodlacı,bir fodlacı başı vardı.
Maaşları yüz kuruştu, ayrıca iki kepçe çorba, üç kepçe pilav, iki kepçe zerde alırlardı. Fukaraya her gün yüz çift fodla verilirdi. Başlarında çorba ve fodlanın tevzi işini idare eden şeyhü'Hmare,
Mihrişah Mektebi'nin başkalfası (ikinci muallimi) Kayserili Hafız Naim Efendi'ydi.Vefatıyla oğlu Hattat Hafız İsmailHakkı Efendi'ye geçti. Bu zat en son Bakırköy müftüsü olmuştu.
İstanbul tekkeleri içinde yemek kültürü her hatde en mDstesna olan, "Şeyh Zafır'in
Tekl<esi" de denilen Beşiktaş ŞazellTekkesi'ydi. Abdü\hamid'in Beşiktaş'ta yaptırdığıErtuğrul Camii bitişiğindeki bu tekkenin inşaasına o zamanlar mabeyn- i hümayun müşiri bulunan Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa nezaret etmişti (76:74):
Bütün ömürlerini tekkedeki hücrelerinde geçiren fukara-yı dervişan ve kalenderana mahsus, bilhassa yakın ve uzaktan
gelen misafirler için harem,selamhk ve "dervişanhane" isimli sıra sıra hücrelerin mahrukat ve me'külatı (yenilecek ve yakılacak her şeyi) saray-ı hümyundan ve matbah -ı amireden gelirdi. Meşrutiyet 'ten sonra da ayda 300 Lira taamiyye konulmuştu.
Şeyhlerin çorbacı olanları da vardı. Revnakoğlu bi hassa çorbacılıkla meşhur birkaç şeyhten bahseder:
İlki Şeyh Revvas Efendi'ydi(228:3-4), Bağdatlıydı,
Kadiri şeyhi olarak istanbul'a gelmişti. ilm-i cifrle uğraşır, baş suyu ile çorba yapar,satar, kimseden bir şey almazdı, kendi kazancı ile geçinirdi. Kendisine karşı büyük hürmet ve meclubiyeti olan Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ona bu tekkeyi yaptırmıştı;sık sık şeyhi ziyarete gelir ve uzun bir zaman yanında kalırdı. Şeyh Rewas Efendi İkinci Meşrutiyet'ten sonra göçtü, biraz yaşlıcaydı.Tekkesi Cerrahpaşa'da
Cerrahpaşa Hastanesi'nin bahçesi içinde şimdiki cerrahikliniğinin bulunduğu yerdeydi.
Bir diğer çorbacılık yapan şeyh (71:122), Kadırga'da Şehid Mehmed Paşa Tekkesi'nin son şeyhi Nida Efendi'ydi (Ö.19 Eylül 1929). Son zamanın iyi durak bilen ve miraciye okuyanlarından bulunan Şeyh Nida Efendi'nin daima üst perdede gür, davudi ve tatlı bir sesi vard ı,Kur'an-ıkerimi de gayet güze lokurdu. Tekkelerin seddinden sonra bir müddet Köprülü Medresesi'nin yanında (şimdiki meşhur turşucunun bulunduğu dükkan) çorba kaynatırdı,daha sonra turşuculuk etti.Daima neşeli,terbiyeli,kibar,rint ve ehl-i hal bir adamdı,fevkalade mükrimdi.
Küçükmustafa Paşa'da Gül Camii civarında
Said Çavuş yah ut sonra ki adıyla Ata Efendi Tekkesi'rıi n şeyhlerinden Rıza Efend i de çorbacıyd ı.
Revnakoğlu, şeyhlerin şahsiyemek kültü rlerine de işaret eder. Bu içeri k içind e çorbaya dair
h ususi itiya d ı ola rı bi rkaç şeyhi akta rıyorum: Başlangıçta Bektaşi daha sonra Na kşi ola n Emin Ba ba Tekkesi'ni n şeyhleri nd en Halil Efendi (69:26) ''erbain esnasında yirm i dört saatte bir
Yoğu rt kasesi pi ri nç çorbası ve üzerine çay içerdi, ertesi gün ün yatsısına kada r bu nu nla kalı rd ı:· Uzu n ve sarı sakallı, mavi gözlü, orta boylu, san benizli bu şeyh, 6 Temmuz1310 Perşem be gün ü kırk dört yaşında vefat etti.
1939'da vefat eden Kasım paşa Ayni Ali Ba ba Tekkesi şeyhi Muham med Şevki el-Ensari de böyleydi (202:395):
Uzun saçlı, uzun boylu. nüflız-ı nazar shibi, heybetli bir zattı; bakışları bile yürek lılretirdi. İri yapılı cüssesine rağme n bazen
de on beş okka ağırlığında asa taşıdığı halde h r gün ri yazet hayatı yaşar, haftada bi r etli pıl avla birazcık çavdar ekmeğinden başka bir şey yemezdi, "An nem severdi'' diye
akşamlan ekmeksiz merci mek çorbası içerdi.
Bnunla beraber servet sahibi olmadığı halde gelene gidene, bilhassa fukaraya gan i sofra hazırlar, sofra başında bizzat hizmete
soyunu rdu. İçlerinde yaşh olanların ve küçük çocukların ellerini kendisi yıka rdı. Şeytün
göz alan heybetini uzakta n duyan son halife Abclü lmccicl Efendi, her hal i hayret veren bu tnühim adanıı sarayına çağırtm ış, üç beş gün ınisa l1r ettikten son ra onu karşısına oturtup Yağl ı bo)•a tablosunu yapmıştı. Şeyhi omuzuna varnn saçları ve olanca heybeti ile gösteren bu kıymettar tablo tekkenin meydan odasında duv•lrda asılı duruyordu. Tekkelerin seddinden sonra dergah odalarının Evkaf ta r:.ı fından ayrı
ayn ki raya verilmesi yüzünden kapanın elinde kaldı ve sonunda ne yazık ki kayboldu.
Hummasiyye
Tekkelerde Miraç gecesi oku nan hususi
rni raciyelerde ikram ed ilen ma ruf bir içecekti "hu m mas şerbeti" (208:58): Keli me aslında
"hu m maziyye"d i r, "hummas" da denili rdi. Kuzuku lağı denilen ekşimsi bi r oturı veya kuşburn u isimli yabani gülün suyu ile şeker kayna tılı p macu n ya pılır. Bu da istenild iği zama n su i le ezilip şerbet haline geti rili r ki
"hum mas şerbeti" ya h ut "hum masiyye" derler. Dergahlarda m iraciye cem iyetleri nde süt içildiği nd en ba hsed en ba hi r oku n u rken tepsi içinde ba rdakla rla dağıtıl ır, yanında bir ba rdak soğu k süt, üç kü lah da şeker verilird i. Şerbet
kı rm ızı rengi nd e, koyuca ve çok tatlı olurdu.
Şeker kü lahla rı ekseriya açık bı rak ılır, içinde
yedi ta ne şeker bu lun ur, etvar-ı sebaya işaretti r... Revnakoğlu bu şerbete Bala Tekkesi'nde de temas etmişti (143:80):
Kızlarağası Neşet Ağa vakfından yılda birka ç mevlid-i şerif ve miraciye okunur, M uha rrem ayında 100 okka buğdaydan aşure kaynatıl ıp fukaraya dağıtılırdı. Mevlit ve miraciye masrafları içi n Neşet Ağa Bakırkö)"de koca bir konak vakfetmişti. Mevlid için bin külahta n fazla şeker yaptırılırdı. Sarayla ra sekiz araba güğümler içinde süzme aşure gönderili r, ağızlan sal::ışporbrla bağlarnr, Üzerleri
Sadeddin Efcndi'ni n kend i meşihat mü hü rüyl<' mühürlenirdi. Mevlid-i şerif ve miraciyede
her şahsa ayrı ayrı 300 tepsi içinde huınmas hutnmasiyye denilen tatlıdan yapılan k ırm ızı renkten bi r şerbet, soğuk süt ve i.iç külah da şeker verilirdi.
Tophane Kadirihanesi'nde Erbain Helvası
Tekkelerde husus zamanlarda pişirilen başka aşlar da vardı.Bunlardan erbain helvası Tophane Kadir Asitanesi'ne mahsustu. Senede
bir defa pişiri en erbain helvası ayrıca saraya bir merasimle ikram edilirdi (98:177): Yağız atların çektiği içi atlas döşemeli bir faytona dergahın en yaşlıhalifesi biner,hizmete ayrılmış kıdemli dedelerden biri de kendisine refakat ederdi.
Şeyhin şükran arizasıyla takdim edi en bu helvadan abdestliolduğu halde tatiha oluyarak bir kaşık alan padişah: "Şeyh efendi haıretlerine selam söyleyiniz, bizi hayır dualarından unutmasınlar,feyizlinazarlarından, mübarek gönüllerinden çıkarmasınlar!'' der, saraydan tekkeye yirmi kurban, ellialtın gönderilirdi.
Tekkenin helvasını sultana son takdim eden mabeynci, yine bu tekkenin ihvanından Hacı Ali Paşa'ydı.
İstanbul Kadirihanesi'nin pek teşkilatlıolan erbain helvası cemiyetlerinin vakıf şartlarını son yıllara kadar mütevelli sıfat ı He ı<asap Ragıp'ın oğluşevki Efendi idare ediyor,helvayı da ekseriya meşhur Kubbe Tekkesi'nin son
efendi şeyhi merhum Ali Haydar Bey ile tekkeler devrinintan ınmış kıyami reislerinden Zakir Cevat Bey birlikte pişiriyorlardı.Revnakoğlu'nun helvanın pişirilme adabı ve saraya sunulması safahatını yayınladığı yazısından ayrı olarak doğrudan şeyhten dinlediği şekilde kaydettiği kısımlar dosyalarında yer alır.Tekrar edelim,
Revnakoğlu bu notları Tophane Kadir'ihanesi son şeyhi Gavsi Efendi'den derler (98:174-181; 176:69-71):
istanbul'un Eski Kışlarından Hatıralar Erbain Helvası
Eski şeriatın ve müslümanlığın tarihe mal olmuş bütün anane icaplarına ait en mükemmel teşkilat ve tertibatına ma lik
bu lunan İstanbul tekkelerinde bilhassa Pir-i sani isınail l{uınl makamı olan Toph ane'deki Kadi rihanc'de -Jd İstanbul Kadiri asit:::ı nesicUr bu işe büyük bir ehemmiyet verilirdi.
Kadi rih:::ı nc'nin son şeyhi Gavsü'l-meşayih Gavsi İsmail Beyefendi'nin bu hususta bize verdikleri mallımata ve ihsan bu yurdukları altın değerindeki vesikalara göre, dergıih-ı şerlfe muktezi miktar matbah·ı şerife teslim olun duktan sonra mütebaki kısım dergahın
allevi muhtaç fukarasına tevzi ve teberru edilir.
Akşam lokması hamse-i al-i abay::ı iş::ıretcn beş ka p }'emekten terekküp eder. Cinsi ne olursa olsun ne fazla ne eksik olur. Akşam lokmasını mütea kip somat-ı şeriften kalkılmazdan önce "hamdiye"' okumak usul ve erkandandır.
Akşam ile yatsı arasında ve mutlak surette yatsı eza n ına bi r saat kala devr-i hatm·i şerif kıraatine bed' edilir. Hatme bi ri nci cüz'ü nü n fatiha-i şerlfesinden cehr ile bed' eylemek dergah-ı şerifin zakirbaşısı efendiye aittir, başkaları bu vazifeyi yapmaya izi n li değildir.
Bu nun için birinci cüz'ü daima ıakirbaşı efend i alır.
Zaki rb:ışının fatiha sonunda cehren "vcla'd dallln" demesi üzerine hfmrün da hep bi rlikte ve cehren amin der, arkasından diğer cüz'·i şerifi n t ilavetine başlanır. Bu tarz-ı tilavet devam ederken haıırünun yim: müşterek olarak hafıf bir cehr suretiyle fakat k:ıtl bir sükut hal inde olmayıp latif bi r gulgule teşkil edecek şekilde yek-ahenk olarak okurl:ır.
Bundan d:ı maksad·ı mahsus: Kariin·i Kur'an olanların o sırada müşterek tertil ve til5vetlc meyda na getirdi kleri gulgulen i n aks-i envar oluu i'tila-yı satvete yani meclisin :ıı:::ı met ve ulüvviyet ine başka bir revnak veri r, satvel-i
ilahiyyeden mütevelli t tecellilere yol açar. Nitekim turuk-ı aliyyenin bazı kollarında bu hikmete imtisalen "darb-ı esma" denilen usul-i zikr içtihat olunmuştur ki İstanbul Ş:ı'b:lni tekkelerinde bu pek mükemmel yapılırdı.
I<adiriyye'ı1in Zenburi kolunda yapılan ''zikr-i Zenburl" yani a rı vızıltısına benzer latif ve lahUti bi r uğultu ile yapılan tevhid -i şerli tarzı da bu esas üzerine kurulduğundan aynı şekilde icra edilirdi
Hatm-i şerife bed' ile beraber helvanın da aynı anda tabhına usul ve erkan veçhi ile başlanı r. Bu helva irmik helvasıdır. Bun u dergahın piş-kademinin (şeyh ten sonra zikr-i şerifi idareye memur olan zattır ki
dergah-ı şertfte hususi hücresi va rd ı r) riyaseti tahtında toplanan fütiha-i şerifeye mezuniyeti olan yedi zattan mürekkep bir heyet pişi rir. Bu nların arasJnda piş-kadem de dahildi r. Yedi imasına sebep, etvar-ı seb'anın tekmiline tşarettir. Bu yedi zatın aynı tarikten ve dergahın mensuplarından bulunmaları efdal
ve müreccalıtır. Şayet yedi zat bul unmazsa beş veya Uç olur ki bu da tarikat icabatındand ır
ve erbabının malümudur. Şayet bun lar d.:ıhi bul unmazsa evsaf- ı muharrereyi haiz aynı tarikten olmak şartıyla hariçten dahi ol.:ı bil ir. Farzımuhal hariçten dahi bulunamadığı takdirde yi ne aynı liyakat ve şeraiti müçtemi tutuk-ı aliyye-i sfüreden olabilir.
Esna-yı tabhta huzur ve sükun ve adabın hadd -i kemalde olması ve fevkalhad tazim ve tevkirde bulunulması şart-ı a'zamdır.
Zaman ı n iktizası en büyük vasıta ve nakil, en mutena Arap veya Moskof atlarının cerr ettiği konak arabaları olduğundan saraya takdim edilecek helvayı sokak arabalarıyla değil, en muhteşem arabalarla ve dergah-ı şerifin en k_ıdemli halifesi ne terfik edilmek, dergfıhın
Yıne en kıdemli dedesinin yed -i ihtira mında
<Jlarak hatta dizinin üstüne koyma ma k şartıyla
beyaz müdevver helva tabakları içinde ki bu tabaklar ancak helva için kullanılır, bir başka suretle istimal edilmez, saraya götürülürdü ve ekseriya da sarayda başmabey inci karşılar, o da yere indirmem ek suretiyle elinde götü rürd ü.
Bu helva hasbe'J-iktiza cemiyette veya ayin-i şerifte bltl una maya n hasta ihvana da böyle ihtiram ka r ve tazimkir surette irsal olu n u r.
Tabhı müteakip gülban k çekilir ve kazgan-ı şerif ocaktan indirilerek mevki' -i mahsüsunda def'e bırakılı r ve ekseriya hatm-i şer1f bir saat süreceğine göre ve ekseriya helvanın tabhı da bir saat deva m edeceğine göre hatm-i şerifin hitamıyla gülba ngın hitamı da aynı zamanda olm uş olur.
Yats1namazını takiben okunacak olan yetmiş bin tevhld -i şerif tamamlamp da tevhldhaneden çıkılınca şeyh efendi tabhı idare eden zevalla birlikte kazgan -ı şerifin başında bi r fötiha okuyarak küşat eder ve kendisinin ilk karıştırmasını mütea kip
tabaklara kon u larak hazır bul u na n sonıatlara tevzi edili r. Ve hazırôna "hu sala" denilerek eklini müteakip yi ne bir fatiha-i şerife okunur, somat-ı şeriften kalkılu-.
Gülbank esna-yı tabhta çekilnıiş olacağından somat-ı şerifin başında ekli müteakip tek rar edilmez. Bu cihet arif olanların malumu olup aksini ifa usul ve erkana muhalif olduğundan bilenleri n yapmayacakları tabiidir.
Tabh içi n tedarik ed ilecek malzam e en mutena ve seçkininden olması icap ettiğinden o zaman bile faraza konulacak sütü n münasıfaten
ma nda ve i nek sütlerinden olmasına dikkat edilir ve hususi derviş gönderilerek Kağıthane 'deki mandıralardan suret-i mahsusa.da tedarik ediJ irdi ...
Revnakoğlu yukarıdaki notlarına bu helva
pişi rilirken kullanıla n malzeme ve duala rın
yerine ve dinisembolik taraflarına da işaret eder (98:182): Ocak (Abdurrahman-ı Külhani), tencere (İmam Zeynelabidin), irmik (Selman-ı
Farisi),şeker (İmam Ali), badem (es-Salatu ve's selamu aleyke ya Resulallah), gülbank (on iki
imam aşk ına ve ratiha-i şerife - kıvama gelince).
Mevlevilere Has Mevlevi Lokması (Mevlevi Pilavı), Kavurma lokması, Kandil Helvası
Tekke dilinde "lokma''genelolarak "yemek",dar anlamda bu adla anılan tatlıya karşılık gelirdi. "Lokma çıkarmak","lokma vermek",sofra aç tnak, sofra çıkarmak anlamındadır.Tatlı manası için kullanılan ''lokma" ise, yanına belirleyici bir
ifade getirilerek "hamur lokması",sa ray lokması" gibi terkiplerle umumimanasından ayırt edilir. Yemek yeni en yere "lokmahane" de deniliyordu. Revnakoğlu, "lokma-i şerif" de dediği hususi
Mevlevilokması na iki yerde işaret eder (132:256- 57, 464-67):
Mevlevi lokmasJ, lokma tabi r ed ilen bir
pilavdı r, Özbek pilavını n bir başka türlüsüdür.
Matbah-ı şerifte çilekeşlerin huzurunda
kaza ncı dede tarafından yapılır. Pilav pişinceye kadar bütün çilekeşler kazan etrafında ve ayakta niyazda dururlar ve ism-i celal okurlar. Bu esnada ayaklar mühürlü, eller omuzlardan çaprazlama bağlı bulunur. Lokmadan somata
:ıynldıktan sonra kudümzenbaşının evine,
neyzen başının evine ve şeyh dairesine ayrıca gönderilir. Pilavın üstünde k ı zarmış kemiksiz et vardır, kokusu ve lezzeti pek güzeldir, insanı n yedikçe yiyeceği gelir.
Lokma-i şerif , Mevlevilere mahsus, iç pilavma benzer lezzetli, güzel bi r pilavdır ki "Mevlevi lokması" da denili r. Kandil geceleri ka ndil gecesi veya bir m ukabele gün ü akşam t
malba h-ı şerifte hususi su rette pişer, içerisi ne
yağsız, kemiksiz bol koyu n eti konul ur ve kuşbaşı doğranır, ayrıca yine bol mi ktarda Halep fıstığı, kara üzüm, kişmiş. haşlan m ış nohut, havuç, soğa n katılı r. İstanbu l'd;ı
Yenikapı Mevlevihanesi'nde olduğu gibi türbe içindeki sarnıcın çıra kütüğü ile dövülmüş suyu ve nefis tereyağı ile pişirildiğinden m isk gibi kokar.
Pişirilmesi kazancı dedeye aittir, her şey onun eliyle hazırlanır. Etrafında matbah ca nla rı ayakları m ühürlü ve elleri omuza çaprazlama bağlı ola rak niyazda du rurlar, lokma pişi rili p kotarılıncaya kadar, hatta ateşten indilirilip
lengerlere taksi m edilinceye dek bu hfllde beklerler.
Lokma-i şerif. dergah çevresinde bu lu nan veya uzakta oturan aşçı dedeye, kudümzenbaşıya. neyzenbaşı gibi Mevlevihane erkanınd an
sayılan k imselerin evlerine canların eliyle birer lenger gönderilir; buram buram dumanı
üstünde tüter. Diğer tekkelerin muharrem aşı, erbain helvası gibi uzak yeı:lerde hatırı sayılan şahıslara da yollandığt olurdu, mesela Yen ikapı Mevlevihanesi'nden ta Eyüp'e Kurukavak't:ıki Zekai Dede'ni n evine yine dumanı üstünde lengerle lokma-i şerif gelirdi.
Kavurma lokması kurban etinden yapılırdı (204:176):
Kavu rma lokması, Mevlevilere mahsustur. Kurban b:ıyr:ım larına ma hsus kurba n kavur mnsıdır. Taze kurban etind en ya pılır
ve bayram namazından sonra somnlhanede kurul::ı n on i ki meydan sofralarında yen ili r. Et suyu ile pek lezzetli yapılmış d üğün çorbasından ve her zamanki bol pilavdan sonradır.
Bir diğer lezzet, Mevlevilere mahsus (204:176), kandil geceleri yapılan bol fıstıklı,sütlü irmik helvasıydı.
Tekkelerde İftarda Yenilen Zeytinin Çekirdeğinden Tesbih
Tekke eşyalarında n tesbihin kutsiyet
Yüklenen zeyti nd en yapılmış olanları da vard ı. Mü nhası ran tekkelerde ifta r sofrala rı nda
Yen miş zeytinlerden artakala n çekirdekler bu tesbihlerin ana malzemesiyd i (203:147-151):
Zeytin çekirdeği tesbihi: Zi ki rde zeytin çekirdeğinden yapılmış tesbihin çekilmesinde daha çok sevap vardır. Mübarek bir gıda
olan, I<u r'an-ı azimü'ş-şanda adı geçen ve zenginin, fakirin seve seve yediği yaz-kış meyvesi nin çekirdeğinden, bilhassa iftar sofrasından toplanan zeytin çekirdeklerinden Yapıl mış olması, bizden önceki üm metlerin
de kullanmış bulunması itibarıyla faziletli
sayıl ı r ve diğer tesbihlere tercih edili r ve bunun için makam postunun yamnda veya altında rnullaka zeytin çekirdeği bir tesbih bulunur.
Şeyh efendi zikr-i şerifin sayısını bununla tayin ve takip edt:!r.
Ra ınazan -ı şeriflerde tekkede yapılan iftar sofraları nda Loplanan zeytin ta nelerinin Çekirdeği nden olması şarttır, dışa rıdan gelenlerle olmaz. Bu zeytin ta neleri sofradan sonra bi rer birer toplanıp yıkanır, durulanır, bir ipliğe konuşmadan dizilir; kına ve sirkeye batırılıp güneşte kurutulur, tekrar sirke
ile yoğurulur, sonra su ile yıkanır. En ufağı Yüzlükten başlar, "sad-dane" denilir, "yüz laneli k" demektir: "Zahid sen eğer sübha- i
sad-dane çeksen - füz de çeke riz her gece bir bin liğimiz var''
Tesbih üç yüzlük, beş yüzlük, nihayet binl ik olur ve pek seyrek kullanılır, mesela yetmiş
bi n kelimc-i tevhide oturulduğu zaman ortaya çıkar; türbelerde sanduka üzerine konul ur.
Mi hrapta görülenler ekseriya beş yüzlü k tesbihlerdir.
Zeytin çekirdeğinden yapılan bu tesbi hleri n dizilişi doksan dokuzluk tesbihlere benzemez. Bir yanına yedi ta nede bi r ııişan, diğer yanına dokuz tanede bi r nişan konuJ ur. Bu nlar t'tvar-ı seb'aya göre yedi defa ya h ut dokuz defa
okun ması lazım gelen esma ve salat u selamlar içindir. Bu dura kla rdan başka her günkü namaz tesbi hleri gibi otuz üç tanede bir nişan
ve her yüzde yine bir nişan ilave edilmişti r. İmamesi ucundaki kamçıda ayrıca on iki ufak tane dizilmiştir, bu da kelime-i tevhide ve "Muha mmedün reslılullah" lafz-ı şerifine işarettir, zi ra kelime-i tevhid on iki harftiı "Muham med ün resu lullah" da on iki harften meyda na gelmiştir.
Not düşelim (208:215), bir derviş tekkeye kabul ed ilince türbeye giril ir, sandu ka üzerindeki büyü k tesbih açılı r ve üstü ne bir tesbih ta nesi eklen i r. Bu ta neler tekkeye merbut dervişlerin sayısını gösteri r.
Tarikatlarda Biat Merasi mlerinde Hurma, Peyni r Şekeri, Zeytin Yağı, Üzüm
Sa'diyye tarikatı nda intisap merasi minde (252:177-78) şeyhin m üracaat eden istekliyi kabul ettiğinde ona h urma ve cevher yed irmesi usuldend i. Men k ıbeye göre tarikatın ku rucu
şahsiyeti Sadedd in Cibavi'ye rüyasında Hz. Peyga m ber ta rafında n h urma ikra m edilmiş, o da bu nd an sonra kendi yolu na mensu p olma k isteyenleri ka bul ederken h u rma yed irmeyi tarikat esasına d ön üştü rm üştü. Sa'diyye'de
ilk i ntisap eden d ervişe şeyh elind en mutlaka hu rma yediri lir, hu rma yed i rilen bu dervişe tarikat teri mi nce "hurma derv-şi" denilmişti.
"Cevher yedirme" ise, Saded din Cibaviyolu ndan gidenlere yi ne bu merasimlerde hu rmaya ilaveten Saded d in Cibavi'ni n mezar toprağının su ile içirilmesiyd i.
Revnakoğlu, yukarıdaki malCımata şunları da ilave eder (208:270): "Cevher ve hurmadan sonra da üzerinde aylar,seneler geçtiği olur. Şeyh efendinin veya rehber-delilolan dedenin gördüğü lÜZL!m üzerine hurma dervişinin deneme ve bekletilme müddeti daha da uzayabilir, üç sene, beş sene biat veri mediği olmuştur. Dervişlik biattan itibarendir,sülüka ancak biat ile başlar. Biatta bal şerbeti veri ir yahut peynir şekerinden şerbet yapı ır. Zeytin yağına biraz su karıştırmak suretiyle içirildiği de görülmüştür,fakat son zamanlarda bu usul bırakılmıştı.Bizim nesil zeytin yağıiçirildiğini bilmez."
Bir önceki yazıda temas ettiğimiz "şerbet" de tekkelerin umumunda biat merasiminin
vazgeçilmeydi.Revnakoğlu,bu merasimlerde içirilen şerbetin muhtevasına bir başka yerde şunları ekler (208:162-64): "Biatta elverirken içirilen şerbet her tarikatta, hususiyle "aktab-ı erbaanda n olan tarikatlarda daima "zeb b"in (zeb b, küçük siyah üzüm kurusu, çok tatlı olur; kuş üzümü de derler) ezi mesinden yapılanı makbuldür yahut temr veri ir,Medine hurması yedirilir yahut yıllanmış ve okunmuş beyaz peynir şekerinin büyüğünden yapılır. İstanbul Bedevleri öteden beri bu kaba peynir şekerinin şerbeti ile şerbetlenmeyi tercih etmişlerdir."
Not edelim, Nakşibendilerde hatm-i haceden (170:422) sonra tevh dhanede zikir halkasında bulunanlara küçük peynir şekeri dağıtmaları usuldendi.Hatm-i hace bitince meydan hizmetine bakan, zincirlisiyah keşkül içinde gelir,önce şeyh efendiden başlayarak sırayla herkesin önünde niyaz eder,keşküldeki peynir şekerini tutar ve herkesin önüne birkaç tane bırakırdı.
Kalenderhanelerde (Özbek Tekkeleri) Pilav
Şehrin beş semtine, Eyüp, Üsküdar, Fatih, Eminönü ve Beyoğlu'na yayı mış kalenderhanelere rastlanır. Bu
kalenderlıanelerde edeb ve sufi metinlerde gördüğümüz nkalender"in rintliğe işaret eden manası karşılık bulmaz; bu tekkelerde ne
cem iyet kaydından azade bir hal ne de şeriata karşılaübal bir tavır vardır.Kalenderhaneler umumiolarak Özbek ve Afgan muhitinden gelen bekar sufizümrelerinfaaliyet yürüttükleri tekkelerdir.Sultanahmet'teki Özbekler Tekkesi, Üsküdar Afgan Tekkesi (ÇiniliCami karşısındaki Afgan Kalenderhanesi), Eyüp Ka enderhanesi (La'lizade Tekkesi) bu zümredendir.Bu tekkelere aitvakfiyelerde bekar olma şartı,şeyhin aile fertleriyle yerleşerek mahdut tekke hücrelerini büsbütün işgal etmesinin önüne geçmeye matuftur. Eyüp'te Özbekler Kalenderhanesi şeyhliğine talip olan Buharalı Mehmed Sadık Efendi bu sebeple reddedilmiş, Üsküdar'daki Afgan Dergahı şeyhi Mehmed Abdullah Efendi, bekar olmadığı anlaşılınca vazifesinden azledilmişti.
Çok defa bu kalenderhane .şeyhlerinin vakfiye gereği Özbek olması şart koşulurdu, bu itibarla bu tekkelerin hususi adı dışında umumi
ismi "Özbekler Tekkesi"ydi .Özbek mutfağı
tabiatıyla bu tekkelerin yemek kültürünü şekil endiriyordu. Revnakoğlu her nedense bu mutfağa ve Özbek pi avına Sultanahmet Özbekler Tekkesi dışında temas etmez.
Sultanahmet Özbek ler Tekkesi'nde pilav mukabelelerden sonra ikram edilirdi.(2871-73) Pazartesi,cuma geceleri ay n-işerif icra edilirdi. Ewela hatm-i hacegan sonra ı<adirl evradı okunur,ekseriya oturulduğu yerde bazen ayağa kalkılarak zikir edilirdi... Mukabelenin sonunda
kazanlarla Özbek pilavı pişirilir,gelene gidene ikram olunurdu. Evkaftan beş yüz, maliyeden altı yüz kuruş taamiyyesi vardı.Her sene kurban bayramında yirmi kurban gelirdi. Günde altı tayın ekmeği,altı çift fodlası,altı okka eti ve Laleli İmareti'ndengünlük çorbası vardı.Ayda birteneke pirinç, bir teneke sade yağı,bir teneke zeytin yağı, bir sandık mum verilirdi;her gün altı masura Kırkçeşme suyu akardı.
Bir başka Özbekler Tekkesi, Eyüp'te Rifa'iyye'den Şeyh Has b Efendi Tekkesi'nin tam karşısında bulunan La'lizade Tekkesi'ydi. Kayıtlarda pilav etrafında bir not bulunmamakla beraber
Afganistan Türklerinden Belhli Şeyh AkılMa'süm Efendi (ö. 3 Mart 1916) zama nında (28:38) her akşam üç büyük kazanla yemek pişer,gelene gidene sofra kurulur,semtin fukarasına devamlı olarak yemek verilir, mahallenin kedi eri
için kazanda yemek ayrılır ve onlara mahsus küçük sahanlar içinde o hayvanların da karnı doyurulurdu, arta kalanlar da tencere ile fukaraya dağıtılırdı. Bu hayrata civarın zenginleri
de katışır,günde üç beş kurban gö nderildiği olurdu.
Tekkelerde yemeklerin en sonunda pilav ve onu müteakip tatlıveya meyve verilir.Bu pi av ekseriya elli ve nohutlu olur,buna tarikat dilinde "molozlu pilav" denilir (208:144).
İstanbu ltekkeleri içinde Riffi'iyye'den olduğu halde Kubbe Tekkesi'nin pilavı (96:34) meşhurdu.
"Temcit pilavı gibi ısıt ısıt ortaya koy" deyimindeki "temcit pi avı",bir pilav türü değildir (312:85): "Halk arasında kullanılan bir de "temcit pilavı" tabiri vardır kisık sık Ortaya sürülen bahislere veya münasebetli münasebetsiz tekrar edilen sözler hakkında kullanılır.Erkeğini sahur vakti bekleyen ev kadınının pilav sahanını yanmasın diye onu
ateşten kaldırması, soğumasın diye de tekra r ateşe koyması ve bu yüzden "temcid" zaman ı olan imsak saatine kadar mangal başından ayrılmaması "temcit pilavı" sözünü darbımesel haline getirmiştir."
Tekkelerde Somat ve Nihale
Tekkelerde sofra için,"sofra" kelimesi ile beraber sıklıkla kullanılan bir başka kelimede de orijinal hali Arapçada "simat" olan "somat"tı.
Türkçede ''sornat" şekliyle hem sofra hem yemek için müşterek kullanılan bu kelime bilhassa Mevleviler ve Bektaşilerde l<ökleşmiş,diğer tekkelerde de rağbet görmüştü.Yemek yenilen yere de "somathane" denildiği olurdu.
Dervişinyanında taşıdığı çeyizlerden biri de "sofra"dır.Seyyah dervişler tarafından kullanılan bu sofra (311:144) yemek altına serilen meşin bir dairedir.Etrafında halkaları olan bu sofra, torba gibi büzülüp toplanabildiğinden gerektiğinde içine derviş nafakasını koyardı.Bu torba bazen "İmam Alisofrası","Haydar sofrası" adıyla anılır, bi hassa Özbek dervişler bu tabiri kullanırdı.
Daha dar anlamıyla şimşir Mevlevisofraları (132:508) için "somat" denildiği gibi,yine "elifi somat" (132:548) denilen, Mevlevilerde seyyah dervişlere hediye edilen ve dürülebilen meşin bir türü de vardı sofra nın,bunu kemerlerinin yanına asarlardı.
Sofrayı tamamlayan "nihale",(311:145) sahan altında kullanılırdı. Bir parmak kalınlığında yeşil veya nefti meşinden yapılırdı;altı
düz ve ekseriya kırmızı renkte; üstü pek hafifçe balık sırtıolurdu. Ortasında mühr-i Süleyman bulunan bu nihateleri saraçlar işlerdi.Karasarıklı Tekkesi'nin son şeyhi Saraç Şevket Efendi (175:231), nihale yapmakta
meşhu rlardand ı; İstan bu l'un bi ri nci sınıf iyi saraçları ndan sayılı rd ı, sarayın saraçlıkla ilgili işleri ni de ona ya ptırırlard ı, Kad irihane'nin sofra ni hfüelerini de kendisi işlerdi.
Revnakoğlu bi r başka notu nda nihaleyi ve bun u ya pmakta şöhret sahibi bi r diğer şeyh Abd ülhali m Efendi'ye temas eder (126:792): "Daima simat-ı şerifin (sofra) ortası nd a duran,
uzun sırma işlemeli pide şeklinde meşi n altlı k.
Ba kı r sahanla rı, çorba tasını kaymaması içi n
bu nu n üstü ne koya rlard ı. Fatih Nişancı Tekkesi şeyhi Abd ülhali m Efend i pek ustayd ı. Dervişlerin bir kısm ı "nihall" derler:·
Tekkede Yemek Yeme Usulü
Tekkeleri n haftada bi r gün veya gecede ayinleri olu r, bu ayin gü nü ne "mukabele gü nü", "zikir
gü nü", "hafta gü nü","ayin gün ü" veya gecesi denird i. Bu gün ya da gece, tekkenin bi rden fazla tarikatın erkanı nı icra etmesi hali nde haftada i kiye çıkardı.Yukarıda bahsettiğimiz gibi çok defa ayin gü nleri nde veya mü barek ay ve gecelerde fakir fuka raya, davetli misafirlere verilen ziyafetlerde etli ve noh utlu ola n "molozlu pilav" da ikram edilird i.
Revnakoğlu, bi r notu nda tekkelerd e bu merasi m için ya pılan alışverişten yemek adap ve erkanına kada r uza na n bütü n safahatı kayded er. Burada "tekkeler"den maksat, şüphesiz her bir tekked e hususllikler olmakla beraber, İstan bu l'da
faal iyet yürü ten tekkelerin u mu m ud ur. Bu yazıda "tuzsuz kahve" ile eski kültü rde "sade kahvenin" anlaşıldığı da görü lür (208:137-151):
Yoksul ve ki msesizleri n yedi ril ip içiril mesi, konukların (misafir) ağırlanmasdçin birkaç gün önceden hazırhk başlardı. Şeyh efendi
çarşı pazarda n et, ekmek, pi rinç, yağ. soğan, tuz vesaire gibi gıda maddelerini, ayrıca odun, kömür, petrol ve gaz gibi zaruri ihUyaçları bizzat alır, zembile koyar, sı rtına vurur.
Lüıum görülür maksadıyla ya rdı mcı olarak dedelerden biri yanında bulunur ve hassaten şeyhzade bu işi görü rd ü, bu suretle onu ilk seyr üsüluka ve dolayısıyla nefse hakimiyete başlatır ve alıştırı r.
Fukara ve 2uafaya yedirilmek içi n alınan bu erzak vesairenin parasını tekke şeyhleri kendi sanat, mem uriyet yahut şahsi ve irsi
gelirlerinden temin ederlerdi. Bunların içinde bahçıvan. dülger, hattat, arabacı gibi bcderu
ve ameli sanat ve meslek erbabı da mevcuttu . Müstesna olarak bazı tekayanrn Evkaftan bu ciheti temin içi n "tnamiyye" denilen aylı k ve aynen de verilen erzakı va rdı ki ''ta5miyye" ve "tahsisat" denilirdi. 1330 senesinde Şeyhülislim ve Evkaf Na zı rı Ürgübi Hayri Efendi'nin Osmanlı Meclis-i MebCısc'ınJ'nda istihsal
ettirdiği bi r kanun ile önceden taamiyye ve tahsisatı olmayan bütün tekkelere istisnasız olarak bu taamiyye ve tahsisat verildi.
Bunlar dergaha geti rilir ve aş ocağına (matbah m utfak) bırakılır, şeyhi n zevcesi "bacı sultan''a tesli m edilir. Bu erzak ve malzeme, matbahta ayıklanmaya ve ıslatılmaya hafta gününden
bi rkaç gün önceden başlar. Yemeklerin
cinsine göre bir kısmı b.i r gün önceden, bir kısmı hafta günü sabahleyin ya aşçı dede ve tercihen bacı sultan ve şeyhin efrat ve ailesi tarafından pişiri l ir. Yemekler layıkıyla piştikten sonra şeyh efend iye haber verili r. Askerlikte olduğu gibi şeyh efend i ayrı ayrı tatlarına bakar. Ta m piştiği ve kıva ma gt!ldiğini görünce yanında hazır buluna n aşçı dede ve bi r iki
dede huzurunda tencereler in kapakları açılır.
Bağlı bulunduğu pirin Resulullah'a kadar
ism-i şerifleri iht iramla anılır, gülbank çekilir; şeyh efendi fatiha eder. Hep birden salavat
getirilir. Şeyh efendi besmele ile tencerelerin kapakları n ı "Destur yi'ı fül;in!'' diye örter ve
··somatl::ı rı hazı rlayın!'' emrini verir.
Vazifel i dervişler her biri on beş, yirmi kişiyi alacak yer sinilerini ve onun bütün teferruatını hazırlar ve şeyh efend iye tekmil haberini
veri rler. Bu hazı rlık ve yemek faslı dervişlerin hazmını temi n maksadıyla ayin saatinden en az. iki saat önce başlar.
Somat (sofra) aşağıdaki şekilde kurulur:
Kaşıkları n sapları sağda, tuzl uk mutlaka ortada ve n ihale üstü ndedir. Su bardakları ekseriya topra ktan olur; ba rdaklar, testiler sofra dışında durur. Her somatm başında birer vazifeJi
derviş bulu nu r. Şeyh efendi bü tün sofralara bizzat h izmet eder hadi mü'l-fukara old ukları için.
Yemekten önce meyd:ıncı dede umumiyetle içeride merdiven başında yahut eğer kalabaJık, dergah ın avlusuna kadar yayıl mış ise cümle kapısı önü nde durur, "Lokmaya sala yahu!" diye seslenir ve heceleri uzatır. Bu umumi davet üzerine herkes derecesine göre tam bir intizam dahilinde tıpkı namazda olduğu gibi zahi ri mevki ve sınıf farkı gözelmeden sessizce sofralara oturur. İşte islamiyet'te demokrasinin en büyük örneği.
Her sofrada en kıdemlinin veya en yaşlının işareti üzeri ne lokmaya başlanır.
Yemek esnasında su isteyenler, hizmete soytmmuş dedeye eliyle n iyaz halinde bi r işa ret le ve "Su cyvall5b!'' der. Bu zat suyu
C:ümbüşlenirken (içerken) dfrsekleri tazimen ve da ha doğrusu onun hakkına riayet maksadıyla suyu içinceye kadar sofradan elleri n i çekerler. Su içimi bitince hep birden
..sağ el göğüste "Aşk olsun erenler!" derler; o da Aşkını:ı cemal olsun!" diye karşılık verir.
Şeyh efendi umumi nezaret ve bizzat hizmet
ederken ekmek ve sair hususunda hizmele soyunmuş dedeleri istemed en verilmesi içi n işaret ile ikaz eder.
Yemeklerin en sonunda pilav ve onu müteakip tatlı veya meyve verilir.Bu pilav ekseriya etli ve nohutlu olur, buna tarikat dilinde ''molozlu pilav" denilir. Pilavın sonlarına doğru bütün
sofralardan eller çekilir. O sırada makam sahibi şeyh efendi de sofranın birine ilişir. Herkesin elleri parmakları ucuyla sofra kenarı na mühürlenir (bağlanır). Şeyh efendi "Fa'lem ennehu ..." diye tevhide girer. Bütün sofrada bulunanlar gür sesle ve bir fazla, rızau ll5h:ı kavuşmak maksadıyla bir ahenk ve usul
üzere tevhidi beraberce sürer. Bu şekilde beş
on kel.ime-i levhid çekildikten son ra şeyh efendinin yüksek sesle "illallah"ı uzatarak demesi ile tevh1d du rur.A rkasında n "Y:i Allah!" zikr-i şer1fi başlar. O da böylece devam edip
bi ter. Ve yine arkasından üç defa ''Hu hu hü!" çekilir. Bun un da arkasından vazifeli derviş veya şeyh efendi sofra gülbangı okur. Hazırfın, guJguleler ve ittiratlı bir şekilde "Allah Allah Allah!" diye dem tutar. Şeyh efendi gülbank sırasında ism-i piri an:ırken, herkes kem:il-i huzurla son soluğa kad:ır uzatarak "hu" ismini söyler ve yine hep birden "Tekabbel minna bismike ya Allah hu!" ile nimeti n şükrünü bitirir.
Arkasından ziki r ve dua sinm iş pilavdan herkes teberrüken birer m iltar tekrar al ır ve edeple sofranın kenarı n ı niyaz ederek
(öperek) kalkar, dış:ında önceden hazırla n ımş ve her musl uk veya ibriğin başındaki vazifeli dervişler tarafmda n eller üstü ne su dökülür. sabu nla temizce y ıkanır (yemeğe oturukeıı olduğu gibi.) Tutula n temiz havl u larla kurular. istirahate çeki lir.
Yemekten sonra ka hve na kibi tuzsuz kahve (şekersiz, sade) adet olduğu üzere pişi rir ve hazırlar. Topraktan mamul fincanları büyük
tepsilere koyar, kahveleri boşaltı r. En kıdemsiz nevniyaz dervişler bu işle vazifelendirilir.
Yine tepsileri niyaz ederek alır, önce şeyhin oturduğu meydan odası na kemal-i edeble ve ciddiyelle sağ ayağı ile girer, bir boyun keser, şeyhin sağ tarafındaki zattan başlar ve en sonra şeyhin fincanını verir, çünkü
tevhtdha nedeki ikra m, manevi ziyafet, bu da maddi ziyafet mahiycli nde olduğundan en önce misafi rlerd en başl::ı nır.
Diğer tepsileri al:.ı n vazifelil er de diğer odalara aynı şekilde, aynı merasimle girer, tevziata devam eder.
Tekkelerde en büy ük tat zikrullahtan ruhen almdığı için kahveler sade çekilir. Tıbben de sade kahve hazmı kolaylaşlırdığından tercih edilir.
Mevlevilik'te somata oturmaksa şöyle olurdu (132:929-31):
Canlar tarafı ndan hazırlanır, kaşıklar yüzü koyun konur ve sofranın etrafına dizilir. Her kaşığın yanına bir kesme şeker kadar tuz
konulur. Canın birisi dergahın ortasından "Hu, sala!" diye sesleni r, bi r defa der. Bunu duyan dedeler, hücrelerind en çıkarlar, somathanenin kapısında biriki rler. baş dedeyi beklerler.
Kıdem sırasında en eski olan bu baş dede, somathaneye girerken dedeler de yine kıdem sı rasıyla onu takip eder. Sekiz veya doktız kişi (on kişi olunca ikinci somata geçer) sofranın etrafında ve ayakta dizilirler. Bu dizilme, baş deden i n sağından kıdem sırasıyla ayakta olur;
baş dede olurduğu zaman hepsi birden oturur. Mevcudu n içinde en kıdemsizi yemeğin kapağını açar ve ilk defa baş dede başla r, diğerleri de kıdem sırasıyla birbi ri n i takip
ederler.
Yemek esnasında son sahana kadar bi rbirinin yüzü ne bakmak, lakırdı söylemek, kaşık
takırdamak , ağız şapırdatmak yapılmaz. kimse kimsenin lokmasına bakmaz. Son sahan konulduğu zaman o sahanı koyan dede veya can, sahanı koyduktan sonra uzatarak bir ''Eyvallah" der, herkes ellerin i somatın kenarına koyar, baş dede bir gülban k okur, isteyen yemeğe devam eder, isteyen kon uşur, isteyen
de kalka r gider.
Mevlevi adabınca her yemekten sonra okunacak gülba n k (132: 932): Ma tabi hah
şahem-ra pabend in ya Rab! Çerag-ı kaşifan-ra
ve sallallahu ala seyyidina Mu hammedin eşrefü m1rı cemi'i'l-enbiya i ve'l-mü rselin ve'l-ha md ü lillahi ve'ş-şükrü lill5hi. Hak berckfitın ihsan buyura, erenlerin kan Ü keremleri (yahut nan
u nimetleri) ziyade ola, ashab-ı hayratın rlıh-ı revanları şad u ha ndan ola. Kerem-i ima m Al i, dern-i Hazret-i Mevlana, sırr-ı Ateşbaz-ı Veli, hu diyeli m hlı! Fati ha!
Diğer tarikatların da husus yemek duaları, gülbankları vardır. Müstakilbir yazıya dönüşebi ecek hacme malik sofra dualarından
burada Revnakoğlu'nun yukarıda verdiği misalle iktifa edi di.
Tekkeler devrinde yemek hep elle yenirdi. Modern usulde çatal bıçak kullanımına dair ilk teşebbüslerden birinin sahibi, H. 1338'de vefat eden Siraciyye Tekkesi şeyhi Ebülhayr Efendi'ydi (228:24):
Şeyhi bulunan Ebülhüd a Efendi'n i n Beşiktaş't a Serencebey Yokuşu'nd:ı ki tc\\ kesinde mi hrap kandilin i uyandırmak vazifesiyle mükıdlef bulunduğu için ke ndisine "kandilci" manasına "Siraci" derlerdi. Tekkesine "Siraciyye" ismi n i n verilmesi kendisini n kand il nikabeti hizmetini de aynı zamanda tel m ih etmekledir. Son
derece tem iz giyini rdi. Üzerinde oturduğu yerde bir çöp bul u n mazdı. Temizliği, titizliği
hastalık halindeydi. Çifte :ıyn:ı arasında özenerek bezenerek sard ığl mükellef sarığına bazen iki, i ki buçuk saat emek verdiği olurdu. Ekseri)1a şaJ, hırka, samur kürk giyer, oturuken dizlerini battaniye üe örterdi. Sabahları amberli çay içerdi. Şeker bayramının ikinci günü muLlaka oruç tutardı. Yürümekten
hoşlanırdı, Aksaray'dan Beşiktaş':ı yayan gittiği olurdu. İstanbul'un bu meşhur Ş:ımlı Rifa'i şeyhi hayret ed ilecek kadar yeni fikirliydi,
ta o zamanlar çatal, kaşık ve btçakla yemek yerdi. Ekmeği eliyle koparır, fakat eti bıçakla keserdi. Bununla beraber sofrada ekmek kırığı bı rakmaz, baş parmağıyla bunları birer birer toplar ve yerdi.
Caferabad Tekkesi'nde Kapkacak
İstanbul'da Kan u nidevrinde vücut bu lan Cafera bad Tekkesi'ni n bu lunduğu yer, şehirde Sadabat ve Kağıthane kada r meşh ur olm uş bir mesi reni n içindeydi (196:39,41):
Sütlüce'de Bademlik'teki Cafembad Tekkesi. son zamanlarda halkın ve esnafın tenezzüh ve teferrücüne mahsus oturma ve dinlenme yeri olmuştu. Bir oda, bir mutfak ve önünde sayeb:indan ibaretti, sundurması vardı; mütevelli uhdesi nde idare olun urdu. Yazın tenezzühe çıkanlar, mütevelliden anahtarı
a lıp bu raya vak.fen bıra kılmış bakır kaplarda yemeklerini pişirirler, harice götürmemek Şartıyla kapları isted ikl eri kadar kull:ındıkt:ın ve Otu rup eğlend ikten sonra kapılan kilitleyip anahta rını mü tevelliye tesl im ederlerdi.
Esnafı n peşta mal kuşa nma merasimi de ekseriyetle burada yapılırdı.
Suböreği, Konserve
"Tekke mutfağı" kavra mı ndan ziyade "tekkelilerin mutfağı" bahsi ne girmesi iktiza eden bi r ba his
de eski İstan bu l'un sufileri arasında yemek kültü rü nde i htisası olan .şahısla rd ır:
Kanlıca'da Atau llah Efend i Tekkesi'ni n
son şeyhlerinden Fah reddin Efendi (61:95),
m ükemmel halı dokur, tezhi p yapar, d ülgerli k eder, hatta gergef işlerdi, hususiyle gayet
nefis kabartma su böreği pişirir, kayı k tabaklar içinde hazı rlad ığı çeşit çeşit tatlıla rı kend i yemed en fukaraya ve misafirlere, sonra da ahbapları na ikram eder, kesesini old uğu gi bi
fuka raya boşaltı rd ı...24 Kan ü n -ı sanl (Ocak) 1939 salı gü nü akşa mı Üsküdar' da vefat etti, ertesi çarşa m ba gü nü de Ka racaah met'e sırland ı.
Bu şeyhlerden en ren klisi olan Şeyh Hacı Arif Efend i'ydi, 1913 Şubatı nda vefat etmişti.
Yemek Kültürü ve Hacı Beyzade Ahmed Muhtar Beybaba (Muhtar Yeğtaş)
Son çağın Bektaşi ba baları ve mü newer
tarikat adamları arasında zarafet ve asaleti ile, n ü ktedanlığı, ve bi rçok sahada kaleme ald ığı eserleriyle göze çarpan simalarından biri de Hacı Beyzade Meh med Muhta r'dı. O, bilhassa Aşevi ad lı eserinde kayboluştan hemen önce teferrüç alemlerinde, düğü nlerde, tekke
m utfa kla rı nda ve imaretlerde hen üz h ükm ü nü yü rüten m utfak sanatın ı n büsbütün çekilmeden tesbitini; kıvamını bu lmuş yemek kü ltürün ün ün dağılan saray ve kona k hayatıyla tama men kaybolmaması içi n aşçı lığın geç de olsa yazıya aktarılmasını istiyord u. O, sanat erba bı nı n arasında usta çıka rıld ığında o şubeni n
mensupla rıyla bir mesirede tertip ed ilen ziyafet meclisinde eski yemek ananesini görmüş, teferrüç olarak da bi linen bu merasimlerde o şubenin genci yaşlısı geçme, benzetme, esir alma, meydan bohçası, kırma teli oyu nlarından
yorulup acıkan midelerine erbabınca hazırlanmış yemekleri indirdiğinde orada bulunmuştu. O,şaşaalı konak hayatında ricat-i devletin mutantan sofralarını kuran ince aşçılar, börekçi ve tatlıcılar,!<alfalar,zenci kadınlar,
Çerkes halayıklar iktisadivaziyetintazyikiyle kademe kademe şehre dağı ıp kaybolurlarken sofrayı ve sofra adabını da yanlarında götürmüşlerdi. Hacı Beyzade son devrine yetiştiği bu kültürü muhafaza sadedinde Meclis-i Maarif'e sunduğu 11Mayıs1319 tarihli
layihasıyla bir aşçı mektebi tesisinin lüzumunu ve imtiyazını Eyüplü Hacı Arif'in müzaheretiyle talep etmiş, ancak muvaffak olamamıştı.
Revnakoğlu,Aşevi ve Garson ve Garson Yetiştirmek Usulü, Perhiz Yemekleri ve Yeni Aşevi'nin yazarı Hacı Beyzade Ahmed Muhtar Beybaba (Muhtar Yeğtaş) için şunları yazar (195:4-86):
Dini, ruha ni ve uhrevi bir tarikat olmakta n ziyade hal k ı n içinden doğmuş, ha lkı n ruhuna in miş ve sinm iş ve daha ziyade muhabbet üzeri ne kurulm uş ve muhabbeti ibadetten s:ıyınış insani, içtimai bir müessese olan Bektaşüik içinde ve tarihinde isim yapm ış veya bir yönden tan ınmış değerli şahsiyetler
hakkında şimdiye kadar derli toplu ve esaslı bir inceleme yapılmış değildir. Tarikat ve tasavvuf tarihi bak ımından lüzuml u old uğu hfılde
hen üz ciddi ekilde ele alın ma mış bulunan bu konunun ayd ın latılması çok gecikmiştir.
Yazılması l:izım gelenlerden çoğu nun zamanla u n utulması hatta tanmamıyla kaybolması ihtimali bile vardır. Vaktiyle lstaııbul Tekkeleri Tarilıi isimli eserimizi yazmaya ve bi tirmeye ça lışı rken bu lüzu mu da düşü n müştük.
Bektaşilik'te şahsiyet sahibi olmuş veya eser vermek suretiyle büyük küçük bir iz
bırakmış ki mseleri de diğer ta rikat büyükleri arasında ayrıca tesbit eyleyeceğiz; bir kısmını
yakından Lanıdıgım ız, birkaçı n ı iyi bilenlerden d i n lediğim iz bu simaları sırası geldikçe birer birer yazacağız . Şimdi son y ıllarda La n111mış, sevilmiş, i rfa n lı, meziyetli bi r Bektaşi babası olan H:ıcı Beyzade Ahmed Muhtar 'dan başlıyoruz:
Son çağın Bektaşi babalan ve münevver tarikat adamları arasında zarafet ve asaleti ile, nüktedanl ığı ile mümtaz bir sima olan Ahmed Muhtar Beybaba, Beylerbeyi Topçu Miralayı l ar::ıgöııade Hacı Osman Bey'in oğludur. Muhtar Bey'in Hacı Beyzadelik'i, Karagözzadelik'i buradan geliyordu. Kendisi Hacı Beyzadelik'i daha çok benimsedi ve onunla tan ındı.
Lstanbul'un eski hayatını, eski ricalini tanıya n, şehrin kıyısını bucağını on u n kadar iyi bilen, iyi tanıyan ve sorulduğu zaman hususi yetleri hakkında bir yığın malumat veren insana pek az rastlanılır. Geçm işteki hayatımızı bütün dekorları ile Türk sahnesi nde cıvıld:ıştı ran Musahipzôde Celal Bey merhum bile klasik
bi r tiyatro muharüri, eski lst:rn bu l efendisi, Üsküdar'ı n yerlisi ve kişizadesi, babada n dededen saray mensubu old uğu halde mazimize dair birçok konulan yazar ve
incelerken Muhtar Bey'e koşar, ondan sayfa lar dolusu bilgi ve hatı ra alırdı, çün kü o ela biliyordu ki Muhtar Bey'in kafasındaki çeşitli malumat ve hatırat, hele o hafıza arşivi ndt:n
çıkarıp çıkarıp kullandığı yüzlerce yüzlerce seçilm iş fıkralar, hi kayeler, menlobeler bir folklor araştı rıcısı, bir memleket tari hçisi ne bol bol dokü man verecek genişlikte ve zengi n l i kteydi.
Ecdadından bir sürü mal mülk kalm ış, fakat mana sız, inatçı bi rçok pürüzler dolayısıyla bunlardan gerektiği şekilde faydalanamamıştı r. Bin bir sık111tı ve üzüntü ile geçen son perişa n günlerini n ıstırap ve ihtiyacı onu zerrece
değişti rmedi, ruhundaki kibarlığı boımadı, her
. . .. . sn..
cl, ..t;.I ,_u: .r": .,ıı..
·J ; · )." ,. .-
J..,..,_ ,_:...._ı,.. {.\.-• 1, • +JIJ 1 A.\
./ t,ı J,,. 'J.1'r:..,....._1 .:.-ı.....
s;..ı:-'· ._,JS: ıl.'- ul , ..:..n ı.
-\1.\ •.ij jr:,,•f }1oi.ı...j.-#;j,)J ·ı
-) .J.I .:ı....ı .J; 'l 1ı ı.""'
Jı.:..ı.:!-,J:.•'.J ..!J:ıV.,,,'ı.,• .,,•.J ıı
.:: fo.....1 ,.,.. :,\-,J, !Jr.f' ·
;.,...:-u,ı,s::ıı.....,.... ._. ;...,-.J.f.J .ı
.;.Jı• .,,... ..,;;J, ı••\:-'> ,,f'i1:.
. ,...... u
Hank'f
c;...p.oıu..• •tM ' l
1 ı..ıt. U'Wht•r •..,._, l(lft Bwtı.aft
,,.1#bft ruıtıb Htıfl•r, tı-&,uı.....
\ "'- "'lutr ot_..,..... a.k...-11•
"'' \"t" \•h"'" ..t7flPffl"h hnıl
..,,..,..•ıu
· :.:: l!•f'I t.Ml'!1f•" lo•
r.-mukl• f9Stu,;•••lıı
t•11 .,,. ,,.,..., ..
"r'•.. , udır ,J't•.tU oum.•1t1•1 "rı"t'ı•l","tOllt.
v•\•I h n.ltı f!'ahı'1•. roUl'll..•Mtl•r•
d• v. fl<'ll"t!•ıd• ttı.lcf'Ul.
u...,h),rt. l,l;•il•d. r11ı1(1.. e,...
tı.ılt lır t•lh , lhlrrıJ"11 do;:h"\l•
'U• "'"""dttı1nt airdclt('t:
- A ..fll.tbrf\"l.>-&Jt• •-ıhmtıi"ır•
rintll' fi• ınUr. MtVIJy"1\
tUrıonol.-N-1'4 t•""f"'\ rı•
lhlorrl,-.tl lı•nl rolnml..
··mı
r,'Lhtt ri ._ı]., ...,.,, h"11••
Wl•r. \.lr fi ı\t• •'• .,._
·-"""- (""'"'"" t•#1•1'1"•"'•
...
c....1..14 .. . (:..,..,.., ..a..
-N. DMıMırt.r oW....._\ ....,_.._
0
ot'"""111. r•f"ria ı...-.4t "...,. f'"•Otr b\.•t-• ff'kUt •<'t.•
ft·.- t-1.ı:• \ ..,,h!•'.!.
- _.,.a....,,,,lfl.11 o: A•r ,.ı!ll•
,,...holll!.4n. TP\ur •cdlt
u fu•-. 0..l'lo r..-f:of\•C.. ıt•
fff l•r•iı l.•lm.•ıfı \J•
Olılll"O ( ı. t"'( 11• oaMıtı"'
··
,,._..,,.n.
• l'S1fl. t.rl'l•1-••l1u fft-ui....,f ı: M"'"" AlNI (iirll•fl• i\hllff tıU
Nh ıht•"'hl ••t-•.ı,ınr. •·"' .,..
lur dl,-. dCl:011<tllM1. hlt lnu )'U•_
t\• tuıluı\ı ll•l&, "" ıHll)•, "'"
c..m•h \.•lflı:
_ ......
R.t\.1111111" \.oJmıı•ı f'lh•\ı, hu ı••
tft. ..,. : T•• l!lfftNlnl rtı i•bıı •tılı .ıı1••
Oltd M.ıalobt Mlı'tJ "''ftlı:""""
1illtt9J •'
,.,,
il Basm haqatznda 50 qı/ ikinci jübilede bek taşi ·ve mev eviler
,Uı-a ,\hı"bt" \r< lıt<t Ut: Tahı.r- Olı;a•"w• ""1.1 u· )...l ı.-ıL.
(\1.m.• S-.. S. U. 1 "•I
Revnclkoglu dosyalarında Hacı Beyzade Ahmed Muhtar'ın fotoğraflan sayfası
yerde, her mecliste yıpratmadan konuşturduğu fstanbu l efendiliği gibi, sözünde ve halinde görülen ecdat asalet ve terbiyesi de bütün
öın rü boyunca aynı şekilde devam etti durdu.
Son devrin şeyhü'l-muallimini (muallimlerin şeyhi, öğretmen lerin en yaşlısı) Ali Nazima, şeyhü'l-muharririni Seyyid Süleyman Tevfik Beybaba ve A'vanzade Eczacı Süleyma n Bey
gibi o da hemen her sahada eser vermiş, her işte kendisini denemiş bir adamdı. Hanım Şairlerimiz ismi ile meydana getirdiği küçük kitabında kalem sahibi kadınlarımızı, eserleri ve hal tercümeleri ile bize ilk defa o tanıttJ. "Ahmed" müstear adıyla yazdığı Tarik-i Aşkta
İtikadım isim li k itabı tasavvufta aşkın yerin i ve felsefesini öğretiyordu.
istanbul'da yerleşmiş Bektaşilik'in ve diğer tarikatların felsefi, mesleki, biraz da tarilu organı olan ve her Rumi ayın ilk günlerinde çıkan Muhibb5n gazelesi n i Muhtar Bey, başladığından son sayısına kadar kend i parasıyla çıkarllı. Rıza Tevfik, Bektaşilik'inin icabı olarak bu gazetenin başmuha rrirliğini yapıy<Jrdu, fakat eşe dosta, ihvan ve yarana bedava dağıtıl ması yüzü nden masrafını koruy:l m ıyordu. M uhtn r Bey yine de de onu y ılla rca yaşa ttı.
İstanbul mahallelerini, meyda nları n ı, caddelel'in i, ta rih yapıla rı ile çeşitl i isimleri He sıralaya n ve hepsin i bir bir gösteren
Salık Veren <\d1ndaki orijinal kitabı istanbul Belediyesi'n in neden sonra ÇLkarttığı Şehir Relıberi'nden yıllarca önce ilk olara k onun kalemi ile vücuda getirilmiştir. Kendi tabiriyle ''MemaBk-i şahanede bul unan bilcümle
l iva ve kazaların nahiyelere kadar hurlıf-ı heca üzeri nde esamisi n i resmen merbut bulundukları taksimal-ı idareler ile beraber gösteren" Osmanlı M emleketleri namıyla yazılan küçük cep kitabı da aynı konuyu
daha yayılm ış, daha genişlemiş olarak devam ettiriyordu. Bunlardan ba şka Teshil-i Mesalih-i Resıniyye, Mir'lil ve Bir Uzu n Arzulıril isimli eserleri de ayrıca mcmalik-i Osmaniyye'nin (Türkiye'den ) bi r köy ehemmiyetinde olan maha llelerine varıncaya kada r cüm lesini
yine hurüf-ı heca lerlibi üzere bildirmesi ,
zam:m ınd:ı dev:iir-i resmiyyeoin son derece işi ne yaramıştı.
Türk yemeklerini n her çeşidini terkipleri yle anlatan ve bunların n:ısıl yapıldığını öğreten Aşeııi ad ında iki ciltlik resim l i ve bu sahada ilk ilmi eseı:i beynelmilel aşçılığa, sofractlığa, alaturka, a lafranga yemek lere ait evlerimize, ailelerimize nazari, ameli birçok şeyler
getirmişti. "Rind tarhanası müstahsili" Haet Beyzade bunlan Eyüp'te Kurukavak'ta oturan
Kadiı·i şeyhi Hacı Arif Efendi'dcn öğrenmişti. Onunla beraber "Aşevi" adıyla açacakları bi r mektebin imtiyazını almaya teşebbüs ettiler. Düğün yemek leri nin ve yemek pişirmenin inceli klerine vakıf, sanatkar Türk aşçısı
yet iştireceklerd i, engeller çık ınca mümkün olmadı.
Latifeli fıkralar, güzel konuşmalar yapan Bakla adındaki eseri, Bursa'n ın iç ahvalinden ve sergilerinden bahseden Bıırsn ReJıberi,garson
yetiştirmek usulüne dair bilgiler veren eserciği de değerli kalem mahsulleri arasında sayLlabilir. Bu faydalı çalışmala rı dolayısıyla kendisine Avrupa sıhht nıehafilinden takd irnameler
gönderilmiş, Bursa sergisi dolayısıyla da Hih11-i Ah mer hidemat-ı fı'liyyesinden bir gümüş madalya veril mişti.
Avrupa'ya kaçtığı sı rala rda Jöntürkler ile beraber Pnris'te çıkarttı kları "Feryat
Abdülhamid Elinden" yahut onun kısaltılmışı olan "Feryat Türke'' isim l i taş basması aylık mecmuayı baştan başa kendisi doldu ruyor, kendisi dağıtıyordu. Bazı sayılarını İstanbul'a getirt ip edebi mahfillerde ve hususi
toplantılarda aydın gençliğe okulabi lmişti.
Kabir Azabı isi ml i küçük çaptaki en son eserini "1936'da Şehitlikleri imar Cemiyeli'ne Açık Mektup" olarak yayın lamıştı. Kabında "ilmi, Fenni ve Müşahedeli Cidd i Bi r Eserdir" dediği bu risaleyi yi n e kendi parasıyla b:ıstı rmıştı, parasız dağıtıyordu. Asri kabristanlarda kabi r azabından kuıtul mn nm çaresini öğretiyor,
yanlışlıkla diri diri gömül menin mutlaka
önlenmesini ist iyor; feryadını, endişesini ilgili makamlara duy urmaya çal ışıyordu.
Kendisinin ilk b:ığl:ı.ndığı ve uzun bir süre çeşitli hizmetleriyle içinde bul unduğu l<adiriyye, Rifa'iyye başta olma k üzere raksa, ritme, müziğe önem veren, istanbul'da yerleşmiş diğer devrani, k ıyami ta ri katla rın
zikir tarzları na, adap ve erkanına bilhassa ayin-i şeriflerin usul ve icrasında görülen klasik ritmin özelliklerine dair bir hayli bilgisi Vt- görgüsü vardı. ila h'i aşkın cevelangahı olan
erenler meydanı nda bizzat hizmete soyunarak bunları birer birer yaptığ ı ve zevkine varıp yıllarca içinde yaşadığı için bu konularda çok geniş olan vukufu sadece kitabi malumattan ibaret kalmanuştır. Onun bu bul unmaz tarafuu yakından bildiğimiz için faziletli, rahmetli hocam Hakkı Tarı k Us ve Hasan Ali Yücel
başta olmak üzere, kitabeler üzeri ndeki çalışmalarımda baş reh berim ınerhuın Rıfl<ı Melul Meriç, güzide insan Hamamcı İhsan, en son Profesör Baltacıoğlu, Muhtar Bey'i çok seven aziz meslektaşım Niyazi Ahmed ve bu aciz, kendisinden bunların bir an önce tesbit edilmesi ni kim bili r kaç defa söylemiştik, hatta kabil olursa teybe, filme n.lııı ması n ı sırası
di.işen yazıla rı m ızda tekrar etmiştik. İlgili nıakamlann da dikkati çekildiği halde yine bi r netice çıkmamıştı. Sesle, nefesle kai m olduğu için zaman la azalan ve hatta yavaş
Yavaş kaybolmaya yüz tutan )'akın tarihimizin bu milli, bedii servetinden artakalmış izleri ni bütün hurdesiyle, incelikleri ile gayet iyi bildiği halde Muhtar Bey isimli kendisi de tarih olmuş bu canlı arşivden bunları yolu ile, erkanı ile bir
li.itlü derleyip toparlayamadık. Çok yazık oldu cidden!
Muhtar Bey'in dost meclislerinde pek
kibarca yaptığı örnek latifeleri, şakacılığı gibi imrendiren nüktedanlığı ve hazı rcevaplığı da bir başka alen1di.
Aslında Kadiri dervişi idi. Kadiriyye'nin Ahiyye kolundan eski bi r dergah olan Karagüınrük'teki Alime HatUJı (Kabakulak Tel<kesi)ne pek genç Yaşta iken babası ile beraber intisap etmişlerdi, sonra kendisi Rira'ilik'e geçti. istanbul kıya mi dergahları içinde pek intizamlı, ihtişamlı, coşkun zikirleri ve "Kubbeliler" denilen maruf
zoorcileri ile büyük şöhret yapmış bulunan Rifü'iyye'den Kubbe Tekkesi'ne geldi. Bura ıun saJikanı arasında seyr ü süluka girerek uzun y111ar hizmete soyundu. Ewela meydan nakipliğinden başlaya rak çırakçılık etti (çırakları uyandırıp kandilleri yaktı) sonra da post nakipliği yaptı. Bu tekken in son şeyhi Ali Haydar Bey'in Beylerbeyi Bedevi Tekkesi şeyhi Said Efendi tarafından posta iclas edilmesi (törenle posta çekilmesi) dolayısıyla Muhibban Gazetesi'ne yazdığı küçük bir yazıda bunu kendisi de anlatıyor:
"Kubbe Dergah -ı şerifi şeyhi Haydar Efendi'nin klasları icra olu nurken cemiyeti n esna-yı icrasında kutbhanede çerag tutmak, ldab-ı tarik icabınca mezkür meydanda birçok
sene bizzat ettiğim iz hizmetka r yarnaklığına binaen bizi m vazifemiz dah ilinde icU. O tarihte A nkara'da bulunarak bu nimetten mahrumiyeti mize ne kadar teessüf etsek azdır..." {15 Şubat 1325, no. 6)
Muhtar Bey'in tekkede o za manki adı "Cihangirli Muhtar Dede" idi. Şeyh Ali Haydar Efendi'nin ekseriyetle sağında zikir eden yine bu dergahın eski dervişlerinden "Posbıyık" lakaplı diğer Muhtar Bey'e de "Küçük Muhtar Bey'' denilirdi, ondan ayrılması için Karagöz Hacı Beyzade Muhtru·Bcy'e "'Büyük Muhtar Bey" derlerdi. Kuvvetli zikircil iği dolayısıyla kıyam ziki rlerinde tcvh1dde ve ism-i celrude çok defa reisin ya n ı demek olan kanada
girmesiyle bazen zikrin idaresini olduğu gibi üzerine alı r, reislik ederdi. Zi ki r ha reketleri, zikir idaresindeki ustalığı, bir delikanl ı gibi saatlerce zikre dayanması, levhidin kısım edilmesinde servi dalları gibi endamlı edalı
bi r şekilde iki tarafı na sallan ması, hde boyu n atışları görülecek şeydi. Bu işte, bu zevkte
ha kikaten örnek gösterilecek eşsiz insandı.
Devrin büyük alim ve müelliflerinden Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) muallimlerinden
Hacı Zih n i Efendi hazretlerini n torunu ve o zama n Galatasaray Lisesi'nde okuyan meşhur nk tör Şadi Fikret Karagözoğlu da o ta ri hlerde zikre ve zikirciliğe hevesli olduğundan küçük yaşta bu tekkeye girmişti. Kendisi sonradan Darülbedayi' -i Osmani'ye (şehir tiyatrosu) geçerek sah neye çıkması ve ayrıca kendi
l.:urduğu yeni sahnenin müdürlüğün ü yaparak aktörlüğü meslek etmiş olması yüzünden eve alınmıyordu. Bundan dolayı Beylerbeyi'nde tiyatro yanında Abdullah Ağa Mahallesi'nde Bedeviyye'den Seyyid Efendi Tekkesi'nde
yatıp kal kıyordtt. Her hafta buradan kalkar, Falih Küçük mustafapaşa çev resi ndeki Kubbe Tekkesi'ne geli r, aynı zamanda ailesi büyüklerinden amcası olan A hmed M uhtar Bey'in ya nında zikre girer, henüz talebe
çağında bi r genç olduğu halde zikrin ahenk ve intizamla devamında dikkat çeken bir
kabiliyet gösterirdi. Daha sonra L<aragümrük'te
yi ne Rifö'iyye'den Ümm-i Kena n Tekkesi'ni n Üsküdar'da n getirilen usta zikircileri arasında yer aldı, orada da kendisin i gösterdi; meşhur Zaki rbnşı Yaşar Şadi gibi mevcudiy ti ile tekkeni n kıymetini arttırd ı. Tekkenin ilk ve son şeyhi Abdülhali m Kena n Efendi ( Kenan Rifai) de bu güzel kıymetl i gence kızını vererek onu kendisine damat etti. Şadi sonradan Zakirbaşı Yaşar Baba'ya intisap eyledi. Yine Kubbe'nin eski dervişlerinden Postacı Giritl i Ali Cemali Baba'nın rehberliği ile ondan nasip aldı ve
Bektaşi old u. 29 Aralık 1941 tarihi nde cemal alemine göçtüğü zaman bu yolda kıdem sahibi olmuş bir Bektaşi ca n id i.
Muhtar Bey bu şekilde uzun yılla r Kubbe Tekkcsi'nde hizmette kaldıktan sonra yak ın dostlarından Şemseddin Sami Bey'in yaptığı teşviklerle Bektaşilik'e gönlünü kaptı rıverdi. Kubbe Tekkesi'nde kıdem ve liyakatine karşılık kendisi ne hilafet verilmesinin lüzumundan
fazla geci kmiş olması da zaten canı n ı sıkıyordu.
Hül:isa ikisi bir araya gelince Bektaşili k'e girmeye karar verdi. Tekkenin nukabasından eski meydancı Süvari Arnavut Süleyman Dede ile birlikte Ka raağaç Bektaşi Tekkesi son postnişin i H üseyin Zeki Baba'ya gid i p
ondan nasip aldılar. Daha sonra Çamlıca-Tahir Baba Tekkesi son postnişin i ve zama nı nın halifebaba sı Al i Nutki Baba ta rafından Muhta r Bey'e babalık icazetnamesi veril& O tarihlerde Topkapı Bektaşi Tekkesi'nde mihman eden (y:ıtı p kalkan) Meh irci Musa Kazım Efendi
de yine Ali Nutki Baba'dan bu arada baba lık almıştJ. Süleyman Dede ise bir hayl i yaşlı, kıdeml i olduğu halde baba lığı istemedi, ona ynkın mertebelerde taçlı derviş olarak kaldı.
Muhta r Bey bundan sonraki babalığını tekkeye kapa nıp postunun altında biriken nefesleri toplamayı, gittiği yerlerde kırbaç şaklatma yoluyla değil, tam tersine cebinden para
harcayarak göz nuru ve ter dökerek yapıyordu.
Bilhassa Muhibban'daki kıymetli yazıları il e, diğer yayı nla rı ile Bektaşilik başta olmak üzere isl:im aleminde tanın mış tari katların mazisine ve irfan ta rihine unutulmaması lazım gelen bii.yük hlımctlerde bul undu. Kend i etiyle yaptığı değerli, hünerli işlerden biri de alçıdan vücuda getirdiği tac-ı şerif modelleri idi. Ta rik:ıt ın
hususiyetine göre destar-t şeritleri çeşitli
şekillerde sarılmış bu rengarenk bu tk-ı şerifleri için bir sanat eseri sayılacak kadar güzel şekilde yaptığı oyma tezyi natlı yaldızlı kavukluklar
da bize bırakmış olduğu kıym etli eserler arasındadır. Bunlardan bir tanesi elimizde, bir örneği de İstanbul Belediyesi M üzesi'nde bulunuyor.Bu müzedeki tarikat odalarının t:ınzimindc, eşyalarının tertip ve tasnifinde Muhta r Beybaba'nın büyük emeği geçmişli. Müzenin ilk müdürü Takvimci Ahmed Ziya ve İstanbul Mektupçusu Osman Nuri Bey
merhumla rın başında yaşl ı haline bakmadan bir genç gibi hem de hasbi olarak aylarca çalışmış
didinnüşti. İstanbuJ'un ve İstanbul belediyesinin ilk defa böyle bir müze kazanmasından. zengin malılınatı ile. irşatları ile, devamlı gayret ve hizmetleri ile bizzat amil olmuştu.
Yaratılışta uyanık fıkirü , keskin zekalı ve inkılapçı bir zat olan ve bundan dolayı olmalı kendisinin "fıtriyye mezhebi"ne salik bulunduğunu söyleyen Ah med Muhtar
Bey, 1925 yılında Ciha ngir Cami'-i şerifınde
o güne kadar görülmem iş şekilde başı açık
..cuma namazı kıld ığı için gazeteler kendisini Cuma namazını baş ı açık olarak eda eden bir muslüınan!" diye yazmışlard ı.
Ahmed Muhtar Bey'in babası Hacı Osman Bey, Mühendishane-i Berri-i HüınayCın'un ilk yetiştirdiği zabitlerdcndi. Tophane'dc dtvan-ı
harb azalığında bulu ndu. Devrin tuhaflarından, hoşsoh bet, meclis-ara bir zat ola n Hacı Osman Bey mezar taşındaki ma nzum kitabede yazılı olduğu gibi "ehJ-i. dil, snhib-i kerem bir plr-i
hoş-meşrep idi!' Zamarunda rical-i ulviyyeden ve kudema-yL askeriyyeden sayılırdı." 9
Rebiülevvel l330, 12 Haziran 1328 tarihinde göçtü.
liakkı Tarık Hoc::ımızın himmeti ile meydarıa getirilen ve mahıa kendi eseri olan Basın Hayatımızda Elli Yıl jübilesi nin ikincisinde Bektaşi, Rifa'i, Melami ve Mevlevilik'e mensup Şeyhler, dedeler, babalar vardı, bu nlardan
bi ri yi ne Mu htar Bey'di. Hakkı Tarık Bey bu münasebetle kendi gazetesi olan Vakit'e
Yazdığı bir yazısında Muhtar Bey'i n jübileye
girişin i şöyle an latıyor:
''Bası n Hayatı nda 50 yıl. İkinci Jü bilede Bektaşi ve Mevleviler: ...Hacı Beyzade Ahıned Muhtar Bey... 56 yıl cwel basılan
kUçuk kitap Osmanlıca Bilenlere Dört Giinrle
Ermenice Okwnasınııı Usıılii'nü öğretiyor. Şair Hanımlar ve M emleket hi111leri gibi lüzumlu teliflerin ilk örnekleri onun elinden çıkm ıştır.
Meşrutiyet'ten sonra Babıali uınıir-ı muhtelife kaleminde ser-ınüsevvidlikten ku·k yaşında rind imalathanesin i açıp tarhana yoğurmaya koyulurken bir yandan da Aşevi, [Tarik-i
Aşkta İtikadım gibi kitapla r], M u hibban gibi gazeteler neşrediyordu. Soyad ı nın delaletinden anlarsınız ki "Yeğtaş"la "Bektaş" arasınd::ı fark eski yazıda bir noktada n ibaret. Ona göre
bu isimde Bektaşi fahrindeki dilimlerden birine işaret vardır. Filvaki Cemaleddin Server'in takdire değer bir sabır ve gayretle hazırladığı İstanbul Tekkeleri 1'arilıi'nin henü'.l bastırılmamış sayfolanndan öğreniyoruz ki Beylcrbeyi'nde istavroz'da Bedevi Dergah ı dervişi, kıyarni zi k;irleri ile vaktinde büy ük şöhret ve muhit yapmış olan Rifa'iyye'den Kubbe Tel<l<esi'nin nakibi, sonra reisi ve Meddah Süruri ile aynı tekkede yan ya na
zikir halka sı arkadaşı, tekke tabiriyle piı·daşı Hacı Beyzade Muhtar Bey. Şemseddin Sam i Bey merhum gibi eski bir Bektaşi babasıdır. Kendisinin yeğeni ve Türk sahnesinin sevimli sanalkarı Şadi merhumu erenler meydanında nasip alması için pir evine götüren de
odur. Fakat Ku·şehir pir evi postnişinJiği ne Cihangir'deki evinin sohbet odasında kalmayı tercih etmiştir. Bektaşilik'te altı büyük günah sayılu-. Bunlardan biri Allah'ı vazifeye davet etmekti r. Baba erenlerin gön l ü hoş olsun diye ben de sağlığı için dileğimi gizliyorum. ( Vakit Gazetesi, Kasım J 948, Pazartesi)
İstanbul Ansiklopedisi, M u.hta r Beybaba hakkında şu kısa salıda n yazm ıştır: "Servet erbabından münevver bir İstanbulludur.
Asrım ızın ilk yılla rında Boğaziçi'nde Paşabahçesi'nde otururdu. Sohbetleri nde zarafeti ile tanın m ıştı. Söylendiğine göre Kilyos'ta bir yazlığı v:ı rdı, Şair Ham111larımız adında bir risaleni n de ınüellifıcli r. Devlet adamı ve meşhur muharrir Hamdullah Subhi Bey'in de kayı npederidir:' (c. l, s. 247)
1 •ı·ı111111111 -•ı ı l lı. •.ıl11l,.lı·t ıni ..ıuti lt:!ı{
011111 ttltt:Utıll /t"\ lltlılU t i• ıt
,_, ı,
ıı ıl..,...,.,. • • h '' n lııı 11111110• lı•u"u •
l n,11111 1111 1 ,.,t tı• I ..t .111 l l• t ı..I ıtıııı •••'
..,l,. l loııu tıl l'\;.t\, l'ıhl" tıı• lı l.Hulh "lh• _. \• •f• ı,., ı...,11......
ı ,ını rılt rtı.
···t ·,11,11
ateşli zekasıyla tarihimize, matbuatımıza pek çok hizmetler etmiş bul unan bu deryadil ve asil adam bakı msızlık, ilgisizlik yüzünden yürekler sızlatıcı bir perişanlık içinde göçtü
t ıfuu ı "" ı f,, ı. 1..,.ıı "'Jt tL ı l•h ıL \.oıt•..•t ı.,.,, "• • ••h" ı ııl
t•I! uf I • •tı ı "ıı' ı•1ıı\ 1' ı1 1 I"'''' L..,..,, :ı,:ı ,,.J, •ttıo ,,.,,
ı lı t 1,. lı \ ıı H Httıll ıı 1 ıa.ı lı. \f' ıt ı1iuh ıu·I ıl..ı ıııı ittir t' 11•
·I• ı l ı tı tı 11 1111111• .,.,.t ·,.ı '' '"' '""• ..,.ı"I''''''''" ı.., 1 "
ı,,,,l t t H ıı ı + 111...•ıı•ıtt ıL ıı ıu ı! uı ı..ıt ııu ıl. .. ıı• tılı l, ıl ıl•uMıtıı lı ıı11lıı ·ı t ıL hm ' ltuı ·lıooı
l l.11· 1 leı•\ ı ulı· \ 1ıım·I \1 ııtı ı.u· ltı•\ İ11 iuıi ..ıır
ııuıı ul.ıu ,...,.,,,.,.
'·'" ll.ı111iııl tt11ı11 •
1 • 1\ ıt ,,lıl 1111· 11111 '
4 ı 111 ı•lı tw uılı Lı ılo•ı 1
11 ıll ı
llıt 11111 ı u 11ılı.ıl
\ .ıLı ı k ıt.•ı·l.11 hlııı it ı111111rnı -I ( \h•lı·rı·k )
\l,.h.ı.ı,,,,, ' ' ,\) il ''"'"''lllh1'
t\. !ı ı m i 11 ın11ııu 1.uı.'11111 ıınM• lt11111uı\n ıııııtı ;nrı· ı • . · • •
\I+ ılıı l•f .ı".u ıh".ı•lım . ( \1ıhı••I 0+1111 uıi\..ıııu r1:ıl
\ ., t'\ I ( ılı ,1
.jıl., \ rhH ..... )llft)lıı
ltHt...ı ,,.ı.I"'" · l:ur ..11 ,.., rı!'"''
ı;:,....,,., \o• lf 'IOO \t•ll':lı fltu'L. H..ıııu
th l'url. t I"•;rı·ıw ıı lı...uıilı• ) , ll J\hl ıl.ttı ıt...mmı 1111ıhto•\\
Tu holuıııcilk K lıarlıırı
gitti.
Eski dostlarından fazıl, mübarek dostumuz. Mehmed Nüzhet Ortanca her manasıyla
\ cevher sayılan şu iki tarihi vücuda getirdi: "Karagözzade yazık göçtü bekaya Muhtar,
1374"; "ihtiyar etti bu tarih-i güherda rı kalemi
- Pek yazık oldu dedim göçtü bekaya Muhtar,
1374"
İlk Konservecimiz Şeyh HacıA rif Efendi
Eski ista nbu l'u n sufileri arası nd a yemek
kü ltü rü nd e i h tisası olan, m utfak kü ltü ri.i nd e şahıslar vard ı. Bu nlarda n Şeyh Hacı Arif Efendi, 1913 Şubatında vefat etmişti. Revnakoğlu'ndan
okuyoruz (195:53-66):
Yııi "' ,_ı . · ·
P.-rb >•md.ıtrı . . . . · · · · · · · · · · ·. - ·
Bi'ırllk 1.üçllk \>UjlOnlll unıhn allı ve ••ltvıı ııı•lırn ırrı l ll·ııııh ) ,
4
--- a:a_iı,_t -
Hacı Beyzade Ahmed Muhtar'ın Tanrı, Tanrı Kirabı, Tamı Yolu Esas Dine ve Esıar-ı Hoıret-ı Muhammed'e Bir
Nazar adlıkitabının arka sayfasında eserlerının listesi
Eski Evkaf Nezareti'n in kütüpha neler müfetti şliğinde, Darülaceze müfettişliğinde
ve en son Kızılay Aşevleri müfettişliğinde kısa bir süre bul u na n Muh tar Bey son günlerini Nuruosman iye'de eski muhlbbelerinden, gün görmüş sonra fakir düşmüş dul bir hanımın yan ında geçirdi. Gözleri görmez olmuştu, fakat hiç üzüntülü görünmüyor, "Görmesek
de olur, dünyan ın gıvırından zıvırından bıkmış yorulmuş gözlerimizi ancak bu şekilde dinlendirmiş olacağız!" diyordu. Bu derece sabırlı ve mütevekkil idi. Lakin ne yazıktır, ne hazindir ki kendi sahasında, kendi çapında ilmiyle, kalemiyle, kimseye benzemeyen o
Şeyh Hacı Arif Efendi'nin güzel sanatları mız ve eski-yeni bütün yemeklerimiz hele konservecilik üzeri nde bilgisi ve tecrübesi genişti. Konserveyi istanbul'da kimse
bilmez iken kendi merakı ve ça lışması ile konservenin ilk m ükemmel şeklini ve çeşidini o tarihlerde yalnız kendisi meydana geti rmişti.
Aşçılık, konservecilikten başka hattatlık, hakkakJık, mücellitli k ayrıca hurufat kalıpları dökmek , kitap ciltlerini n üzeri ne fa h riye ve şemsiye işlemek gibi bugün a rtık yaşamayan, bilinmeyen eski klasik el işi sanatlarım ızı, hatta bunlarla beraber m atbaacılık, tulumbacılıktan
helvacılık, şekt!rcilik ve türl ü reçelcil iğe kadar Türk sanatı ve işçiliğinin hem en her şeyini, her tarafmı gayetle iyi bil i rdi. Bunların özelliklerini, inceliklerini öğren mek için herkes Şeyh Arif Efendi'ye gelirler ve onun iş başında iken hizmetine girmeyi isterlerdi. Evinin alt katında taşlık mahzende sıra sıra dizilmiş tut şurupları,
reçel küpleri önünde beyazlara bürünüp kendi liyle yaptığ ı piliç konservelerini birkaç defa Istanbul'dan MLS!r'a gönderm iş, şerife yedirmiş ve takdir madalyası alm ıştı.
1-Iasköy'de Kadiriyye tarikatından Abdüsselam Tekkesi'ne intisap etmişti, ekseriya orada kaltrdı. Uzun zama n bu tekkenin detvişlik hizmetinde bulundu ktan sonra dergah-ı şerifin Postnişini Hacı İsmail Zühdi Efendi'den istihlaf
?lundu (şeyhJik yetkisi verild i). Bir süre sonra lstanbuL'a gelen Bagdat pir makamı postnişini ve nakibüeleşrafı tarafından kendisine ayrıca icazetname verildi.
Eyüp'te Cami'-i Kebir MahaJlesi'nde Kurukavak Caddesi'nde DelJalJar Sokağı
başındaki evinde cuma geceleri meydan açar, l<fıdiriyye usul ü icra ederdi. Kendisi yal nız olduğu halde misafiri eksik olmazdı, her akşam bi r ziyaretçisi gelirdi, onları ağırlamak en büyük zevkiydi. Evinin alt katındaki
soğukluğu misafirlere sunulacak meyve şurubu ve reçellerle doldurmuştu. Bu mahzende ne ranırsa bulunurdu. Buradan alıp su buharı uzerinde ve ızgarada pişirdiği bal1klan şeklini bozmadan dostlarına, misafirlerine ikram etmesi pek hoşuna giderdi. ikramcı, şakacı, kibar, zarif insandı, süt gibi bembeyaz sakalma benzeyen bembeyaz sevimli bir yüzü vardı.
Meşayihe mahsus beyaz keçe entari üzerine keçe hırka giyerdi yahut aba strtında
gt!zerdi . Başında ekseriya müjganlı Kadiri tact bulunurdu ve bun u da arakiye gibi
kulaklanna kadar çekerdi; nargile tiryakisi idi. Zikirciliği de çok güzeldi, hele kıyam zikrinde ve beyylımide fevkalade id i. Za kirlikten de anla rd ı, ağzı yatı ktı.
Vefatından bir saat kadar önce sevdiklerini ve tarikat kardeşleri ni yatağının başına toplamış,
0 larla tatlı tatlı konuştuktan ve her şeyi açıkça
soyledikten sonra helfılleşmiş, "Vaktimiz
tamam oldu!" diyerek beraberce Kadiriyye evradmın okunmastnı istemişti. Evrad-ı şerif hep beraber usulüyle okunduktan, tevhid-i şerif ve ism-i celal çekildikten sonra kendisi etrafındakilere gülümseyerek "Ehl-i beytin askerine dahil oldum, gidiyorum!" demiş,
bi rden "Hayy!'' diye haykırmış, başı sağına düşmüştü. Şubat 1328 cuma.
Yüz yaşına yaklaşan hayatında hiç evlen medi, evlileri imrendixecek tertemiz bir hayatı vardı. Eyüp'te Kırkmerdivenler'in başında yatLyor.
Muhtar Bey'in Aş Evi eseri nde "Şeyh Arif
Efendi Ümmü Sinan Dergahı'nda ınedfund ur" denilmesi yanlıştı r.
Hacı Arif Efendi'nin Hacı Beyzade Ahmed Muhtar kaleminden çıkan biyografisi şöyleydi (138:469; Aş Evi, s. 17-19):
Kendisi Edi rne tüccarla nndan Yozgatlı Mustafa Efendi namında bir zaun oğludur. Büyük pederleri de Çapanoğlu'nun damadı meşhur Hadim1merhumun daınacLdıx ki Müftü Hoca namıyla maruf Abdurrahm an Efendi'dir. 1242 fl826-27) tarihinde Edirne'de tevellüt etmiştir ve ailesi 1251 (1835-36] tarihindeki Edime vebasında fevt olmuştur. On bir yaşında bi kes kalan bu çocuğu akrabasından olan Büyük Akif Paşa'nın lutfunu görmüş Şeyh Ahmed Efendi namında bu·zat himayesi ne a lara k istanbu l'a getirip Himınetzade Dergahı 'nn teslim etm iştir.
Arif Efendi mukadd imat-ı ulumu burada tahsil etmiş ve sonra Galatasaray Tıbbiyesi'ne girm iş ise de son sınıfta za'f-ı umumiye müptela olduğundan mektepten i h raç edilmiş ve Mekteb-i Tıbbiyye'de iken intisap etmiş olduğu Hasköy'dek.i Abdüsselam Dergahı'nn postu sermişti. Burada muhtac-ı tedavi olduğu halde asar-ı fenniyye tercümesiyle iştigale başlamıştı. Bilahare şeyhi n i n emriyle bu iştigali terk
etmeye ve bilad-ı harrede sey:ıh:ıt eylemeye mecbur oldu.
Arif Efendi derviş kıyafetiyle Ar:ıbistan'ı, çölü, A naclolu'yu, Rumel i'yi hemen bü tün memalik-i Osmaniyye'yi ge:terek on sekiz sene dolaşmış ve kaldığı her memleketin sanayii haldonda cem'-i ma'lumiıt etmiş idi.
İstanbul'a avdeti nde bil muayene hastalığından eser kal madığı anlaşılmış, bir müddet sonra mühendishanc nazırı bul unan refiki Bekir Efend i'nin istirhamıyla Mühendishane-i
Bcrri-i Hümayun tercüme m ualliml iğine
tayin olunmuştu. Fakat ıstılahat-ı fenııiyyenin Arapçaya tercüme etmekten ise Fransızca olarak ibkası meselesinden dolayı bu vazifeden istifa etmiş idi.
Kendisinin Osmanlı namı nı taşıy::ın milletlerin yemekleriy le ve bilhassa konservecilik
hakk ında malumatı pek vasi idi. Hatt:ı i'Jan-ı Meşrütiyet'i müteakip Harbiye Nezareti tarafından tesis edilmek istenilen askeri konserve fabrikası hakkında i't:i-yı hükm etmek için Cin İzzet Paşa dcl!ı letiyle davet
ed ilmiş idi.
Son memuriyeti Mekteb-i Tıbbiyye-i Askeriyye Matbaası müdürlüğü ve aynı zama nda Eyüp Haydarhane Mahallesi'nde kain Beşir Ağa Medresesi Kütüphanesi hafız-ı kütüplüğüydü. Bu medreseyi kendisi imar ettirtip bir tarafını esna-yı seyahatte kendisini min nettar eden zaviye misafirhaneleri şekline koyarak
yatcıkha neler, misafir hücreleri yaptığı gibi bir kısmı nı da sanayi odaları tesis etti.
Merhum münkarız olmuş olmamış Osmanlı sanayi'-i kadimesi hakkında vuklıf-ı tômmı haiz bi r zat olduğtından bu münasebetle kendisini ziyaret eyleyen lerin çok olduğu gibi
mehafıl-i ecnebiyyenfo sefirlerine kadar yüksek kısmı misafir olurdu, hatta Şeyh Cemaleddin-i Efgan1 merhum bile padişahı n m üsaadesiyle bu
zatı görmeye gelmişti.
Arif Efcndi'nfo medresesinde en mühi m şubeler ber-veclı-i a ti idi: tornacılık ve lıakkaklık, aşçılık, konservecilik, fahriye ve şemsiye mücelli tliği. Kendisinin en mühim asannd:ın birisi de vefatında meydana
çıkmayan Hattat İzzet Efendi'ni n yazdığı hurufatın kalıplan idi.
İl:ln -ı Meşrutiyyet'tcn sonra Mekteb-i Tıbbiyye'den tekaüt edilmiş ve 1328 senesi Şubatının birinci cuma günü 114 Şub:lt 19131 vefat etmiştir. Kendisi izdivac etmemişti.
Eyüp'te Üınmü Sinan Tekkesi'ııde m edfundur.
Karagümrük Çarşısı - Karagümrük Meydanı
Öteden beri eski Löküncüler Cad d esi, sonra ki ad ı Dökümcü ler Cadd esi, şimdiki ad ıyla Naci Şensoy Cadd esi, pazartesi pazarı ku rula n uzun yold u r.Geçen asrın ortalarına kadar bu pazarda satılan sebze, yakınında ki Yenibatıçe bostanları nda n gelird i. Osman Cemal 1931 yılınd a Yerıi Gü n'd etefri ka etmeye başladığı
"İstan bu l' u n Köşe Bucağı" başlı klı yazı serisi n i n ilki ni bu raya, "İstikbali n Şişlisi: Karagü mrü k"e ayı rır:
Bu çarşının asıl görülecek manzarası buraya pazartesi paza rı kurulduğu gündü r ki
insandan, sergiden, arabadan, beygi rden
geçilmez. Her pazartesi günü burada kurulan pazar, 1stanbul\ın en ucuz pazarı olmn kla maruftur. Haftanın diğer günleri tenhaca
ol::ııı Karagümrük çarşısını n en belli başl ı ticarethanesi Nafiz Bey isminde bi r gençle Halil Efendi isminde bir zatın attariye ve tuhafiye dükkan landır ve bu iki dükkan oranın :idcta birer bonmarşesidir. Tra mvay Caddesi'nde yeni yapılan Sıhhat apa rt manı
gibi İbrahim Efendi akaretleri gibi asri bi n:ıl:ı rı
Karagümruk Meydan çeşmesi (Belediye arşivinden)
ile dış Karagümrük içeriye doğru dalgalanıp Yayıldıkça oranın bu iki küçük bonmarş esi de istikbalin birer büyük müessesesi
olacaktır. Sabahları içinde yüklü ve yüksüz kömür develeri dolaşan bu çarşının bir ucu da İstanbul inekçileriyle sütçülerinden bir kısmının merkezidir. Burada onların dört
kahvesi vardır, İstanbul sütlerinin çoğu sabah akşam hemen bu kahvelerden yola çıkar, esnaf burada toplanır, burada hesaplaşır, burada dertleşir, lakin bu sütçülerin ve yoğurtçuların hepsi Arapkirli, Eğinlidir, içlerinde bir tek lspartalı veya başka memleketli yoktur.Bu
sütçülerin ve inekçilerin en kalantorları Arapkirli İbrahim Efendi ile mülga Harbiye
Nezareti katiplerinden mütekait Eğinli Halil Efendi'dir. Çarşının öteki ucundaki
mahalle kahveler inde ise civar mahallelerin ahalisi oturur, bunlar da ekseriyetle küçük memurlarla mütekaitler ve bazı esnaflardan ibarettir.
Burasının diğer dikkate şayan yerleri de çarşının ortasındak i Şişman Nuri
Efendi'nin pastanesi ile Çolak Al i Efendi'nin
sucu ve meşrubat dükkanıdır. Bu iki dükkan Karagümrük'ün birer akşam
muhabbethanesidir.Akşamları demlenmek ve bu suretle biraz eğlenmek isteyenler buralara dolarlar, fakat çalgısız çengisiz, danssız oyunsuz sessizce dem çekerek vakitlerini
geçi rirler. Buraların müdavimleri arasında gayet hoşsohbetleri de vardır.Mesela Şişman Nuri Efendi'nin kendisi pek hoşşohbet olduğu gibi ht>r iki dükkanın müdavimlerinden Kunduracı Al i Efendi de yaba na atılmaz. Hele bunlar, Bakkal Seyit Efendi. kunduracı lar cemiyeti kati bi Hayri Efendi hep bir araya geldiler mi i nsan neşeden çatlar. Nu ri Efendi
ile Kunduracı Ali Efendi aynı za manda old ukça münevver, şiir, mizah merakl ısıd ırla r da...
Ellerinde gazete, mecmua hiç eksik olmaz.
Mizah gazeteleri ndeki birçok manzum eleri bayıla bayıla okur, sonra da defterleri ne temize çeker, hatta ezberleder...
Bu civarda, Hacı Muhyiddin Camii imamı Hacı Mehmed oğlu Hacı Hafız Safvet, semai
söylemekle maruf idi;sarıkla gezerdi,sonradan Küçük Mustafa Paşa'da eczahane açmıştı.
Revnakoğlu bu ozandan Ekmekçi Baba'da bahsetmişti.
İstanbul'un en ünlü kuşçularının bulunduğu, kahvelerinde kuş pazarlarının kurulduğu yerdi Karagümrük. Geçen asrın ortalarına doğru
bu kültürün son temsilcileri Cemal Ağa,Hafız Ahmet, Doğramacı Aleko, Büyük Çakır,Karagülle Hüseyin yavaş yavaş bu cemiyetten çekilmiş, kuşbazlar bu kahvelerde ancak florya ve saka bulabilmiş erdi. Karagümrük, kuşbazların
az bulunur cinsteki kuşlarını çiftleştirdikleri çiftehaneleriyle de meşhurdu.
Bu meydan, semte adınıveren ı<aragümrük Mey danı'ydı (174:346):
Asıl adıL<::ıra Gümrüğü'dür. Karadan alınan gü mrüğün resmi hükumet bi nasıydı. Şimdi P::ızar yer i ola ra k kull::ııııl:m ve bayramlarda sal ıncak kuru lan büyük meydanın yarısını kaplıyordu. I<:ır:ı yolundan İstanbul'a
giren, güm rük vergisine bağl ı ticaret
eşyasının gümrük işlemi bu bi nada yapılır
ve neticelendirili rdi. Binanın altında h:ı nl:ır, çevresi nde sıra sı ra dükkanla r vardı.
Bu meydanda, eski Ermeni kilisesinin arsasında bir de KafesliMeyhane vardı (174:298-99):
KafesliMeyhane, bayram yeri yapılan arsada ve şimdi salaş tiyatroların çalıştığımuhterik Ermeni kilisesinin önündeydi. Buraya Karagümrük Caddesi de denilirdi. Zakirbaşı meşhur Turşucuz.ade bu meyhanenin müdavimlerindendir. 1315'te yağhanede çıkan yangında Ermeni kilisesi ile beraber yandı.
Reşad Ekrem Koçu'nun İstanbul
Ansiklopedisi'nde "Al<if Ağa (Karagüm rüklü koltukçu)" maddesinde "Geçen asır sonlarındaki eski sema kahvehanelerinin en namlısimalarından, destan, mani ve semai okumakta hüner sahibi tulumbacı ardan.
Hayatınınsonlarında göz.leri kör olmuş, semt kahvelerinde geçmiş günlerin hatıralarını anlatır dururdu. Kendisini yakından tanımak fırsatını bulmuş olan merhum Osman Cemal Kaygılıne kadar yazıktır ki bu hatıraları zapt etmemiştir.
Koltukçu Akif Ağa'nın hayatı hakkında malumat edinilemedi" deniliyordu. Osman Cemal bu şahsiyetten İstanbul Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri adlıeserinde sadece "Sonradan gözleri ama olan ve eski semai kahvelerinin en maruf simalarından bulunan Karagümrüklü Koltukçu Akif Ağa" şeklinde bahseder.
Revnakoğlu Akif Ağa'ya dair yukarıdaki hükümieri reddeder (174:292-93):
Maiyet bölüklcrinde subaylık etmiş emeklilerden, mahallece hatı rı sayıl ı r bir zat olan A rnavut Destan Bcy'in oğlud ur. Gelişigüzel bazı hi kftyeler anlatırdı. Çok küçük yaşta gözlerini çiçekten kaybetmiş buJun masından tulumba cılık etmesine de im kan olmadığıgibi destan ve semai
Karagümrük Meydan Çeşmesi (Belediye arşivinden)
söylemediğin i ve söyleyemeyeceğ ini o semtin eskilerinden yaptığımız tahkikat neticesinde anlaşıl mıştır. "Koltukçu" denilmesi de bazı cemiyetlere arkadaşlarının kendisini tereke vesaireye birlikte götürmesi ve ortak olarak sebeplenmesi içindir.
Karagümrük Meydanı'nda yanmış Ermen i kilisesinin arkasındaki Cambaz Sokağı'nda (şimdiki Perendebaz) otururdu ve orada vefat etmiştir. 3-5 sene kadar öncedir. "Kör Akif" demekle maruftur. Vefatında altmışı biraz geçki ndi.
Karagümrük Meydanı geçen asra kadar İstanbul'un bayram yerlerindendi. Revnakoğlu, Vakit'in 17 İkincikanun 1941tarihli nüshasında
çıkan "Edebiyatımızda Bayram Yerleri" başlıklı yazısında buraya da temas etmişti:
Bayram günleri çocukların ve çocukla ra velilik eden büyüklerin toplanıp eğlendikleri yerlere eski edebiyat dilinde "iydgah" tabir olunurdu, bizim "bayram yeri" dediği miz yer. Eskiden İstanbul'un Fatih, Sultanahmet taraflarının Kadırga'da Cinci, Şehreınini'de Saray Meydanı, Haliç Feneri'nde iskele civarı ve Şeyh Vasfi'yi, Cenap'ı yetiştiren Fethiye ile Çarşamba arasındaki küçük ve tümsek meydan bunların meşhurlarındandı. Şimdi bu alem lere birazcı k sahne olan Karagümrük'ün pazar yeri ile Kasımpaşa'n ın malum arsası kaldı.
Ailelerinin kudret derecesine göre yapılmış bayra mlıkları giydirilerek buralara getirilen çocuklar (bir gün ewel giyini p kuşanmış olanlarıyla eskiden "arife çiçeği" diye eğlenirlermiş) asma salıncaklarda, kayık salıncaklarında sallanırlar, havai vagonlar halinde yükselip alçalan dönme dolaplara, tellere binerler, kalın mihveri etrafmda durmadan devreden zurnalı, darbukalı "atlı karaca" yah ut daha umumi adıyla "atlı karınca"la rda dönerler, ellerind eki macun, horoz, düdük şekerlerin i azar azar yalayarak süslü merkepler üstü nde masuman e
bir tefahurla meydanda gezerler, bodur çadırlarda teşhir edilen ve kapısı önündeki zilli çığırtkandan sağ ve canlı olduklarını öğrendikleri acip mahJü kl:ırı seyre dalarlar, yi ne çadırdan salaşlar içinde kalas-nişin müşterilere "icra-yı zanaat" eden seyyar "tiyatora"ları temaşaya giderlerdi.
Salıncaktaki çocukların, oyuncakçıların, kaynana zırıltılarından, zill i maşa, darbuka, kursak düdüğü, trampet, halkalı def ve
klarnete seslerinden müzi k mahşeri halini alan bu meydanlar bin bir renk ve manzara arz ederdi. Bu itibarla "iydgah" bayram yerleri pek eskiden beri dikkati celbedegelmiştir.
Meşhur rnmaıa niyesiyle iftarı, sahuru, temcid ve teravihi edebiyata mal eden Sabit gibi Baki de iydgah dolaplarında n birini çevirmekte
ve orada avlanan gönül perilerinden bahsetmektedi r: "iydgehte varalım dolaba dilber seyri ne - Görelim aylne-i devran
ne suret gösteri r'' Bu meşhur beyit, hayal oyunu na da geçmiştir.
Salıncağı iradeli elinde olmayan aşığın kalbine benzeten Sami: "Si-karar oldu salıncak gibi kalb-i uşşak - İydgeyhte salınıp seyre çıkınca huban" beyti ile biçare aşığın rikkatl i halini halden anlayan bir irfan içinde telmi h etmiştir.
Bana da sorarsanız, imamın bildiği ni okuması nevinden, bayram hakkındaki şiirlerin en doğrusu Nesimi'de gördüğümüzdür derim.
Cananı kasdederek "Aşlkın bayramı yüzün ayıdır" diyor, yalan ml?
Teceddüt edebiyatım ızda da bayramı ihmal etmemiş olanlar vardır. Naci 'ni n bayram münasebetiyle söylenmiş ve intişar ettiği zaman bir hayl i dedikodu velvelesiyle karşılan m ış bir beyti vardır ki Ramazandan şikayetçi, bayrama can ata n bir FuzuJi'ni n deryadilliğini hatırlatır, beyi t şudur:
"Bayramda bir nizamına koydum ki hanemi - Yaran görünce bir yen i meyhant::dir sandılar"
"Fecda''sının ihtarıyla gençl iği teşci eden
Fikret, bayramı da tamamen çocuklara bırakı r, "Bayram çocukların payı" der.
Yaşayan divan şairlerimizden Mevlevi mütefekkir Ahmed Remzi Dede, son divan sahibi Hammamizade, hiciv üstadı Ömer Fevzi, serazat sanatkar Neyzen Tevfik, alim ve şair Abdülaziz Mecdi, Kuşada lı Hoca Rıza ve Muhitti11 Raif gibi eski tarzı takip edenler arasında Ramazan ve bayram için
güzel bir kıta, bir rubai veya uzunca bir gazel söyleyenler vardır. Bunların en kuvvetlisi edebiyatımızda divan yerine "Mushaf-ı edeb" sahibi olan Akif'jn SfahtUında sah neye koyduğu ''bayram yeri''dir.
Revnakoğlu, notlarında Karagümrük'te yaşamış Maden Dede'ye Sicill-i Osmôni"den (iV, 502) atıfla yer verir (174:3):
Maden Dede, Ka ragü mrük'te sakin, münzevi bi r abdaldı r. 1237 Cemaziyelevvelinin on altısında fevt olmuştur. Ed irnekapt harici nde medfu ndur. Ekser-i fü nündan behreınend ve mazi n nedendi.
Kabadayı ık bu muhitin bugüne kadar süregelen
ı::.:10 T• v.ııtı;or!'1J" •1 Cc1'slt t t1n ::> rT r t•rı.!ırtua.ıu.eıtlt L•uı1 1•• 14/4/9bl Cu•rısai ea t 21 ••Iı>r rk • 1•r irıin 19 t r1h\ ,.yıl••lr l•ııtrıı.ns Te ıı•ıı.,k t1r ,ill>';.I ·•1r :-11,..:- Y • : ·, ı:ıu ı.·: v..ıu tl;ı ı•rsf 'tıtra•n lı.1 n..;ıi.e• te•en r.l r ••rıs.
iL Y-;ll;ı rt '9l ılı>
•ıa
S•lo.ı '( l•::ır.. Jtu....4lu ;! ınt
,ıcı.n.ı
ti•••t1 Uyşal
Karagümri.ık'ürı ıçlarıhine daır vereceğı konferans ıçin Revrıakoğlu'na davcı y;ızısı (174:381)
hallerindendir.Bu yolda İstanbul'un en namlı şöhretlerinden biri Hırka-işerif yakınındaki Kadiriyye'den şeyh Şemsedd n Tekkesi'nin Paşa Baba" lakaplı şeyhi Şeyh Mehmed Halil Sami Paşa'nın torunu Kız Ali'ydi.Tanburi
Şevkullah Bey'in oğlu, Şeyh Hayrullah'ın yeğeni olan bu delikanlıaynı zamanda Bayrampaşa Tekkesi şeyhi Mehmed AliEfendi'nin kızından da torunuydu. Sesi güzeldi,işret meclislerinde
Ud çalıyor,uygunsuz takımıyla düşüp kalkıyordu. Çok kişileri dövmüş, vurmuş, hatta Topkapı tramvayın ı durdura rak içindek ileri soymuştu.
Mütareke döneminde yakalanıp hapse atı dı,
Bursa'ya gönderildi,orada mapushanede
çıkan bir kavgada şişle öldürüldü. Revnakoğlu, dosyalarında Kız Ali'yi müstakilde ele alır (180:111-117):
"Kıı Ali (Neyzen. zakir, tanbu rl ve kemani}, İstanbul'un emsalsiz güzellerinden ve meşhur kabadayılarındandı r. Macerası dillerde dolaşan bu pek yakışıklı sarışın çapkın delikanlıya "Sarı Ali" de derlerdi. Bilhassa gözlerinde fevka lade bir güzellik vardı; sesi de son derece güzeldi. Küçük kardeşi Kemani Nahide Hanım ve genç denilecek yaşta veremden vefat eden annesi
de pembe y::ı n::ı klı , ela gözlü güzel hanı mlardı. Nahidt:: Hanım, Vefa'd:ı Muallim Niyazi Bey'in açhğı Rehber-i Tahsil i Musiki Mektebi'nc devam ederd i.
Çok asil bir aile çocuğuydu. Babası tekke şeyhi, büyük babası paşa olduğundan hem tekkede hem saraylarda büyümüştü. Kibar bi r çevrede dini terbiye görerek yetişmişti, bu itiba rl::ı çocukluğundan beri bütün haya lı tasavvufi, mistik bir hava içinde geçmişti. Koca Mustafa Paşa Askeri Rüşdiyesi'nde okumuş, sonra Harbiye'ye girmişti. Harbiye'nin ikinci smıfımı
kadar devam eden resmi mektep tahsilinden başka dergaha süret-i mahsusada getirilen hocalardan husustdersler görmüştü. Musi ki kül türüne de sahipt i. Dümtek usulüyle geçtigi şarkı ve ilahileri kolayca notaya alırdı.
Babası Hırka- i şerif Perşembe Tekkesi şeyhi Halil Sami Paşa'nın küçük oğlu Tanburi Şevkullah Bey'dit. Annesi Vasfiye Hanım, Haseki'de Bayrampaşa Tekkesi postnişini Baba Efendizade Mehmed Ali Müştak Efendi'nin kızıydı.
Kız Ali, babası gibi musikişinastı ; tanbur, ud, keman , klarnet çalaı;ney üfler, pek ahenkli coşkun hareketler ile gayet de güzel zikir ederdi. Tatlı güzel sesi ile zikirde taksim edişleri, minarede ezan okuyuşları da insanı yere devirirdi.
Zamanın sabıkalıları tarafından haksız yere öldü rülen dayısının intikamını almak için tekkeden kaçmış, mektebi de bıral<mış, serseri hayatma girmişti. Aslına, nesline ve kendisine hiç yakışmayan bu hayata da şaşılacak şekilde intibak etmiş ve yine hayret olunur, zabitayı bizar edecek birçok hadiseler işlemişti. Uzun müddet saklandığı yerden çıkmaya rak izini kaybettirdiğinden kendisi hakkında vur emri çıkmıştı. Bu yüzden bazı geceleri sabaha karşı tekkeye geü;·, yukarıya çıka r, kendi kendisine hem çalar hem ağlar, gayet dokunaklı yanık sesiyle hazin hazin kasideler okur, haline ve düştüğil hayata pişmanlık gösterirdi. Yine
böyle bir gece geldiğini haber almışlar, tekkeden al ı p götürmüşlerdi.
Fevkalade güzelliğinin ve gençliği nin zorla sürükledigi bu alemler içinde istemeyerek yaşa rken, tanınmış belalılardan Edirneli Muhacir Mehmed Pehlivan'ı vu rmuştu, bundan dolayı İstanbul Hapishanesi'nde yatıyordu. Orada da rahat durmadığından Bursa Hapishanesi'ne sürüldü Orada
düşmanlan tarafından hazırlanan bir tuzakta bilhassa elebaşı olan Turşucu Ceınal'in, Çolak Hayri'n in adamlarından olan Arnavut Şaban'ın seçerek vazifelendi rdiği beş altı kişiden Remzi Kaptan admda bi r Laz mahkumun bıçak darbesiyle ani şekilde öldürüldü. Kendisiyle yüz yüze baş edemediklerinden helada elini yüzünü yıkarken sessiz ve habersiz arkadan vurmak suretiyle onu ancak yıkabilmişlerdL
Zavallı henüz 27 yaşındaydı.
Revnakoğlu bu çevredeki tulumbalı kuyuları da
yazmıştı (174:472):
Karagümrük'te Belli Başlı Tulu mbalı Kuyular:
Hoca Mehmed Muhterem Efendi Türbesi'nin önünde.
Karagümrük Çarşı Cami'-i şerifine ait meşrutahanelerin bi rinin 1- 1numaralı küçük bah çe kapısı önünde: Demir tulumba ile su
alırlardı, şimdi kapanmıştır.
Karagüm rük Meydanı'na bakan eski Testereci Sokağı'nın başında, eski yağhanenin önünde: Yeşil ağaç tulumbası ve büyük taş yalağı vardı. Şimdi berber dükkanı önüne rastlamaktad ır.
Tren işlemeden önce Karagümrük'e gelen yolcu arabalarının hayva n larına bu tulıumbad an su ver ilirdi. Kuyu somadan dolduruldu.
Bazı Esnaf Sufiler
Remli Tekkesi şeyhi Hafız Hüseyin Halis fendi, Şehremini eskilerinden "Şarapçı lbrahim" lakaplı Döşemeci ibrahim
Efendi'nin üçüncü oğludur. R. 1321(1905-06) tarihinde vefat eden babası ibrahim Efendi 085:9) döşemecilik hakkında tanınmış eski ustalaı:dandı; Romanya kraluun sarayının döşemeleri için Romanya'ya çağmlmış ve gitmişti. Döşemeci İbrahim Efendi, Kozlu'da nıedfundur, yeri belli değildir.
Çırakçı Tekkesi şeyhi Hacı Ahmed Efendi (175:248), Samatya terzisiydi, ilmiye terziliğini Yapardı ve bu meslekte şöhreti vardı. Bu
şeyhin oğlu ve bu tekkenin de son şeyhi Seyyid Ali Bilgen (175:253) de döşemeciydi, esnaf kahyalığı da yapmıştı. Darüşşafaka mezunlarından Udi Mustafa Bey, Seyyid Ali
tfendi'nin kardeşiydi; ud, keman, cünbüş yapar ve çalardı, İstanbul gümrüğü nde muayene nıemuruyclu. Ali Bilgen 1942 senesinde
73 yaşındayken göçtü, Edirnekapı dışında namazgahı n arkasında yatıyor.
Eyüp Ümmi Sinan Tekkesi şeyhi Ali Rıza Efendi (171:26), kendisi ne "Uzun" veya "Uzunca Ali Efend i" de derlerdi. H.1300'de [1884-85] şirpençeden 53 yaşında göçmüş, tekkesinin türbesi ne gömülmüştü. Hattattı, güzel nesih yazardı, lal mürekkebi de Yapardı. Dervişlerine kendi eliyle yazdığı Vird-i Yahya'clan verir, yi ne kendi yazdığı
De!ail-i Hayrat hediye ederdi, "Ali el-Vasfi" ketebesi ni kullamrdı. Oğlu Hacı Hafız Raşid Efendi de güzel yazılarıyla ve lal mürekkebi Yapmakla tanınm ış, maneviyatı büyük, melek
hasletli bir zattı;dinlenecek derecede ney de üflerdi. 1917'de Harb- i Umılmi içiılde bulunduktan sonra 48 yaşında vefat etti.
Hemen bütün İstanbul meşayi hi kendisin i teberrüken ziyarete gelirlerdi. Enine boyuna vücutlu, müşekkel, müheykel, levent boylu güzel bir insandı. İstanbul'un her tarafım bilm eyecek kadar hayatı daimi inzivada geçmişti r. Tekkesinden hiçbir yere çıkmazdı. Hazret-i Nasuhi Hankahı'na gitmek üzere çocukluğunda babasıyla beraber bir defa
Üsküdar 'a geçtiğini söylerdi. Nadiren dışarıya çıktığı zaman lar çarşıdan geçmez, kahvede oturmaz, yolda duru p konuşmaz, gayet haluk, halim, fevkalade terbiye görmüş saygLlı bir insandı. Sessiz sakin bir hali vardı. Mukabele esnasında okunacak durakları daima çok sevdiği Taşlıburun şeyhi Sadeddin Efend i'ye okuturdu.
Maktul Mustafa Paşa Tekkesi şeyhlerinden Seyyid Mehmed Yahya Efendi (236:26-27,38) tekkesinde matba a ku ra n, bi r hayli kitap basan fuzaladan maruf bir zattı. Hattattı; okutulmuş olan kavaid-i Hrsiyyesi vardı.
Şeyh Yalıya Efendi Matbaası 1285 [1868- 69]te kurulmuş, sekiz on sene devam etmiş, burada bir hayli edebt, tarihi ve dini eserler basılm ıştı. Kitapların sıhhatli, temiz ve nefis olması talipleri çoğa ltm ış, diğer matbaalarda basılan eserlerin de sürüm ünü durdurmuştu. Bunu önlemek üzere bazı kitapçılar Yahya Efendi Matbaası'nın bastıklarını taklit
etmeye kalkışmışlar, hatta bunlardan Kitapçı İranlı Hüseyin matbaanın müh rünü taklit
ederek birkaç mühim ki tap bile tab' etmişti. Bereketzade İsmail Hakkı Bey merhum buran ın musahhihleridendi. Şeyh Yahya Efendi'nin kendi himmeti ile kurulan bu matbaa bir müddet sonra Fatih'te Atpaznrı civarına, oradan da Beyazıt'a nakloltuıdu.
İstanbul'un en güzel mürekkebi Eyüp'te Maktul Mustafa Paşa Tekkesi'nde yapılırdı (236:26). Zamanın hattatları bu münasebetle daima dergaha gelir giderlerdi k i meşhur Hattat Şefik Bey merhum da bunlar arasında
görülenlerdendir. Kendisinden güzel bir hatıra bırakmış olmak için kahve ocağının duvarına dört parmak kalıcılığında gayet sanatla bir
"Ya Ali" yazm ıştı, zül fikarı da vardı. Ne yazık
ki sonradan üzeri kireçle badana edilmek suretiyle mahvolmuştu.
Karyağdı Bektaşi Tekkesi'nin şeyhlerinden Mehmed Necib Babaefendi de (309:35) "Matbaacı" olarak tanınmJŞ, tekkenin çok sevilmiş babalarındandı biriydi. Vzun zaman ıneşihatta kalmış, dergah ı kendi adıyla isimlendirmiş ve şahsi gayretiyle tekkede bir
matbaa kurup bazı eserler bastırmış ve şöhret yapmıştı. layihlıt-ı Cami risalesi burada bastınlımştı r. 1291 şubatında (1876) göçerek tekkenin haziresine sırlandı.
Medlne-i tahirede ınaldm-ı Hazret-i Fatıına'da Cenab-ı Zehrn'nın sanduka-i şerifesi önündeki sırına ile işlenmiş kel ime-i tevhid, keza Koca Mustafa Paşa'da Hazret-!Sünbü l Sinan'ın
ve halifesi Merkez Efendi hazretlerini n sandukaları önündeki gümüş sırma ve sülüs hat ile işlenmiş kelime-i tevhidler Nişancı Mehmed Paşa Tekkesi şeyhi Bahrüddin Efendi ınerhuınundu (179-2). Erdi Baba şeyhi Yahya Agah Efendi'den taç işlemesin i öğrenen ve gayet güzel taç ve kemer işleyen Ba hrüddin Efendi'nin saatçiliği de vardı.
Kaygusuz Baba Tekkesi'nin şeyh i Hacı
Hasan Rıza Efendi (85:28) de saatçiydi,
Nu ruosman iye'de avlu kapısı yanında şimd iki küçük tiryakiler kapısına bitişik dükkanı vardı, "Hacı Rıza Efendi" de derlerdi. Bu zat da 23 Teşrin-i evvel 1935 Çarşamba günü rıhlet edip Merkez Efendi haziresine sıl'landı. taşı yoktur.
Çakır Ağa Tekkesi'n in son şeyhi Ah med Hulki Tanrıyolu (113:27) da saatçiydi. İcazetnamesi Ciğeri m şeyhi Sadeddin Efendi'dendir. Ağustos l937'de göçtü. Edirnekapı Namazgahı'n ın hemen arkasına gömülmüştür, taşı yoktur. 75 yaşındaydı.
Sütlüce Bektaşi Tekkesi şeyhi Münir Baba'dan nasip alanları n meşhu.rlanndan Berber Hacı Haşim Efendi (283:23,33), Bektaşi şairlerinden Mehmed Çınari'nin oğludur. Karagümrükl ü Galip Baba ile birli kte nasip alnuşlardır.
Yeni Cami'-i şedfuün karşısındaki çınarın
kovuğunda kahvecilik eden babasından sonra aynı yeri berber dükkanı haline getirmişti.
Burada baba - oğul, istanbul meşayi hini, Bektaşi babalarını tıraş etmekle meşhur olmuştu, şehre inen Bektaşiler bu bhveye gelirdi.
Revnakoğlu'na ilave sadedinden kaydedelim, İki Devrin Perde Arkası'nd a daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa reisi olacak olan Hüsamettin Ertürk, l900'lerin başında Harbiye'den mezun olup hettüz yeni mülazımken devam ettiği bu berberden bahseder: ''Bu sıralarda yolum ekseriya Yenicaml Meydanı'ndan geçerdi. Orası o
zamanlar bir a lemdi. Benim berberim oradaydı. Tarlkat-ı Bektaşiyye'den Hacı Haşi m Efendi,
el i çabuk, temiz ve titf z bir müslümandı. Sarayla da daima i rtibatı va rdı. Burada tıraş olur, günlük havadisleri ondan alırdı m. 1904 senesi bir sonbahar akşamıydı. Dükkanda sır:ı bekll yorduın. Birdenbire satıcıları n kaçıştığını, polislerin köşe başla ı·ın ı tuttuğunu görmüştü k. Herkes yerinden kalkmıştı. Yeni Cami'nin
kemeri tarafından türbeleri n bulunduğu yere dört güm rük ham alının sırtında bir cenaze geliyordu. Tabutun önünd e ve arkasında polisler, zaptiyeler vardı. Bunların arkasında şişman, kelli felli birkaç kişi de yürüyordu. Ben gayriihtiyari Berber Hacı Haşim'e sormuştum:
-
Ne oluyor kuzum Haşim Efendi, bu telaş ne, bu cenaze kimi n?
O gözlüklerini alnına kaldırarak kulağı ma eğilm işti:
-
Susun mülazım efend i, Allah rahmet etsin, bu Sultan Murad'ın cenazesidir!...
Bilhassa bizim Yeni Caıni'deki berberimiz tadkat-ı Bektaşiyye'den Hacı Haşim Elendi
de jöntürklerdendi. Sütlüce Dergalu'nın şeyhi Münir Baba'nın oğlu Hüseyin Ulvi Bey burada tJraş olur, her defasında da buraya gazete getirirdi. Hacı Haşim eline geçen bu gazete ve mecmuaları Merdivenköy Dergahı'nda Bektaşi şairi Harabi'ye yollar, o da tekke mensupları na okuturdu ...
Odabaşı Tekkesi şeyhi Şeyh Hacı Abdullah Vehbi. Efendi (111:26), "Berber Şeyh
Abdull ah Efendi" diye maruftur. Fatih'te Saraçhanebaşı'ndaki kendi emlakinde olan ükkanında uzun müddet berberlik etm iştir. lstanbul meşayihinin ekseri tıraşa kendisi ne gelirlerdi. Başında tac-ı şerifle gezer, güzel Yüzlü, nu rani terbiyeli, zevkli bir adamclı. Üç haccı vardır. 18-20 yaşlarında İstanbul'a gelmiş, okuma yazması yok muş, sonradan tahsH
etmiş ve ilk refikası Hafıza Hanı m'dan hıfza Çalışarak hafız olmuştur. Bir::ız daha sonra hattatlığa merak edip bunu da elde etmiş ve saraydan ntiyeler karşılığında takdir görecek
derecede Kelaın-ı kadim ler yazmaya muvaffak olmuştur. Bir müddet hattatl ıkla geçinmiş, sonra saraya al ınmış, sarayın hattatı olarak sultan ve şehzadelerin hüsn-i hat nıualliınliğini de yapm ıştır.
Yedikule Uşşiki Tekkesi şeyhi Em in Baba'nın halifelerind en Selman Dede {204:138),
Rumel ilidir. Uzun za man Çeşınemeydaıu 'nda oturduğu için "Çeşmemeydanlı" bilinir.
Çeşmemeydan ı'nda bir berber dükkanı vardı, tarikat mensuplarının çoğu kendisine gel ir, tıraş oJurlardJ. Adı jbrahim Selınan'dır, "Berber İbrahim Efendi'' de derler; tarikat çevresinde
"Selman Dede" ismiyle bilini r. Şeyhi Em in Baba'yı daima kendisi tıraş eder, hamama götürür, eliyle yıkardı.
Kılıççı Tekkesi'nden, eski hakkaklar arasında orta derecede bi r sanntkar olmakl:ı beraber İstanbul'da pek tan ınmış, eser bırakm ış
ve isim yapmış bi.r ;zat ol::ı n Hakkak Hacı Mustafa Seza Efendi (85:120), Şeyh Süleyman Sıdkı Efendi'niıı nukabasından idi, bu ndan dolayı meslektaşları kendisi ne "Kılıççı'nın
nukabasından" derlerdi. Şakacı, latifeci, hoşsohbet bir zattı. Nazeniniyye'den Resmi Babaefendi'den yetişmişti. H. 1328'de elli yaşlarında iken göçtü. Mühürleri n hafifçe bir boya ile hemen kağıda çıkmasını ve uzun müddet devamını temi n için yazıları tok
ve derince hak.kederdi. Ekser taJik yaza rdı; yazıları temiz, pürüzsüz, istifleri güzel ve muvaffaki yetliydi.
Çamlıca Bektaşi Tekkesi şeyhi Ali Nutki Baba'nın halifelerinden Mehirci Musa Kazı m Baba (254:153-54), Beyazıt'ta H:ı kkaklar Çarşısı'nda "Hakkak Hüsnü" müstear mahlası ile şöh ret yapmış bi rinci sınıf ustalardandı.
Buradaki esnaf arasında "Hüsnü Baba':"Ka1.ıın Hüsnü" diye bil i nfrdi; usta hakkakların eskilerinden ve pek meşh urla rından Fehm i Efendi'nin 17 çı r:ı.ğrndan biri idi. Ustasına bir müddet kalfal ık etm işti r. Çarşıd aki dükkanını bıraktıktan sonra Çınar'ın altına post alınış, orada çalışmaya devam etmişti. M usa Kazı m Baba, Beyazıt'ta Çatal Hanı'ndaki odasında yatar kalkardı. Pepe İbrahim isi mli çırağı d:ı
Aksaray'da Oğlanlar Tekkesi'ne mensuptu, orada otururdu. H. 1338 senesi yazında oturup kalktığı Topkapı Bektaşi Tekkesi'ndc bir aş gecesi Hakk'a göçmüştü. Bi r gece önceden ayinden sonra hücresine çekilirken tekkede bulunan ihvana "Yahu erenler, yarın da bizi m cem iyette bulunmayı unutmayın!" dediğini söylerler. Topkapı'da Abdu llah Baba Tekkesi'nde medfundur.Şimdi Kazlı'dadır.
Vefatında altmışı geçmişti, tahsili yoktu. Musa Kazım Baba'nın kızı 1925'te Ankara'da ilkokul öğretmeniyd i.
Ağaçkakan Bedevi Tekkesi şeyhi Mustafa Naili'nin halifelerinden Hakkak HucL Ali Vasfi merhum (216:285;202:191), şeyhinin süt karde.şidir. Çarşıda eski usta lıakkaklardan sayılırdı. Şeyh Nai\1 Efencli'nin Trablusgarp'a sürülmesi nde dergahı ona bırakmışlardı. Oğlu Haşim Efendi de hakkak idi, d:ırbhanede bu vazifede iken vefat etti.
Hakkak Al i Vasfi'nin diğer oğlu Ata Aşki Efendi de iskender Çelebi Tekkesi'nin şeyhiydi, hakkaktı, bu esnafın yiğitbaşısıydı, 5 KanCın-ı sani 936'da Kocamustafapaşa'da Ali Fakih Mahallesi'nde 2 numaralı evinde irtihal etti. Hakkak Rif'at Efendi, Hakkak Hacı Vasfi'nin halifelerinden ve tanınmış usta hakkakla rdandt; çarşt içinde köşede 18 numaralı bi rinci dükkanda çalışırdı, 1320 yılı nda 60 yaşları nda iken göçtü. Hacı Ali Vasfi Efendi'nin hakk sanatında mahlası
"Azmi"yd i; oğlu Ata Efendi de bu sanatı eniştesi Tevfik Aşki Efendi'den öğrendiğinden "Aşki" mahlasını kullanmıştı.
Hırka-i şerif Perşembe Tekkesi şeyhi Mehıned Muhyiddin Efendi (156:53), her bir ilimde mahir, güzel Arabi, Farst bilir, mürettep divam old uğu gibi sanatta da mahir imiş. Gayet güzel terzi, fevkalade mücellit. biri nci marangoz, birinci oymacı, pek güzel çevganlar yapar
ve gayet ala hattat, birinci aşçı, veJhasu her
sanatta yed-i tı.ila sahibi bir zat imiş...
Beşikçizade Tekkesi, Beşikçizdde Şeyh Hacı Süleyman Efendi'ni n beşik yaparak kazandığı paralarla yapılmıştı (85:69) Bu tekkeni n şeyhlerinden R ıza Efendi (85:63) de terziydi,
"Ter zi Şeyh Rıza Efendi er-Rifa'i" diye maruftu.
Hakikizade Tekkesi şeyhi İbrahim Halil Efendi (234:15), Sulta n Ha ınid'in yorgancıbaşısı Raşid Efendi'nin oğluydu. Tekkede 12 yıldan fazla şeyhlik etti, dergahların seddinden sonra Sultansclim'deki İmam-Hatip Mektebi'nde vazife aldı. Uzun zamandan beri çektiği
albürninden tedavi edilmek üzere yatırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde 14 Şubat 1929 tarihinde 73 yaşında irtihal eyledi. Topkapı dışında sırlıdır. Gayetle rintmeşrep, kalender, fukara-yı sabirinden sayılacak, bununla beraber gayet sehi, mükerrem, Bektaşi-mizaç, latifeci, ziki rci, seviml i bir zal idi. Küçükle küçük, büyükle büyük olan hoş hali vardı.
Sultan Ahmet Camii'nin meyyit kapısı çıkışındaki tekkesinin ilk şeyhiydi Mısırlı Şeyh İbrahim Efendi (86:345). 19] 2'deki İshak Paşa yangınında tekkesi kayboldu gitti. 1328 yılı sonlarında doksa nı geçkin bi r yaşta irtihal ettiğinde, Kad ırga'da Şehit Meh met Paşa Tekkesi'nin taamhanesi arkasına defnedildi, başrna taş dikilmedi. Herkesin hürmet ve sevgisini kazanmış bir zat olan İbrahim Efendi pirinç taneleri üzeri ne besmele-i şerife ve
ihJas-ı şerif yaza r, Ramazan -• şeriflerde Beyazıt Camii avlusunda tcsbih sergilerinde bunla rı teşhir ederdi. Havas ile de meşgul olurdu, nazarından kimya, nefesinden şifa umulurdu.
Hacegi Tekkesi şeyhi Mehrned Ziyaeddin (188:819) Fatih'in ikinci türbedarı ve Fatih Camii müezzinlerindendi. Cami'-i şerifin avlusunda tesbihçilik de ederdi. Tekkenin şeyhliğini Aziz Efendi'ni n kasr-ı yedi nden almıştı ve almak için kırk altın vermişti. H.
1316'da elli yaşında iken vefat etti. Fatih Cami'-i şerifi haziresi nde Gazi Osman Paşa
Türbesi'nin kapısı karşısında memur kulübesi önünde yatıyor. Etrafı tuğla çevrili, genişçe toprak mezardır.
1938 yılında vefat eden Falih Cami'-i şerifi tnüez2inlerinden Tesbihci Hafız Hutusi Efendi, Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi'nin ikinci oğludur; babasının vefatmdan sonra müzzinlik hizmetine girdi, vefa tı na kadar bulundu, o da babası gibi avluda tesbihçilik ederdi.
Mimar Acem Tekkesi şeyhi Hacı Sofu (93:257-
58) 11. Sultan Mah mCıd zamanında İstanbul'a gelmiş, pad işah ın perde çavuşu olmuş ve
Fınd ıklı'daki Sünbüliyye'den Hatuniye Tekkesi meşhu r şeyhi Yu nus Hilm i Efendi merhuma
i ntisap ederek hilafet almış, Galata'da Yorgancı Çarşısı'nda yorga ncı usta lığı etmiştir... Hacı Sofu'nun oğlu Şeyh Mehmed Arif Efendi de Şeyh Yunus Hil m i Efendi'nin halifelerinden olup babasından sonra Mimar Acem
Tekkesi'ne postnişin oldu. Galata'da döşemeci esnafında ndı.
Mimar Acem Tekkesi son şeyhi Hacı Sofuzade Mustafa İzzet Albulut (93:257}, yaz kış aba giyer, süt beyaz arakiye üzerine ince yeşil tülbent sarardı. Çekirdekten ve tekkeden Yetişmiş olduğu içi n her haliyle derviş adamdı. Gören, tekke şeyhi diyemezdi. Fakir olmasına rağmen fuk:ı ra babasıydı. Pek sanatl ı, oymal ı nadide kuş kafesleri yapar, bunları eka bire ve saraya satar, pa rasıyla fukara doyu rurdu, bu sebeple "Kafesçi Şeyh Efendi';"Kafesçi Mustafa Efendi" derlerdi.
Merdivenköy Bektaşi Tekkesi babalarından Şekerci Cem il Bey ( 148:61) İsta nbulludur ve Şehıadebaşılıdır. Bir ınüddel Mısır'da
bulunduğu için oralı sanıldığından "Mısırlı'' derler. Şehzade Cam ii karşısı nda son istimlaklerde yıktırılan meşhur çinili fırının
yanında (şimdiki Mfüi Sineına'nın), çifle kapılı büyük bir şekerci dükkanı vard ı. O za manki piyasanın tanınmış, tutunmuş biri nci sınıf şekercilerinden biriydi. Cemil Bey burada hem müşterilerini karşılar hem besteler yapardı.
Cemil Bey'in babası Şehzadebaşı Cami'-i şerifi imamı dersiam Hasan Tahir Efendi. Vefa'da Küçük Koğacılar'da otururdu, vefatında Eyüp'te Kırkmerdivenler'de gömüldü.
Karagümrük Camii- Mesih Mehmet Paşa Camii
Melel< Hoca Caddesi'nden geri Prof. Dr. Naci Şensoy Caddesi'ne dönüyoruz . Caddenin solunda halk arasında "Çarşı Camii" olarak da adlandırılan l<aragümrül<
Camii - Mesih Mehmet Paşa Camii'nin önündeyiz.
(Karagümrük Mahallesi.2517 ada, 10 parsel)
Karagümrük Camii aslında Hırka-i şerif civarında Mesih Mehmed Paşa Camii'nin yerinde daha önce bulunan Hasan Paşa Mescidi'nin buraya taşınmasıyla meydana getirildi. Halk arasında bu caminin "Mesih Paşa Camii" diye anılması, i k yapılış devrinin hatırasından kaynaklanır. Revnakoğlu notlarında bu cami ve etrafı şöyle yer alır (174:140,145):
Karagümrük Cami'-i şerifi 1312'de Vezir Hadım Mesih Mehmed Paşa Mes· cidi'nin yangından kalan harabesi ve arsası üzerine yaptırılmıştır. Etrafından bir kısı m alrnarak, arsanın ittisalindeki bazı yerler alınarak tevsian yapıl mış· tır. Hırka-i şerif civarında Mesih Meh med Paşa Cami'-i şerifinin inşası sıra sında oradan buraya nakledilen Karagümrük Cami'-i şerifi 1288-89 tarihle rinde Karagümrük pazarının kurulduğu bir pazartesi gününün akşamında yanmıştı.
Cami'-i şerifi yapbran, Sultan Hamid devrinde celadet-i irfanıyla tanınmış Süleymaniye dersiamlarından, maruf fetva eminler inden Mehmed Nuri Efendi (Şehr1 Hafız Efendi'den mücazdır) merhumdur. Son asrın fıkıh ve fetva uleması arasında "Şeriatçı" adıyla iştihar eylemiştir. "Şeriatçı'; Rume li kazaskerliğine bağl ı bulunan mahfil mahkemesi kadısına denilirdi. Meh med Nuri Efendi b urada fetva emini olmuştuı-. Akrabasından Reisü'l-kurra Feyzullah Efendi'nin vefatından sonra Murad el-Buhar!Dergahı'nın meşihatı kendisine verilmek istenilmiş ise de kabul etmemiş, teberrüken pek kısa bir müddet bulunduktan sonra hemen ayrılmıştır.Eyüp'te Hazret-i Ha.lid'in Bos tan İskelesi kapısına bitişik küçük, ayrı hazirede Kıbrıs fatihi La la Mustafa Paşa'nın arkasına bakan yerde taşı vardı r.
Cami'-i şerifin zemini ahşap, üstü kubbeli olup yanınd a, şimdiki abdest mus luk larının arkasında talebenin iskanına mahsus medresesi ve su haznesinin üzerinde taş mektep vardır, halen Evkaf tarafından kiraya verilmektedir.
Köşesindeki küçük muvakkithane Evkaf tarafından muvakkithanelikten çıka rıl ıp icara veril mişti r. Uzun bir zaman saatçi dükkanı, şimdi de bakkal dük kanı olarak kullanılmaktadır. Daha eskiden burası bir Ermeni'ye ait tütü ncü dükkanıydı. Yanındaki küçük dükkanlar da cami'-i şerifin vakıflarıdır.
Kabakulak Caddesi üzerinde halen mevcut bulunan 5, 7, 9, 11 numaralı üç katlı ahşap binalar bu ami'-i şerifin iki imam ve iki müezzininin ikametine mahsus olarak yaptırılm ış meşrutahanelerdir.
Şimdi ikametgah olarak kullanılan taş mektep, erkek-kız mahalle mektebiy di. Kapısında "Mekteb-i Mesih Paşa-yı Cedid" levhası yazıl ı olup Salih Efendi adında büyük hocası, Müezzin Hüseyin Efendi ismiyle de küçük hocası mek tebe devam eden çocukları okutmaktaydılar.
Karagümrük Cami'-i şerifindeki büyük kıtadaki hilye-i saadet Filibel i Hacı Arif Efendi'nindir, pek nefis yazılmıştır.
Karagümrük Camii
- Mesih Mehmed Paşa Camii ve Mektebi (Konyalı arşivinden)
Mehmed Efendi Türbesi
Karagümrük Meydanı'nda Eski Ali Paşa Caddesi'nin
başında, Kabakulak Sokağı'nın karşı köşesinde, 82 numaralı binanın bitişiğinde bulunan Mehmed Efendi Türbesi'nin önündeyiz. (Hırka-ı şerif Mahallesi, 1524 ada, 10 parsel)
Fatihdevri ricalinden Seyyid Mehmed'in türbesinin bulunduğu yer,pek çok bina i e
H.1214'te Karagümrük yağhanesinden çıkan büyük yangında yandı.Türbenin 1950'ler deki vaziyeti Revnakoğlu'nun notlarına aksetti (310:5-6,34):
Ulemadan Seyyid Muhterem Efendi, sonradan konulmuş taşında okuduğu muz adı yalnız "Mehmed Efendi" olan bu zat, 1255 ve 1280 yıllarında müte velliler tarafı ndan tutulan tahriri Evkaf defterlerinde "Fatih devri u lemasın dan Seyyid Muhammed Muhterem Efendi" diye yazılıdır.
Karagümrük Meydanı'nda "Tahta Minare Tekkesi" denilen meşhur Rifü'i dergahını n bulunduğu, şimdiki yazlık Çiçek Sineması'na giden Eski Ali Paşa Caddesi'nin başında, Kabakulak Sokağı'nın karşı köşesinde 104 numaralı kü çük evin bitişiğinde medfundur. Halk buraya "Mehmed Dede Türbesi" diyor.
H.1214'te Karagümrük yağhanesinden çıkan büyük yağhane yangınında bu raları da yanm ış olduğundan Karagümrük bayramı yerinde, şimdi sebze pa zan yapılan büyük arsada halen harabesi görülen Snrp Ohan adındaki meş hur Ermeni kilisesi bu yangında yanmıştır. Tarla kaidesi gereğince yolla r ve arsala r yeniden ayrılıp düzenlenirken bu türben i n yeri ni n haritası da Mol la Aşkil i merhum Mühendis Ah met Bey tarafından tesbit ve tanzim edilmiş, yangın enkazı altında kalan mezar kapaklarıyla eski kırık taşı Dellal Şeker ci Hüsnü Efendi'nin damadı Rençber Süleyman Ağa'ya kazdırılarak toprağın üstüne çıkartılmıştır.
Bu münasebetle yanındaki hallaç dükkanı yola verilerek türbe köşeye alın m ış, yangll1 ateşi n in şiddetinden ça tlayan önündeki sebil taşı, Karagümrük Cami'-i şerifinin banisi ve son fetva emini Meh med Nuri Efendi tarafından tam i r ettirilmiş, yine ön tarafına gelen kapıdan tul umba ile bu sebil taşına su verilmiş ve etrafına da elli metre gen işl iğinde demir parmakl ık çevril miştir. Üzerindeki büyük çitlembik ağacıyla beraber şimdi kaldırıl mış bulunan bu tulumbadan evvelce abdest alımr, kuyusundan bakır taslarla su içilirdi, "Şifa sinmiştir" diyerek hasta olanlara da okuyup içirirlerdi.
O zamandan beri geceleri mumu yanar, adaklar adanır, başı sıkılıp darda ka lanlar, haceti olanlar bir Fatiha-i şerife ve üç İhlas-ı şerif okuyarak hazretin kabrini ziyaret ederler. Bir de menkıbe lazım ya, o zamanlar türbenin karşı
köşesinde "Yeşildirek Bakkalı, Fistanlı Bakkal, Hıristiyan" isimleriyle bakkal dükkanı işleten Hıristo ve Kasti kardeşler, "Bir gece mumunu yakmasak dük kanın içi alt üst oluyor, ne ararsak bulamıyoruz, her tarafı birbirine geçmiş buluyoruz!" derlermiş.
Türbedarlık vazifesi H.1328'e kadar yanındaki evde oturan Yırtıkdudak Hüs nü Efendi'nin üzerindeydi. Vefatıyla oğlu, yine yorgancı Hikmet Efend i'ye kaldı. Onun da ölümünden sonra hu ev satıldı. Şimdi burada Bahriye eczacı lığından emekli Hacı Abdullah Efendi namında bir zat oturmakta, türbeyi te mizlemek, boyamak , çiçek dikmek, mumunu yakmak gibi ufak tefek işleriyle teberrüken meşgul olmaktadır.
Türbenin ön yüzü şimdi tellerle çevrili olup baş ucunda sülün zarafetinde na rin bir servi ağacı yetiştirilmişt ir ki bu açık türbeyi küçük bir bahçe halinde ve cazip bir şekilde yeşillendirmekte ve dilberleştirmektedir. H.1316'dan son ra yazılmış olan talik kitabeyi bu ağacın dibinde ve yeşil taş'ın üzeri nde bul maktayız: "Hu - Ve kefa billahi şehiden Muhammedün resulullah - Ebü'l-Feth Sultan Mehmed Han hazretlerinin ulema-yı izamından es-Seyyid Mehmed Efendi'nin nihıyıçun el-fatiha, sene H.857"
Mahalle halkının bir kısmı nedense "Ekmekçi Baba" adını vermiştir, halbuki Ekmekçi Baba, Acıçeşme'dedir.
Bu kabir taşı, kırk sene kadar önce karşı köşedeki kahvenin yanındaydı.
Yukarıda Karagümrük Camiibahsinde bahsi geçen Fetva.emini Mehmed Nuri Efendi'ye bu mezara da alakası cihetiyle hürmeten birkaç satırla işaret edelim:
Mehmed Nuri Efendi (Şeriatçı Hoca), Rels-i kurra ve Murad BuharTTekkesi postnişini Feyzullah Efendi'ninyakınakrabasındandı.Feyzullah Efendi'ninvefatından sonra o sırada Rumeli kazaskerliğine bağlı mahfil mahkemesinde kadı olan Mehmed Nuri'ye Meclis-i Meşayih'intensibi ve teklifi, mütevellinin muvafakatiyle Eyüp Nişancası'n daki Murad BuharlTekkesi'ninşeyhliği kendisineteklif edilmiş, ilmiye mesleğinden ayrılmak istemediği için bunu istememişti .Yerine Süleyman Belhihazretleri geldi. Mehmed Nuri,fetva emini olduktan sonra ilmi iktidarı ve salabeti ile geniş şöhret Yapmış,Sultan Hamld'in hal'ini hazırlamak isteyenlerinarzularına katılmamış, "Halife hal'inde yümn yoktur!" diyerek onlardan ayrılmıştı.Horhor'da Suphi Paşa Konağı'nın karşısında bulunan çeşmenin üstündeki konakta ikamet eden Nuri Efendi,1913'te Öldüğünde Hz. Eyüp'ün arkasına defnedildi.
Mehmed Muhterem Efendi'nin türbesinden Fevzi Paşa Caddesi tarafında sola dönüp Lüleci Yekta Sokağı'na girerken kavşakta Cerrah Ahmed Efendi'nin (ö. 1908-09) evi vardı.
Ahmed Efendi cerrahlığının yanı sıra cam şişe içinde rahle yapar,rahleyi dışarıda parça parça hazırlar,saplı maşalarla cam şişe içinde birleştirirdi.Topkapı Sarayı Müzesi'nin 4490 envanter numarasında kayıtlısürahi içindekirahle onun eseridir.Aşağıda fotoğra fınıverdiğimiz bu cam şişenin hatları da tapu dairesi muhasebeci erinden Ahmed Rifat Efendi'nindir,kendisi HattatAliRıza Efendi'den yetişmişti. Beyaz cam sürahininiçyüzünün birtarafında siyah mürekkeple il.Abdülhamid'intuğrası,diğer tarafında "Padişahımçok yaşa, muzaffer oldaima" yazılıdır.Hat tarihi H.1308'dir Sürahinindibinde,üzeritezyinatlı küçük rahle Cerrah Ahmed Efendi eseridir.Rahle üzerindeki ufak elyazması Yas n-işeriftir (Cevdet Çulpan, Türk - İslôm Oymacılık Sanatından Rahleler, İstanbul,1968):
Sultanahmet'te Kaygusuz Baba Tekkesi'nin şeyhlerinden Şeyh Hacı Mustafa Efendi'nin (ö. 1919) şişe içinde yaptığı Kadiriköşkü de Revnakoğlu'nun notlarına girer (85:33-34):
Evvelce sülfat şişesi denilen kavanoz büyüklüğünde ve ağı.ı bilek kalınlığında, karınlı, yayvan bir şişe içine oturttuğu köşkün içinde ve sehpa üzerinde işlemeli küçük Kadiri tacı, onun da üstünde En'am-ı şerif görülecek şeydir.Şişenin ağzında sap vazifesi gören, ucu kıvrık, büyükçe bir çivi ve bwmn dışarı çıkmaması için ucuna bir cıvata konul muştur ki mücellitlerin bastırma, sıkıştırma aletine benzeyen şekilde her tarafı oynar, şişenin içinde üç santim iner ve çıkar.Seksen seneye yakın bir zamandan beri aynı hali muhafaza etmektedir. Pek hayret edilecek bir sanat kudretiyle meydana getirilmiştir. Köşkün dört yüzünde okuduğumuz tarih kıtası her mısraı bir yüzüne gelmek üzere tertiplenmiş ve güzel bir talik ile yazılmıştır. Bu kıtada Şeyh Mustafa Efendi diyor ki:
Fahr-igiiruh-ı Kadiridir bu tac-ı ser-büle11d Yapıldı himmet-ipirle işte kasr-ı bi-menend
Dergc/ı-i Şeyh Kaygusıtz'a bir teberrük-i müsteınend
Eser-i hddirn-i in dergi.ıhfakir Şevki-i derdmend H. 1316
Yine aynı şeyhin meydana getirdiği sanatkarane bir de köşk vardı, bunun dört yü zünde Yunus'un bir "Çıktım erik dalına -Anda yedim üzümü" sözünün manzum şerhi okunmaktaydı,şerh de Hacı Mustafa Efendi'nindi (85:22):
Bu çok kıymetli köşk, tevhidhanede makam postunun yanında ve rahle üstünde du rurdu. Bu köşk Hazret-i Yunus'un ''Çtktım erik dalına - Anda yedim üzümü" tel mihinin bir mükemmel tasviJiydi. Etrafında bahçesi vardt Köşkün kapısına şeriat. tarikat, marifet ve hakikate işaret olarak dört merdivenle çıkılırd ı. En üstündeki kub benin altında ve tam ortasında ayrı ayrı rahleler üzerinde on iki tarikatin icazetna meleri, silsilenameleri yeşil kurdelalarla bağlanmış halde görülürdü.
Lüleci Yekta Sokağı'ndan Dersiam Sokağı'na dönen köşedeki binanın olduğu yerde Galip Baba Bektaşi Zaviyesi vardı. (Hırka-i şerif Mahallesi, 1525 ada, 1 parsel)
Galip Baba Zaviyesi (289:30), Karagümrük'te Atik Ali Cami'-i şerifi karşısın da Lüleci Yekta Sokağı'nın başındaydı (şimdiki şoförler kahvesi). Sütlüce Tek kesi şeyhi Galip Baba tarafından uyandırılmıştı. Rıza Tevfik, Giritli Profesör İbrahim Fazıl, Haham Hüsnü, Üsküplü Müderris Süleyman Baba gibi mühim şahsiyetler devam etmişti.
Revnakoğlu'nun bahsettiği şoförler kahvesi üç katlıapartmanın altında ve kapısı Dersiam Sokağı'na açı ıyordu. 1970 başlarında yıkılarak bugünkü bina yapıldı.Metinde ismi geçen Haham Hüsnü ise ilginç bir şahsiyetti (248:54):
Hüsnü Efendi (Kadı): Bu Kadı Hüsnü Efendi, Trablusgarp ve Bingazi nai bü's-saltanası, Galatasaray'ın ilk sporcularından Şemseddin Paşa'nın Mal ta'da bir zamanlar vekiliydi. Daha önce Lübnan'da Mercun kadılığında bu lunmuştu. "Yahudi "Haham Hoca" derlerdi, buna da sebep Hahamhane'den bazı zevatın zaman zaman resmi veya hususi surette gelip kendisinden me sele danışmış olmalarıdır. Melami, Mevlevi, Bektaşi
oldu. Mesnevi'nin pek çok yerlerini kafasında taşırdı. Son günlerini Büyük Valide Haru'nda İranilerin hima yesi altında geçirdi ve orada perişan, bakımsız bir şe kilde habersizce göçüp gitti.
Hırka-i şerif civarında Keçeciler'deki evinde meydan açan Müderris Süleyman Baba'dan Hırka-i şerif Camii etrafıan latılırken bahsedi ecek.
Buzaviyenin müdavimlerinden Rıza Tevfik (Rıza Tevfik Beybaba) (254:169) "Rumelihisarı Şehitlik Tekkesi postnişini Abdünnafi' (Nafi' Baba)nın ikrar bendelerindendi.Çamlıca Tekkesi şeyhi Ali Nutki Baba'dan kendisine babalık icazetnamesi verildi "
Cerrah Ahmed Efendi'nin şişe içinde rahlesi (Topkapı Sarayı Müzesi,envanter no: 4490)
'!{.ı1· ı_!J}...ıı.11!..\ .;, ,.?., : ·1-;..1 .;,.<...v'> ;....u ..;ıı... .Y. .ıl'.;,f ı....ııır...ııJ.ı.:.:ı...:.ır!D.).u!}ı . "\fi;--:')'/! ;;. .ıı_.,
.ır..v!ılk..>'tX/ ı:.'.. .J.!JJ•,•..:.UL.A> ,ı:,y., ..ı;..ııı.. )JI .,.U._ı • ı,G,;,., ul.İ.J ı,,...,'.Jy,.,,w....ı\ru;.1 .... ı.ı.•eıı- ıİ tll-'4.:1 v; .J
J.i.aJıİ;..•; ,.:;j.;· ,!,uıi;.:,.;,·,.ı.;·.,,, ,;..),J,. .,;ei.İ:i, ;;•f,.ı..ıı:.;:.V c.iW!I. ;N j; :._; ,,.l.111.J #_:; '-/,f. ', i. ı·-" J,';_ ı.•
.::.ı· · .I :.., .>ıf i ıi;P · ·:(;C.:v..;;\i :. '.!;i :.(., ,·t;J'>:"'- 'At-:, 4i;.ii./) ı:.!:i.' .U:(f.: ·
.4..;.ı·"'u·.r>,.,;J, li'u ı\! (, ,.. \fİ-!.•\k.' e.1-?. ..1.:;-..., •!.!" ı... ..ı.;ı. .. ..ı1,u;·,.J.,.. ·.·· ı -7"" -...ı.;,_), :;;;.,,'!,_.;ıı, ., ı:..ıo
.W(J:' ?lif ı,i.,/,·.ıU ,ı;,(); ,;..,•i !":'' .(,.. " İ:_. ; .f.'.:i/.,,1",;,.,_;. ıİ'!' ·"'.::'·;,, I J>J,i"ı!ıJ v_wı:y,ı,.,v,• ·
1.?4ıYJ.:t,, ,.M!-C,, .ı:.t,ı;, ,.;..ıı,\)uV,ı,:....r.ı,ı e.>.IL,ı/ v.. .J,; ıf..h ı( ı.,;..,u h•,)J/, "..Jı. :..:/ '.:>J.:,..sli J.'..,...1oJh/ 0.-;,'d),;,A;,1v:- ,
..,,-,.,;;.j 11,;;.ı.u:... _.,...;.f., .j,ı.ı:; ..ı...ı!... :.iv.'...l"J.:)0; ;.;ı..1 ;.:,
· .ltı.sı.ı..J..},ı,:,ı ..v.• :.ı•.•·ı,\U,.0.,,,.·.ı
..;.:'ı.1,...1n·'ı;;...ıı'...,';..ı-..l6.
• • 6,Y :.,v._,....;;,v:"':'...... '"';"' ,,,,ı.;,r..w ·
\ ,: ;
1 . ,' .
y:'..>.1 .,,, '..>J>.1 ),#.1 .J •..,J" l; ,ı')) t'"u>)) ::,J!lı!o/' ,,,,,/ !; ) }, .uı J. J:. Jl;,1 lJ> I
• 1 .. . - 4 :. . Mı "··.f. ·! ';.".-.A.-r, ,....µ..uı. !'l! \-'-11t:uı \'...' 4
(ı·.l..ur':"' .J.ııı..J.ıı(.:.ı;ı:.•, rJ,,h .;:,..;,(-:- ,;.;;ı,;., ..W-f> , " !4..,.. ,•.ıı... •!."',.ı ;.U.J"-:-#ı\ Ç,...,..>,.C, ·"'*f.°""'11"
-•.ııı(J.o ııİı\..-ı .u\ı -ı;ı ":'\': .;ıı.ı .ı1, .IJ\Jh.1 .:.:..>•,uı.· .u'Jr.ıl.İııf!·-ıi ·'
.,..v.:,......A, ı ,1...,,.,,,c)> l)I ,,,D, "'!,;.),.....,, .-.>'°',,tJJ-,.>)), oJı» p, .Y..... ıı"J•:.ıwı..e-...w. (;>,.,.""' ....ıı.#,,.,.ı;1 ,.....J:>.ııv,.
(IJi .loi ,(i .J •.f)l4J· -J/, -i:Sl,· ,fbl .,:·\!,.._;;.ıı, --:'--'+.i-:-··>;ı.ıı, J !A.;ı; :W!.... ....::.u;;:ilı.,;.
ı. ıivd'..1(-;ı..,j.ıı .ô,,.! .ı··..VıJ •-':'-: ı(
v.ı.-V uwı•...:.W.:;.1,111·M411 .u...J;.:.ı....,:..1r.ı..ıl)'>\ıı,<ıl .ıJ\)lt.1ı' ili...c1$ .u· \, ..,_:.J'..J..aı•'.;;. .i.:..)},..,.,....:..ıJ..1.ı·.ıı,..jpİ,ı·;,;...;.
• . . . . . . • . . "\ .
.- . •.t>!> :..., · \;)
Rıza Tevfik'inçamlıca Bektaşi şeyhi Ali Nutki Baba'dan aldığı icazetin sureti (254:331)
lstanbul'un Zaviyeleri, Tekkecikleri
Tarikat mekanları için "asitane","hankah","tekke" ve "zaviye" isimleri kullanılır.Bazen birbirinin Yerine geçen bu kavramlar,bazen de muhtevaları itibarıyla birbirlerinden ayrı manalar ifade ederdi. "Hankah (208:30), o tarikin mensupları arasında
bir hali, bir maneviüstünlüğü veya görülen
kerametleri dolayısıyla benzerlerinden farklı ve yüksek bir derecede bulunan ve kutlanan Yerlerdir kisahib-imakam olantarikat büyüklerininve hatta bizzat p rin nazargahı bilinir.Buralarda tarikine ve efendisine son
derece bağlıuluşeyhler ve ekseriya p r-isaniler Yatar." Küçük olan, muhiti dar olan tekkeler umumiyetle zaviye adını alırdı.Bununla birlikte bu tür zaviyeler içintekke dendiği de olurdu.
Bir cami veya mescitte bir şeyhzikir halkası kurduğunda buralar da zaviye adıyla tarif edilirdi.
Revnakoğlu'nun Hadiha ve diğer kaynaklarda hemen hiç bahsi geçmeyen zaviyelere dair dosyalarına yayılmış notlarından bazılarını burada topluyorum:
Ağa Şeyh Tekkesi ( 179-2:234), Samatya - Ağa Hamamı'nda Cebehane civarında olup büyük Fatih yangınında yanm ıştı r. Perşembe günleri Nakşibendiyye usulü icra edilirdi.
hıned Çelebi Camii ve Zaviyesi (82:64-),
Usküdar'da A h med Çelebi Cami'-i şerifi içindedir. Üsküda r ha lkı bu mabede "Süslü Canti" derler. Mersiyesi ile meşhur Kazım Paşa burada Rifü'i usulüyle ayln-i şerif icra etmiştir. Şeyhülislam Mink:ıriıade de bu dmi'-i şerifin haziresi nde yatıyordu.
Ahmed Paşa Zaviyesi (259:593): Topkapı kurbünde Ah med Paşa Cami'-i şerifi derununda Nakşibendiyye'den meşihatı vardır. Cami'-i şerif, Sinan'ın eserlerindendir; yaptıran, Kanuni'niıı sadrazamlarından Kara Ahmed Paşa'dır.
Not: Abdülehad en-Nuri hulefasından olup bu zaviyede icra-yı meşihat etmiş bulunan Bülbülcüzade Şeyh Abdülkerim Efendi, Eyüp Nişaııcası'nda şeyhi ni n yanında medfundur.
Ali Efendi Tekkesi (13:293), Edirnekapı'da Acıçeşıne taraflanndaydı. Halvetiyye'den olup çarşamba günleri zikir edilirdi.
Atik Ali Paşa Camii ve Zaviyesi (13:178), Çemberlitaş'ta Atik Ali Paşa Cami'-i şerifinin içindeydi. Şa'baniyye usulü ile ayin yapılıyordu. Son zamanla rda buranın şeyhliği Aksaray'da Cellatçeşmesi'ndeki tekkenin postnişini
meşhur Hacı Necip Efendi'nin üzerinde bulunuyordu . Vefatından sonra şeyh lik makamı oğlu Fahreddin Efendi'ye geçti. Oturacak yeri olmadığından devam edemedi, ancak bi r defa usul icra edebilmişti.
Atpazarı Kul Camii Zaviyesi (13:153), Manisalı Mehmed Paşa tarafından yapt ırılmış dmi'-i şerifin içindeydi. Mecmüa-i Cevdmi'jn (s.
86) yazdığına göre burada pazar günleri Nakşibendiyye usu lü icra edil i rdi. Buraya '1\.tpazarı Camii" de denilirdi. Haziresinde Manisalı Mehmed Paşa ve Fatih devri müftülerinden Keskin Dede tatmaktadır.
Cavid Ağa Zaviyesi (49:188-191), Ortaköy'de Oereiçi'nde eski Hacı Mahmud Efendi
MahaUesi'nde, şimdi kendi adım alan Cavid Ağa Mahallesi'nde Cavid Ağa Omi'-i şerifinin içindedir. Sultan il.AbdüJhamid'in musahiplerinden Cavid Ağa taraf ından 1321
yılında yapbnlrruş bu cami'-i şerifin bulunduğu yere Karadağ Tepesi de diyorlar, Dereboyu'nun doğu tarafına rastlıyor.Üstü beşik şeklinde kiremitli, tahtadan küçük bir cami'-i şeriftir. Bir zaman sonra yine Cavid Ağa'nın koydurduğu küçük tahta minber dolayısıyla cuma, bayram namazları da kılıruyoı:Uk hatibi Ortaköy Cami'-i şerifi imanu Hafız Mustafa Efendi'ydi.
Cavid Ağa 1330 yılında Göıtepe'deki köşkünde vefut eyledi, 75 yaşmdaydı. Pazartesi geceleri Nakşibcndiyyt! usulü icra ediliyordu.
Cavid Ağa Zaviyes i şeyhleri:
Şeyh Hafız Murad Efendi: Eyüp'te Baba Haydar Mahallesi'nde Baba Haydar Cami'-i şerifi imam ve hatibi, zaviyesinin postnişin i ve mütevellisiycli, aynı zamanda istanbul Evkaf Müdürlüğünde mukud-ı mevkUfe kaleminde katip olarak
vazife görüyordu. Vefatından birkaçyıl önce Ortaköy'deki Cavid Ağa Cfımi'-i şerifine imam gelmişti. Pazartesi geceleri yatsıdan sonra burada hatm-i hace yaptırdı, Nakşi usulüyle zikir ettirdi.
Şeyh H:ıcl Osman Ballı Efendi: Beşiktaş'ta Şenlik Dede Cami ve tekkesinin son şeyh vekiliydi, oradan buraya geldi, tekkelerin seddine kadar burada imamlık etti, pazartesi geceleri de Nakşibendiyye usulü icra eyledi; kalabalık olursa ayağa da kalkılırdı.
Çıngtraklı Tekke ( 13:176), Unkapanı 'ndayclı.
Çizmeci Ahmed Efendi Tekkesi (13:169), Rumelih.isan'ndadır. Halvetiyye'dendi. H.1314'te yeniden tamir edilmiştir. (M ir'at-ı İstanbul, 274)
Fethiye Camii Zaviyesi (J 3:152),Nakşibendiyy e-i Hilidiyye'dendir; dmi'-i şerifin içindeydi.
Perşembe günü akşamı - cuma geceleri yatsıdan sonra hatm-i hace okunur ve oturulduğu yerde tevhid edilirdi. Son şeyhi Kurun katibi Mustafa Fevzi Efendi idi.
Hacı Bayram Dede Zaviyesi (197:31), Silivrikapı haricinde mezarlığa giden yolun sağında,
Haa Bayram Dede Çeşmesi'ni biraz geçince kabristana giren sol köşenin başındaydı. Şimdi bostan ahırı olarak kullanılıyor.Kanuni devrine kadar burada ayin-i şerif ve usul icra edilmiştir. Halvetiyye'den eski bir zaviycydi. Karşısmda namazgahı v-ardır.
Çeşme banisi Hacı Bayram Dede, köşedeki incir ağacının dibinde yatıyor derler.
Hacı Hüsrev Zaviyesi (82:77), Kasımpaşa'da Hacı Hüsrev Cami' i şerifi içindedir. SaJı günleri cami'-i şerifin imamı Hafız Mehmt>d Efondi tarafından Sa'diyye uswü icra edilirdi. Hafız Mehmed Efendj, Ciğerim Dede Tekkesi postnişini Halil Cemaü Efcndi'nin
halifelerindendi. Maltkeme-i Şer'iyye katipliğinde bulunmuştu. Orta boylu, tıknazca bir zattı,
bir hayli yaşJanmışb. Ak sakallı olmasından kendisine"Pamuk Dede" derlerdi. Dergihlann sLClanmasına yakın günlerde göçtü. Baruthane üstündeki mezarlıkta şeyhi Halil Cemali Efendi'run yanında yatı)'Oı taş konulmarruşbr.
Kadırga Zaviyesi (13:153), eski Kadtrga limanı yakınlarında şimdi Pierre Loti Caddesi'nin albndaki Kadırga Yokuşu'nda Fatih'in matbah emini fanin Sinan Ağa'run yaptırdığı cami'-i şerifin içindeydi Cu ma geceleri Nakşibendiyye usulü icra olunurdu. Son şeyhi ve imamı Hakkak Hafız Ali Rıza Misli Efendi idi. Aşıkpaşa'da Seyyid Velayet Tekkesi son şeyhi Haftz Mehmed Recep Gönül'den isLih lM olunmuştu.
Kasım Çavuş Zaviyesi (13:110), Eyüp'te Eski Yeni'de Kasım Çavuş Cami'-i şertfınin içindeydi. Hürriyetten çok önce bi r zamanda n beri cami'-i şerifin soydan imam ve hatibi bulunan Hafız Tevfik Efendi ve onun oğlu J-laflz Ali Efendi tarafından tekkelerin seddi tarihine kadar burada Halveti-Cerrahı uswüyleıikir ettirilmiştir.
Kerim Nine Zaviyesi ( 199:8-9): Asli adı,
Kartal Maltepesi'ne bağiı "Taşıbüyük" olan
"Başıbüyük" Köyü'ndedir. Köy şimdi Süreyya Paşa verescsine geçmiş bulunan Narl ıdere
Çiftliği mıntıkasındadır; köyün kuzeyinde
(şimal-i garbisinde) "Tekkebayın" denilen tepede sık ağaçl:ır altında bulunuyor. Evvelce Daver
Baba isminde Sultan Aziz zamanı Kadiriyye tarikatından bir zatın zaviyesiymiş. Vefatından sonra türbesi olan bu yer, aslında Bizans m::ıhzeni, ayazınadır. Köyün Selçuldardan kalma olduğu söylenilir. Bu mahzenin allında vaktiyle bir yol olup ucu Maltepe deniz kenarına çıkarmış.
Bu köyde uzun zaman ebelik Ve;! hocalık etmesi dolayısıyla bu zaviyenin önündeki hazireye gömWen Kerim Nine köyün eskilerindendir, kadın ermişlerden ve kerameti zahire maıinne-i nlsfüyyeden bilinir. Yaşlı halinde günde liç defa
Sarıgazi'ye gider gelirmiş; peşi sıra köpekler koşar, onlara ekmek dağıtırmış.
Kerim Nine herkesten hürmet görür, Üsküd::ır'dan faytonlarla ziyaretine gelirlermiş. Son zamanlarda çok yaşlandığından köye inemez olmuş. Duasuu ve nazarmı almaya gelenlerle dolup boşalan bu zaviyede nihayet ptr-i fani denilecek bir yaşta göçmüş, Daver Baba Tlirbesi'nin altındaki
hazireye su·lanmıştır. Talik yazılı kitabesi şöyledir: "Ya Hu - Başıbüyük'te sakin ermişlerden merhUnıe Hoca Kerim Nine'nin ruhuna fatiha, 1287:'Etrafı demir parmaklıkla çevrilidir. {Tcsbit tarihi 23 Te.ınınu:z. 1960)
Tekkelerin seddi tarihine kadar Nakşi ve Kadiri usulu icr:ı edilmiştir.Küçücük bir tevh1dhanesi ve yanında Daver Baba'nın sandukası vardı.
Son şeyhi, Odabaşı Kelami 'lekkesi postnişin i Erbili Hoca Esad Efendi halifolerinden Kastamonulu Hac:ı İbrahi m Efendi'ydi. Haftada bir defa İstanbul'dan gelir, pazartesi geceleri Zikir çekerlerdi. Kendisi kimseden bir şey alrnaz, bahçıvanJıkJa geçinirdi. Son derece rnisafırperverdi. Ümmi idi, fakat ehl-i hal idi ve basiret sahibiydi. Derg:lhJarm seddinden sonra
vefat eyledi. Yaşı yetmişe yakmdJ. Bosta ncı çevresinde Tepe Mahallesi Kabristanı'nd;ı y;ıtıyor, taşı konulmamıştır.
Keşfi Baba Zaviyesi (147:161), Üsküdar - Kısıklı'da Bulgurlu Mescidi çevresinde şimdiki Fuad Bey Ecıahanesi'nin arkasında, İnkılap Sokağı denilen çıkmaz sokağın içindeydi. Keşfi Baba'nın kendi eviydi, hala duruyor. Rifa'iyye'nin Ma'rifiyye kolundandır.
Kız Ahmet Efendi Mescit ve Tekkesi (13:111), Fen5i Camii kurbündedir. Banisi nj'me'l ceyştendir ve Seyyid Ali'nin halifesindendiı; mihrnp önünde yatıyor. Mahallesi de vardır.
(Hadtka, l, l 73)
Muhsine Hatun Zaviyesi (200:120): I<umk:ıpı'da İbrahim r.1şa Cfunj'-i şerifı içindedir. Son şeyhi Şevket Efendi merhum, Evkaf'ta cihat kalemi müıneyyizlerindendi. Mimar Acem Tekkesi son şeyhi merhum Mustafa İzzet AJbulut, bu Şevket Efendi'ye bir müddet vekalet etmişti. Şevket Efendi'nin hilafeti Piri Mehmed Paşa Tekkesi son şeyhi Zekai Efendi'dendir.
Sakızağacı Zaviyesi (82:67), Kasımpaşa'da, Sakızağacı Carni'-i şerifi içindedir.Kantarcı Kazım Babaefendi tarafından son zamanlarda Sa'diyye usulü icr.ı edilirdi. Kazım Baba, Ciğerim Dede Tekkesi postnişini Halil Cemali Efendi'nin ha lifclerindendi r, sonra Bektaşi oldu, Kaz11çeşme Bektaşi Tekkesi'nden nosip aldı. En sonunda Çamlıca Tekkesi postnişini Ali Nutk1 Baba'dan kendisine babalık icazeli verild i.
Sezai Bey Tekkesi (228:9), B:::ılorköy'dc Kartaltepcsi'nde cami' i şerlf çevresinde 39 numaralı kendi evinde Sezai Bey tarafından cuma geceleri Kadiriyye usulü imı edilirdi. Kendisi Hekimoğlu Ali Paşa Tekkesi postnişinJ İsmail Sadeddin Efendi'nin halifelerindend iı:
Süleyman Veliyyüddin B:ıba Zaviyesi (228:31), Eyüp'te Bahariye Caddesi'nde Deveciler H:ını iJe
Deveciler ahırının karşısında iki katlı ahşap bir evdi. Su1tcinu'z-zakiran Yaşar Baba tarafından uyandırılmıştı. Tekkelerin sırlanışına kadar devam etti.
Şemseddin Nebati Zaviyesi {60:23), "Neban Tekkesi"diye maruftur. Çarşamba günleri icra-yı ayin edilirdi. Toph:ıne'de Hacı Mimi Mahallesi'nde Lüleciler C:ıddesi üzerinde Topçubaşı Hacı Mehmed Ağa'nın tarihi
hazi resini n arkasındaydı . 1255'ten beri arsa halindedir, kalan türbesi de 24 Mayıs 1286
tarihindeki Beyoğlu harik-i kebirinde yandıktan sonra yaptırılamaınıştı r. Çevre halkının "Gurbet Evliyası" dediği Nebfıtl Baba'nın yakın zamanlara kadar ortada duran mezar kitabesi de l<ristal'in kiracısı Hacı Hamdi Efend i'nin 13 Mayıs 1946'da yaptırdığı apartmanın bahçesine alınmıştır.
Dergah Kidiriyye'den olup Kadirihane'ye meşrut idi. Son şeyhi Erbilli Şeyh Sinan Efendi adında bir zat imiş.
Şemseddin Nebati b. Abdürrezzak hazretlerinin 955 Recebinin gurresinde yazılmış J<adirihane'de ve Cenab-ı İsmail Rumi'den bahseden bir vakfiyesi vardır.
Lüleciler Caddesi'nin Tophane tarafındaki baş kısmında Topçubaşı Hacı Mehmed Ağa'ıun kendisine, ailesine ait hususi ve tarihi haıiresinin yan ına 1953'te Çalışma Bakanlığı İş ve İşçi Bulma J<urumu'nun İstanbul şubesi müdürlüğü yapılı rken hazirenin arka taraflarındaki Gurbet Evliyast Şemseddin NebMl ile hazirenin arka
duvarı önünde yatan mazinneden Hasan Dede'nin ahşap ve harap türbeleri yıktırılarak yerlerine mermerden iki küçük m.ezar yaptırılmıştır.
Hasan Dede'nin yanında gömülü bul unan zevcesi Esma Hatun'un arka kemikleri de bulunduğu yerden alınarak Hasan Dede'niıı kabri içine konulmuştur ve hakikaten hayırlı bir hizmette bulunulmuştur.
Şeyh Mustafa Hendi Tekkesi ( 13:177), Ağaçayın'ndaydı. Bu dergahın tanınmış şeyhlerinden Hafız Derviş Efendi H.1213 yı.lında göçtü.
Tantavi Zaviyesi (13:109), Rami'de eski Boşnak Mahallesi'nde (şimdi Yeni Mahalle}Tantavi Cami'-i şerifinin içindeydi, kuô.den zikir olurdu. Cami'-i şerifin imam ve hatibi hakik"llten alim, faztl mübarek bir zat olan Müderris Hacı Emin Efendi merhum burada perşembe günleri ikindiden sonra hatın-i hace yaptırırdı.
Vyô.ni Tekkesi (228:8;13:171), SütJüce'dediı Kadiriyye'dendi. Bu dergahın şeyhlerinden Bagdadi Mehm ed Efendi, dergahlarda okunan meşhur "Hamdiyye"yi yaım ıştıt. Kendisi l 166'da vefat eden Hasan Eyylıbi'nin halifesidir. Bir asra yakın zamandan beri yeri boştur.
Yahya Baba Zaviyesi (228:29), Haliç Sütlücesi'ndı.: Karaağaç denilen tepede ve iki dağ arasındaydı.
Zamanında tesbit edilememiş, rivayetlere göre o çevrede köşkleri bulunan Sokullu tarafından
yaptırı.lmış ve Naci Baba isimli bir zat bu dergaha ilk olarak postnişin gönderilmişti r.Uıun yıllar harap kaJdı ve nihayet kendiliğinden çöktü. Yı.llar yılı geçtikten sonra boş arsası üzerine Hacı Mehmed Hasib Baba'n ın uyandırdığı Karaağaç Bektaşi Tekkesi kuruldu.
Zuhurat Baba Tekkesi (289:28,17), Bakırköy'dedir. Türbe şimdi yerinde olup halkça ziyaret edimekte ise de tekkeden bir eser kalmamıştır. Postacı
Ali Cemali Baba'dan babalık icaıctnaınesi almış bulunan merhum Kantarcı Mustafa Baba buraya postnişin olarak gönderilmişti. Bu zat tekkeyi yaptıramadığından burada meydan açamamıştı.
Zuhurat Baba, meşhur rivayete göre fatih'in askerlerindenmiş. Muharebe strasında asker susuz kalmış. Kırbasında n su dağıtıyormuş. Dağıtmış, dağıtmış, kırbada su bitmemiş. Hayret edip soranlara "Bu, bugün zuhurat!" demiş.
Mevkufatçı Sokağı Fevzi Paşa Caddesi'nde sonra şimdi adı Eski Altay Sokağı olan Tekke Sokağı'yla buluşurdu. Üzerinden Fevzi Paşa Caddesigeçen bu kesişme yerinde Muabbir Hasan Tekkesi vardı.Tekkenin arsası, ı<amu Sağlık Merkezi'nin (Atikali Mahallesi, 1383 ada, 8 parsel) onüne, Fevzi Paşa Caddesi'nin ortasına düşüyordu.
Bu tekkeye dair hemen yegane kaynak Revnakoğlu'dur (149:65):
Muabbir Hasan Tekkesi (Nakşibendiyye'den; mukabele günü pazar): Eski Ali Paşa civarında, dmi'-i şerifin karşı taraflarında, Tekke Sokağı'nda olup Fevzi Paşa Caddesi açılırken yola gitmiştir.
Tekkeyi açan ilk şeyh Muabbir Hasan Efendi, Nakşibendiyye şeyhlerinden Yusuf Dehri Efendi'nin halifelerinden olup tekkesindeki türbede gömülüy dü. Vefatıyla yerine halifelerinden Şeyh Tevfik Efendi geldi, sonra da madı Ali Efendi şeyh oldu. İrtihalin den sonra şeyhlik Ali Efend i'nin oğlu Mustafa Niyazi Efendi 'ye verildi.
Eski Ali Paşa'da Altay'da Melek Hoca Mektebi'nin hocası ve Eski Ali Paşa Cami'-i şerifinin imam ve hatibi bu lunan Mustafa Niyazi Efendi, 13ll'de göçtü. Eski Ali Paşa Cami'-i şerifinin mihrabı önündeki hazirede gömülü dür, taşı kırılmıştır. Vefatıyla oğlu ilk mektep muallimlerinden Mehmed Kazım (Tunçsoy) son şeyh olarak pos ta geçti.
Not: Mustafa Niyazi Efendi'nin eski nüfus kaydı (Şehremini Nüfus Me murluğunda), Mirmiran Hasan Paşa Mahallesi, Tekke Sokağı, 5 numaradır. c.4, s. 71 sakallı resmi vardır.
Revnakoğlu 1933'te Hacı Bayram Camii avlusunda (58:2)
Revnakoğlu 1933'te Hacı Bayram Camii avlusunda (58:2)
Hoca Sırrı Efendi Zaviyesi
Eski Ali Paşa Caddesi'ne inmeden solda İpek Kaytancı Sokağı'nda bir Uşşak zaviyesi vardı, "Hoca Sırrı Efendi Zaviyesi" diye biinirdi.
Karagümrük'te (13:173) Kaytancı Sokağı'nda, evvelce Baskıcı Hakkı Usta'ya ait bulunan terlikçi dükkanı bozularak zaviye haline getirilmişti. Fethiye Medresesi'nde oturan Fatih dersiamlarından Hoca Ahmed Sırrı Efendi bu rada Uşşaki usulüyle mukabele ediyordu. Kendisi Aksaray'da Şekerci Soka ğı'nda Uşşaki Tekkesi (Kırkağaçlı Emin Efendi Tekkesi) şeyhi Fahreddin Him meti Efendi'nin halifelerindendi.
Revnakoğlu bir başka notunda bu tekkeyi birkaç i aveyle yeniden yazar (75:123):
Karagümrük Uşşak!Zaviyesi: Karagümrük'te Kaytancı Sokağı'nda muhdes bir Vşşaki zaviyesidi r. Baskıcı Hakkı Efendi'nin mutasarrıf bulunduğu ve içinde Bızınlı Koççu Mehmed Vsta'nın çalıştığı terlikçi dükkanı bozularak yapılıruştır.Takriben 1338 yılındadır. Cuma günü akşamJ yatsıdan sonra mu kabele olurdu. Tekkeyi açan Dersiam Şeyh Ahmed Sırrı Efendi, Aksaray'da Şekerci Sokağı'ndaki Uşşaki Tekkesi şeyhi Mehrned Fahreddin Himmeti Efendi'nin halifelerindendir. Fethiye Medresesi'nde oturur, Karagürnrük çar şısı içinde Rum eczacı Yani'nin yanındaki dükkcirunda da bakkallık ederdi.
Yeşil Tulumba Tekkesi şeyhi Hacı Mustafa Efendi'nin nakiplerinden ve Zakir Ebül hamis'in kardeşi olan Kambur Cemil Efendi bu tekkeninzakirbaşısıydı.Revnakoğlu notlarında bu zakir için şunları da ilave eder (181:226):
Kıyamcılığı ile de tanınmış bulunan kardeşi Kambur Cemil merhum, Eğri kapılı Sinek Mehmed Efendi'den ve Remli şeyhi Hafız Hüseyin Halis Efendi merhumlardan meşk ederek yetişmiştir. Zakirliği ekseriya pervane olmakla beraber ustalıklı idi. İki buçuk saat sürecek bir zikr-i şerifte durmadan orta ya atacağı yüzlerce şuğul ve ilahi vardı; bunları muhtelif tavırları, müteaddit besteleriyle okur ve idare ederdi. Şeyh Türlü'de, Muabbir Hasan Efendi'de, Altay Vşşaki Tekkesi'nde uzun zaman ıakirbaşılık etmiştir. Draman, Balat, Kesmekaya Gülşenihane, Şeyh Abbas Efendi'ye de gelirdi.
Kabakulak Sokağı'nın Sakinleri
Kabakulak Sokağı'na girince solda 1numaralı apartmanın önündeyiz.
Bu apartman ın yükseldiği yerde daha önce var olan konakta geçen yüzyı ın musiki, hat ve kültür tarihimizin iki önemli siması, Hacı Şeref (Hüseyin Şerefüddin Erars lan) ve Salahaddin Erarslan kardeşler doğdu. Kabakulak Sokağı'na girince soldaki 1 numaralıev, daha sonra bu kardeşlerin dayısı Yarbay Ziya Erdin'in ikametgahı oldu. Yandaki binanın üzerine çökmesiyle yıkı dı, yerine apartman yapı dı,Erdin'in kızı da Çanakkale'ye gitti. ÖzbekiİsmailEfendi bu sokağın bir başka mühim sakiniydi.
Hacı Şeref (Hüseyin Şerefüddin Erarslan)
Revnakoğlu,bir notunda Hacı Şeref için (181:83) "Karagümrük'te Muhtesip İskender Mahallesi,Kabakulak Caddesi'nde ve Fatih ulemasından Mehmed Efendi Türbe-i şerifi karşısındaki köşede,1numaralıevde doğdu. Fatih Merkez Mülkiye Rüşdiyesi'nden mezun olduktan sonra tapu dairesine mülazemeten devam eylemiş, son zamanlarında tapu katipliğinden 1935'te emekliye ayrılmıştı. Rüşdiye tahsiliniyapmakta iken sesinin güzelliği ve musikiye olan merakıhasebiyle mektebin ilahici başkanlığını yapmıştı... Gayet muntazam yazılmış i ahi,şuğul, kasaid ve nevbeler e tevşihleri, eski marş ve besteleri ihtiva eden bir defteri (mecmuası) vardır.Şeyh Vasfı Efendi'den de hususi surette Türkçe kavaid okumuştur..." Revnakoğlu, Yaşar Baba'ya dair tefrikalarında Hacı Şeref'i şöyle anlatır:
Asıl adı Hüseyin Şerefüddin olan Hacı Şeref merhum, BaJat İmamı'nın en par lak çıraklarındandır. 1323 yılında ondan icazet aldıktan sonra İstanbul tekke lerinde kıyami, devrani olarak uzun yıllar zal<irlik ve ıakirbaşıhk etti; şarkı ve semai de geçmişti. Karagöz oyunlarına mahsus perde gazellerini de usulü ile öğrenmiş ve yazmıştı; bunları ustalıkla okurdu. Nühüft makamında bir perde gazelini kendisinden geçmiştim. Usule vakıf olduğundan güzel daire çalardı.
DergahJann sırlanmasından sonra mehter takımında gülbankçı ve halilezen olmuştu. O zamanlar mehterde yine halilezen olarak V<\ıife gören rahmetli Salahaddin Pınar eski bestelerden birkaçını ondan geçmiş ve notaya alınıştı. İstanbul'un eski hayatını, hele anane hayatımızı iyi bilirdi. Klasik fasıl musiki sinde şöhret yapmış sazende ve hanendel ere, Türk temaşasına, tuluat tiyatro culanna, hatta tulumbacılara ait birçok hatıraları vardı. Memleket meşhurla rından çoğunu yakından tanıyordu. Merhum Osman CeınaJ Kaygılı İstanbul Argosu 'nu ve Çingeneler kitabını yazarken Hacı Şeref'ten bilgi almak için onu sık sık ziyarete gel mişti.
Gençliğinde Kadiri, Rifa'1tarikatlanna girdi. Sonralan Terlikçi Mehmed ve Aktör Şadi ile birlikte Yaşar Baba'dan nasip alarak Bektaşi oldu, fakat namazı nı niyazını bırakmadı. Babanın bu gibi vicdan işlerine karışmadığını söylerdi.
Hacı Şeref'i bir başka notunda yukarıdaki zaviyeden ilerleyerek ele alır (181:79-82):
Rahmetli ve değerli dostumuz Osman Cemal merhum İstanbul argosu ve tulumbacılık edebiyatı üzerinde etüt ler hazırlarken sık sık başvurduğu, kapısını aşındırdığı canlı membalardan biri de eski bir dostu olan Hacı Şe ref merhumdu, ona bir hayli doküman vermiştir. Bu faki rin İstanbul tekkeleri tarihi için faydalandığım insanların velut olanlarından biriydi. İlmi ve insani bir işin netice lenmesi karariyette kalmış bir meselenin aydınlanması için hepimizden fazla yorulmuş ve terlemiştir. Ne bili yorsa söyler, varını yoğunu ortaya döker, bilfiil yapılacak bir iş varsa onu da memnuniyetle üzerine alır, başarıp kotanlması ve işe haceti düşenin memnun olmas için sanki müsabakaya girmiş gibi çalışırdı.
Keza Türk temaşası üzerindeki tetkiklerim sırasında İs- ' tanbul'un eski hayal ustaları, orta oyunu sanatkarları hakkında malumat almak için bir mahfuzat hazinesi olan kafasının içinde adeta hafriyat yapmıştım. Perde gazelle rini, semai okumasını dahi bilirdi. Piyasada unutulmuş birkaç perde gazelini bu vesile ile yalnız onda dinledim.
Hacı Şeref merhum vefakar bir adamdı, çok da insan
canlısı. Pek sevdiği eski dostlarından Haftz Kemal'in ölüm günü hıçkıra hıç kıra ağlamıştı.
Itri'nin kaybolan kabrinin bulunmasında ve bugünkü münasip şekli almasın da amil olan şahsiyetler arasında Hacı Şeref başta gelir.
Reis Hilmi onun için diyor ki "Karagümrüklü Hacı şeref merhum güzel kı yam idare ederse de riyasetten haberdar değildir. Mersiye de okur, kızdırıl mazsa aladır, emsalsizdir, lakin hiddet ederse bırakıp gider. Devran idaresi pek o kadar değildir'.'
Mehter takımında halilezen ve gülbankçıydı.
Gençliğinde Eyüp - Defterdar Vezir Tekkesi ve civarının sayılı tulumbacıla rından biri olarak bilinen Osman Cemal merhum, zamanının en mükemmel sporu ve her mahallenin yangın söndürme ekibi olarak faaliyette bulunan İstanbul tulumbacılarından ve onların hatırat ve edebiyatından bahsetti ği yazılarını makale haline getirmeden önce Hacı Şeref'e okumak, göster mek için üşenmeden Karagümrük'e kadar gelir, Hacı Şeref'i orada bulamazsa Defterhane 'ye kadar koşup ondan alacaklarını ancak aldıktan sonra yazısını neşrederdi.
Hacı Şeref (Hüseyin Şerefüddin Erarslan) Mehterhane'de halilezenlik ve gülbankçılık yaparken (181:133)
Rüşdü Üstek'in Hacı şerefin ölümü ardından yazdığıtarih manzumesi (181:75)
Asıl adı Hüseyin Şerefüddin Erars lan'dır. Balat İmamı Hafız Hasan Efendi merhumun birinci sınıf çı raklarındand ır. ZakirbaşıJık ica zesi Yaşar Baba merhumdandır. (181:77: Yaşar Baba'dan aldığı ica ze 4 Eylül 1337 pazar tarihlidir. 1 Muharrem 1323'te de Balat ima mı'ndan icaze almıştı.) Kıyam!, devran!tekkelerde zakirlik ve za kirbaşılıkla tanınmıştı. Son günle re kadar da camilerde yapılan bazı mevlid cemiyetlerindeki tevşihJeri idare ediyordu.
İstanbul'un tanınmış şeyhleri, bilginleri, musiki üstatları, kürsü şeyhleri, eski ve yeni zakirlerle mevlidcilerin, güzel sesli hafızların, duagCıların, hatta meş hur abdalların, meczupların ve halk artistlerinin kısacık hal tercümelerini, fo toğraflarını içinde toplayan büyük orijinal bir mecmua meydana getirmişti. Bilhassa halk folkloru üzerinde araştırma yapacaklara bulunmaz bir kaynak değerindedir.
31-1 Ocak 1947 perşembe günü ikindi namazından sonra birdenbire baş layan ve gittikçe artan bir kalp krizi neticesinde cuma gecesi sabaha karşı Allah'ına kavuştu, bu suretle de onun aşkıyla çarpan kalbini dindirmiş ve dinlendirm iş oldu. Edirnekapı dışında birinci mezar kulübesinin arkasında önceden hazırladığı ve her geçişinde ziyaret ettiği kabrine gömülüdür. Taşına yazdırıJmak üzere çok değerli, füzıJ ve arif dostum Hammami şu cevher tarihi meydana getirdiler:
Kaldı lıemiın dergeh-i dehrde bir hoş seda Ola Şeref Hacı'nın hUr u melek yoldaşı Cevher tarihini yazdı kalem Hayy diyü
Gitti hemdn hu deyip cennete ziıkirbaşı, 1947.
Babası Şeyh Hacı Hasan Efendi merhum, aslen Küçükmustafapaşalıdır, "Hacı Kalfa" adıyla maruftur. Eyüp - Selami Tekkesi şeyhi Selami Efendi'nin halife lerindendir. Nakşibendiyye ve Rifa'iyye'den istihlaf edilmiştir. Küçükmusta fapaşa'da Gül Camii'nde ve Kandiligüzel'de, bunlardan da önce Rumelihisa rı'nda Arpacı ve Hacı Kemaleddin Cami'-i şerifinde uzun müddet müezzinlik etmiştir. 1317'de yetmiş yaşına yakın bir çağda göçmüş, Yavedud Kabrista nı'nda türbesi arkasına, Osman Himayeti'nin civarına sırlanmıştır. Taşı kaybolmuştur.
Mehmed Salahaddin Erarslan
Hacı Şeref'in küçük kardeşi Mehmed Salahaddin Erarslan, siyakat yazısında, vakıf meselelerinde, kuyudat-ıkadimede ihtisası olan nadir şahsiyetlerdendi.
Doğduğu evin bir alt tarafında, yaşadığı Ahşap Minare Sokağı'ndaki 64 numaralıevde 3 Ekim 1958'de yaşı alt mışındayken vefat etti. Hırka-i şerif müezzininin ölümü şüphelibulunup cesedi morga kaldırılmış, tahkikat ardından Edirnekapı Bayrampaşa Mezarlığı'nda defnedi mişti.Mezar taşında (181:219) "Zakir ve siyakat mütehassısı, kudretli hattat, tarik-i Sa'di meşayihinden tapu mümeyyizliğin den emekli ve Hırka-işerif Camii müezzini Hafız Mehmed
Salahaddin Erarslan'ın ruh-ı revanı handan ola. D. 15 Mart 1899. Ö. 3 Ekim 1958" yazıyordu.
Kendisine ait müstakil bir bahis açan Revnakoğlu, yakından tanıdığıbu dostunu dağınık notlarında şöyle anlatır (181:220-21;217-18):
Karagümrüklü Salahaddin Bey merhum, Hacı Şeref merhumun on beş yaş küçük kardeşidir. 15 Mart 1314'te bir cuma günü sa bahı sala vakt-i şerifinde doğduğu için dayısı Ziyaeddin Bey tara fından "Salahaddin" ismi verildi. Kayserili taşçı esnafından ve Ars lanoğulları'ndan Mustafa Ağa'nın Hatice Seher Hanım'dan doğma tek oğludur.
1337'de ağabeyi Hacı Şeref merhumun tapu dairesi müezzinliğin den senedat dairesine katip olması dolayısıyla kendisi 100 kuruş maaşla aynı camiye müezzin olmuştu. 14 Şubat 1337'de bu kadro nun lağvı üzerine tapu dairesinin ketebe-i muvakkite kısmına geç miş, birer kuruşa taşra kayıtlarını yazmaya memur edilmişti. Ora dan 250 kuruş maaşla Beyoğlu tapu dairesine katip oldu.
Dünyaya geldiği ev, Karagümrük - Muhtesip İskender Mahallesi, Kabakulak Sokağı, eski ve yeni 1numaralı hanedir ki şimdi burada dayısı oturuyor.
Not: Seferberlikte ve ona tekaddüm eden günlerde Maydonoz İsmail Reis'in idaresi altındaki tulumba takımında sandık koşardı.
İlk tahsili Karagümrük 'te Fatma Sultan Mektebi'ndedir, sonra Fatih Rüşdiye si'nde okudu ve bitirdi. 1335'te kısa bir müddet zabıta hizmetinde bulundu, Dolmabahçe Sarayı'nda polislik etti. Oradan tapu dairesine geçerek Beyoğlu SiciJ Muhafızlığı kaleminde vazife aldı. Sonra İstanbul Tapu Dairesi kuyud-ı atika kalemine nakledildi ve burada mümeyyizliğe yükseldi. 1950'de rahatsız lığına binaen emekliye ayrıldı.
Ahkam-ı evkafta, siyakat yazısında, kuyudat-ı kadimede bihakkın ihtisası vardı. Talik yazıda da kudret sahibiydi. Sırasıyla tapu dairesi, Balat - Hacı İsa, Mesih Meh med Paşa ve Hırka-i şerifte müezzinlikleri olmuştur.
En önce Tahta Minare şeyhi Rıza Efendi'den pek çocukken dinleyici olarak meşklerinde bulunmak suretiyle kulağını ve zevkini doldurmuş, sonra ağa beyi ile beraber Balat İmamı'na gitmişlerdir, fakat daha ziyade ağabeyinden istifade etmişti. Kendisine ilk ezan ve Kur'an talim eden de yine ağabeyi ol muştur. Mersiyenin müstesna tavrını Kara Baba şeyhi Haydar Bey merhum dan geçmişti.
Edirnekapı Belediye - Bayrampaşa Mezarlığı'nda yatıyor, kabir numarası 3441.
Revnakoğlu, Salahaddin Bey' n vefatı arkasından şunları karalamıştı (181:378-80):
Efendim,
Ezelden ebede kadar her fani için mukadder ve muharrer bir emre imtisal ve in k ıyat ederek semtimizin güzide bir insanını yani müstesna meziyetler sahi bi bir şahsiyeti toprağa ve yaratanın rahmeti ne bırakmış oluyoruz.
Maruf ismiyle Karagümrüklü Salahaddin Bey yahut Hafız Hattat Salahaddin Efendi canlı bir tarih parçası arttk bize veda etmiş bulunuyor. Bu tarih, kağıda geçmemişti, şifahi hayatta yaşıyordu. Bu tarihin yapraklan dostlar meclisin de çevrilir, ciltler ve defterler dolabilir.
Salahaddin Bey sanatkar adamdı, güzel sanatlar sahasmda ihtisas yapmıştı. Bunların başında hattatlığı gelir. Hattatlıkta Kazasker Efendi yolunun son mümessili olarak tanınmışlardan biriydi, çünkü ketebe aldığı Şeyh Abdülaziz Rifa'i, Bakkal Hacı Arif Efendi'nin, o da reisü'l-hattatin olan Muhsinzade Ab dullah Bey'i n, o da Bursalı Şefik Bey'i n, Şefik Bey de maruf Kazasker Efendi çıraklarmdandı.
Salahaddin Bey ilmi vesikalar bahsinde ve bizi m gibi ömrün ü memleketi tari hini tetkik ve tesbite vermiş kimseler nazarında mühim bir dava olan siyakat yazısı işlerinde bugün için hemen hemen yeganeydi. Ahkam-ı evkafta, sicillat ve kuyudat-ı kadime meselelerinde de böyleydi. Vesika metni okumakta, fer ma n, berat tetkikinde vukufu olanlar bile ona müracaat ederlerd i. Karagöz den tulumbacılığa kadar her şeyi iyi bilen insandı...
Özbek İsmail Efendi
Musiki tarihimize ancak Revnakoğlu'nun notlarıyla ismi ve biyografisi geçebilen Hacı Hafız İsmailZühdü Efendi (Özbek! İsmailEfendi) de bu mahalle ve sokağın bir başka mühim hafız, musikişinaş ve tekke şeyhlerindendir.Bu zatı kendisinden musiki de meşk etmiş olan Revnakoğlu'ndan aynen aktarıyoruz (295-97;381-90):
Özbeki İsmail Efendi: Asıl adı Hacı Hafız İsmail Zühdü Efendi olan mer hum aslen Buharalıdır. Oraların tanınmış esnaf ve eşrafından Eşref Efendi'nin beş çocuğundan en büyüğüydü. Genç yaşta iken İstanbul'a geldi, hıfza çalış tı. İstanbul medrese ve mekteplerinde muntazam şekilde tahsil gördü, ayrıca Eyüp'ün değerli ilim adamlarından Attar Hoca Raif Efendi'den okudu. Hocanın yetiştirdiği pek çok talebe ve hafızlar arasında zekasıyla daha o yaşta dikkati çekmeye başladı.
Dersler tamam olunca memuriyete girdi, önce Babıali evrak kalemine, sonra divan-ı muhasebat dairesine katip oldu. Lakin çocukluğundan beri başlayan musiki düşkünlüğü yüzü nden kısa bir müddet sonra memuriyeti bırakıp ken disini tamamıyla dergah musikisine verdi. Eğrikapıh - Evkaflı Sinek Mehmed Efendi'den meşke başladı. Zamanının büyük üstatlarından ve zakirbaşıların dan ayn ayrı istifade etti, pek çok eser geçti. Sonradan şöhret yaptığı miraci yeciliği Kadirihane zakirbaşısı Hopçuzade Şeyh Rıza Efendi'den öğrendi ve bütün miraciyeyi ondan tamamladı.
Tahsili sırasında hafız olmuştu. Sağlam ve kuvvetli hıfzı dolayısıyla İstanbul ca milerindeki mukabelelerinde tam bir cüz'-i şerif okuyordu. Kendisini seven, ta kip eden ve vaktinden önce minderinin etrafında toplanıp onun gelmesini bek leyen kalabalık bir cemaati vardı. Haluk, müeddep, sakin hali gibi zakirliği de gürültüsüzdü. Usulden ayrılmayan esaslı, metotlu okuyuşları ile göze çarpardı; ruhlara tesir yapan ince, tatlı sesiyle ustalıklı, dokunaklı nağmeler yapardı.
Tarikata girişi: En önce Eyüp'te Ümmi Sinan Asitanesi postnişini Büyük Ra şid Efendi'ye derviş oldu. Kısa bir müddet sonra Raşid Efendi'nin vefatıyla onun oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi'ye tecdid-i vuz(ı ederek tarikat hizmetine de vam eyledi. Onun da vefat etmesi üzerine Topkapı - Pazar Tekkesi postnişini Ahmed Zarifi Efendi'den seyr ü sülukunu tamamladı. Ve daha ziyade Ümmi Sinan Asitanesi şeyhi Ali Rıza Efendi'nin terbiyesi altında yetişmiş olduğu için onun oğlu ve yine Ümmi Sinan Asitanesi şeyhi Küçük Raşid Efendi'den taç giydi ve Ümmi Sinan Hankahı'na zakirbaşı oldu. Şehremini'de Baruthane Yokuşu'nda Şemsiyye-i Sivasiyye'den Nazmizade Tekkesi'nin son şeyhi Eşref Efendi'nin çocuğu Abdu llah Tevfik Efendi'ye niyabeten bu tekkede şeyhlik vazifesi gördü. Bu münasebetle Taşkasap'ta yine Sivasiyye'den Zıbın-ı şerif Tekkesi'nin yaşlı şeyhi Yusuf Rızaeddin Efendi'den usulen ve teberrüken ayrı ca Sivasiyye icazetnamesi almıştı. En son kendisine Edirne'de bir tekke veril mişti, fakat gitmedi; zaten çok sürmeden tekkeler sırlandı.
Zakirbaşılığı, zikri idaresi birbirinden üstün ve kuvvetli idi. Kıyami zakirli ğinde de başarı göstermiş olmakla beraber asıl sahası ve ustalığı devran zik rinde idi, çünkü en çok Halveti tekkelerinde bulunmuş ve oradan yetişmişti. Sakin, fakat hele sevimli, tesirli edasıyla miraciye okuyuşları, devran ortasın da taksim edişleri insanın içine işlerdi.
Özbeki İsmail Efendi (Hacı Hafız İsmailZühdü Efendi) (181:392)
Zamanının kudretli, bilgili zakiri, maddi manevi olgun bir şeyh efendisi oldu ğu halde dışarıdan hiç göstermezdi. Evliya ahlakı ile herkesi kendisine mec lup eylemişti. Birisini görünce hemen gülümser, ona karşı utandıracak mu habbetler, iltifatlar yağdınrdı. Büyük küçük herkesten sevgi toplamış melek huyu onu hiç günah işlememiş masum bir hale getirmişti. Gerçekten safvet, safiyet sahibi, halim, sakin ve hiç davası olmayan feragatli, mübarek bir i n sandı. Küçücük çocuklara bile elini öptürmekten çekinirdi.
Memleketi icabı burnu biraz basık olduğundan "Burunsuz İsmail Efendi" de mekle ona karşı mübalağa etmişlerdi. Vefatına kadar yıllarca otu rduğu Kaba kulak Mahallesi'nde ise İsmail Efendi'ye "Buharalı Hoca derlerdi:' Hakikaten hoca adamdı.
Kendi tekkesi olan Topkapı Pazar Tekkesi ile tarikinin asitanesi bulunan Eyüp'te Ümmi Sinan Dergahı başta gelmek üzere Üsküdar'da Hazret-i Hü dai, Kasıınpaşa'da Hüsameddin Vşşaki asitanelerinde ve Tophane'de İstan bul Ka<liriha nesi'nde, ayrıca Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergahı'nda uzun yıllar zakirlik, zakirbaşılı k etti. Hazret-i Hüdai Asitanesi ile Kadi rihane'nin senelik miraciyelerini Hopçuzade ile birlikte okurlardı. Cami musikisine de intisabı olduğundan mihrapta namaz kıldırması da ınuvaffa kiyetliydi. Kur'an-ı kerim tilavetinde hususi tatlı bir eda vardı; hele enderun usulü üzere kıldırdığı tera vih namazlarında seleften kalma ve gelme müstesna bir tavır dikkati çekerdi. Bilhassa Hıtiha-i şerifeden sonra okunan zamm-ı surelerin tertibi ve terkibi tamamıyla ayrı bir hususiyette idi. Sonları aynı mübarek kelime ile biten ayet leri seçer ve sıralardı. Bunu bilen ve bunun zevkine varan İstanbul halkının bir kısmı teravih kıldırması için onu Eyüp Cami'-i kebirine bilhassa davet ederlerdi. İsmail Efendi'nin bu suretle Eyüp Cami'-i şerifinde teravih kıldı racağını duyanlar birbirlerine söylerler ve daha iftar vaktinde cami'-i şerifi doldurmaya başlarlardı.
İsmail Efendi zamanın reis-i kurrası Topkapı'da Ahmed Paşa Cami'-i şeri fi hatibi ve aynı zamanda yine Topkapı'da Rifa'iyye'den Kıllı Yusuf Tekkesi postnişini Şeyh Hafız Cemaleddin Efendi'nin Topkapı Cam ii'nde hatiplik va zifesine uzun müddet vekalet etti, ilmi değerde faydalı, güzel hutbeleri ile hal kı memnun eyledi. Esasen yaşlı ve rahatsız bulunan Şeyh Cemaleddin Efen di'nin vefatından sonra da Topkapı Cami'-i şerifinin hatipliğine resmen asil olarak devam etti.
Tekkelerin kapanışından sonra Sultan Selim Cami'-i şerifi başimamı Hafız Sadeddin Kaynak'a yalmz öğle, ikindi ve akşam namazlar için uzun müddet vekalet eyledi, zira sabah ve yatsı namazlarını Hafız Sadeddin Efendi mer hum bizzat kıldırıyor, güzel sesine ve musiki kudretine vurgun müslüman cemaati bahtiyar ediyordu. Sadeddin'in kıldırdığı bu namazlara meşhur Ha fız Sami de gelir, Sadeddin'in mih rabiyesinden sonra bazen kendisi de coşa-
gelip bir aşr-ı şerif okur, dinlenilirdi, manevi safaya nail ederdi. Dergahlar devrinde bal köpüğü renginde, ortadan kılıçlı (tek dilimli) arakiyesi üzerine düz yeşil sarardı, sarıklar toplattmldıktan sonra beyaza çevirdi. Sedef düğ meli sadakor gömleği, uzun !atası, mihraplı ve gösterişli sarığı ile tam bir il miye zarafetini temsil ederdi. Kendisinden Kazasker Efendi'nin bir durağını Hafız Sadeddin Kaynak ile birlikte geçmiştik (1927). 5 Temmuz 1935 Cuma günü Karagümrük'teki evinde sessiz sedasız göçtüğü zaman y:ışı 75'e gelmiş ti. Eyüp'te Kırkmerdivenler 'de yatıyor, taş konulmasını istemedi.
Kabakulak'ın Mustafa Dede
Revnakoğlu bu tekkenin dervişlerinden ve zakirlerinden Mustafa Dede için ayrı bir fasıl daha açar (213:110-113):
Mustafa Dede, asıl adı Mustafa Zühdü'dür, Karagümrük'te Kabakulak Tekke si'nin dervişlerinden olduğu için sadece "Kabakulak'ın Mustafa Dede" derler di. 1280 tarihinde dünyaya gelmiştir. Mehmed Efendi adında bir zatın oğluy du. Durak okumakla tanınmıştı. Balat İmamı Hasan Efendi'den meşk ederek yetişmişti. Usule pek aşina olmamakla beraber İstanbul tekkelerinin çoğun da yıUarca zakirlik ve müezzinlik etmiştir.Şeyhinin damadı Kabakulak'ın Ali Bey'den de bir hayli eser geçmiş, ondan da ayrıca istifade eylemişti. Asabi mizaç olmasından her şeye çabuk sinirlenir, hele eserlerin yanlış ve tavırsız okunmasına hiç tahammül edemezdi. Kuş ve tavuk meraklısıydı. Horoz ötüş lerini büyük alaka ile takip ederdi. Bir tekkede zakir postuna oturdu mu ba şından sonuna kadar ayrılmazdı. Durak okurken bazen gözleri dolar ve halle nirdi. Güzel genç sevgisi dikkati çekecek derecedeydi. Düşkünlüğünü bazen aşırı haller ve taşkınlıklar şekline getirdiği olurdu.
Kısacık boylu, yusyuvarla k toparlak olduğundan kendisine tekke arkadaşları latife olsun diye "araba tekerleği" derlerdi. Zikri postunda hiç durmadan okur, bazen de kalkar zikre girerdi. Bunu bilen zakir arkadaşları zikrin sonunu da ima ona bırakırlard ı. Tekkelerin kapanışından sonra Eğrikapı'da Savaklar Ca mi'-i şerifine müezzin olmuştu, vefatına kadar bu vazifede kaldı.
Karagümrük'te Nureddin Asitanesi'ne, Kasımpaşa'da Hüsameddin Asitane si'ne muntazaman devam etmiştir. Son zamanlarda bir gözünü kaybettiğin den bir müddet inzivaya çekilmişti. 24 Şubat 1934 tarihinde göçtü.
Kabakulak'ın Ali Gerçek
Bu sokağın mühim bir şahsiyeti de Ali Gerçek'ti. Ali Gerçek, 1871'de Mevlana kapı'da doğdu. Babası "Aziz Babaefend i" d iye ma rufolan Abdülaziz Efendi'd ir.Kadi riyye'nin Ça kmak Dede kolu na mensu p, Kadiri zakirbaşısı Aziz Efendi, Otakçılar'ı n yerlilerin den Meh med Ali Efendi'ni n tek erkek evlad ıdı r.Kara kaşlı, ka ra gözlü bi r delikanlı olduğu içi n gençliğinde kendisine "Karagöz Ali Bey" diyorlard ı. Son yıllarında başı hafifçe salland ığı için "Sallabaş Ali Bey" de denili rd i. İhvan arasında ad ı çok sevd iği annesi ne izafetle "Esma Bacı'nın Ali Bey"d i. 22 Temm uz1948'd evefat etti. Vefatından bi rkaç gü n sonra Sadettin N üzhet, Revnakoğlu'na şöyle diyordu: "Yahu sen beni bi r hazi neye göndermişsin, yazmakla bitiremedi m 19.asrın sonlarınd an bugüne kada r gelen zaki rleri n çoğu n u hep ondan yazd ı m. Bi r defter malü mat ald ım da kend isinden bahsetmeme bi r tü rlü razı olm uyor!"
Askeri mu hassasat-ı zatiyye kalemi nd e uzu n m üd det çalışıp emekli olan Ali Bey'in, kü ltü r ta ri hi mizi n mü hi m simaları nda n ve bu tekkeni n son şeyhi nin damad ı olan Ali Gerçek'i n vefatı üzerine Revnakoğlu'nu n "Kaybettiğimiz değerlerden klasik din m üziği ni n eşşiz bi r üstadı Ali Gerçek" başlıklı yazısı , Ali Gerçek'i n bu sokağın ve Kaba ku la k Tekkesi'nin de bir parçası olması itibarıyla kıymetlid i r:
Son zamanlarda aramızdan ayrılan meşhur Yaşar Baba, Zakir Celal, Kara güm rüklü Hacı Şeref, Remli şeyhi Yorgancı Raşid gibi eşleri ve benzerleri yetişmez ve bulunmaz değerlerden Mehmet Ali Gerçek adında büyük bir salahiyet daha ebediyete göçmüştür. Karagümrük'te Karabaş Mahallesi'nde Alime Hatun Zaviyesi yahut Kabakulak Tekkesi'nin son şeyhi Maşukizade İsmail Hakkı Efendi merhumun damadı ve halifesi olmasından dolayı "Kaba kulak'ın Ali Bey" diye anılırdı. Şahsiyetindeki önem ve değeri şurada birkaç kelime ile hemen belirtmek mümkün değildir, fakat ondan evvel zakirbaşılı ğın ne demek olduğunu anlatabilir miyiz?
Eski musikimizin konservatuvan sayılan ve kendi janrı (türü) içinde en bü yük üstatları yetiştiren ve bilfül tarihe tanıtan şu tekke musikisi, tekke kültü rü olmasaydı İslam'ın ibadet dünyası muhakkak ki bugüne kadar kuruluktan ve zevksizlikten kurtulmuş olamayacaktı. Gene unutulmaması lazım gelir ki medresenin, Bab-ı Meşihat'ın ısrarla ve müştereken haram dediği ve daima haram tanıdığı müziği bütün teşkilatıyla, bütün ihtişamıyla müslürnan ma betlerine yerleşti ren tekke tela kkisidir. Zikirler, ayinler, mukabeleler şeklinde dini ve lahuti konserler, semavi rakslar tertip ve tesis ederek adeta bedii bir medeniyet kurmuş ve dahiyane bir inkılap vücuda getirmiştir ki bütün bir ba tının ve kilisenin bugün bile yapamadığı fevkalade bir iştir.
işte zakirbaşı dediğimiz bu büyük salahiyet, bu pek muhteşem teşekkülün başında yani hiç değilse yüzden, üç yüzden başlayıp beş yüze, bazen de bine kadar artan ve yükselen bir hançere kalabalığının, tabir yerinde ise bedii bir
ihtilalin üstünde uçan ve dalgalanan hakim bir ses... Daima dolgun ve olgun tavrıyla, bazen "hu" ismiyle, bazen şehadet parmağının ucuyla ve çok kere de "Hayy ya hu" diyerek bu sevkü'l-ceyşi idare eden ve bir usulde bir tempoda okutan hakikaten velut, müstesna bir kudret, yani pek liyakatli, tecrübeli bir baş, daima üstünlük gösteren usta bir şef, diğer bir anlatışa göre kafasında en aşağı 300 ilahi, şuğuJ ve tevşih bulunan sesli hazine. Bütün bunları çeşitli besteleri ve türlü tavırları ile bilmek, kendine mal etmek de kafi değil, gene bunları birçok talebeye belki notasız, fakat diz döverek ve yıllarca uğraşarak metotlu ve esaslı surette geçmiş olması da lazım. Bu üstatlardan olarak gös terilecek yegane şahsiyetti.
Sadettin Nüzhet merhum Türk Musikisi Antolojisi' ni yazar ve bu naçiz kale mim de yıllardan beri uğraştığı İstanbul tekkeleri tarihini tamamlamaya ça lışırken ikimiz de onun bilgisinden bol bol her türlü faydalanmıştık. Öğren
diğimiz birçok meçhuller ve unutulmuş değerler arasında belki yüze yakın AliGerçek (213:114)
zakirin, zakirbaşının ve kıyam reisinin (ayakta yapılan bir nevi zikrin ritmik ve estetik bakımdan pek önemli olan hususi tavırlarını ve ahengi ni sesiyle ve hareketiyle idare eden büyük bir salahiyet) hal tercümesi, irtihal tarihleri, meslek muhitindeki yeri ve değeri, hatta bugün yola gitmiş bazı tekkelerin cümle kapısı takındaki birçok değerli şairlere ait nice parçalanmış kitabeler hep onun lutfuyla bir tek yaprağı silinmemiş bir sicil kadar sağlam kafasın- dan ve hafızasından tesbit edildi.
Sadettin Nüzhet, antolojiye koymak için merhumun kendisinden tamamıy la ve bir türlü alamadığı hal tercümesini benim daha önceden tesbit ettiğim notlardan kısaltarak yazdıktan sonra kıymet ve şahsiyeti hakkında şunları söylüyor: "Ali Gerçek son devrin değerli kıyami zakirbaşıJarından ve en iyi kısın edenlerden de biri idi. Mahfuzatının çokluğu ile ve idare hususundaki kabiliyeti ile de temayüz eden bu zat bilhassa Kadiriyye tekkelerinde uzun müddet zakirbaşılık etti. Bugün de camilerde yapılan mevlid cemiyetlerinde baştevşihçilik etmektedir:'
Hakikaten böyle idi. Tekkelerde toplu ayin icrasının yasak edildiği tari hten bugüne kadar İstanbul camilerinde yapılan tevşihl i mevlid cemiyetlerinde onu dört gözle beklemişlerdir.
Ali Bey'i çocukluğumd an beri tanırım. Okurken, idare ederken ve öğretirken bile her nerede görsem daima diz üstünde gözler kapab, eller göğüste ibadet huzuru içinde buldum. Bir defa olsun ayağını uzattığını değil, bağdaş kurup oturduğunu gören olmamıştır. Ruhu şad olsun.
Kabakulak Tekkesi - Alime Hatun Tekkesi
Kabakulak Sokağı'nda sadece haziresi icatmış olan Kabakulak Tekkesi'nin (Alime Hatun Tekkesi) onundeyız. (Hırka-ı şer f Mahallesi, 1600 ada, 154 parsel)
Mustafa Ahi'nin sekiz dilimli Kadiri tacı
Mustafa Ahi'nin on iki dilimli Kadiri tacı
Daha ziyade Fatih Karagümrük muhitinde teşkilat- lanan Kadiriyye tarikatının "Ahiyye",diğer adıyla "Resmiyye" kolunun merkezi bu sokakta, Kabakulak Sokağı'nda başladı.Bu şubenin "Ahiyye" ve "Resmiyye" diye adlandırılması,kurucu karakter Mustafa Efen di'nin şiirlerinde "Ahi",bazen de "Resmi" mahlası kullanması ndan ileri gelir. Revnakoğlu kayıtlarına göretekkeninarsası, kadılardan Mestçizade Osman Efendi'nin konağının bulunduğu yerdi. Mestçiza
de'nin vefatıyla yıkılan konağın arsası kızı Alime Hatun'a kalmış, tekke 1821-22'de vefat eden Alime Hatun tarafından ikinci eşi olan Şeyh Mustafa Ahiadına bu arsa
üzerinde 1789-90'da yükseltilmişti (117:15,23):
Hırka-i şerif kurbünde Muhtesip İskender Bey MahaUesi'nde, kurb-ı Karagümrük. "Mustafa Ahl"den galat olarak "Ahu Efendi Tekkesi" diye de yazılagelmiştir. Alime Hatun'un babası kadı lardan Mestçizade Osman Efendi adında bir zat imiş, zengin imiş. Dergah arsası kadı (efendinin) konağı imiş; kadının vefabndan sonra yıkılarak arsası kızı Alime Hatun'a kalmıştır. Dergah bu arsaya 1204'te (1789-90] bina olunmuş ve Mus
tafa Ahi'ye izafe edilmiştir. Mustafa Ahi aynı zamanda Sarmaşık'ta validesi Ayşe Hatun'un yaptırdığı diğer tekkede de şeyh bulunmaktadır.
Not: Bu tekkenin dervişleri ekseriya saçh olurlardı. Hemen her hafta tevhid-i şerif kudümle başlar, kudümle devam ederdi.
Mustafa Ahi'nin kendişeyhinden giydiği taç sekiz terkliydi.Mustafa Ahiayrıca on iki terkli,asabesibiraz uzunca ve üstü Bağdat güllü bir taç geliştirmiştir, bu son taca Resmitacı denir.Halifelerinkituruncu renkte ve sekiz terklidir.Eşrefigülü takarlar. Biatlı dervişler de bütün Kadirllerde olduğu gibi arakiyeleri üzerine büyük güldikerler.
Mustafa Resmi'nin önce eşi Alime Hatun'un burada yaptırdığıKabakulak Tekkesi'nde, ardından annesi Ayşe Hatun'un inşa ettirdiği Sarmaşık'taki Şeyh Resmllekkesi'nde postnişinliğiyle başlayan tekke faaliyetleri ,damadı Şeyh Seyyid Şemsedd n Efendi'nin
başına geçtiği Hırka-i şerif'te Keçeci er Caddesi'ndeki Şemsi Efendi Tekkesi ve yine bu civarda Karabaş Camii'nin arkasında bulunan Mestçi Şeyh Ali Efendi Tekkesi ile ikinci genişlemesini temin etti.Üçüncü halka olarak Fatih'te Nişancı Mehmed Paşa Tekkesi, Mevlanakapı'da Peyk Dede Tekkesi,Hasköy'de Abdüsselam Tekkesi, Firuzağa'da Ayaspaşa Tekkesi,Fatih'te Çenezade Tekkesi ve Eyüp'te Abdülkadir Haki Baba Tekkesi ve diğer birkaç tekke ile Kadiriyye'nin Ahiyye şubesi İstanbul'daki teşkilatlanmasını tamamladı.
Tekkenin "Kabakulak" adı,Muhtesip İskender Mescidi yanına bir çeşme yaptırmış olan Kabakulak Mustafa Ağa'dan kaynaklanır. Bu çeşmenin bitişiğindeki mescit ve karşısındaki tekke daha çok "Kabakulak" ismiyle meşhur olmuştu.
Mustafa Ah , ismi eşiAlime Hatun'a da izafe edilen bu tekkede ancak iki yılkadar şeyhlik yapabildi,ardından Kıbrıs'a sürüldü ve orada 1792'de vefat etti.Magosa'da yüksek birtepenin üzerinde Ağlayan Dede Türbesi'nde medfun olan Mustafa Ahi'nin mezarında her yılbir defa Kadiriyye ayini icra ediliyordu (117:17): "Mustafa Ahi,Kıb rıs'a yakın Magosa adasına bağlı Leymun kazasında yüksek bir tepenin ütünde medfundur. Burada senede bir defa Kadiriyye ayini icra olunur ·Kendisi,Akarcalı Mustafa Kerimi Efendi'nin halifesiydi. AkarcalıMustafa Kerimi Efendi,Tophane'de İlyas Çelebi Tekkesi'nde medfundu (117:13): "Mustafa Ahi b Ya'kub, Mustafa Kerimib. Şeyh Ahmed'in halifesidir,o da Mustafa Gavsi b. İbrah m'den, o da Şeyh Mehmed b. Ahmed Ak lel-Kadiri'den müstahleftir; ayrıca Şazeliyye'den de teberrük suret iyle icazetname almışlardır."
Kabakulak Tekkesi'nin karşısında şimdi bulunmayan şeyh dairesinin yıkılmadan önceki fotoğrafı (Encümen arşivinden)
Kabakulak Tekkesi'nin şimdi bulunmayan tevhldhanes inin fotoğrafı (Encümen arşivinden)
Kaynaklar Mustafa Ah'i'nin Kıbrıs'a sürülmesini açıkça izah etmez. Sürgüne Alev'i-meş rep hali yol açmış olabilir.Kendisine "Kızılbaş" diyenlerin olduğunu, bazen de bunu yüzüne karşı söylediklerini kaydeder. Revnakoğlu notlarında bu vaziyete dair bir anekdot nakleder (54:8):
Mustafa Ahi hazretleri Alevi-meşrep olduğu için halk arasında kendisine "Kızılbaş" derlerdi. Bunu bazen yüzü ne karşı söyleyenler olurdu. Bunlara bir ders vermek için bir gün kırnuzı bir bakır alıyor, ekmekçi fırınına gidiyor. O vaktin fırıncıları Rum Arnavutlarıymış, Koska Arnavutları.
-
Fırın yanıyor mu? Ekmek salacak mısınız, diye soruyor.
Elindeki bakırı verip fırına attırıyor. Fırının ateşi ile kap kıpkırmızı bir hale geliyor. Kürekle çıkartıyorlar.
"Destur ya pir! Azamet-i Huda-ra tekbir!"diyerek kafasına cazır cazır geçi riyor:
-
Kusura bakmayın, Kızılbaşlığımızın icabı diyor.
Tekkeye ait bir mecmuada bu sürgünün sebebi yukarıdak i menkıbenin bir başka varyantıyla daha açık anlatılır (156:55):
... Zamanın meşayihi çekemeyip bir hafta başından tacını almak üzere muka bele günü dergaha gelmişler. Müşarünileyh hazretleri de bu hali keşf ederek kahve nakibine: "Şu tası al, ben ism-i hudan sonra zikirde devrani ism-i Hay y'a devr edince ateşten indir, kıpkırmızı olduğu vakit getir" diyerek emret miş. Kahve nakibi emir mucebince zikir ism-i Hayy'a devr edince derhal kız-
mış tası getirmiş. Hazret de derhal tacını çıkararak kızarmış tası başına gelen meşayihin de huzurunda giymiş ve gayet ruhaniyetli bir mukabele olmuş. Ba'de'l-mukabele tas başında olarak gelmiş, odada postuna oturmuş. En zi yade aJeyhinde bulunan ve o vakitte meşayih içinde sözü geçen Ordu şeyhine hitaben: "Erenler, çok yoruldum, şu tası başımdan alınız" demiş. O da tasa el uzatınca eli yanarak uf demiş ve eUni çekmiş. Aziz hazretleri de: "Yahu sen bir bakır tası başımdan alamadın, erenJerin giydirmjş olduğu tacı nasıl alırsın?" demiş... Nihayet yolunu bularak Kıbrıs adasına Magosa'ya nefyettirmişler...
Şeyh Mustafa Ahi"ye işaretle ism-i "Hayy" makamında "Ahi" deni erek zikir yapıldığına dair duyumlar alan Kadirihane şeyhi Muhyiddin Efendi,Mô-Hasal-ı Ömrüm'de bu hususu şiddetle tenkit etmişti.
Mustafa Ahi'nin sürgün döneminde halifesi Şeyh Ali el-Kadri Efendi,önce vekaleten, kurucu şeyhin vefatıyla da asaleten bu tekkenin şeyhliğini yürüttü (117:11-12)
Şeyh Ali el-Kadri Efendi merhum: Mustafa Ahi'nin halifelerindendir. Ken disinin Magosa nefyi üzerine yerine şeyh olmuş, bir m üddet vekaleten bu lunmuş, Mustafa Ahi'nin Magosa'da vefatı üzerine asaletle tayin edilmiştir. 5 Receb 1243'te [22 Ocak 1828] göçerek civarında aynı isimJe KabakuJak Camii denilen Muhtesip İskender Ali Bey'in yaptırdığı cami'-i şerifin haziresine gö mülmüştür. Bu zatın vefatında n sonra KabakuJak Tekkesi'n in şeyhliği Musta fa Ahi'nin kardeşi Süleyman Safi'ye verilmişti r.
Kabakulak Tekkesi'nin şimdi bulunmayan türbesinin 1939 tarihli fotoğrafı (Encümen arşivinden)
Hazirenin ortalannda yerde, moloz altında, ortasında iki parça olmuş, dar yüzlü, mistarlı , beyaz mermer şahide; başında Kadiri tacı, sülüsle: "Hü ve'l-Baki - Merhum ve magfıirun leh tarik-i Kadiri'den mukteda-i salikin Ka bakulak şeyhi Ali el-Kadiri Efendi kuddise sırruhu hazretlerinin ruh-ı şerifle
rine rızaen lilJahi taaJa el-fatiha, fi 5 Receb 1243 ITesbit tarihi 1941)
1955 Temmuzundaki son tetkikimde taşı yerinde bulamadı m.
Şeyh Ali el-Kad ri Efen di'n in vefatından sonra Kabaku lak Tekkesi'nin şeyhliği Mustafa Ahi'ni n kardeşi Süleyma n Safi'ye (ö. 1837), daha sonra Süleyma n Safi'nin da mad ı İsmail Maşu k! Efend i'ye (ö. 1854-55), ard ından İsmail Maşu ki Efend i'ni n oğlu Şeyh M ustafa Sabri Efen d i'ye (ö. 8 Mayıs1888) geçti.
M ustafa Ahi'n i n kard eşi Şeyh Süleyman Safi Efen d i'nin ken d i da mad ı İsma il Maşuki d ışındaki halifeleri şu ki mselerd i (117:16):Ti ryaki Sa'id Aşki Efendi (Peyk Dede şeyhi), Ahmed Faiz Hu lusi Efend i (Mah keme başkati bid ir. Şeyhzadesi Mustafa Sabri'ye ço cu kluğu nd a vekalet eylem iştir), Şeyh Ali Efend i (Tra bzon'da şeh it edilm işti r.)
İsmail Maşuki Efen d i'n in H.1271[1854-55] tarihi n de vefatıyla posta oğlu Mustafa Sabri Efend i (Maşu kizad e) otu rdu (117:19,21):
Şeyh Mustafa Sabri Efendi (Maşukizade), dervişane harekette bulunur fu kara-i sabirinden bir güzel zat olup selef-i salihin isrine tabi, gül, kemer, tac-ı şerif işler idi. Mezburun terbiyesi Şeyh Kadri'den olup istihlaf edeceği zaman na-mizac olup cemiyette hazır ve musam mem olmamakla haber gönderir ki o mecliste ihtiyar olduğu halde hazır bulunan bi r şeyh tarafından bi'l-vekaJe giydirsin diye. Küçük Piyale şeyhi Halil Efendi'yi tensip ederler, giydirir. Ba dehu bunun dahi arası çok geçmez vefat edince icazesini dayısı bulunan Şeyh Havuçzade Haydarihane şeyhi Süleyman Efendi vermiştir. Na-mizac oldu ğundan Rumelikavağl'nda irtihal edip cenazesini istanbul 'a tekkesine nakil ile pederi yanma içeriye defn ederler: 26 Şaban 1305 - 25 Nisan [1304] pa zartesi [8 Mayıs 1888). Henüz kırk yaşında idi, gaybubeti hakikaten mucib-i eseftir.
Not: Hasköy'deki Abdüsselam Tekkesi şeyhi Mehmed Halid Efendi, Şeyh Mustafa Sabri Efendi'den müstahleftir.
Son şeyh, Mustafa Sabri Efendi'ni n küçü k ka rd eşi İsmail Ha kk ı Efend i ( Koray) id i. Ken d isi n i 20 Haziran 1888'de Hayd arihane Kadi rTTekkesi'n i n şeyhi olan dayısı Şeyh Havu ç (Süleyman Efend i) posta çekti, d uası n ı N u reddi n Tekke şeyhi Gali b Efendi yaptı. Revnakoğlu bu son şeyhi şöyle tarif eder (117:18,20):
Tekkenin son [şeyhi] bulunan Hakkı Efendi hakikaten aşık ve kemal sahibi bir insand ı; tam manasıyla ve bütün haliyle tekke şeyhiydi. Mehabetli, celadetli görünüşü, kuvvetli nazarları vardı; omuzuna dökülen örülü saçlarını tekke lerin seddinden sonra da ölünceye kadar kestirmedi ve teessüründen yıllarca
sokağa çtkmadı. Erzurum lu Şeyh İbrahim Efendi ile beraber bilhassa kıyam ism-i Hayy'ında Haki Baba'nın nutuklarından okuyarak beraberce mazhar vurmaları görülecek bir alemdi. Boş saatlerinde nevafil ibadetle meşgul olur, taç, kemer ve tığlı gül işlerdi; bunu Peyk Dede şeyhi Tiryaki Said Aşki Efendi halifelerinden Zakir Mehmed izzet Efendi'den öğrenmişti. 1935 Kanun-ı sani 31çarşamba günü göçtü, Züla li Çeşmesi'nin arkasında Erzurum Kadiriyye meşayih inden Meh med Ali Paşa'nın oğlu Mustafa Kemaleddin Efendi'nin ya nında yatıyor. Yeni harflerle yaztlı baş taşının üst kenarına Kadiri gülleri iş lenm iştir: "el-Fatiha - Kabakulak'ta Kadiri Tekkesi şeyhi İsmail Hakkı Koray burada medfundur. D. 1854, ö. 1935"
İsmail Hakkı I<oray'ın halifeleri şu kimselerdi (117:24): "Büyük oğlu Abdür rezzak Efendi, damadı merhum Zakir Ali Bey (Mehmed Ali Gerçek), kızkar deşinin oğlu Şemseddin Efendi, onun ağabeyi Nuri Efendi, Hafız Nuri Efen di (Eceabat müftüsüdür}, Şeyh Resmi Efendi (merhum Firuzağa'da Ayaspaşa Tekkesi'nin şeyhidir}, Mehmed Fikri Efendi (Çenezade Tekkesi'nin son şeyhi), Hafız İsmail Zühdü Efendi (Küçük oğlunun kayınpederidir; Rifa'iyye'den de müstah leftir)
Muhtesip İskender Ali Camii- Kabakulak Camii
l<abakulak Tekkesi haziresinin karşıtarafında Muhtesip İskender Ali Camii(Kabakulak Camii) ve Çeşmesı önündeyiz. (Hırka-i şerif Mahallesı.1520 ada, 6 parsel)
Revnakoğlu burasını 29 Mayıs 1953'te İstanbul Radyosu'nda saat 18'de bir rehber diliyle (105:126): "Muhtesip İskender Bey: Karşısındaki Kabakulak Caddesi'nden aşağı iniyoruz. Sokağın sonuna doğru solda ve Kadiriyye'den meşhur Kabakulak Tekkesi'nin karşısında "Ebü'l-Feth Sultan Muhammed Han hazretlerinin ihtisap ağası İskender Bey'in yeni tamir gören küçük camii.Kendisi de orada medfun. "Muhtesip İskender" isimli koca bir mahallesi, camii, çeşmesi var. Lakin halk buraya "Kabakulak Camii" diyor,çünkü Kabakulak Mustafa Ağa ism inde hayır sahibi,camiin yanına bir çeşme yaptırmış, adını da camiye bırakmış" şeklinde kısa bir ifadeyle anlatmıştı. Bir başka dosyas ında bu camii teferruatıyla ele alır (174:16-18):
Fatih'in ihlisap ağası (emniyet amiri) İskender Ali Ağa yaptırmıştır, "Muh tesip İskender Ali Bey" denilir. Hazirede kapıdan girince sağ tarafta ve orta kısımda yatıyor.Hadika'nın "Kabir taşında bir hançer resmolun muştur" diye yazması yanhştır.
Not: Bani İskender Bey'in mezarı eski tarzda, büyükçe mermer kapaklı olup baş ve ayak şahideleri gayetle kalın ve yuvarlaktır, ustuvane şeklinde başlıksız yapılmıştır. Her ikisinin de üzerinde hiçbir yazı ve resim yoktur. Binaenaleyh Hadika'nın bahsettiği hançer resmi, İskender AJi Bey'in mezarına ait olma yıp H.1016'da genç yaşında vefat eden Mehmed Bey'in dört köşeli, uzun baş şah idesindeki manzum kitabenin altında görülmektedir, kabzası ziynetli ve nakışlıdır, taşın mailen alt kenarına kabartma olarak resmolunmuştur. Top rağa yakın tarafta bulunduğundan son tamirde çıkan molozların altında kal mıştı. Bu defa eşeleyerek ortaya çıkardım. iskender Bey'in Fatih'ten müsaade
alarak Fatih Camii'nden artakalan enkaz ile bu mabedi yaptırdığı söylenilir. Kendisi fetihten yedi sene sonra göçmüştür. Nitekim Ömür Yoğurt'un sahibi Ali Bey'in hükumete müracaatı üzeri ne cümle kapısının yanında 5 metre boy ve 4 metre derinlikte bir kazı yapılmış, burada o devrin yapılarına ait bir hayl i muntazam kesme taşlar ve sütun parçaları çık mıştır. Yine bu arada taşlarla doldurulmuş 26 metre boyunda bir kör kuyuya rastlanılm ıştır.
Cami'-i şerifm ikinci defa yeniden yapılışında nakış meydana getirdiği söy lenilen ve taşında yazdığına göre Kayseri kazasından Tavlusu nlu Nakkaş Be kirci oğlu (belki Beygirci oğlu olmalı) Seyyid Mehmed Ağa, H.1251 tarihin de göçmüş, minarenin on metre kadar yanına gömülmüştür. H.1240'ta vefat eden yeğeni Ahmed Ağa da yanında yatmaktadır.
Yine m inare yanında görülen üstü ve etrafı açık sanduka şeklindeki iki meza rın f atih ordusu şehitlerinden olduğu rivayet edilir.
Mescid-i şerif, kapısı yanına bi r çeşme yaptıran Kabakulak Mehmed Mustafa Ağa'nın namıyla şöhret bulmuştur. Yerleşmiş halk rivayetlerine göre, Kabaku lak Mehmed Mustafa Ağa, Fatih'i n adamlarındandır, haberci olarak İskender Bey'in yanında çalışmıştJr, onun mesai arkadaşıdır. Pek mühim olan bu haber alma işinde ve Fatih'in hususi hizmetinde daima kulak kabarttığını telmih maksadıyla kendisi ne "Kabakulak" denilmiştir, hastalıkla ilgisi olduğundan değil.
H.1020'de Balat kapısından çıkan ve üç gün üç gece süren büyük yangında tamamıyla yandıktan sonra o vaktin kethüda katibi Halil Efendi tarafından yeniden yaptırılm ış ve minber kondurularak cami haline getiril miştir, ma hallesi vardır.
l943'teki ikinci dünya harbi içinde İstanbul'un birçok camileri arasında bura sı da Ofis'in un ambarı olarak kullanılmıştı, iki sene sürdü.
Revnakoğlu bu caminin haziresinde yatanları da tesbit eder(174:20-21):
Hadika'nm ya nlış olarak İskender Bey'in kabri diye gösterdiği Mehmed Bey'in mezarı: "Şahidesizdir, sanduka kaidesi şeklinde yapılmıştır. Kitabe baş tarafta. önde, nesih yazı ile üç sıra üzerine yazılmıştır. Enine boyuna m istarlı olup her m ısra ayrıca mistar içine alınmıştır.Kelimelerin birkaçı ve bazı harf leri istihdam sıfatına göre ve pek ustaca tertip edilmiştir, devrinin güzel yazı larından sayılır. Hazirenin son defa mahalle halkınca tanzimi sırasında kitabe taşının yerinden oynatılarak şuraya bu raya rast gele yere konulup kaldmJma sından beşinci mısra yazısı kırılmıştır. Parçaları bulunamadığından okuna mayacak haldedir. Kitabenin kalan kısmı şudur:
Doğdu rılılet şemsi çün merhum Muhammed başma Yazın altın hallile tarihi kabri taşma
Cihan-ı bi-vefdnm gör cefasın Yine bir matem etti halka peyda
Muhammed hem ... şeyh Beka iklimine azm etti tenha
Yolundu dideden olgevlıer-i pak Sanasın iıfitdb-ı alem-artı.
Yanıp ndr-ıfirdka vtilideyni Piir oldu alı LL hasretle ehibbiı
Kam ol nev-reside nur-ı dide Kanı ey şah ol server dil-ara
Kodu çün raht u bahtın bu cihanm Onun nur ede kabrin Hak taala
Kamu ma'sı'lmların ol meflıariydi İlahi merkadin kıl cennet-asli
Yazıp diiL kulun ol demde tarih
Dedi ralımet kıla canına Mevla. 1016.
ElbistanlıTaftafzade Ali
Avni Efendi Hoca (174:544)
Çeşmeyi yaptıran Murad Ağa'nın kabri (174:22-23): Çift şahideli, us tuvaneli, başlıksız, mermer kapaklı, mermer kaideli, muntazam, sağ lam bir mezardır. Hazirenin en göze çarpan yerindedir. Son tami rde avlu duvarının caddeye bakan yüzünde açtırılan yeni hacet pence resinin önüne rastlamaktadı r, fakat bu zatın önünde yeniden tamir gören beton mezarın Kabakulak'a ait sanılması tamamıyla yanlış tır. Hacı Murad Ağa ismiyle bilinen bu zat, Darüssaade ağası Meh med Ağa Cami'-i şerifinin tekkeye açılan kapısı karşısında ve Meh- med Ağa Tekkesi'nin üstünde bir katlı, merdivenli yüksek ahşap evde
otururdu. Bu mahallenin eskilerinden bul unuyordu. Kendisinden sonra ve fat eden ailesi, kızları, çocukları hepsi bu hazirede pencere önünde defne dilmişti r: Muntazam mermer pehleli, şahideli, başlıksız, yuvarlak, uzunca, mistarlı mermer taş, güzel bir sülüsledir: "Hüve'l-Baki - Fi'l-asl Vidin aha lisinden olup bazı taşra memuriyetlerinde istihdam olunarak bir müddetten beri Der-i aliyye'de tavattun etmiş ve bu cami'-i şerif ile çeşmenin inşa ve ihyasına muvaffak olmuş olan hanedan ve muhibb-i ulema vü dervişan mer hum ve magflır el-muhtac Ha rahmeti rabbihi'l -gafür el-Hac Murad Ağa'nın rühıyıçun fatiha, Zilkade 1259"
Kabakulak Cami'-i şerifi haziresinde, 18 cm kalınlığında, başlıksız, aşağıya doğru incelm iş, ortadan kırık ve ayrı, mistarlı cesim mermer taş (174:22):
el-Biıkf
Gül-i ser.sebz-i nalıl-i devha-i al-i Beni Haşim M üderris zü'l-haseb Mazenderanizdde'yi Mevla
Giilistiın-ı cemale da'vet etti diır-ıfaniden Deni dünyaya alf zatın onun görmedi ahra
Geçirdi ömrünü ahkam-ı şer'-i cedd-i pakinde Şefa'at-hahı şer'-i Hazret-i Şiiri' olaferda
Nüzül edip semadan birfirişte dedi tarihin
Bekada Seyyid Abdülbtiki 'yerahmet ede Mevla, 1165.
Yerde, ortadan kırık ve ayrı, başında Kadiri tac-ı şerifi, dar yüzlü, mistarlı mermer taş (174:22): Merhum ve magflırun leh, ta rik-i Kadiri'den mukte-
da-i salikin Kabakulak şeyhi Ali el-Kadri kuddise sırruhu hazretlerinin ruh-ı şeriflerine rızaen lillahi taala el-fatiha, Recep 1243"
Revnakoğlu notlarını kaleme aldığısırada Muhtesip İskender Camii'nin imam ve hatibi ElbistanlıAliAvni Efendi Hoca'ydı (174:318-10):
Elbistanlı Ali Avni Efendi Hoca (Taftafzade): Doğumu H.1298. Memleketin de ibadetle meşgul olan Hacı Mustafa Efendi'nin oğludur. Hacı Mustafa Efen di 1325 yılında Sivas'ta eşkıya baskınına uğrayarak şehit edilmiştir.
İbtidai, rüşdi tahsilini mem leketinde yaptıktan sonra İstanbul'a gelmiş, eski İstanbul müftüsü Mehmed Fehmi Efendi'den icazetname almıştır. Daha son ra SüJeyma n iye Medresesi'ne girmiş, oradan da Maraş Darülhilafesi müder risliğine tayin edilmişse de gitmediğinden müstafi sayılmıştı. Sonra İstan bul'da sebze halinde Salih Ağa Cami'-i şerifinin imam ve hatibi olmuş, cami yanınca Karagümrük'te Muhtesip İskender - Kabakulak Cami'-i şerifi imam ve hatipliğine gönderilmişti. 1341 yılından beri buradadır. Pek sevimli, müba rek bir zattır, tecerrüt alemindedir.
Tahta Minare Tekkesi
Eski Ali Paşa Caddesi'nden inerken solda Ahşap
Minare Sokağı'na giriyoruz, sol başta şimdi üzerinde 31 numaralı Nur Apartmanı bulunan Tahta Minare Tekkesi önündeyiz. (Hırka-i şerif Mahallesı,1528 ada, 42 parsel)
Burada (174:52-54) daha önce Şeyh Muslihuddin-i Tavll-i Kocavi'nin yaptırdığıve kaynaklarda "Apardı Kocavl Mescidi" ve "Tahta Minare Mescidi" diye geçen bir mabet vardı. Tahta Minare Mescidi yandıktan bir müddet sonra buranın imamı bulunan Hattat Şeyh Mehmed Salih Efendi tarafından arsası üzerine bu defa 1276'da [1859- 60] Rifa'i dergahı yapıldı.
Mahmud Cemaleddin Efendi'nin damadı,tevh dhane ile Şeyh Salih ve oğlu ve AliRıza Efendi'nin, validesi Feride Hanım'ınve Feride Hanım'ın kapıyoldaşı Hacı Hanım'ın mezarlarının bulunduğu türbeli bahçe tekkelerin seddinden sonra Evkaf'tan satın almış, tevhldhane kısmını 1942'de ev halinegetirmiş,türbenin yerini de çiçekli çimenli güzel bir bahçe şeklinde tanzim etmişti. Damadınvefatıyla varisler tekkeden kalan kısmı ve türbeyi tamamıyla kaldırıp yerine başta kaydettiğimiz iki köşeli kocaman apartman yaptılar(1963)
Revnakoğlu önce mescit ve tekkenin kısa birtarihineyer verir (174:52-54):
Tahta Minare Tekkesi, "Ahşap Minare" de denilir, aslı "Tahta Minareli"dir. Aslında mescit olarak yaptmlımştl. Eski kayda göre Hırka-i şerif kurbünde, Akseki Mahallesi'nde, yeni teşkilata göre Kabakulak - Muhtesip lskender Ma hallesi'nde ait buJunmaktadır. Banisi Şeyh Muslihuddin Tavil, Kocavi yani Kocaelili - İzmitlidir. Bu zatın oğlu Mehmed Muhyiddin Efendi'dir ki "Şeyh zade Meh med Efendi" diye bilin ir, Kadı Beyzavi tefsiri üzeri ne gayet mute ber bi r haşiyesi vardır. H.95 l'de göçmüştür. Hoca Hayreddin Mahallesi'nde Fevzi Paşa Caddesi açılırken yola giden Fındıkoğlu Cami'-i şerifi nin haıire sinde yatıyordu, artakalan kemikl eriyle Edirnekapı ha rici ne, Ha lebi civarına naklolun muştur.
Tah ta Minare Mescid i yandıktan bir m üdd et sonra buranın imamı bulunan Hattat Şeyh Mehmed Salih (babası İbrahim) Efendi tarafından arsası üzerine bu defa dergah-ı Rifa'i olarak H.1276'da yeniden ihya edilm iştir.
Şeyh Salih Efendi, Karagümrüklüdür, H.1203'te burada dünyaya gelmiştir. Şehzadebaşı'nda İbrahim Paşa Medresesi'nd e okumuş, icazet almış, Şehzade Cam i'-i şerifine müderris tayin edilmiştir. Salat-ı KenuWyye şarihi Üsküdari Şeyh Mehmed Nuri Efendi'nin halifelerinden ve meşhur Hattat Rakım'ın ağa beyi İsmail Zühdü'nün çıraklarındandır."Şems" mahla slı ilahileri vardı r:
Hazin-i kenz-i dekayık bize Rifa 'ilerderler Vôkıf-ı remz-i hakiıyık bize Rifiı 'iler derler Şemsiya varis-i nakd-i ulimı-ı evliyayız biz Be11dc-i itl-i abayıı bize Rifa'iler derler
Tekkenin taamiyesi olmadığından Kel5m-ı kadim yazmakla geçinir ve fukara doyururmuş. İstanbul Rifa'i dergahlarında mihrap üstündeki ism-i pirlerle bazı evrad-ı şerifler onun sanatlı kaleminden çtkmıştır. 1296 Şevval inde göç müştür, tekkenin türbesinde yatar.
Kendisinden sonra şeyh olan oğlu Zakirbaşı ve Bestekar Ali Rıza Efendi de musi kimize hizmet etmiş değerli şahsiyetlerden biridir. Kubbe şeyhi Molla Bey'den hilafet almış ve Zekai Dedeefendi'den yetişmiştir. Notayı pek iyi bil memekle beraber iyi bir hanende, iyi bir kıyam zakiriydi. Şeyh Rıza Efen di'nin bestelenmiş şiir ve ilahileri evvelce tekkelerde okunurdu. 8 Muahrrem 132l'de veremden öldü, tekkede babasımn yanında yatıyor.
Tevhidhanesi yıkılan tekkenin bir kısmı 1942'den beri ev haline getirilmiş bulunuyor.
Zamanın büyük alimlerinden pek kıymettar müteaddit tel iflerin sahibi bu lunan maruf Şeyhülislam Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi bu der gah-ı şerifin karşısındaki evde doğmuş, tahsil zamanındaki gençliğini burada geçirmiştir.
Not: Müstakimzade şeyhü lislam olmad ığı halde Revnakoğlu her nedense bu şahsiyeti dosyala rı nda "şeyhü lislam" gösterir!
Bu tekkenin "Şems" ma hlasıyla ilahileri olan ilk şeyhi Karagü mrüklü Şeyh Salih Efendi, 1788-89'da bu rada dünyaya gelmiş, Şehzadebaşı'nda İ bra hi m Paşa Med resesi'nde oku m uş, icazet almış, Şehzadebaşı Camii'ne müderris tayin edilmişti. Kend isi Salôt-ı Kemôliyye şarihi Üsküda rlı Şeyh Ma h m ud N uri Efendi'ni n başta gelen halifesiyd i. Şeyhimiz meşh u r Hattat Ra kım'ın ağabeyi İsmail Zü hd ü'n ü n çı ra klarındand ı r..
Tekkesi ni n Evkaf'ta n yemek ödeneği olmad ığı ndan Şeyh Salih Efendi Ku r'an yazmakla geçinir, bu n unla fuka ray ı doyu rurm uş. İsta n bu l Rifa'idergahları nın çoğu n u n mih rap üstü ndek i pir isim leriyle bazı evrad-ı şerifle r onu n kalemind en çıkmıştı r (111:4,104-105):
Hattat Şeyh Mehmed Salih Efendi b. İbrahim: Mumaileyh mescid-i mezbı1- run imamı olmak müna sebetiyle 1276'da tarik-i Rifü'iyye'ye meşrut olmak üzere üç bin kuruş nukud-ı mevklıfe ile bir vakfiye tanzim edip tevliyet ve meşihati batnen ba'de-batnin evlat ve evlad-ı evladının zükuruna şart eyle miştir; evkaf inkırazından sonra hulefasının erşedine meşruttur.
Üsküdari Çarşamba Tekkesi denmekle maruf, Debbağlar Mahallesi'ndeki zaviyenin postnişini Şeyh Mehmed Nuri Efendi'nin (Salal-ı Kemaliyye şari-
hi) baş halifesidir. Hayatında hiç kimseye hilafet veremedi. 1296 Şevvalinde [1879] vefat ile tekkede medfundur.
Hafız Osman kudretinde nesih yazardı. Kubbe şeyhi Molla Bey meşk etmiştir. Cenazesinde Darülelhan'dan bir heyet gelmişti. Sultan Mecid zamanında ira de ile İstanbul meşayihinin taçları ile sokakta gezmesini men etmiş. Bu saçla Şeyh Salih Efendi taçla gezermiş. Sultan Mecid Hırka-i şerif Cami'-i şerifinin resm-i küşadına cuma namazına gelmiş, kendi mahfili nde Şeyh Salih Efen di'yi taçla görünce mabeyincisine hemen irade eylemiş, "Bu şeyh efendiye gidiniz, taçla gezilmeyeceğini ihtar ediniz" demiş. Mabeyinci iradeyi tebliğ ettiği an cevaben "Bu başımdaki tacı Üsküdar'da Debbağlar şeyhi Şeyh Nuri Efendi giydirdi, ancak o çıkarabilir!" demiş. Ve bu ısrarı üzeri ne yalnız bu za tın taçla gezmesine hususi olarak müsaade edilm iş.
Ve bu zatı Sultan Mecid, Yenikapı Mevlevi şeyhi Osman Salahüddin Efen di'den tezkiye ettirmiş. Hazret-i şeyh mutasavvifinden bulunduğundan ve bazı bakmış olduğu kitaplarda halledemediği mesaili Salih Efendi'nin kend i sinden sorarmış ve istifade edermiş.
Salih Efendi esasen Şehzade Medresesi talebesinden imiş. Arkadaşları Deb bağlar şeyhi Nuri Efendi'ye müntesip imiş. Bir gün Şeyh Salih Efendi'ye bera ber gitmelerini ve şeyhlerinin ilminden, kemalinden bahsetmişler, kendisi de ilme, maarife gayet hahişger olduğundan şiddetle arzu etmiş. Gece mukabe lesine girildiği zaman yatsı namazında Şeyh Nuri Efendi, Salih Efendi'yi kis ve-i ilmiye ile gördüğünden mihraba ve imameti teklif ve tevcih buyurmuşlar. Salih Efendi de evvelce memleketinde tanınmış bir hafız hem de hattat ol duğundan gayet güzel bir tilavet kasdıyla mihraba geçmiş ve Nuri Efendi'nin bir tasarruf-ı seniyyesiyle bildiğini de unutarak mihraptan çekilmeye mecbur kalmış ve imameti Şeyh Nuri Efendi'ye bırakmıştır. Ba'de'l-mukabele ahbapla sohbet esnasında dervişliğin kibir ve azamet ve gururdan çektiği meşakkat hakkında bazı latif sözlerle bir daha yapmamasını zımnen anlatmış ve haz ret-i şeyhe derhal intisap ederek tarik-i Rifa'iyye'ni n ricalinden olmasına mu cip olmuştur.
Vekili buluna n Üsküdar Debbağlar şeyhi Küçük Tevfik Efendi de posta çek miştir. Ne yazık ki içkiden teverrümen vefat etti.
Şeyh Salih Efendi Eylül-E kim 1879'da göçtü,tekkenin haziresinde tü rbed e yatıyord u.
Tekkede Şeyh Salih Efend i'den sonra bestekar olan oğlu Ali R ıza Efend i'yi görüyo ruz. An nesi Sultan V.M u rad'ı n dadısı Feride Han ı m'd ı. Musi kid e Zekai Dede'den ve Bolahen k Mehmed N u ri Bey'den yetişmiş, Ku bbe Dergah ı şeyhi Molla Bey'd en de h ilafet almış ola n Ali Rıza Efend i devrin meşh u r hanende ve kıyam zakirler indend i, bestelediği ilahileri tekkelerde oku n u rdu. Nota bilmemekle beraber iyi bi r hanende, iyi bir zaki rdi. Musikideki malümatı Muallim İsmail Hakkı'dan takd i r görmüş, halifesi
olduğu Kubbe Dergahı'nda ve Müftü Hamamı Tekkesi'nde birçok seneler zakirbaşılık yapmıştı (111:106-107):
Bestekar Rıza Efendi merhum, Tahta Minare şeyhi Hattat Saüh Efendi'nin oğludur. Validesi Feride Hanım, Sultan 5. Murad'ın dadısı idi. Kendisi Bağ dat, Halep mektupçuluğundan mazuldür ve Zekai Dede'nin çıraklarından idi. Ayrıca Tophane-i amire mümeyyizlerinden meşhur BoJahenk Mehmed Nuri Bey'in de (vefatı 1328, Fatih haziresinde yatıyor) derslerine devam etmiştir. Zakirliğe başlaması Hüsrev Paşa Tekkesi'nin zakirbaşısı Hakkak Mehmed Efendi'nin peyrevliğini yapmak ve ondan da ayrıca istifade etmek suretiyle olmuştur.Nota bilmemekle beraber iyi bir hanende, iyi zakir, bilhassa kıyami zakirbaşılığı fevkalade idi. Halifelerinden bulunduğu Kubbe Dergah ı'nda ve Müftü Hamamı'nda birçok seneler bilhassa şeyhi Molla Bey zamanında gayet muvaffakiyetli olarak zakirbaşılığı vardır, hele kıyam tevhid-i şerifindeki mü nacatta kısm etmesi fevkalade hususiyeti haizdi. Musikideki malumatı , üsta dane kudreti, zamanının pek maruf salahiyetlerinden olan Ser-hanende-i Haz ret-i Şehriyari Bestekar İsmail Hakkı merhumun takdirlerini mucip olmuştu.
Edebiyata da i ntisabı vardı, güzel şiirler yazardı. Bestelediği şiirlerden bazıla rının güftesi kend isinindir.
Rast makamında "Zümre-i hılban içinde pek beğendim ben seni"şarkısı Şeyh Rıza Efendi'nin eseri sanılmakta ise de bu şarkı kendisinin değildir, Üsküdarlı "Dan beni" tabir olunan diğer Rıza Bey'in de olmayıp Beşiktaşlı Kemani Rıza Efendi'nindir. Bu lakap bu zata bir şarkısındaki "Aman canımdan beni" naka ratından kalmıştır.
Curcuna usulünde ve karcığardan eski bir şarkı olan "Aman canımdan be ninnin nakaratı şöyledir: "Siliya kurtar bu sevdadan beni - Aman canımdan beni:' Kemani Beşiktaşlı Rıza Efendi'nin "Zümre-i huban içinde" şarkısından başka tahirbuseHk peşrevi ve saz semaisi de meşhurdur.
Şeyh Rıza Efendi bazen kendi tekkesinde, çok defa da şimdiki Beş Kardeşler ziyaretinin yanındaki (hala küçücük arsadır) Hasan Ağa'nın kahvesinde sem tin gençlerine meşk ederdi.
Kendisinden meşk edenler: Merhum Muallim İzzeddin Hümayi Bey (bes tekar). Karagürnrüklü Burunsuz Hanende Hakkı Bey merhum (Nuredd in Asitanesi dervişlerinden ve zakir peyreviydi), meşhur Mersiyehan Fethiyeli Nezihi Bey (mevlid de okurdu). eski Balkan Gazetesi'nin sahibi Avukat Ed hem Ruhi Bey (kanun çalardı; Draman şeyhi Şerefüddin Efendi'nin dervişi idi ve Draman Çeşmesi'nin karşısında otururdu), Rüsumat memurlarından Kanuni Cemil Bey, Harbiye Nezareti ketebesinden yine Kanuni Cemil Bey (Karagümrüklüdür), Defterhane ketebesinden Karagümrüklü Udi Hayri Bey, ketebeden Karagümrüklü Udi Akıl Bey.
Şeyh R ıza Efendi'nin vefatından sonra tekke tami r görmüştür.
1903'te çok içtiği için veremden öldü, tekkede babasının ya nına defnedildi. Revna koğlu,kendisini şöyle tasvir eder(111:105-106):
Rıza Efendi orta boylu, yakışıklı, şişmanca, göbekl i bir zat idi. Entari üzeri ne aba giyerdi. Siyah redingot, çubuklu pantolon giyerdi; ruga n çekme potin giyerdi, yalruz mukabele günü tekkede bir beyaz arakiye üzeri ne siyah sarar dı. Kıyamda elini bükerek içine sokardı. Gümrük neza reti mektupçuluğunda bul unmuştu, Halep'te mektupçuluğu vardı Süleyman Nazif'in valiliği zama nında . Pek zarif bir zattı. Hafif aksaktı, ipek püsküllü, ka lıpsız Aziziye fesi giyerd i. Sivri sakallı, çelebi yapılı, zarif, müeddep bir insandı. Dışarıda sivil gezer Ta nzimat ricaline mahsus olan şekilde...
Revnakoğlu, Salih Efendi'nin vefatında Ali Rıza Efendi henüz çocuk olduğundan cereyan eden vekaletleri ve Ali Rıza Efendi'nin defninde vuku bulan hadiseyi de nakleder (111:100):
Rıza Efendi'nin çocukluğunda kendisine Üsküdar Debbağlar şeyhi Küçük Tevfik Efendi (TevfLk Şuai Efendi} ile Said Çavuş Tekkesi şeyhi Ata Hüseyin Efendi sırasıyla niyabet etmişlerdir. Şeyh Rıza Efendi'ni n vefatında Şeyh Ata Efendi sağ imiş. Rıza Efendi'nin cenazesi tekkesine gömüleceği zaman "Bu rası esasında camidir, olmaz!" diye kil ü kal edenler olmuş, fena halde Ata Efendi sinirlenmiş, kimseye benzemeyen kuvvet ü bazusunu burada bilhassa kullanarak tekkenin kapısı önünde ve halkın önünde duran tabutu tek eliyle alıp tekkeden içeriye sokmuş ve kabrinin içine yine kendi eliyle indirmiştir. Böyle görülmemiş bir adammış bu erenler!
İkdam'ın 8 Muharrem 1321(6 Nisan 1903) tarihlinüshasında Rıza Bey'inölüm haberi yer almıştı(111:5):"Karagümrük'te kain Tahta Minare Oergah-ışerifi seccade-nişini
ta r kat- ıaliyye- iRifü'iyye'den Şeyh Rıza Efendi dünkü gün "irci' " emr-icelline leb beyk-zen-iicabet olmuştur. Merhumun naaşıbugün kaldırılara k tevd '-i rahmet-i Rahman kılınacaktır.Müşarünileyh ilim ve fazlsahibi,fenn-imusikide üstad-ıkamil bir zat bulunduğundan vefatı mGcib-i teessüftür. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vasiaten:·
Tahta Minare Tekkesi'nin son şeyhi Adliye hademesinden Eğrikapılı Osma n Nuri Efendi'nin oğlu Şeyh Mahmud Cemaleddin Efendi'dir (111:101-103):
Şeyh Mahmud Cemaleddin Efendi, Adliye hademesinden Eğrikapılı Osman Nuri Efendi'n in oğludur. Tekken in son şeyhi idi; M üftü Ha mamı şeyhi Ra şid Efendi'den istihlaf edilmiştir. Mayıs 1279 (Zilkade) tari hinde Eğrikapı'd::ı Avcı Bey Mahallesi'ndeki baba evinde doğdu, rüşdiyede okudu. "Ayva Göbek Cemal Bey" derlerdi. Rüşdiyeden sonra bir müddet cami dersleri gördü. Ba-
lıkhane nezaretine mülazemeten (stajyer olarak) devam etti. 29 Kanun-ı ev vel 1299 (Aralık) tarihinde 30 kuruş maaşla ve imtihanla Kınalıada Rüsum- ı sitte memurluğuna geçti sonra Düyun-ı Umum iye sayd-ı mahi katipliğinde bulundu 1315'te Eyüp Sulh Mahkemesi katipliğine geçerek uzun yıllar bu va zifede kaldı. Dergahlar ın seddinden biraz sonra 1926 Eylülünde göçtü. Edir nekapı Şehitliği'nin karşısında yatıyor, taş istemedi.
Ketebeden, terbiyeli, efendi bir insandı. Zikir esnasında bilhassı:.ı evrad-ı şerif okunurken salat ve selam sırasında gözlerinden yaş dökerdi. Beli ağrılıklı ol duğu için kıyam zikrini n idaresini daima misafir şeyhlere bırakırdı.
Revnakoğlu, Cemaleddin Efendi'nin halifesi Sakallı Rıza'ya dosyalarında yer verir
(111:101-102):
Rıza Bey (Sakallı), Evkaf ketebesinden Molla Aşkili Tahsin Efendi'nin oğlu dur. Muallim İsmail Hakkı Bey'in kayınbiraderiyd i. ''Mehterbaşı Sakallı Rıza Bey" derlerdi. Seferberlikte Ferik Muhtar Paşa'mn Askeri Müze'de mehter teşkilatında mehterbaşı olmuştu. Eniştesi Eyüplü Ali Rıza Bey de yanında muavin ve halilezen idi. Emin Dede, Neyzen Tevfik, Zekaizade Münir Bey, Şevket Gavsi, Darüşşafakalı Halid Bey, Nısfiyezen İhsan Bey bu heyette bu lundular. Rıza Bey ney de üflerdi ve bunu Bahariye şeyhi Hüseyin Fahred din Dede Efend i'den öğrenmişti. Mehterde okunan besteleri de vardı. Bu Rıza Bey umumi harbin sonunda terhis edildikten sonra Merdivenköy Bek taşi Tekkesi'ne girerek Hacı Ahmed Burhaneddin Baba'dan nasiplendi ve bir müddet sonra baba oldu, o civarda meydan açtı.
Aşağıdaki mektup, Şeyh Cemaleddin Efendi'nin kaynından Revnaoğlu'nun bu tekke üzerinde çalışırken talep ettiği malumatın bir kısmını içerir (111:93):
T.C.
M. M. V.
Üss. Bah. K. Fırınlar Memurluğu Muhterem Ağabeyim,
Gölcük 2-1-1943
1-1-1943 tarihli afıyetnamenizi aldım, çok memnun oldum. Sarı vapuruy la gittiğini ve ekmek karnelerini aldığınızı yazıyorsunuz. Bu meyanda tabii Mükerrem'in ekmek kartı da alınmıştır Ekmek senedinin fırın müdüriyeti ne gönderildiğini zannedersem size bildirmiş idim. Allah kimseye muhtaç etmesi n. Bir ekmek bile fazla göndermemeye herifçi oğlu yemin etti galiba! Ettiği ile kalsın.
Türk Tarih Kurumu azasından Cemaleddin Server Bey'in topladığı malumat meyanında bazı şeyler beni de düşündürdü, o da Rıza Bey, eniştemden hilafet aldı mı almadı mı? (Kenar not: Enişteleri son şeyh Cemaleddin Efendi mer-
humdur} Doğrusu ya ben bunamışım yahut da unutkan olmuşum. Bu mese leyi Mükerrem hatırlar, ben Rıza Bey'e hilafet verdiğini hiç hatırlam ıyorum.
Türbede medfun olan Şeyh Rlza Efendi, en iştemin meşihat uhdesine tevcih edildiği 32 senesinden ancak 6 ay evvel vefat etmiş olduğunu söylemişlerdi. Şeyh Rıza Efendi'nin hiç halifesi yokmuş. Feride Hanım tevcih tarihinden pek az yani pek pek bir sene sonra vefat etti. Diğer medfun olan kadın Hace Ha nım namıyla anılan bir kadın olduğunu işittim.
Rıza Bey yani pir efendinin damadı zannediyorsam Beykoz'da vefat etti, ama tarihini tahmin edemiyorum.
Dergahın zakirleri evvela Balat imamı Hafız Hasan Efendi zakirbaşıl ık, Mü ezzin Arif Efendi peyrev ve daha sonra meşhur Zakir Yaşar Efendi zakirbaşı
ve Arap Hacı Ahmed peyrevlik ettiler ve cümlesi de vefat etmişlerdir, vefat tarihlerini hatırlam ıyorum .
Eniştem merhumun vefatı tarihinde 5 Eylül 1926 olduğunu kuvvetle tahmin ediyorum.
Başka malumatım olmadığını arz ederken sizi n ve ablamın ellerinden öper, Mükerrem ve doktorun gözlerinden öperim.
Vedaa, Mehpare, Nermin, Sevim cümleten ellerinizden öperler. Hüseyin Efendi'ye, Nedime Hanım'a vesair bizi soranlara selamlarımızın iblağını rica eder, saygılarımı sunarım efendim.
Biraderiniz.
lstanb ul'un Bazı Musikişinas Şeyhleri
Tanbur Çalan Şeyhler:
Şeyh İbrahim Şuauddin Efendi
Silivrikapı'da Seyyid Seyfullah Tekkesi ile Zeytinburnu'ndaki Seyyid Nizam Tekkesi'nin son postnişini,Şuaüddin Efendi'ydi. 1918'de vefat eden şeyhin soyu,Seyyid Seyfulla h'ın kızı İsmihan Hatun'a dayanıyordu. Hekimoğlu Ali Paşa'nın sadrazaml ığızamanında Yedikule'ye dayanan büyük bir yangında yanmış olan Silivrikapı'da tekkede şeyhlik kağıt üzerinden
yürürken esas faaliyet Zeytinburnu'ndaki Seyyid Nizam Tekkesi'ndeydi.Burası Halveti ik'in Sinananiyye şubesine bağlıydı.Son şeyhi ney üflüyor,tanbur çalıyordu...(282:24-26):
Seyyid Nizam Tekkesi'nin son şeyhi İbrahim Şu:iuddin Efendi, Seyyid Ali Efendi'nin
ikinci oğludur. Nizameddin, Talat ve Lutfi isimlerinde diğer üç oğlu askerük mesleği nde bulundukları için ağabeyleri Şeyh Şua' Efendi'ye kasr-ı yed etmişlerdir.Hatice isimli bir de hemşireleri vardı. Şeyh Şua' Efendi derler. Seyyid Nizam oğlu Seyyid Seyfullah'ın kızı İ srnihan Sulta n'ın torunla rındandı r.
Tahsil terbiye görmüş münevver bir insan olan Şeyh Şua' Efendi, Üsküdar Valide şeyhi
Mahmud Celaleddin Efendi'den oku muş, Şehri Ahmed Efendi'den icazetname almıştı. Birkaç dil bilirdi. Ayrıca musikişinastı, tanbur çalar, ney üfler, def eünde fasıl idare ederdi. Sultan Aziz'in ney muallimi Neyzen Al i Dede'den
ney meşk elmiş, nota öğrenmişti. Yenikapı
Mevlevihanesi şeyhi Celaleddin Efendi ile karşılıklı tanbur çalardı.
Gençliğinde pehlivanlık da etmişti, sırtı yere gelmemişti. Yeni Postahane muhabere
memurluğundan emekliye ayrıldıktan sonra kendisini tekkeye ve bahçeye verdi. Tekkeye gelenler için sebze, meyve, fidan yetiştiriyord u, bundan
dolayı "Bahçıvan Şeyh" de derlerdi. Fukaraya,
misafirlere kendi eliyle hazırladığı et suyu çorba ile reçel, aşure ikram etmesi en büyük zevkiydi. Sazdan sözden anlayanlara yine ikram olsun diye saz çalar, gönüllerini hoş etmeye çalışırdı.
Mukabele günleri mutfağa girer, sekiz on sofralık yemekleri kendisi pişirirdi, çok da lezzetli ve ustalıklı yapardı. Uzun boylu, şişmanca, ki.unral sakallı, ela gözlü, temizliğe düşkün, yakışıklı, kibar bir insandı.
Hülasa Evrenoszade Sami Bey merhumun söylediği gibi Şua' Efendi her haliyle "bir şu'le-i aşk-ı ilahi" idi. 8 Recep 1333 - 28 Nisan 1332 Perşembegünü 66 yaşındayken vefat eyledi.
Tekkenin haziresinde yatıyor, taşı yoktur.Seyyid Cafer Bey, Doktor İhya Saühve Burhan Cahid merhumlar, Şeyh Şua'Efendi'ye damat olmuşlardı.
Şeyh Süleyman Abdülhalim Efendi
Kozyatağı'nda Abdülhalim Efendi Camii,
RiJa'iyye'nin Ulvaniyye koluna bağlıbir tekkeydi. Abdülhalim Efendi, kendi cebinden yaptırdığı tekkenin de ilk şeyhiydi. Suphi Ezgi'nin de musiki hocası olan Hatim Efendi neyde, bilhassa tanburda eşşizdi (212:214-16,42-48):
Kozyatağı Tekkesi şeyhi Süleyman Abdülhalim Efendi, "Şeyh Halim Efendi" derler.Şehremini'de Odabaşı Rifiı'i Tekkesi şeyhi Ankaralı Haa Abdullah Vehbi Efendi'nin halifesidir. Bu tekkeyi kendi cebinden yaptırmış ve ölünceye kadar burada şeyhlik elmiştir. Babası Mehmed Tahir Ağa, Sultan il. Mahmud'un hamlacılanndan (kayık kürekçisi) olduğu için Şeyh Halim Efendi'ye "HamJacızade" ismide verilmişti.
19. asrın çok değerlj tanbur çal:ın ve ney üfleyenlerinden biri olan Şeyh Halim Efendi bilhassa bu ikisazda büyük kudret göstermiş ve çok talebe yetiştirmiştir.Yenikap ı Mevlevlhanesi postnişini Celal Etcndi, aynı Mevlevihanenin neyzenbaşısı
Topal Cemal Dede, Bestekar Doktor Suphi Bey, Şeyh Halim Efendi'nin yetiştirdiği kıymetlerin başında gelen simalar arasındadır.
Eyüp Bahariye Mevlevihanesi şeyhi Neyzen Hüseyin Fahreddin Dedeefendi de Yusuf Paşa'dan
önce Şeyh Halim Efendi'den ney meşk.ine başlamış, sonra Halim Efencli'nin tavsiyesiyle Yusuf Paşaya gitmişti. Tulıfetii'r-Rifd'iyye adında seyr ü sülfıka dair yazma bir eseıi kendisinden sonra muhafaza edilemediğinden kaybolmuştur.
Abdülhalim Efendi ney üflemeye başlaması Kulekapı Mevlevihanesi neyzenlerinden Deli İsmail Dede'dendir. İsmail Dede, Kudretullah Efendi'nin babasmın dervişlerindendi Tanbur hocası da Ortaköylü isak'ın (Tll. ScUm'in tanbur hocası olan İsak, sonradanifai.da ederek "Zeki Mehmed Ağa"
ismini aldı) çıraklarından Cevahirci Oskiyan Usta'ydı. Daha önce piyasada çalanlardan Yanko isimli bir tanburiden esasiı şekilde çalışarak meşk etmiş ise de esaslı şekilde çalışarak istidadm ı ilerletmesi, bilhassa tanburun klasik tavnnı öğrenmesi Oskiyan Usta'nın derslerine devam etmek suretiyle olmuştur.
Bir gün Kuınkapı Nişancısı'nda devam ettiği kahvede ney ile beyati bir taksim yapıp da İsak'ın beyati peşrevini çalarken karşısında yaşlı bir zatın (doksanı geçmiş bir yaştaynuş) elleriyle
usul vurmakta olduğu gözüne çarpmıştır. Yaşlı ve kapalı gözleriyle usul vuran ozatın Usta Oskiyan olduğunu öğrenince derakap yanımı gitmiş, musikiye aşkından, kendisine hizmetinden bahsederek kendi evine getirmeye kadar muvaffak olmuştur. Bundan sonra Yanko'dan öğrendiği o eski çalışı tamamıyla bırakıp o çalışa benzemeyen yepyeni, mükemmel metodu, gayet nefis bır çalmayı Oskiyan'dan birkaç sene içinde öğrenmiş, sonra da bu Oskiyan Usta'nın çırakları ndan ve Ermeni ıenginlerinden Büyükdereli Karabet'e (Karabet, Mısır hazine kahyasmın oğludur) ücretle tanbur dersleri vermiştir.Kozyatağı'ndaki bagı.n satın almmasında, şimdi yerinde duran
dört odalı kargir biı·evle tekkenfo yaptırılmasında Karabet Bey'den aldığı ücret-i talimiyyenin bir hayli faydası olmuştur. L 306'da yine Karabet Bey'in yardımı ve tanbur hocalığından edindiği para
ile Mahmutpaşa'da Tarakçılar Hanı'nda bir oda kiralanuş ve burada isteyenlere meccanen tanbur dersleri vermiştir.
Biraz da sinekeınan çalan Halim Efendi 73 yaşından sonra o zaman 18 yaşında bir tıbbiyeli olan Doktor Suphi Bey'den de hamparswn notasını öğrenmiştir. (Meşhur Zekai Dedeefendi merhum da hamparsum notasını Doktor Suphi Bey'den öğrenmişti.)
Konservatuvar tasnif heyetinde güzideşakirdi Doktor Suphi Ezgi, Şeyh Halim Efendi merhwnun tanburdaki kudreti hakkında şunları söylüyor:
"Fevkalade ilmiolmayan, fakat musikiye çok büyük bir aşkla bağlı bul unan Şeyh Halim Efendi merhum bilhassa ney ile tanburu zam::ırunda eşsiz emsalsiz denilebilecek derecede fevkalade mükemmel çalardı. Enfes üflerdi. Anlayışlı. ateş gibi bir adamdı. Zamanının ileri gelen tanburileri klasik tanbur çalma tarzını hep Şeyh Halim Efendi'den öğrenmişlerdir. Çalarken ibadet
eder gibi çalardı. Onu dinlerken bu nağmeler nereden çıkıyor diye hep parmaklaı:ına bakardık.
Tanbu_rda nasıl bir harika ise ney üflemesi
de öyleydi. Ne kendi zamanında ne de sonra hiçbir şöhret Halim Efendi'yi taklide muvaffak
olamamıştır. Tasavvufta ise ilminden, "kal"inden ziyade hali vardı; her şeyi tabii ve ilahı göı:ürdü. Ameli yoldan mutasawıftı. ismi ile müsemma olup gayet halim, haluk bir insandı, hayatında mütevazı ve kaJender:ıne yaşadı; o nisbette ibadet ehliydi. Meşke gittiğim zaman tekkesinde ka.lı.rdım. Gece yanlarına kadar tanbur dersiile
meşgul bulunduğu halde sabah namazıvaktinden önce kalkar, camiye koşardı. Benim de yatağımın baş ucuna gelir: "Agah ol Suphi!" diye sesleniı; fakat zorlamazdı'.'
Neyde, tanburda birçok talebe yetiştiren Şeyh Halim Efendi, küçük oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi'ye
Şeyh Ali Salahaddin Salahi Efendi, "Udi SaJahl" yahut "Ali Salfıhi Bey" diye maruf olan bu
zat da değerli bir musikişinastır. Tanınmış kuvvetli bir udi ve kemani
olan Ali Salahi Bey'i n notaya alınmJş bir hayli bestesi vardır. ŞarkıJan, kantoları
Ali satatıi Bey (198:66)
de ney ve tanbur meşk etmiştir. Doktor Suphi Ezgi'ye de üç sene tanbur dersi vererek ona klasik tanbur çalma tarzmın taınammı öğretmiştir.
Cami'-i şer1fın kıblesi solundaki pencerelerin önünde talik yazılı, mistarlı, beyaz mermer taş, başında on altı dilimli Rifa'i tac-ı şerifi: "Ya Hı'.ı -Merhum ve magfür ila rahmeti r:ıbbihi'l-gafur tarikat-i aliyye-i
Rifa'iyye meşayihinden eş-Şeyh Süleyman Halim Efendi'nin ruhuna el-fatiha, sene 1314:'
Kantocu Şeyh Ali Salahaddin Salah!Efendi
Eyüp Nişancısı 'ndaki Sivas!Tekkesi'nin postuna oturan son üç şey sırasıyla dede - baba - torundu: Şeyh Mehmed Tevfik Efendi - Şeyh Mehmed Fazıl Bey - Şeyh Ali Salahaddin Salaru Efendi. Koca Mustafa Paşa SünbüU Asitanesi'nden hilafetli Mehmed Tevfik Efendi, Muzıka-i hüınaylın onbaşılığından emekli olduktan sonra bu dergaha postnişin olmuş ve 18 sene şeyhlikten sonra 27 Recep 131l'de (3 Şubat 1894) sekseni geçkin
bir yaşta vefat etmişti. Yerine posta geçen oğlu Şeyh Mehmed Fazıl Bey de Muztka-i hümayun orkestrasından emekliydi. 23 Rebiülahir 1340 (24 Aralık l 921) tarihinde vefat ettiğinde tekkenin son şeyhi, Mehrned Fazıl Bey'in oğlu Şeyh Ali Salahaddin SaJahi (Süren) Efendi oldu. 1878'de doğmuş, 1945'te ölmüştü. Udiydi, şarkı ve kantoJarlar bestelemişti (198:6-7;78):
yüzden ziyadedir. Bestekarlığa ilk defa kanto
bestelemek suretiyle başlamıştır. İstanbul Adliyesi müddeiumumiliği katipliğinden emekliydi. MoUagürani'de Koruk Tekkesi şeyhi Zekai Efendi'den icazetname almıştı. Muallim İsmail Hakkı Bey'den de yetişmişti.
17 Safer 134l'de tekkeni n şeyhliği kendisine verilmiştir. Eyüp'te Kadiriyye'den Haki Baba Tekkesi'nin şeyhi merhum Ceylan Efendi de kendisin in damadı bulunuyordu.
Basılmış eserlerinden:
Hocasız lld Öğrenmek Usulü. Büyük boyda 78 sayfadır. 1323'te Zaman Kütüphanesi sahibi Misak tarafından bastırılmıştır.
İlaveli Ud Muallimi. 134-0'ta Şamlı İskender basırmıştır. Büyük kıtada 76 sayfadır.
Uzun süren müzmin bir rahatsızlıktan sonra 1363 Rumi yılında vefat eden Salahi Bey'in irtihaline MesneviJ1an Rüşdü Bey merhum şu tarihi vücuda getirdi:
Hı!
Dehr içinde var mı birferd ki ola asüde-hal Matlabmca kimseye kam almnğa vermez mecal
İşte üstad-ı şehir Udi Saldlıi Bey dahi Hastalıktan cismi olmuş idi md11e11d-i lıilıil
Hayli yıl Dergnlı-ı Sivasi"de csliifı gibi Hiznıet -i irşrid ile mcşgtil olup buldu keınirl
Feıııı-i edviırda malınret gösterip hayli eser Etti ahlafa teberru' ey/erli Jıayf irtiluil
O ıneht1siıı-sircli yii Rab garik-i rahmet et Ermesin hlşlımıuı (hiç) zerre mikdarı melal
Söyledi Rüşdi telelıhiif ile bıt tn111 tiirihi
Cenneti nıe'vô kılıµ gitti Snliılıi Bey bu stil, 1363.
Ali Salahi Bey merhum: J 878 yılmda İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Küçük yaşında sesinin güzelliği ve musiki kabil iyeti ile etrafının dikkat ve takdirini çeken Salahi Bey. ailesi tarafından devrinin musiki üstalları nclan ders almaya teşvik edilerek musikinin bütün inceliklerini elde etmeye muvaffak olmuştur. Udi fahri, Kanuni Nazım , Okuyucu Aziz Bey merhumlar gibi kıymetli arkadaşlarıyla birlikte Defterdar'da açtıkları Terakki-i Musiki adh dershanede biı:çok öğrencilerin yetişmesine çalışmışlardır.
Uzun müddel Adliye memurluklarında bulunan merhum, emekliye ayrıldıktan sonra tamamen musiki ile meşgul olmuştur. Kıymetli besteleriyle devrinin meşhw-lan arasına giren Salahi Bey, ay111 zamanda yazılarıyla da Türk musikisine büyük hizmeller etmiştir, bilhassa udun kolay öğrenilmesi için yazdığı Ud Muallimi adlı eser bugün bile kıymetini kaybetmemiştir.
1945 yılında vefat eden Ali Salahi Bey, Eyüp Gümi.işsuyu Mezarlığı'na defnedilmiştiI.
Rebap Çalan Şeyh Mehmed Süreyya Beybaba (Şeyh Baba)
Kasımpaşa'da Emi r Efendi Tekkesi'ni n son şeyhi Kadiriyye ve Bektaşiyye'den Mehmed Süreyya Beybaba'ydı. Bektaşilik üzeri ne yapılan çalışmalarda meydana getirdiği eserler kıymet taşıyan Süreyya Beybaba, bilhassa rebaptaki muvaffakiyetiyle musiki tarihinde yer edinmişti (188:858-160):
Mehmed Süreyya Beybaba (Şeyh Baba), Şeyh Hamdi Efendi'nin kızı Vasfiye Hamm'ın oğludur. Babası ihsan Asım Bey, Kasımpaşa'da divanhanede katipti ve Bektaşi tarikine mensuptu. Süreyya Beybaba, tahsil terbiye görmüş irfanlı, faziletli, zarif, kibar zattı. Güzel
sesliydi, ayrıca musiki kültüJü vardı. Yanık sesiyle mersiye okur, rebap çalar, şiir de söylerdi.Bektaşi dergahlarında okunan bazı nefesleri kaleme almıştır. Bilhassa Safi B::ıba mersiyesini okumakta hususi bir tavrı, dokunaklı bir edası vardı ki pek beğenilirdi. Ekseriya sabah vakti gün açılı rken okuduğu mersiyeleri dinleyenler, "Süreyya
Baba yine Sütlüce d:.ığlanııı inletiyor!" derlerdi. Matem ayında Karaağaç Bektaşi Tekkesi'nin mersiyelerini daima Süreyya Baba okurdu.
Kendisine babaltk icazetnam esi de bu tekkenin postnişini Hüseyin Zeki Baba'dan veriJmiştir. Birbirlerinin arasında akrabalık da vardı. (Oğlu Ahmed Şenocak, A nkara'da bulunuyor. Kızı Şehriban Hanım, türbede yatıyor.)
İstanbul Konservatuvarı'nm eski
muallimlerinden Kemani ve Rebabi Mustafa Bey hocamız, rebap çalmayı Süreyya Baba'dan öğrenmişti. Mustafa Bey merhum, uzun zaman Eyüp'te oturmuş olduğundan "Eyyubi" diye tanmmıştu-; Eyüp Selami Tekkesi şeyhi İkinci Selami Efendi'ye mensuptu.
Süreyya Beybaba'nın Bektaşilik'e ve Seyyid Osman Haşimi'ye dair birkaç eser vücuda getirmiş olduğunu görüyoruz . Bunlardan Münci Baba ve DEvaııç11·i Haşimi bastırılmıştu-. Bektaşilik ve Bektaşiler isimli sualli cevaph
yazılmış küçük eseri de nüyükten küçüğe kadar her ağızda geıen makul, gayr-i maku l sözlerin açıl<laırn1ası ve mümkün olduğu kadar fiki rlerin tenviri ve dolayısıyla şüphelerin kalplerden giderilmesi için kaleme alınmışbr.
1930 yılında İstanbul'da vefat eden Süreyya Beybaba, Kasımpaşa'da Kulaksız Meıarlığı'nda yat ıyor.
Ahşap Minare Sokağı'nda Tahta Minare Tekkesi'nin karşısındaki eski taş yapı olan Fatma Sultan Mektebi önündeyiz. (Hırka-i şerif Mahallesi, 1523 ada, 23 parsel)
2019'da etrafı çevrilmiş, harap vaziyetteydi,şimdi ihya ediliyor...(174:46)
Tahta Mi nare Tekkesi'nin karşı köşesinde Halk Partisi olan taş binadır. Şimdi Karagümrük Na hiyesi Müdürlüğü'dür. Topkapı Cami'-i şerifini yaptıran ve orada yatan Sadrazam Kara Ahmed Paşa'nın refıkasıdır. H.960'ta zevcinin vefatından sonra göçerek paşanın türbesinin ardına defnolundu.
Sıbyan mektebi olarak yaptırılan binanın avlusundaki kuyuya halen bir ma sura tatlı su akmaktadır. Mektebin hocalarının oturmasına mahsus meşru tahane 1316'daki Karagümrük yangınında yanmıştı, arsası bahçe halindedir.
Mektep binası son teşkilata göre Eski Ali Paşa Caddesi üzerinde, Akseki Ca m ii'ne ve Hırka-i şerif'e inen Ahşap Minare Sokağı'nın başındadır.
Revnakoğlu kalemiyle tarikattaçları ve kavuklar (55:32)
Sineperver Valide Sultan Çeşmesi - Kanh Çeşme
Tekrar Eski Ali Paşa Caddesi'ne dönüyoruz, bu cadde üzerinden Mesih Mehmed Paşa Camii'ne ve l<oyun Baba'ya inerken sağda bulunan Sineperver Valide Sultan Çeşmesi (KanlıÇeşme) önundeyiz. (Hırka- i şerif Mahallesi. 1528 ada, 47 parsel)
Sineperver Valide Sultan Çeşmesi muhitçe KanlıÇeşme adıyla da tanındı; hala ma halleninyaşlıları çeşmeyi bu adla biliyor.1950'lere kadar yanında arka tarafa uzanan bostanlardan birinin giriş kapısıvardı.
iV. Mustafa'nın annesi Sineperver Valide Sultan 1244'de (1828) vefat etti, mezarı Eyüp'tedir.Bugün Fatih'te Atpazarıyak ınındakiÖmer Efendi Sokak'ta kalıntı arı bu lunan 1225 hicritarihli taş mektep de bu sultan ın hayratıyd ı.Kitaben in hattatı Sükuti Efendi,bu kitabeyi yazd ıktan dokuz sene sonra vefat etti. Esma Sultan sarayının bekçisi de olan bu hattat, Edirnekapı La'llÇeşmesi yakınına defnedildi (174:355):
Sjneperver Valide Sultan Çeşmesi (Kanlı çeşme), Karagüm rük - Hırka-i şerif arasındadLr. Eski Ali Paşa Caddesi üzerinde, Tahta Minare Rifü'i Tekkesi'nin alt sLrasında 11 numaralı bostan kapısının bitişiğinde bulunuyor. Pek güzel bir nesih ile yazılmış kitabesi İbrahim Sükuti'nin ketebesini taşımaktadı, şöy-
Sineperver Valide Sultan
Çeşmesi (Belediye
arşivinden)
ledir: "Sahibetü'-hayrat ve'l-hasenat merhum ve magfı1run leh Sultan Musta fa Han valideleri ismetli Sineperver Valide Sultan hazretlerinin eser-i hayrı dır, 1241. Harrerehu Sükuti"
Son Hattatlar'da İbrahim Süküti'nin eserleri yazılırken bu kitabe tarihinin 1224 gösterilmesi yanlıştır.
Çeşmenin sağ ve solunda birer taş yalak görülmektedir.
Sineperver Çeşmesi'nin "KanlıÇeşme" adıyla maruf olmasına kaynaklık eden vaka dosyalarda yer alır (174:453):
Karagümrük - Eski Ali Paşa Caddesi üzerindek i çeşmeye halk arasında "Kanlı Çeşme" denilmesine sebep olan vaka: 1910 yılı yazında Karagümrük'te Ka rabaş semtinde oturan, bugünkü Bali Paşa Camii'ne yakın, 1917 büyük Fatih yangınında yanan ve bugün harabesi mevcut bulunan Parmakkapı Camii ci varında bakkallık yapan Arslan, gece geç vakit dükkanını kapatarak evine dö nerken yolu üzerinde bulunan bu çeşmeden su içtiği sırada kendisinde mev cut bulunan hastalığının tesiriyle ölmüştü. Neden sonra ölümünün farkına varılarak ailesine haber verilmiş, su içerken çeşme başında ölmesi haberi he men muhite yayılmış ve henüz genç bir çocuk babası olan Bakkal Arslan'ın su içerken feci ölümüne...
Sineperver Valide Sultan
Çeşmesi (Belediye arşivinden)
Eski Ali Paşa Caddesi'nde Kırtay Sokağı'na dönmeden Tarkan Konağı'nın önündeyiz. (Hırka-i şerif Mahallesi, 1535 ada, 8 parsel)
Tarkan Konağı
Revnakoğlu, Edirne'de Kabuli Baba Tekkesi'nde (17:92)
Bu konakta Doktor Ali İsmailTarkan'dan önce "Hafız Mustafa Efendi" diye de bilinen Kavanoz Mustafa Efendi oturu yordu (182:260). NureddinAsitanesi'nde Şeyh Yaşar Rızaeddin Efendizamanında
ı zakirbaşı ve Karagümrük'te Mesih Paşa
1 Camii'nde de müezzinbaşıydı.Üstadane kudretinden dolayı "Zakirinzakiri Mus tafa Efendi" derlerdi.1917'de vefat etti.
1877'den berisigortalanan konak, daha sonra askeriyüzbaşı ardan Doktor Ali İsmail Bey'e geçti. Arkadaki mescit arsasının bir kısmı 1948'de otuz yıllık kirası verilerek bu konağın mülküne katıldı. 1995'e kadar Tarkan ailesinde kalan ev,2000 ve 2001'de peş peşe iki defa yanmış, restorasyonu yapı arak şimdiki halini almıştır.
Eski Ali Paşa Caddesi'nde Tarkan Konağı'ndan sola, Kırtay Sokağı'na dönüyoruz. Soldaki boş arsa Muameleci Mescidi'nin bir zaman lar bulunduğu yerdi. (Hırka-i şer f Mahallesi,1535 ada, 6 parsel)
İkiasırdan beri arsadır.Had/ha banisinin Orta (Ahmed iye) Camii'nin vaizi Muameleci Şeyh Mustafa b. Yusuf Efendi (ö. 1106) [1694-95] olduğunu kaydeder.Ayvansarayi, Muameleci Şeyh Mustafa'nın yüz yirmi bakirenin bekaretini izale ettiğini kaydeder. Muameleci Mustafa ömrünce dokuz defa Beyzavitefsiri okutmakla şöhret bulmuştu. Daha önce ismi geçen Tahta Minare Tekkesi'nin bulunduğu yerdeki caminin banisi Muhyiddin Kocavi de bu tefsire şerh yazmakla maruf olmuştu.
Yukarıda topladığımız malümat yekünu Revnakoğlu'nda şöyledir (174:55):
Mesih Paşa Cami'-i şerifi civarında, Kenan Bey'in tekkesini n bulundu ğu so kağın aJtınday dı. Hırka-i şerif - Kırtay Sokağı ile son zamanlarda "Kanlı Çeş me" denilen Eski Ali Paşa Caddesi'nin kavşak yaptığı köşeye rastlar. Fevkani olarak yaptırılmıştı. Bir asırdan fazla bir zamandan beri arsadır. Etrafını çev releyen duvarın kapısı Hacı Lutfullah Sokağı'na bakıyor.
Orta Cam i'-i şerifinin vaizi Muameleci Şeyh Mustafa Efendi b. Yusuf b. Ab düllatif tarafından yaptırılm ıştır. Eski bir ismi de "Takvimci" yahut "Çavuş zade Mescidi" idi. Şeyh Mustafa Efendi'nin Paşabahçe - İncirli Köyü'nde bir mektebi vardır.
Mescidin Eski AJi Paşa Cad desi'ne bakan bir kısmı, biti şiğindeki evde oturan Dok tor AJi İsmail Bey tarafından tedrici tecavüz suretiyle evi ni n bahçesine kalbedilmiştir.
Haziresinde Turnacıbaşı Kapıcızade Hasan Ağa yat maktadır. Baş şahidesinde sülüs ile yazılmış Arapça ki tabesinde vefatı H.1142'de dir. Halk bu zata "Hasan Baba" diyor ve baş ucunda fener yakıyor.
Muameleci Mescidi'ninarsası
Kırtay Sokağı'nda Muameleci Mescidi'ni geçince hemen solda 9 numaralı bina, Kenan Rira'iTekkesi'ydi. (Hırka-i şerif Mahallesi,1535 ada, 26 parsel)
Tekke İstanbul'da son açılan Rita' tek kesiydi (175:335): "Kurulduğundan beri "ZenginTekke - Paralı Tekke" diye söyle- nilir.Halim Bey'inkonağının bahçesine yaptırılantekkenin resmen küşadı 1324 Ağustosunda ve 1326 Recebindedir.Daha önce 1322'den beri gayriresmi olarak Halim Bey'in konağının alt katında toplanılır, usul icra edilirdi."
İlk ve son şeyhi Abdülhalim Kenan Riffi'i, Revnakoğludosyalarında biryığın not halinde yer alır, bunlardan birkaçını aktarıyorum (175:69, 295):
Kenan Rita'i'nin tekkesinin açılışına davet yazısı(175:339)
Ümmü Kenan er-Rifa'i Dergah-ı şerifi
Hırka-i Şerif civarında Debbağzade Mahallesi'ndedir. Rifa'iyye'nin Sayya diyye kolundan, zikir ve ayin icrasındaki tertibatın mükemmeUiyeti ile ma ruf zengin bir dergahtı. Seyyid Hamza halifelerinden ve eski Maarif nezareti teftiş ve muayene azasından Filibeli Hacı Abdülhalim Kenan Bey tarafından 1324'te validesi Filibeli Hatice Cenan Hanım adına yaptırılmıştır. Ga1atasa ray'dan mezun münevver bir zat olan dergahın ilk ve son şeyhi Kenan Bey, Filibeli Hacı Hasan Efendi'nin oğludur.
7 Temmuz 1950'de irtihal ettiği zaman Rüşdi-i Mevlevi şu iki tarihi söyledi: "Şeyh Kenan Bey gülşen-i adni makam etti bu sal" (1950), "Rthlet etti Şeyh Kenan Bey ınısr-ı ukbaya bu sal" (1950)
Kenan Bey, Üsküp'te ilk tedrisat müfettişi olarak bulunduğu zamanlar ora nın Posta-Telgraf müdürü Mustafa Bey'in kızını almıştı. Bu hanım, Avukat Murad Efendizade İbrahim Bey'in refikasıydı, İbrahim Bey aynı postahanede memurdu, vefatından sonra dul kalan hanımını Kenan Bey aldı ve İstanbul'a getirdi. Hanımın, İbrahim Bey'den üç beş yaşlarında kalmış Hilmi adında bir oğlu vardı. Anne babası, Sabire Hanım'a, bu çocuğu İstanbul'a bırakmadı, yanında alıkoydu. Hilmi büyüyünce İstanbul'a geldi, Şehzadebaşı Camii'nin
karşısında kunduracılık etti, bir müddet inhisarlarda çaltştı, iyi bir kıyamcıydı. ..
Kendisi müfettişlikten ayrıldıktan sonra yerine Ferid Bey geldi
Asılhilafetini Medine'deyken atacağıSeyyid Hamza'yta Kenan Ri!a' 'nin ilk teması İstanbul'da gerçekleşmişti (175:358):
Kenan Bey, Seyyid Hamza'yı ilk defa Üsküdar Deb bağlar Tekkesi'nde tanımıştır. Rifa'izadelikle tanın mış bulunan Medine nakibüleşrafı ve şeyhü'l-meşa yihi Seyyid Hamza 1318'de İstanbul'a geldiği zaman Üsküdar'daki bu Debbağlar Tekkesi'ne, bir müddet de Ebülhüda Efendi'ye misafir olmuştur, zira Seyyid Hamza'nın büyük babası Ahmed Rifa'i Efendi bu der gahın maruf şeyhi Karasarıkb Veli hükefasından Şeyh · Seyyid Mehıned Nuri Efendi'den ayrıca seyr ü süluk görmüştür. Kenan Bey o zaman Maarif Nezareti tef tiş azasından bulunuyordu. İlk defa Seyyid Hamza ile burada tanışarak kendisine inabet etmiş, sonra...
Revnakoğlu, Seyyid Hamza'nın İstanbul'da hilafet verd iği diğer üç zevata temas eder (175:337):
Konya istinaf azalığından emekli bulunan merhum Salim Bey: Şerbetdar ve Arasta Tekkelerinde mu vaffakiyetli olarak uzun müddet devam etmiş reisli ği vardır. 1930'da Salacak'ta Sinan Paşa Cami'-i şerifi imamı iken 75 yaşında vefat etti. Sultanahmet Araba cıbaşı Tekkesi şeyhi merhum Ragıp Efendi'nin dervi şiydi. Üstat Salahaddin Yiğitoğlu'nun amcasıdır.
İttihat ve Terakki meşahirinden Gözlüklü Celal Bey: 1318'de Üsküdar Debbağlar Tekkesi'nde misafir bulu nan Seyyid Hamza'ya inabet etmişti.
Revnakoğlu,yukarıdaki kadroya "Muzika-i Hümayundan bir zat" kaydıyla ismini vermediği bir kişiyi de ilave eder.
Kenan Bey'in Revnakoğlu tarafından tesbit edilen eserleri şunlardı (175:336,341):
Rehber-i Sôlihin: Medine-imüneweredeki mektep müdürlüğü zamanında H.1326'da yazılmış, küçük boyda 247 sayfadır.
Tuhfe-i Kenan: 1327.
d>U, .,;:_p -ı.: ti .> ""b .. ı:
<l l:'_,;,., f"}:P _,.,, ...rCı..
l_.; /... ... • -
I a&I '\J C!J "' '
tJ) I
Rüşdü Bey'in Kenan Rifii'i'nin vefatı içinyazdığı manzume (175:360)
Ahmed er-Rifô"i: 1340. Meşhur ve mufassaldır.
İlôhiyyôt-ı Kenan: Son eseridir.1341'de Bahriye Matbaası'nda bas tırılmıştır.Küçük kıtada 101 sayfalık bir kitaptır.Pek çoğu Muallim İzzeddin Hümai, birkaçı da Muallim Kazım Bey i e Neyzen Necip Bey tarafından bestelenmiş manzumeleri harf sırasıyla tertip edil miştir.Sonunda uşşak, hicaz, rast, hüzzam ve eve makamlarında bestelenmiş 12 şuğulün notaları konulmuştur.
Tekkenin hikayesi ve vakfiyesi Muhyiddin Efendi'nin tomarında yer alır (175:336-38):
Kenan Rita'i
Hırka-i şerif civarında Debbağzade Mahallesi'ndeydi. (Şimdi Kırtay Sokağı'nda 9 numaralı ahşap konaktır.) Maarif Nezaret-i celilesi teftiş ve muayene azasından ve tarikat-ı aHyye-i Rifa'iy ye'den Medineli Hamza Efendi'den mücaz ve Sayyadi Ebü'l-Hü da Efendi'den musaddak el-Hac Kenan Bey (1284'te Selanik'te doğdu) mukim bulundukları 5 numaralı menzili Mekteb-i Tıb biyye muallimi etıbbadan Server Hilmi Bey mahzarında Evkaf-ı Hümayun mahkeme-i teftiş müfettişi semahatJi Hüsnü Efendi
huzurunda tanzim olunan vakfiyesinde 1275 zi ra arsa ve maa-bahçe men zilinde ancak bahçe cihetinde 700 zira arsa üzerine Ümmü Kenan Dergahı nam ıyla müceddeden bina ve inşa eylediği vakıf tekkeye 600 kuruş hesabıyla 160 adet Osmanlı altını habs ve vakf eylemiştir. Rubuu dergah-ı şerif şeyhine ve rubuu dervişa na it'am-ı ta'am ve rubu'- ı diğeri ser-zakiran ve rubu'- ı diğe ri tamirata meşruttur. Dergah-ı mezkurda cuma günleri ba'de-salati'l-cuma ve leyali-i mübarekede ba'de-saJati'l-aşa' tarik-i Rifa'iyye-i Sayyadiyye ayini üzere icra-yı zikrullah oluna. Dergah-ı şerifte beher sene münasip vakitte mevlid-i şerif kıraat oluna. Ba'de'l-inkıraz Medine-i münevvere fukarasına şart kılınmıştır.
Revnakoğlu, bu tekkeye dair hacmi bu çalışmanı n hacminin ala mayacağı kadar çok not tutmuştur. Bu notlar müstakilbir çalışma mevzuu olma k itibarıyla buraya alınmamıştır.
Merkez Efendi'ye nakilden önce tekkenin bahçesinde yatanla r (175:337):
Kapının sağında Hatice Servet Hanım (Hulefadan Doktor Server Hilmi Bey'in annesi)
Kapının solunda Cenan (Sevici) Hanım
(Bektaşi. Şeyh Kenan Bey'in validesi. Vefatı 1919'dad ır.)
Onun yanında Hayriye Medeniyye Hanım
(Şeyh Kenan Bey'in kmdır. MaJılm liseye ismi verilmiştir.)
Kenan Beyzade Hafız Kazım tarafından 1957 Ekim ayı sonlarında kendisinin büyük annesi olan Hatice Cenan ile hemşiresi Hayriye Medeniyye Hanım ; Merkez Efendi'ye nakledilmişlerdir.
Yukarıda ismi geçen Server Hi mi hakkında Revnakoğluşu bilgileri kaydeder(175:345):
Server Hilmi, doktor (1868-1930: Eczacı ve Dişçi Mekteplerinin yeniden ku rulup ilerlemesini temin etmiş olan değerli profesördür. İstanbul'da doğdu. Halet Hanım'la Hilmi Bey'in oğludur. Galatasaray Lisesi'nden sonra Mülkiye Tıbbiyesini 1884'te birincilikle tamamlamış, önce Mazhar Paşa'nın muavini
olmuş, sonra müfredat-ı tıb muavini, daha sonra muallimi olmuştu. Bu vazi- Server Hilmi Bey (ıl5:346)
fede iken muhtelif liselerle müesseselerin hekimliklerinde bulunmuştur.
1909'dan sonra Eczacı ve Dişçi Mektepleri müfredat-ı tıb muallimi ve 1912'de bu müesseselerin müdürü olarak Kadırga'daki köhne binayı bırakıp Beya- zıt'taki dairenin yeniden yaptırılmasını ve müesseselerin laboratuvarları ve muhtelif teferruatıyla adeta yeniden kurul- .
masını temin etmiştir. Dişçi Mektebine "Diş Tababeti Mektebi" unvanını ve bu müessese mezunlarına "dişçi" değil "diş tabibi" denil mesi meslekte onun meydana getirdiği teka müllerdendir. Profesör Server Hilmi, Fen Fa kültesinin kuruluşuna kadar Darülfünun'da anatomi ve fizyoloji de okutmuştur.
Kenan Rifa'i Tekkesi
Revnakoğlu'nun Kenan Rita'i notlarından (133:n)
Revnakoğlu'nun -
Kenan Rita'i notlarından (133:79)
Revnakoğlu'nun Kenan Rita'i notlarında (175:349)
Revnakoğlu'nun Kenan Rita'ive etrafına dair notlarından (175:41)
Revnakoğlu Notlarında Bazı İstanbul Tekkelerinde Görülen Çözülme
Sırtlarına tekbir ile giydirilmiş feracelerini kesip doğrayı p köy çocuklarının :ıyağına pantolon yapan ve içinde en azı yarım asırlık zikir teri bulunan ttı.c-ı şeriflerin pamuklarını yastık kılıflarına dolduran, çatısı altında yıllar yılı
zikir edilmiş, secdeye gidilmiş, kelime-i tevhtd okunmuş, hu esması çekilmiş tevhidhaneleri tavuk kümesi halin e getiren, hatta içine hayvan bağlayan, önünden niyaz ederek geçtiği türbenin sandukalarını sonradan söküp dağıtıp dümdüz eden ve haziresindeki mezar taşlarından bazısını ve kitabelerin bir kısmını musluk taşı kullanan şeyh efendi veya şeyhzade sıfatlı bedbahtlar gördük. Bunların içinde kendisini ve mazisini büsbütün inkara kalkan aşağı ruhlu mahllıkatlar da çıkmıştı. Eyüp Bahariye Mevlevihanesi' nin son çocukJarından bir kısmının yakın zamanda
yaptıkları gibi bir kapısı semahanenin içine açılan türbede kendi ecdadının kemiklerini elleri ile kaldıran ve tekkenin vakfından kalına mescitli mihraplı yerini para ediyor diye yüksek fiyatla satan hayırlı evlatlara da rastlanıldı! Bunlar
bu münasebetsizlikleri ni gözümüzün önünde yaparlarken seyyiata kudsiyet katmak için bir de uydurma tören tertiplediler. Ne hazin, neibret vericidir!
Ne kadar hayrete şayandı r ki burasını satın alanlar, evlattan ve tarikatten olmadıkları halde muntazam çark atan, tennure şişiren uzun külahlı Mevlevilerden ve Mevlevi ailesinden daha da Mevlevi çıkmışlar.onlardan daha çok insani
ve İslami davranmışlardır. Bir tarih hatırasına kendilerine göre bir hizmette bulunmuş olmak için "Burada zik.rullah edilmiştir, Allah illallah denilmiştir, mübarek bir makamdtr, ayrıca tarihi
kıymeti vardır, dokunamayız!" diyerek cümle kapısmı ve üstünde AJ1mcd Remzi Dede'nin tarih manzumesini taşıyan kıymetli kitabeyi bütün ihtişamıyla bırakmı şlar, ayrıca kapının solundaki küçük metruk mescidi tamir ve ihya ederek
halka ve ibadete açmak teşebbüsüne geçmişlerdir. Bektaşileri n arif ve zarif olanlarından dinlediğimiz şu veciz söz ne kadar yerindedir: "Ada mlık, insanlık belden gelmek değil. yoldan gelmekle:· Hakikat bu.
Tekke şeyhlerinin ananevi hizmetlerinden ve en mukaddes mesleki vazifelerinden biri de
imzalarının üstüne yazdıktan "hadimü'l-fukara" olmaktı, fukaranın hizmetinde bulunmaktı; onların dua ve nzalannı almakla iftihar ederlerdi. Aslında peygamber mirası ve evliyau llah mesleği olan bu fili ve ulvi vazife son zamarılarda manasını kaybetmeye başladı. Bir kısım şeyh efendiler değerli, faziletli mübarek insanları bir tarafa bırakıp paralı veya nüfuzlu adamların hizmetine geçtiler ve hatta onlara kılınır oldular.IGmisi de şeyhliği şahlığa çevirip zamanın kutbu görünmeye yeltendi, kendisini pirnn hizasında sayıp "Meded ya hazret-i füJan!" diye büyüklü küçüklü levhalar yazdırdı ve bunları elden ele ihvana dağıttı.
Bu yakışıksız haller bununla da kalmadı, mesleğin ulviyetini sarsacak, hatta çürütecek ihanet halinde küçüklül<lere sapıldı. Eslaf-ı meşayih
(eski şeyh efendiler) zikir esnasında tekkeye gelen devrin padişahına bile ayağa kalkmazdı, çünkü zikir huzurdur, huzur bozulmaz, namaza durmak gibidir, tamamlanmadan çıkılmaz, zikirden sonra karşılaştıkları zaman birbirleriyle görüşürler, rnusafaha ederlerdi, yan i karşılıklı el öpüşürlerdi. Son zamanın şeyhlerinden bazıları
kendi çeyizlediği (giydirdiği) halifesini ayakta karşılamaya, hatta mangırı vardır diye onun emri altına girmeye başlamıştı.
Yılların )'lllatnıış emeği ile elde ed ilen ve devamlı, feyizli bir hizmet karştlığı verilen icazetnameler çarşı metaı hfiline getirilmiş ve tekke şeyhlikleri yüksek artırma ile adeta sntışa çıkarılmıştı. Ne y:mk ki bunu yapanlar İstanbul gibi bir şehr-i
şehir içinde asitane şeyhi diye tanınmış muhterem kimselerdi. Koca bir Halveti asitanesinin yıllarca postnişinliğinde bulunmuş, pir postunda
oturmuş bu efendiler, avucu biraz para görsün diye kurulmuş bir erkanı yıkmaktan ve pirini bile bile gücendirmekten çekinmediler. Bunlar güya bu yolun son temsilcileriydi, hem de okur yazar kimselerdi, yazıklar olsun!
Yine böyle parayla alınmış uydurma icazelerle karşımıza çıkan türedilerden bazıları bunu da
az görüp imzaları üstüne "hülasa-i Zeynelabidin, nuhbe-i evlad-ı Resôlullah" ilavesini koyarak kendilerini sözde peygamber soyundan ve hanedan-ı risfiletten göstermeye kalktılar. Bu düzenbazlıklar evvelce yapdı rdı, hazine-i hassadan sadat-ı kiram için ayrılmış tahsisattan belki faydalanmak ihtimali vardı. Buııl:ır
o zamanlar evlid-ı ResCıJ'dür diye askere alınmazlardı, fakat şimdi neye yarar? Bu sefer de teveccüh toplamak, halkJ haklannda bu çeşit erişilmez üstün meziyetler bulunduğunu
göstermek ve islfuniyet'in hiç istemediği bir şekl-i sefile düşerek tufeyli bir tarzda başkalarının SLttından geçinmek içindi.
Aslında ruhi terbiye ve fenigat ve z:ır:ıfet mesleği olan, daima mahviyet ve hiçlik telkin eden mübarek tekke terbiyesine hiç yakışmadığı halde makam postu üstünde vakfın ekmeği ile saltanat süreceğim diye hissen evladı sayı.l:ın dervişleri satılmış köle yerine koyarak onlara himmet alma ümidi ile yıllar yılı uşaklık ettiren, seyr ü sii.Jük mertebesini kendisine hizmetçilikten ibaret sayan, bir küçük kusurundan dolayı onun olanca
hizmetini ve insanlığını hiçe sayarak halkın içinde horlayan, söylenmedik söz bırakmayan ve bu hakaretlerini de nefis terbiyesi icaplarındanmı ş gibi göstermeye, yutturmaya çalışan, daha
da ileriye gidip dervişlerini, ı;aliklerini niyaz ecme veya niyaz secdesine tabi tutan, oııları evvela kendisine, sonra da olur olmaz yerlerde yakışmayacak bir tarzda üst üste secde ettiren ve oldum olasıya bu terbiye altında yetişen. meseli tekkenin kahve nakibini vani kahve ocağında ocakçılıkta yaşlanmış dergahın eski derviş veya dedesini, i.iınml denilecek derecede okur y:ızar bile olmasa, "Babamın dervişidir" yahut "Dergahımıza hizmeti vardır" diye hazır icazetnaınelerden birini eline çıkıştırıp bu yapmaetk hareketleriyle onu güya irşada mezun
edeıı idraksiz, izansız şeyh efendilere -hayır hayır gerçek manada liy-akatli, faziletli şeyh efendilere değil-, açıktan baba mirasına konmuş ve şeyh lnlığında görünmüş müteşeyyihlere, bilhassa bu son sırada çokça rastlanılır olmuştu. Bu pek y:ınlış hareketlerine rağmen kendisinde yine de bir
J.-. udsiyet vehmederek içlerinde ayak tabanlarnıı merasimle yalatanlar, en hafül göğsünü açıp koklatan.Jar görülmüştü, görülüyordu.
Bunların daha kurnazca davrananları ise her yıl kendi vefatına tnrih söylerdi, yıl geçince eskisini yırtıp yenisini düzenlerdi. Bundan da maksat göçtükten sonra bile saf insanları aldatıp kendisini erenlerden göstermek, kabul ettirmek gayreliydi.
Bazı yerlerde şeyh efendinin, efendi hazretlerinin yattığı ynt::ığı salat ve selam ile düzeltip kabartanlar ve bu esnada şilteden çıkan tozları efendimizin mübarek kokusu sinmiştir diye nefesleriyle içine çekmeye çalışanlar oluyordu. Bunu bir saadet,
bir mazhariyet saıuyorlardı. Beri yandan tarikat pirleri: "Gösterdiğimiz yoldan gitmedik ten sonra derimize girseniz fa)•dasızdır" buyururlardı. Fakat kim dinliyordu? Ne söylenilmiş, ne öğretilmişse tam tersine hareket ediliyordu. Bu zavallılıklann en keder veren tarafı bwıların ne yazıktı r ki hep de ta.rikat namına yaptlagelmesiydi .
Nedense bilmiyorlar, belki de hiç farkında olmuyorlard ı ki bu acınacak şuursuz hareketleri ile her şeyden önce evliyau.Jlfıhın mübarek emaııetlerine ve dolayısıyla dervişliğin mütevazı, feragatkar ruhuna en büyük ihaneti bizzat kendileri yapmış oluyorlardı.
Kayserili Hacı Mustafa Hi mi Sıdkı Efendi Tekkesi
Ümmü Kenan er-Rita' Dergahıkarşısında Saadettin Efendi Sokağı'nda Kayseri iHacı Mustafa Hilmi Sıdkı Efendi Tekkesi vardı.
12 Yl,AMAI< Y O L U
v remlinin başmda Kızılay
Tekke, Ümmü Kenan er-Rita'i Dergahı karşısındaki sokağın(Saadettin Efendi Sokağı) içindeydi Kürsü şeyhlerinden olan Mustafa Hilmi bu tekkenin ilk ve
tJlrlncl rımle
--
•••.uo VAS I+lı:(IIN ıc.r.a., tllll3ii
..
Manzum Piyes
.. ,
son şeyhi sıfatıyla 1920-21'den vefat tarihi 1Nisan 1931'e kadar postnişinliğini yürüttü. Revnakoğlu tesbitine göre Edirnekapı dışında İncili Çavuş'un
arkasında ve solaşağısında demir parmaklık içinde
tı•ıLir lıir "ilt ,.,j : EfrMılı ailı• l1iı\'rıl, 14H•
···il
""·annr ,,. ':'·"'"1•11 a...,,... .
rrnlr •t;> tlmr. )""" •ııılııu: l.tir fitak.
·i11İ.t. r
l'rl 111011•-,irı,ir ''" ırl•,
J hwır 'ıl\rum hur:ıüıı dfiıtolı•u h İ"İh,
Haıı.·Emine: '
lll"oatlt d,. İ.u•11ın11111 ı-ııım·.
lıili on1111 11 l1t•11i İ İ•linl"°.
medfun olup baş ucunda yeni harflerle yazılı saç levhası vardı(71:24-25):
\.ıınL ,. vqı:•u .... ; "' yauuılt f11L.ı tt.M""'
ı..,. IH'toola hi.r lıı ..-rilnu:.
,itf'trn \C ta.\ kuı ul11n.
··ndiı11İ
Tun•r&k ayal• bllt&r :
w;, 1U 11 ,ctk-ct"L v;traınu lıitf"<'t''-
Kendi adı "Mustafa Hilmi" idi. "Küçük Musta
lkLin üı..rinı1r il.at
m.. ı..
ıa&;
n1rı11t hr-lı, h'.J lıir ,.,..tir \ f'I
Ho ıl..rt 1,.-ni o UllllW t'nln' yt:1't" lıcc:rL.
iLi "1in+.kr h.11"1wnın ımınıt. il(')'•' ,,..,..j, hft rotan .açlar JalrnJ; vr ı•·rit&ıı.. lıO) nlc •ıt· ne I r•wu; rtui, ,,tİtrel.ll..cr -•Iİr•
de .-.ıe_ı nator.
l',,.nJın •tdı"' ••l.(Wtf ılA( ,,.,.....: ı.-ı·
Lıı.•I• ilAn •lmt: .., ...,. uLi\.....-tlf"
\ •I Lu.11u aj.l•u• lntrn..ku. lrı:rdf'r4' l•u e-1.n,.•İıı ..,;,..ı,..,,
.\ilk u· luMulu"!U.1dud,.n.
ttura Emlrte: h.r•tlı.. 1-'•Lııı l•ır ........
...Uc .b,,...,..
11.•n ,;..a.;h.h ıkj-ıt°iul ıuıtr Arl'h11ı1ı....
c:orfh 1.ıt!:u.U ki kom.şu lanu •rıh J..,. ldi,
(;,ı; ıntrllam.,Ji nı:•İI cali uc--i:r.Ji.. •
\r.IMl odd.ttt mU i,uıri.c dirr. lla(ılu Lom?tıl..nuu '-d"*'-''"")'_,.
ljOAJ ...-.
t t-.V t"• u• hani f.lıo•t.
rbdJ!IOl drjiJmı)dİ ..11101 rlfrı
Otun. vr,.
•n•!T_..... ı...ı.ı:
t\ı-llı:t İ.•""ri ıt n\ntJo "illwtr.
llıV)ı... ;,.l.-r •İı\tG11Üı• '" ..tıri'ılurr.
n bt U\ U nh..(. t1
"'*..
'ırttJi ..am Jv;,. lko biru u,.
('11:l11t mı ieı..,.,i"n kUlh...tL
tt.l g.ı-,._lf".-iur ı P'ıul u lu t..IL
utıi,.iu i utkudur taııtıı •i'.ttqİ.
fa Efendi" diye ayırırlar. Pir evinin pir postun
daki son şeyhe de "Büyük Mustafa Efendi" der ler. "Sıdk ı" mahlası şeyhi tarafından verilmiştir. Şeyhi, Aksaray'da Şekerci Sokağı'ndaki Uşşaki tekkesinin şeyhi Fahreddin Himmeti Efendi'dir; onun da şeyhi Yedikule Uşşaki Tekkesi şeyhi Es kici Em in Tevfik Efendi'dir.
Şeyh Hacı Mustafa Efendi'nin Tahir Ağa Tek
tl•pr -•,nıuı )•tıl'l •ııl•nW .U.o.hoG. l}HU A.Hltlr r•\fUnı ;dufinrıthı •lılo-j_İ
I-';.,u_.,_,,.,. llf •ll'lflHl\UniUh,...,..s.ı ri)ı Uiİ
Vasfi Aktin'in piyeslerinden
kesi şeyhi merhum Hacı Behcet Efendi'den de
Nakşibendiyye icazetleri vardır.
(71:14)
Tarikat-i aliyye-i Uşşak.iyye meşayihinden Kayserili Hoca Mustafa Efendi
merhumun zaviyesi Eski Ali Paşa semtinde Ümm-i Kenan er-Rifa'i Dergahı karşısındaki sokağın içinde idi. Yaptırdığı tekkenin tarihi:
Hüsam-ı din ile kat'-ı vesavis etmek için Ziyaret eyle dem-a-dem bu cay-ı eşvakı Oku şu mısra'ı tarfh-i cevherin olur
Açıldı izz ile darü'L-füyuz-ı Uşşiıkt
Seue 1340 (Merhum Tdlıirii'L-M evlevi'nindir)
İyi durak okuyan, bazen zakirlik de edebilen oğlu Vasfı Bey'in Barışta Kızılay, Savaşta Kızılay isimli iki tiyatro eseri halkevlerinde, Fatih Gençler Birliği'nde oynanırdı. 28 Mart 1934 tarihli Haber 'de merhum Osman Cemal'in eserin temsili hakkında yazısı vardır.
Kırtay Sokağı'nın Fevzi Paşa Caddesi'ne çıktığı yerde solda Altay Camii'nin önündeyiz.(Hırka- i şerif Mahallesi, 1535 ada, 1 parsel)
iV. Murad ve il. Süleyman dönemlerinde şeyhülislamlık etmiş olan Debbagzade Mehmed Efendi (ö. 1702) tarafından yaptırıldı.Baninin "debbagzade" unvanı, deri tabaklayıcısı olan babası Debbag Ahmed Efendi'den gelir, bu sebeple cami eski kaynaklarda "Debbagzade Camii" olarak da geçer. Bugün tamamen adı Altay Camii olmuştur. Revnakoğlu dosyalarında bu cami hakkında şu bilgiler yer alır: (174:93-94):
Altay Cami'-i şerifi: Hadfka'da "der-kurb-ı Mesih Paşa" diye kayıtlıdır. Fevzi Paşa Caddesi tarafından Hırka-i şerife giden Muameleci Mescidi harabesi nin ve Kenan Bey Tekkesi'nin bulunduğu sokağın yukarı başındaydı. Sultan
i V. Mehmed zamanında altı ay, Sultan il. Süleyman devrinde ise üç yıla ya kın iki defa şeyhülislamlık makamında bulunan Debbagzade Mehmed Efendi
yaptırmıştır. "Şeyh Mahmud Efendi" adında bir debbağın oğlu olduğundan "Debbagzade" derler, vefatı lı4 Rebiülahirindedir. ("Terlib-i Cemil" adında nahve dair bir telifi vardır, 1095'te yazıl mıştır ki bu terkip hem kitabın adı
hem de telifine tarih olmuştur.) Bu ndan dolayı asıl ismi Debbagzade Cami i'dir, sonradan "Altay" yahut "Kırtay" olmuştur. Buna dair de şöyle bir rivayet vardır:
Altay Camii'nin 1940'taki hali (Belediye arşivinden)
Altay camii'nin 1940'ta haziresinde Zeyrekzadc ler
Bahrüddin Efendi'ydi.
Cami'-i şerifi sonradan tam ir ettiren zatın mü teaddit defalar evlendiği halde hiç çocuğu ol mazmış. Son ailesi de öldükten sonra artık ev lenmemiş, fakat bu defa evlattan mahrumiyet acısını gidermek için bir kır tay alıp onu besle meye, büyütmeye koyulmuş. O da kısa bir za man zarfında ölüp gidince pek fazla müteessir olduğundan yeniden tam ir ettirdiği bu dimi'-i şerifin adını ona vermiş.
Cami'-i şerif 1940 Eylülü ortaları nda Evkaf ta rafından yıktırılarak duvarları ve enkazı 400 li raya satılmıştır. Son imamı Mustafa Efendi'den önce bu cam i'-i şerifin imam ve hatibi Şeyh
(Belediye arşivinden)
Zeyrekzade'ni n şahidesi (Belediye arşivinden)
1940'ta Altay Camii (Encümen arşivinden)
Terkos çeşmesinin üstündeki açıkta kalan küçük haziresinde Nakibüleşraf, ulemadan meşhur Zeyrekzade es-Seyyid Abdurrahman Efendi yatmaktadır: Altay Cami'-i şerifi haziresi, en arkada, başlıksız tek şahide, yazısı talik, me zarın yan taşları batık: "Hüve'l-Baki - Abdurah man sabıkan sadat u eşraf-ı nakib - Semt-i gülzar-ı cinandan şemm edince rayiha - Hatime halinde dedi tarihini onun - Ruh-ı Zeyrekzade için ola ihda fatiha'; 1085, leyle-i Berat"
Altay Camii 1984'te Vakıflarca yeniden inşasına başlanmış, orijinal vaziyetinden büsbütün farklıolan bugünkü şekliyle 1987'de ibadete açılmıştır.
Eski Ali Paşa Caddesi'nin sonunda solda Mesih Paşa Camii önündeyiz.(Hırka-i şerıf Mahallesi, 1sı.1ada, 1 parsel)
Eski Ali Paşa'dan Koyun Baba'ya inerken solda Sinan eseri bu cami, Revnakoğlu notlarında şöyle yer bulur (174:96):
Mesih Paşa Cami'-i şerifi (Hırka-i şerif'in karşısında): Sekiz sene önce mü kemmelen tamir ettirilen bu güzel dilber mabedimiz, Sultan IIL Murad zama nında Mısır valiliğinden İstanbul'a getirilen, veziriazam olarak sadrazamhk etmiş bulunan ve "Tavaşi" de denilen Hadım Mesih Mehmed Paşa tarafından Sinan'a yaptırılmıştır.Yapılış tarihi Sinan'ın vefatından iki sene önceye rastlar.
Daha önce sarayın harem dairesinde hizmet eden ve Sultan II. Selim zama nında kilercibaşılık vazifesini görmüş hadım kölelerden bulunduğu için ken disine "Hadım" veya "Tavaşi Mesih Paşa" derler. Asıl adı Mehmed Paşa'dır, fakat civar halkı ve hemen herkes bu civara ve cami'-i şerife kökleşmiş eski bir yanlışlıkla "Atik Ali Paşa" yahut onun Türkçesini söyleyerek "Eski Ali Paşa" der, yukarıdaki tramvay durağı ile aşağıdakini birbirinden bu suretle ayır
mış olurlar. Buna sebep de evvelce cami'-i şerifin önünde büyük bir çarşının bulunması ve bu çarşının Zincirlik uyu Cami'-i şerifi ve Hamamı'nı yaptıran Atik Ali Paşa'nın vakfı olmasındandır.
Cami'-i şerif, Mirmiran Hasan Paşa Mahallesi'nde Mirmiran Vezi r Hasan
-----.::.. - -
Mesih Paşa Camii avlusu (Encümen arşivinden)
.,.,,.,,....._. :: -. ..--- -
..,,.....
Eski Ali Paşa Caddesi'nden Mesih Paşa Camii (Belediye arşivinden)
Paşa'nın mescidinin bulunduğu yere yaptırılmış olduğundan Hasan Paşa'nın rızasıyla mescit Karagümrük'e, çarşı içerisine kaldırılmıştır. Yanında ve bü yük çeşmenin üstündeki merdivenli mektep yine bu Hasan Paşa'nın binasıdır, bundan dolayı buraya Mirmiran Hasan Paşa Mektebi derlerdi.
Alt köşesinde iki cepheli, üç aynalı büyük çeşmenin "Hazret-i Paşa ki namıdır Mesih" diye başlayan pek nefis ve gayet sanatlı bir celi ile meydana getirilmiş kuşak kitabesi pek yazıktu kimuhtelif yerlerinden parçalanmış, sonra çimen to ile tutturulmuş, fakat kitabenin bu defa metni eksilmiş ve mısra irtibatını kaybetmiştir. Üç kurna ve üç aynadan ikisi sebepsiz yere katledilip toprak ve moluz mezarlığına gömülmüştür. Altındaki ikinci kitabede okuduğumuza göre 1233'te Beyhan Sultan tarafından tamir görmüş, meşhur Şair Kalayi de bir güzel tarih söylemiştir.
Cami'-i şerifin inşasına söylenilen tarihin iç kapının üstünde, sağ, sol ve or-
tasına birer beyit halinde çevrelenmjş olduğunu görüyoruz. H.994 (M.1586) yıJ ını gösteren son beyti hakikaten güzel bir müjdedir:
Hatif-i kudsi dedi itmam ı nı n tarihini
Bu makam oldu ibadetgah-ı makbül-i Celil, 994.
Son mısradaki terkibin Hadika'da "makbül ü celil" yazılması hem vezne hem ebced hesabına hem de manaya muhaliftir, zira bir "vav" ilavesi 6 sene birden fark ettirir.
Paşa H.1000 (M.1591) tarihi nde vefat etmiştir. Cami'-i şerifin avlusunda şa dırvan önünde üstü açık türbede yatmaktadır. Taşında yazı yoktur. Karagüm rük'e naklolunan asıl mescidin sahibi Mirmiran Hasan Paşa da mi hrap önü n de medfundu, yola gitti. Bu türbenin solundaki 12 abdest musluğu da halen kurutul m uştur.
Bu güzel mabedin bütün mehabeti ve güzelliği ile göründüğü en iyi yer, Mü hendis Ekrem Bey'in evi nin köşesinden aşağıya kıvrılan Mevkufatçı Soka ğı'nı n başıdır.
Revnakoğlu notlarına Hadım Mesih Paşa'nın kısa biyografisini de ekler (174:104):
Mesih Paşa, Sultan 11. Beyazıt'ın veziriydi. Çandarlızade İbrahi m Paşa'nın ve fatı üzerine vezir olan Mesih Paşa, Galata'da baruthane mahzeninden çıkan yangında yüksek yerden düşerek ayakları kırılmış ve bundan mütecssiren birkaç gün sonra vefat eylemişti r. Cami'-i şerif 1952 yılında 21 türbe ile bera ber İstanbul Vakıflar Müdürlüğünce tamir edilmiştir.
'
Hırka-i şer f Camii
Eski Ali Paşa Caddesi'nden Keçeciler Caddesi'ne dönüyor, bi raz ileriden sağa tırmanan l<adı Sokağı'na çıl<ıyor solda Kadı Sokağı ile Akseki Caddesi'ne paralel Hırka-i şerif
Camii'ni görüyoruz.(Hırka-ı erif Mahallesi, 1530 ada, 1 parsel)
İstanbul'da Hz. Peygamber'den intikal eden iki hırka vardır:
Hala Topkapı Sarayı'nda kendi adıyla anılan odada muhafaza edilen ilk hırka,saha beden Züheyr'in oğlu Ka'b'ın İslam'a girişi sırasında okuduğu "Banet suad" ifadesiyle başlayan Kasidetü'l-Bürde'dir.Hz. Peygamber bu kasideyi beğenmiş, memnuniyetini
ifüde için Ka'b'ın omuzuna hırkasınıkoymuştu. Daha sonraları Muaviye'ninsatın almak istediği bu hırkayı,Ka'b teklif edilen on bin altını reddederek vermemiş,ancak vefa tından sonra mirasçıları Muaviye'ye yirmi binaltın karşılığında vermişti.Emeviler ve Abbasilerden sonra hırka bilahare Türklere geçti. Mısır'ınfethiyle İstanbul'a getirilen kutsal emanetler arasında bulunan bu hırka Osmanlısultanlarınca fevkalade bir hürmetle muhafaza edildi,şehrin müstesna kutsalları arasına girerek Ramazanın on beşinde muntazaman ziyaret edildi.Bu emanet, Topkapı Saray ı'nda Fatih devrinden kalma dört kubbeli Hırka-işerif odasında ayrı bir şebekede zümrütlerle bezenmiş çifte kapaklıaltın mahfaza içinde saklanmaktadır.
Bu mekanda hırka-i şerif ziyaretlerinde hususi bir usulvardı:Ramazanın on beşinde gül suyu dolu iki kase ve altmış yeni sünger iki meşin örtüye konur,si ahtar ağa gül suyuyla ıslattığısüngeri padişaha uzatır,o da bununla hırka-i şerif şebekesinicilalardı. Diğer saray erkanı da hırka-i şerifin muhafaza edildiği odanın kapı,pencere, dolap, kapak neyi varsa her şeyini gül suyuna bandırılmış süngerlerle silerlerdi. Hizmet sonrası saray ağalarına dağıtılan bu süngerler hürmetle saklanırdı.Hırkanın bulun duğu odada kılınan sabah namazından sonra hırkanın bulunduğu gümüş mahfaza som sırmalıyastıklar üzerine konur ve sandukanın kilidi padişahın elindeki altın anahtarla açılır, içindeki işlemeli yedi yeşil bohça açılır,bunların sarmaladığısom altın çekmece de bir diğer anahtarla açı ırdı. Hırkanın yaka kısmındaki düğme bir kaseye bırakılır,kaseye bir miktar su dökülür.Artık bu kaselerden damlalar akıtılan içi su dolu testile re "hırka- i şerif suyu'' denir ve hediye olarak ikram edilirdi. Bu, il. Mahmud'a kadar süren bir adetti. Öğle namazını müteak ip yanında saray ağalan bulunan sultanın da bulunduğu odada imamların Kur'an okumasıyla başlayan hırka-i şerif ziyareti zaman içinde yeni teşrifat ve bir yığıntefer ruatla devam edip giderdi.
Ramazan ortasında Top kapı Sarayı'nda ziyarete açılan hırka-i şerifin bohçasına yüz süren saray ahalisine bizzat Sultan Mehmed Reşad eliyle verilen işlemelimendillerde "Buy-i feyzisar eder p rahen-iYusuf-misal - Hırka-i pak-i ResUl'e mest olunmuş des timat" yazardı.Sultan son ziyaretinde yorgun ve hasta bedenini oruçlu halde ziyarete
getirmiş, hırkanın bulunduğu masa önündeki basamaklara başını koyup uzanmış; saraya dönüşünde yattığıdöşekten kalkamamış, on gün sonra rahmete kavuşmuştu.
İkinci hırka, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin Yemen'e gelerek Veyse'l-Karani'ye verdikleri devetüyü renginde, pamuk ipliğinden dokunmuş hırkadır.Bu hırka 1.Ahmed döneminde 1611'de Veyse'l-Karan 'nin kardeisoyundan gelen Şükrullah el-Üveys tarafından istanbul'a getirildi.Hırka başlangıçta bu ai enin
nezaretinde Fatih ve Vavuzsultanselim'deki evlerinde muhafaza edilipziyaret edilirken daha sonra hırka-i şerif için ı.Abdülhamid henüz Hırka-i şerif Camii yapılmadan önce
arsasının bulunduğu yerde 1780'de tek odalı hırka- isaadet dairesini yaptırmış, daha sonra Sultan il. Mahmud 1811'de kalabalık ziyaretçiler için bu dairenin etrafındaki bina ve arsaları istimlak ettirilmiş, nihayet 1851'de Abdülmecid de buraya Hırka-i şerif Camii'ni yaptırmıştı.
Bu camide Ramazan ayında teşhir edilen hırka muayyen bir adap içinde ziyaret edilirdi. Hz. Peygamber'in huzurunda bulunuluyormuş gibi huşu içinde,temiz kıyafetlerle ve kimseyi incitmeden huzura girilir,ziyaret sırasında el bağlanır,ziyaret gündüzse gizli şekilde salavat- ışerife okunur,tam bir hürmet ve tazimle merasim tamamlanırdı.
Hırka-i şerifte teşhir edilen ikinci hırkanın hikayesi Revnakoğlu'nda vesikaların kifayetsizliğiyle beraber yer alır (209:375-77):
Vesikasız söylentilerden duyul up işitilmekle ve tarihten habersiz öğren ilmek le bulunulduğuna göre Hırka-i şerife, Yem cn'den itibaren Şam'ı, Kufe'yi, Ker bela'yı dolaşmış ve aradan bir hayli zaman geçtikten sonra oralardaki boz gunluklar dolayısıyla Üveys'in kardeş çocuklarından Yemenli Şeyh Ziver el-Üveysi'nin eliyle Kuşadası'na getirilmişti r.
Bu necip aileni n son çocuğu Mehemmed Haşim Köprülü 'nü n (Haşim el-Ü veysi) lutfuyla gördüğümüz şecerenin kenarınd a buna dair küçük bi r rivayet yazllınışsa da hiçbir yerde görülmeyen, vesikası bulun mayan bu haberi tari hin seyrine uydurup bağdaştırm ak çok güçtür. Bununla beraber hususi bi r a ile kaydı olarak alıyoruz. Yine meııbaların susması yüzünden hırka-i şerife nin buraya yani lstanbul'a hangi tarihte ve nasıl geldiğini ki tap ve tari h yol uy la göstermek kabil olmuyor.
Vesikasızlık zoruyla tarihin hatta asırlık ananen i n bile serbestçe konuşamadı ğı bu meseleyi ilk defa ele alan yine Had ikatü'l-Ce vaıni'olmuştur. Karagü m rük çevresindeki Akseki Camii maddesini yaza rken bu bahse kısaca ilişmiş, sonra da Ahmed Rasim Bey merhum üzerine hiçbir şey eklemeden aynı ko nuyu Mcnakıb-ı İslıimiyye 'sine aktarmış ve old uğu gibi tekrar etmiştir. Son radan ne yazıldıysa hep bu iki eserden almışlardır. Ansiklopedilerin bile bu hususta fazla bi r bilgi veremedikleri ni görüyoruz.
Bi naenaleyh başta gelen bu iki eserden ve bazt hususi kayıtlardan başka yine
icazetname yardımıyla öğrendiğimiz şey, bu göbeğin 36. çocuğu Şeyh Ali Osman el-Üveysi'nin ilk olarak H.1138, M.1725'te hırka-i şerifeye mahsus bir vakıf yapıp Evkaf si ciline geçirmiş ve beratını almıştır, bu münasebetle vakf-ı şerifin banisi bilinir.
Aynı soydan 18. torun Şeyh Mehemmed Şükrullah el-Ü veysi yahut kardeşi Şeyh İbrahim el-Üveysi H.1027, M.1617-18'de Kuşadası'ndan hicretle hırka-i şerifeyi İs tanbul'a getiriyorlar. Bu efendi insanlar bununla da kal mayarak necabetlerine yakışır şekilde evlerinin kapıları nı ziyarete açmışlardır. Bu mübarek vazife evvela Fatih ve Sultanselim çevresindeki evlerinde, sonra da Akseki Ca mi'-i şerifi yanındaki konaklarında hırka-i şerife dairesi yapılıncaya kadar her Ramazan şevkle, şerefle devam et miş ve oğuldan oğula geçerek zamanımıza kadar gelmiştir.
Ellerindeki icazetnamenin baş tarafında yazılmış olduğu-
na göre, Üveys'in zikir halkasında ne zaman olursa olsun behemehal kırk er bulunurmu ş. Bu münasebetle kendileri kırkların sırrına mazhar buyurul muşlar ve sair tarikat pirleri gibi kendileri de bu yolun erkan kurmuş ulula rından sayılmışlardır. Fakat kendilerinin çocuğu olmadığından kardeşi yine Yemenli Şeyh Şihabeddin el-Üveysi'yi yerlerine halife yapmışlar, tarikat ve hilafet icaplarını, tevhid-i şerifin sırlarını ve Resulullah hatırası olan müba rek hırka-i şerifeyi ve diğer emanetleri ona bırakmışlar, ayrıca Veysiyye usulü üzere ayin-i şerif icrasına da destur vermişlerdir.
Bu itibarla içlerinden Şeyh Ziver el-Üveysi ile kardeşi İbrahim el-Üveysi'n in cuma geceleri kendi zaviyelerinde, Şeyh Abdullah Necmedddin el-Üveysi'nin cuma geceleri Fatih Cami'-i şerifinde, onun oğlu Ebü'l-cemal Şeyh Burhaned din el-Üveysi'nin yine cuma günleri cuma namazından sonra Ayasofya Ca mi'-i şerifinde top kandilin altında, Şeyh Sadullah el-Üveysi ile Şeyh Nureddin el-Üveysi'nin ve halifelerinfo de ayrı ayrı yerlerde Veysiyye erkanı üzere ayin-i şerif icra eylemiş ve irşatlarda bulunmuş olduklarını ve bu vazifenin de yaş sı rasıyla evlattan evlada geçtiğini elimizdeki silsilenameden öğreniyoruz.
Hırka-i şerifeyi asırlardır saklayarak muayyen günlerde halka ziyaret ettir mek gibi mübarek bir vazifenin başında bulunmakla şereflenmiş bu bahtiyar insanlara yak ın bir zamana kadar tarihe geçmiş ismiyle "Hırka-i şerif şeyhleri" denilirdi, şimdi "muhafız" diyoruz. Binaenaleyh tesbit edebildiğimiz tarihten bugüne kadar 57 şeyh efendi ve muhafız geçmiştir.
Bursa Karageydi Dergahı şeyhliğinden ve M iftahu't-Tefdsir sahibi Kütahyalı Evliyazade Şeyh İsmail Hakkı kolundan verilmesi usulden olan icaze-i şerife Jerde yazılmış isimleri sırasıyla alıyoruz:
Son Hırka-i şerif şeyhi(muhafızı) Haşim Köprülü (209:320)
-
Mahbüb-ı Hazret-i Peygamberi Muhammed Üveys el-Karani
-
Kardeşi Şeyh Şehabeddin el-Üveysi el-Yemeni
-
Onun oğlu Şeyh Taceddin el-Üveysi el-Yemeni
-
Oğlu Şeyh Muha mmed Şemseddin el-Üveysi el-Yemeni
(4) Oğlu Şeyh Ziver el-Üveysi el-Yemeni
-
Şeyh Ahmed Veysüddin el-Üveysi
-
Oğlu Mahmud Şehabeddin
-
Oğlu Mehemmed Haşim el-Üveysi (Köprülü), hayatta bulunan son muhafız.
Revnakoğlu (Şeyh Cemalullah), bu cami, hırka ve hırkanın sahibi Veyse'l-Karanl üzerine Yemen İllerinde Veysel Kareni adlımüstakil bir kitap yazdı.Bu eserin neşre dildiği aynı yılda Haşim Köprülü'nün 1960'ta yayımladığıHırkaişerif ve Veyselkarani (İstanbul,1960) eseride çıkmıştı.
Hırka- işerif şeyhleri(muhafızları) arasında 56. sırada yer alan Mahmud Şehabedd in'in vaziyeti diğerlerinden büsbütün ayrıydı (209:133-34):
Mahmud Şehabeddin (Mahmud Bey - Molla Bey), hal k arasında uKoka na Molla" derlerdi. Dört karısından başka müteaddit metresleri va rdı. Başına değirmen gibi sarık sarar, gümüş saplı baston kullan ırdt. Temiz, zarif, ten dürüst, kibar tavırlı, çelebi terbiyeli olmasına rağmen aşın zamparalığı yü zünden kendisine "pis zampara" dedirtecek hallerde bulunurdu. Hovardalık alemlerine para yetiştiremediğinden Hırka-i şerif dairesini soymaya kalktı, gümüş şamdanları, kapı tokmaklarını değiştiririp satarken yakala ndı. Yedi buçuk sene kürek cezasına çarptırıldı . Bu mahkumiyet müddetini Anadolu hapishanelerinde yatarak geçirdi. Yerine Kayyımbaşı Aziz Efendi ile Manisalı Mustafa Efendi Hoca uzun zaman vekalet ettiler.
O yıllarda Halk gazetesinde "Hırka-işerif'i soyanlar" başlığıyla şu haber yer aldı:
Hırka-i şerif dairesinde mevcut gümüş avanı ve gümüş saçaklı perdeleri sirkat ederek mezkur eşyanın yerine fakfondan imal ettirmiş olduğu avam tali k ettirmek ve bu suretle hile ve huda istimal ederek daire-i rudesini iğ fal eden Hırka-i şerif muhafızı Mah mud Şehabeddin ile işbu gümüş fı.vfının ınal-ı mesruk olduğunu bikü kleri halde aldıkları ve yerlerine fakfondan tak litler imal ettikleri iddiasıyla maznun Krikor, İshak Mikail, istepan'ın cinayet mahkemesinde muhakemeleri intaç edilerek karar dün tefhim edilmiştir. Bu suretle cinayet maznunu Şehabeddin'in yedi buçuk sene kü reğe vaz'ı ile me muriyelten tardına ve hasarın mecmuu olan l 1.038 lira 86 kuruşun iki mis line iblağıyla kendisinden ahz ve tahsiline ve diğer maznunların da üçer ay müddetle hapislerine ve masarif-i muhakemenin de ayrıca tahsiline kabil-i temyiz olmak üzere karar verilmiştir.
Revnakoğlu, Kokana Molla'dan sonra Hırka-i şerif şeyhi - muhafızı olanları da sıralar (209:189):
ManisalıHoca Mustafa Efendi:Vefat tarihi olan 1940'a kadar bulundu.
Müezzinbaşı ŞileliMustafa Efendi Vefat ettiği 1942'ye kadar.
Malkaralı Halil Zühdü Efendi:Eski Mehmed Ağa imamı,ço rapçı,en sonra Hırka-i şeri'f'e imam olmuştu. Dersiamdı. 1946'da vefat etti.
Müezzinbaşı İsmail Hakkı Efendi: kendisine tevcih edildi, fakat önündeki Ramazan Haşim Bey geldi ve 1947 Rama zanından itibaren vazifeye başladı. Öyle görünüyor ki bu tarihten sonra Haşim Köprülü bu vazifeyi ifa etti.
Hırka-işerife şeyhlerinin bazılarına ait mezar taşları Edirnekapı Şehitliği'ndedi r.Bugün de yerlerinde·duran bu mezarların kitabelerinin bir kısmı Revnakoğlu dosyalarında yer alır:
Şeyh Abdüsselam Efendi (61:17): Edirnekapı Şehitliği,Hırka-i şerif şeyhlerine mahsus sofada, çift şahideli, nesih kitabeli
muntazam mermer mezar; başında cesim Halvet tac-ı şerifi: "Nev-civanım uçtu cen net bagına - Firakı kaldı valideynin canına - Gençliğine doymayan Şeyh Abdüsselam Efendi ruhıyıçun el-tatiha, 1167"
Seyyid Abdurrahman Efendi (131:256): Başlıksız, ustuvane,çift şahide, sülüs cel si: "Hüve'l-Bak - Nesl-i Hazret-i Üveys el-Karan 'den sabıkan ser-levha-iyem n merhum ve magfurun leh es-Seyyid Abdurrahman Efendi ruhıyıçun el-Taliha, 1237"
Mahmud Efendi (131:256): Aynı hazirede, manend-i Melamiyan tek şahide, güzel talik, numarası 7: "Hüve'l-Bak - Sad-hezaran hayf kim mahdum necTb-i zi-şan - Böyle bir zat-ışerif-i seyyid-izü'l-ihtiram - Çarh-ı gaddar etti nahl-i sura ta bu bi-bedel - Oldu dünyadan dahi kam almadan ömrü tamam - Hazret-i Veys el-Karan nesl-i şerifinden olup - Kisve-i pak-i Resul'e hadim idi subh u şam - Etmeyip alayiş-i dünyaya meyi ü iltitat - Geldi üçler dedi er tarlh-i fevtin Himmeta - Gülsitan-ıadn ola Mahmud Efendi'ye makam, 1169"
Melımed Efendi (131:256): Önündeki sırada, ortada, çiftşahideli, talik yazılı,başlıksız, ustuvaneli:"Hüve'l-Baki - Yine nesl-i şerif-iHazret-i Veys el-Karani'den - Cenab-ı Hırka şeyhi al-i Ahmed'den idi ol gül - Kararı kalmayıp gülşen-saray-ı adne azm etti - Deyip ya hu açıldıgülşen-i cennette bir sünbül- Edip pervaz ruhu arşa Veysi dedi tarihin - Muhammed kutb-ıalem şimdi uçmakta oldu bülbül,1165" Numarası 14.
Seyyid el-Hac Mustafa Efendi (131 257): Melamilerinki gibi çift şahide, başlıksız, talik: "Hüve'l-Baki - Hırka-i şerife şeyhimerhum ve magfurun leh es-Seyyid el-Hac Mustafa Efendi ruhıyıçun el-tatiha, 1183"
Hırka-i şerif şeyhi Seyyid Abdurrahman
Efendi (Edirnekapı Şehitliği'nde)
Zihnizade İbrahim Efendi (131:259): Ahmed Ağa'nın önünde, Melamiyye şeklinde, çift şahide, talik:"Hüve'l-BakT - Müderris nden Hırka-i şerif şeyhi efendinin damadı merhum ve magfürun leh Zihn z.ade İbrahim Efendi'nin rOhıyıçun el-ratiha,1214"
Mehmed Şükrullah Efendi (131:259): Başlıksız, ustuvane, çift şahide: "Hüve'l-Baki - Muvakkata Mekke-i mükerreme kadısı,Hırka-i şerif şeyhimerhum ve magfOrunleh es-Seyyid el-Hac Mehmed Şükrullah Efendi'nin kabr-i şerifidir,lillahi el-ratiha, 15 Şewal 1204"
Seyyid Mahmud Efendi (131:259): Melamitaşı,talik,tek şahide, Şeyh Osman Efendi'nin sırasında, ikitaş sonra: ''Hüve'l-Baki - Hazret-i Üveys el- Karan neslinden Hırka-işerife şeyhi es-Seyyid Mehmed Esad Efendi merhumun mahdumu merhum ve magfOrun leh es-Seyy id Mahmud Efendi ruhıyıçun el-ratiha." Tarihsizdir,taş numarası50.
Osman Efendi (131:259): Şeyh Mustafa Efendi'nin önünde, ustuvane, başlıksız,tek şahide, talik,numara 47: "Hüve'l-Hayyu La-yemüt - Şeyhü'ş-şüyüh-ıkam-bin Osman Efendi kim ona - Etmişti lutf-ı a-yuad olKadir ü Hayy - Ki olmuştu hafız-ıhırka-ipak-i Resul - Oldu o izz ü şan ile irs ile taraf-ı cinana rü be-rah - Güş eyleyince rıhletini hatif dedi tarihin - Osman Efendi'ye ede Baricinanı cilvegah, Rebiülahir 1137"
Ahmed Ağa (131:258): Başlıksız, ustuvane, tek şahide, kötü bir sülüs: "Hırka-i şerif şeyhinin karındaşı merhum Ahmed Ağa rOhıyıçun fatiha, Ramazan 1137"
Emine Hanım (131:258): "Ah Mine'l-Mevt - Çarh-ı dunun dad sad feryad elinden - Yine nazük vücudu kıldı zayi' nagehan - Bırakıp hayfa iki hayrü'l-halef duhterlerin - ircii emri erip pek genç idi oldu revan - Hal-i alem böyledir p r ol civan ol çare ne - Vakti geldikte ecel bir kimseye vermez aman - Şeyh-i dar-ıhırka-i pak idibu merhumenin
- Validi huld-aşiyan Esad Efendi çok zaman - Nesl-i zat-ı Hazret-i Veys el-Karan'dır cümlesi - Ruz-ı haşr elbetolur makbOl-iRabb-i müstean - Cevher-ieşkimle tam tarih yazdım başına - Cennet-i ali Emine Hanım'a olsun mekan, el-ratiha,1273"
Revnakoğlu, Hırka-i şerif Camii'ni içindeki hat mirasıyla beraber kitabında tavsif eder (209-384-88):
İstanbul cam ileri. içinde Ta nzimat'tan son ra yaptırılan çift minareli ilk cami lcrimizdendir. Mihrabı önünde tek kubbeli, camekanlı bir medhalden girilen ayrı bir dairede Paygam beri mizin Üveys'e bıraktığı hı rkasının saklı durması camiye "Hırka-i şerif " denilmesine sebep olmuştur.
Yapısı tam bi r İslam klasiği değildir, gecikmiş Avrupa Rönesans üslubuyla ka rışmıştır. Klasik mabet mimarimizin saf sanat karakteri ni kaybetmeye başla dığı bir devirde meydana getirildiği için sadelikten ziyade süsleme ve nakış lama sanatına önem verilmiştir, çünkü Osmanlı plastik sanatında baroktan sonra (1808-1874 arası) Fransız ampir üslubun un tesiriyle ayn bir imparator luk üslübu türemiş, bilhassa Sultan 11. Mahmud ile Sultan Mecid devirlerin de çok gelişmiştir. Tophane'deki Nusretiye Camii bunun en bariz örneğidir.
Zaten yeniliği seven Abdülmecid'in Hırka-i şerif Camii'ni yaptırması da tam bu ampir zamanına rastgelmiş ve bir Rum kalfa elinden çıkmıştır. Bu sebeple Rönesans gotiği denilen kilise mimarisi ile barok özentisi melez bir tarz-ı ce did üslubu bu eserde göze çarpar.
Cami'-i şerif sekiz köşeli bir plan üzerine kurulmuş ve bostanJar üzerine ya pılmıştır. Etrafını çepeçevre kuşatan geniş bir avlusu, üç büyük kapısı vardır. Bu kapılar hemen hemen bir boyda ve aynı büyüklüktedir. Her üçünün takın daki kıymettar yazıların sanat ihtişamı, kapı kanatları üzerindeki iri tokmak ve halkalar derhal göze çarpar.
Kıble önündeki Karakol Kapısı üstünde fevkalade güzel bir sülüs celisiyle besmele-i şerife ve "Miftahu külli babin .. ' (Her kapının anahtarı besmele-i şerifedir) hadis-i şerifi yazılıdır.
Akseki Kapısı üstünde "Men alime ennes's-salate aleyhi hakkun vacibün de hale'l-cenne" yani "Her kim kendisine namazın vacip olduğunu bilir, cennet o kimseye vacip olur" hadis-i peygamberisi göz almaktadır.
Keçeciler'e açılan aşağı kapının takma Rakımvari bir hünerle çekilmiş oklu besmele, eseri ibda eden Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ni n ketebesini ve 1267 (1850) tarihini taşımaktadır.
Cami'-i şerife açılan öndeki üç kapıdan başka sağ ve solda aynı şekilde iki ka pısı daha vardır. Bunlardan sonra medhale geçilir ve iç kapılardan mabede girilir.
Narin endamlı iki minarenin açılmış lale şeklindeki şerefeleri de sekiz köşe lidir ve 101 basa maklıdır. Köşe teknikleri ta uzaklardan görülür, zarafetiyle dikkat çeker.
Cami'-i şerif tek kubbelidir. Kubbe kasnağında yarım daire şeklinde çevre leme sekiz penceresi vardır. Aşağıdan ta kubbe eteğine kadar yükselen dört muazzam pencere hem göze vurmakta hem de mabedin içine bol ışık yay maktadır. Pencere aralıkları aynı zamanda kubbenin ayağı yerinde sıralan mıştır. Bu pencerelerin üstlerinde yine Kazasker Efendi'nin muhteşem ibda larından biri olarak parıldayan sekiz kitabe namaza dair ayet ve naslardan seçilmiştir. Kubbe altını bir kemer gibi kuşatan bu sekiz levhaya ayrı ayrı bö lünmüş ayetler şunlardır:
Mihrabın sağında birinci pencerenin üstünde: "Fe-iza kazaytümü's-salate fezkurullahe kıyamen ku'lıden"
Sağda ikinci pencere: "İ nne's-salate kanet ale'l-mü'minine kitaben mevkCıten"
Mihrabın solundaki birinci pencere: "Ya buneyye ekımı's-salate ve'mü r bi'l-ma'rCıfı ve'nhe ani'l-münkeri va'sbir ala-ma-esabeke"
Soldan ikinci pencere: "Ellezine yukimune's-salate ve mi mma razaknahüm yünfıkune"
Mihrabın en üstünde: "Hafızu ale's-salavati ve's-salati'l-vusta ve kunu lillahi kanitine"
Ayrıca onun altındaki mihrap istalaktit (sarkım)larının üstüne oturtulmuş: "Fe-nadethü'l-melaiketü ve hüve kaimün yusalli fı'l-m ihrabi" ayet-i kerimesi Sultan Mecid'in sanat saltanatını gösteren bi r taç gibidir.
Hünkar mahfili: "inneni enallahu la ilahe Ula ene fa'budfıni ve ekımı's-salate l i -zikri"
Valide mahfili: "Ve iza kamu ile's-salati kamu küsala yürau ne'n-nase"
Müezzin mahfili: Ekımı's-salate li-dülfıki'ş-şemsi ila-gasakı'l-Leyli ve kura ne'l-fecri''. Bu yazının altında Sultan Mecid'in ketebesi vardır.
Fakat Bahriye ressamı ve hattatı merhum Hüsnü Bey'in BayrCl m Hediyesi' nde yazdığı gibi "Cami'-i şerifin bilcümle yazıları Mustafa izzet Efendi'nin hatt-ı desti .. ' değildir. Şimdi rutubetten biraz kabarmış ve birleştiği noktalardan ayrılmış bulunan kubbedeki Nur ayeti ile verdiğimiz bu sekiz kitabe Mus tafa İzzet Efendi'ye ait olmakla beraber ta yukarıdaki ism-i celal. ism-i nebi, çevreleme devam eden çılryar takımları, Haseneyn levhaları, minber kapısı üstündeki kelime-i tevhid ve yukarıda gösterdiğimiz mih rap takındaki kitabe Sultan Mecid'in sanatlı kaleminden çıkmıştı r. Şahane ketebesi Hazret-i Hü seyin'in levhasında görülüyor. Bunları caminin yapılışından bir yıl önce yazıp hazırlamıştır. Yalnız minber kapısı yazısının caminin yapıldığı sene yazılmış olduğunu görüyoruz.
On basamakla çıkılan kabartma oymalı ve nakışlı minberin kırmızımsı taşı pek kıymetlidir. Gebze taraflarında bulunan bu taş somaki cinsinden olup damarlı ve alacahdır. İngilizlerin pudi ng dedikleri üzüm lü çöreklerine ben zer şekilde benekli, emsalsiz tezyinler birbirine dolaşmış geniş yapraklarla donanm ıştır.
Mihrabın sağında asılı taş kurna gibi duran cu ma kürsüsü de aynı cins taştan yapılmıştır. Kesme, oyma, süsleme ve işleme sanatları bakımından aynı kıy meti taşır ve bunların birbirine sanşmaları mi nber ve kürsünün etrafında bir akarsu gibi dalgalanmaktadır.
Bu kürsünün üzerinde istif ve terkip sanatının paha biçilmez kıymetlerinden biri olarak meydana getrilmiş, Reisü'l-hattatin M uhsinzade Abdullah Bey'in (ö. 1900) siyah bez üstüne yazdığı "Ya Hazret-i Üveys b. Amirü'l-Kareni" lev hası, kürsünün balasında tahtından bakan kıvrak bir dilber gibi gülümsemek tedir, 1885 tarihinde yazılmıştı r.
Cami'-i şerifin içinde alanla yazılmış pek değerli bir levha da minberin sa-
ğında ve uüveys" yazısının karşısındaki "Şefü'ati li-ehü'l-kebairi min ümmeti" yazısıdır. Son devir urk hattatları elinde pek çok tekemmül etmiş bulunan sülüs yazınm şaheserlerinden sayılacak değerdedir ve hattatın [Ömer Vasfi Efendi'nin] en güzel eseridir, l916'da yazılmıştır.
Öne doğru hafif çıkıntı yapan iki mahfilin sağ taraftaki hünkara, soldaki va lide-i padiş:ihi ile sultanlara mahsustur.İkisinin ortasında kalan balkonumsu içerlek kısım daima müezzin mahfili olarak kullanılır. Yan kapılardan çıkı lan ikinci katta yine padişah ve sultanlar için aynlıruş hünkar mahfili vardır. Uzun zamandır terk edilmiş ve çok bakımsız bir hale gelmişti. Son yıllarda Cami ve Hayrat Derneği Karagümrük şubesinin teşebbüs ve himmetiyle ta rihi hüviyeti iade olunarak ihya edilmiş ve yeniden ziyarete açılmıştır
Cam i'-i şerifin göze çarpan hususiyetlerinden biri de kubbedeki alemin koyu renkte boğumlu tunçtan yapllmış olmasıdır. Mihrap önündeki büyük şam danlar ve mum altları da aynı tunçtandır. Minare alemleri benzerlerinin ço ğunda görüldüğü gibi bakır üzerine altınla yaldızlanmıştır.
Cami'-i şerifin yapılışına Ziver iki tarih söylemiştir. Bu tarihler, "Evliyanın hak-i payi Seyyid Mustafa izzet"in emsalsiz talik yazısıyla orta kapının üstün deki kitabeye geçirilmiş ise de hepsi alınmamıştır:
İki tlzrilı-i gülıer-piriiyeyi Ziver kulu
Çekti zer-ttir-ı nizıim-ı nazma çün dürr-i semin
Hırka-ı piik-i ristilet-mesnedin bu cami'in (1267-1850-51)
Ştilı-ı din Abdülmecid Han kıldı bünyad 11 rasi11 (1267-1850-51)
Cami'-i şerifin inşasından artakalan molozları Mesih Paşa Camii önündeki Koyun Baba Türbesi'nin arkasına yığdıklarını ve takriben yirmi metreyi bu lan bu moloz tepenin üstünde çocukların uçurtma uçurduklarını eskilerden dinlemiştim. Yi ne onlardan tesbit etmiş olduğuma göre 1320-1904 yılında bir Ramazan -ı şerif gecesi çıkan şiddetli bir fırtınada cami epeyce hasar gör müş, minarelerin ikisi de kısmen yıkılmıştır. Aynı günde Dolmabahçe Cami i'nin de sağ minaresi devrilmişti.
1952'de kurulan, kurucu ve üyeleri çevrenin en efendi insanlarından seçilen Cami ve Hayrat Derneği Karagümrük şubesi yaptığı birçok hayırlı işler ara sında Hırka-i şerif Camii'ni ele almış..."
Revnakoğlu eskiden bu civarda bulunan bir çeşmenin başına gelenlere yer verir (174:402): "Hırka-i şerifin muhafız bölüğüne ait Mecidiye Karakolu karşısındaki duvar dibindeki çeşme Mecidiye Çeşmesi'dir.Bu çeşme mail-i inhidamdır deni erek çöpçü amelesi tarafından yıktırılmış ve sular idaresi dava edi erek Edirnekapı'da iki bin küsur liraya 1950'de yeniden yaptırılmıştır."
Hırka-i şerif Camii'nden Akseki Caddesi'nde
ilerlerken karşıdaki Akseki Camiiönünde duruyoruz.
(Hırka-i şerif Mahallesi, 1529 ada, 1 parsel)
Fatih, fetih öncesi iktisadivaziyetiyle büsbütün harap olan Bizans İstanbul'unun bu sefer silüetini dini mimariyle şekillendirdi. İlmiyeden, esnaftan, askeri kadrodan, sufılerden ve devlet ricalinden bu şekillenmeye iştirak eden seksen kadar zevatın ilk hamlede meydana getirdikleri eserler devletin imar faaliyetlerine ilave edi di. Bizans'tan artakalan mimaride bu yekOna dahil edilince ortaya çıkan üç yüzü aşkın eserle toplam yetmiş bir mahallede Türkleşme ve İslamlaşma temin edildi.Akseki Camii bu zümredendir.Şimdi bu camii,Kur'an kursu olarak faaliyet göstermektedir.
Banisi hazirede üstü açık mermer sandukalımezarda medfundur.Taşının mihraba benzer tarzda çiçekli beyaz mermer taşında talikle "Bani-i evvel Kemaleddin Efendi rahmetullahi aleyhi 857" yazar. Yenilenmiş baş taşının aksine köfeki taşından eski ayak taşı halen duruyor (174:319):
Akseki Kemaleddin Efendi: Geri dönerek Hırka-i şerif tarafına geçiyoruz. Aynı civa ra bağlı Muhtesip İskender MahaUesi 'nin Akseki Caddesi ile cami sokağı nın birleştiği köşede ve Hırka-i şerif Camii'nin üst kapısı karşısına rastlayan yerde, parmaklık içinde Fatih'le gelenlerden Akseki (belki Akeski) Kemaleddin Efendi'ye yaptırdığı mescit. Bir zamanlar kadro dışında bı rakılan bu şirin ma bet, Reisülküttap Dal Mehmed Efendi ve Rifa'iyye'den Şeyh Aşki Efendi tarafla rından iki defa esaslı surette tamir görmüş. Kendileri de orada yatıyorlar.
Reisülküttap Dal Mehmet Efencli'nin (174:390) "Mihrap önünde küçük hazi rede ustuvane şeklinde başlığı istifli sülüsledir:
Dal M uhammed niim re!s-i kütttib kıldı rıhleti Razi olup ol Muin kabrini cennet eyleye...
İşidicek rı/ıleti11 Da'i onun tarihin
Hiiznle bu dern didi Hak ana rahmet eyleye, 1013
Ayak taşında:
Dogdu rılılet şemsi çün ınerlıılm M elıe111111ed Paşa
Yazın altım halle tarihini kabri taşma Dal idi kameti ibadette
Pir olupgeçti ömrii taatte
Üstü açık sandıka, baş ucunda ziynetli, mihraba benzer tarzda, çiçekli, mis tarlı beyaz mermer taş: Küfeki taşından eski ayak taşı, tal i k ile, hala duruyor:
"Ba11i-i eııvel Akseki Kemaleddin Efendi rahmetul/ahi aleylıi, 857" Kastrı111011ulu Fetlızade Hüseyin Ağa, ı1ejatı 12 Cernaziyelevvel 1250. Hırka-i şerif Camii i111a1111 Hacı Melımed Efe11di, vefatı 15 Recep 1258.
Buradan götürülmüş mezar taşları vardı (174:389) "Akseki Cami'-i şerifinin cenup tarafında eski devre ait üç mezar taşı vardı,kadro haricinde bırakı dığıtarihlerde kayboldu:'
Koyun Baba Türbesi'nin tam karşısında bulunan ve Fatih yangınıyla taş yığınına dönüşen SarıgüzelHamamı'nın da sahibi olan Maliye Hazinesi memurin kalemi hulefcisından Hacı Şevki Bey, Bahçıvan Arif Efendi'nin halifelerindendi.Hırka-işerif Camiimukabilinde fetihten kalma Akseki Camii'ni ihya ettiği için banT-i salissıfatıyla o da camiin mihrabı önünde defnedildi(174:389):
Başlıksız, ustuvane şeklinde çift şahide; aynasında Rifci' tac-ışerifi,talik yazı:"HG TarTkat- ıRifa'iyye meşayihinden ve Maliye hazinesi me'mürin kalemi hulefasından ve Akseki Cami'-i şerifi bani-isalisiel-Hac Şevki AşkT Efendi'nin halvetgah-ı ma'nev sidir. 11Rebiülahir 1324"
Akseki Camii'nin caddeye bakan avlu kapısında Şevki Efendi'nin tecdit kitabesinde şunlar yazar:
Sa'yi 111eşkıir ola ınerlıiiııı Ke111lıleddi 11'i11 Di11i11e devletine Jıiz 111et ile o/dıı sa'id
Hazret-i Fati/ı ile şelır-i Sitaııbı&ıgeliµ Yaµtı bu mescidi kim 111edfeni de onda bedid Kalb-iaşık gibi ol11111ş idi virli11 u lınrlt.b
Edip ol 111a'bedi mesdudfelek alıd -i 111edid Yetişip kıldı Hacı Şevki Efendi ilıyti
Yeniden eyledi ma 'mıir 01111 blt-sa'y-i mezid Hissemend-i 11i'rı111-1 ecr ii mestıbtit etsin Hırka-i pak - i risalette11 01111 Rabb-i ınedd Peder ii 111dderi11i11 ritlıları ş!ıd olarak
Bıılalnr cemıel-i a'llıdn safiz -i cd.vid
Sa'dibeş 11rıkit gelip okuna btlng-i tarih "Akseki Mescidi lıimmctile oldu tecdid'' Ya Hıi 1315 Ramaziııı-ı şerif
Caminin üçüncü banisi Aşkl Şevki Efendi'ydi (174:392):
Hüsrev Paşa şeyhi merhum Arif Efendi'nin halifelerinden biri de Mal iye vez nedarı Aşki Şevki Efendi merhumdur ki tamir ettirmiş olduğu Hırka-i şerlf 'te Aksek i KemaJeddin Efendi Camii'nin mihrap önünde parmaklık içinde med fundur (üçüncü banidir.)
Akseki Camii'nin eski bir fotoğrafı (Belediye arşivinden)
Çorlulu Ali Paşa Çeşmesi'nin bugünkü hali
Tahta Minare Dergahı banisi Salih er-Rifa'i ilk defa icra-yı meşihat eyleruği yerdir.
Halen 19. İlkokul'a bağlı üç sınıflı Atik Ali İlkokulu'dur. Cümle kapısı Akseki Caddesi'nde 5 numaralıdır.
Çorlulu Ali Paşa Çeşmesi
Aksek i Mescidi'nin karşısında Hırka-i şerif tarafında Çorlulu Ali Paşa'nın yaptırdığı çeşmenin karşısındayız.
Çeşmeden tatlıHalkalısuyu akardı. Çeşmenin sağında yangın musluğu, sol yanında su terazisi vardır.1307 tarihlitalik kitabesinde "ÇorluluAli Paşa-yı vezir-ia'zam - Yaptı bu aynı çü selsal-ıirem - Ab-ı kevserden içip teşneler olsun sir-ab - Suyu aktıkça bula hazret-i ban si kerem" yazar.
Akşemseddin Camii
Tekrar ı<eçeciler Caddesi'ne iniyoruz. Bu caddenin ilerisinde,solda Akşemseddi n Camiiyer alır. (Hırka- ı şer if Mahallesı, 2158 ada. 27 parsel)
İlk inşası fetih devrine gitmekle beraber orijinal hususiyetlerinden hiçbir iz kalma mış, bütünüyle zevksiz bir manzaraya dönüşmüş camilerdendir. Ayvansarayl'nin kaydına göre yolu buradan geçen 111. Ahmed, duyduğu öğle ezanıyla bu mescide girmiş, namazdan sonra banisinin kim olduğunu öğrenince mescide bir minber ilavesiyle birtakımyardımlarda bulunmuştu. Zamanla hayliharap olanyapı (174:384) 1904'te EczacıAsaf Bey'in annesi Hacı Emine Hanım tarafından, daha sonra da 1945'te Çorapçı Ali Erseven,Kabzımal Ali Akal ve caminin o sıradaki imamı Hafız Ziya'nın yardımlarıyla ihya edilmişti.
Bir zamanlar yanında bulunan mektep daha sonra karakol olarak kullanılmıştı. Bir süreden beri uygunsuz kişi erin alem yaptığıbir yere dönüşen bu yer,caminin son imarı sırasında sakinleri çıkartılarak bugünkü şeklinialdı ve halen Dervişoğlu Vakfı tarafından kullanılmaktadır.
Bu son imarı gerçekleştiren cami çevresinde ikamet eden Erdal Bey,görüşmemizde caminin doksanlardaki vaziyetinin berbat olduğunu, farelerin kol gezdiğini, kışın hiçbir ısı tertibatı olmaksızın camide namaz kılındığını, ahşap yapının büsbütün çürümüş olduğunu, yıktırılarak yeni bir mimariplanla betonarme şeklinde şimdiki yapıyımeydana getirdiklerini aktarıyordu. Bu caminin inşasından sonra aynı vaziyette olan yakınlardaki Karabaş Camii'ni de böyle inşa ettiklerinisözlerine ilave ediyordu.
Akşemseddin Camiison şeklini almadan önce (Belediye arşivinden)
Şeyh Şemseddin Tekkesi - Perşembe Tekkesi
Akşemseddin Camii'nin karşısında Şeyh Şemseddin Tekkesi - Perşembe Tekkesi'ni görüyoruz ..
(Hırka-i şerif Mahallesi, 1518 ada, 3 parsel)
Şeyh Şemseddin Efendi
Tekkesi'nin "Abdülhamid" ifadesi kazınmış kitabesi (156:184)
Tekke, ilk şeyhi Seyyid Mehmed Şemseddin Efendi tarafından H.1204 - M.1789-90 tarihinde yaptırılmıştı.Zamanla harap olması üzerine Asaf Paşa yeniden inşa ettirerek açılış merasimi 15 Rebiülewel 1311(26 Eylül1893) tarihinde yapılmış, tekkeler devrinin bitmesiyle bu son ihyanın tekkenin türbe kısmı hariç 1965'te bütün müştemilatı yıkılıp yeri arsa olarak kalmış,uzun süre arsa otopark olarak kullanılmıştı.Harap türbe ve yerinde yeller esen tekke Hırka-i şerlf Vakfı'nın teşebbüsleriyle 2013'te ihya edildi.
Keçeciler Caddesi üzerinde tekkenin bitişiğindeki türbenin solüst kenarında bir zamanlar bulunan talik yazılı, dört köşeli, mistarlı beyaz mermer kitabede Asaf Paşa'n ın ikinci inşasına işaret eden kitabede "es-Sultan ibnü's-Sultan el-Gazi Abdül hamid-i Sani hazretlerininasr-ı hümayGn-ı mülGkanelerinde müşTran-ı izamdan Asaf Paşa hazretleri işbu dergah-ı şerifi müceddeden inşa eyledi. Sene H.1311" yazıyordu. Hayrullah Bey'inamcası (HalilSami Paşa'nın küçük kardeşi) olan Boğazlar muhafızı Asaf Paşa aynı tarihte Bayram Paşa Tekkesi'ni de yaptırmıştı.
Sultan Abdülhamid tahttan indirilince bu kitabedeki "Abdülhamid" ifadesi kazıtıldı! Molla Gürani'deki Koruk Tekkesi'ninyeniden inşasına ait kitabesinde de ilk mısraın daki "Abdülhamid" adı sonradan kazınmıştı.Ekmekçibaşı Muhyiddin Ağa'nın baş taşı kitabesi, Mehmed Ağa Tekkesi kitabesi,Eyüp Kapudan Paşa Kütüphanesi kitabesi aynı akıbeti uğrayanlardan bazılarıydı. Şeyh Şemseddin Efendi Tekkesi'ndeki bu hazin halin sebebi Revnakoğlu notlarındadır (156:206):
Sebep nedir biliyor musunuz? Çok mühim ... Sultan Hamid tahtından
i n miş, yerine Sultan Reşad çıkmış, h u lus çakmak lazım. Bir tekke şey hi böyle mi düşünmelidir? Pekala şimdi Cumhuriyet devrinde yaşı yoruz diye Fatih'in, Yavuı'un ba şından kavuğunu çıkartıp da si l i ndir m i giydireceğiz! Bu çeşit hallerle memleketin milli serveti ni söndürme gayreti bir zaman lar fertlerden başlayıp cemiyete de bulaşm ıştı. Ekmekçibaşı Muhyid din Ağa'nın baş taşı kitabesi, Meh-
med Ağa Tekkesi kitabesi, Eyüp Kapudan Paşa Kütüphanes i kitabesi aynı akıbete uğramış olanlardan hatırı mıza gelenlerdir.
Aşağıda tekkenin kitabesi ni n en eski fotoğrafında "Abdü lhamid" ibaresinin ilk satırda silik olduğu görülü r. Bu kitabe şimdi tekkenin türbesine bi r sandu kanı n önü nde m uhafaza ediliyor:
Not düşeli m, Abdü lhamid sonrası kitabe tahri bi nden Beşiktaş ŞazeliTekkesi (Şeyh Zafir'in Tekkesi) de nasiplen mişti (76:71-72):
Beşiktaş'ta Yıldız caddesi üzerinde Cihannüma MahaJlesi'ne ait meşhur Ha san Paşa Deresi önündedir. Sultan Hamid'in yaptırdığı Ertuğrul Cami'-i şeri fı'nin yanında bu dımi'-i şerifi n müştemilatından olarak yine Sultan Hamid tarafından 1305 tarihinde meydana getirilmiştir. O za manlar mabeyn -i hümayün müşiri bulunan Plevne kahramarn Gazi Osman Paşa inşaati ne ne zaret etmiştir. Şimdi ilkokul olan dergah-ı şerifi n mahlil-i h ümay(ın kapısı ile merdivenli cümle kapısı takında tali k yazı ile yazılmış ve Giridi Muh tar Bey tarafından söylen ilmiş iki tarih manzumes i bu mükem mel inşaati n bütü n sa fahat ve teşkilatını güzel bir lisanla tesbit etmekteydi. Ne şaşılacak ve esef olunacak garip bi r hadisedir ki dergah-ı şerifin bu kısmı sonradan mektep olması dolayısıyla il k hayırlı icraat olarak tclkındaki bu her bakımdan birçok kıymetler taşıyan kitabenin üzeri hemen çimento ile sıvanmış ve işin en tu haf noktası tarihin malı ve milli servetin hüviyet cüzdanı olan bu canım eser bu şekilde kimseye sorulmadan, kimseden çekinilmeden baştan aşağıya tahrip ve tahrif edilirken bugü n ayakta duran yanı başındaki konaklarında yıllardır oturmakta olan tekkenin münevver varis ve mümessiUeri sayılan geniş bir aile muhit ve efradından kimsenin haberi bile olmamıştır. Üzerinde on yıldan fazla bir zaman geçti kten sonra fakirin ihbarıyla ancak muttali oldular. Ha yı rlı evlatlar imişler vesselam! Cami'-i şerif cihetindeki şadırvan aynalarında Sakızlı Abdülfettah Efendi'nin imzasını taşıyan tarih yazıları da ikmal-i sey yiat için kısmen kazılmış, kısmen sıvanmıştır.
Ka baku la k Tekkesi'nde bah si geçen Kad irişeyhi Mustafa Ahl'ni n damad ı ve halifesi Şeyh Seyyid Meh m ed Şemseddin Efend i'nin 1789-90 (H. 1204) tarihinde i nşa ettird iği bu tekkeye ilk şeyhi nin ve ban isini n ad ıy la "Şeyh Şemsedd in Efend i Tekkesi", "Şemsi Efend i Tekkesi" denild iği gibi, Halil Sami Paşa'ya isnat ed ilerek "Paşa'nın Tekkesi", "Paşa Baba'n ı n Tekkesi" de denilmekteydi, ha lk arası ndaki meşhu r ad ı ayin gü n ü nden dolayı "Perşem be Tekkesi"yd i. Revnakoğlu tekkenin isim leri nden bahsettikten sonra
bu rasın ı n önce k ısa tarihini an latır (174:44):
Kadiriyye'nin A hi kol undan olan bu dergah-ı şerif, Kadiriyye büyükleri nden Şeyh Mustafa Ahi'nin damadı ve başhalifesi bulunan Şeyh Seyyid Meh med Şemseddin el-Hüseyni ta rafından H.1204'te inşa edilmiştir. Bu zat, Kayseri'de medfun bulunan Akşemseddin halifelerinden İbrahi m Tennuri'ni n sülalesin-
Ali Ramiz Bey'in Tahhihü'l-Beyôn Fi İ/1ômeti'l-Burhôn'ı
den Hafız Mustafa Efendi'nin oğluduı-. Der gahta 23 yıl meşihat eyledikten sonra 7 Şevval 1227 pazartesi günü göçerek tekkenin türbesi ne sırlanmıştır. Basılmamış divanı vardır.
Dergah-ı şerif H.131l'de Sultan Hamid tara fından tamir olunmuştur.
İskender Fahrettin'in babası, Tahkikü'l-Beyan Fi İkameti'l -Burhan adındaki eserin müellifi merhum Ali Ramiz bu dergah-ı şerifin halife lerinden bulunuyordu.
Yu karıda ismi geçen İskender Fah retti n, bilhassa çocu kla r içi n tari hi roma nlarla Tü rk ed ebiya tı nd a tari hi masal yapan ve devri nde çocu klara sevdiren kalemdi. Bi r yazı maki nesi gi bi hemen her mevzuda eser yazd ı: Abdülhamit ve Afrodit, Amerikan Edebiyatından Parçalar, Asya'dan Bir Güneş Doğuyor, Avcı Mehmet, Barbaros, Bizans'ın Son Günleri, Casus Mektebi, Çanakkale'de Küçük Ahmet, Çocuklara Küçük Hikôye/er, Çocuklara Şi irler, Deliler Saltanatı, Deniz Altında Yaşayanlar, Erzincan Zelzelesi, Fahişelerin iç Yüzü, Fakirizm, Fizyonomi, Genç Kızlara Ev İşleri, Güçlükle Nasıl Mücadele Edilir, Hint Edebiyatından Parçalar, Hint
Yıldızı, İngiliz Edebiyatından Parçalar, İngilizceden Türkçeye Lügat, istanbul'u Nasıl Aldık, İstanbul'un İlk Günleri, iş Başında Adam, Kaptan Shot'un Sergüzeşti, Karadeniz Korsanları, Kubilay Han'ın Ahın /arı, Kutuplarda Bir Türk Kızı, Lavrens İstanbul'da, Meçhul Adalarda Seyahat, Murat Reis, Öldüren Kadın, Para Nasıl Kazanılır, Sahte Prenses, Sakın Beni Okuma,Salgın Hasta/ıhlar, Satış Sanatı,Semiramis, Sokak Çocukları,Su dan Vahşileri Arasında, Sumer Kızı, Tarih Sevgisi, Tarihin Çocukları, Tawareile Devr-i Alem, Telli Hasek i, Temuçin'in Oğulları, Ticaretin Sırları, Transatlantik Kundakçısı, Üç Çiçek Bir Böcek, Yataklı Vagonlar Mabudesi...
İskend er Fa h retti n'i n babası Ali Ramiz Bey, Posta-Telgraf N ezareti tercü me-i hat kalemi mü dürüyd ü, bu tekkeni n son şeyhi Hayru llah Bey'in de halifeleri nd end i. Revnakoğlu, Tahkikü'l-Beyôn'ın kapağı na Ali Ramiz Bey içi n şu notu yazar (156:123): Bu kitabın müellifi bulu na n Ali Ramiz Efendi, Anadolu ord usu n u n İsta n bul'a geld iği tari hlerde memleketi olan Varna'ya gitmiş ve orada i rti hal eylemişti r.Şeyh Hayrullah Bey'i n ha lifesidi r, dostu m İskend er Fah rettin merhu m un da ba basıyd ı. Sonradan yüz ellili klere dahil old u. istibdat devri nd e Sultan Ha mid onu Akka Kalesi'ne sürmüştü. İskender Fah rettin o zaman ufak bi r yavru bu lu n uyord u."
Soyu Akşemsedd in'in halifesi İbrahim Ten nu ri'ye dayanan Şemsedd in, Kayseri'den İstanbul'a babası Hafız Mustafa Efendi tarafından tahsil içi n getirild iğinde on ya şındayd ı. Konuşma dilinden ayrılmayan Kayseri ağzı mektep arkadaşları arasında eğlence mevzu u olm uş, bu sebeple bi r yıl konuşmaktan büsbütü n kesilmiş, ancak İstanbu l Tü rkçesiyle kon uşmaya başlayara k suskunluğu nu biti rmişti.
Tekkeye ait bi r mecm uaya göre (156:54), mektu bi kaleminde mem urken kalem arkadaşlarının ısrarlı teklifleriyle o vakit İstan bu l'da şöhret bulan Şeyh M ustafa Ahi'ni n tekkesi nde bi r cu ma gü n ü zi kri taki p eder. Ertesi haftanın perşem besinde rüyası nda Mustafa Ahi kend isine: "Oğlum Şemşedd in Efend i, bu benim kızka rd eşim, Allah'ın emriyle sana verd im" diyerek nikahla verir, bu hanımı da rüyad a kend isi alır. Uya nı nca sabah doğru şeyhi n huzu ru na rüyayı söylemek üzere dergaha geli r.O daha rüyayı söylemed en şeyh: "Oğlum, ogörd üğü n benim kızka rdeşim, manen sana ve ri ldi, ama şer'isi de lazımd ı r" der ve ni kahı yapı p Şemsed d in Efendi'yle evlendiri r, l<ad ı n, rüyada görd üğün ü n ayn ı d ı r. Bu hal üzere Şemsed d i n, M ustafa Ahi'ye intisap eder, sülGk görd ükten sonra hilafet alara k şeyhin emriyle şimdi medfu n olduğu derga hı ya ptırır ve burada yirmi üç sene şeyhli kte bu lu n u r.1812 (H.1227)de ta u n salgını nd a vefat edince dergahtaki h ususi tü rbesine defned ild i. Kend isi hattattı, tekkeni n tevhid hanesi duvarında kuşa k şeklinde bi r satırdan iba ret ayete'l-kü rsisi vard ı; şaird i de, m ürettep d iva n sahibiyd i.
Yukarıda k i na kil ve diğer bilgiler son şeyh Hayru lla h Efend i'ye ait olduğu anlaşılan mecmuada şöyle yer alır (156:54):
eş-Şeyh Mehmed Şemseddin b. Hafız Mustafa b. es-Seyyid Abdurrahim Çe lebi Müderris b. es-Seyyid eş-Şeyh Fethullah Efendi b. es-Seyyid eş-Şeyh Ka· sım Efendi b. es-Seyyid eş-Şeyh İbrahim Tennuri el-Kaysari el-Bayrami, hali· fe-i Akşemsedd in kaddesallahu ervahahu m.
Şeyh Şemseddi n hazretlerini pederleri Hafız Mustafa Efendi, Kayseri'den on yaşında iken istanbul'a tahsile getirmiş, hatta mektep arkadaşları Kayseri li sanıyla tekellüm edince eğlenmişler, bunun üzerine bir sene tekellü m etme miş. Sene hitamında tekellüme başlamış, İstanbul lisam üzere sanki Kayserili değilmiş gibi tekelli.im etmiştir. Gayet zeki ve fattn bir zat imiş. Am m ib tida-i hal inde gayet münkir-i tarik bulunduğundan kendisi rnektubi kalemi hulefüsından olduğundan kalem arkadaşları, namı o vakit İstanbul'da şöhret bulan Şeyh Mustafa A hi'nin tekkesine teklif edince, "Benim ışıkların mec lisinde işim yok tur!" ded iyse de olunan ibram ve ısrar üzeri ne cuma günü şeyh-i müşarüni leyhin tekkesi ne gitmiş, zikri görmüş. Ertesi hafta cuma ge cesi rüyasında şeyhin tekkesinde şeyh efendi: "Oğlum Şemseddin Efendi, bu benim hemşiremdir, Allah'ın emriyle sana verdim"diyerek bir kadın ı nikahla
ALTINCI GÜZERGA H 1239
Şeyh Şemseddin Tekkesitürbesinin 1950'lerde harap hali(1s6:1s4)
verir, o da alır ve uyanır. Sabahleyin doğru dergaha gelerek şeyhin huzuruna rüyayı söylemek üzere girer.
Aziz hazretleri daha rüyayı söylemeden: "Oğlum, o gördüğün aynen benim hemşiremdir, manen verildi, amma şer'isi de lazımdır" der ve nikahı yapıp Şemseddin Efendi'ye verir, aynen rüyada gördüğü kadın olduğunu bulur. Bu keramat üzerine derhal intisap ederek ba'de's-sülCık hilafete nail olarak şey hin emriyle şimdi medfun olduğu dergahı bina ederek yirmi üç sene meşihat ettikten sonra 1227 senesi taun illet-i müdhişesinden alem-i bekaya rıhlet et miş, dergah-ı mezkfuda türbe-i mahsfısasında defnolunmuşlardır.
Mürettep divanları vardır. Ezcümle Kadirihane şeyhi Şerif Ahmed Efen di'yle hem-asr bulunduğundan şeyh-i müşarünileyhin şu nutkunu tahmis buyurmuşlardır:
Aleın-i gaybdan huruc etti dila hakan-ı aşk Eyledi iklim-i hefti dembedem seyran aşk
Neyl-i matluba gönül tutmuş iken daman aşk Şimdi dil mülküne kondu bir aceb sultan-ı aşk
Menzil-i maksuda erdi derdile pinhan aşk Zülfünün zencirine bend olalı cana bu dil
Çare yok kurtulmağa azadelik mümkin değil Ketm-i esrara tahammül etmedi bu ab LI gil
Kalbd e mestür eylemişken eyledi izhar dil
Zabt u raht etti beni alemde key cdnan-ı aşk ...
Revnakoğlu bu şeyh için şu notu da düşer (156:208):
Şeyh Seyyid Şemseddin Efendi b. Hafız Mustafa b. Seyyid Abdurrahman Çe lebi (Hattat): Şeyh Mustafa Ahi-i Resmi el-Kadi ri'nin halifelerindendir ve da madıdtr. H.1227'de rıhlet etmiş, tekkesinin türbesine gömülmüştür. Bilhassa sülüs celisinde muvaffakiyetli eser vermiş olan Şeyh Şemseddin Efendi, za manının orta derecedeki hattatlarından sayılır. Tevhidhane duvarında kuşak şeklinde bir satırdan ibaret ayete'l-kürsi yazmıştı (mürekkeple siyah üzeri ne beyaz kağıt), onun eseridir.
Şeyh Şemsedd in'den sonra iki oğlusırasıy la yerine geçti.Oğlu Ahmed İzzeddin Efendi, ancak bir yılpostta kalabildi, H.1228'de vefat etti.
Diğer oğlu Mehmed Muhyiddin, babasının vefat ettiğigün ondan 15 yaşında hilafetna me aldı,taç ve hırkası giydirildi. 52 yılsüren postnişinliğinin ardından H.1279'da vefat ettiğinde babasının yanına defnedildi.Yukarıda bahsi geçen mecmuada Mehmed Muhyiddin için şu bilgiler yer alır (156:53):
eş-Şeyh Mehmed Muhyiddin b. eş-Şeyh es-Seyyid Mehmed Şemseddin : Şeyh Muhyiddin Efendi 1212 tarihinde Şemseddin Efendi'nin sulbünden dünyaya gel miştir. Kendileri garaibden olarak beş yaşında Kur'an-ı azimü'ş-şanı hat metmiş, sekiz yaşında hıfzını dinletmiştir. Bu kadar bir zekaya malik sahib-i irfan münzevi bir zat-ı muhteremdi. Pederleri daima çağırdıkları vakit, "Baba efendi" derler, ismiyle çağırmamışlardır. Pederleri alem-i bekaya teşrif ettikle ri günü kendi hatt-ı destleriyle yazıp müşarünileyhe hilafetnamelerini vererek ilbas-ı tac u hırka buyurmuşlardır. Halen büyük aziz hazretlerinin vermiş ol dukları hilafetname nezd-i acizide mahfuzdur. 52 sene postnişin- i irşad olarak 1279 tarihinde alem-i bekaya rıhlet ederek pederler i yanında medfundur.
Kendileri her bir ilimde mahir, güzel Arabi, Farsi bilir. Mürettep diva nı oldu ğu gibi sanatta da mahir imiş. Gayet güzel terzi, fevkalade mücellit, birinci marangoz, birinci oymacı, pek güzel çevganlar yapar ve gayet ala hattat, bi rinci aşçı, vel hasıl her sanatta yed-i tula sahibi bir zat imiş. Pek ziyade sehi, kapısı açıkmış, kuddise sırruhu.
Şeyh Melımed Muhyiddin Efendi'nin divanından: Dost bu mir'at-ı zamirimde hayalin gösterir
Bu scbebden sanuram her dem cemalin gösterir Bıı inilti yarasın sorma bana ey zahida
Yaram andır hemişe yar u visalin gösterir Cismimi kıldı nişa11e ttr-ignmzen dilbera Piıre plıre eyleyip bağrım keıııiınııı gösterir Be11 beni terk eyleyip geçtim bu nğ ıı karadan
Gönliiın aldı her taraftanyar kendin gösterir. ..
Tarikat asalarından çevgan
"Baba Efendi" diye maruf Şeyh Muhyiddin'in bestelenmiş ilahilerine temas eden Rev nakoğlu, onun düyek usulünde ''Yandı bu canım külhan-ı aşka - Mahv oldu cismim süzan-ı aşka" beytiyle başlayan segah ilahisinden Sadeddin Nüzhet Ergun'un Türk Musikisi Antolojisi' ne (il,578-79) atıf yaparak bahseder.Turşucuzade Hafız Mehmed Efendi'nin bestelediğibu ilahi,Hayrullah Bey'in mecmuasında da (156:52) yer alır.
Tekke, Mehmed Muhyiddin'den sonra çok uzun bir zaman vekaletle idare edilir.Sebebi Şeyh Mehmed Muhyiddin'in kızı Hatice Gülşen Hanım'la HalilSami Paşa'nın evliliğinden 1279 Saferinde (Temmuz-Ağustos 1862) doğmuş olan Hayrullah'a tekkelere ait birgariplik olarak henüz bir yaşındayken anne tarafından dedesi Muhyiddin Efendi tarafından şeyhlik unvanı verilmiş olmasıdır.Daha sonra babasından da hilafet alacaktır.H.1318'e kadar tekkenin idaresinivekaleten babası HalilSami Paşa ile Büyük Sadreddin Efendi yürütür.Artık bu tekkede bir paşa ailesi hükmünü sürdürmeye başlar.
Muhyiddin Efendi'nin halifesiolup bu tekkede uzun süre vekil olarak şeyhlik etmiş olan HalilSami Paşa'yı oğlu Hayreddin Bey'den okuyoruz (156:51):
Halil Sami Paşa, sadr-ı esbak Halil Hamid Paşa ahfadındandır. 1240 tarihinde büyük pederi Nurullah Paşa'nın Ankara va liliğinde Ankara'da dünyaya gel miştir. Hatta Şeyh Müştak-ı Bitlisi hazretleri pederi Cemal Paşa'run mürşi di bulunduğundan ismini bi'l-bedahe "bende-i Rabbü'l-celU Sami Mehmed Halil" tesmiye etmiştir ki tam tarih-i veladetidir, 1240 çıkar. On sekiz yaşın da iken Şeyh Muhyiddin Efendi hazretlerine intisap etmiş, on dört sene hiz met-i şeyhte sebat ederek ba'de's-süluk hilafete nail olarak pek çok seneler de hizmet-i devlette istihdam olunarak çok mutasarrıfltklarda bulunmuş ve 1298 tarihinde ihtiyar-ı tekaüd edip mürşidinin tekkesinde 1319 tarihine ka dar meşihatta bulunarak tarih-i mezkurda alem-i bekaya intikal ile mürşidi nin yanında medfundur. Kendisinin mürettep divanı vardır...
Kadirihane şeyhi Muhyiddin Efendi, Halil Sami Paşa'dan hazzetmez. Revnakoğlu onun Mii-Hasal-ı Ömrüm'ünden ilgili kısmı nakleder (156:185,194):
Halil Sami Paşa, Sadrazam Halil Hamid Paşa ahfödındandır ve vüzeradan Meh med Cemaleddin Paşa merhumun mahdumudur. Rumeli beylerbeyliği paye lilerindendi. 1240 tarihinde tevellüt etmiştir. Mekteb-i i rfanı da ba'de't-tahsil 1258 tarihinde ba-rü'us-ı hümaylın hacelik rütbesini ve rabia nişanını haiz ola rak mcktlıbi-i sadr-ı ali odasına memur buymulmuştur. Badehu birkaç memalik tahrirat müdüriyetine ve meclis azalığına ve Kayseri ve Burdur kaymakamlığına, Kastamonu, Bolu, İslimye, Siroz, Maraş, Yenişehir muta sarrı11ıklarında buluna rak badehu Şehremaneti meclisine aza ve badehu tekaüt olarak Hırka-i şerif ci varında kayınpederi eş-Şeyh Muhyi Efendi tekkesinde inziva ve yazları da Üskü dar'da, Büyük Çamlıca'daki sayfiyesinde alem-i abda zevk ü safa eylemek üzere
iken evvela şirpençebadehu menzıilen dört seneden mütecaviz esir-i firaş olarak haJ-i keder ü ıstırap içinde terk-i hayat eylemiştir,7 Şevval 1317 - 15 Kanfın-ı sam
1316. Salat-ı cenazesi Fatih Cami.'-i şerifinde ba'de'l-eda dergih-ı mezkurda türbe derununa defnolwıdu.
Müşekkel bir zat idi, fakat kendisinden başkasını beğenmez, dahi ve taarruzda bulunur, ağzı kalabalık, lafzen bir kimseydi. Herkes hakkında kazandığı inkisar-ı kuJubü ahir ömründe müddet-i medlde esir-i firaş bulunmakla cebr etmiş olsa gerektir. Şeyh Muhyi Efendi'ye damat olmak münasebetiyle Kadiriyye'nin Resmi kolundan müstahlef, gürüh-ı Alevi ve Edhem!-meşreb ve onlara muhibdi.
Revnakoğlu, şeyhin bir başka cephesi ne de işaret eder (156:224):
Ayrıca Bağdat nakibüleşrafı Şeyh Seyyid Ali el-Kadi ri'den müstahleftir, o da kendi amcazadesi Şeyh Abdül kadir el-Kadiri'den istihlaf olunmuştur. Halveti ve Eşrefi usu lüyle devran ettirmekte dikkati çeken Sami Paşa merhum dev ran ettirme usulünü şeyhzadeliğinde Nureddin şeyhi Abd ü laziz Efendi'den öğrenmişti, Müştakzade şeyhi Ahmed Efendi ile birlikte meşke giderlerdi.
Şeyh Hayru ltatı'ın babası Sami Paşa, baba ve dedeleri paşa olan bi r hanedana m en suptu r(156:209):"Halil Sam i Paşa b.Cemal Paşa b. N u rullah Paşa b. Halil Ham id Paşa..."
Kudema -yı me'murinden ve Ru meli beylerbeyliği payelilerinden m.ütekait tir. Biraderi Asaf Paşa hazretleri müşir ve k ıla'-ı hakaniye müfettişi idi. Hal il Sami Paşa saçlı sakallı bir adamdı, daima mütalaada bulunduğundan teteb buatı ziyade idi. Türkiye'den Fransa'ya ilk defa tahsile gönderilenler arasında dır. Çanakkale'de bir tekkesi vardı. Halil Hamid Paşa'nm evlad ve ahfadı Tuh fe-i Velıbi'nin m ukaddimatında yazılıdır. ÇanakkaJe'de Çay boyunda Çınarlık arkasındaki bu tekkeyi evvela ceddi Halil Hamid Paşa yaptırtmış, sonra Halil Sami Paşa yeniden yaptırtmıştır, "Halil Sami Paşa Tekkesi" diye maruftur.
Not edeli m, ı.Abdülham id'in sadrazamı Halil Hamid Paşa ayrıca İstan bu l'da Davutpaşa İskelesi'nd eki konağın ı tekke (Kadem-i şerifTekkesi) olara k uya nd ırm ıştı.
"Paşa Baba" d iye ma ruf Şeyh Meh med Halil Sami Paşa'n ı n h ilafet verd iği şahısla rı Revnakoğlu tek tek kayd eder (156:224):
Büyük oğlu Şeyh Hayrullah Bey merhum: Verdiği icazetnameleri şu şekilde imzalardı:"Hanefıyyü'l-mezheb, Kadiriyyü'l-meşreb eş-Şeyh es-Seyyid Cafer Hayrullah el-Kadiri b. eş-Şeyh Halil Sami Paşa el-Kadiri"
İkinci küçük oğlu Tanburi Şevkullah Bey merhum: İstanbu l'un meşhur gü zellerinden "Kız Ali" bu Şevkullah Efendi'nin oğludur. Validesi de Bayram Paşa şeyhi Baba Efendizade Mehmed Ali Efendi'nin kızıydı. Şevkullah Bey fevkalade bir surette gül, kemer ve tac-ı şerif işlerdi, takke dikerdi.
Halil Sami Paşa'nın en küçük oğlu merhum Ali Haydar Bey: Gençliği nde Mı sır'a kadar yaptığı seyahatten dön memiş ve hakbnda o zamandan beri h içbi r haber alınamam ıştır.
Aziz Baba (Abdullah Aziz Baba): Kaba kulak Tekkesi'nde kahve nakibi idi. Şeyh Mehmed Muhyiddin Efendi'nin eski der vişlerindendir. H. 1309'da göçtü Edirne kapı dışında Otakçılar çevresinde Otak çıbaşı Sokağı üzerinde 19 numaralı iki katlı eski ahşap evin karşısında yol kena rına yakın yerde güzel talik yazılı, mis tarlı tek mermer şahide, başında Eşrefıye tacı: "Ya Hu - Kudema-yı meşayih-i Kadi riyye'den ve kutbu'l-arifin gavsü'l-muva sılin es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed Muhyid din kuddise sırruhu'l-mu'in hazretlerinin bendeganlarından ve eş-Şeyh Halil Sami hazretlerinin hulefüsından eş-Şeyh Ab dullah Aziz Baba'nın ruhuna rızaen lillahi taala el-fatiha 5 Cemaziyelahir 1309:'
Bu tekkenin son şeyhi Hayrullah Bey devri nin nüfuz sahibi kuvvetlişahsiyetlerindendi (156:209):
Şeyh Şemseddin Tekkesi'nin son şeyhiHayrullah Bey (oturan)
Hayrullah Bey çok mükemmel devran et tiriren Kadiri şeyhlerinden biri idi. Parıl parıl yanan pembe güzel yüzüyle, halavet ve mehabetiyle her yerde sevgi ve hür met kazanm ıştı. Hayrullah Bey 29 Şu bat 1944'te göçtü. 84 yaşındayd ı. Merkez
Efendi'de sırlıdır. Risale-i Nura mükemmel bir şerhi vardır. Hayrullah Bey'in
perakende eş'arı vardır, İdris-i Muhtefi'nin bir nutkunu şerh eylemiştir.
Revnakoğlu dosyalarında bir başka notta Şeyh Hayrullah'ın kısa biyografisi ve bir nutku yer alır (156:188-89):
1300 Arabi yılında 21 yaşında pederleri Şeyh Halil Sami Paşa'dan hilafet aldı. 62 yaşında Bağdat'a ve Hindistan'a gitti. Uzun müddet Hazret-i Gavs-i A'zam'ın dergahında misafir kaldı. Manevi bir işaret üzerine istanbul'a döndü. 29.3.1944 yılının salı günü saat 1l'de Hakk'a yürüdüler.
Kendisi güzel devran idare ederdi. Havas ilmine meraklıydı. Güler yüzlü ve tatlı sözlüydü. Şeriat-ı Muhammediyye'ye karşı fazla hürmetkardı. Seyyid Mehmed Cafer Hayrullah Efendi, Ehl-i Beyt'e aşıktı. Şu aşağıdaki bestelen miş nutku buna misaldir:
M ürşid meydfwma geldik er olduk Valıdet şevkini bulup ciinıle mir oldıtk İkilik aradan kalktı bir olduk
Biz Resıilııllalı'ın aşıklarıyız
Biz yedullalı sırrın bulduk ezelden "Alleıne'l-esmiı "ya erdik ezelden Şems-i lıakikat gördiik ezelden
Bir şiilı-ı merdiinın sddık/arıyız
Adem ile çıkıpgeldim dünyaya Şit ile bir oldum girdin-1 esmaya İdris donun giyip erdim Mevlli'ya Biz al-i abanınfukarasıyız
Nılh ile birlikte lılfimdan çıktım
M iisa oldum Tılr'da Hak'la buluştum
!sa gibi semavata ulaştım
On iki imamın iışıklarıyız
Zevk-i Mııhammed'i gönlümde buldum Sırr-ı Murtaza yı kendimde buldum Hııbb-ı h!med fmı canımda bııldıım
Biz til-i Resül'ü11 sftdıklarıyız
Meydan-ı Ceyli'de ikriir-bend olduk Sırr-ı 'ev ed11a"ya biz mahrem olduk Hak ile lıak olup selamet bulduk Erenler meydanının sııltanıyız
Cafer eydür Hak 'tırgörlü göriinen Zakir kendi olmuş meskiır dilinden Raksa girer aşık maşuk zevk inden Bir Gavsü'l-A'zam'ııı kemterlcriyiz.
Hayrullah Bey vefat ettiğinde arkasında bir yığın farklı mizaçlara malik halifeler bıraktı (156:204-229; 116:33):
Hocazade Mehmed Tevfik Efendi: İlk halifelerindendir. Nevşehir müftüsi.i idi. 1317'de istihlaf edilmiştir.
Şeyh Cemil Efendi merhum (Abdülcemil Muhibbi Baba b. Derviş AbdüUa til Dede el-Mevlevi): Konya'da Misk Emir Tekkesi şeyhiydi. Konya'da ağaç pazarı - kereste pazarındaki bu dergah-ı şerife Konyalılar "Miskinler Tek-
Perşembe Tekkesi türbesi (Belediye arşivinden)
kesi" derler. Şeyh Abdülcemil Muhibbi Efendi 1314 Mu harreminde istanbul'a geldi ği zaman Hayrullah Bey mer humdan istihlaf olunmuş ve Konya'ya döndükten sonra Misk Emir Dergclh-ı şerifine şeyh olmuştur. Ayrıca Nafi' Baba'dan babahk icazesi al dığı gibi ŞazeHyye'den de te berrüken icazetnamesi var dLr. Her iki icazeyi asitane-i Mevlana postnişini Abdülva hid Çelebi başta olmak üze re hankah-ı Mevleviyye'nin meydancısı, ekmekçisi ve aşçı dedeleri ile İstanbul'dan Kız- taşı Rifa'i şeyhi Ahmed Esrar
Efendi, Keçeciler Uşşaki Tekkesi İsmail Rumi Efendi, Şeyh Hayrullah Bey'in biraderi Şeyh Mehmed Şevkuliah Bey 1315 Muharreminde beraberce tasdik etmişlerdir. Şeyh Cemil Efendi 1339 Şubatında göçmüştür. Konya'da pir ma kamının niyaz penceresi önünde huzur-ı Mevlana'da türbedarlık etmiş bulu nan babası Abdüllatif Dede'nin yanında medfundur. Onun da babası Şeyho ğulları'ndan Seyyid Arap denilen bir zattır.
Şeyh Cemil Efendi'nin Konya'da hayatta bulunan oğlu, aşık, arif bir zat olan Derviş Seyyid Mehmed Ruhi Efendi (OranJıer) ile 1954'teki Mevlana ihtifa li münasebeti ile Konya'da bulunduğum günlerde görüştüm. Lutfen tetkiki me bıraktığı icazetnameleri birer birer inceledim ve kendisinden not aldım huzur-ı Cenab-ı Pir'de sema devam ederken ve sema sonunda gülbang-ı şerif çekilirken göz yaşları içinde feryat edercesine ağlayarak inleyerek ve iki kat olarak bir hu demesi, bir haykırışı vardı ki pek ateşli id i, ağzında hu yerine alevler, lavlar çıkıyor sanmıştık. Bu nur yüzlü, tatlı sözlü güzel ihtiyar halen 68 yaşındadır, hepimizi de vecd içinde bırakmıştı.
Saraycıklı Hafız Hasan Mahvi Efendi merhum: Çanakkale Yalı Cami'-i şerifi başimam ve hatibi idi. Çanakkale'de Karacaviran köyündendi, kendisine bu sebeple "Karacaörenli Hafız"derlerdi. Kur'an-ı kerimi gayet güzel okurdu, ol dukça ilmi de vardı, uyanık bir candı. Hayrullah Bey İstanbul'da bulunduğu müddetçe Çanakkale'deki Çınarlık karşısında Halil Paşa'nın yaptırdığı Kadiri tekkesinde şeyhlik ederdi.
Şeyh Abdurrahman Sami Efendi: Kasımpaşa Yahya Kethüda şeyhiydi. Meş hur Uşşaki şeyhi ve kadınlar vaizi.
Zakir Arap Ahmed: Meşhur zakirbaşılardan, fakat yal nız kıyami zakirlerdendir. Tekkelerin seddinden sonra Merkez Efendi'ye müezzin olmuştu. Şeyhinin tekkesin de zakirbaşı idi.
Giritli Hüseyin Revnak Efendi merhum: Çanakkale li, ketebe-i Maliyedendir.
Kemal Bey merhum: Ni zamiye binbaşılığından mütekaittir.
Hafız Efendi merhum.
Halil Sami Bey: Adliye baş
katibi. Şeyh Süleyman Bey'in oğludur.
Asaf Paşazade Cemal Bey merhum: İtilafçılarla kaçtığı Mısır'da göçtü.
Telgrafçı Osman Efendi merhum: Sonra Kenan Bey'den de Rira'iyye icazet namesi aldı.
Mehmed Rifat Sırrı el-Kadiri b. Raşid Efendi: Bahriye kıdemli yüzbaşılığın dan emeklidir, "Eyüplü Rifat Baba" diye bilinir, aslen Fatihlidir. 26 Cumade lula 1292'de Yeniçeşme'de Pirinççi Sinan Mahallesi'nde doğmuştu Her ma nasıyla derviş-nihad bir insandı. 134227 Ramazan-ı şerifinde (3 Nisan 1924) Kadir günü ilbas olunduğu zaman fakir pek küçük olduğum halde cemiyetin de bulunmuştum, o gün zikre de girmiştim.
Kıyıcızade Ali Ulvi Bey oğlu Hüseyin Ulvi Bey merhum: Bir müddet Fatih nahiye müdürlüğünde bulunmuştu. Şeyh Hayrullah Bey'in ikinci kızı İrfan Hanım'ın zevcidir. Şeyh Hayrullah Bey'in birinci kızı Şadiye Hanım, onun da zevci Yaşar Bey merhumdur. Şeyh Selman merhum bu Şadiye Hanım'ın ağabeyidir.
Aynizade Mehmed Ali Ayni Bey merhum.
Hattat Hacı Hafız Zekai Yahya Efendi: Dergah banisinin ve oğlunun işaret-i ma'neviyyesiyle istihlaf edilmiştir. Hayrullah Bey'e tek çocuk iken anasız ba basız olarak gelmiştir. Tahsil ve terbiyesi İstanbul'dadır. Hırka-i şerif derga hında yetişmiştir. Gözleri sürmeli güzel bir eşeği vardı, adını Zeynep koy muştu, bununla Çanakkale halkına bedava su taşırdı. Nane suyu yapıp satar, o suretle geçinirdi. Çanakkale Belediyesi, halkın da iştirakiyle kendisine bir ev hediye etmişlerdi. Mecazib-i ilahiyyedendir. Eski hulerasındand ır, dergah-
Perşembe Tekkes i yıkıldıktan
sonra (Belediye arşivinden)
şeyh Hayrullah'ın öldürülen
oğlu Selman için tekkede Muharremde okunan mersiye manzumesi (156:195)
ta yatar kalkardı. Çanakkale'de "Hacı Yahya'; "Kerem Yahya" diye meşhurdur. İstanbul medreselerinde tahsil etmişti. Mecazibden bulunması dolayısıyla · "Deli Yahya" da derlerdi. İlm-i hadise aşina, natuk ve münşi idi. Ezberinde bir hayli hadis-i şerif metni vardı, bunları ravileriyle, senetleriyle nakil ve izah ederken belli başlı ulemayı meclup ederdi. Arifane, hakimane konuşur, ye rinde söz söylerdi ve dinletirdi. Hal ehli idi. Biraz Fransızca da bilirdi, edebi, tarihi malum atı vardı. Zekasının fazlalığından kendisini cezbeye kaptırmış olduğundan ekseriya vecd içinde görünür, yolda giderken evrad ve ahzab-ı şerife okur, oturur tevhid eder, bazen de hallenir sayha eylerdi. Neşeli zaman larında, dost meclislerinde kurbağa taklidi yapardı. Zakirliği ve neyzenliği de
vardır. Çanakkale'de Çınarlık, Dizdariye ve Çay Mahallesi Cami'-i şeriflerin de çok uzun zaman müezzinlik etmiştir. Tatlı bir edası, zevkle dinlenilen gü zel sesi ve tatlı okuyuşları vardı, hususiyle Kur'an-ı kerim tilaveti pek tesirli idi. Enis-i evliyaullah bir zattı r derlerdi. 1956 Nisan ayında bir kandil gecesi (berat) doksana yakın bir yaşta göçtü, şehrin asri mezarlığında yatıyor.
Merhum Hafız Kemaleddin Yaltkaya (naathan, mersiyehan): Şerefüddin Bey'in küçük kardeşidir; "Romanya İmamı" diye meşhurdur.
Merhum Ali Ramiz Bey: iskender Fahreddin'in babasıdır. Posta-telgraf Neza reti tercüme-i hal kalemi müdürü idi.
Köse Neşet Efendi (hayattadır): Çanakkalelidir. Maliye ketebesinden idi. Gü zel yazı yazar, bir hayli Kadiriyye evrad ve icazesi yazmıştır. Fuzaladan Ali Tayyar Bey'le bi rl i kte istihlM ed ilmişlerdir.
Şeyh Hayrullah Beyzade Mehmed Selman Bey merhum (ilk oğlu): Şeyh Hay rullah Bey'in ilk ve tek çocuğudur. Uçarı bir kıyamcı idi, hele ism-i celalde fevkalade idi, yanındaki dayanamazdı. Çanakkale'de at üstünde giderken vu ruldu. Türbedeki sandukalann biri nde "Şeyh Selman'a cinan kasrı makam olsun, sene H. 1332"
Çanakkaleli İbnürrahmi Ali Tayyar Bey b. Halil Rahmi ( Kerestecioğlu): 1305 Kanun-ı evvelinde Çanakkale'de doğdu. 6 Zilkade 1342'de icazetnamesi ya zıldı. Aynı senenin Ramazanında Çanakkale'de ilbas cemiyeti yapıldı. fuzala ve urefüdandır. Şeyhinin kendilerine verdikleri unvan "Cafer"dir Sonradan Çanakkale Kilitbahir'de münzevi meşayihten ve Uşşakiyye'den Hüsnü Aziz "Cem'i" mahlasını vermiştir. Beyanu'l-Hak'ta, Cerlde-i Sufıyye'de neşriyatı vardır. Şevkullah Bey'in üvey oğludur.
Eski matbuat İbnürrahmi Ali Tayyar'ı iyi tantr. Kelimenin bütün manasıy la alim, amil ve abitti; bizzat yapmadığmı söylemez ve yazmazdı. Hakikaten fazıl adamdı; muhaddis ve mutasavvıftı. Zamanımızda hafız-ı hadis olarak gösterilecek yegane insandı. Bütün şüı'.ınat ve hadisat-ı hayatı kitabullaha in tibak ettirti rdi. Bi r ilmi meselede asgari yedi sekiz hadis-i şerif okur, bunları birer birer izah ederdi. Görenler ve dinleyenler onu bir hadis hazinesi tanır lardı. f akat ilimde ihtişam yapmadan çalışan ve konuşan bir kimse olduğu için onu tanıyanlar azdı, layıkıyla anlayanlar da çok değildi. Kafasının içinde çok zengin bi r arşiv külliyatı vücuda getiren mahfuzatı, mazbutatı; edebi, ta rihi müdevvenatı ve eski matbuat hayatımızla ilgili hatıratı ile ayrı ayn birer alem olan Tayyar Bey'i yakınları hatta ailesi yakınları bile layıkıyla anlayama dılar. Tayyar Bey bütün meziyetlerden ve ilmi şahsiyetlerden başka hakika
ten mahviyet-i kamile sahibi idi; kemalini kemalinde gömmüş ve gizlemişti. Yeli-siret, Ahmedi-hasletti, evliyaullah mertebesine yükselmiş bir insan-ı ka mildi. 18 Nisan 1966 pazartesi [vefat etti] Merkez Efendi Kozlu Kabristanı'n
da [defnedildi.!
İbnüttayya r
Semahaddin Cem
Ali Ulvi Kıyıcıoğlu (Hayrullah Bey hali felerinden): Çanakkale maliye muhase becisi idi. Annesi tarafından "müftüzade" olduğu halde Bektaşüik'i tutar ve sever di; mizacı da bu işe elverişli idi. Pek ha yırsever bir insandı."Yangında, cenazede Ali Bey, yetim çocukları n sünnetinde Ali Bey, yetim kızların evlenmesinde, çeyiz lenmesinde Ali Bey, çocuğun mektebe başlamasında Ali Bey!" Hülasa olup biten her şeyde, her müşkilde Ali Bey derlerdi. Düşkünler, garipler babası olarak tanın mıştı. Herkes için iyilik düşünen, iyilik is
teyen çok iyi kalpli bir insandı. İnsanlığı ve insanları bu derece seven, her kesin hayrına koşan, herkese faydalı olmaya çalışan, gayetle de rintmeşrep, deryadil ve taassup düşmanı bir kimse olduğu halde Menemen hadisesin de ne kadar şaşılacak şeydir ki taassup ve irtica hareketleriyle ilgili sanılarak mahkemeye verildi ve on yıl hapis yattı, sonra affa uğrayarak çıkmıştı.
Müftü kızı olan annesi Zekiye Bacı da bilgili, münevver bir hanımdı; matem ayında oruca girer, her gece Hadikatü's-Suada'yı ezber okur ve etrafa izah ederdi.
Şeyh Osman Efendi: Hayrullah Bey'in teberrüken icazetname verdiklerin dendir. Çanakkale kazalarından Ezine'de Şehzade Süleyman Paşa'nın yaptır dığı Ma'rifl tekkesinin şeyhi idi, iyi de darp kullanırdı. Hayrullah Bey'e Ma'ri fıyye'den icazet vermiş, alış veriş yapmışlardı. 90 okkalık bir adamdı, her hali Nasrettin Hoca'ya benzerdi. Güzel konuşan, hazırcevap ve hal sahibi bir in san olmakla beraber tuhaf tuhaf sözleri vardı. Mesela "A kşamda n kalan ye meği kimse yemez ve beğenmez, ama bu fakir bir haftalık baklavayı Allah eyvallah cünbüş ettim!" Yine bunun gibi "Kabağa hafif derler, ama beş okka kabağı eve zor götürdüm!" derdi.
İnce sigara, ince çubuk ve ince baston kullandığı halde ayağına kocaman pa puç giyerdi. Bir gün bu kunduranın içine küçük bir çocuk girmiş oturmuş, etrafına bakı p bakıp gülüyordu. Şeyh Osman Efendi bu ha li görünce ondan fazla güldü: "İyi ama evladım, ayakkabının çatısını çökerteceksin!" demişti. Hiç evlenmemişti. Ezine'de Cuma günleri kurulan pazarın ayniyatını tekkesi ne taamiyye karşılığı olarak alır, bununla fukarayı doyururdu.
Hacı Yahya Dede: İstiklal İlkokulu yakınlarında ufacık bir kulübesi vardı, bu kulübenin bahçesinde ney kamışı yetiştirirdi. Şimdi Çanakkale'de Rastgele Mehmed Efendi isminde bir halifesi onun hatıralarını yaymak ve yaşatmakla meşguldür. Yahya Dede'nin kabir taşında kendi öğütlerinden olan şu sözler
yazılıdır: "Yahu dünyada hakkı bulmaya bak - İşin burada kalırsa - Olursun AJlah'tan ırak!"
Mahmud Veysi-i Vahdeti Bey (Ergenç): Maliye Nezareti ketebesinden Mustafa Bey'in oğludur. 1315 Rumi yıJında İstanbul'da doğdu. Mahmud Bey'i n bidayet-i nisbeti Ab dülaziz Mecdi Efendi'yedir, sonradan Hayrullah Bey'den istihlaf olundu. Kıyam zikrinde ustaydı, iyi ney üflerdi, Ernin Dede'nin talebesindendir, Neyzen Tevfik'ten de üf lemişti. Mahmud Bey 2 Haziran 1966'da vefat etti, Mer kez Efendi'de beşinci adada yatıyor, kabir numarası 5430. Babası Mustafa Bey, Salkımsöğüt Tekkesi postnişini İzzi Efendi'nin dervişi idi.
Not düşelim, Hayrullah Bey'in halifelerinde n İbnürrahmi Ali Tayyar' ın oğlu İbnüttayyar Semahaddin Cem (Kerestecioğlu), geçen asrıh müstesna kalemlerindendi. 1920'de Çanakkale'de doğmuş, Kabataş Erkek Lisesi'nde ve Güzel Sanatlar Akademi-
si'nde okumuştu. İstanbul Şehir Orkestrası'nda viyolonistti. Batı müziğine, şehir operasına, oda orkestrasına dair yazılar neşrediyor,insan-ı kamili, tasavvufu işliyor, soprano ses için besteler yapıyordu. Kaleminin ihatası Akif'i, Mevlana'yı, Kur'an tercümelerini, Darvin'i içine alıyor, Komünizm karşıtlığı, Türk-İslam milliyetçiliği, İslam kaynaklarına referanslarla kaleme alınmış din -ahlakimetinler yayımlıyordu. Şairdi,"S. Cenan" mahlasıyla yazdığısembolizm ve empresyonizmden etkilenmiş aruzla, heceyle ve serbest tarzda şiirleri vardı. Bakırköy Kartaltepe Terakki Sokağı,
12 numarada oturuyordu...
İbnüttayyar Semahaddin Cem'in kaleme aldığı birçok kitap ve neşrettiği bir yığın makale Revnakoğlu dosyalarında ter alır: "Yeni Esperanto: Uzay'lıSüre'liDil","Di de Mana ve İfade Zayıflığı","Ölmeyen Hürriyet Ruhu","Kaybettiğimiz Mücahid Alim Seyyid Kutub'un Ardından","Necip Celat'iAnarken","Aziz Sanatkar Necip Celat'in Ardından", "Alem-penah Padişah Sultan Süleyman Han", "İsa ve Meryem","Kadın Haklarında Adalet","Şair Edib Ayet","Erzurum' Mimari Eserleri:Billur Piyale","İstanbu lve Fatih", "İbrahim Peygamber ve Nemrud","İslam Fetihlerinde Muharrik Kuvvet","İnsan-ıKamil ve Tasavvuf","Kur'an'ın Tam Tercemesi Meselesi","İslam Medeniyetine Giriş"...
Semahadd in Cem, insan-ı Kômil ve Tasavvuf(Ankara, 1960) adlıeserini sürekli görüş tüğü ve yazıştığıdostuna, "İslam Türk mütefekkiri tazılve muterem dost Cemaleddin Server Beyefendi'ye" şeklinde imzalar:
Tekkenin türbesinde HalilSami Paşa, Şeyh Mehmed Muhyiddin Efendi,Asaf Paşa ve Mehmed Selman Efendi yatıyor.
Şeyh Şemseddin Tekkesi'ni n yıkılmadan önceki fotoğrafı (156:184}
Perşembe Tekkesi yıkıldıktan sonra arsası, karşıda Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi (Belediye arşivinden}
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder