Ankara Tarih - Arkeoloji
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
ARKEOLOG
Nurettin Can Gülekli
Millî Eğitim Bakanlığı Müzeler Şube Müdürü
ANKARA
19 4 8
Doğuş Matbaası
ÖNSÖZ
Bu kitabı, önce bir kılavuz olarak hazırlamıştım. Fakat masrafın ağırlığı, şimdilik birinci planda olmayan turistik konuların çıkarılmasını icabettirdi. Başşehrimizin, son buluşlara göre tiirkçe bir kılavuzunu hazırlamak bize borç olmuştur. Şimdi çalışmakta olduğum yer, bu ihtiyacı bana daha çok duyurdu. Kitap, yenisi yazılıncaya kadar bu boşluğu doldurmaya çalışacak.
Ankara’nın geniş ve derin tarihini yazmak için birçok uzmanların bir araya geldiklerini görmek, bizi bahtiyar edecektir. Elinizdeki eser büyük iddialarla ortaya atılmamıştır. Onu yazan, yurduna küçük bir borç ödediğine inanıyor.
Kitabın hazırlanmasında birçok profesörlerimden ve arkadaşlarımdan yardım gördüm.'Bu arada Sayın Profesör Cemal Alagöz’e, Şube Müdürü Arkeolog Necati Dolunay’a, Dr. Kemal Balkan’a, Kemal Turan’a, Desinatör Kerim Kayhan ile emekli Müze Müdürü Yusuf Akyurt’a teşekkür etmeyi borç bilirim.
N. Can Oülekli
Ankara’nın Coğrafyası
Ankara’nın Yeri ve Sınırı
Cumhuriyet Türkiyesinin devlet merkezi olan Ankara, doğuyu batıya kuzeyi güneye bağlıyan tabiî anayolların kavşağında ve Orta Anadolu istepi ile kuzeydeki dağlık ve ormanlık bölge arasındaki g e ç i'ş şeridi üzerinde kurulmuş .önemli ve tarihî bir şehirdir.
Şehrin doğu kısmını teşkil eden Cebeci’deki Harita Genel Müdürlüğü yanındaki nirengide, arzı 39° 55' 2’ ve Greenwich mebdeine göre tulü 32° 51' 11' dir.
Ankara ili doğuda Kırşehir, Yozgat, güneyde Niğde, Konya, batı da Eskişehir, Bilecik, kuzeyde Bolu ve Çankırı illeriyle çevrilmiştir. Ankara ilinin sınırı doğuda Kızılırmak kıvrımının içinde kalan az ârızalı bölgeye dayanır. Güney - doğuda Büyük Tuzgölünü ve Şereflikoçhisar ilçesini içine alarak büyük bir çıkıntı yapar ve burada Niğde ili sınırına kadar uzanır. Güneyde Konya, Haymana istepinin ortasından geçerek batıya doğru uzanır. Batıda, Sivrihisar ve Seyitgazi yaylaları ile Arayit ve Gûnyüzü dağları arasından geçtikten sonra kuzeye dönen Sakarya ırmağının kıvrım yaptığı yerde, Eskişehir sınırına varır. Irmak boyunca önce kuzeye, sonra batıya doğru uzanır ve Bilecik sınırına vardıktan sonra dar bir kıvrım yaparak doğuya döner Bolu ve Çankırı illerinin güneyinden geçerek tekrar îç Kızılırmak bölgesine ulaşır. •
Bu sınırlar içinde kalan Ankara ilinin yüz ölçümü 28.425 km2, olup Türkiye’nin genişlik bakımından, Konya ve Erzurum’dan sonra üçüncü ilini teşkil eder.
Yeryüzü Şekilleri
Kuzeydeki büyük İlgaz zincirinin parçaları olan ve kuzey-doğu-dan güney • batıya doğru uzanan dağların yükseklikleri Ankara îli içinde yavaş yavaş azalır ve güneyde Haymana - Balâ düzlüğüne doğru tamamen kaybolur.
Ankara’nın 30 km. doğusundaki L a 1 a b e 1 (1200 m.) Kızılırmak’la Sakarya’nın subölümü hattını teşkil eder. Lalabel’in doğusunda arazi yavaş yavaş alçalır ve Küçükyozğat ovası gelir. Buradan da Kızılırmak yatağına inilir. Ankara ■ Kayseri demiryolu şehrin doğusundaki Kayaş çayı vadisinden geçerek ve Lalabel’i aşarak Küçükyozğat ovasına, oradan da Kızdırmağa varır.
Kayaş çayı vadisinin güneyinde E 1 m a d a ğ ı (1850 m.) zinciri uzanır. Elmadağı’nın batısında ve şehrin güneyinde Çaldağı (1300 m.) ve onun batısında Taşpınar yaylası (1200 m.) bulunur. Elmadağı • Çaldağı ■ Taşpınar zincirinin güneyinde bir çöküntü alanı içinde Emir ve Mogan gölleri vardır. Daha güneyde tepeler yayvanlaşarak kaybolur ve Balâ - Haymana - Cihanbeyli - Konya ovalarını içine alan geniş Orta Anadolu düzlüğü başlar.
Emir gölünden başlıyarak kuzeye doğru uzanan ve Çaldağı - Elmadağı zincirini kesen bir yarıntı İncesu vadisini teşkil eder. Bu vadi, dağ, zincirinin kuzey yamaçlarında Anhara düzlüğüne girer ve Yenişehir le Eski Ankara arasından geçerek Ankara’nın batısında Kayaşçayı, Hatıpçayı ile birleşir.
Kayaşçayı Vadisi
Bu çay, Elmadağı - Çaldağı zincirinin kuzeyinde ve I d r i s-Hüseyingazi (1400 m.) zincirinin güneyinde bulunur. Çay, kuzeydoğuda, îdria dağında doğar. Lalabel, vadinin doğusunda bulunur, sonra Hasanoğlan düzlüğünü ®,mada?ından ve Hüseyingazi’den birçok kollar alır. Lala-. ’ ı e^ırme“d“ra&1> Kayaş, Mamak, Hatıpçayırı adı verilen alû-.verım^ meyve ve sebze, bahçeleri ile örtülmüş olan düzlükleri meydana getirir. Hatıpçayırında 900 m. rakımlı bir ya-
taktan geçer, Ankara kalesi (975 m.) ve H ı d ı r 1 ı k, Timur-lenktepesi veya Altındağ mahallesi (1003 m.) arasındaki dar yarmayı aşar. Şehrin kuzeybatısındaki Ankara düzlüğünde, önce, güneyden gelen İncesu, sonra kuzeyden gelen Çubukçayı ile bir-leşerek Ankaraçayı adını alır.
Bu üç vadinin birleşmesiyle Ankara şehrinden itibaren batıya doğru uzanan ortalama 850 rakımlı geniş bir düzlük meydana gelir ki bu düzlük Ankara ovasım teşkil eder. Timurlenktepesi ve Ankara kalesi bu düzlüğün doğusunda andezit kayaları ile örtülmüş iki ada gibi yükselir.
Çubukçayı Vadisi
Bu vadinin güneyinde bulunan Hüseyingazi dağı Çubukçayını Kayaş vadisinden ayırır. Kuzeyde B a ğ 1 u m (1450 m.) dağı bulunur. Vadi, Ankara’nın kuzey - doğusundaki Çubuk ovası (950 m. )-nın kuzeyindeki A y d o s (1800 m.) ve doğusundaki î d r i s dağlarından inen kar ve yağmur suları ile beslenir, Çubukovasını düz bir yataktan geniş kıvrımlar yaparak geçer. Bu vadinin batısında 1000 - 1200 rakımlı dalgalı ve volkanik bir araziye girer. Su, bu bölgeyi parçalıyarak dar ve derin bir yataktan geçer; Ankara şehrinin 11 Km. kuzey - doğusunda bulunan Çubuk barajına kadar gelir. Bu arızalı bölgede sağdan Hacıkadın ve G e 1 b u r a, soldan Yalgın kollarını alır. Vadi, tabanı ile civardaki sırtlar arasında 50 - 200 m. lik bir fark bulunması, dolayısiyle, yağmur suları araziyi aşındırarak çıplak alanlar meydana getirmiştir. Çubuk Barajı bu arızalı bölgenin sona erdiği yerde yapılmıştır. Şeddin gerisinde kalan yatakta sular 7 Km. uzunlukta bir mesafeye kadar kabarmış ve bir göl manzarasını almıştır. Bu göl Ankara’nın içmesuyu deposu olmuş, şeddin önündeki düzlüklerde ve yamaçlarda vücuda getirilen havuzlar, parklar ve ağaçlık alanlarla güzel bir mesire halini almıştır. Vadi Barajdan itibaren genişlemeğe başlar ve genişliği 300 - 700 m. arasında değişen düz, alüviyonlu ve verimli bir vadi tabanı meydana gelir. Baraj ile Ankara şehri arasında, vadinin solunda S o 1 f a s o 1 deresi ve Solfasol köyü, sağında Galaba köyü, Galabanın .kuzeyindeki dağların eteğinde ise
verimli topraklı sırtlar üzerinde Keçiören ve Etlik banliyöleri vardır.
Ankara’nın Batı Bölgesi
Ankara düzlüğü hafif bir meyille batıya doğru alçalarak uzanır. Ankara çayının kenarında Ankara ■ Etimesut - Sincanköy - Polatlı ovalarının teşkil ettiği düzlük, doğudan batıya doğru uzanır. Bu düzlüğün içinden geçen Ankara çayı Beylikköprü istasyonu yakınında Sakarya’ya karışır.
Eskiden şehrin güneyinde İncesu deresi, batısında Ankara çayı bataklık ve sıtmalık bir alan vücuda getiriyordu. Ankara devlet merkezi olduktan sonra bu bataklıkların yerini modern mahalleler ve ekilebilen arazi almıştır. Şehrin 4 Km. batısında başlıyan kıraç, kayalık tepeler, Ankara çayı, Macun ve Kutuğun derelerinin taş-masiyle kısmen bataklık haline gelen geniş bir alanda 1925 de Orman Çiftliği kurulmuştur.
Bugün 109,250 dekarlık bir araziyi kaplıyan Orman Çiftliğinde 80 metre kadar yükseklikteki yayvan tepeler üzerinde Karadeniz su deposu ve yüzme havuzu, Marmara havuzu, Fidanlık, akasya ve meyva ağaçlıkları, parklar meydana getirilmiştir. Etekteki ve demiryolunun iki tarafındaki düzlüklerde ise süt, şarap, pulluk, bira fabrikaları, inekçilik, tavukçuluk şubeleri, hayvanat bahçesi v. s. kurulmuştur.
Orman Çiftliğinin batısında Etimesut ovası, bunun kuzeyinde Memlik ve Yuva dağları ile M ü r t e t ovası bulunur. Daha kuzeyde Bitik ovası vardır. Bitik ovasından sonra Kızılca-hamam’dan itibaren kuzey Anadolu’nun dağlık ve ormanlık bölgesinin sınırı içine girilir.
İklim
Ankara’da hem mutedil iklim hem de step iklimi hüküm sürer.
1928 den 1945 e kadar alınan 17 yıllık • sıcaklık ve soğukluk ortalaması, yazın Temmuz ve Ağustos aylarında 23° kışın Ocak
ayında ise —0.37° dir. Yazla kış ve geceyle gündüz arasındaki sühunet farkı büyüktür. Kuzeyle güney ve yüksek yerlerle vadi tabanlarının sühuneti arasında da hissedilir bir fark görülür. Meselâ, Çubuk çayı vadisinin güney kısmındaki Galaba ve Solfasol köylerinde Martın 8 • 10 unda iklim yazlık ekime elverişli olduğu halde, 15 km. kuzeyde, Çubuk ovası ile Çubuk Barajı arasındaki arızalı bölgenin kuzeyindeki Porsuklar ve Gi^ik köylerinde henüz don mevsimi devam eder ve hava ancak Mart sonunda ekime elverişli olur.
Ankara gökleri, kışın bulutlarla tamamen kapanmadığından, buharlaşma yere düşen yağmurdan daha çok olur. Bu sebeple Ankara iklimi, istep iklimini hatırlatır. Yağışlar sonbahar, kış ve ilkbaharda olur. Yıllık yağış ortalaması 350 mm. dir. Yalnız dağlar daha çok kar ve yağmur aldığından akar sular buralardan beslenir. Toprak yere düşen yağmurun 1/3 ini altına alacak terkipte olduğundan vadi tabanlarında hafif derinliklerde taban suları husule gelir. Ortalama 2 metrelik kuyularda su çıkar. Madenî, killi ve kireçli olan topraklar verimli sayılır. Ancak, yamaçlarda suyun azlığı dolayısiyle toprak az verimlidir. Bu yüzden yüksek tepelerde fazla sıcağa ve rüzgârlara maruz kalan yerlerde kurak iklime uyabilecek devedikeni, kekik ve geven gibi istep nebatları yetişir.
Yollar
Ankara şehri, Kayseri, Niğde, Ulukışla, Karaman, Konya, Akşehir, Afyon, Kütahya, Eskişehir gibi Orta Anadolu istepini çeviren yeşil halka üzerindedir. Bu kapalı bölgenin, dış Anadolu ile olan münasebeti, sayısı pek çok olmıyan geçitlerle temin edilir. Kapalı bölgenin kuzey batısındaki Geyveboğazı ve Porsuk vadisinin teşkil ettiği geçitler, kuzey batı ve batı Anadoluyu kapalı, bölgeye bağlar. Bu geçitlerden giren ve doğu yönünde uzanan büyük anayol, Ankara’dan geçer. Daha Hititler zamanında, Kızılırmak kıvrımı içindeki Hitit merkezi Hatusas (Boğazköy), batıda Taravişa (Trova), A ş u v a (Lidya) gibi batı Anadolu’daki, tâbi Krallıkların ülkelerine bağlayan yol, Ankara’nın bulunduğu araziden geçiyordu. Lidya Kralı Alyattes, Med Kralı
Kyaksares’le yaptığı muharebede ordusunu Kızılırmak bölgesine, Ankara üzerinden sevketmişti (M. Ö. 584) Alyattes’in halefi Kresüs de Pers Kıralı Kyros’la ayni bölgedeki Pteriada yaptığı muharebede (M. Ö. 545) ordusunu aynı yoldan şevketmiş ve muharebeyi kazanan pers kralı rakibini aksi istikamette takip ederken gene bu yoldan geçmişti.
Sonraları Doğu Anadolu’ya sefer yapan Roma, Bizans orduları Ankara’dan gelip geçmişler ve doğudaki düşmanları olan Sasani, Emevi ve Abbasilerin orduları da Ankara'ya sık sık uğramışlardır. OsmanlIlar zamanında birçok seyyahlar Eskişehir - Ankara yolundan geçmişlerdir. Kanunî devrinde, 1555 de Elçi Busbek, Tokat - Amasya - Çorum - Ankara - Eskişehir - Bursa yolundan seyahat etmiştir. Az sonra Ali Şeydi, Diyarbakır - Malatya - Sivas - Ankara - Beypazarı üzerinden geçmiştir. Daha sonra gelen AvrupalI arkeolog ve seyyahlar da aynı yoldan geçerek Ankara’ya uğramışlardı.
Son zamanlarda yapılan ve batıdan doğuya doğru uzanan modern yollar da bu tabiî ve tarihî yolu takip etmiştir.
Ankara’dan Geçen Şoseler
Kuzey batıdan, İstanbul ve Marmara bölgesinden gelen yollar Geyveboğazını geçerek İç Anadoluya girer. Sonra Geyve - Nallıhan - Beypazarı - Ayaş üzerinden Ankara’ya girer. Beypazarı - Mihalıççık’tan Eskişehir’e giden bir yol da İnegöl üzerinden Bursa’ya varır. Kuzey doğudan gelen diğer bir yol Adapazarı - Düzce - Bolu Gerede - Kızılcahamam üzerinden Ankara’ya ulaşır. Bu yola asfalt dökülmeğe başlanmıştır.
Kuzey doğuya doğru giden bir yol da Çubuk vadisini takip ederek Çubuk İlçesine varır. Çubuktan 15 Km. güneyde ayrılan bir kol, Kalecik İlçesinde Kızılırmak yatağına iner. Buradan, kuzeye doğru uzanan vadi boyunca Çankırı - İlgaz - Kastamonu üzerinden Karadeniz kıyısındaki İnebolu’ya kadar uzanınır.
Doğuda Kayaş vadisi boyunca ilerliyen bir .şose Ankara - Kayseri demiryolu ile yanyana, Lalabelini aşarak Küçük Yozgat ovasına, sonra Kızılırmak vadisine iner.
— ıı —
Güney yönünde giden yol, Dikmen üzerinden Çaldağı’nı aşarak Gölbaşı ovasına varır. Buradan ayrılan bir kol, Orta Anadolu istepine girer ve Haymana - Cihanbeyli üzerinden Konya’ya varır.
Gölbaşı’ndan güneye doğru giden yol, Balâ üzerinden Şereflikoçhisar’a vararak Tuzgölü havzasını Ankara’ya bağlar. Buradan da Aksaray - Niğde - Ulukışla üzerinden Toros dağlarını aşar; Gülek-boğazını geçerek Çukurova’ya iner. Balâ üzerinden geçen diğer bir kol, Kırşehir ve Mucur’a uğrayarak Kayseri’ye varır. Bu yoldan Kırşehir’in kuzeyinde ayrılan diğer bir kol, Çiçekdağı’ndan geçerek Yerköy’de Ankara - Kayseri demiryolunu keser ve Yozgat - Çorum • Amasya üzerinden Samsun’a varır.
Çeşitli yönlerde uzanan yollar şebekesi sayesinde Ankara ile yakın ve uzak çevreler arasında devamlı otobüs ve kamyon seferleri yapılır ve bu seferler yolcu ve eşya naklinde çok önemli bir yer tutar.
Demiryolları
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Haydarpaşa - Halep demiryolunun yapılması sırasında Eskişehir’den ayrılan bir kol, 1892 de Ankara’ya kadar uzatıldı. 1923 de şehir devlet merkezi olduktan sonra Cumhuriyet Hükümetinin ilk işi, bu şube hattını doğu istikametinde uzatmak oldu. 1923 de başlıyan yol inşası, ilk merhale olarak Ankara’yı Kayseri ve Niğde üzerinden Ulukışla’da Haydarpaşa • Halep hattına bağladı.
Kayseri’den ayrılan bir kol da Sivas - Samsun - Erzincan - Erzurum - Malatya - Elâzığ - Diyarbakır ve daha ötelerine kadar uzatılarak Ankara’yı kuzey, kuzey - doğu ve güney - doğu Anadolu’ya bağladı. Ankara’nın 50 Km. doğusunda Kızılırmak havzasındaki Irmak istasyonundan ayrılan bir kol da Çankırı ve Karabük üzerinden Zonguldak’a giderek kömür havzasını Hükümet merkezine bağladı. Ankara - Eskişehir yolu, Eskişehir’de birçok kollara ayrılarak, kuzey - batı, kuzey ve güney ile Ankarayı birbirine bağlamıştır.
Ankara ile yakın doğu arasında sefer yapan Toros Ekspresi, İstanbul, Eskişehir, Ankara, Kayseri, Adana, Halep üzerinden
İrak, Suriye, Hicaz ve Mısır’ı Anadolu’ya bağlar. Diyarbakır, Cizre hattı tamamlandıktan sonra Ankara’yı Kayseri, Sivas, Çetinkaya, Elâzığ, Diyarbakır üzerinden doğrudan doğruya Irak’a bağlıyacaktır. Bu suretle Ankara devletlerarası bir yol şebekesine bağlanmış bulunmaktadır. (Harta 1)
Havayolları
Milletlerarası hava seferleri Ankara’yı bütün dünyaya bağlamıştır. Ayrıca, Ankara ile Türkiye'nin birçok şehirleri arasında da muntazam hava seferleri düzenlenmiştir.
Ankara’nın İktisadî Durumu
Ankara önemli askeri yollar üzerinde bulunduğu için en eski devirlerden itibaren bir kale şehri olarak inkişaf etmişti. Anadolu Selçukları Devletinin dağılması sırasında iktisadi bir sınıf teşkil eden Ahiler, Ankara’yı merkez yaptılar. Bu sırada küçük elsan’at-ları ve ticaret inkişaf etti.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise Devletin hudutları çok uzaklara gittiğinden Ankara gitgide sönen bir içşehir haline geldi. Sancak ve kazalardan gelen tiftik, hububat ve bir miktar meyvanın alınıp satılmasından ibaret iktisadi faaliyeti vardı. Fakat 1892 de demiryolunun Ankara’ya kadar gelerek burada nihayet bulması önemli değişikliğe sebep oldu. Bütün doğu ve Ortadoğu Anadolu’nun istasyon merkezi haline geldi. Kayseri, Kırşehir, Yozgat, Çankırı gibi birçok iç kasabalar ekonomik bakımdan Ankara’ya bağlandı. Bu kasabaları Ankara’ya bağlıyan kara yolları vasıtasiyle gelen tiftik, hububat, canlı hayvan, Ankara yoluyla sevk ediliyordu. İstasyon yakınında ve Atpazarı’nda büyük antrepolar, depolar ve hanlar vücuda geldi. Yakın kasabaların ihtiyacını karşılıyan el san’atları ve canlı bir ticaret doğdu.
1923 de Ankara’nın devlet merkezi olması, şehrin görünüşünde olduğu kadar, ekonomik bünyede de büyük değişiklikler yaptı. Artan nüfusun yiyecek v"e giyecek ihtiyacını karşılamak ve müna-
kaleyi sağlamak başta gelen işlerdendi. Bu sebeple demiryolu doğuya doğru muhtelif kollara ayrılarak uzatıldı. Ankara, bir transit merkezi olmaktan çıktı. Antrepolar, hanlar araba tamiraneleri yerine küçük fabrikalar, bankalar, devlet daireleri, oteller, lokantalar yapıldı. İşlerin çokluğu ve ticaretteki kârın fazlalığı birçok iş adamlarını ve işçileri Ankara’ya çekti.
Bugün Ankara memur, tüccar ve işçilerin oturduğu bir istihlâk şehridir. Devlet dairelerinin satın almaları, taahhüt işleri, memur maaşlarının verilmesi, müstehlik sınıfın mağaza, dükkân ve açık pazarlardan ihtiyacı olan maddeleri almaları iktisadi faaliyetin esasını teşkil eder.
Harpten evvelki yıllara ait borsa hesaplarına göre Ankara ilinin toprak mahsulleri, kendi kendine yeter durumdadır. 1939 yılında bütün il sınırları içindeki buğday istihlâki, yemeklik ve tohumluk dahil, aşağı yukarı 160.000 tondu. Buna karşılık 200.000 ton istihsal edilmiştir. 45.000 ton (3.000 vagon) ihracat yapılmıştır. 1940 danberi şehrin nüfusu büyük bir süratle artmış ve iki misline yaklaşmış olmasına rağmen, istihsal bu gün de ihtiyacı karşılayacak durumdadır.
Ankara toprakları, başka mahsullerin yetişmesine de elverişlidir. Ayaş, Beypazarı’nda, Nallıhan’da bol miktarda pirinç yetişir ve Ankara’nın ihtiyacını karşılandıktan sonra İzmir, Bursa gibi batı şehirlerine de ihracat yapılır. •
Ankara’da yetişen fasulye gibi bazı sebzeler de ihtiyacın büyük bir kısmını karşılar.
İklim, meyvacılığa orta derecede elverişlidir. Mart ve Nisan aylarında ve sonbaharda havada vukubulan anî değişikliklerden meyvalar çok zarar görür.
Son zamanlarda, artan ihtiyacı karşılamak üzere meyvacılığın geniş ölçüde gelişmesini sağlıyacak tedbirler alınmıştır. Halka, parasız meyva fidanı dağıtan geniş örnek fidanlıklar kurulmuş, bu sayede 1926 da 1.293.000 olan meyva ağacı sayısı 1939 da 1.413.000 e çıkmıştır. Bütün bu gayretlere rağmen istihsal, ihtiyacı karşılamadığından Ankara’ya senenin her mevsiminde Ege ve Çukurova’dan çok miktarda meyva ve sebze gelir. Ankara et, yumurta ve peynir
gibi gıda maddelerinin büyük bir kısmını kendisi çıkarır ise de bu ihtiyaca tamamen cevap vermediğinden Kars, Urfa, ve Edirne’den kasaplık hayvan, peynir ve tereyağı idhal eder.
Ankara’nın en mühim ihraç mahsullerinden biri meşhur Ankara keçilerinin verdiği tiftiktir. Mühim miktarda tiftik İzmir ve İstanbul yolu ile dış memleketlere gönderilir.
Görülüyor ki Ankara istihlâk maddelerinin çoğunu kendisi istihsal eden, mühim bir kısmını da bilhassa sahil bölgelerinden sağ-lıyan bir istihlâk şehridir.
Nüfus
Ankara, Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında önemli bir transit merkezi haline gelmiş bulunmasına rağmen, nüfusu az bir şehirdi. Cumhuriyetten önce bir nüfus sayımı yapılmadığından bundan önceki nüfusun miktarı hakkında kesin olarak birşey söylemek doğru değilse de bazı coğrafyacılar bir takım rakamlar vermişlerdir. Faik Sabri (20 sene evvel yazılmış eski yazılı bir kitabında ) Ankara’nın Cumhuriyetten önceki nüfusunun 28 000 olduğunu kaydeder.
Ankara, Hükümet merkezi olduktan sonra şehrin inkişaf ve imarına paralel olarak nüfus da büyük bir artış gösterdi. Dört nü- fl fus sayımında Ankara’nın nüfus artışı şöyle olmuştur : 1927 de 74.558, 1935 de 122.722, 1940 da 157.224, 1945 de 227.505, Harp içinde hariçten gelenlerin çoğalnıasiyle nüfus artışı da hızlanmıştır. 1950 de nüfusun 300.000 i geçeceği tahmin edilebilir.
Nüfusun artışına doğumdan ziyade, yaşama şartlarının tekâmülü ve büyük kazançlar sağlanması dolayısiyle hariçten şehre büyük bir halk hücumunun başlamasının sebeb olduğuna şüphe yoktur.
Ankara Şehrinin Bugünkü Durumu
Ankara şehri, hükümet merkezi olduktan sonra hızla gelişmiş ve genişlemiş, bugünkü durumunu almıştır. Ankarayı“Eski Ankara» “Yenişehir» ve “Banliyöler» olmak üzere üç kısımda inceliye-biliriz.
Eski Ankara : Kuzey - batıdan güney - doğuya doğru uzanan andezitli ve 975 rakamlı bir tepe üzerinde Ankara kalesi bulunmaktadır. Ankarada ilk yerleşmenin bu tepede olduğu bir zamanlar iddia edildi ise de, şehrin en eski sakinleri olan Frigya, ve Romalılara ait şehrin kalenin batısındaki sırtlar ve düzlük üzerinde kurulduğu son arkeolojik buluntularla kesin olarak anlaşılmıştır. Kale, belki BizanslIlar devrinden itibaren iskân edilmeğe başlanmıştır. Tehlike anında buraya sığınılmış, burası sık evlerle dolmuştur.
Ankara, Hükümet merkezi olmadan önce, kalenin batısını güneyini ve doğusunu yarım daire şeklinde çeviren bir şehirdi. Kayabaşı, Erzurum, Sümer, Sapanpazarı, Namazgâh civari, Tahta-kale, Balıkpazarı, Hacıdoğan, Taşhan, Ahiyakup, Tabakhane, îsmetpaşa, Çankırıkapı mahallelerini ihtiva ediyordu. Yangın yerlerinde ve istimlâk edilen yerlerde meydana çıkan parklar, geniş caddeler, meydanlar apartmanlar ve büyük resmî binalar dışında eski Ankara, genel olarak eski manzarasını azçok muhafaza etmektedir. Bu mahalleleri içine alan eski şehir, doğuda Cebeci, güneyde demiryolu, batıda İstasyon ve Akköprü, kuzeyde Dışkapı ve Telsizler ile çevrilmiştir.
İçkale’de, birkaç yüzyıl önce yapılmış ve onarımlarla cepheleri azçok değişmiş eski Ankara evlerine raslanır. îçkalenin batı eteğinde 1917 de çıkan büyük bir yangın 30.000 metre karelik bir mahalleyi harap etmiş, İçkale duvarı ile Dışkale duvarı arasında bulunan bu boş alanda bugün kale ve yakın mahallelerin sayfiye yerini teşkil eden “înönüparkı" meydana getirilmiştir. Kalenin güneyinde Atpazarı denilen yerde çoğu OsmanlI devrinden kalma
birçok hanlar bulunmaktadır. Kaleyi yarım daire şeklinde çeviren düzlük ve sırtlar üzerindeki yerleşme alanında Selçuk ve Osmanlı devri cami, mescit ve türbeleri vardır.
Eski Ankaranın doğu ve kuzey - doğusunda işçiler tarafından imar pilânı dışında kaçak olarak yapılan evlerle yeni mahalleler meydana çıkmıştır. Kalenin doğusundaki dik yamaçta Kayabaşı, daha aşağıda Hatıpçayı’nın güney kıyısında Yenihayat, Timurlenk-tepesinin güney, batı ve kuzeyinde Altındağ, Atıfbey, Telsizler bu tepenin doğusundaki diğer bir tepe üstünde de Yenidoğan ve Aktaş mahalleleri kurulmuştur.
Şimdiki Halin bulunduğu yerde eskiden “Baiıkpazarı», “Keresteciler,, “Çilingirler,, tarihi bir hamam bulunuyordu.. 1930 da büyük Tahtakale yangınında bu mahalle ortadan kalkmış ve yerinde bugünkü Hal, Yenihamam ve büyük apartmanlar yapılmıştır. Eskiden 50 • 60 metre uzunluğunda olan meşhur Taşhanın yerinde de bugün Ulusmeydanı ortaya çıkmıştır. Ulusmeydanından başlıyan Kararlan ve Anafartalar caddesi, Ankaranın en önemli çarşısı olmuştur. Samanpazarı, Koyunpazarı ve Atpazarı, civar köylülerin alış verişlerini yaptığı en işlek bir pazaryeri karakterini muhafaza eder.
Akköprü’ye giden asfalt caddenin iki kenarında kereste, doğrama, mermer fabrikaları ve daha ötede Akköprü civarında, Ankara Çayının kenarında Mezbaha bulunmaktadır.
Eski Ankara’nın güney ve batısındaki düzlük üzerinde yolcu ve yük istasyonu, Toptancı Hali kurulmuştur. İstasyonun güney ve batısında ise Havagazı, Elektrik, Buz, Gazoz, Makarna, Un, Bulgur fabrikaları, bu bölgenin batısındada Askeri fabrikalar yükselmiştir.
Eski Ankara da kalenin eteğindeki yamaçta, İnönü parkı Samanpazarı parkı, daha aşağıda Meclis parkı, istasyon civarındaki geniş düzlükte Gençlik Parkı, bu bölgenin batısında Stadyum, Hi-Hipodrom ve Fidanlıklar vardır.
Yenişehir
Yenişehir, Ankara hükümet merkezi olduktan sonra eski Ankara-
nın güneyinde bataklık ve çorak bir arazide, dünyanın meşhur şehircilik mütehassıslarından Profesör Jansen’in imar plânına göre kurulmaya başlanmış ve bugün modern bir şehir olarak meydana çıkmıştır. Yenişehir doğuda Demirlibahçe, Aktepe ile batıda Orman Çiftliği arasında 6 km. uzunlukta ve güneyde Dikmen ve Çankaya sırtları ile kuzeyde demiryolu ve eski Ankara’ya kadar 4 - 5 km. genişlikte bir sahayı kaplar. Eskiden İncesu deresinin taşmasiyle bataklık ve sıtmalık hale gelen bu geniş bölgedeki düzlükler ve sırtlar üzerinde Atatürk Bulvarının iki yanında evler, Devlet mahalllesi ve daha güneyde Elçilikler ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü, güneydoğuda Kocatepe daha doğuda Cebeci batıda Maltepe, Demirtepe ve daha batıda Bahçelievler, Küçükevler, Tasarrufevleri mahalleleri kurulmuştur. Güney batıdaki 900 - 950 rakımlı sırtlar üzerinden Yedek-subay, Harpokulu ve Tankokulu ile Mevki Hastanesi yapılmıştır. Bahçelievler’le İstasyon arasındaki 906 rakımlı “Rasattepe„ üzerinde Ebedî Şef Atatürk’ün “Anıtkabris yapılmaktadır.
Yenişehir’de Kocatepe, Bakanlıklar yutanında Güvenlik ve Kızılay parkları, Cebeci, İncesu kenarında ve Maltepedeki açık pazar yerleri Cebeci ile asıl Yenişehir arasında Cebeci Fidanlığı vardır. Hukuk Fakültesinin güneyindeki 950 rakımlı Aktepe üzeri ağaçlandırıl mıştır. Fidanlığın güneyine doğru uzanan İncesu vadisinde Türközü, Frenközü denilen bağ ve bahçeler vücuda getirilmiştir.
Bugün eski ve yeni şehrin kapladığı sık yerleşme bölgesi 29 Km2, genişliğindedir.
Ankara’nın Banliyöleri
-
A) Dikmen Bağları s Şehrin güneyinde Çaldağı’nı aşarak Haymana’ya giden şose üzerinde ve Çaldağı’nın kuzey yamaçlarında eskiden Rumlar oturuyordu. Rumların çekilmesinden sonra bu arazide güzel köşkler, bağ ve bahçeler meydana gelmiş, bu suretle burası Ankara’nın güzel bir mesiresi ve devamlı oturma yeri halini almıştır.
Büyük ve Küçük Ayrancı, Yukarı ve Aşağı Öveç, Çal, Çataktı bağları burada bulunur.
Dikmen ile İncesu vadisi arasında Kavaklıdere, Büyük ve Küçük Esatlar, Çankaya, Aşağıimrahor bağları bulunur.
Bu saha Ankara’nın güneyindeki sırtları kaplar.
-
B) Etlik ve Keçiören : Bağlum dağının güney yamacındaki Ankara’ya bakan sırtlar üzerinde kurulmuş ve bugün devamlı oturma yeri içine girmiş, mamur, bağlık bahçelik bir mesire halini almıştır. Keçiören asfaltı ile Çubuk Barajına giden asfalt arasında ve Çubuk çayı kenarındaki Galaba köyü de Keçiören’le Ankara arasında kurulmuştur.
Ç) Mamak s Şehrin doğusunda Kayaş vadisi üzerinde eskiden birkaç evli bir köy olan Mamak, bugün Ankara’nın devamlı oturma yeri sınırları içine giren ve trenle şehre bağlanmış 1000 e yakın evi olan, bağlık bahçelik bir banliyödür.
-
D) Kayaş s Ayni vadinin içinde ve Ankara’dan 10 Km. doğuda demiryolu üzerindedir. 1943 de Ankara’nın Belediye sınırları içine girmiş ve sebze, meyva bahçeleri arasında kurulmuş devamlı bir oturma yeri halini almıştır.
Banliyölerin kapladığı yer şehir yüz ölçüsünün 4 mislinden fazladır- 136 Km2, genişliğindedir.
Ankara şehri devlet merkezi olalıdanberi, büyük gelişmeler göstermiş nüfusu, evlerin sayısı durmadan artmıştır. Aşağıdaki rakkamlar 1933 ve 1940 yılları arasında bu gelişmenin hızı hakkında bir fikir verir :
1933 |
1940 |
|
Evler |
14,095 |
21.900 |
Apartmanlar |
154 |
820 |
Okullar |
27 |
76 |
Dükkânlar, mağazalar |
1,766 |
4.280 |
Resmî ve özel kurumlar |
50 |
166 |
Camiler (Cemaatli) |
60 |
60 |
Kiliseler |
9 |
|
Hamamlar |
3 |
5 |
Ankarada hemen her evin banyosu olduğundan genel banyo yerlerinin sayısının çoğaltılmasına ihtiyaç duyulmamıştır.
Harp içinde bir taraftan nüfusun büyük bir hızla artması diğer taraftan yapı malzemesinin bulunmaması dolayısiyle inşaat faaliyetlerinin durması yüzünden, büyük bir mesken sıkıntısı baş göstermiştir. Fakat harp biter bitmez yeniden geniş ölçüde inşaata başlanmıştır. Yakın bir zamanda Ankara'nın mesken işinin halledileceği umulur. Bilhassa son iki sene içinde yeniden yapılan apartman sayısı çok artmıştır.
Ankara, yukarıdanberi belirtmeğe çalıştığımız özellikleri ile ve Tüık « ineğinin yarattığı bir örnek şehir olarak görülmeğe değer bir kıymet taşımaktadır.
Ankara’da Saat “12„ İken Dünyanın Bazı Şehirlerinde Saatler
S. |
D. |
•S. D. |
|||
Amsterdam |
10 |
20 |
Meksiko |
3 |
|
Atina |
11 |
35 |
Moskova |
12 |
|
Berlin |
11 |
Nevyork |
5 |
||
Bern |
11 |
Paris |
10 |
||
Brüksel |
10 |
Pekin |
17 |
46 |
|
Bükreş |
12 |
Riyodeianeyro |
7 |
07 |
|
Budapeşte |
11 |
Roma |
11 |
||
Buenos • Ayres İskenderiye |
6 12 |
07 |
Santiyago Sidney |
5 20 |
|
Kalküta |
15 |
30 |
Tahran |
13 |
26 |
Karakas |
5 |
32 |
Tokyo |
19 |
|
Kebek |
5 |
Tunus |
11 |
||
Kıto |
4 |
46 |
Varşova |
11 |
24 |
Kopenhag |
11 |
Vaşington |
4 |
||
Londra |
10 |
Viyana |
11 |
||
Madnt |
10 |
( Millî Eğitim Bakanlığa Yıllığından 1946 )
Anadolu’da Yapılan Kazılar ve Buluşlar
-
19 uncu yüzyılın sonlarına kadar genel tarih telâkkisi Eski Çağlar tarihini aydınlatacak araştırma metotlarına sahip değildi. Yazılı ve yazısız belgeler, köklü incelemelerden geçirilmiyor, çok kere din kitaplarının rivayetlerine dayanılıyordu. Soyu ortadan kalkmış milletlerin yazıları okunamıyordu. Arkeolojik ve antropolojik metotlar meçhuldü.
Bu şartlar altında yazılan tarihlerin, aydınlığa çıkarmak istedikleri konular hakkındaki mütalea ve açıklamaları, beşer tarihinin gelişmesini anlatmaktan uzak olduğu gibi, tamamen yanlış hüküm ve faraziyelerle rivayetler, okuyanları yanlış sonuçlara iletiyordu. 19 uncu yüzyıldan sonradır ki buluşlar, tarih bilimi için yepyeni metotlar getirmiş, insanların yazısız çağlarda hangi şartlar altında yaşadıklarını meydana koyacak ipuçları vermiştir. Buluşların başında hiyeroglifin ve çiviyazısının çözülmesi gelir. Beşerin kültürel hayatını belgelerle açıklamak şerefi hiç şüphesiz Arkeolojinindir. Antropoloji, Etnoloji ve Etnografya da bu alanda kendilerine özgü metotlarla insan hayatının türlü yönden gelişmesini meydana koyma işine büyük yardımlar sağladı.
Ortaçağ din taasubunun ruhlarda yarattığı kin, tarihi haki-katların çehresini son yüzyıla gelinceye kadar değiştirmekte devam etti. Ancak, dinî duygular bilim metotlarından atıldıktan sonradır ki, insanlığın müşterek malı olan bugünkü medeniyetin gelişmesinde ve politik olaylarda her ulusa düşen pay, mevcut belgelere göre belirtilmektedir. Yukarda adını saydığımız ve son yüzyılda gelişen bilgilerden başka, tarihin birçok yeni yardımcıları da tarihi oluşların incelenmesinde faydalı ve aydınlatıcı roller oynamıştır.
İlk Arkelojik buluşlar, Mezopotamya’da, Mısır’da, İran’da, Ege bölgesinde başladı. Büyüklerde ve düz yerleşme yerlerinde yapılan kazılar, eski çağlarda kullanılmış pekçok eşya ile birlikte, çivi-yazılı veya hiyeroglif yazılı belgeler de verdi- Uzun süren incelemelerden sonra bu yazılardan bir kısmı okundu. Çiviyazısının okunması, eski tarihin türlü yönden aydınlanmasına çok hizmet
etti. Anadolu’nun dünya tarihinde çok eski zamanlardanberi oynadığı mühim rol de birçok kazılardan elde edilen belgelerle ortaya kondu.
Anadolu’da Yapılan Kazıların Başlıcaları Şunlardır :
Trova, eski Yunan kaynaklarında ünlü savaşlarda adı geçen bir yer olduğu için AvrupalI bilginler bu şehir hakkında çok incelemeler yapmışlardır. Alman bilginlerinden H. Schliemann burada (1893—1894) bir büyük kazı yaptı ve en alt katı (M. O. 3 üncü bin) yıla ait olan birçok kültür tabakaları meydana çıkardı.
Korte kardeşler, Polatlı yakınındaki büyükleri (1899) kazdılar ve Frig tarihi ile ilgili belgeler buldular. Prof. Garstang güney Anadolu’da Sakçagözü’de (1607 — 1911) Son Etilere ve maden Çağlarına ait eserler ortaya çıkardı. 1927 de başlıyan Alişar kazısını H H. Von der Osten idare etti. Bu kazı Orta Anadolu kültür tarihinin kronolojisini sıralamağa çok yardım etti. En alt katta Eneolitik Çağa ait belgeler bulundu. Bundan sonraki tabakalar sıra ile Kalkolitik, Bakır, Bronz, Eti, Frig, Bizans Çağlarına aittir.
Aııadoluda bu katları tesbit etmeye yarıyan ilk büyük kazı, budur. 1932 de başlayan Trova’daki Blegen hey’eti çalışmaları yeni buluşlarla Batı Anadolu’nun kültür katlarını yeniden gözden geçirmeye fırsat verdi.
Kayseri yakınındaki Kültepe (Kaneş) 1924 de Hrozny tarafından yapılan dağınık bir kazıda, Anadolu’nun M. Ö. ikinci bin yılına ait çok değerli bilgi veren tabletler, mühürler ele geçirildi. Adı geçen çağda Anadolu’nun bu bölgesi Asurlu tüccarlar tarafından bir koloni haline konulmuştu. Yazılı belgeler Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret işlerinin bu zamanlarda çok geliştiğini ^>xeiı^or7 Kızılırmak çevresinin en önemli antik sitesi olan Boğazköy (Hatuşaş) H. Winckler ve Makridi tarafından (1906-1911) kazıldı. Ele geçen tablet arşivi Eti tarihi ile uğraşanlar baha ,TSeı ler V6rd’- Aynı şehrin birçok yerlerinde daha sonraki . da araştırmalar yapıldı. Etilerin kale, tapınak, özel ev mimarlıkları birçok özellikleriyle ortaya konuldu. Malatya’da Aslan-Me^in-J^ da L- Woolley, Tarsus’ta Goldmen,
, . .. xaıstang, Hatay’da L. Woolley tarafından yapılan
verdr g11”®7 Anadolu’nun kültür katlarının incelenmesine imkân
Yeril Kazılar
Atatürk son yıllarda Türk Ulusunun ve Anadolu’nun tarihini aydınlığa çıkarmak için çok uğraştı. Türk Tarih Kurumunu büyük emeklerle bir bilim kurumu haline getirdi. Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesini kurarak, bu alanda Türk gençlerinin yetişmelerini sağladı. Kemalizm geliştikçe yeni ve orijinal bir tarih telâkkisi doğmakta idi. Atatürk tarih tezinin belgelere dayanması için kongreler topladı. Büyük Ata, Türk tarihinin tarafsız bilginlerle Türk bilginleri tarafından yazılmasını istiyordu. O, milletimizin derin, geniş bir tarihi olduğuna, bunun yabancılar tarafından inkâr edildiğine inanıyordu. Türk Ulusunun dinamizmi Atatürk’e göre bu kaynakta idi. Bu inanış Türk arkeologlarının yetişmesinde büyük rol oynadı. Anadolunun birçok yerlerinde yerli bilginler kazılar yaptılar. Bunların içinde en önemlileri şunlardır : Orta Anadolu’da, Alaca’da Hü-yük denilen yerde Prof. Remzi Oğuz Arık ve Hamit Koşay 1935 de halen devam eden sürekli büyük bir kazıya başladılar. Kazı en alt katta Kalkolitik çağa ait belgeler verdi. Buranın arkeoloji bilimine kazandırdığı eşya, Bakır çağının benzersiz mezar eserleri ile Eti çağı belgeleridir. [ R. 1 ] Ankara yakınındaki Ahlathbel 1933 de Hamit Koşay tarafından açıldı. (Bk. Ahlathbel) Prof. Remzi Oğuz tarafından yapılan kazılar, Karaoğlan, Karalar, Güllüdağ, Hacılar, Alâaddintepe’dir. Etiyokuşu Prof. Şevket Aziz Kansu tarafından kazıldı. (Bk. Kazılar). Dündartepe Arkeolog Tahsin Özgüç ve Antropolog Kılıç Kökten tarafından açıldı. O çevrenin eski tarihi için çok değerli malzeme elde edildi. Daha birçok sondajlar ve küçük kazılar yapılmıştır ki, bunların hepsi Anadolu’nun zengin bir Bakır Çağı kültürüne daha doğrusu kalkolitik’den başlayan bir sıra madenler çağı kültürüne sahip olduğunu açıklamıştır- Anadolu arkeolojisini bilmeden Yakın Şarkın birçok bölgeleri hakkında kesin hüküm verilemiyeceği, bugün bu alanda çalışan bilginlerce kabul edilmiştir. Anadolu, türlü yönden gelen uluslara köprülük etmiş olmasına rağmen eski çağlarda kendine özgü bir kültür yaratmıştır. Müzelerimiz şimdi bu değerli kültür belgeleriyle doludur.
Paleolitik Çağ (Eski Taşdevri)
Anadolu’da paleolitik çağa ait ilk buluş şerefi î. E. Gautier'ye aittir. Bu zat Anadolu’da yaptığı bir gezide, 1894 de Birecik yakınlarında, Fırat’ın alöviyon yataklarında bir elbaltası buldu. Bu aletin bir kenarı keskinleştirilmiştir. Alet Altpaleolitik çağın Aşölleen tipindedir. Son yıllarda kuzey Suriyede ele geçen aletlerle bu baltanın ilgili olduğu sanılmaktadır.
1910 da R. Campell - Thomson Ankara dolaylarında gene bu çağa ait aletler buldu. Bunlardan biri keskin bir elbaltası, diğeri bir bıçaktır. Her ikisi de üzağılda bulunmuş olup andezit taşından yapılmıştır. R. Campell - Thomson, Kapadokya’daki incelemeleri sırasında, Kayserinin kuzeyinde Soğanlıdere’de yuvarlak keskin bir taş bıçak bulmuştur.
Prof. E. Pittard 1925 de, Malatya’ya bağlı Adıyaman yakınındaki Pirun deresinde çakmaktaşından yapılmış birçok aletler ele geçirdi. H. H. V on der Osten 1931 de Adıyamanda pekçok işlenmiş çakmaktaşı aletler buldu. Pirunda ele geçen bu aletlerin bir kısmı Orinyasiyen, bir kısmı da Capsiyen tiptedir. K. Bittel Ankarada Maltepe yakınlarında paleolitik aletler buldu. Şimdiye kadar kısaca gördüğümüz buluşlar hep yabancı bilginlere aittir.
Ankarada Dil ve Tarih - Coğrafya Fakülesinin açılmasından sonra bu alanda da çalışmalar başladı. Prof. S. Aziz Kansu’nun ve yetiştirdiği gençlerin, buluşları, Anadolu taşdevri kültürünün aydınlanmasına büyük hizmetler yaptı. Adı geçen Profesöre göre Anadolu Paleolitik çağının genel taplosu şöyle çizilmektedir:
Alt Poleolitik
Ankaka dolaylarında, üyağıl’da Campell - Thamson, Dudumluda Leuchs> İstanbul’un -Pendik semtinde M. Atasayan tarafından
bulunan aletler Şelleen tiptedir. Birecikte î. E, Gautier, Antakya’da Altındere yatağında Nurettin Can Gülekli tarafından bulunan baltalar Aşölleen’dir. Antakya’da Altındere kumluklarında 1,30 metre derinliğinde Nurattin Can Gülekli, Ankara yakınlarında Etiyokuşu sekilerinde, Ord. Prof. Ş. Aziz Kansu tarafından 3,10 M. den çıkarılan baltalar Mikokiyen Aletlerdir. (R. 3)
Orta Paleolitik
Bu çağa ait aletler, Etiyokuşunda Çubuksuyu kenarında (Prof. Ş. Aziz Kansu) Ankara civarında birçok sekilerde, Ergazi, Maltepe, Ziraat Enstitüsü ve Gazi Terbiye Enstitüsü dolaylarında, Kastamonu’da Gölköy’de, Sivas’ta Gemerek’te, Niğde ve Nevşehir’de bulunmuştur. [*]
Üst Paleolitik
Bu çağa ait aletler, Malatya’da Adıyaman’da Pirun’da E. Pittard tarafından, İsparta’da Bozanönü dağları eteklerindeki bir mağarada Prof. Şevket Aziz Kansu tarafından elde edilmiştir. 1938 de Ş. Aziz Kansu, E. Pittard ve H. Koşay Adıyaman’da bir kaya üzerinde, dağ keçilerini tasvir eden gravürler bulmuşlardır.
Anadolu’nun eski taşdevri kronolojisinin, Avrupa taşdevri kronolojisine uyup uymadığı kesin olarak bilinemiyor. Ancak bütün buluşlar, yurdumuzda, en eski taşdevri kültürünün gelişmiş olduğunu açıkça göstermektedir. Eski taşdevri kültürü 200.000 veya 300.000 yıl sürmüştür. Bu çağlarda büyük iklim değişmeleri olduğu gibi birçok hayvan nesilleri de sona ermiştir.
-
D. A. F. Garrod 4938 yılında Haymana’nın 35 kilometre güney - doğusunda Yenice köyü civarında üç taş bıçak buldu. R. Peters Beynam, çamlıkları arasında Musteriyene ait bir çakmaktaşı alet ele geçirdi.
Bakanlıklardan Dikmen’e doğru çıkan asfaltın Çaldağı sırtında uzayan kısmında yol kenarında bir küçük uç buldum.
4934 yılında Ziraat Enstitüsü civarında bir Alman profesörü tipik paleolitik bir âlet buldu. Ayni çevrede Dr. Schrödr ile ben birçok Levalois âletler bulduk. Bunlar tarla yüzünde ele geçmiştir.
Etlik, Keçiören, Bağlum, Hacıkadındresi taraflarında da âletler ele geçmiştir.
Max Pfannenstiel, Die Altsteinzeitlichen Kulturen Anatoliens, Berlin 4941 S. 26.
(Kısaltılmıştır)
Neolitik Çağ (Yeni Taşdevri)
Toprağa yerleşen, taş aletleri işlemesini bilen bu çağ adamlarının Anadolu’nun sulak ve otlak yerlerinde yaşadıkları, kazılar sonunda meydana çıkarılmıştır. Bu adamların toprağı ektikleri ve toprak kaplar yaparak yiyeceklerini ve içeceklerini bunların içinde pişirdikleri veya sakladıkları bilinmektedir. Ele geçen arkeolojik belgelerden anlaşıldığına göre, taşları üst üste koyarak çamurlamak suretiyle basit evler de yapmakta idiler. Bunların başlıca besinleri ot kökleri, tohumlar ve avladıkları hayvanlardı. Küçük gruplarla bir aile halinde yaşadıkları, bazı dini inanışları bulunduğu anlaşılmaktadır.
Neolitik çağ insanlarının arkeolojik belgeleri yurdumuzda Mersin (Yümüktepe), Kumtepe ve Maraşta ele geçmiştir. Yeni kazılar bu adamların Anadolu’nun daha birçok yerlerinde yaşadıklarını ortaya çıkaracaktır. Prof. Pittard Avrupaya Neolitik insanların Anadoludan geçtiklerini buğdayı ve bazı hayvanları beraberlerinde götürerek oralara yaydıklarını ileri sürmektedir. [*] Ele geçen arkelojik belgeler arasında çakmaktaşından yapılmış ok uçları, bıçaklar, delgiler, kemikten yapılmış iğneler ve topraktan kaplar vardır.
( ] Pittard, Neolitik Devirde Küçük Asya ile Avrupa arasında münasebetler. 1937. S. 5 —17
Ankara’nın Adı
İlkçağ tarihçilerinden bazıları (Apolloniyos) bu bölgeye yerleşen Galatların, Mısırlılarla yaptıkları bir savaşı ve bu savaşta elde ettikleri bir çapayı kaydederek, bu şehri kurduklarını ve zaferlerinin hatırası olan çapa (Ancir) ya göre şehre (Anküra) dediklerini haber verir. Galatların Anadolu’ya gelmelerinden daha önce Ankara-nın bir şehir olarak mevcut bulunduğu bilinmektedir. Şu halde Galatların Ankara’yı kurmuş olmaları ve şehre çapa manasına gelen Anküra adını vermeleri mümkün değildir. Tarihçi Pausanias, Kıral Midas tarafından kurulan Anküra’nın, Galatlar tarafından zaptedil-diğini yazar ve Galatların Anadolu’ya geçişleri sırasında (M. Ö. 278) Ankara’nın bir Frig şehri olduğunu anlatır.
Eti metinlerinde adı geçen Ankuva şehrinin Ankara olduğu bazı tarihçiler tarafından ileri sürülmüş ise de, yeni belgeler An-kuvanın bugünkü Alişar olduğunu göstermiştir. Anadolu’nun birçok yerlerinde Eti Çağından daha önce kurulmuş şehirlerin varlığı kafi olarak bilinmektedir. Bu şehirlerdeki halkın yaşayışına dair yazılı belgeler de mevcuttur. Başşehrimiz Ankara’nın böyle bir şehir, adının da yerli bir kelime olması bugün kabul edilen en makul izah şeklidir. (A. Erzen). Romalılar zamanında şehir, Metropolis, Sebaste Tektosagan, Neokoros ve Lamprotate ad ve ünvanlarını almıştır. Metropolis, kültür bakımından birlik gösteren ana şehir demektir. Sebaste Tektosagon, İmparator Augustus’un şehri, anlamına geliyor. (A. Erzen)
Neokoros, İmparator adına mabed kurarak ona bakan demektir. Ankara’da böyle iki mabed vardı. Bunlar Augustus ve Valerianus mabedleridir.
Lamprotate, ünlü, büyük demektir. Ankara’yı idare eden Roma Valilerinin terfi edince Konsül olmaları, şehrin bu ünvanının manasını açıklamaktadır. Ankara bu çağda Romaya bağlı Anadolu şehirlerinin en büyüklerinden biridir.
BizanslIlar zamanında şehrin bir Valilik olarak idare edildiği bilinmektedir.
XIII. yüzyılda Yakut ve İbnelasir’de şehir Ankira, Engüriya Anguryia olarak kaydedilmiştir. Selçuk paralarında ve kitabelerde, Ankara, llhaniler’de Engüriye olarak yazılmıştır. Evliya Çelebi, Engürü ve Ankara şekillerini kullanıyor, Haçlı seferlerinin tarihçesi Albertus, şehre Anoras der. Arap tarihlerinde Beldet • el • Selâsil olarak yazılıdır. Bunun türkçe Zincirli (kapı) şehir veya sekili şehir anlamına geldiği sanılıyor.
Islâm tarihçilerinden bazılarında îmariye, îmadiye, Amudiye ve Kala - i - Selasil olarak yazılmıştır.
Başşehrimizin bugün kullanılmakta olan adı, ihtimal ki ilk adına en yakın olanıdır. Bu adın, Anadolu kültür tarihinde büyük rol oynamış olan Proto - Haiti’ler tarafından verilmiş olduğunu ileri sürenler şimdilik hiçbir yazılı belgeye dayanmamaktadırlar.
tik Çağlar
Başşehrimiz ne vakit kuruldu ? Bu sorunun karşılığını kesin olarak vermek şimdiye kadar mümkün olamamıştır. Ankaranın çok yakınlarında ele geçen Antropolojik ve Arkolojik belegeler, bu bölgede insanların Eskilaş çağındanberi yaşamış olduğunu meydana koymuştur.
Eskitaş Çağı adamları, taprağa yerleşerek boylar halinde yaşamıyorlardı. Avlarını yakaladıkları yerler, meyvalarını koparabildikleri ağaçlıklar ve sulak dereler paleolitik çağ insanlarının yurtları idi. Ankara’ya bağlı Dudumlu’da N. Leuchs, Uzağıl’da Campell -Thomson, Maltepe'de K. Bittel toprak üstünde paleolitik çağa ait aletler ele geçirdiler. Prof. Şevket Aziz Kansu, Etiyokuşu sekilerinde yaptığı kazıda Mikok tipte çakmaktaşından yapılmış araçlar buldu. Prof. Remzi Oğuz Arık, Ankara kalesi eteklerinde Neolitik biçimde bir elbaltası meydana çıkardı. Ziraat Enstitüsü yakınlarında, Gazi Terbiye Enstitüsü yakınlarında, Çubukçayı kenarlarında Ergazide taş baltalar, bıçaklar ele geçti. Bütün bu prehistorik araçlar Ankara çevresinin bu çağlarda insanların barınmasına yaradığını gösteriyor. [*] Ankara şehrinin kurulduğu tepe ve ya-
[•j Ankara yaylası iklim ve bitki bakımından Orta Anadolu’nun diğer bölgelerinden hemen hemen farksız olduğundan buranın Prehistorik çehresinin diğer bölgeler gibi olması lâzımdır. Paleolitik çağ insanları Ankara çevresinde yalnız çakmaktaşı ve andezitten aletler yapmakla katmamışlar, aynı zamanda kalkerden de faydalanmışlardır. Dikmen yanındaki Çaldagın elverişli taşlarından aletler yapmışlardır. Burada on binlerce küçük parça ve yarı işlenmiş taşlar bulundu. Ankara çevrdsindeki paleolitik buluntular Suriye, Palestin, Mısır’da ele geçen aletlere benzemektedir. Ankara çevresindeki tarlalara yayılmış eski çakmaktaşı âletler bugünkü köylüler tarafından toplanmaktadır. Bu aletleri toplı-yanlar onları dövenlerinin altlarına çakarak kullanıyorlar. Ankara Paleolitik buluntularının ele geçtiği sahalar suların sürfikliyerek getirdiği birikintilerle doludur.
Bu bölgede paleolitik istasyonlar hep akar su kenarlarındadır. Su yatakla-rindin uzaklaştıkça bu çeşit buluntular azalmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki eski taşdevri adamları da bugünküler gibi dere kenarlarında oturmakta idiler (Kısaltılmıştır.)
Max Pfannenstiel, Die Altsteinzeitliehen Kulturen Anatoliens, Berlin 1941, 8.22
maçlarda, Eskitaş çağı adamlarının kullandığı aletlerden bir şey ele geçmemiştir. Bununla beraber, bu tepelerin ve dere yamaçlarının korunmaya çok elverişli olması, yakın çevrelerde ele geçen paleolitik aletleri kullanan adamların buralarda da yaşamış olmaları ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Şimdiye kadar şehrin içindeki kazılarda ve temel kazılarda bu türlü araçların bulunmamış olması, evlerin geniş bir toprak alanını örtmüş olmasiyle açıklanabilir. Belki de günün birinde buralardaki çeşitli kazılarda Antropolojik ve Arkeolojik önemli belgeler tesadüfen ele geçecektir.
Paleolitik aletlerin, orta Anadolu’da en çok bulunduğu Ankara bölgesinde, bu çağ adamlarının fosilleri ele geçmiş değildir. Bu araçların çoğu toprak üstünde görülmüştür. Ancak Etiyokuşundaki Çubukçayı sekilerinde yapılan kazıda toprak altında rastlanan işlenmiş çakmaktaşları, bu dere boylarının, paleolitik araştırmalara müsait olduğunu göstermiştir. Adı geçen dereler şehrin çevresindeki dereden farklı değildir. Neolitik çağ (Yenitaş devri - Cilalıtaş devri) için Prof. Remzi Oğuz Arık tarafından, kale eteklerinde yapılan sondajlardan birinde ele geçirilen baltayı ve tarafımızdan Hacet-tepede bulunan lâmbalarla uçları anmakla geçiyoruz. Bu belgeler, yeni buluşlarla desteklenmedikçe Ankara çevresinde Neolitik bir kültürün yaşadığını kesin olarak ispat etmeye imkân yoktur.
Anadolu’nun sürekli ve orijinal kültürü hiç şüphesiz kalkolitik ve bakır çağı diye ad verdiğimiz madenler çağı kültürüdür. Her yerde birer küçük köy veya kasaba olan, üzerinde insanların binlerce yıl yaşadığı büyükler, metotlu kazılarla çok dikkatli incelemelerden geçirilmiştir. Bu höyüklerden, üzerlerinde eski çağlarda yaşıyan insanların yaşayışları hakkında geniş bilgi verecek pekçok eserler meydana çıkarılmıştır. Altını, gümüşü, bakırı işlemesini bilen Anadolu Bakır çağı adamlarının kerpiç ve taşla yapılmış evleri vardı. Koyun, keçi, sığır gibi hayvanların sütünden etinden ve derisinden faydalanıyorlardı. Alacahüyük kazılarında unların ekip biçtiklerini gösteren belgeler elegeçmiştir. Toprak 3 parılan evlerin bazı kilerlerinde, toprak küpler içinde şekli hiç kaybolmamış yanık buğdaylar bulunmuştur. Gene aynı ’azı ar a, m inanışlarını gösterme bakımından çok önemli olan
güneş kursları, geyik figürleri, altın süs eşyaları çıkarılmıştır. Bunların çoğu Kıral Mezarları adı verilen mezarlarda bulunmuştur. Bakır çağı adamlarının şehirlerini, tabiî küçük tepelere kurdukları kazılardan öğrenilmiştir. Bu tabiî tepeciklerin yüz yıllarca iskân edilmesi, birçok sebeplerle, evlerin yıkılıp tekrar yapılması, buralarını büyük haline getirmiştir. Bu, toprağa bağlı adamlar şehirlerinin veya köylerinin etrafını kerpiçle çeviriyorlar, böylece güvenlerini sağlamış oluyorlardı. Toplu güven sağlama fikrinin onları başkanlara veya komutanlara bağlamış olduğunu anlıyoruz. Alaca’da ele geçen mezarlara (Kıral Mezarları) adının verilmesi de, Bakır çağı adamlarının toplu yaşamada ulaştıkları düzeyi belirtmektedir. Anadolu’nun, kendilerine has bir kültüre sahip olan Bakır çağı adamları, Ankara’da yaşamışlar mıdır ? Bu soruya da şimdilik müsbet bir karşılık verilemez. Eski Ankara’nın eteklerine serpildiği tepe, çevredeki sulak topraklar, tepenin savunmaya çok elverişli durumu, eski Ankara’nın, bu çağlarda iskân edilmiş olması fikrini kuvvetlendirir. Bu çağın Ankara’ya çok yakın yerleşme yerleri, Ankara şehrinin iskân tarihi bakımından incelenmesinde önemli değer taşımaktadır.
Bunların Ankara’ya en yakın olanı, Etiyokuşu’nda Çubuksuyu kenarında, Prof. Şevket Aziz Kansu’nun kazdığı Prehistorik yerleşme yeridir. Burada Bakır çağı tabakasında, Anadolu’nun birçok yerlerinde ele geçen tipik Bakır çağı eşyası bulunmuştur. Bunlar arasında toprak mühürler,perdahlı pişmiş toprak kaplar, anılmağa değer. Şehre yakın başka bir Bakır çağı istasyonu da, Ahlatlıbeldir. Düz bir alanda küçük bir şato olduğu anlaşılan bu yerleşme yeri Anadolu’nun çok eski yollarından birinin yakınındadır. Bitik, Karaoğlan, Ahlatlıbel, Etiyokuşu Bakır çağı yerleşme yerlerinin Ankara’ya bu kadar yakın oluşu, birinden diğerine gitmek için, başehrimizin önündeki düzlükten geçilmesi zarureti gözönünde bulundurulursa, Ankara’nın, bu zamanlarda iskân edilmiş olması bir ihtimal olarak düşünülebilir. Buna rağmen şehrin kurulduğu alanda bu çağa ait bir tek belge ele geçmemiştir.
Ankara’nın, Etilerin Aknuva şehri olup olmadığı uzun incelemelerden geçirilmiştir. Arkelojik belgelerin çok olmadığı zamanlarda bu şehrin, adı geçen Eti şehri olduğuna inanılmakta idi. Tarihçi
-
E. Cavignac, Ankara adının Ankuva’dan geldiğini kabul ediyor. Alman Profesörlerinden E. Forrer de bu şehrin Ankuva olduğunu iddia etmekte idi. Eti metinlerinde adı geçen Ankuva şehrinin başşehrimiz Ankara olmadığını, son bnluşlar meydana çıkarmıştır. Eti metinlerinden birinde kiralın, Hatuşaş (Eti Başşehri) dan üç günlük mesafedeki Ankuva’ya geldiği, arada her gün bir şehirde konakladığı yazılıdır.
Hatuşaş (Boğazköy) den üç günde Ankara’ya gelmek mümkündür. Ancak son buluşlar Ankuva’nın, Etilerin büyük şehirlerinden biri olan Alişar olduğunu meydana koyunca, önce ileri sürülen iddialar çürüdü.
Bundan başka Ankara içinde ve yakınlarında yapılan kazılarda Etilerin bu şehirde yaşadıklarını gösteren hiçbir belge de ele geçmedi. Bununla beraber, güneydeki Gâvurkale, Ankara’ya yakın önemli bir Eti tapınağıdır. Daha batıda Etilerin bazı yerleşme yerleri, bugün bilinmektedir. Eti şehirlerinin çok kere büyük geçitler ve yollar üzerinde kurulmuş olduğu da bir hakikattir. Kolayca ele geçmez şehirler kuran Etilerin, büyük yolların bir kavuşak yeri olan ve tabiî olarak müstahkem bulunan Ankara tepelerini ellerinde tutmuş olmaları icabeder.
Ankara adının, bir Eti kelimesi ahengini taşımasına, yerinin iskâna ve Etilerin politik durumlarına uygun düşmesine rağmen, şehrin onlar zamanında kurulduğunu isbat edecek yazılı veya yazısız belge mevcut değildir. Daha önceki çağlar için de söylediğimiz gibi, eski Ankara şehrinin yamaçlara ve eteklere yayılmış bulunması, şehirde büyük ve geniş sondajlara ve kazılara imkân vermektedir. Belki de birçok belgeler şehrin şurasında burasında yolların veya evlerin kapattığı toprakların altında yatmaktadır, îlerde yapılacak sistemli araştırmaların bu çağı da aydınlatacağına şüphe yoktur.
Frigler Çağında Ankara
_ Ankara şehrinin bilinen tarihi Friglerle başlar. (M. Ö.) XII. yuz yılın başlarında Anadolu’ya, batıdan Deniz Kavimleri adı veri-
!en akıncılar girdiler. Bunlar çok sür’atle hareket ederek Etileri yendiler. Suriye, Filistin üzerinden Mısıra kadar ilerlediler. Etiler bu çağlarda çok zayıfladılar ve Deniz Kavimlerinin önünden kaçarak güney Anadoluda Maraş, Gaziantep taraflarına çekildiler. Orada küçük devletçikler kurarak hayatlarını bir müddet daha devam ettirdiler.
Deniz Kavimlerinin gelmesinden sonra batı Anadolunun Sakarya boylarına yerleşen Friglerden, ilk defa Asur Kralı Tiglat Pleser, Muşki adı ile bahseder. [*] Bunların Deniz Kavimleriyle batıdan
[•J On ikinci yüz yılın sonlarına doğru (1115) Asur Kralı I. Tiglat - Ple-ser’in yıllıklarında Muşkilerden sözedilir. Kral önceleri Asur’lara bağlı bulunan, onlara haraç ve vergi veren Purukuzzi, Alzi ve Kummuhi illerini elli yıldanberi ellerinde tutan, beş kralh MuşkiTerle cenkleşir ve onları yener. Beş Krallı Muş-kiler, Batı Anadolu’dan orta ve Güney - doğu Anadolu'ya akın eden ; boy beyliklerini, daha bir krallığa bağlıyaınamış ve böykce siyasî bir olgunluğa erişememiş birleşik akıncı kollarıdır. Bu kollar Malatya’ya (Meliddu) varabilmişler ; Fratı geçerek Purukuzzi, Alzi ve Kummuhi bölgelerini elde edebilmişlerdi. Bu olay, kralın yıllıklarına bakılırsa, 1163—1150 yıllan arasına düşmelidir.
I. Tiglat • Pleser’in kuvvetleri önünde bozulan ve gerileyen MuşkiTerle AsurTarın yeniden karşılaşması II - Sargon (721 - 705) zamanında olmuştur. Bu çağda Grek kaynaklarında PhrygTer adıyla anılan Muşki’ler Mita’nın, yâni Mi-das’ın krallığı altında toplanarak siyasî bir güç meydana getirmiş görünmektedirler. Sargon, Midas la ve PhrygTerle uzun yıllar uğraşmak zorunda kalmıştır. Yıllıklarından öğrenilebildiğine göre, Sargon, beşinci krallık yılında (717) Mi-das’a güvenerek ve belki de ondan yardım görerek, kendine karşıgelen Kargamış Beyi Pisiriden öcalmak için Kargamış üzerine yürüyor ; Pisiri’yi perişan ediyor ; KargamışTıları Asur iline gönderiyor ve oraya da AsurTarı yerleştiriyor.
Gene bu kral, yedinci krallık yılında (715) Muşki’ler kralı aita’yı Que (Kili-kia) dan sürüp çıkarıyor.
713 yılında TTrartu kıralı Ursâ ve Muşki’ler kralı Mita, Tabal’da Sargun’un damadı Ambaris ile anlaşarak, Asur iline bağlı topraklara saldırıyorlar. Sargon damadını, Bît - Burutaş kralını yeniyor ; birleşmiş Urartu ve Phryg krallıklarına karşı da kale - şehirler kuruyor. Bu çeşit şehirlerden luhsu, Partir, Anmurru, Anduarsalia ve Ki ürartu ; Usu, Usian, üargin de Muşki’ler iline bakan sınırlar üzerinde bulunuyor.
Asur krallarının yıllıkları MüşkiTerin yahut Phryg’lerin doğu ve Güney -doğu Anadolu’da bir, on ikinci yüzyılın sonunda (1115) ; bir de sekizinci yüzyıl içinde ve sonunda siyasî amaçlar güderek, göründüklerini ortaya koymaktadır.
Phryg’lerin Anadolu’ya Avrupa’dan göçüp geldikleri eskidenberi söylen-
geldikten sonra hemen bir idare altında toplanarak muntazam bir devlet kurdukları bilinemiyor. Ancak (M. Ö.) XI. yüzyılın sonlarında Sakarya ırmağı boylarında yurt kurdukları anlaşılıyor. Eti-lerin Orta Anadolu’dan çekilmeleri, Friglerin buralarda çabucak yerleşmelerini ve yayılmalarını kolaylaştırmıştır. Karaoğlan’da, Alaca’da, Pazarlı’da, Hacılar’da, yapılan kazılar, Friglerin, Eti şehirlerini değiştirerek veya onararak kullandıklarını göstermiştir. Hacılar kazısında Friglerin, bir Eti kalesini değiştirmeden kullandıkları da tespit edilmiştir. Esasen Frigler yalnız bu yönden değil, plâstik sanatta da birçok motifleri ve mefhumları Etilerden almış bulunmaktadırlar.
Bunların başşehri, Polatlı yakınındaki Gordion şehri idi. (M. ö.) IX. yüzyıldan sonra Orta Anadolu’yu idareleri altına aldıkları yukarda adını saydığımız kazılarda çıkan belgelerden anlaşılmaktadır. Anadolu kültür tarihinde önemli yeri olan Frig devleti, Kimerlerin istilâsı ile yıkılmıştır.
Ankara şehrinde Friglerin oturduğuna dair en kesin belgeler bu şehrin iki yerinde yapılan sistemli kazılarda elde edilmiştir. Bu kazılardan biri Ogüst (Augustus) mabedinin yanında yapılan kazıdır. Burada en altta, kalınlığı dört metreyi bulan bir Frig tabakası ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakanın ana toprağa yakın olan kısımlarında bulunan çanak çömlek boyasızdır. Kabartmalı, cam gibi parlak siyah renkli Frig seramiği boldur. Üste doğru kırmızı
mistir. Heredotos’a göre onlar, önceleri Makedonia’da oturuyorlardı ; göçederek hem eski yurtlarını, hem de adlarını değiştirmişler. Strabon da PhrygTerin Tlırak soyundan ve Thrakia’lı olduklarını yazmıştı. Lydia’lı Xanthos, akının Avrupa dan, Pontos’un sol kıyılarından yapıldığını söyliyerek ve zamanını da Troja savaşları sonuna koyarak, Heredotos ve Strabon’la bir fikirde olmadığını anlatmıştır.
Sekizinci Yüzyıl sınırları geniş güçlü, bir Phryg devletinin kurulduğu ; Phryg medeniyetinin geliştiği çağ sayılabilir. Güney - Anadolu’da Kilikia’da Asur kralı II. Sargon’la, siyasî nüfuz alanları ve toprak elde etmek için döğüşen ; íiTi" krallarıyla anlaşan Midas, imparatorluğunun kuzey sınırını Samsun’a (Akalan) ; Güney sınırını Konya’nın güneyine ulaştırmış görünüyor. Greklerle de gene sıyası amaçlarına varabilmek için akrabalık kurmuş onlardan kız almıştır-Delphos a tahtını bağışladığı söylenir.
Kınay, Dr. Cahit, Frigler Üzerine Doktora tezi, S. 4 (Basılınamıştır.)
renkli, boyalı çanaklar gittikçe çoğalmaktadır. Bunlar, Boğazköy'de, Pazarh’da, Gordion’da ele geçen tipik Frig seramiklerindendir. Bundan başka en altta küçük bir evin duvarları da ortaya çıkarılmıştır. Böylece burada (M. Ö.) VI. yüz yıla ait Frig eşyası ile daha evvelki yüz yıllara ait Frig eşyası üst üste bulunmuştur. Bir büyük olarak yükselen Hacıbayram tepesi, ganiş bir Frig yerleşme yeridir. Ve bazı arkologlara göre buranın çevresi surla çevrilmiştir. [*]
Ünlü Alman Arkeologu K. Bittel ve diğer bir kısım bilginlere göre şimdiki Ankara kalesi, Eti devleti yıkıldıktan sonra türeyen Anadolu beyliklerinden birinin müstahkem yeridir. Fakat bu iddia arkeolojik belgelerle desteklenmemiştir. Prof. Remzi Oğuz Arık’a ve Dr. Tahsin Özgüç’e göre Frig kalesi Haeıbayram’daki büyükte kurulmuştur. Ankara çevresinde elegeçen sekiz kabartmayı (M. Ö.) birinci bine koyarak bunların Haeıbayram’daki büyük bir yapıya ait olduğunu kabul edenler de vardır. Bunların, dayandıkları deliller arasında en önemlisi, bu kabartmaların, Çankırıkapı ve Oğüst mabedi kazılarında meydana çıkarılan bu çağa ait katlarla aynı yaşta olmalarıdır. Bununla beraber, kabartmaların konulduğu yapıyı ele geçirmek bugüne kadar mümkün olmadığına göre, bu
iddia bir teklifden daha ileri gidememiştir. Prof. Güterbock bu kabartmaların Eti tesiri altında yapılmış olduğunu ileri sürüyor ve “Ankara kabartmaları ne geç Eti, ne de Frig sanat eserleri olarak açıklanamaz. Şimdiki bilgimize göre, daha ziyade müstakil gibi görünüyor» diyor. Bu kabartmaların (M. Ö.) birinci bine, yani Etilerin artık Orta Anadolu’da bulunmadıkları bir zamana ait olduklarını da kesin olarak kabul ediyor. Bazı yeni yapı temellerinde, bu arada İtfaiye meydanında Karyağdı Baba türbesi yanında iki metre derinlikte bir kaç renkli Frig çanak çömleği ile Hacıbay-ram tepesinin altından îsmetpaşa Mahallesine uzanan yolun sağında açılan bir temel yarmasında cam gibi parlak siyah iki tipik Frig seramiği de tarafımızdan bulunmuştur. Ankara Kalesi dışında ele geçen bu belgelerin yakınlarında yspılacak sistemli kazılar, bu çağa ait değerli belgeler verebilir.
Son günlerde (1947) Kale etekleriede eski Ermeni mezarlığında yapılan bir apartman temelinde de arkeolog Raci Temizer birkaç siyah Frig seramiği bulmuştur.
Ankara’nın Frigler çağında geniş bir yerleşmeye sahne olduğunu gösteren kazılardan biri de Çankırıkapı Hamamı kazısıdır.
Burada, Oğüst Mabedi çevresinde ele geçenlerin tamamiyle aynı olan birçok seramik bulunmuştur. Bundan başka büyük taşlarla örülmüş ve çamur harçlı ev temelleri de ortaya çıkarılmıştır. Buradaki çanak çömleklerin bir kısmı Gordion ve Fidanlıkta bulunan seramiğe benzer. Bunların çoğu (M. Ö.) birinci binin ilk yarısına aittir.
Çânkırıkapı’da yapılan kazı genişletildiği vakit buradaki Frig yerleşmenin çok yayılmış olduğu meydana çıkacaktır. Burada açılan ug evleı inden bir kısmının yalnız temelleri ele geçmiştir.
.. ^da’ Fidanhk ve Anıttepe yöresinin Nekropol (mezarlık) p Olarak °rUya hoauimuştpr. Kazılardan anlaşıldığına lorriîr ^ gülerini toprağa açtıkları derince çukura gömmüş-zamariiarH azıar) Anıttepe yanındaki bir sıra tümülüs, muhtelif mezarlar v a<?1??lş ve Friâlerin büyük adamlar için (Tümülüs) çömlekler« halktan olanları yakarak küllerini küçük
çömleklere koydukları anlaşılmıştır.
Fidanlık buluntuları, İstasyonda çıkan kül küpleri, Oğüst mabedi ve Çankırıkapı kazılarında elde edilen belgeler Friglerin buralarda yurt kurduklarını gösteren arkeolojik delillerdir. Bu belgelere göre Ankara Frigler zamanında oldukça geniş bir şehir olarak mevcuttu.
Ankara tarihinin yazılı belgelere dayanan kısmı da ancak Galatlara kadar inebiliyor. Mısır’da doğan ve Anadolu’da yerleşen Apollonyos (M. Ö. III. yüzyıl) Ankara hakkında bilgi veren ilk tarihçilerden biridir. Adı geçen tarihçinin Karya tarihinden faydalanan S. Büzantiyos (M. S. VI. yüzyıl) Apollonyos’un Ankaranın kuruluşu hakkında verdiği bilgiyi kaydeder. Bu bilgiye göre, Avrupadan Anadolu’ya geçen Galatlar, Pontos Kralı Mitirdates Ariyobarzanes ile beraber Mısırlılara karşı bir savaşa girmişler, onları yenerek denize kadar sürmüşler ve Mısırlıların gemilerinden aldıkları çapaları zafer belgesi olarak buralara getirmişlerdir. Galatların bu yararlıklarına bir karşılık olmak üzere kendilerine toprak verilmiş, onlar da bir şehir kurarak adını, çapa anlamına gelen Anküra koymuşlar. Tarihçinin anlattığı şeyler, Galatlar zamanında bir Ankara şehrinin var olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. MakedonyalI îskenderin tarihçilerinden Kurtiyus ve Ariyanus ise, Îskenderin Gordiondan sonra Ankara önlerine geldiğini burada ordusunu yığınak yaparak saydığını, sonra da Paflagonya’ya doğru harekete gaçirdiğini yazıyorlar. İskender (M. Ö. 334) kışını Gordion’da geçirdikten sonra 333 yazında Ankara önlerine gelmiştir. Şu hale göre bölgenin kendisine bağlanması işi için uzunca bir müddet uğraşmıştır.
Galatlardan önce Ankara’nın belki de beylik olarak varlığını gösteren bu kayıtlar, şehrin tarihini biraz daha eskiye götürüyor, îskenderin büyük seferini, önce Medlerin, sonra da Perslerin Yunan ülkeleri üzerine saldırışlarının bir tepkisi olarak açıklıyan görüş, tarihi olaylara uygun düşmektedir. Ankara, İskender seferi sıralarında, Anadolu’nun bir çok yerleri gibi Perslerin egemenliği altında idi. Galatlar buralara daha sonra (M. Ö. 278) de geldiler. Bu açıklamalar gösteriyor ki, şehrin kurucuları Galatlar değildir. Bununla beraber Ankara’da bastırılmış paraların birinde çapa kabartması açık olarak görüldüğü gibi Ancyr adı da okunmaktadır.
Anlaşıldığına göre, parayı bastıranlar, Ankara adıyla çapa anlamına gelen Ancyr sözü arasında kendilerine göre bir ilgi görmüşlerdir. Bu, belki de, Ankara’nın yerli adını Yunanca ve Lâtince’ye mal etmek gibi bir zorlamadan başka bir şey değildir. (A. Erzen)
Gezdiği yerlerin tarihini yazan Pausanyas (M. S. II. yüzyıl) Galatların Anadolu’ya geçişlerini anlattıktan sonra, Friglerin eski bir şehri olan Anküra’ya geldiklerini yazar. Bu bilgin geziciye göre gemi çapasını, Frigya kıralı Midas icat etmiştir. Adı geçen bilgin böyle bir çapayı Zevs tapınağında gördüğünü yazmıştır-
Bu belge şehrin tarihini Friglerin masallaştırılmış kıralı Midas'a kadar indiriyor. Arkeolojik belgelerle, yazılı belgelerin başşehrimizin bir Frig şehri olarak kurulduğu noktasında birleşmesi, şimdiki bilgimize göre en kesin bir sonuçtur. Bununla beraber yeni arkeolojik buluşların, daha eskiye götüren belgeler sağlaması daima umulabilir.
Ankara'nın kuruluşunu, Friglerin masallaştırılmış eski bir krallarına bağlamalarını dikkate değer bulan bazı genç bilginler (Dr. A. Erzen), şehrin Friglerden önce, Etiler çağında mevcut bulunmuş olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre burası büyük bir şehir olmaktan ziyade Etilerin askeri bir garnizonları bir kaleleridir. Ankara adı da yerli bir kelimedir ve (ank) kökünden türemiştir. Bu teklifle şehrin kuruluşu Etilerden de önceye götürülmüştür. Bunu destekliyecek kesin belgeler, henüz mevcut değildir
Frigler, Orta Anadolu’ya yayılarak (M. Ö. 9—8) yüzyıllarda en geniş sınırlara ulaşmışlardı. Bu zamanlarda Ankara’nın doğu - batı Anadolu ortasında önemli bir rol oynadığına şüphe edilemez. Ancak Friglerin Politik tarihleri tamamiyle açıklanamamış olduğundan, şehrimizin bu çağda ne gibi olaylara sahne olduğunu bilemiyoruz. I riglerin yıkılmasından sonra, batı Anadolu’yu Lidler egemenlikleri altına aldılar. Merkezleri Sard şehri idi. Bu şehirden başlıyarak 2 n ara - Gordion, Kayseri ve Ninive'den geçen, İran içlerinde Sus'a uzanan ünlü Kıral yolu bu çağlarda Asya’nın türlü mallarını Ege m' 'na g0*'^01^11, Eidya kırallarının bu yüzden çok zengin
o u arı biliniyor. Bu yol üzerinde bulunan diğer konaklar gibi n "ara nın da tahkim edilmiş, zenginleşmiş olması gerekir.
M.Ö. VI. yüz yılda Anadolu’nun, Perslere karşı savunma yükünü omuzlarına alan Lidyalılar uzun müddet dayanamadılar. Kızılırmak çevresinde yapılan iki savaştan sonuncusunda kıral Kuruş (Küros) Lidya kıralı Krezüsü (Kroysos) yenerek Anadolu’yu doğudan batıya ele geçirdi. (M. Ö. 547). Bu savaştan sonra Ankara’nın da Pers eğe-menliğini kabul ettiğine şüphe yoktur. Pereler Ankara’da hiçbir belge bırakmamışlardır. MakedonyalI İskender’in açtığı büyük sefer, uzun süren Med ve Pers baskınına bir tepki olarak gelişince, Anadolu’nun bu kısmı çok önemli görülmüş olmalıdır ki, büyük komutan tarafından ele geçirildi. (M.Ö. 334). Gordion’dan Ankara’ya gelen İskender, burada ordularını yeniden düzenliyerek Kapadokya üzerinden Kilikya’ya yürüdü. Birkaç savaşta Anadolu’yu kendine bağlamış olan İskender’in, İran ordusu ile karşılaşmak üzere Gülekbo-ğazı’nı tutmasının strateji bakımından önemi açıktır. İskender Ki-likya kapılarına ulaştığı vakit Anadolu’daki sitelerin hiçbirinden korkusu kalmamıştı. Ankara’da Frig şehirleriyle birlikte İskender'e bağlanmıştı. İskender’in (M. Ö. 323) de Babilde ölümü üzerine, Ankara ve yöresi (Antigonos) elinde kaldı. (M. Ö. 301) de Büyük Frigya, Lüsimahos’a bağlandı. Daha sonra da Selefkos bu bölgeyi zaptetti (M. ö. 281). İskender’in biribirine düşman olan halefleri döğüşürlerken Anadolu'nun eski ahalisi bir birlik kuramadılar. Ankara bu zamanlarda büyük bir varlık gösteremedi.
Galatlar ve Roma Çağı
M. Ö. 278 yılında Trakya'dan Anadoluya geçen Galatlar Orta Avrupa’dan göçeden barbar insanlardı. Bunlar, bir müddet Trakya’da Bizans sınırlarında yaşadıktan sonra Anadolu’ya geçtiler. Çoluk çocuklarını da beraberlerinde, gittikleri yerlere götüren bu göçmenleri Anadolu’ya çağıran Bitinya kıralı Nikomed’dir. Kıral, kendi kardeşiyle yapmakta olduğu savaşta Galatlardan istifade etti. Anlaşmaya göre Galatlar, Bitinyalıların dostlariyle, dost, düşmanlariyle düşman olacaklardı. Savaş bittikten sonra bu çapulcular, genel bir birlikten mahrum olan Frigya’ya yayıldılar. Bunlar, Tektosaglar, Tolistoboglar, Trokmeler adlariyle üç boya ayrılmışlardı. Batı Anadolu’dan, Orta Anadolu’nun Sakarya bölgesine çekilirlerken geçtikleri
yerleri yakıp yıkmışlar, birçok şehirleri harap etmişlerdi. Ancak I. Antiyohos tarafından yenildikten sonradır ki, toprağa yerleştiler. Oturdukları yerlere de Galatya adı verildi- Yerleştikleri bölge, yağmalarla geçinen bu barbarların işlerine çok uygundu.
Anadolu’nun bu bölgesi, Galatların anayurtları olan Orta Avrupa’ya çok benziyordu. Buralarda Galatların yurt kuruşları tarihi kesin olarak bilinemiyor. Ancak Pontos Kralı I. Mitirdates’in Mısırlılarla yaptığı savaşa bunların da katıldıkları gözönünde tutularak bu tarih M Ö. 266 dan önceye alınıyor. Üç boy, ayrı ayrı yerleşmişlerdi. Bunların en kuvvetlisi olan Tektosaglar Ankara’da Tolistoboglar Pesinus’da, Trokmenler Tavion’da merkez kurdular. Bu zamanda Ankara’nın bir kale şehir olduğu bilinmektedir. Galatlar komşulariyle zaman zaman savaşa girmişler ve hayatlarını bu yolda kazanmağa çalışmışlardır. Manliyus Anadolu’da giriştiği büyük seferde ' Galatya’ya kadar ilerleyince onlarla ilk savaşını verdi. (M.Ö. 189).
Galatlar yenilerek kaçtılar. Hatta merkezleri olan Ankara’yı da terk ederek doğudaki dağlık bölgeye sığındılar. Magaba’da toplanan Galatların yardımına komşu kırallar da koştular. Manliyus Magaba üzerine yürüyerek 18 bin kişilik Galat ordusunu, üstün askerlik ustalığı ile yendi. Manliyus, Galatların savaştan artakalanlarının başkaniyle bir anlaşma yaptı (M.Ö. 188). Bu anlaşmaya göre Galatlar yağmacılıktan vazgeçmeyi kabul ettiler. Bir müddet sonra Galatlar Bergama Kralı Evmenes ile savaştılar, yenildiler. Yurtları Bergama Kırallığına bağlandı ( M. Ö. 183). BergamalIların, bu bölgede asıl yerli halkla iyi geçinme arzuları vardı. Bu yerliler, yağmacı Galatları sevmiyorlardı. BergamalIlar bundan istifade edereh kültür münasebetlerini derinleştirdiler. Bazı bilginlere (Dr. A Erzem) göre eski Frigya tanrısı Men’e ait olan ve (M.Ö. II. yüz) yıl ortalarında yapılan Ankara mabedinde Bergama mimarlığının etkileri görülür. Bu özellik yukarda belirtilen ilgiden gelmektedir.
Galatlar (M.Ö. 168) de Bergama Kırallığı ile yeni bir savaşa tutuştular; uzun süren bir didişmeden sonra Galatlar, Romalıların yardımımı sağladılar. Bitinya ile Bergama arasında Galatya bir muvazene unsuru olarak kaldı. Bergama Kıralı II. Attalos’un ölümünden sonra vasiyetnamesi gereğince yurdu Romaya kaldı.
Böylece Romalılar bütün Anadolu içlerine daha yakından ka-nşma imkânını buldular. Galatlar, Pontoslarla yeni bir didişme devresine girdikleri vakit başlarında Deyotaros adında biri vardı. Bu zat Tetrarh ünvanını taşıyan bir başkandı. Romalılar yukarda adı geçen başkanı resmen Galat Kıralı olarak tanıdılar. Şüphesiz ki bu istiklâl Romanın himayesinde bir otonomi (Muhtariyet) idi. Bununla berabar Deyatoros yurdunu Romalılara karşı da korumağa çalıştı. M.Ö. 41 yılında ölünce Galatya Kırallığına oğlu Kastor geçti. Bundan sonra Romalılar Amintas’ı Kral yaptılar, Ankara ile Romalılar arasındaki ilgi arttı. Bu kiralın öldürülmesi sırasında imparator, Augustus Anadolu’yu istilâya başlamıştı. M.Ö. 25 yılında Galat-yayı Romaya bağladı. Dört yıl sonra bu bölge doğrudan doğruya Romanın bir ili haline geldi.
Romalılar gelmeden önce Ankara’nın bir Galat Başşehri olup olmadığı şüphelidir. Galat boyları diğer iki şehirde de merkez kurmuşlardı. Bununla beraber Ankara’nın bu çağda sığınmaya elverişli slduğu bilinmemektedir. Galatlar çapulculukla geçindiklerinden böyle müstahkem bir yeri boş bırakamazlardı. Netekim Romalılar buraları kendilerine bağlayınca (M. Ö. 25—21) Ankara’yı başşehir olarak seçtiler. Roma ordularının doğu ve kuzey Anadolu’da yapacakları seferler için Ankara’dan geçen yolların büyük önemi vardı. Bundan başka uzaklardan iki yanı dağlara dayalı olan Ankara düzlüğünün, buraların güveni için çok faydası vardı. Yeni ele geçen büyük hamam, Romalıların bu şehre verdikleri değeri gösterir. Hamamı yalnız, yabancı bir ülkede topraklar zaptetmeye çıkan geçici ordunun değil, yerleşme arzusunda olan insanların kullandıklarından şüphe edilemez.
İmparator, Augustus’un, büyük tapınağın dış ve iç duvarlarına kendi yaptığı işleri gösteren ünlü kitabesini kazdırması da şehre o zamanlar ne kadar önem verildiğini açıklamaktadır. Augustus (M. Ö. 30 - M. S. 14) Ankara halkını bir takım bölümlere ayırmıştı. Bu bölümler halkın oturdukları semtlere göre idi ve her bölümün bir adı vardı. Ankara’nın en parlak çağını yaşadığı sırada halkın 12 bölüme ayrıldığı Çankırıkapı’daki M. S. 2. yüz yılın birinci yarısına ait bir kitabeden anlaşılmaktadır. Fülelerin adları Lâtince veya Gerekçe değildir. Bundan Augustus’un yerli halkı korumuş-
— 44 —
olduğu anlaşılıyor. Daha önce şehrin beş fülesi vardı. Bunun 12 ye çıkarılması şehre yeni mahallelerin ilâve edildiğini gösteriyor. Esasen meydana çıkarılan Arkeolojik belgeler de şehrin I. ve II. yüz yıllarda çok ilerlemiş bulunduğunu anlatmaktadır.
Bu ilerleme uzun yıllar sürdükten sonra şehrin etrafına duvar çekmek zoru ile karşılaşılmıştır. M. S. III. yüz yılda hu duvarın barbarlar tarafından yıkıldığı anlaşılıyor. (A. Erzen)
Roma, bu çağda Avrupa’da ve Asya’da çok sarsıntılar geçiriyordu. Ankara’nın bu sarsıntılardan büyük zarar gördüğü şüphesizdir. (M. S. 22—235) Severus Aleksander zamanında, doğu için büyük bir tehlike haline gelen Dersler, 257’de İmparator Valeri-yan'ı bir savaş sonunda esir ettiler. Roma artık eski ihtişamını kaybediyordu. Doğunun sürekli baskısı, büyük birliği yavaş yavaş eritiyordu.
Bizans ve Selçuk Çağları
Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldığı vakit (395) Ankara Doğu Romanın elinde kaldı. Hıristiyanlığın Anadolu’da çabuk yayılması üzerine şehir Hıristiyan merkezlerinden biri olarak ün aldı. [*] Ogüst Mabedinin bir Hristiyan tapınağı haline getirilmesi bu zamanda olmuştur,
Bizans’lılarla, önce Araplar sonra Türkler arasında süregelen mücadele Ankara’nın alınyazısını birçok kereler değiştirmiştir. Bir elden öbür ele geçen şehir bu didişmelerden büyük zarar görmüştür. Ankara kalesindeki klasik çağ eserlerininin şehrin güvenini sağlamak için yıkılan yapılardan alındığını düşünmek bu cağ için genel bir fikir verebilir.
Yakut, Tarihinde Arapların ünlü şairlerinden biri olan îmrü-al • Kays’ın Bizans İmparatoru Justinyanus'a sığındığını, sonra dönerken (540) da Ankara'da zehirlenerek öldüğünü yazar. Kalenin arkasındaki tepelerden birindeki türbenin bu zata ait olduğu söylenir. P. VVittek bunu şairin bir şiirinde Ankara’dan bahsetmesinden çıkmış bir rivayet olarak kabul eder.
M. S. 620 de Sasani hükümdarı Hüsrev şehri almış ve yıkmıştır. Bugünkü kalenin bu zamandan sonra yapıldığı söylenmekte ise de buna dair kesin belge yoktur.
Sasani hükümdarını yenen Kayser Herakliyus ölünce (641) Anadolu için yeni bir tehlike başgösterdi: Araplar (654) de Ankara’yı BizanslIlardan aldılar. Araplar geri dönünce şehir tekrar BizanslIlara geçti. Uzunca bir zaman şehir sakin yaşadı. Abbasi
Halifelerinden Harun • al - Reşit Anadolu’ya girince orduları Ankara’yı sardı. El - Mutasım (839) şehri yağmaladı. Bu Arap seferleri sürekli değildi. Ordular çekildikten sonra buraları gene eski sahiplerimin eline kalıyordu. Bu sırada Ankara bir kaleşehir olarak düzenlendi ve bir komutanın emrine verildi. 859 da İmparator Mihael III. Arap saldırışından harap olan kaleyi onarttı. Kısa bir zaman sonra orijinal bir mezhep sahibi olan Pavlikian’lar Bazilyus’u yenerek Ankara’yı aldılar.
Bunların istilâsı uzun sürmedi. BizanslIlar kuvvetli bir duruma gelince Ankara, sınırlardan uzak kaldı. Ve iki yüzyıl sakin yaşadı. 1071 de Malazgirt’de Bizans ordbsu Selçuk Sultanı Alparslan’a yenilince bütün Anadolu Türk akınlarına açıldı. Akıncıların birkaç yıl sonra Anadolu’nun batılarına kadar uzandıkları ve Ankara ötesinde birkaç şehir ele geçirdikleri görülüyor.
Ankara’nın belki uzunca süren kuşatmadan sonra teslim olduğu ve (1073) de Türklerin elinde bulunduğu kabul ediliyor. Haçlılardan Raymond (1101) yılında Ankara’yı Türklerden aldı. Şehirde küçük bir Türk garnizonu vardı. Haçlılar Komutanı şehirdeki 200 Türk erini kılıçtan geçirtti. Haçlı savaşları sırasında Ankara bir Bizans sınır kalesi oldu. Bunun ne kadar sürdüğünü bilemiyoruz.
Şehir 1127 de Danişmend Hükümdarı Emir Gazi’nin, sonra oğlu Mehmet Gazi’nin, nihayet Selçuk Hükümdarı Mes’ut I.’in eline geçti. (1155) de Mes’ut’un ölümünden sonra, oğlu Şehinşah bu bölgeye eğemen oldu ise de, büyük kardeşi Kılınçaslan II - şehri zaptetti. Kılınçaslan’ın uzun süren saltanatı sırasında Ankara, diğer selçuk şehirleri gibi sakin yaşadı. [*]
Kılıçaslan memleketini oğullan arasında bölüştürdü. Ankara Muhiddin Mesuda düştü. [*] Rükneddin Süleyman sultan olunca, Mesud’un sahip olduğu yerleri almağa başladı. Ankara’yı uzun süren bir kuşatmadan sonra zaptetti. [**] Mesudu çocuklarıyla beraber öldürttü (1204). Alâaddin Keykubat, kardeşine isyan ederek bir yıl kadar Ankara’da yaşadı. [***] Sonra Malatya’ya sürüldü. Kardeşinin ölümü üzerine Selçuk sultan oldu. Bu çağ Selçuk imparatorluğunun en parlak devridir. Ankara’nın bu çağda bayındır bir şehir haline geldiği anlaşılıyor. Bunun bir delili, Ankara çayı üzerine yapılmış olan Akköprüdür. (1222)
Moğolların Anadolu’yu ellerine geçirmeleriyle Selçuk Devleti çöktü. Gıyaseddin Keyhusrev Moğollardan kaçarak Ankara kalesine
[•] Kılınçaslanın ülkesini genişleten savaşları sürüp gitmekte idi. Oğullarından herbirini bir bölgeye göndermişti. Ankara çevresi Muhiddin Mesud’un elinde idi. Bunlar babalarının ölümü üzerine kendi toprakları üzerinde sultanlık etmeğe başladılar. Veliahd. hepsinin küçüğü ve babasının sevgilisi Gıyasüddin Keyhusrev idi.
Selçukî Devletleri Tarihi Çeviren : M. Nuri Gençosman 1943. S. 127.
[”].....(Rükneddin) Konya'ya gelince Engürü kalesinin kuşatılmasını buyurdu. Yazlı kışlı üç yıl sürdü. (601 H.) 1204 yılında vire ile kale alındı. Kardeşi Muhiddin yanında çocuklarından biri olduğu halde Rükneddine güvenerek kaleden aşağıya indi. Her ikisi de öldürüldü. Rükneddin bu kötülüğünün pek çabuk karşılığını gördü. O yakınlarda kulunça tutularak öldü, tbni - Esir hastalığın beşinci günü öldüğünü yazar. Kardeşi Mııhiddine Ankara yerine başka bir kale verilmek üzere barışılmış iken sözünde duramadı. Rükdneddin'in adı sanı yayılmış ülkesi genişlemişti. Halife tarafından kendisine ‘Sultan - ı - Kahir, unvanı verilmişti. İrandaki Büyük Selçuk Devleti ise sönmüş bulunuyordu.
Müneccimbaşı Şeyh Ahmet Dede Efendinin
‘Cami - üd - düvel, adlı eserinden Karahanlılar ve Anadolu Selçukları
Türkiye Yayınevi, S. 13.
(•“] Alâaddin Keykubad, babasının ölümünü, kardeşinin Selçuk devletinin başına geçtiğini öğrenir öğrenmez Sancaktaki çerisin! topladı.
.... Alâaddin doğruca Engüri’ye yöneldi. Kalesinin pekliğine güveniyordu. Kaledekiler çıkarak arkasına düştüler. Bir çok erlerini öldürdüler. Alâaddin’in
sığındı. [*] 1243 de Anadolu’nun bir kısmı Moğol egemenliğini kabul etti. 1250 de Keykâvus II - Ankara kalesini onarttı. Bu sıralarda Selçuk hükümdarlarının nüfuzu kalmamıştı. Mahallî beyler Moğollara bağlanmışlardı. Bu devir uzun sürdü. Ankara’nın bu zamanlarda Ahiler tarafından idare edildiği sanılıyor.
Anadolu (1308) de îlhaniler eline geçince, Ankara’da bunların egemenliğine girdi. Ankara’nın Îlhaniler eline geçmesi tarihi 1304 olarak kabul ediliyor. Şu hale göre Ankara îlhanilerin eline eçen ilk şehirlerden biridir.
beylerinden Kâhireddin İli de Şama çekildi. İzzeddin (Birinci Keykâvus) bundan sonra Konya'ya giderek yerleşti.
.... Keykâvus. Engürü kalesine kapanan Kardeşi Alâaddin Keykubadın özerine vardı. Yazlı kışlı bir yıl Engörüyü kuşattı, kendisine oturmak için bir ev yaptırdı. Bu ev sonra medreseye çevrilmiştir. Bir çok beyler ve baş huğlar da kendilerine ve hayvanlarına yer altında evler ve ahırlar yaptırdılar. Alâaddin Keykubad ve Engürülüler Keykâvusun işini bitirmeksizin geri dönmeyeceğini anladılar. Keykubaddan barış için araya girmelerine izin istediler. Kale güçle düşecek olursa çoluk çocuklarına yazık olacağını anlattılar. Keykubad kendi başının kurtarılması şartıyla banşa çalışmalarını doğru buldu. Engürü’lüler bundan dolayı çok sevindiler. Hüsameddin Çobanbey, Seyfeddin Kızılbey, Seyfeddin Ayba, Pervane Ceiâleddin, Kayser’e başvurarak gerek Engürü’lüler için gerek kardeşi Keykubad için, Keykâvus’tan aman istemelerini dilediler. Keykâvus, beylerin isteklerini kabul etti. Barışıldı. Engürülüler Keykâvusun katına büyük sunular ve saçılarla koştular, ileri gelenlerine kaftanlar, orunlar verildi. Birkaç gün kalede kaldıktan sonra, beylerinden birisini kalede bırakarak kendisi Konya-ya döndü. Kardeşi Keykubatı, Seyfeddin Ayba ile birlikde Minşar kalesine gönderdi. Orada geniş bir dirlik içinde kapatıldı. Yiyeceği, içeceği, eğlenceleri eksiksizdi. Kardeşi ölünciyedeğin orada kaldı. En doğru ve yakın bir hesaba göre bunlar ( 610 H.) 1213 yılında oldu bitti.
Müneccimbaşı Şeyh Ahnıed Dede Efendi’nin “Cami-üd-düvel» adlı eserinden: Karahanlılar ve Anadolu Selçukları, S. 17
[‘1 1442 (640 H.) de Gıyasüddin Keyhüsrev Moğollarla savaş için büyük bir ordu topladı. Bu ordu da ayrı ayrı dinden bir çok askerler vardı. Erzincan yakınındaki Kösedağ’da iki ordu karşılaştılar. Gıyasüddinin karışık ordusu esaslı bir döğüşmeğe girişmeden dağıldı, Sultan, Kayseri’de bıraktığı çoluk çocuğunu alarak Ankara’ya kaçtı. Ve kaleve kapandı. Moğollar çabucak Anadolu içlerine yayıldılar.
v ı ı Eb“'f0rec ‘ İbnülibriğ, Tarihi Muhtasaruddüvel, Çeviren Ord. Prof. Şerafeddin Yaltkaya İMİ, İstanbul. S. 21
P. Wittek, kalenin bir kapısı üzerindeki îlhani kitabesinin, burada evvelce savunma için yapılmış bir pencereye başka bir yerden getirilerek konulduğunu ileri sürüyor. Kitabenin yazılış tarihi (H. 730) 1330 dur. Yazı tipik Memlûk Neshidir. Kitabede, hükümdar, kanunsuz vergi alınmamasını, ölçeklerin ve paraların çeşitlerinin belli edilmesini emrediyor. Ve “Herkim kanunsuz öşür isterse Tanrının, meleklerin ve peygamberlerin lâneti ona olsun!» diyor. [*] Kitabe o yıllar da bazı yolsuzluklar yapıldığını gösteriyor. İhtimal ki, îlhani Hükümdarı böylece mahallî beylere genel bir ferman göndermiş oluyordu. îlhaniler Anadolu’yu geniş yetkili beylerle idare ediyorlardı. Bunlardan biri Ertena’dır. Bu zat baskı azalınca kendisini Sultan ilân ederek adına para bastırmıştır. [*•] (1341). Ankara bir müddet bu zatın gönderdiği valilerle idare edilmiştir. Bu karışık çağın ne kadar sürdüğü bilinemiyor-
Ankara 1356 yılında Orhan zamanında Osmanlı ülkesine bağlanmıştır. Osmanlı çağı ile bu karışık çağ arasında bir Ahiler devrinin mevcut olduğu kesin olarak tesbit edilememiştir.
-
[*] İran’ca yazılmış îlhani kitabesinin Türkçesi:
Allah işleri kolaylaştırandır. Ahali toplanan Kupçur’un ve buğdayın çokluğundan şikâyet etmişlerdir. Cihanı fethedenin fermanının hükmü Enguriye’ye vardığı zaman, müslümanlar padişahının (mülkü daim olsun) devletinin devamı için yediyüz otuz senesi Mart ayının başından itibaren vilâyete yasa budur ki : Para ve cinsleri belli olsun ve deftere kaydedilerek şehir damgası bulunsun. Yasanın hükmü bu ola: Her kim fazla kupçur ve kanunsuz öşür isterse Allahın ve meleklerin ve peygamberlerin lâneti ona olsun. Bu emri işittikten sora kim değiştirirse günahı değiştirenedir. Halil yaptı.
Yusuf Akyurt Resimli Türk Abideleri,
Ankara Şehri, Cilt XI, 1942.
(Basılmamıştır.) S. 2.
Ebu Sait Bahadır Han’ın çocuk bırakmadan ölümü ile başlıyan hükümdarlık kavgaları esnasında Ertena Bey Anadolu’da istikrar teminine çalışmış, Demirtaş’ın ölümü ile Uç Beyleri geniş bir nefes almışlardır.
-
14. Asır ortalarına doğru îlhanilerin Anadolu valisi sıîatiyle bu kıtanın idaresi kendisine verilmiş olan Alâaddin Ertena, Garp Moğolları tahtını elde etmek
için çarpışan rakip ailelerin vaziyetinden istifade ederek merkezi Sivas olmak üzere bir devlet kurmağa muvaffak oldu (1343). Bu tarihlerde Anadolu’da Ertena hükümetinden başka Karaman, Germiyan, Hamit, Menteşe, Aydın, Saruhan, Ka» rasi oğulları ile Kastamonu ve Sinop’ta Candaroğulları Beyliği ve nihayet Söğüt, Eskişehir, Bilecik, Yenişehir, Bursa, İzmit taraflarına sahip olan Osmanlı Beyliği bulunuyordu.
Alâaddin Ertena âdilâne idaresi ile Moğol tahakkümünden bıkmış olan Anadolu halkının hürmet ve muhabbetini kazanmıştır. Sivas, Kayseri, Niğde Aksaray, Ankara, Tokat, Amasya, Erzurum ve Erzincan taraflarına sahip olan Ertena 1352 de vefat etmiştir.
Osmanlı Tarihi, Cilt I, İ. Hakkı Uzunçarşılı, 1947 Ankara, S. 10
Ahiler ve Osmanlı Çağı
Osmanh Devletinin doğuşunda Ahilik önemli bir rol oynamıştır. [*] Ancak devlet iyice geliştikten sonra Ahilik bir esnaf kurulu halinde kalmıştır. Üç Halifeye, yani Ebubekir. Ömer, Osman’a, Ahi Fütüvvetnamelerinde çok önem veriliyordu. İlk Fütüvvetnamelerde yalnız Halife Ali’ye ve evlâtlarına bağlanıldığı, diğerlerinin ancak X. yüz yıldan sonra yazılan bu türlü eserlerde yer aldığı bilinmektedir. Prof. Fuat Köprülü’ye göre Yeniçeri ordusunun kurulmasında da Ahiliğin rolü olmuştur.
XIII. ve XIV. yüzyıldaki belgeler, Ahilerin soylarını Halife Ali vasıtasiyle Peygambere kadar ulaştırmakta olduklarını gösteriyor. Ahiler, Sofilerin hırkalarına mukabil şalvar giyiyorlardı. Her vakit politik bir güç olarak görünmeseler de, karışık zamanlarda birleşe-rek bir çeşit eğemenlik kurdukları olmuştur. XIII. yüzyılda, Anadolu’da süregelen anarşi devresinde Ahiler böyle bir birlik kurmuşlardı. Anadolu Ahilerinde (Gazi) ve (Alp) isimlerinin kullanılması, bunların Anadolu’nun Türkler tarafından istilâsı sırasında Oğuz Boyları arasında yer almış olduklarını gösteriyor. Ahilerin Ortaçağ Türk kültür tarihinde önemli yerleri olduğu muhakkaktır.
1296 (H. 696) dan sonra Ankara, iki rakip beylik arasında uzun süren bir didişmeye sahne oldu. Bunlardan biri Karaman oğulları,
diğeri Osmanoğullarıdır. Olayların sonraki gelişmesinden de anlaşıldığı gibi Ankara’daki Ahiler daima Ösmanoğulları tarafım tutmuşlardır. Bunda Osman’ın Şeyh Edebali ile yakınlığının mühim rolü olduğu muhakkaktır. [*] Oamanoğullannın Anadolu’da ve Rumeli’de yayılmaları ençok Karaman Oğullarını kuşkulandırıyordu. Bundan başka bu Beylik, Selçukların saltanatına kendisini birinci derecede namzet sayıyordu. Konya ve çevresini de eğemen-likleri altına almışlardı. Orhan Beyin ölümünden sonra Karaman-oğulları OsmanlIlara saldırmayı ihmal etmediler. Fakat Ahilerden hiçbir yardım görmediler, bilâkis bunların OsmanlIlara yakınlığı ortaya çıktı. Osmanoğullarının egemen oldukları birçok şehirlerde Ahiler vardı. OsmanlIlar, Karamanlılara karşı koymak için, bu bölgenin sağlam kalesi olan Ankara üzerine yürüdüler. Ankara Ahileri bunlara hiç mukabele etmeden şehrin anahtarlarını teslim ettiler. Tacüttevarihte, Sultan Murada Ankara’lıların taht ve hediyeler sundukları da yazılıdır. Murad’ın bu kaleyi yeniden ele geçirmesi,
[’] OsmanlI Devleti kurulurken, Anadoludaki Ahi, Babaî ve Mevlevi ta-rikatleri en faal devirlerini yaşıyorlar. Ve bu kıt’ada mevcut beylikler üzerinde nüfuzlarını gösteriyorlardı. Bundan dolayı bu tarikat zümrelerinden bilhassa ilk ikisinin Osmanlı Beyliği muhitinde de faaliyetleri görülmekteydi. OsmanlI Devletinin temeli atılırken bu Beylik, Ahilikten ve Ahi reislerinin nüfuzlarından istifade etmişti. Filhakika Osman Gazinin kayınbabasi Şeyh Edebali o tarihlerde Ahilerin ulularından bulunduğu gibi Ahi Haşan, Ahi Mahmut, Candarlı Kara Halil de ayni tarikatte bulunarak hizmet ediyorlardı. Ahi Haşanın nüfuzu ve hizmeti tarilıçe de malûmdur. Ahilerin bu nüfuzunu 15 inci asrın ilk yarısında da görmekteyiz. Ahi tarikati reisliğinin Şeyh Edebalideıı sonra kime geçtiğini bilmemekle beraber, bunun daha sonra Birinci Sultan Murada intikal eylediğini biliyoruz. Bu cümleden olarak Murad Gazinin Geliboludaki Ahi reislerinden Ahi Masaya verdiği ( Receb 767 - 4 Mart 1366 ) icazetname ve vakıfnamede •Ahilerimden kuşandığım kuşağı Ahi Musaya kendi elimle kuşadıp Ahi diktim...» kaydı bunu göstermektedir.
Osmanlı Beyliği kurulurken Ahilikten başka Alperen’ler denilen ve Babai tarıkatınden Gazilere ehemmiyet verilmiş ve bunlar için zaviyeler yapılmıştır. Orhan Beyin maiyetinde muhtelif savaşlara iştirak etmiş olan Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murat ve Duğlu Baba ve emsali Babalar sonradan adını Bektaşîliğe çeviren Babaı tarıkatine mensub Alperenlerden idiler.
Osmanlı Tarihi Cilt I, Ord. Prof.
İsmail Hakkı üzunçarşılı, S. 275
batıdaki hareketlerini güvenle ilerletmesine büyük hizmet etti. O vakit bu şehir yalnız kale olarak önemli değildi. Ayni zamanda Erzurum, Suriye taraflarından gelen büyük kervanlar buradan geçtiği için ekonomik bakımdan da büyük bir önem taşıyordu-Ankara ve çevresinin zengin buğday mahsulleri Osmanlı ordusu için ihmal edilemez bir kaynaktı.
“14 üncü aşırın tamamiyle 15 inci aşırın ilk yarısında Konya, Kayseri, Niğde, Sivas, Kastamonu, Ankara, Sinop, Kütahya, Birgi, Tire, Pecin, Ayasluğ, Bor, İznik, Ladik, Kırşehir, Amasya gibi başlıca Anadolu şehirleri birer ilim merkezi olmuşlardı.,,
Anadolu Beylikleri, İ. Hakkı Uzunçarşılı
Ankara 194?, S. 79
Osmanlı Çağında Ankara
Ankara Osmanlı Devletinin kurulduğu sıralarda, Orhan devrinde Osmanlı ülkesine katıldı (1356). Bu tarihi iki yıl önceye alan bilgiler de vardır. [*] Bir müddet sonra (1360) I. Muhrad bu şehre savaşsız girdi. [**] Timur Sivastan Ankara çevresine geldiği vakit şehir bir surla çevrili idi ve Timur ordusunun kuşatmasına dayanıyordu.
Timur, Yıldırımın gelmekte olduğu haberini alınca, kuşatmadan vazgeçerek onu yorgun yorgun savaşa mecbur etti. 20 Temmuz 1402 de Çubuk düzlüğünde yapılan meydan savaşında Yıldırım esir edildi. Savaş sonunda Ankara’da düşmüş oldu. Timur, Yıldırımı bir müddet Ankara kalesine hapsettirdi.
-
[•] Ankara İlhanlIların Anadolu valiliğine tabi bölgesinin batı sınırında bulunup müstakil bir devlet kurmuş olan Ertena’ya ait idi. Bunun 1359 de vefatı üzerine, yerine geçen oğlu zamanında dahili karışıklıktan istifade eden Orhan doğu hududu üzerinde kuvvetli ve mühim nokta olan burasını 1354 senesinde oğlu Süleyman paşa kumandasiyle göndermiş olduğu kuvvetle zaptetmiştir.
Osmanlı Tarihi, Ciitı I, Prof.
İsmail Hakkı üzunçarşılı, Ankara 1947, S. 36
-
[•* ] Orhan Gazinin yerine, devlet İşlerinde nüfuzları olan Ahilerin kaıariyle, Rumeli’ndeki ordu başında bulunan Murad Bey getirilmişti. Yeni hükümdar evvelâ kendine muhalefete kalkışmış olan kardeşlerini bertaraf etti ve sonra babası zamanında ve 1354 de zaptedilen Ankara üzerine yürüdü. Çünkü, Orhan Beyin vefatı üzerine Ankara’da büyük nüfuzları olan Ahiler Karamanoğlunun teşviki ile Osmanlı kuvvetlerini çıkararak burayı idareleri altına almışlardı. Sultan Murat vakit geçirmeden Ankara üzerine yürüyerek burayı geri aldı. Ve Anadolu daki tehlikeleri bu suretle bertaraf ettikten sonra, mühim kuvvetlerle Rumeli’ye geçerek nazik bir safhaya giren harp durumunu düzeltti.
Osmanlı Tarihi, Cilt I, Prof.
İsmail Hakkı üzunçarşılı
Ankara 1947, S. fi2
Timurun çekilmesinden sonra, Anadolu’da süregelen karışıklık yüzünden şehir, birkaç kere sahip değiştirdi. (1411) de Mehmet Çelebi kaleyi Yakup Beyden aldı, imparatorluk genişleyince, Ankara sınırlardan uzak kaldı. Bununla beraber bir müddet Anadolu Beylerbeyliği merkezi oldu. 16 inci yüzyılda Karaman, Konya, Akşehir, Karahisar, Kalecik, Sivrihisar, Ermenilerinin padişah tarafından seçilen başkanla« Ankarada oturuyordu. 16 ncı ve 17 nci yüzyılda Ankara yöresinin Celâli eşkiyaları tarafından durmadan baskınlara uğradığını görüyoruz. Bu çağa ait şer’i sicillerdeki fermanların yüzde ellisi bu çevrede yol kesen şehir basan eşkiyaların vurulmasını emretmektedir. (1016 H.) 1607 tarihli bir fermandan, Ankara halkının eşkiya korkusundan şehrin dışında bir sur yapmak için izin istediklerini anlıyoruz.
Ankarada kalenin koruyucuları olan sipahiler adına da eşkiya-hk yaptırıldığı yazılıyor. Gösterilen sebep şudur: Ankara ve çevresi erkekleri sınır boylarında savaşa çağrılmıştır; Şehirler ve köyler sahipsiz kalınca eşkiyalık ve zulüm artmıştır. Celâlilerin en ünlüsü Kalenderoğlu Mehmet paşadır. Ankara’yı ele geçiren bu eşkiya buralarda düzenli bir ordu kurmuştu. Bastırılması için önce Serdar İbrahim Paşa üzerine gönderildi. Kalenderoğlunu yenmek ancak Kuyucu Murat Paşaya nasiboldu. Bununla beraber küçük büyük yolsuzluklar devam etmekte idi. Çevredeki eşkiya-lardan halkı korumak için sur kapıları sayıca azaltılmış, burçlar ve duvarlar onarılmıştır. Bu iç güvensizliğin, imparatorluğun komşu devletleri titrettiği çağlarda artması tipik bir olaydır, imparatorluğun gerileme devrinde ve Sultan Mahmut II. zamanında ayaklanarak Mısırda bir devlet kuran Mehmet Ali Paşa orduları Ankara’yı ele geçirdiler (1833). Aym yılda surların bir kısmını onarttılar.
Ankara, imparatorluğun gerileme çağında Orta Anadolu’nun diğer şehirleri gibi en kara günlerini yaşadı. Ötedenberi Ankara halkının başlıca gelir kaynağı tiftik keçisi ve deri idi. [*] Tiftikten
elde edilen kumaş (sof) yanlız Türkiye’de değil Batı Avrupa’da dahi ün almıştı. Son yıllarda ele geçen bazı Hıristiyan mezar taşlarından Hollanda’dan ve İngiltere'den, tiftik ticareti yapmak üzere tüccarların 16 ncı ve 17 inci yüzyıllarda buralara kadar geldikleri anlaşılmıştır.
Karaferye ve Selanikte abdest havluları, peştamallar, hamam takımları dokunurdu. Gene hükümdar için Ankarada şal ve sof dokunurdu.
Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı
Ord. Prof, İsmail Hakkı Uzunçarşılı S. 74
.....Osmanlı devleti bu sıralarda (Nizam -1 - Cedid devri) Hind, İran, ve Frengistan’dan gelen kumaşların istilasına uğramış bulunuyordu Padişah devlet parasının dışarı çıkmaması için memlekette yapılan kumaşların ve en çok Ankara ile İstanbul’da yapılanlarının kullanılmasını vezirlerine tavsiye ediyor ve bu yolda kendisinin örnek alınmasını istiyordu.
Osmanlı Tarihi Cilt V, Enver Ziya Karai, •1947 Ankara S. 74
Mahmud II. devrinde ekonomi alanında ortaya kayda değer bir düzen konulmadı.
(Padişah) Selim III. ün başvurmuş olduğu usulü kullandı. Bir padişah emri ile yabancı kumaştan elbise yapılması yasak edildi. Fakat sofçu esnafı fırsattan faydalanmaya kalkışarak yerli kumaşların Hatlarını artırdılar 10 ve Tl kuruşa satılan Ankara sofu 15 kuruşa çıkarıldı.
Osmanlı Tarihi Cilt V, Enver Ziya Karal, 1947 Ankara, S. 165
İstanbul Kadınlarının Ankara Şalından Ferace Giymemeleri Hakkında Ferman
İstanbul Kadısına, Galata ve Eyyup Kadılarına, Yeniçeri Ağasına, Derzibaşıya,
Nisa taifesinin esvak ve hazarda etvarı müştehiyo ile geştü güzafları öte-denberi memnu olduğundan.....Elhaletühazihi Engûri şalisi iktisasının vakti takarrüp edüp oldahi ince ve rakik olduğuna binaen Engûri şalisi ferace ile geştü güzarın feracesiz gezmekten hiç farkı olmamağla bu husus mukaddemelerde fermanı âlî ile men olunmuş iken aralıkta bazı hayasızlar yine Engûri şalisinden
Ankara ozamanlar civar şehir ve kasabalarda işlenilen sof ve derilerin (Eminlik) merkeziydi. Hazırlanmış olan bu türlü eşya Ankara’da damgalanır ve vergisi alınırdı. Hıristiyanlar ve müslü-manlar bağ işleriyle de uğraşırlardı Hıristiyanların şarap yapma ve satma işlerinin düzenlenmesi için zaman zaman fermanlar gönderildiği Ankara’daki şer’i sicillerden öğrenilmektedir. Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre Ankara şehri, Karaman, Konya, Akşehir, Kara-hisar, Kalecik ve çevresi ermenilerinin (Merhas) lık merkezi idi. Padişah tarafından tayin edilen bu başkan, ermenilerin din ve dünya işlerini düzenler, Türklerden himaye görürdü. 1522 tarihli nüfus sayımına göre Ankara'da (2000) den fazla ev vardı.
19 uncu yüzyılda, diğer Orta Anadolu şehirleri gibi Ankara’da pek sönük bir şehir haline geldi. Bu karanlık çağ Anadolu’da yeni Türk Devletinin kurulmasına kadar sürdü.
Ankara Kurtuluş Savaşının sonunda Başşehir olarak seçildikten sonradır ki, Yakın Doğunun belli başlı bir kültür merkezi haline geldi.
ferace kestiriip giydikleri mesmu ve meşhud olmaktan nâşi bu maddenin dahi bu defa müceddeden men’i lâzım geldiğini fimabaat nisa taifesinin Engûri şalisinden ferace kestiriip giymemeleri ve derziler dahi badezin o makule şaliden bir ferde ferace kesüp dikmemeleri hususuna iradei aliyyei cihandari taallûk edüp ol bapta hatti şevket makrun şerefbahşı sudur olmağın imdi bu hususu iktisa edenlere şimdiden tenbih ve tekit ve mahallât imamlarına dahi beyan birle tarifeyi nisayı Engûri şalisinden ferace giymekten ve derziler dahi o misillû şaliden ferace kesüp dikmekten men’ü tahzire ihtimam ve dikkat ve bu hustısda siz dahi nezaret eyleyesiz. Şöyle ki, bu tenbihten sonra hangi derzi Engûri şalisinden taifei nisaya ferace kesüp dikmeğe cesaret etler ise bilâ emanin dükkânı önüne salb olunacağı ve derzileri itina ile kestirmeğe esaret edenler dahi badettahkik tedib ve güşmal kılınacağı ve bu nizam aleddevam düstürülamel tutulup hilâfına bir noktada ruhsat verilmiyeeeği malûmunuz olarak ona göre keyfiyeti cümleye ifade ve tefhime mübaderet ve hilâfına iradeti ruhsattan begayet tevakki ve mücanebet eyleyesiz deyu. (1206 H. 1791) .
İstanbul Hayatı (1200—9255)
Ahmet Refik
Ankara Meydan Savaşı
Timur doğuda iyice kuvvetlendikten sonra batıya döndü. İran’ı, Bağdad’ı kolayca ele geçirdi (1393). Sıra Mısır’a ve Anadolu’ya gelmişti. Kahire’ye gönderdiği elçiler orada öldürüldü. Mısır Sultanı ordusunu hazırlamağa çalışırken, Yıldırımla da bir anlaşma yaptı, Anadolu’nun iç işlerine karıştığından dolayı Yıldırım Beyazıt, Ti-mura çok kızıyordu.' Mısır Sultanı, Timurun Semerkand’a dönmesinden istifade ederek Bağdad’ı geri aldı. Timur bu sırada Hind seferi ile meşguldü. Batıda Osmanlılar, Gürcüler, Kara Yusuf, Mısır ve Suriye orduları Timuru bekliyordu. Timur, yeniden batıya döndü. İran içlerinden, Yıldırım Beyazıda bir mektup yazdı. Bu mektupta Kara Yusufu ve Sultan Ahmedi korumamasını rica etti. Yıldırım o zamanlar, Balkanlar’da geniş bir yayılma plânını gerçekleştiriyordu. Timurun mektubuna, mağrur Yıldırım :
“......Köpek, bil ki, Türklerin kendine iltica eden bir dostu reddetmek, duşmanlariyle muharebe etmekten çekinmek âdetleri değildir!., yollu bir cevap yazdı. Timurun ikinci mektubuna, Yıldırım daha sert bir karşılık verdi ve “Çok zamandır sizinle boy ölçüşmeyi isterdik......Eğer siz bizim üzerimize gelmezseniz, biz sizi paytahtınıza kadar kovahyacağız., dedi.
Timur, Kara Yusuf ve Sultan Ahmedin kendisine teslim edilmesini, böyle yapıldığı takdirde savaştan vazgeçeceğini bildirdi. Yıldırım bu mektuba, ağır hakaretlerle dolu bir karşılık yazdı.
Timur 1400 yılına doğru Sivas’a kadar bütün Doğu Anadolu’yu ele geçirdi. Güneyde Suriye’yi de zaptetti (1401). Şam’a kadar ilerledi ve şehri yaktı. Bir ordusunu da Bağdad’a saldırdı. Bağdad’ı aldıktan sonra, Semerkand’a döndü. Yıldırımın Balkanlar’daki ilerlemesi durmuştu. Bununla beraber İstanbul’u saran Osmanh ordusu, şehri teslim almak üzere idi. Fakat Timurun Anadolu’ya doğru yürüdüğü haberini alınca, Balkanlar’daki ve Anadolu’daki ordusunu birleştirdi. Bursa ordunun yığınak yeri idi. Burada 120,000 asker toplanmıştı. Sırp Kıralı da kendi ordusuyla Yıldırım’ın emrine girmişti.
Timur Sivas’tan hareket etti. Yıldırım Ankara’ya yürüdü. An-karadan Sivas üzerine yorucu bir yürüyüş yaptı. Fakat Timur Sivas’ı terk ederek Ankara’ya doğru ilerlemekte idi. Bunu haber alan Yıldırım Yozgat - Kayseri yolu üzerinden Ankara’ya döndü. Timurun maksadı, Anadolu içerlerine kadar süratle hareket ederek, Bayazıt’ın yaya askerlerini yormak ve en müsait bir yerde karşılamaktı.
Yıldırım’ın asıl ordugâhı Ankara idi. Timur süratle bu şehre yürüdü. Üç günde Ankara’ya geldi. Şehrin etrafını inceledi. [*] Şehre saldırdı. Ankara çayını kendi ordusunun arkasında bıraktı. Bu sırada Bay azı t da yetişmişti. Fakat yeni gelenler bir haftadır yürüyüş halinde olduklarından çok yorgundular. Sular Timur ordusu tarafından kesilmiş ve zehirlenmişti. Bununla beraber şehri alamamışlardı. Yıldırım bu durum karşısında saldırmaktan başka çare olmadığına karar verdi. [**] Timur ordusunun bir yanı çaya dayanıyordu. Timur bir tepe üzerinde idi. Düzlükteki orduyu generalleri idare ediyordu. Atlı askerlerinin sayısı, Yıldırım atlılarından çoktu Savaş başlamıştı. Timur, ordusunun merkezini kendisi idare ediyordu. Beyazıfın ordusu bozuldu. Böyle bir ordunun kolayca bozulması görülmüş şey değildi. Bunun başlıca sebebi Yıldırım’ın yorgun bir ordu ile savaşa girmesi idi. Beylerin
bozgunculuğu da bu işi çabuklaştırdı.!*] Yıldırım, kendini kovalıyan atlılardan kurtulmak için çok çalıştı. Fakat bunu başaramadı. 20/Temmuz/1402 akşamı yakalandı ve Timurun çadırına getirildi. Ankara, dünya tarihinin akışını değiştiren büyük bir savaşta iki Türk cihangirinin karşılaştığını gördü. Timurla Yıldırım’ın karşı karşıya gelmesi hakkında tarihçiler birçok şeyler yazmışlardır. Fakat bunların bir kısmı sadece hayal mahsulüdür. Yıldırım esir edilerek Timurun çadırına getirildi. Timur kolları bağlı Yıldırımı görünce onu gülümsiyerek karşıladı. Yıldırım: “Allahın betbaht ettiği biri ile istihza etmek fenadır., dedi. Timur: “Allahın bu dünyayı benim gibi bir topalla, senin gibi bir köre bıraktığına gülüyorum., cevabını verdi. YıldmmT yanına oturttu, oğullarının aranmasını emretti. Bayazıt’ın kaçan askerleri Bursaya kadar kovalandı.
Ankara savaşının sonuçları çok önemlidir. Avrupa Haçlıları ve Bizans bundan çok faydalandılar. Anadolu Beylikleri yeniden egemenliklerine kavuştular. Savaş sırasında bu beyliklerin askerleri
Yıldırım’a bağlı olmadıklarını açıkça göstermişlerdi. [*] Orta Asya’dan Balkanlar’a ve Rusya ortasından, Mısır’a kadar uzanan Türk orduları dost bir idare altında toplanmış olsaydılar, tarih çok başka şekilde gelişecekti.
Yıldırım’ın Kendini öldürmesi
“Osmanlı vekayinâmecilerinden Âşık Paşazâde, Ankara harbinde Bayazıd’ın maiyetinde bulunan bir solaktan naklen, esir padişah’ın tıpkı bir kafes gibi ve iki atın ortasına konulmuş bir tahtırevan ile götürüldüğünü söyler; Neşri de aynı rivayeti tekrar eder, işte bütün bu kaynaklara müracaat etmiş olan Hammer, osmanlı veka-yinâmelerindeki “kafes gibi tahtırevan» ifadesinin îbni Arabşâh’taki demir kafes rivayetinin tesiriyle yanlış tefsir edildiğini ve itimada lâyık olmıyan birtakım Osmanlı müverrihlerindeki demir kafes rivayetinin bundan doğduğunu söyler; ve büyük tarihçi Gibbon’un zıddına olarak bunun sadece efsane olduğuna hükmederek.» (s. 591)
“Osmanlı hükümdarlarının gurûrunu okşamak isteyen muahhar Türk annalistleri, kafes rivayetini ya büsbütün meskût geçmeğe yahut inkâr etmeğe çalışmışlardır. îdrisi Bitlisi’den îbni Kemale ve Sadeddin’e kadar bunu açıkça görüyoruz. Eserlerini Osmanlı padişahlarına takdim etmek üzere yazan ve Saray mensuplarından olan Ahmedi, Şükrullâh, Konevi gibi müelliflerin de bu hususta birşey yazmamalarının sebebi kendiliğinden anlaşılıyor. Buna bir istisna olmak üzere, eserini XVI ncı asır sonlarında yazan Şehnameci Lokmân’ın Mücmil’üt - Tevârih’ini gösterebiliriz. (Hususi kütüphanemdeki yazma, V. 37 b) Burada : “Timur’un demirden taht şeklinde bir kafes yaptırıp Yıldırım’ı içine koyduğu» kaydedilir. Lok-mân, Sa’deddin Hocaya takdim ettiği bu eseri, “Kendisinden evel
[•J Aydın Sancağının Kumandanlarından biri, karşısında Aydınoğlunun ve onnn kardeşinin durduğunu görüyor. Sancakla ve 503 zırhlı askerle birlikte sıçrayıp düşman tarafına (Timura) geçiyor. Gene Sarnhan’ınkiler de aynı böyle yapıyor. Aynı şekilde Menteşe ve Germiyanınkiler de kendilerini çağırdıklarını ve işaret ettiklerini gördükleri beylerine kaçıyorlar. Ve koşup düşman tarafına geçiyorlar. Bu karşı tarafa geçiş Bayazıdın yenilmesine hiç de az yardım etmiş olmıyacağı gibi, Timurun saflarında döğüşen Küçükasya Beylerinin tekrar iadeleri suretiyle de mükâfatlandırılmıştır.
Menteşe Beyliği, Paul Wittek
Çeviren : O. Ş. Gökay
Ankara 1945, S 88
bazı müelliflerin yazmış oldukları Osmanlı Nesebnâme’lerini hulâsa ve onlara ilâve„ suretiyle vücude getirdiğini söylüyor. Demek oluyor ki, Lokmân’ın istifade ettiği eski kroniklerde bu demir kafes rivayeti mevcuttur. Mamafih, Lokman eğer Sa’deddin Hoca’nın buna kızacağını bilseydi bu rivayeti kitabına nakletmezdi! Onun bu gafleti, bize, demir kafes rivayetinin eskiliği ve kuvveti hakkında bir delil daha kazandırmış oluyor. Timur’un resmi tarihçileri de, galip hükümdarı yüksek bir âlicenaplık hâlesi içinde tasviretmek için, bundan bahsetmemişlerdir.» (S. 595)
“O elindeki mütenakız rivayetlerin mukayese ve tenkidi neticesinde Timur’un esir hükümdara iptida iyi muamele ettiğini, fakat onun yersiz kibri ve firar ihtimali karşısında Timur’un böyle bir tedbir aldığını, ve demir kafesin galiba bir tahkir aleti değil bir muhafaza vasıtası olduğunu, hiçbir ¿dogmatizme düşmeden, ileri sürüyor.» (S. 596)
“Bu mesele hakkında şimdiye kadar müracaat edilmemiş olanlar da dahil olmak üzere hemen menbaların ve bilhassa şark men-balarının tarihî kıymetleri bakımından tedkik ve mukayesesi suretiyle yaptığımız bu küçük araştırma, bu demir kafes rivayetinin halk mulıayyelesinde doğmuş bir masal değil, tarihî bir vakıa olduğunu çok kuvvetli bir ihtimalle meydana çıkarmış oluyor; ve bu suretle Gibbon’un vaktiyle büyük bir tarihçi intuition’ile vardığı neticeyi büyük bir nisbette kuvvetlendiriyor., (S. 595)
“Yıldırım Bayazıd’ın ölümü hakkında umumiyetle bilindiği veçhile başlıca iki esaslı rivayet vardır: XVI ncı asır vekayinâmelerin-den başlıyarak muahhar OsmanlI vekayinâmelerinde ve Hammer’den Gibbonsa kadar Osmanlı tarihine dair tetkikatta bulunan garp müverrihlerinde, onun bir hastalık neticesinde yani eceliyle öldüğü kabul edilir; en mühim ArabveFars kaynaklariyle ekser hıristiyan müelliflerinde de, onun eceliyle ölmediğini gösteren kayıtlara tesadüf olunmaz, ikinci rivayete gelince, bu esir hükümdarın esaret zilletine katlanamıyarak, Timur’un kendisini Semerkan’de götüreceğini anlattıktan sonra intihar ettiği tarzındadır.» (S. 598)
“Biraz sonra Yıldırım’ı intihara sevkeden psikolojik âmilleri kısaca izaha çalışacağız. Fakat ondan evvel, yüzük taşında zehir gizlemek ve icabında onunla intihar etmek âdetinin daha asırlarca
evvel mevcudiyeti hakkında şu zikrettiğimiz tarihî delilleri daha birkaç vesika ile teyid edelim ; ve bunun, daha islâmiyetten evvelki zamanlara kadar çıkan eski bir şark an anesi olduğunu gösterelim., (S. 601)
“Esir Osmanlı hükümdarının intiharı hakkında daha kafi bir neticeye varmak için, buna âmil olan psikolojik sebepleri de aramak lâzımdır : Bazı müelliflere göre Timur İslâmiyetten evvelki ve sonraki Türk devletlerinde sonra Cengiz Çocuklarında ve onların an’anelerini takip eden sülâlelerde mûtad olduğu veçhile - verdiği ziyafetlerde, Bayazıd’ın zevcesi Prenses Despina’yı çıplak olarak şarap sunmağa icbar etmiş ve Bayazıd bu hakarete dayanamıyarak intihar etmiştir. Timur vek’anüvislerinde bulunmayan bu rivayetin tedkikine girişmek, ve müverrih Âlinin bu husustaki bazı mülâhazalarını tenkidden geçirmek uzun sürer.
Eski Omanlı Kroniklerine gelince, bunlar, Timur tarafından Semerkand’e götürüleceğini anlayınca Bayazıd’ın büsbütün ümitsizliğe düşerek intihar ittiğini söylerler. Psikolojik bakımdan, bu intiharı yalnız bir tek sebebe isnat etmek yanlıştır. Bütün hayatında zaferden zafere koşmuş olan azametli padişah, esaret zilletine alışamamakla beraber, bazı tarihi kayıtlara nazaran Timur’un kendisini tekrar tahtına iade edeceğini ummuştu. Lâkin bu ümidi tahakkuk etmiyerek Semerkand’e götürüleceğini anlayınca, zorla tutabildiği ruhî müvazenesi bozuldu ve intihar etti. Gerçi yine bazı tarihi kayıdlara göre, Timur, Semerkand’den sonra kendisini tekrar Anadolu’ya göndereceğini de vadetmişti. Fakat Timur’un sözlerine inanılamıyacağını artık iyice öğrenmiş olan Bayazıd, bu Semerkand’e gidiş,, in ifade ettiği mânâyı anlamıştı: Anadolu’nun siyasi vahdetini parçalamış ve küçük Osmanlı devletini şehzadelerin taht kavgalarile anarşiye düşürmüş olan Cihangir, Bayazıd gibi bir şahsiyeti tekrar Osmanlı tahtına iade etmek gibi bir gaflette bulunamazdı. Fakat emerkand’e gidişin başka bir mânası vardı : Timur, payitahtına ^r.er .en’ mubteşem zafer alayını tetvic edecek en parlak galibiyet ya ıgârını, Rum ikliminin muazzam Kayserini teşhirden geri dur-m^aca h Kuvvetle tahmin olunabilir ki, daha mağlûbiyetinin ilk gunun en eıi türlü türlü hadiselerle zaten cümleiasabiyesi bozul-™Ul°an ?^'.nm ^n> bu tasavvur, bardağı taşıran son damla v zı esini görmüş, onu intihara sevketmiştir. (S. 602)
‘Maamafih sinirleri bozulmuş ve tahtı da iade edilmekten ümidini kesmiş olan Yıldırım, Semerkand’e götürülmek istenmesini en fena şekillerde te’vil edebilirdi. Ve intihar hâdisesi gösteriyor ki böyle olmuştur da. Bütün bu izahlardan sonra, Yıldırım Bayazıd’ın intihar etmeyip ecelile öldüğüne inanmak bir tarihçi için çok müşküldür sanırız.,
Köprülü Fuad, Belleten Cilt: I Sayı 2. S. 591 , 1947
BibiiK n'isYİ®^ ud eheı^noi b eieilsumflisT'.S ab w soil
fbif:7 yloıl lid mıiğiîB niaiaedqeo d ' u ı.ibi ■ı»,£-u..iıu.
ne>i ttoiü .ibıelşitnio oisaioiq
«■{88 nital aveH ı . r. o abonslt
: ıbıov q&ve&
il iblağ eğemle abanağu iuJbV
.ibüblid unngnblo Binin/, ainise?
juiBİsudetn eli eglsues lid ilrfru»l 0281 iıaM 81 Jfimezl slalenh' tellili ¿üYfiH eb 0281 n^Yı 82 .üte ni • mnuNı - qc< '¡r /
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra, Anadolu’da yeni kurulmakta olan devlet idaresinin sürekli bir merkeze ihtiyacı vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları 27/XII/1919 da saat 15,30 da Ankara’ya ayak bastılar. O vakit bu şehirde Anadolu ve Rumeli Mü-dafaai Hukuk Cemiyeti kurulmuş bulunuyordu. Mustafa Kemal iki kongrede bu cemiyetin Başkanlığına seçilmiş, İstanbul’un tehditlerine karşı da 8/Temmuz/1919 da asker apoletlerini sökerek mertliğine güvendiği Türk Ulusunun içine karışmıştı. Ankara’da müdafaa cephesinin sağlam bir kolu vardı. 12. Kolordunun merkezi de Ankara’da idi. Ankara’hlar îzmirin işgalini büyük mitinglerle protesto etmişlerdi. Mustafa Kemal Sivas’ta iken ona bağlılık telgrafları da çekilmişti. işgal altındaki İstanbul’da bulunan Meclisi Mebusan ağır baskı altında ulusun haklarını savunamıyordu. Seçildikleri yerlerden İstanbul’a gitmekte olan mebusları Mustafa Kemal Ankara’dan geçmeğe davet etti. Görüşebildiklerine, Anadolu’da ne yapmak lâzımgeldiğini ve kurtuluş yolunu anlatmağa çalıştı.
Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişi bu şehirde büyük heyecan yarattı. Ankara’hlar erken saatlerde yollara dökülmüşlerdi. Dikmen sırtlarında onu bekleyenlerin sayısı 20,000 kadardı. Bunların arasında yabancılar da vardı. Mustafa Kemal halkın arasına indi.
— Neye burarala kadar böyle zahmet ettiniz, arkadaşlar ?
Halk bir ağızdan cevap verdi:
— Seni görmeğe geldik paşam ! Vatan uğrunda ölmeğe geldik paşam!
Mustafa Kemal alkışlar arasında şimdiki Vilâyet binasına girdi. Akşam, Ziraat Mektebine gitti. Mustafa Kemal Ankara’ya gelişine dair bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde Heyeti Temsiliye’nin merkezinin Ankara olduğunu bildirdi.
Mustafa Kemal, 19 Mart 1920 tarihli bir genelge ile mebusların Ankara’da toplanacaklarını ilân etti. 23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Savaş kazanıldıktan sonra da Ankara
devlet merkezi olarak kaldı. Atatürk 6/X/1922 de verdiği bir nutukta İstiklâl Savaşında, Ankara’nın oynadığı büyük rolü saygı ile andı. Bu nutuk İzmir dönüşünde söylenmişti.
1926 da Atatürk, Ankara için aynen şöyle söyledi: “Ankara merkezi hükümettir, ebediyen merkezi hükümet olarak kalacaktır.»
Daha önce Teşkilâtı Esasiye Kanununun (Anayasa) 2. maddesinde “Türkiye Devletinin resmî dili türkçedir, Makam Ankara şehridir. 19 Mart 1924» denilmekte idi. 5 Şubat 1937 de Devlet merkezinin Ankara olduğu Anayasaya konulmuştur.
Yeni Türkiye’nin Başşehri Ankara
Atatürk’ün Ankara’yı Devlet merkezi olarak seçmesi, o vakitki Türk politikasının başlıca hareket noktası olmuştur (R. 5 - 6). Her şeyden evvel askerlik bakımından, Anadolu’nun ortasında bulunmanın büyük faydaları vardı. Ankara istilâya uğrayan batıdan, kolayca elde edilebilir bir yerde değildi. Millî Mücadele, deniz kuvvetlerinden tamamen mahrum olarak devam ettirilmekte olduğu gibi, o zamanın emperyalistleri Anadolu’nun iki sahiline çok yakın staratejik üslere yerleşmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğunun gerilediği çağlarda İstanbul, birkaç kerre donanması kuvvetli milletler tarafından tehdit edilmiş, bu yüzden devlet adamları çok güç durumlara düşmüşlerdi. Bu misal hatıralarda taptaze yaşamaktaydı. Yeni organize edilen Türk gücünün, düşman elinden ve gözünden uzakta bulunması, o vakitki İstanbul’un kozmopolit ve yabancı tesirler altında kalan muhitinden ayrı bir fikir ve mücadele merkezine bağlanması icabediyordu.
Ankara’nın seçilmesinde diğer bir psikolojik sebep de, istep ortasında yepyeni bir modern şehir meydana getirerek Türk’ün nelere güç yetirebileceğin! dosta düşmana açıkça göstermektir. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşından sonra, yeni bir yaratma çağına girmesi bu kaynaktan hız almaktaydı.
Milli Savaş sıralarında, İstanbul yalnız maddeten işgal edilmiş değildi. Başşehrin işgaliyle Türk Ulusunun manevi gücü üzerine de ağır bir baskı yapılmaktaydı. Zamanın sorumlu devlet adamları bu baskı altında serbest hareket etmeğe muktedir olamıyorlardı. Büyük bozgunun yarattığı şaşkınlık ise inanı zayıf olanlar üzerinde korkunç bir aşağılık duygusunun yayılmasına sebep oluyordu, ilk önce bir kurtuluş savunması şeklinde görünmüş olan Kemalizm, asıl derin ve köklü bir (kendini bulma) halinde gelişiyordu. Olayların, şimdi bize öğrettiğine göre, kurtuluş iç ve dış düşmanlarla, bizi geri bırakan türlü skolastik düşüncelerden temizlenme şeklinde yeni durumlarla yürütülmekte idi. Ankara bu bakımdan yeni reformlara engel çıkarmıyacak şehirlerin en müsaidi olarak
seçilmiştir. Osmanlı tarihinde başarılamıyan yenilik hareketlerinin ne gibi şartlar altında geliştiğini düşünmek, ihtilâl merkezi olarak böyle bir şehrin seçilmesindeki isabeti açıkça meydana koyar. Şeriatın kanunla, Hilâfetin, lâiklik ile yer değiştirmesi ancak böyle bir muhitte kolayca mümkün olabilmiştir. Bu ve daha sonraki devrimlerin İstanbul’da türlü bağlar ve baskılar altında enaz fedakârlıkla başarılabileceğini kabul etmek güçtür. Nitekim tarih bize bu hükmün, Türk Ulusunu aydınlığa kavuşturduğunu göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğunun Anadolu’da iyice gelişme* sinden sonradır ki, bu Devlet doğuda ve batıda sözü geçer bir otorite olarak meydana çıkabilmiştir. Bu İmparatorluğu yıkmak isteyen Timur’un Yıldırım’la büyük savaşı Ankara yakınlarında yapması basit bir tesadüfle açıklanamaz. Bu yaylanın egemenliğini elinde tutanların, kıyılara ve kıyıların ötelerine söz geçirmeleri buraların önemini belirtmeğe yeter.
Etiler’in Orta Anadolu'yu kendilerine bağladıktan sonra kıyılara ve güneye sahip olduklarını bir misal olarak almak icabeder. Bunun bir benzeri de Romalı’lar zamanında geçmiştir. Bugün halâ Ankara’nın şurrsında burasında gördüğümüz Roma yapıları Ankara’nın büyük bir askerî yığınak yeri olarak kullanıldığını gösteriyor. Çankırıkapı’daki büyük hamam şehrin sivil ihtiyaçlarından ziyade istilâ ordularına ayrılmıştı. İmparator Augustus’un bu şehre verdiği önem Anadolu’nun Roma’ya bağlanmasına çok yardım etmiştir. Selçuklulular ve BizanslIlar zamanında Ankara’nın stratejik önemi eksilmemiştir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu genişledikten ve şehir sınırlardan çok uzak bir duruma geldikten sonradır ki, sönmeğe yüz tutmuştu. Buna rağmen OsmanlI'lar zamanında Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Ankara idi. Şimdiki Ankara, yakın zamanlarda Türk Ulusunun yeni ve canh hatıralarının beşiği olarak Türk Tarihinin bir bölümünü teşkil ediyor. Ulusumuzun yüreği ve beyni olan Ankara, Yakın Doğunun anahtarıdır. Başşehrimiz bu özellikleri ile tarihimizin canlı bir anıtı olarak kalacaktır.
KAZILAR
Et iyo kuşu Kazısı
Etiyokuşu, Ankara’dan 5 kilometre uzakta, Baraja giden yolun kenarında, Çubuksuyu layısındadır. Buradaki kazı Prof. Şevket Aziz Kansu tarafından 1937 yılında Türk Tarih Kurumu adına yapılmıştır. (Harta 3)
Çubuksuyu kenarında alçak bir hûyükte yapılan kazı, üst katlarında klasik çağ (Roma - Bizans) eserleri vermiştir. İkinci katta Bakır çağı, en alt katta da Paleolitik kültür belgeleri ele geçmiştir. Bu kumluklarda elde edilen Paleolitik aletler Musteryen tiptedir. Ankara bölgesinde belli bir tabakadan elde edilen ilk taşdevri aletleri bunlardır. Bu Prehistorık buluntu yerinin üstündeki Bakır çağı yerleşmesinden elde edilen kap kaçak, idol, ağırşak ve mühürler bu istasyonunun, Ahlatlıbel ile çok yakından ilgili olduğunu meydana koymuştur.
Klasik üst kat, Roma - Bizans devrine ait, oldukça büyük bir sarayın bize kadar gelebilmiş kalıntılarıdır. Etiyokuşunun geniş bir alana yayılmış olan yerleşme sahası, Çubuksuyu’nun, bu bölgeyi hemen her çağda insanların oturmalarına yarar bir hale koyduğunu gösteriyor. Klasik yerleşme yapıları ihtimal, büyükçe bir savunma yerinin kalıntılarıdır. Su, verimli tarlalar, burasını küçük hir sitenin gelişmesine çok uygun bir hale koymuştur. Ancak Ankara gibi tabiî müdafaa bakımından daha müsait bir merkeze yakın olması buna engel olmuş görünüyor. Anadolu’da hemen bütün büyüklerin birer küçük tepe üzerinde geliştiklerini ve sonraki çağlarda çok kere birer kale ile bir şehir haline geldiklerini görü-yor uz. Etiyokuşu kazısı, Anadolu’da Prehistorik en eski malzeme veren ilk kazı olmak bakımından çok önemlidir. Bu kazıdan elde edilen eserler, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Antropoloji Enstitüsündedir.
Ahlatlıbel, Ankara’nın 14 kilometre güney batısında Taşpınar, Gâvurkale, Haymana yolu üzerindedir, tik defa merhum Dr. Reşit Galip bu bölgede belgelere tesadüf etmiş, bunu Atatürk’e anlatmıştır. Atatürk, o zaman Türk Tarih Kurumu Genel Sekreteri olan Dr. Reşit Galip’e bu bölgede bir yerleşme bulunup bulunmadığının araştırılmasını emretmişti. Yapılan incelemede köstebek yuvalarında Bakır çağı seramiğine raslandı. Atatürk’ün emriyle burada bir kazı yapılmasına karar verildi,
Mayıs ayında başlayan kazı Müzeler Müdürü Hamit Zübeyr tarafından idare edilmiştir. 23 / Temmuz / 1933 de kazı sona ermiştir.
Bu kazı sonunda Ahlatlıbel’in bir Bakır çağı düz yerleşme yeri, bulunan kale duvarlarından bir müstahkem mevki olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin taş duvarlarının üstü kerpiç bir kısımla tamamlanmakta idi. Elde edilen çanakçömlekler tipik Bakır çağı eşyasıdır. Bu kazıda küçük kaplar, çanaklar, üğütme taşları, küpler, ağırşaklar, mühürler, kemik iğneler, toprak idoller, bakır süs eşyası ve kamalar ele geçirilmiştir.
Ahlatlıbelin, Anadolu Bakır çağı kültüründe doğu ve batı karşılaştırılması yönünden büyük bir önemi vardır. Buradaki yerleşme M. Ö. 3000 yıllarında başlamış ve M. Ö. 2000 yıllarında sona ermiştir. Burada ele geçen evler ve büyük dış duvar burasının bir Beyin müstahkem (kale gibi) oturma yeri olduğunu gösteriyor. Anlaşıldığına göre bu Bey etrafındaki çiftçi ve çoban halkın başkamdir. Yalnız Bakır çağında iskân edilmiş olan Ahlathbel’de bu çağa ait birkaç mezar da ele geçmiştir. Maden eşya, kapkacak ve mühürler oldukça ileri bir kültüre tanıklık ediyor. Bununla beraber Orta Anadolu’da Alacahüyük’te meydana çıkarılan Bakır çağı Kıral mezarlarında bulunan altın ve bakır eşyasının çok zengin maden işleme tekniğine burada tesadüf edilmemiştir.
Ankara’ya çok yakın olan bu Bakır çağı istasyonu, Anadolu’da şimdiye kadar metodlu şekilde incelenmiş düz yerleşme yerlerinin her bakımdan dikkate değer bir örneğidir. Ahlatlıbel ve çevresi, bugün dahi oldukça zengin tarlalariyle çiftçiliğe ve dereleri tepeleriyle hayvan beslemeye çok elverişlidir.
Burasının sürekli bir iskân ile hüyük haline gelmemiş bulunması, yani Bakır çağından sonra terk edilmiş olması ihtimal ki bu yerin savunmaya az elverişli bulunmasından ileri gelmiştir.
Kara oğlan Kazısı
Karaoğlan Hüyüğü, bu adla anılan köyün bitişiğindedir. Karaoğlan, Ankara’nın 25 kilometre güneyine düşer. Ankara - Konya, Ankara - Kayseri, Ankara • Ulukışla yolu üzerindedir. Burada ilk i kazı 1930 Sonbaharında yapılmıştır. Daha sonraları aynı kazıya Remzi Oğuz Arık devam etmiştir. Hüyükte aşağıdan yukarıya doğru kalkolitik çağ, Bakır çağı, Eti, Frig, Helenistik, Romen ve Bizans çağı kültür katlarına ve kalıntılarına tesadüf edilmiştir.
Bizans ve Roma çağları kalıntıları pek azdır. Bunların altında ele geçen Frig belgeleri iki metre derinliğe kadar inmektedir. Hü-yüğün başlıca karakteri çok önemli bir Frig yerleşme yeri olmasıdır. Bu kata ait pekçok seramik çıkarılmıştır. Bunlar, tek renkli nakışlı, kabartmalı olarak üç grupa ayrılabilir. Bu grupların hepsi Frig kaplarının özel tipierindedir. Kulplar madenden yapılan kapların kulplarına benzemektedir. Bu katta tam bir ocak, buğday, arpa gibi taneleri üğütmeye yarıyan çukur taslar ve çok önemli bir eldeğirmeni bulunmuştur. Kemikten iğneler, figürler, bakır yüzük, taş boncuklar da ele geçirilmiştir. Frig katının mimarî kalıntıları ise önemlidir. Şehri çevreliyen bir sur duvarı ile birçok evler ortaya çıkarılmıştır.
Bu katın altındaki Eti kültür tabakası 7 metre derinliğe kadar inmektedir. Frig, Eti katlarını, bir metreyi geçen bir yangın tabakası birbirinden ayırmaktadır. Eti katındaki çanakçömlek çok çeşitlidir. Eti kaplarının bu zenginliği Karaoğlan hüyüğünün bu çağda da önemli bir yerleşmeye sahip olduğunu göstermektedir.
Karaoğlan Bakır çağı, Orta Anadolu’da gelişmiş olan benzerlerinin aynıdır. Mimarî buluntular Bakır çağını burada da birçok bölüme ayırmaktadır. En alt katta orijinal kalkolitik belgeleri ele geçmiştir. Bu hüyük Kalkolitik, Bakır çağı, Eti, Frig çağları için en mühim bir inceleme alanı olmuştur. Buradaki Frig, Eti çağlarına ait şehirlerin kuvvetli bir müdafaaya sahip olduğunu, kazılarda bulunan duvarlar gösteriyor. Bilhassa Friglerin, Anadolu’nun birçok yerlerinde olduğu gibi burada da savunma için kuvvetli yapılar
kurmuş oldukları görülmüştür. Bu bakımdan Anadolu kültür tarihinde Karaoğlan höyüğünün özel bir önemi vardır. [*]
-
1“ ] I. Karaoğlan Anadolu’nun garbında, hiç olmazsa beş medeniyeti müsel-sel olarak aksettiren, hele Eti ve Frigya katlarını bütün zenginliğiyle içine alan yegâne istasyondur. Bu bakımdan; Trova’dan ve cenupta, kendisine bir muvazi misal meydana getiren Kusuradan daha mühim bir “Teste- teşkil edecektir.
-
II. Ankaranın yakınında ve büyük cenup yolu üstünde açılan ilk büyük höyük olmak bakımından da önemi meydandadır.
-
III. Etilnrin menşei ve Anadolu’ya geliş istikametleri münakaşa edilirken ‘gözlerini mütemadiyen şarka ve cenuba çevirmiş, bulunduklarına dikkat olunmuş, ancak orta ve cenubî Anadolu'daki yerleşme, yerleri gözönünde tutularak hüküm verilmeğe çalışılmıştır. “Karaoğlan Höyüğü, nde şimdiden iki ve üç safha göze çarpan büyük muhteşem yerleşme, bundan sonraki münakaşaların istikametini değiştirecek en yeni, en çok garpta bulunan istasyon vazifesini görecektir.
-
IV. Frigyalıiann seramiği, sivil ve askeri mimarlığı hakkında Gördion ve Alişardan başka ehemmiyetli vesikamız yoktu. Türk Tarih Kurumu’nun 19S7 de Çankırı Kapı» ve “Pazarlı, hafriyatı bu bakımdan, hayli zamandır beklenen yepyeni, ciddi vesikalar getirmişti. Şimdi aynı kurumun “Karaoğlan. hafriyatı münasebetiyle Frigya medeniyeti, mimarlığı ve seramiği jıususunda ep geniş malûmatı edinmek mümkün olacaktır. ‘Karaoğlan Höyüğü» Bu itibarla da bir röper noktası olmuştur.
\. klasik çağlarda burası ancak büyük bir karakol- vazifesi görmekte ve asıl şehir, daha şarkta Karaoğlan'dan bir kilometre kadar uzakta ‘Elma Dağları, eteğinde, vadinin başlangıcında bulunmaktadır. Buraya halk “Şelmekin, veya ■Şemlekin. diyor.
Burası da Bayan Âfet tarafından haber verilmişti. Bu ismin kulağımıza büsbütün başka dillerin ahalini getirmesi; bir taraftan da höyüğün müselsel medeniyet katlar: . . Şehneki’nin asıl Karaoğlan Höyüğüne ait eski ismi devam ettirmesi imkânını hatırlatıyor. Hakikatte... Höyüğün mahiyeti seramiklerin ve diğer bazı eşyanın yapılışındaki tenevvü, özenme, nefaset; yapılarda görülen azamet, burısııpp eski ve büyük bir merkez olması fikrini hiç de yadırgattırmıyacak müşahedelerdir.
Bitik höyüğü Ankara’nın 42 kilometre kuzey batısı udadır. Hüyük Türk Tarih Kurumu adına 9/Temmuz / 1941de Remzi Oğuz Arık ile Asistan Arkeologlar tarafından kazılmıştır. En üst katta klasik çağ yerleşmesi (M. Ö. V. yüzyıl) daha altta sıra ile Frig, Eti ve Bakır çağı yerleşme katları meydana çıkarılmıştır. 18 metreden daha aşağıda su çıktığı için bu kat inceleuememiştir. [*]
Klasik çağ yerleşmesi, üç mimarlık katı ile karakterlenmektedir. Bunun altındaki Frig katı ise çok renkli, çizgili seramiklerle tipik Frig eşyası vermiştir. Eti katında da eski, yeni iki mimarlık bölümü tesbit edilmiştir. Bakır çağı kapkacağı Orta Anadolu’da elegeçen diğer kazı buluntularının aynıdır. Bitik kültür katları ve bilhassa Bakır çağı katı bölgenin Doğu ve Batı Anadolu ile ilgisini meydana koyma bakımından çok önemlir. Birçok küçük, büyük yolların uğrak yeri olan Bitik hüyüğü kazısı ilerde geliştirilirse Anadolu kültürü için değerli belgeler verecektir- Anadolu’nun hemen her tarafında büyük bir gelişme gösteren ve zaman bakımından en sürekli olan Bakır çağı medeniyeti burada da ilk plânda geliyor.
Karalar, Ankara’nın 60 kilometre kuzey batısında bir köydür. Hayvanla, Ankara’dan Karalar’a 7 • 8 saatta, otomobil ile 2 saatta varılır.
Klâsik çağlarda buradan birkaç yol geçerdi. Şimdide buradan kuzey istikametine birkaç yol vardır. Karalar’ın önemi klâsik çağda sürekli bir yerleşmeye sahne olmasindan ileri geliyor. Buradaki kazıları ve sondajları 1933 de Türk Tarih Kurumu adına Remzi Oğuz Arık yapmıştır. îlk sondaj köyün içinde yapıldı. Burada bir takım küpler, çanakçömlek ele geçti. Bu sondaj köyün bir hüyük üstünde kurulmadığını göstermiştir.
Kazıya birkaç tümülüs üzerinde de devam edildi. Asarkaya denilen yerdeki kalede, araştırmalarda mimarlık belegeleri ele geçti.
Sondaj araştırmalarında varılan sonuca göre Karalar’ın tarihteki yeri klâsik çağdır. Tümülüsler’de elegeçen eşya arasındaki vazolar çanakçömlekler süs eşyaları, Helenistik çağın karakterini taşımaktadır. Burada bulunan tunç paralar, bu bölge ile Mısır, Suriye arasında tüccarlık münasebetleri kurulduğunu gösteriyor. Tümülüslerde görülen mimarlık belgeleri ile, Ankara’nın Anıt - Kabir yanlarındaki tümülüslerde bulunan mimarlık eserlerinin benzerliği dikkati çekmektedir. Asarkaya kalesi buluntuları Hitit geleneğini işaretliyor. Ancak araştırmalar bu çağa ait başka birşey vermemiştir. Karalar Helenistik çağda Galatlar tarafından işgal ediliyordu. Bir tümülüste ele geçen stel, Kıral Diotaros ile Kıraliçe Berenikis için dikilmiştir. Bu adamın bir Galat’lı olduğu, Roma’lılara hizmetinden dolayı Kırallığa yükseltildiği biliniyor. Karalar’daki Tü-mülûslerden birinde bulunan çifte kümbet, Anadolu’da görülen kubbe sistemi bakımından çok önemlidir. Bu kubbeler ön Asya da ele geçen ilk belgelerdir.
Gâvurkale
Gâvurkale Ankara’nın 60 kilometre güney batısındadır. Yanından akmakta olan Babayakup deresinin tabanından 60 metre yüksek olan tepe, uzun süren bir yerleşmeye sahne olmuştur. Tepeye, buradaki eski yıkık duvarlardan dolayı Gâvurkale adı verilmiştir. (Resim 7)
Ankara’dan Gâvurkale’ye iki yol vardır. Bunlardan biri Ankara Gölbaşı • Yavrucak ■ Çerkezhüyük - ikizce - Oyaca üzerinden Gâvurkale’ye ulaşır. Diğeri Ankara - Ahlathbel - Taşpınar ■ Hacılar - Çayırlıdan geçerek Gâvurkale’ye varır. Buradaki örenyeri epeyce zaman-danberi bilginlerce bilinmektedir. 1861 de Kapadokya’da bir gezinti yapan G. Perrot ve E. Guaillaume burayı görmüşlerdi. Bu buluş bilgi dünyasına tanıtılınca büyük ilgi uyandırdı. Daha sonra J. Garstang, E. Mayer, Gâvurkale hakkında yeni görüşler ortaya attılar. Buradaki kayada bulunan kabartmaların tarihi M. Ö. ikinci bin yılın ortası olarak kabul ediliyor.
Tepenin vadiye bakan yüzündeki kayaya işlenmiş olan büyük kabartmarın elbiseleri bunların Etilere ait olduğunu göstermektedir. Kızdırmağın batısında bu türlü bir Eti Anıtının bulunması Anadolu kültür tarihi için çok önemlidir. Ankara’ya uğrayarak Mezopotamya üzerinden Sus’a uzanan meşhur Kıral Yolu belki de buradan geçmekte idi. Ankara’dan Gâvurkale’ye varan yolun birçok yerleşme yerlerinden geçmesi bu hükmü kuvvetlendiren delillerin başında geliyor.
Bu harabeyi son yıllarda Paul Weigand, Emil Forrer ve Von der Osten de inçelemişlerdir.
Atatürk 1930 da bu tepede bir kazı yapılmasını emretti. Von der Osten’in başkanlığında kazıya başlandı. Atatürk, duyduğu büyük ilgiyi kazı yerine gelerek göstermişti. Tepe bir hüyük olmadığı için bir kaç kültür katının meydana çıkması beklenemezdi. Elde edilen sonuca göre tepenin ilk duvarları, kaya üzerindeki üç kabartma ile yaşıttır, ikinci kültür katı Frig’lere aittir. Alt kat,
yani Eti katının kalıntısı bir tapınaktır. Frig çağında buraya bir özel ev yapılmış, tepenin etrafı da bir surla çevrilmiştir. Roma ve Bizans çağına ait pekaz eşya bulunmuştur. İhtimal ki bu çağlarda Gâvurkale küçük bir karakoldu. Tepenin eteğinden yukuşa doğru çıkılırken ilk önce Frig’ler zamanında yapılan dış surların kalıntılarına rastlanır. Daha sonra Eti tapınağına çıkan yoldan kalmış taşlar görülür. Eti tapınağı güneydeki büyük kayadır. Kayanın yüzünde oturmuş bir Tanrı görülür. Doğudan iki tanrı bu oturan Tanrıya doğru gelmektedir. Yürüyen Tanrıların iki uzun kılıçları var. Başlımdaki sivri külâhları, kısa etekleri, uçları kıvrık ayakkabıları tipik Eti üslûbunda kabartıimıştır. Arkadaki sakallı Tanrının başında kuvveti temsil eden bir boynuz vardır.
Kayanın etrafına bazaltlardan büyük bir duvar örülmüştü. Kayanın üstü düzeltilmiş, yarıklar küçük taşlarla doldurulmuş, böylece burada yüksek bir taraça meydana getirilmiştir. Bu kısmın kenarları muntazam duvarlarla çevrilmiş, tepede şato yapılmıştır. Burada Eti yapılarının yerine oturtulmuş olan Frig duvarı eskisi kadar büyük değildir. Buradaki kazılardan elde edilen eserlerin çoğu bu çağa aittir.
1936 da yapılan bir inceleme gezisinde Prof. Şevket Aziz Kansu burada ve yamaçlarda Paleolitik aletler bulmuştur. Böylece Gâvurkale’nin derin bir tarihe sahip olduğu meydana çıkmıştır.
Ogüst (Augustus) Mabedi Kazısı
Ankara’nın bu ünlü mabedi uzun zaman bir Roma anıtı sanılmıştır. İstanbul Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden Krencker ve Schede 1926 — 1928 yıllarında, mabedin ön kısımlarının, açık bulunan bölümlerinde kazı yaptılar. Elde ettikleri arkeolojik belgelere ve anıtın ayakta duran kısımlarının incelenmesine göre, mabedin milâttan önce II. yüzyılda yapılmış olduğu sonucuna vardılar. Krencker ve Heck mabedin ionien tarzda bir rekonstrüksionunu vücude getirdiler. Ankara Belediyesi mabedin etrafındaki evleri kamulaştırarak. anıtı bütün güzelliğiyle ortaya çıkardı. 1939 da Müzeler Müdürü Hamit Koşay, Türk Tarih Kurumu adına yaptığı kazıda anıtın (Stylobat) basamaklar kısmını meydana çıkardı. Kazılar sütunların Korınt stilinde olduğunu gösterdi. Böylece anıtın birkaç yapı devresi geçirmiş olduğu anlaşıldı. Anıtın doğu güneyinde yapılan derin sondajda birçok Frig seramiği bulundu. Şu hale göre bu yer Frig, Galat, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı çağlarında sürekli yerleşmeye sahne olmuştur. Hamit Koşay tarafından yapılan derin kazı, mabedin güney doğulundadır. Bu kazıda üstte Bizans, Roma, Frig çanak çömlekleri bulunmuştur. En alttaki Frig yerleşmesi ana toprak üzerindedir. Bu katın kalınlığı 4 metreye yakındır- Burada bir Frig evine de rastlanmıştır. Bu ev küçük odalıdır. Küçük taşlarla ve çamur harçla yapılmıştır. Eldeki bu belgeler, mabet alanındaki yerleşmenin iki bölüme ayrılmasını gerektirmektedir. Frig-ler burada Anadolu'ya ilk geldikleri yüzyılda yerleşmişler, daha sonra M. O. altıncı yüzyılda da burada oturmuşlardır Böylece bura-nm Frig'ler çağında sürekli şekilde iskân edilmiş olduğunu anla-maktayız. Bu alanın ortasındaki yapılar, burada geniş bir kazı yapılmasına engel olmuştur. Bununla beraber tepeciğin önemli bir Frig mahallesi olduğu, hatta etrafının bir surla çevrildiği söylenebilir.
Yeni kazı ayaktaki klasik mabedin bir duvarla çevrilmiş olduğunu gösterdi.
— 81 —
İhtimal ki bu hal daha önceki bir geleneğin devamıdır. Kara-oğlan büyüğünde ve yanındaki Hacılarda olduğu gibi, Ogüst Mabedi tepesi etrafının Frig*ler tarafından bir aurla çevrilmiş olduğu kabul edilmektedir. (T. özgüç)
Ogüst Mabedi yanındaki kazı, bite insanların aynı yerde muhtelif çağlarda sürekli surette oturduklarını gösteren güzel bir örnektir.
un*ıl Hobohiaû nr»W<ıib »d rıakbo t ı«wirt ntaamM.ı . <.H . un 08X<' . 1
nıçı h ;;B8 ,ud H IİIh *’W **
■ ■ muit iinan ;no. nnnutovıti JÜT i IMnt "U
ÇanUuikapı Kazısı ve Roma Hamamı
Hamam, Ulus Meydanından Ziraat Enstitüsüne gidon yolun solundadır. Hamamın bulunduğu yer, kazı yapılmadan önce bir büyük - tepecik halinde idi.
1938 yılında Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Arkeoloji talebeleri, profesörleri Von der Osten’in idaresinde kazıya başladılar. O yıl yukarıdan aşağı sıra ile, Osmanlı, Selçuk, Bizans, Roma, ve Frig kültür katlan bulundu. 1939 da ayni kazıya devam edildi ve hamamın bir kısmı meydana çıkarıldı. 1940 dan 1942 ye kadar Arkeolog Necati Dolunay kazıyı idare etti. Bu kazılar sonucunda Klasik Çağa ait olan büyük hamamın hemen hemen tamamı ortaya çıkarılmıştır. (Resim 8)
Hamamda iki bölüm vardır.
-
1 — Oyun yeri (Palastra)
-
2 — Hamam
Hamamın soğuk kısmında (Frigidarium) da :
A — Yüzme havuzu (Piscina)
B — Soyunma yeri (Apoditerium)
C — Depo bulunmaktadır.
Sıcak bölüm:
-
1 — Ilık (Tepidarium)
-
2 — Çok sıcak (Caldariuın) olmak üzere ikiye ayrılıyor.
Hamamın bugün ayakta kalan yerleri, ısıtma yeri ve cehennemliktir.
Bu kısımda yuvarlak tuğlalardan direkler yapılmıştır. Asıl hamamın yıkanma odaları bu tuğla direklerin üzerindeki kattır. Hamamın yıkanmaya mahsus olan kısmı 130X80 metredir. Hamama soğuk, ılık, sıcak yerlerden geçerek girilir ki bu, sağlık için çok önemlidir. Soğuk kısımdaki yüzme havuzunun kenarında oturmak
için küçük basamaklar yapılmıştır. Bu havuz ve hamamın önündeki oyun yeri, buranın oyun, temizlik ve toplantı yeri olduğunu göstermiştir. Hamamda birçok para ele geçmiştir. Bunlardan en eskisi İmparator Karakalla ile annesi Julia Donna’nın resimlerini taşımaktadır ve (M. S. 212 ■ 217) yıllarına aittir. Kazıda, yılan tutan bir el de bulunmuştur. Bu el hamamın Tanrı Askiepiyos’a ihtaf edildiğini göstermektedir. Hamamın içinde bulunan paraların arasındaki tarih farkı 500 yıla yakındır. Hamamın muhtelif yerlerinde çıkan arkeolojik belegeler de bu yönden bizi aydınlatmaktadır. Hamam Karakalla zamanında yapılmış, BizanslIlar zamanında da kullanılmıştır. Hamamın bir istilâda yangın neticesinde harap olduğu anlaşılıyor. 1946 da bu hamamla Büyük Millet Meclisi arasındaki alanda, askerlik şubesi altında yapı müteahhitleri bir takım eski tuğlalar ve duvarlar meydana çıkardılar. Müzeler Umum Müdürlüğü Arkeolog ve mimarları ile bu temel kazısını kontrol ettirdi. İnceleme sonunda büyük hamama çok yakın olan bu yerde küçük bir hamamın bir kısmı meydana çıkarıldı. Üstte ele geçen bir tuğlada Bizans yazısı vardı. Bu belgeden hamamın uzun müddet kullanıldığı anlaşılmaktadır. Küçük hamam her bakımdan büyük hamamın aynidir. Ortaya çıkarılan temel ve duvarlar yeni yapının kurulması için kaldırılmıştır. Çankırıkapı büyüğünde, Roma Hamamından sonra bulunan kültür katı Frig’lere aittir. Bu çağa ait yerleşme tepenin güney eteği ile üst kısmını örtmüştür. Frig tabakasında birbirinden ayrı iki yapı katına rastlanmıştır. İlk katta çift odalı bir evle tek odalı bir evin plânları tespit olunmuştur. Buradaki yapılar küçük taşlarla, çamur harçla yapılmıştır. Çanakçöm-lek parçaları da bu hüyûkte geniş bir Frig yerleşmesinin varlığına tanıklık etmektedir. Ancak büyük hamamın altını baştan aşağıya yoklamaya imkân bulunamadığından bu kısım daima meçhul kalacaktır. Hamamın güney ve batı yönlerinde ileride yapılacak araştırmalarda belki de bu kısımda bir Frig suruna da tesadüf edilecektir.
Tflmölflsler (Beştepeler) Kazısı
Anıt - Kabirin yapıldığı alandaki, sayılan yirmiyi geçen küçüklü büyüklü, Tümülüsler ötedenberi araştırıcıların dikkatini çekmiştir. Bununla beraber, burada metodlu bir araştırma, ancak 1945 yılında Türk Tarih Kurumu adına yapılmıştır. Ankara yeni Devletin Baş-şahri olduğu sıralarda (1926) Makridi tarafından bu Tümülüs’lerden birkaçı açılmıştır. Ovakıt elde edilen sonuçlar, “Maarif Vekâleti Mecmuası» ında yayınlandı.
1945 de, Anıt-Kabir alanında yapılan toprak düzeltilmesi sırasında birkaç yığma mezann ortadan kaldırılması gerekiyordu. Müzeler Genel Müdürlüğü bu arkeolojik belgelerin geçirdiği tehlikeyi görerek işe elkoydu. Türk Tarih Kurumunun da yardımı ile Arkeolog Tahsin Özküç, Mahmud Akok ve Nezih Fırath Tümülüs’lerin kazılması işi ile görevlendirildiler. Kazı 1945 yılı Temmuz ayında yirmi gün sürdü. Bu metodlu kazıda iki Tümülüs açıldı. (Resim 8)
Kazıcıların 1 numaralı Tümülüs diye ad verdikleri yığma mezar 8.5 metre yüksekliğinde ve 50 metre çapında idi. Anıt - Kabir’in batısında bulunuyordu. Anatoprak üzerine yığılan çakıltaşları ölü gömülen ve hediye konulan çukuru dolduruyordu. Bu çakıltaşları mezarın kolayca soyulmamasına yaramakta idi. Mezar anatoprağa derinliği 2, boyu 6X5 metre olarak kazılmıştır. Çukura, ardıç kalaslardan yapılmış üstü açık bir sanduka yerleştirilmiştir. Sanduka (Tekne) nin kuzeydoğu köşesinde, kalınca bir kütükden yapılmış bir bank bulunuyordu.
Mezar çukurunun tabanına demirlerle tutturulmuş çıtalar döşenmişti. Bu mezarın mimarlık bakımından yapılışı, Gordion Nek-ropol'undaki II, III, IV, numaralı Tümülüslerin benzeridir. Ankara-daki ve Gordion daki Tümülüslerde ölünün konulduğu yere giden bir yol veya kapı yoktur. Ölü, çukura üstten konulmuştur.
Çukurun içinde bankın kenarına toprak kaplar yerleştirilmiştir. Bunların bazılarında küller vardı.
Bu kaplar ve ölü hediyeleri çukura konulduktan sonra, mezarın üstü ve kenarları çakıltaşlariyle doldurulmuştur.
ölünün yanına konulan hediyeler arasında bir üçayak (Tripod) elegeçmiştir. Bir köşede, üzeri örgülerle işlenmiş bir tunç kemer ile tokası bulunmuştur. Şerit halinde olan bu tunç kemer tokasının küçük deliklerinden bir kumaşa dikildiği anlaşılıyor. Mezar çukurunun diğer bir köşesinde tunç kap parçaları vardır. Bir köşede yedi tane, dilimli tunç mızrak ucu bulundu. Bu uçlar ağaç saplara geçirilerek kullanılıyordu.
Çukurun kenarında, ortaları göbekli, kenarları bombeli ve yaldızlı iki eltası, şurada burada keten kumaş parçaları ele geçmiştir. Bazı çiviler de bulunmuştur. Bunların mezardaki eşyada kullanıldığına şüphe yoktur.
Bu mezarların buluntuları, mezarda yatanın bir savaşçı olduğunu kesin olarak göstermektedir.
Kazılan 2 numaralı Tümülüs, birinci Tümülüsün 82 m. doğusunda idi. Anatoprak içine kazılan mezarın üstü 4 - 4.5 metreyi aşmayan bir toprak yığını ile örtülmüştü. Çukurun derinliği 2, boyu 4 80X380 metredir. Bu mezarın içi toprakla doldurululmuş kenara çakıltaşlarından bir duvarcık örülmüştür. Çukurun kenarlarını sağlamlaştırmak için, ağaç ve dallar da kullanılmıştır.
Mezarın yönü, birinci Tümülüs’te olduğu gibi doğu — batı ve kuzey — güney idi. Çukurun içinde ve ölünün konulduğu yerden epeyce yukarda tunç bir düğme, bir okucu, Frig’lerin tipik kırmızı gri kap parçaları bulunmuş, bu kapların arasında hasır izlerine tesadüf edilmiştir.
Sağlam olarak ele geçirilen bir kabın içinde insan külü vardı. Kül konulmamış kapların içinde ölülere hediye edilmiş yenilecek veya içilecek şeylerin bulunduğu şüphesizdir. Mezarda tunçtan iki kulp, bir üçayak (Tripod) bir çatal, iki tunç mızrakucu, birçok kaplar ve çiviler meydana çıkarılmıştır. Kapların üzerinde yapışık görülen kumaş parçaları, bunların bir örtü ile sarıldıkları düşüncesine vardırmaktadır.
Bu Tümülüste elde edilen eşya, I numaralı Tümülüste bulunanların her bakımdan çok benzerleridir.
Anıtkabir yakınındaki Tümülüste, ölülerin yakıldıktan sonra gömüldükleri anlaşılmıştır. Mezara konulan küller birkaç kap
içinde idi. Her iki mezarda da yanmış insan kemiği parçalarına tesadüf edilmiştir. Belki de her mezara birkaç ölünün külü konulmuştur. 1926 da Makridi’nin açtığı Tûmülüslerdetı üçüncüsünde bir at iskeletine Taşlanmıştır.
Şimdiye kadar ele geçen Frig mezarlarından bir kısımda ölülerin yakılarak gömüldüğü, bazılarında da, yakılmadan gömüldüğü anlaşılmıştın Bilhassa Gordion’da kazılan III ve IV numaralı Tümülüelere, ölüler yakılmadan konulmuştur. Bununla beraber Ankara Tümülüsleri ile, Gordion’un bu Tümûlüsleri yaş bakımından bir fark göstermezler. Mimarlık ve hediyeler hemen hemen birbirlerinin aynıdır.
ölüyü yakarak mezara koyma adeti Etilerde de vardı. Anıtkabir alanındaki Tümülüsler Frig egemenliğinin Kimer’ler tarafından sona erdirilmesinden önceye aittir. Mezarlardaki zengin eşya, bu tarihin M. ö. 8. yüzyıl olduğunu göstermiştir-. Kimer aşkınından sonraya ait olan Tümülüsler Ankara’daki Tümülüslerden çok farklıdır. Ankara Tümülüsleri ile, Çankırıkapı ve Augutus tapınağı çevresinde yapılan Frig şehri yaşça birbirlerinin aynıdır. Ankara içinde yapılan kazılar Frig’lerin çanakçömlek eşyasından bol örnekler vermiştir. Bir Firig Nekropolü olan bu alandaki mezarlar ise, çok ileri bir teknik gösteren madenî eşya bakımdan zengindir. Bu eşyanın birçokları, Anadolu’nun M. Ö. ikinci ve üçüncü bin yıkara ait örneklerinin geleneklerini yaşatmaktadır. Bu kazılar, Ankara da M. ö. 7 • 8 inci yüzyıllarda ileri bir Frig şehrinin geliştiğini açıkça göstermiştir.
Küçük Buluntular
İstasyon arkasındaki Tümülüslerde kazıya, Makridı tarafından 3 / Ağustos / 1341 (1925) de başlandı. îlk önce en bûyûk yığmada bir tranşe açıldı, sonra derinliğine ve uzunluğuna bir tünel kazıldı. Önce bir çok hayvan dişleri ve kemikleri bulundu. Bundan sonra bu tepenin 500 metre güney batısında bulunan Tümülüs’den ikisi açıldı. Birinde bir takım duvarlar bulundu. Bu duvarların bir mezara ait olduğu anlaşılmakta idi. Elde edilen eserler arasında tunç bir vazo da vardır. Bu vazo parçaları altın yaldızlıdır. Birkaç demir ve tahta möble parçası da ele geçti. Bu birinci küçük tümüiüs’ün daha eski çağlarda soyulmuş olduğu anlaşılıyordu. Bütün bu eşyanın Friglere ait olduğu tesbit edildi. Batıdaki üçüncü tümulüs de kazılmış, bir at iskeletine tesadüf edilmiştir, incelemeler bu atın aynı yerde gömülen savaşçıya ait öldüğünü göstermekte idi. Biraz ilerde savaşçının silâh ve elbisesine ait küçük maden eşya öle geçti. Meydana çıkarılan çanakçömlek siyah topraktan yapılmıştır ve cilâlıdır. Ele geçen küller ölünün yakıldığını göstermektedir. Bu üç kazıdan elde edilen sonuca göre, yığmalar (Tümülüsler) bir veya bir kaç savaşçıya (Komutan?) aittir. Çanakçömlek ve madeni eşya açık olarak Frig çağını göstermektedir. ’ ,
Demiryolları Genel Müdürlüğü binası ve köprü yapılırken Bizans mezarları ele geçmişti, işçiler tarafından bulunan Frig ölü küpleri, bu yerin çok eskiden beri (Nekropol) mezarlık olarak kullanıldığını meydana koydu. Buradaki küplerin benzerleri Anıt Kabir alanındaki iki tüdıülüdde de ele geçmiştir. Küplerin M.Ö. 8. inci yüzyıla ait olduğu tesbit olunmuştur ki, hu çağda Ankara bölgesi Friglerin egemenliği altındadır. Ankara tümulüs’lerinin (Augustus) Ogüst mabediyle Çankırıkapı da oturan Frig Beylerinin (Komutan?) mezarları olduğu kabul ediliyor. Buna göre istasyon yöresindeki mezarlar da halka ait olmalıdır. Her İki sınıf insan, ölülerini yakmış, küllerini gömmüştür.
Gazi Orman Çiftliği Fidanlığında 1932 yılında su çıkarmak için yapılan sondaj yerimle birkaç taş bulunuyor. İşçiler işlenmemiş taşlar arasında oyulmuş bir taşa tesadüf ediyorlar. Bu taş kaldın-
lıyor. Toprağa kapanmış olan yüzünde bir kabartma görülüyor. Atatürk, Dr. Reşit Galib’e burada bir kazı yapılması için emir veriyor. Bu işi üzerine alan Müzeler Müdürü Hamit Koşay burada küçük bir kazı yapmıştır. Bu kazıda eski bir yola ait belgeler bulunmuştur. Daha önce bronz bir takım parçaların ele geçtiği yerde bir kazı yapılmıştır. Burada 80 santim derinliğinde bazı kap kacak çıkıyor. Ele geçen eşya, bu yerin küçük bir Frig yerleşmesi (Tümü-lüs?) olduğunu göstermektedir. Bronz kulplu, kulpsuz taslar, tencere, kepçe, fibula, okuçlan, düğmeler gibi tipik eşya Gordion da III. Tümülüs’de ele geçen Frig eşyasının hemen hemen aynıdır. Bu kaplar, FrigTerin maden dökme ve döğme tekniğinde çok ileri olduklarını göstermektedir. (Resim 10)
Su aramak için yapılan sondaj yerinde ele geçen ve uzunluğu 1,60, genişliği 1,30, kalınlığı 32 santimetre olan bir kabartma Ankara Eti Müzesindedir. Buradaki araştırmalar kabartmanın büyük bir yapıya ait olduğunu göstermiştir. Arslan gövdeli ve kuş başlı olan bu kabartmanın bir benzeri Ogüst mabedinin 200 metre kadar doğusundaki Ahiyakup sokağında kaldırım taşları arasında bulunmuştur.
Fidanlıkla bulunan kabartmanın iki tarafı araştırıldığı vakit toprak yüzünden bir metre aşağıda büyükçe bir yola tesadüf edilmiştir. Bu iki buluntu buranın Frigler zamanında kuvvetli bir yerleşmeye sahne olduğunu göstermektedir. (Bk. Eti Müzesi)
1931 yılında Çankırıkapı’dan geçen büyük yol açılırken bir takım klasik mimarlık parçaları ele geçti. Bu eserlerin incelenmesi için Alman Arkeoloji Enstitüsünden Dr. Bittel ve Dr. Dalman Ankara’ya çağırıldılar. Bu uzmanlar bazı kazılar yaparak durumu tesbit ettiler :
Yeni açılan yol, bir Roma caddesini ortadan ikiye bölmüştür. Roma yolu düz kaldırımlarla örtülüdür. Sütunlu bir avlu bozulmamış olarak ele geçmiştir. Yolun ilerisi bir şark pazarına çıkmaktadır. Buradaki sütunların gövdesi düzdür. Başlıkların üslubu, eserlerin Hadrian zamanından sonraki devirlere ait olduğunu göstermektedir. Sütunlar, alınlıklar sade ve az çok mahallî tiptedir. Bu çarşının ve çarşıya ait binaların BizanslIlar zamanında kullanıldığı ve genişletildiği kabul ediliyor. Burada ele geçen mimarlık parçalan
Romalılar zamanında şehrin eteklerine doğru yayılmış olan ve O-güst mabedi ile Halkevi arasında uzanan mahallenin ve resmî yapıların bir kısmına aittir.
1943 yılında bugünkü telefon Genel Müdürlüğü binasının temelleri kazılırken işçiler klasik çağa ait büyük bir duvar meydana çıkardılar. Duvarın etrafında bir mabede ait olduğu zannedilen taşlar vardı. Bu taşlardan birinin üzerinde kırılmış yunanca bir harf görülüyordu.
1946 da Merkez Bankasının kasalarına sızan suları kesmek için binanın etrafı asfalta Paralel ve dikey olmak üzere derince kazıldı. (2 — 3 metre ?) îki tarafta pek çok klâsik tuğla ve seramik bulundu. Karpiçle Bankanın kapısı arasındaki kısımdan (30) kadar kandil çıktı. Seramikler Roma, Bizans çağlarına aitti.
1944 de, şimdiki Belediye binasının solundaki büyük binanın temelleri kazılırken, doğu - batı istikametinde uzanan ve arkadaki evlerin altına gelen kısımda köşe teşkil eden büyük duvarlar meydana çıktı. Buradan pek çok klasik seramiği toplandı. Bu arada bronzdan yapılmış ve bozulmadan kalmış harikuiâde güzel, tabiî cesamete yakın bir madalyon işçiler tarafından bulundu.
Açık başlı, geniş alınlı, kalın kaşlı, iri burunlu fevkalâde tipik, Romalı kıyafetinde bir erkeği temsil eden büst’ün İmparator Tra-yan’a ait olduğu anlaşılmıştır. (Resim 11)
Buradaki yapı, esaslı şekilde incelenememiş olmakla beraber, büyük bir mimarî hey’etin bir kısmı idi. Başında çelenk bulunan bu büst ihtimal ki bir büyük kapıya veya bir zafer takına konulmuştu.
1947 yılında aynı yerin sağında 2—3 metre derinliğinde bir temel kazısı yapıldı. Zemini Ankara taşı ile döşenmiş büyük bir yapının temelleri meydana çıktı. Bu yapının bir Roma resmi binası olduğu tahmin edilmiştir.
1944 yılında, Sarıkışla’ya giden yolun sağında, Aşı Serumevi binasının temelleri kazılırken 2 — 3 metre derinliğinde bir çok klasik çanakçömlek meydana çıktı. Bu alanda açılmış olan temellerin üst kısımlarında Bizans, onun altında Roma Çağı toprak kapları yığın halinde görülmekte idi.
ANITLAR
Ankara’nın Klasik Çağ Anıtları
Sou yıllardı incelenen kitabelerden, Ankara’da I. yüz yıldan önceki yıllarda bir meclis binası yapıldığı anlaşılıyor. Şehrin kültür hayatını canlandıran bir Plaestrası da vardı. Bu yer Çankırıkapı’daki Hamam kaşlında ortaya çıkarılmıştır. Hamamın önünde bulunan geniş meydanda bu yapıya ait mimarlık belgeleri görülmektedir. Şehirde bir tiyatronun da bulunduğu kitabelerden anlaşılıyor. Fakat bu yapının yeri henüz belli değildir. Oğüst mabedinin yakınında bir hipodromda şenlikler yapıldığı kitabelerden anlaşılmaktadır. Oğüst mabediyle Çankırıkapı arasında bir direkli yolun bulunduğu orada elde edilen mimarlık belgeleriyle tesbit edilmiştir. Buralarda b;r pazı, yerine ait belgeler de ele geçmiştir. Bunlardan başka Ankara'da tapınılan tanrılardan birçoğunun da mabetleri olması icabetler. Fakat şimdilik bunların yerleri belli değildir. Malesef son yıllardaki yapı kazılarında ortaya çıkan mimarlık belgeleri iyice incelenmemiş olduğu için bu türlü abidelerin kalıntılarından bazıları tahrip edilmiştir.
Yeni yapılını telefon yapısı temellerinde görülen duvarları bu arada saymak mümkündür. Klasik yapıların yayılışı bize bu çağ yerleşmesi hakkında genel bir fikir vermektedir. Öyle anlaşılıyor ki. klâsik şehir Çankırıkapı (R. 12) Haeıbayram, Belediye, Halkevi semtlerine yayılmıştır. Bu çağ yapılarının tahribi, Romalılar zamanında başlamış, BizanslIlar zamanında ve Selçuk çağında süregelmiştir. Şehrin korunması maksadiyle Kalenin onaranına taş bulmak ihtiyacı buna sebep olmuş görünüyor. Kale surlarındaki belgelerde bu düşünceyi desteklemektedir.
Ogust (Augustus) Mabedi
Bütün dünya klasik çağ anıtlarının en güzellerinden biri ulan bu mabet 16 tıncı yüzyıldan beri, tarihçilerin ve bilim adamlarının dikkatini üzerine çekmiştir. Bu türlü antik eserlere karşı başlayan büyük ilgi Rönesans’dan sonra büsbütün artmıştı. Oğüsi mabedi arkeoloji edebiyatına Monumentum Ancyrahum adıyla bu çağlarda geçmişti'1.
İmparator I. Ferdinanden elçisi Busbeck bu anıtı incelemiş ve kitabesini kopya ederek memleketine götürmüştü (1555). Ch. Texier 1855 de anıt üzerinde uzun incelemeler yaparak Küçükasya adlı eserinde yayınladı. Böylece abidenin dünyaca tanınmasına fırsat verdi. Fransız arkeolog ve dilcisi G. Perrot bir mimar arkadaşı ile birlikle bu anili ilmi şekilde inceledi. Elde ettiği neticeleri bir kitap haline koydu. Bununla beraber anıtın asıl plânı meydana çıkarılamadı. 1925—1926 da Alman Arkeologlarından Prof. Schede Mimar Prof. Krencker hem anıt üzerinde incelemeler yaptılar, bem de küçük bir kazı ile anıtın eski halini belirtmeğe çalıştılar. Daha sonra anıt etrafında Müzeler Umum Müdürü Hamit Koşay’da bir kazı yaptı. Bu kazılar Oğüst Mabedi çevresinin arkeolojik belgelerini meydana koydu. Şimdi ayakta duran kısımlar, büyük kapı, Tanrıevi (Sella) ve (Pronaos) dehlizdir. Büyük kapıdan Sellaya girilir. Bu kısım Bizans devrinde çok değişikliğe uğramıştır. Sche-de’nin Sella etrafında yaptığı kazı, mabedin sütunlu bir galeri ile çevrilmiş olduğunu meydana koydu. Mabedin planı bir dikdörtgen şeklindedir. Dörtgenin kısa tarafında sekiz, uzun tarafında onbeş sütun vardı.
Prof. Schede’ye göre anıt, evvelce zannedildiği gibi bir Roma mabedi değildir. İmparator Augustus tarafından da yapılmamıştır. Prof, arkeolojik debilerle isbat etmiştir ki, bu anıt Magnezyadaki Artemis mabedi gibi, Milâttan önce ikinci yüzyılda yapılmış Helenistik bir eserdir. İmparator Trayaıı zamanında basılmış Ankara’ya ait bir parada Mabedin tanrı Men’e ait olduğu kabartmadaki şekilden anlaşılıyor, Gene Roma İmparatorlarından Mark Aurel in An-
kara’ya ait parasında mabedin yeni sütunlarla tamamlanmış şekli görülmektedir. Daha sonra bir tanrıça olarak kabul edilen Roma, bu mabedin sahibi olmuştur. Büyük İmparator Augustus buraları (Galatya) zaptederek Romaya bağladığı sıralarda (M.Ö. 25) bu mabet yeni bir önem kazandı. Augustus’un gelecek nesillere armağan ettiği kendi kitabesinin lâtincesi bu mabedin iç duvarına, grekçesi dış duvarına kazdırılmıştır,
Hıristiyanlık, bu taraflarda kuvvetli şekilde yerleşince Mabet değiştirilerek kilise haline getirilmiştir. Bu çağda Sollanın zemini doldurulmuş, arka duvarın birine bir apsid ilâve olunmuş ve duvarların üst kısımlarına birtakım pencereler açılmıştır. Hacıbayram Camiinin buraya yapılmasından sonra da Mabette değişiklikler meydana getirilmiştir. (RM. 13—14)
Mabet bugün temiz bir şekilde korunmaktadır. HeUenistik vs Roma çağlarında şehrin Akropolisi üzerinde haşmetle yükselen anıt o çağların mimarlıkta ve sanatta ne kadar ileri gitmiş olduğunun en değerli bir bölgesidir. Abide Ankara’nın süsüdür.
Ogust Mabedi Kitabesi
(H. S. Gelendos’un tercümesinden kısaltılmıştır.)
İlâhi Augustus’un dünyayı Roma’nın egemenliği altına almak için yaptığı işleri gösteren belgenin bir örneği aşağıdadır. Bunun aslı Komadadır.
Ondokuz yaşımda kendi teşebbüsüm ve paramla bir ordu kurdum. Bu ordu ile devleti parti tahakkümünden kurtardım.
Bundan dolayı senato beni üyeliğe seçti. Aynı zamanda Başkomutanlık ödevini ve yetkisini verdi.
O yıl (M. Ö. 43) her iki konsül de harpte ölünce halk beni konsül yaptı.
Babamın kaatillerini cezalardırdım. Devlete karşı açtıkları harpte onları yendim.
Bütün cihan üzerinde/ karada ve denizde harplere giriştim. Zaptettiğim yerlerin ahalisine merhamet gösterdim. Hizmetleri biten askerlerimin hepsine toprak ve para vererek yerleştirdim.
Altıyüz gemi zaptettim.
Birçok kerre zafer alayı yaptım. Yirmi bir defa İmparator ismini aldım. Karada ve denizde kazandığım zaferlerden dolayı Senato ellibeş defa dinî tören yapılmasına karar verdi. Zafer alaylarında arabamın önünde dokuz Kral ve Kral çocuğu yürüyordu.
Halk ve Senato tarafından teklif edilen diktatörlüğü kabul etmedim. Büyük bir kıtlık olduğu sene aldığım iyi tedbirler sayesinde milleti açlıktan kurtardım. Kaydıhayat şartiyle verilen konsüllük ödevini de kabul etmedim.
Senato ve Roma milleti bana en yüksek yetkileri vermek istedikleri halde ecdadımızın geleneklerine uygun olmayan herhangi bir memurluğu kabul etmedim.
— 94 —
Devleti teşkilâtlandırmak üzere kurulmuş olan Üçler Meclisinin, on yıl üyeliğini yaptım. Kırk yıl Senato’nun en seçkin mevkiini işgal ettim.
Kutsal törenlere bakan onbeş üyeden biri, dinî ziyafetler hazırlayan yedi kişiden biri ve diğer çeşitli rahip cemiyetlerinin üyesi oldum.
Milletten ve Senato'dan aldığım talimat üzerine Patricien’lerin sayısını artırdım. Üç defa Senato seçimi yaptım. Altıncı Konsüllü-ğümde arkadaşım Agrippa ile Roma milletinin bir nüfus sayımını yaptım. Bundan sonra her beş yılda bir dört nüfus sayımı yaptım.
Yeni kanunlar yaparak birçok gelenekleri dirilttim.
Senato ve vatandaşlar birçok defalar sağlığım için adaklar verip kurbanlar kestiler.
Senato’nun karariyle ismim İlâhilere konuldu. Bir kanunla şahsımın kutsal sayılması ve hayatımın sonuna kadar tribün salahiyetini haiz olmam karar altına alındı. Başrahip seçildim.
Senato, Suriye’den dönüşümün yıldönümünde her yıl kurban kesilmesini ve bu gün ismime armağan olarak Augustalia denilmesini karar altına aldı.
Başta konsül olmak üzere, birçok seçkin devlet büyük ¡eri ve halk Campania’ya kadar beni karşılamaya gönderildiler. Bu şeref benden evvel kimseye nasip olmadı.
İspanya ve Galyanın işlerini muvaffakiyetle bitirdikten sonra dönüşüm kutlandı. Her yıl bu günde kurban kesilmesi kabul edildi.
Senato ye Roma halkı şahsıma bir şeref olmak üzere oğullarıma daha genç yaşta yüksek rütbeler verdiler. Aynı zamanda bütün Roma şövalyeleri gümüş kalkan ve mızraklar hediye ettiler.
Babamın vasiyetine uyarak Roma’uın yoksul halkına para dağıttım. Harp ganimetlerinden her şahsa hisse verdim. Kendi mirasımdan her ferde bir bağışta bulundum.
Kendi paramla satın aldığım zahireden on iki defa buğday dağıtımı yaptım. Kolonilerdeki askerlerime ve ahaliye birçok defa para dağıttım.
Belediyeye ve askerlerime ayırmış olduğum toprağa karşılık para ödedim. Benden evvel askerî koloni tesis edenlerden hiçbiri bu şekilde hareket etmemişti. Hizmetleri biten askerlerim® para mükâfatları verdim.
Dört defa geriet hâzineye kendi paramla yurdun ettim ve hazine memurlarına para yerdim.
Hizmet etmiş askerlere yardım için kurulan hâzineye de kendi servetimden para yatırdım.
Vilâyet vergileri eksik elde edildiği zaman bunu kendi zahirem ve paramla tamamladım. ,
Aşağıdaki binalar tarafımdan yaptırıldı: Senato binası »e yanındaki Minerva Chalcidicum türbesi, Apollo mabedi, Julius mabedi, bir Lupeıcal, Flaminius meydanındaki Portico, Circus Maximus’da bir türbe, Capitol’de Jupiter Tonans, Jupiter Feretrius için birer mabet, Aventin de Quirinus mabedi, Minerva ve Juoo Regina ve Jupiter Libertas, Lares mabedi, Deipenates mabedi, Juventus ve Magna Mater mabedi.
Gapitolium mabedini ve Pompeius tiyatrosunu onarttım. Harap olmaya yüz tutan su yollarını da tamir ettirip kemerlerdeki su miktarını artırdım. Babam tarafından başlanılmış olan Forum Julium’u ve Gastor mabedi ile Saturn mabedi arasındaki Basilica’yı tamamladım. Sonraları ayni basilica yangınla harap olunca üzerine oğullarımın isimlerini yazdırarak yeniden yapılmasına başladım. Bitiremediğim takdirde varislerim tarafından tamamlanmasını vasiyet ettim. Şehirdeki ilâhlara ait bütün mabetleri ve birçok köprülerle bir şoseyi de onarttım.
Özel arazim üzerine ve harp ganimetlerinden Mars ültor mabedini ve Ogüst Forum’unu yaptırdım. Apollo mabedine bitişik tiyatroyu da arazisini kendim satın almak suretiyle yaptırdım.
Yaptırdığım mabetlere harp ganimetlerinden bağışlarda bulundum. Zafer alaylarım için verilen altınları iade ettim.
Kendim, oğullarım ve torunlarım namına gladyatör oyunları verdim, atlet gösterileri sağladım. Forumda, Sirkte yahut ^nıfite-atfda tertip ettiğim Afrika vahşi hayvanları gösterisinde takriben üçbin beşyüz hayvan öldürüldü.
Halk için Tiber nehri kıyısında deniz muharebesi gösterisi tertip ettim
Harp esnasında soyulan mabetlerin tezyinatını tekrar yerine koydum. Seksen kadar gümüşten heykelimi kendim indirtip bunlardan hasıl olan para ile Apollo mabedine altın hediyeler koydum.
Denizleri korsanlardan temizledim. Efendilerinden kaçıp silâha sarılan köleleri yerlerine iade ettim. Actium zaferi ile neticelenen muharebede Başkomutan oldum- Bütün İtalya, aynı şekilde Galya, İspanya, Afrika, Sicilya ve Sardinya bana kendiliklerinden bağlılık yemini ettiler. ,
Galya, İspanya, Germanya ve GadeYden Elbenin ağzına kadar olan bütün mıntakada barış kurdum. Adriyatik denizinden Tirenyen denizine kadar, Alplerde dahi güvenliği sağladım. Donanmam Rayn nehri ağzından doğuya Kirnber’lerin sınırlarına kadar gitti. Kim-ber’ier, Charyd’ler, Semon’lar ve diğer German milletleri bana elçiler gönderdiler.
Emrimde ve himayem altında biri Habeşistana diğeri Arabistan’a iki ordu gönderildi. Habeşistan’daki ordu Nabata’ya, Arabistan’da ise Sabaların arazisi içinde Mariba’ya kadar ilerledi.
Mısırı Roma İmparatorluğuna ilâve ettim. Büyük Ermenistam bir Roma eyaleti haline getirdim fakat, başına Ermeni kıral hanedanına mensup prensler koydum.
Adriyatik denizinin doğusundaki eyaletleri ve bütün Cyrena'yı ele geçirdim. Esirler harbinde işgal edilmiş olan Sicilya ve Sardin-ya’yı tekrar ele geçirdim.
Afrika, Sicilya, Makedonya, Ispanya, Achania, Asya, Suriye, Galia Narbonensis ve Psidya’da askerî koloniler kurdum. Bunlarla beraber İtalya’da kurduğum askerî kolonilerde de müreffeh bir topluluk yaşıyordu. Diğer komutanlar tarafından kaybedilmiş olan askerî sancakları geri aldım ve bunları Mars Ultor mabedine koydum.
Üvey oğlum Tiberius Nero vasıtasiyle Pannonia kabilelerini yenerek Roma’ya ilâve ettim. îlliricum eyaletinin hudutlarını anaya kadar genişlettim. Sonra komutanlarım Tunayı geçerek Dacıa kabilelerini Roma’ya boyun eğmeye mecbur ettiler.-
— 97 -
Hindistan Kralları bana elçiler gönderdiler. Bunlar o zamana kadar hiçbir Roma komutanına gelmemişlerdi. Bastarn’lar, îskitler Sarmatlar, Albanlar, îberler ve Med'lerin Kıralları elçiler göndererek dostluğumuzu aradılar.
Part, Med, Adiaben, Briton, Sueb milletlerinin kıralları da bana sığındılar. Bundan başka Part kralı bütün oğullarını ve torunlarını dostluğumuzu sağlamak için rehine olarak İtalya’ya gönderdiler.
Part ve Med’ler memleketlerinin ileri gelenlerini elçi göndererek benden kıral istediler. Ben de bana sığınanlardan gönderdim, kabul ettiler.
Altıncı ve yedinci koıısüllüklerimde iç ayaklanmaları bastırdıktan sonra İmparatorluğun en yüksek salâhiyeti şahsıma verildiği halde, Cumhuriyeti Senato ve milletin kontrolüne devrettim. Bu hizmetim için Senato karariyle bana (Augustus) Ogüst adı verildi. Evimin kapısı defne darlariyle süslendi. Kapımın üzerine vatandaşlık tacı asıldı ve Julia Senato binasına altın bir kalkan konuldu. Kalkanın üzerindeki kitabeden de anlaşılacağı üzere, o hana Senato ve Roma milleti tarafından faziletim, merhametim ve vazifeme bağlılığım için verildi.
Senato, şövalye sınıfı ve bütün Roma halkı bana “Vatanın Babası„ unvanını verdi. Bu unvan evimin medhaline, Senato binasına ve Oğüst Forumunda şerefime dikilen harp arabasının altına kazıldı.
Bunları yazarken yetmiş altı yaşımda idim.
Ankara Kalesi
Genel Görünüş
Ankara düzlüğünün ortasında iki tepe yükselir, ikisinin arasındaki derin uçurumun ortasından Bentderesi geçer. Derenin kuzeyindeki Altındağ son yıllara kadar bomboştu. Şimdi bu yamaçlar küçük evlerle örtülüdür. Güneydeki tepe eski Ankara’yı yaşatıyor. Düzlükten bakınca bu tepenin en yüksek yerinde Ankara kalesinin burçları görünür. Eteklerinde eski Ankara evleri, minareler, benzersiz bir güzellikle ufka yaslanır. (Resim 15)
Kalenin kurulduğu tepe, Hatıpçayının tabanından 110 metre yüksektir. En üsteki Akkalenin denizden yüksekliği 978 metredir. Eski Ankara evleri bu tepede ve eteklerindedir. Şehrin nüfus bakımından en kalabalık yerleri buralarıdır. Şimdiki ayakta duran kale iki kısımdır. Yüksekte olan içkaledir. Dışkale tepenin kuzey, batı ve güney yönlerin dedir. Içkaleye doğuda Şark kalesinde, batıda Hatıpçayı’na bakan yamaçta birleşir.
Dışkalenin duvarları son yıllarda sağlamlaştırılmıştır. Yeni yapılan îsmetpaşa Parkı, ortadaki yangın yerini yeşilliklerle örtmüştür. Dışkalenin 20 kulesi vai’dı Bunun 15 i şimdi ayaktadır, tki büyük kapısı vardır. Dışardan parka girmek için şimdi güzel bir merdivenli kapı yapılmıştır. Güneydeki Hisarkapısıdır. îçkale bir dikdörtgen biçimindedir. Şimale yakın yerleri, ya yerli bazalt veya mermer blokları ile örülmüştür. Üst kısımlarda çeşitli taş, mermer veya tuğla kullanılmıştır. Mermerlerin çoğu eski klâsik Ankara anıtlarından getirilmiştir. Mermer sütun başlıklar arhi-travlar, ya surları onarmak veya çabucak yeni bir sur örmek için bilhassa Orta Çağda BizanslIlar tarafından taşınmıştır. İçkale 50.000 metre kare alan kaplamaktadır. Çevresi 1150 metredir. Çoğu beş köşeli 42 kulesi vardır. Kulelerin yüksekliği 14 - 16 metredir. Batıdaki 19 kule, düzlükten çok güzel görünür. Gençkapı, Zindan-kapı, Parmakkapı diye üç kapısı vardır. Doğudaki Şarkkale yuvarlaktır. Bu kısım kalenin doğuda en hakim yeridir. Hatıpçayma
bakan Akkale, bugün Müzenin deposu olarak kullanılmaktadır, üzün müddet Dizdarlara şato ödevi gördüğü gibi, zaman zaman esirlerin hapsedilmesi için de kullanılmıştır. Müze deposu olmadan önce askeri malzeme konulmakta idi. Akkaleden Hatıpçayna dik bir uçurumdan inilir. Su almak veya askeri maksatlar için yapılmış olan yeraltı yolu “potern„ de kalenin bu kısmına yakındır. Akka-lenin bir köşesine bağlanan ve Hatıpçayına paralel uzanan bir ikinci duvar vardır ki bu, Selçuklar zamanında yapılmıştır. Dışkale gibi İçkalc de bir Bizans yapısıdır. Onarımlarda Selçuklar da bazı ilâveler yapmışlardır. [*] Üst kale duvarlarında Hıristiyanlık devri haçları vardır. Parmakkapı üstündeki yazıda şehrin savunmasından bahsediliyor. BizanslIlardan sonra yapılan onarımlarda ahşap kullanıldığı görülmektedir. Bizans ustaları duvarlarını Romalıların tekniğine uygun bloklarla yapıyorlardı. Ancak aralarına koydukları harç o kadar sağlam değildi. Ankara kalesinin duvarlarında Bizans yapı tarzı açıkça görülüyor.
Kalenin Kısa Tarihi
Ankara’da Etiler zamanında bir kalenin kurulmuş olduğunu ileri sürenler, şimdilik kesin hiçbir belgeye dayanmamaktadırlar. Doğu - batı ve güney Anadoluyu bir birine bağlayan eski yolların Ankaradan geçmekte olduğunu gözönünde bulunduran bilginler, Etilerin burada bir garnizon kurmuş olmaları gerektiğine inanıyorlar. Tarih bölümünde de işaret ettiğimiz gibi, ne şimdi ayakta duran kalede, ne de eteklerde, Etilerin oturduğunu gösteren bir ize tesadüf edilememiş olmasından dolayı bu fikir bir ihtimal olmaktan ileriye gidemiyor. Son yıllarda ele geçen eserler, Friglerin, Oğüst mabedi, Doğanbey, Belediye, Soğukkuyu, Çankırıkapı çevresinde oturduklarını kesin olarak göstermiştir. Kalenin içinde bu çağa ait bir şey ele geçmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki Frig şehri tepede kurulmamıştı. Bu takdirde Friglerin müstahkem yerlerinin de yukarda adı geçen çevrede olması icap ediyor. Şimdiki Ankara Kalesinin, daha Frigler zamanında kurulmuş olduğunu kabul etmek güçtür.
Galatların Ankara’ya yerleşmeleri sırasında Ankara’da bir müstahkem yer bulunduğu, Romalılar Galatları yenince onların bu müstahkem yere sığındıkları biliniyor. Romalılar bu bölgeyi eğe-menlikleri altına aldıkları vakit, Ankara sınırlardan uzakta güvenliği sağlanmış bir şehir oldu. Bu zamanlarda şehrin etrafındaki surun önemi kalmamıştı. [*] Şehri kuşatan surun İmparator Caracalla (M.S.
211—217) zamanında Anadolu’da Roma egemenliği zayıflamakta idi. Severus Aleksander (M.S222—235) Perslere karşı açtığı savaşta yenildi. İmparator Valeriyan (M.S.257) doğuda giriştiği seferde Perslere esir düştü. Anadolu komşu savaşçı ulusların saldırmalarına karşı koymak zorunda idi. İmparatorluk bu savunmayı başaramadığından, hemen her şehir halkı kendi güvenliğini sağlamağa çalışıyordu. Ankara surlarının bu zamanda yeniden onarıldığı anlaşılıyor. Şimdiki Ankara kalesi ile Romalılar zamanındaki surun aynı yapı olmadığı muhakkaktır. Bu ilk surun, bugün birçok bölümleri meydana çıkarılan klasik şehri çevrelemesi icap ettiğine göre, duvarın (Sur) bugünkü kaleden çok aşağıda, Ogüst mabedi çevresinde bulunması gerekir. Romalılar zamanında bugünkü kalenin bulunduğu yerlerin de ihmal edildiğini zannetmiyoruz. İhtimal, Antakya’da olduğu gibi, bu sur, şehrin düzlüğe bakan yanlarını çevreledikten sonra tepenin sarp yerlerine bağlanıyordu.
Bugün ayakta duran Ankara kalesinin yaşını kesin olarak tes-bit etmek mümkün olamamıştır. [*] Jerpbanion kalede İki yapı devresi bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu bilgine göre, Sasani hükümdarlarından Hüsrev’in Ankarayı ele geçirerek (620) tahrip etmesi ve (629) da mağlûp edilerek buralardan çıkarılması üzerine, BizanslIlar kaleyi yeniden kurmuşlardır. P. Wittek bu görüşün doğru olmadığı fikrindedir. (Resim 16)
Ona göre Herakliyus, Persleri kesin olarak yenmiş ve Anadolu-dan sürüp çıkarmıştır. Anadolu şehirleri bu zamanda emin bir durumda idi. Sınırlardan çok uzakta olan Ankara’da, bu zamanda bir kale yaptırmağa lüzum yoktu. Ankara’nın tahkimi Herakliyus’un ölümünden (641) sonra başlamış olmalıdır. Zira bu zamandan sonradır ki, Bizans sınırları sürekli bir şekilde Arap tehdidi karşısında kalmıştır. Araplar (646) da Amorya önünde göründüler ve (654) de Ankara’yı ele geçirdiler. Demek ki Ankara, Arapların geldiği zamanda iyi tahkim edilmemişti. Kalenin yenilenmesi, Arapların buradan çekilmelerinden sonra olsa gerektir. Bundan sonra Arapların
ele geçirdikleri şehirler arasında Ankara nın adı geçmiyor Her halde bu dayanma Ankara’nın kuvvetli tahkimatı sayesinde olmuştur. Ancak, 806 belki de 797 de Harun • al - Reşit’in orduları Ankara’yı ele geçirmiştir. Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, kalenin yenilenmesi VII. yüzyılın ikinci yarısından sonra Arapların Bizans üzerine kuvvetli baskı yaptıkları zamana Taslamaktadır. Bu arada îzoryalı Leon III. kalenin bir kısmını onarttı. Belki de üst kaleyi yükseltti. (871) de Pavlikiyan’lar ansızın şehri basarak kaleyi ele geçirdiler. Bu adamlar, ne hıristiyan ne de müslümandılar. Mezhepleri çok orijinaldi. Fakat bunların faaliyetleri uzun sürmemiştir. (805) de Nikefor ve (859) da Basil kale duvarlarını onarttılar, (Resim 17—18)
1073 de şehrin Selçuklar eline geçtiği biliniyor. Ancak bu çağda kalenin durumuna dair bilgi yoktur. 1101 de Haçlılardan Reimond Ankara kalesini Selçuklardan almış ve kaledeki 200 askeri kılıçtan geçirmiştir. Demek ki kale bu zamanda çok bozuktu. Alâeddin I. ( 1219—1227) kaleyi yeniden onarttı. Keykavus n. de kaleye yeni ilâveler yaptı. (1249-1250) Mısır Valisi Mehmet Ali paşa, OsmanlI Devletine karşı ayaklanınca, oğlu İbrahim Paşanın ordusu Anadolu içlerine kadar geldi. İbrahim paşa Ankara’yı aldı ve şehrin dış duvarlarını onarttı. OsmanlIlar zamanında kale çok ihmal edildi. Bununla beraber zaman zaman onartıldı ve şehrin dış duvarı genişletildi. 1839 da Prusya subaylarından Vincke tarafından yapılan plânda şehrin genel görünüşü tesbit edilmiştir. Plânda iç ve dış kaleden sonra yürek biçiminde şehri saran bir dış sur görünür.
Surun bir ucu Bentderesi’nin sarp yamacından çıkarak karşıdaki Hıdırlık yamacına, oradan Çankırıkapı’sına varıyor. Burada Yoğun-duvarın yüksekliği görülüyor.
Sur, burada güneye döndükten sonra kıvrılarak Ulusmeydaru yanındaki Istanbulkspısını meydana getiriyor. Eski mezarlık önünde şimdiki Osmanlı Bankası yanında İzmirkapısı, Halkevi önlerinde Namazgâh kapısı vardır.
Güneyde Erzurumkapısı, kuzeyde Aynalıkapı ve Kayseri-kapısını geçtikten sonra, îçkaleye bitişen bu sur şehrin Türkler elinde genişlemiş olan kısımlarının da güvenini sağlamıştır. [*]
Ankara çevresindeki sur, uzun süren bakımsızlık yüzünden yer yer yıkılmıştı. Şehirdeki askeri garnizon yalnız îçkalede idi.
Osmanlı İstihkâmları
XVII. yüzyıldan sonra Ankara Kalesi bir dizdarın emrinde kalmıştır. Ancak Bu dizdarın dış surla da ilgili olduğu anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyıla ait bir fermanda, Dizdar’a, varoşların kapatılması, yalnız altı varoş’un bırakılması emredilmektedir. Böylece Dizdarbaşı, sayısı çok olan sur kapılarının bir kısmını kapatarak şehrin savunmasını kolaylaştırmış oluyor. Bu tedbirlerin bir düşman ordusu için alınmadığını, etraftaki eşkiyaların baskınından korkularak kapıların örüldüğünü düşünmek, Osmanlı İmparatorluğunun öz yurdunda ne kadar perişan bir duruma düştüğünü anlatmağa yeter. Dış sur uzun zaman bakımsız kaldığı için yer yer harap olmuştu. Şehrin her yönden çöküşü sıralarında yavaş yavaş ortadan kayboldu.
Julien Sütunu
Bu sütun, Ankara başşehir olmadan önce, şimdiki Maliye Bakanlığının bahçesinde idi. Bayındırlık düzenlemeleri sırasında, bu günkü yerine getirildi. Şimdi Defterdarlık ile Valilik arasındaki küçük alandadır. Etrafını çevrelıyen yüksek ağaçlar ve yapılar sütunun görünüşünü sönük bir duruma düşürmüştür.
Sütunun üzerinde ne vakit ve niçin dikildiğini gösteren bir yazı veya işaret yoktur. Altlığı ve gövdesi sade bir şekilde işlenmiştir. Başlık Bizans sütunlarında sık raslanan derince işlenen yapraklarla süslüdür. Gövdede pek çok halkalar vardır. Bu halkalar birçok parçalardan meydana gelen sütunu tek parça halinde göstermektedir. Yüksekliği 15 metre kadardır. Bu türlü antik sütunların üzerine çok kerre bir heykel bulunur. Fakat Julien sütunu diye ad almış olan bu sütunun üstünde böyle birşey olduğuna dair bir kayıt yoktur. Sütunun Julien tarafından dikildiğini de kesin olarak bilmiyoruz. Bu zatın (361—363) de buradan geçtiği ve sütunun onun şerefine dikildiği söylenmektedir. îyi bir şekilde korunmuş olan bu esere halk arasında Belkıs sütunu denir. Ana-doluda birçok sütun bu adla anılmaktadır. Bizans devrine ait bir eser olan bu sütunun beşinci yüz yıla ait olduğu sanılıyor. (R. 19)
Ankara’nın Eski Evleri
Ankara eski evlerinin yapı malzemesi, kerpiç, ahşap ve tuğladır. Taş, birinci katlarda ve temellerde varsa da üst katlarda kullanılmamıştır. Ağaç ve tuğla yanında kerpiç de önemli bir rol oynamaktadır. Çatı örtüsü olarak kullanılan malzeme, toprak ve oluklu kiremittir. Yapı için fevkalade elverişli olan Ankara taşının büyük yapılarda olduğu gibi özel evlerde de kullanılmamış olması dikkati çekiyor. Bunun birçok sebepleri vardır. Konya, Kayseri, gibi şehirlerde Selçuk devrindenberi süregelen ileri bir taş işçiliği tekniğinin Ankara’da tatbik edilmemiş olması bu şehrin büyük bir ticaret merkezi haline gelememiş, zenginleşememiş bulunmasiyle bir dereceye kadar açıklanabilir. Bugün şehrin şurasında burasında ayakta kalmış eski evler arasında yaşı 300 yıl evveline ulaşacak yapı yoktur. Aahşap evlerin ömrü hiç şüphesiz diğerlerinden daha uzun olmamıştır. Bununla beraber, Ankarada bu güne kadar gelmiş yapı gelenekleri, bize daha önce yapılmış özel evlerin tipleri hakkında azçok bir fikir verebilmektedir. (R. 20—21)
Ankara evlerinde süsler ileri bir sanat eseri olmaktan uzaktır. Bu evler her ne kadar alçı ve ağaç kabartmalar ve oymalarla süslenmiş ise de, mermerde ve taşta canlının (hayvan ve insan) mevzu olarak seçilmemesi, hareketli bir sanatın, gelişmemiş olmasının ilk sebepleri olarak görünüyor.
Şehirdeki eski evleri tip bakımından seçmek mümkün ise de yapılış tarihlerini kati olarak tesbit etmek çok güçtür. Şimdiye kadar yapılan etütlerde mimarlık bakımından değeri olan en eski bina (1118 H.) yılında inşa edilen Kadınkız Zade Aptullah Efendinin, Müruri mahallesindeki konağıdır. Kırgız, Atpazarı. Ulucan’ar, Başkır, Nazımbey, Tahtakale, Leblebici mahalle ve semtlerinde birkaç eski ev daha tarihlendırilebilmiştir.
Ankaranın eski evleri genel olarak iki katlıdır. Alt katta uşakların odaları, bazan da hayvanlar için ahırlar vardır.
Üst kata, ahşap bir merdivenle çıkılır. Bu kısımda sofa, misafir odası ve diğer odalar bulunur. En üstte dört tarafı pencerelerle aydınlanan bir oda vardır. Üst kattaki odalar çok kere bir sofa etrafında bazan da evin iki yan bölümünde sıralanır. Odaların hemen hepsi yüksek tavanlıdır. Alt kattaki pencereler tavana çok yakın ve küçüktür. Bu tipik özellik orta Anadolu şehirlerinde genel emniyetle tabii şekilde ilgilidir. Üst katlardaki pencereler genişdir ve dıştan bir tahta kapakla örtülebilir. Odaların hemen hepsi çok ışıklıdır. Bazı evlerde dini merasimlerin ve toplantıların yapıldığı geniş odalarda vardır. Döşemeler kare şeklinde tuğlalarla kapatılmıştır- Odalar da kapaklı ve kapaksız gömme dolaplar ve yüklük vardır. Gusülhane (yıkanma yeri) çok kere evin en ışıksız bir köşesinde, koridorların sonunda veya odaların arkasında, gö-rünmiyecek şekilde yapılmıştır. Genel olarak iki türlü süs motifi görülmektedir.
-
1 — Geometrik motifler.
-
2 — Flöral motifler.
Bitki motifleri olarak elma, nar, çilek, gül, lâle, karanfil, sünbül, tabak içinde meyveler veya saksı içinde türlü çiçekler kullanılmıştır. Bütün bu süsler tavanlarda, raflarda pencere veya kapılar üzerine konulan panolarda görülür. Bu süsler, bitkiden elde edilmiş ve içine özel tertiplerle türlü maddeler karıştırılmış boyalarla yapılmaktadır. Yağlıboya, Rokoko devrinden evvel hiç kullanılmamıştır. Tercih edilen renkler toprak sarısı, kiremit kırmızısı, yeşildir. Ankara’da, birçok mescitleri ve evleri güzel nakışlarla süsleyen Mustafa adında ünlü bir sanatçının yetiştiğini biliyoruz. Bu sanatçının ismi Zircirli cami kapısı üzerindeki kitabede yazılıdır. (1004 H.) yılında ölmüştür. Ankara binalarındaki bezeklerin doğu Türk - İslâm sanat çerçevesi içinde oldukça önemli bir yeri vardır.
Yapı Tekniği
Ankara’nın eski evlerinde temel, taştandır. Doğrudan doğruya ağaç çatılar arasını tuğlalarle doldurmak suretiyle yükseltilmiş
yapılar da vardır. Çatılar ağaçtan çatma makaslarla yapılmış mer-tekteklerle daraltıldıktan sonra tahta ile kaplanmış en üste de kiremit örtülmüştür. Döşemeler tuğla veya tahtadan yapılmıştır. ' Tavanlar çatkı kirişleriyle tutturulmuş, alttan tahta kaplamalarla örtülmüştür. Tavanların süslü göbekleri ve nakışlı kenarları kalınca tahtalardan yapılmıştır. Alçıdan yapılmış pencereler çok azdır. Bağzı evlerde renkli camların da bulunduğu görülmektedir.
Ankara’nın eski evleri, bol ışık ve temiz hava işini en kesin surette sağlamıştır. Rahatlık ve güzellik birbirinin zararına gelişmemiştir. Süste sadelik ön plânda yer almıştır.
Camiler
Ankara şehri, dinî mimarlık eserleri bakımından zengin sayılamaz. Selçuk ve Osmanlı çağlarından büyük anıtlar kalmamıştır. Bu olayın birçok sebepleri arasında, Ankara’nın ekonomik bir gelişme gösterememiş olması başta gelir. Büyük mimarlık eserlerinin yaratılmasında, teknik bilgi yanında maddî zenginliğin de rolü olduğuna hiç şüphe yoktur. Burada yalnız Kurşunlu Cami ile Yeni Cami kubbelidir. Diğerleri çatı ile kapatılmıştır Mescitlerde olduğu gibi camilerde de duvarların alt kısımlarında taş, üst kısımlarında tuğla kullanılmıştır. Yalnız Hacıbayram Camii ile iki şerefeli Cami minaresi iki şerefelidir. Minarelerde ve bazı cami duvarlarında sırça" kullanılmış ise de, bugün bunların hemen hepsi ya dökülmüş veya sıva ile kapatılmıştır. Bu eserlerin yapılışları sırasında birtakım yıkıklardan taşlar alındığı anlaşılıyor. Bazı camiler ören yerlerine yapılmıştır. Hemen hemen bütün camilerin plânları dörtgen veya karedir. Soncemaat yerleri birkaç direkle direkleraltı halinde örtülmüştür. Tavanlar çok kere oymalı veya nakışlı ahşaptır. Ortada bir süslü göbek vardır. Minberlerde oyma, geçm« veya kakma geometrik motifler kullanılmıştır. Mihrapların çoğu alçıdan, minberler ağaçtan yapılmıştır. Ankara’da bayındırlık dolayısiyle yıkılanlarla birlikte 92 cami ve mescit bulunduğu Evkaf kayıtlarından çıkarılmıştır.
Ankara camileri, İstanbul, Bursa, Edirne’dekiler kadar muhteşem değildir. Adını saydığımız şehirlerde büyük camilerin çoğu ya Devlet tarafından yahut Sultanlar tarafından yaptırılmıştır. Ankara cami ve mescitlerinde Ahşap - taş yapı geleneği, çok karakteristik Türk stilinde devam etmiştir. Türk mimarlık Tarihi bakımından bu özellik önemli bir değer taşır. Türk oymacılığı ve süsleme sanatı Ankara camilerinde güzel örneklerle hâlâ yaşamaktadır. Bu bakımdan, bu yapıların Türk sanat tarihinde önemli bir yeri vardır.
Arslanhana (Ahişerafeddin) Camii
Arslanhane mahallesindedir. Muntazam olmıyan taşlardan yapılmıştır. Bu taşların çoğu eski yapı örenlerinden alınmıştır. Camiin üç kapısı vardır. Kapılar Türk stilinde oymalarla süslenmiştir. Kalın minaresinin alt kısmı taş, üst kısımları tuğladan yapılmıştır. Yer yer görünen yeşil ve mavi çiniler minarenin ilk yapıldığı zamanlarda çinilerle bezenmiş olduğunu göstermektedir. Sağdaki büyük kapısının yanındaki duvarda bir kitabe vardır.
Çatısı 24 büyük çam sütunla tutturulmuştur. Mermer sütun başlıkları klâsik yapılardan alınmıştır. Çatısının üstü orijinal bir şekilde kubbeleştirilmiştir. Ceviz mimberi ince bir teknikle oyma süslüdür. [*] Kapısının üstündeki Selçuk Sülüsü Arapça kitabe (689 H.) 1290 tarihlidir. Sol korkuluktaki kitabede, eseri yapan Ebubekir oğlu Muhammed’in adı yazılıdır. Mimberde esas oyma motifi beş köşeli yıldızlardır. Cami 12 pencere ile aydınlanıyor. Tavan ağaç oymalarla süslüdür. Göbekte kabartma çam kozalakları görülür.
Camiin solunda bir zaviye vardır. Burada birkaç arslan heykeli vardı. Camiin ikinci adı bu arslanlara göre verilmirtir. Karşıdaki Ahişerafeddin Türbesinin mermer kitabesi 1427 (831 H.) tarihlidir. Türbenin çinileri güzeldir. Cevizden yapılmış olan oymalı sanduka
şimdi Etnografya Müzesindedir. Kitabeler, camiin 1330 (731 H.) tarihinde yapıldığını gösteriyor.
Camiin Ahişerafeddin tarafından onartıldığını, asıl eseri yaptıranın Emir Seyfeddin olduğunu ileri sürenler kesin delillere dayanmamaktadırlar- Emir Seyfeddin Selçuk sultanlarından Giyaseddin (1283—1298) zamanında yaşamıştır. Bu anıt Selçuk üslûbundadır. Mihrabı çinilerle süslüdür. Koyu renkli tipik Selçuk eseri olan bu çiniler, çinicilik tarihi bakımından değerli belgelerdir. Büyük kapısının üstü stalaktitlerle süslüdür.
Duvarlarda Korint tarzında işlenmiş sütun başlıkları ve birçok kırık mermerler kullanılmıştır. Bazı Romen başlıkları da camiin şurasında burasında fark edilmektedir. Bunlar arasında batı yüzde bir Grek kitabesi de görülür. Ahi Şerafeddin'in mezarına uzanan bir sundurmanın sütunları Grekçe yazıları bulunan altlıklara oturtulmuştur. Sağdaki duvarda klâsik çağa ait mermere oyulmuş bir liste vardır. Bu kitabeden Cludius Stratonisin, Augustus için bir heykel yaptırmış olduğunu öğreniyoruz. Yazı, bu heykelin altlığına konuluştur.
Ağaçayak Camii
Akbaş Mahallesinde, Ulucanlar caddesindedir. Duvarların alt kısmı taş. üstü kerpiçtir. Soncemaat yerine sağdan ve soldan birer pencere vardır. Minaresi ahşaptır. Ahşap olan mimberi renkli oymalıdır. Mihrabı alçıdan, tavanı ahşaptan yapılmıştır. Güzel motiflerle süslü tavan göbeği görülmeğe değer. Camiin karşısındaki Ağaçayak Konağı yıkılmıştır. Bu yapının alcı süsleri ve renkli pencere kenarları Ankara’daki bu çeşit eserlerin güzellerindendir. Camiin bezek motifleri çiçek ve yapraklardır. Anıt OsmanlIlar çağında yapılmış olmakla beraber, Türk ağaç işleme süsleme tekniğinin eski geleneklerini yaşatmaktadır. Kötü bir onarma, kitabenin ve süslerin bir kısmını bozmuştur.
Alıiyakup Camii
Çamlıca ve Gaziantep sokaklarının kavşak noktasında ve çeşmenin karşısındadır. [•] 10 basamaklı bir merdivenle soncemaat yerine çıkılır- Bu kısmın üstü ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Kapısının sağında iki pencere vardır. Kapının tam üstündeki taşta kitabesi yazılıdır. Soncemaat yerinde alçı mihrap vardır. Oamii yaptıran Ahiyakup’un mezarı da bitişiktedir.
Cami (794 H.) 1392 yılında onarılıştır. Selçuk stilindedir. Cami önünde klâsik cağlardan kalma sütun başlıkları vardır.
Ahielvan Camii
Ahi Arap mahallesinde, Koyunpazarı sokağında bir kayalığın üzerine yapılmıştır. [**] Duvarlarının alt kısmı taş, üst kısmı kerpiç-
PJ Yapılış tarihi 690 H. — 1291 den evvel 7
Tamir tarihi 79* H. = 1392
Arapça tamir kitabesinin Türkçesi şudur:
Ahi Yakup oğlu Ahi Çelebi oğlu Ahi Sinan yediyüz doksandört yılında bu camii tamir etti. Bundan evvel Ahi Şüea ve Ahi Melik ve Ahi Ali ve Ahi Şera-feddin ve Ahi Yakup tamir (bina) ettiler. Sonra imam iein senede elli dirhem müezzin için yirmi dirhem ve kandil yağı için buğdaydan otuz dirhem tayin edildi.
Yusuf Akyurt,
Resimli Türk Abideleri,
Ankara Şehri, Cilt: XI, ¡942
(Basılmamıştır) S. 21
P*] Yapılış tarihi 731 - 762 = 1331 - 1361
Yenileme ve genişletme tarihi 816 H. = 1413
Mimberdeki Arapça kitabenin Türkçesi şudur :
Tanrıya hamdolsun. Bu kutlu cami, Arap ve Acem Melikelerinin efendisi, cüzilerin yardımcısı, kâfir ve Tanrıya şirk koçanları kahreden Ulu Sultan Mehmet Han günlerinde 816 yılında yapılmıştır. Hayrat sahibi Hacı Elvan Mehmet Rey bin Hacı Necmettin İsa bin Nizamettin Hezardır. Tanrı hasenatını kabul etsin.
Minberin sol tarafındaki korkulukta Mehmet bin Beyazıt yaptı, yazılıdır.
tir. Taş ve tuğladan örülmüş minaresi sağdadır. Çatısı 12 ahşap sütun üzerine kurulmuştur. Sütunların başlarında mermer Bizans başlıkları vardır. Altı pencere ile aydınlanmaktadır. Selçuk oyma stilindeki ceviz mimberi Türk oymacılığının bir şaheseridir. Oymanın asıl motifi beş köşeli yıldızlardır. Minberin üstündeki iki kitabeden biri camii yaptıran Elvan Mehmet Beye aittir. Diğer kitabeye göre bu mabet Çelebi Sultan Mehmet zamanında (816 H.) 1413 de onarılmıştır. Ahşap işlerini yapan, Harput’lu Bayazit oğlu Mehmet adındaki sanatkârdır. Ahielvan kızı Seher Hatuna ait 1439 (843H.) tarihli mezartaşı şimdi, Ankara Etnografya müzesindedir.
Aiâaddîn Camii
Içhisar sokağındadır- Camiin güney duvarı îçkaleye bitişiktir. [*]
i’] Kapının üstündeki Arapça kitabenin Türkçesi şudur:
Etmelikülkahir ( Kahredici Sultan) muhyiddünya veddin, Rum ve Yunan mülklerinin Sultanı Ebünnasır Kılıç Aralan oğlu Mes’ud 574 senei safer ayında t yazıldı).
Yusuf Akyurt, Resimli Türk Abideleri, Ankara Şehri Cild XI, 4^42 ( Dağılmamıştır ) S. 6
Minberin korkuluğundaki Arapça kitabenin Türkçesi şudur: Rumî ( Anadolulu > Ebubekir oğlu marangoz İbrahim yaptı.
Yusuf Akyurt, Resimli Türk Abideleri. Ankara Şehri, Cild XI, 1942 ( Dağılmamıştır ) S. 8
Tamir kitabeleri:
Kapının üstünde iki Arapça kitabe vardır. Sol taraftaki kitabe 763 H. = 136i tarihlidir. Türkçesi şudur:
Büyük Efendimiz Ulu Sultan (Tanrı mülkünü ebedi kılsın) cemaatından Lülü Paşa 763 senesinde bu mübarek camii tamir etti.
Sağdaki Arapça kitabe 837 II. = 4433 tarihlidir-. Türkçesi şudur:
Tanrının mağfiretini dilemek için bu kutlu mescidi Mehmet Han oğlu Murat Han saltanatı günlerinde Şerife Sümbül Hatun 837 yılında tamir ettirdi.
Camiin şuranında burasında klâsik çağa ait birtakım kitabeler vardır. Müezzin mahfelinin altında birinci sırada altı sütun görülür. Başlıklar klâsik çağa ait yıkıklardan getirilmiştir. Kapıda mermer süsler vardır. Kapının üstünde güzel bir sülüsle iki kitabe yazılıdır. Bu kitabeye göre Sünbül Hatun mabedi tamir ettirmiştir. İkinci kitabeden Orhan Gazinin valilerinden Lü’lü Paşanın camii onartmış olduğu anlaşılıyor. Minaresinin altı taş, üstü tuğla ile yapılmıştır, Oymalı ceviz mimberi benzerleri arasında üstün bir yer alır. Mim-berin kapısı üstünde sülüsle yazılmış 1178 (574 H.) tarihli bir kitabe daha vardır. Cami Selçuk hükümdarından Kılıç Arslan oğlu Mes’ud tarafından yaptırılmıştır. Camiin duvarları taştır, üstü ahşapla örtülülür; sekiz pencere ile aydın lanmaktâdır. Tavan göbeği de mimber gibi altı köşeli yıldızlarla süslenmiştir. Mabedin mihrabı üstünde yakın zamanların yetiştirdiği bazı hattatların yazıları vardır. Camiin yapılış tarihi hakkında oylar birleşmiş değildir. Abidenin mimberindeki kitabenin de, daha önce yapılmış bir başka camiden getirildiği iddia olunmaktadır. Bununla beraber, camiin Selçuk stilinde bir anıt olduğu kesin olarak biliniyor. Minaresi sonradan onarılmıştır. Alt kısımlarında korint tarzında sütun başlıkları ve Grekçe kitabeler görülür
Cenabi Ahmet Paşa Camii (Yenicami, Ahmediye Camii)
Cami öncebecide, Nazımbey mahallesinde, Kardeşler sokağın-dadır. [*] Ankaradaki kubbeli camilerden biri olan bu eser, Mimar
Sinan veya onun çırakları tarafından yapılmıştır. Halk arasında Hayalî Ahmet Paşa Camii de denir. Camii, Anadolu Beylerbeyi Cenabi Ahmet Paşa (973 H.) 1565 tarihinde yaptırmıştır. Kitabeler, bu anıtın (1217 H.) 1802 ve (1305 H.) 1887 de iki defa onarıldığını gösteriyor.
Bu eser Türk mimarlık anıtları arasında birinci deerece bir eser sayılamazsa da, Ankara camilerinin en güzelidir. Cami içten içe 13,90 m. uzunlukta bir karedir. Üçgen şeklindeki soncemaat yerinin üstü kubbelidir. Asıl cami ortada tek kubbelidir. Camiin bir minaresi vardır. Büyük kapı simetrik süslerle bezenmiştir. Camiin içinden bu bölüme dört pencere vardır. Revakın ortasındaki kubbe, yanlardaki iki kubbeden daha yüksektir. Dış ve iç pencereler, camiin içini pek aydınlık bir hale getirmektedir. Kubbe kasnağında da 16 pencere vardır. Minaresi kubbelerle pek uygundur.
Cami içindeki mimber, mihrab ve müezzin mahfili mermerden işlenmiş güzel mimarlık eserleridir. Cami Ankara taşından çok dikkatli bir işçilikle kurulmuştur.
Hacıbayram Camii
(Augustus) Ogüst mabedi meydanındadır. (•] Kırmızı tuğladan
yapılmıştır. (M 22) 1941 de Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarı Alâ-attin tarafından baştanbaşa onarılmıştır. Camiin güneyindeki pencereler üzerinde uzaktan görülebilecek kadar büyük,
Lâ İlahe İllallah
Muhammeden Resulüllah
yazılıdır. Pencerelerin iki tarafında, biri Arapça diğeri Türkçe iki kitabe vardır. Bu kitabelerden camiin Sultan Ahmet IIP zamanında Hacıbayram Velinin torunlarından Mehmet Baha tarafından (1126 H.) 1714 tarihinde onarıldığı anlaşılıyor. Müezzin mahfelinin altında Mehmet adlı bir hattatın yazısı vardır. Duvar, alt pencerelere kadar yeni çinilerle kaplanmıştır. Mihrabı alçı süslerlerle bezenmiştir. Camiin ne vakit, kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinemiyor. Hacıbayram Veli (1429—833 H.) de ölmüştür. Bu mabedin iki yıl önce (1427—831 H. )de yaptırıldığı tahmin ediliyor. Minaresi kırmızı tuğladan yapılmıştır. İki şerefesi vardır. Genel görünüş bakımından, İstanbul camilerindeki minarelere benzer. Camiin güneyindeki türbe Hacıbayram Velinindir. Önyüzü beyaz mermer, yan yüzleri kırmızı Ankara taşındandır. Kapı kemeri, beyaz, kırmızı ve yeşil taşlarla süslenmiştir. Türbenin iki süslü ve oymalı kıymetli kapısı Etnografya Müzesindedir. Camiin uzun müddet Aid karanın ünlü bir mabedi olarak sevildiği, bilhassa Hacıbayram Veliye armağan edilişin bu sevgide büyük rol oynadığı bilinmektedir. Cami, 16 inci yüzyılda ilk olarak, onarılmış ve Ankara'nın bu çağda ün almış meşhur nakkaşı Mustafa tarafından yeniden süslenmiştir. < amiin ön yüzünde, kırmızı, yeşil tuğlalarla geometrik süsler yapılmıştır. Genel plân basit bir dikdörtgen şeklindedir. Hacıbayram Camii, yapıldığı çağın mimarlık karakterini az koruyabilmiştir. Onarımlarua değişiklikler yapıldığı görülüyor. Bununla beraber Anadoludaki Türk eserleri arasında özel bir yeri vardır.
Karacabey Camii (İmaret Camii)
Sümer mahallesindekir. Karacabey vakfıdır. Avlu kapısının sağında iki klâsik sütunun süslediği bir çeşme vardır. Soncemaat yeri dört sütuna oturtulmuştur. Burada beş kubbe vardır. Minaresinin 8 yüzlü gövdesi de çinilerle süslenmiştir. Üst kısımda helezon (burma) şeklindeki çiniler minareye orijinal bir form ve güzellik veriyor.
Asıl iç kısmının üstünü iki kubbe örtmekte idi. Bunlar çökmüştür. Simdi camiin üstü çatı ile örtülüdür. Büyük kapısı stalâktitli bir tak halindedir. Kapının sağında ve solunda iki küçük mihrap vardır. Mihrapçıkların üstünde, kabartma çiçeklerin arasındaki kitabeden camii yapan ustanın adını öğreniyoruz. Bu mimar, usta oğlu usta Ebubekir oğlu Ahmet'tir. Camiin ne vakit yapıldığı kesin olarak bilinemiyor. 1427 de yapıldığı zannediliyor. Karacabey Kümelinin fethinde büyük yararlık gösteren ünlü Türk beylerinden biridir. Cami her halde Karacabey ölmeden evvel yapılmıştır. Kara-cabeyin Varna (1445) savaş meydanında Öldüğü biliniyor. Camiin önündeki küçük güzel türbe Ankaradaki Türk türbelerinin güzel örneklerinden biridir. 1943 de Milli Eğitim Bakanlığı Müzeler Umum Müdürlüğü bu türbeyi onartmıştır. Kapısının üstündeki kitabe (848 H. 1444) tarihlidir. Hamamönündeki hamam da bu Karacabey’in vakfıdır.
Anlaşıldığına göre Karacabey aynı mahallede cami, hamam ve rürbe ile bir mimarlık külliyesi meydana getirmiştir. Camiin ilk orijinal şeklini kasın olarak tesbit etmek mümkün değildir. Bununla beraber bu eser Osmanlı mimarlığının gelişmesini inceleyecekler için çok enteresandar.
Kurşunlu Cami
Anafartalar Caddesindedir. Taştan yapılmıştır. Dört pencere ile aydı ulanmaktadır. Mınıberi ahşaptır. Kubbesi bir tanedir ve kurşunla örtülüdür. Kubbe etrafında 4 pencere görülür.
Kubbe ile fevkalâde bir uygunlukta yapılmış olan minaresinin alt kısmı taş, üstü tuğladır. Kubbenin kenarlarında küçük destekler vardır. Soncemaat yeri ahşaptır, sonradan eklenmiştir.
Zincirli Cami
Anafartalar Caddesindedir’ Alt kısmı kırmızı Ankara taşından üstü tuğladan yapılmıştır. Çatısı ahşapla kapatılmıştır. Tavanı oymalarla süslüdür. Cami (1344 H.) de onarılmıştır. Tuğladan yapılmış olan minaresi çok ahenklidir. Son yıllarda yeniden yapılırcasına onarıldı-
Camideki bir kitabeye göre bu abideyi, 1879 (1297 H.) tarihinde Hurşit Paşa tamir ettirmiştir. Mimber renkli çiçeklerle süslenmiştir. Camii 1689 da ölen Şeyhülislam Mehmet Ankaravî yaptırmıştır. Bol ışıklı yüksek tavanlı sade bir Türk eseridir. Suluhanın geliri bu camie vakfedilmiştir.
Mescitler
Ankara mescitleri bir veya iki katlıdır. Plânları basit kare dörtgen şeklindedir. Önde bir soncemat yeri vardır. Yapı malzemesi olarak ahşap, taş ve tuğla kullanılmıştır. Mihraplar çok kere alçı kabartmadır. Dolap kapakları oymalı ve süslüdür. Ağaçayak Mescidinde olduğu gibi bazı mescitlerin tavan süsleri birçok göbek etrafında toplanmıştır. Bu süslerin ana malzemesi ince boyanmış çubuklardır. Bezekler geometrik şekillerdir. Boyama suretiyle meydana getirilen şekillerin orijinal motifi çiçektir. Yapraklar ve dallar da kompozisyonlarda yer alır. Yeşil, kırmızı, sarı renkler tercih edilmiştir.
Ahitura Mescidi
Sevim ve Eti sokaklarının başındadır. İki katlıdır. Altı bodrumdur. Ahşap örtülüdür. Mihrabı alçıdan yapılmıştır. Ne vakit yapıldığı bilinemiyor.
Alibey Mescidi
Yenice mahallesinde Aysin ve Çalıkuşu sokaklarının kavşak yenindedir. Mimarlık değeri yoktur.
Boyacı Mescidi
Kızılelma mahallesinde Mazı sokağındadır. Plânı basit bir dörtgendir. Altı taş, üstü kerpiçtir. Alçı mihrabı renkli stalaktitlerle tavan göbeği de boyalı geometrik süslerle bezenmiştir.
Poyra« (Borya«) Mescidi
Kurtuluş mahallesinde Sakızlı ve Akbaş sokaklarının kavşak noktasındadır. Kerpiçten yapılmıştır. Burası önce tekke idi
Kattani Mescidi (Celâl Kattani)
Saraç mahallesinde Güllük sokağının karşısındadir. İki tarafında mahfel vardır. Mimberi ahşap, mihrabı alçıdır.
Çengelhan Mescidi
Atpazannda Çengelhannı içindedir. (H. 9291 1522 tarihinde yapılmıştır.
Dindin Mescidi (RUstem Naâi)
Ahiler mahallesinde, Hediye, Eylül sokaklarının kavşak noktasındadır. Önünde ahşap sütunlarla soncemaat yeri yapılmıştır.
Burası geniş bir saçakla örtülüdür. Mihrabı alçı stalaktitlerle süslüdür. Mabedi yaptıran soncemaaat yerinin altında duvarın hemen bitişiğindeki sandukanın altında yatmaktadır.
Erzurum Mescidi
Sarıkadın mahallesinde Zülüflü Kokağındadır. Kerpiçtir. Mimarlık değeri yoktur.
Eskicioğlu Mescidi
Eskicioğlu mahallesinde, Eskicioğlu sokağıadadır. Üstü ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mihrabı alçı, mimberi ahşaptır. Yapıldığı tarih belli değildir.
Eyyöp Mescidi
Ahiler mahallesinde, Kümbet ve Sarıca sokaklarının kavşak noktasındadır, önde üç uzun sütunlu bir soncemaat yeri vardır. Mihrabı alçı, minberi ahşaptandır- Tavanı süslüdür.
Keçik (Gicik) Mescidi
Nazımbey mahallesindedir. Alt kısımları taş. üst kısımları herpiçtir. (H. 847) 1443 de yapılmıştır.
Hacı Halil Mescidi
İnönü mahallesinde Gebze sokağındadır. Duvarlarında klâsik çağlara ait yapı taşları kullanılmıştır. Mimarlık değeri yoktur.
Hallaç Mahmut Mescidi
Hayırlı sokağındadır. Kesme taşla yrpılmıştır. Soncemaaı yerinin üstü yeni bir çatı ile kapatılmıştır. Kapının üstünde iki kitabe vardır. Üstündeki mabedin onarım (1323) tarihini altındaki Selçuk sülüsü mabedin yapılış tarihini 1546 (953 H.) göstermektedir.
Helvai Mescidi (Hacı İvaz Mescidi)
Hacıivaz mahallesinde Koyunpazarında, Tilkicik ve Uzunyayla sokaklarının kavşak noktasındadır. Çinileri ve alçı işleri değerlidir. Duvarı kerpiçtir. Soncemaat yeri sekiz sütunludur. Kapısının sağında ve solunda alçı mihvapçıklar vardır. Geometrik süsler ve stalaktitler olduğu gibi korunabilmiştir. Sağındaki duvarda bir pano vardır. Kapının üstünde bir çini tabak bulunmaktadır. Mabet dokuz pencere ile aydınlanıyor. Tavan iki parça halindedir. Ortada kalın bir sütun vardır. Bu sütunun başlığı taştandır. Yan direklerin
uçlarına oyma süsler oturtulmuştur. Mahfel’in kapısı üstünde sekiz köşeli alçı bir yıldız vardır. Kenarları çiçeklerle süslüdür. Zarif stalaktitli mihrap, tavana kadar yükselmektedir. Mescidi yaptıranın 1423 (827 H.) tarihlerinde Bursa’da bulunun ve Yeşil-türbenin yapılmasına bakan Hacıivez Paşa olması ihtimali vardır.
Hetnhüm Mescidi '
Özbekgelin sokağındadır. Üstü ahşap örtülüdür. Duvarların alt kısmı taş, üstü kerpiçten yapılmıştır. Mimarlık değri yoktur.
Kalekapı Mescidi
Kalenin dış kapısının ilerisinde, soldadır. Kerpiçten yapılmıştır. Kısa bir tahta minaresi vardır. Mimarhk değeri yoktur.
i : L y l *
Koyunpazarı Mescidi
Hacıivaz mahallesinde, Koyunpazarı Saraçlar sokağının ağzın-dadır. Mimarlık değeri yoktur.
Kurtuluş Mescidi (Kulderviş)
Kurtuluş mahallesinde Çimen sokağının ağzındadır. Kerpiçten ve ahşaptan yapılmıştır. Mimarlık değeri yoktur.
Mimarzade Mescidi (Sarıkadızade)
Tanış sokağının başındadır. Kerpiçten yapılmıştır. Mimberi oymalı ahşaptır. Tavanı ve ahşap sütunları simetrik şekillerle süslüdür. Müezzin mahfelinin eteğinde güzel bir tâlik ile mabedin yapılışına ait bir kitabe vardır. Mescidi yaptıran Mimarzadenin mezarı avludadır
Saraçsinan Mescidi
Nazımbey mahallesinde, Sergi sokağındadır. [*] İri taşlarla yapılmıştır. Kapısının solunda 1288 (687H.) tarihli kitabesi vardır. Kitabeye göre mescit, Selçuk Hükümdarı Gıyaseddin II. nin birinci hükümdarlığı zamanında yapılmıştır. îç kapının sağında stalaktitli bir mihrap vardır.
Tabakhane Mescidi
Tabaklar mahallesinde, Kahkaha sokağının başındadır. Büyük taşlarla ve tuğla ile yapılmıştır. Değerli bir mimarlık eseridir, ön yüzü kesme taştandır. Solundaki pencere üzerinde koyu yeşil çini üzerine bir kitabe vardır. Kapı kemeri Selçuk stilindedir. Solda pencerenin üstünde gamalı haçlarla bir dörtgen süs vardır. Hicrî yedinci yüzyıla ait olmakla beraber, tarihini gösteren bir kitabesi yoktur. Damın üstüste konulmuş saçak çatısı ahşap yapı sistemin-dedir. Dikkate değer bir örnektir. Ön yüzünde çiniler vardır. İç kısmın kirişleri oymalıdır. Bu kirişler Ahielvan ve Ahişerafeddin camii kirişlerine benzer. Büyük kemerli mihrap geometrik süslerle bezenmiştir. Bazı alçı şekillere cam süsler ilâve edilmiştir.
Ürgûbl Mescidi
Ürgüp mahallesiade, Ulucanlar sokağının başındadır. Güzel ahşap çiçek oymalı bir kapısı vardır. Alçı mihrabı da süslüdür. Mescidin Hicri X. yüzyıla ait olduğu sanılıyor. İçi güzel nakışlarla süslüdür. Onarım sırasında bu bezekler bozulmuştur. Kapısının üstü koyu yeşil üzerine türlü renklerle boyanmış çiçeklerle kaplıdır. Pencerelerin kenarları da aynı stilde boyanmıştır.
Eski Hanlar
Eski hanlar, Selçukların ve Osmanlı İmparatorluğu halkının tüccarlık hayatında önemli roller oynamıştır. Büyük şehirlerde, işlek kasabalarda, çoğu taştan yapılmış hanlar bugün bile tüccarlık işlerinde kullanılmaktadır. Büyük küçük bütün Türk hanlarının başlıca karakteri, alt katları hayvanların, üst katları insanların barınmasına yarayacak şekilde iki kat üzerine kurulmuş olmalarıdır. Büyük ve dayanıklı bir kapıdan ortadaki geniş, üstü açık avluya girilir. Alt katta depolar, ahırlar, üst katta yan yana dizilmiş küçük büyük odalar bulunur. Tek katlı hanlar da vardır.
Hanların asıl görevleri, yollarda kervansarayların gördüğü işi .şehirde tamamlamaktır. Bununla beraber hanların, bir şehrin çevresindeki çeşitli mahsul bölgelerine depo veya toptancılara pazar yeri vazifesini gördüğü de olur.
Hanlar, tüccarlık mallarının kervanlarla taşındığı çağlarda e! tezgâhlarında türlü eşya yapıldığı yüzyıllarda, Doğu Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan yolların uğrak yerlerinde, büyük şehirleri beslemiştir.
Hanlar, buhar ve elektrik makinalarının tekniğe hakim olduğu yirminci yüzyılda şehrin ve yakındaki köylerin ihtiyaçlarına ayrılmıştır. Ankara’daki hanlar da, demiryollarının buralara kadar uzandığı yıllarda önemlerini kaybetmiştir. Sayısı otuz kadar olan Ankara eski hanlarının çoğu, yıkılarak ortadan kalkmıştır. Bugüne kadar kalaoilen birkaç han ise bakımsızlıktan yakın bir gelecekte dağılıp çökecektir. Hayatları uzatılan hanlar, yarı otel haline getirilmiş olanlardır.
Bedestan
Ankara Kalesinin güney batı yamamadadır. (R. 24) Burada bir kaç büyük han da vardır. Bedesten, Fatih Sultan Mehmet zamanında,
onun Sadrazamı Mahmut paşa tarafından 1464 - 1471 tarihleri arasında yapılmıştır. [*] Bedestenin orta kısmı 49 m X 18 m. çapındadır. Bu kısmın üstünü dört ayağa oturtulmuş (10) kubbe örtüyor. Bu uzun sahanın iki tarafında küçük dolap şeklinde dükkânlar vardı. Dört kapıdan yanlarındaki bedesten çarşısı yoluna geçiliyodu. Çarşının içinde yandaki duvarlara bağlanan küçük dükkâncıklar bulunmaktaydı. Buranın üstü tonoslar ve sekiz kubbe ile kapanmıştı. Bu yapı halen Ankara’da ayakta kalan eski anıtların en büyük ve muhteşemidir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki (316) sayılı defterde bu bedestene ait 16/Zilhicce/1074 tarihli bir vakfiye vardır. Bir hazine kaydında ise Mahmud Paşaya (Yargalı Hacı Mahmut Paşa) denilmektedir.
Bedestenin birkaç defa yandığı bilinmektedir. En son 1881 deki yangında büsbütün harabolduğu sanılıyor. Bundan sonra bakımsızlıktan duvarları devrilmiş ve kubbeleri çökmüştü. Milli Eğitim Bakanlığı Müzeler dairesi burada bir müze kurmak için, Bedestenin restore edilmesi işini Yüksek Mimar Macit Kural’a verdi. 1933 de ilk onarımlara başlandı. Orta Bedesten bugün adı geçen mimarın çok başarılı emeği ile aslına uygun bir halde onarılmıştır. Dış Bedesten (çarşı) ilerideki yıllarda onarılacaktır. Bedesten bugün bütün dünyanın en büyük Eti müzesidir.
Kurşunlatan
Bedestenin üstündeki yokuştadır. Hanın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Mimarlık bakımından 15-16 yüzyılın yapı karakterlerini taşımaktadır. 1946 da müze olarak Yüksek Mimar Saim Ülgön tarafından onarılmağa başlanılmıştır.
Onarma sırasında Murat 11. (.1421) ye ait paralar ele geçmiştir. Bu da hanın tarihi hakkında az çok bir fikir vermektedir.
Han üç katlıdır. Ea altta geniş bir zemin kat vardır. Ortadaki büyük avlunun kenarları direklerle kapalı bir bölüm haline getiril-
miş olup, üst katta da aynı mimarlık devam etmektedir. Altta, üstte küçük odalar, boydan boya uzanan tonos boşluklar halinûediı. Hanın büyük kapısı ve kapının üstündeki yüz çok orijinal bir formadadır. Hanı yapan mimar, yapıyı, arazinin durumuna çok uygun olarak oturtmuştur.
Yenihan
Kurşunluhanın yanındadır. Yalnız bir duvarı kalmıştır-
Zafranhanı
Hacı Mehmet adında bir zat tarafından, kirası birkaç mescide sarfedilmak üzere 1511 (917 H.) yapılmıştır. Halen askerî makamlarca işgal edilmektedir. Yenihana yakındır.
Pirlnçhanı
Belediyece kamulaştırılarak yerine okul yapılmıştır. Çengellihan ile Çukurhan, Atpazarında birbirine bitişiktir. Bu hanların yapı karakterleri 17 inci yüzyıla ait olduklarını göstermektedir.
Suluhan (Haşan Paşa Hanı)
Hacıdoğan mahallesindedir. Şimdi burada sebze satılmaktadır. Ankara’da kısmen veya tamamen yıkılmış olan Bakırhanı, Tuzham. Pembehan, Kabanahanı, Pilâvhanı, Taşhan, yukarda adı geçenlere ilâve edilirse yakın zamanlara kadar 15 hanın mevcut olduğu anlaşılır.
Türbeler
Ankara türbeleri de diğer yapılar gibi büyük bir ihtişam göstermez. Bugün birçokları yıkılmış olan türbeler taş ve tuğladan yapılmıştır. Kubbeleri küçük ve derindir. Kemerli pencereleri kubbelerin içini aydınlık bir hale koymaktadır. Vaktiyle Kırklar Makamı denilen yerde Ahmet Tacettin, Kadı Çelebi, Şeyh Bahaattin Nakşibendinin türbeleri vardı. Hatip Ahmet Isfahanî’nin şehrin kenarında bir türbesi vardı. Hatıpçayj, adını bu zattan almış olmalıdır. Meşhur Arap şairi îmrü - el ■ Kays’ın türbesi bazılarına göre Hıdırhk tepesindeki, bazılarına göre de, Yoğunduvar denilen yerdeki türbedir. Bugün bu türbeler yıkılmıştır.
Karacabey Türbesi
Sümer mahallesinde Samson sokağındaki Karacabey Caminin avlusundadır. Ankara taşından ve ikişer sıra tuğladan yapılmıştır. Sekiz köşesi, sekiz yüzü ve her yüzünde bir penceresi vardır. Üstte Kubbe eteklerinin altına gelen bölümde de sekiz küçük penceresi vardır. Böylece türbenin içi çok aydınlık bir duruma konmuştur. Türbe uzun müddet bakımsız kalmıştı. 1944 yılında Millî Eğitim Bakanlığınca onartılınca, yapıldığı çağın mimarlık karakterini bize kadar koruyabilmiş güzel bir anıt kurtarılmış oldu. Kapısının üstünde sülüs ile Karacabeyin öldüğü yıl yazılmıştır. Yazıda bu türbede yatan ünlü komutan övülüyor- [*] Kitabeye göre
-
□ Karacabey, 9 / Receb / 848 — 22 / Ekim /1444 tarihinde Varna’da savaşta şehit düşmüştür. Camiin mimarı Ahmet bin Ebubekir’dir. Vakfiyesi 588. defterin 74. sahifesindedir.
Türbenin kapısı üstündeki Arapça kitabenin Türkçesi şudur :
Merhum ve mağfur emirlerin ve kibarların Meliki (büyüğü) Karacabey Hazretleri bir evden (dünyadan) diğer eve (cennete) sekizyüz kırksekiz yılında bağışlayıcı padişahın (Tanrının) yakınına intikal etti (göçtü).
Yusuf Akyurt,
Resimli Türk Abideleri, Ankara
Şehri, Cilt : XI, 1942 (Basılnıamıştır) S. 39
— löü —
Karacabey (848 H.) 1444 de ölmüştür. Karacabey Camiinin kapısında bu türbeyi yapan Ahmet Ağanın adı yazılıdır. Türbede iki alçı lâhit vardır. Kapının üstünde türbenin (1211 H.) 1796 da Pir Mehmet tarafından onartıldığını gösteren bir kitabe de vardır
Türbe OsmanlI mimarlığının ilk kubbeli anıtlarından biridir. Plânı sade ve güzeldir. Küçük ve büyük pencerelerin üstündeki kemerler kırmızı çizgiler halinde uzanan tuğlalarla dış görünüşe, gözü yormayan bir ihtişam vermiştir.
Bu türbede yatan Karacabey Rumeli’nin ele geçirilmesinde büyük rol oynamış olan bir Türk komutanıdır.
Cenabî Ahmet Paşa Türbesi
Ulucanlarda Sinan meydanında Cenabî Ahmet Paşa camiinin solundadır. Camiin Mimar Sinan tarafından yapıldığı kabul ediliyor-Türbe de aynı üsluptadır ve kesme Ankara taşından yapılmıştır. Sekiz yüzü ve altı penceresi vardır. Kubbesi kasnaksız olarak doğruca duvarların üzerine oturtulmuştur. Üstte daha küçük pencereler de vardır. Böylece türbeye bol ışık girmektedir. Dış görünüşü fazla ihtişamlı değildir. Klâsik Osmanlı mimarlığının Ankara’da tek ve güzel bir örneği olduğundan önemi büyüktür. Türbe cami ile birlikte (973 H.) 1565 de yapılmıştır. İçinde yatan zat, camiye adı verilen Cenabî Ahmet Paşa Anadolu Beylerbeyi idi.
Ahlşerateddin Türbesi
Arslanhane mahallesinde, ayni addaki camiin karşısındadır. [*]
Kubbesinin üstü çatı ile örtülmüştür. Türbe kesme taş ve tuğla ile yapılmıştır. Sağdaki duvarın dışında bir mermer üzerinde kitabesi vardır. Duvarın iç yüzünde çağına ait kıymetli çiniler vardır. Oymalı ceviz sandukası, şimdi Ankara Etnografya Müzesine kaldırılmıştır. [*] Bu çok değerli sandukanın üstünde güzel yazılarla Ahişerafeddin’i öğen yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan sandukayı yapan ustanın Aptullah adında biri olduğunu ve Ahişerafeddin’in 1330 (731 H.) de öldüğünü anlıyoruz. (R. 25-26). Türbe, 1947 yılında, Türkiye Anıtlarının Korunmasına Yardım Derneği tarafından onartıldı.
Hâcıbayram Türbesi
Hacıbayram Camiinin önündedir. Türbenin ve camiin sahibi Hacıbayram Veli (833 H.) 1430 da ölmüştür. [**] Türbe iri ve kır-
mızı sert Ankara taşından yapılmıştır. Üst kısmı beyaz mermerle örtülmüştür. Kapısının kemeri kırmızı, beyaz ve yeşil somaki ile yapılmıştır. Türk ağaç işçiliğinin bir şaheseri olan kapısı görülmeye değer. 1947 de, Türkiye Anıtlarının Korunmasına ve Onarılmasına Yardım Derneği tarafından onartılmıştır.
Karyağdı Türbesi
İtfaiye meydanındadır. Bir müddet Belediyece depo olarak kullanılmıştır. Kurşunları sökülmüş olan türbenin kubbesi yer yer çatlamıştır. Duvarları yapıldığı çağın özelliklerini koruyabilmişse de birçok onarım izleri görülmektedir. Türbenin kubbesi içten oldukça yüksektir. Küçük bir kapısı vardır. Kapının üstünde kaba bir yazı ve onun altında 985 tarihi okunmaktadır. Yazıdaki, gül-ü na-zikter, sözleri burada yatanın bir kız olduğuna dair söylenen rivayeti kuvvetlendirmektedir.
Türkçe Kitabe
Ah vavegla ki Cellad Felek
Hâke saldı, bu gül-ü nazikleri
Ravzasını ravzai huld berin
Merkadin pür nâr eğle ga gani
Cennetinden kabrine ruzenler aç
Rahmin ile bula daim ruşeni
Erdi hatiften de anın tarihi
Cilvegâhı ola Cennet gülşeni.
_______985_______
İkinci Murad tarafından Edirne’ye getirilerek söylenen şeylerin aslı olmadığı görülüp vaaz ve nasihatta bulunarak kendisine lâyık olan hürmetle Ankara’ya avdet etmiştir. (Hacı Bayram Veli, Hanıidüddin - i Aksarayi diye şöhret bulmuş olan Kayserili Şeyh Hamidin halifelerinden olup Bayramiye tarikatinin kurucusudur.) Bayramiye tarikatını Hacı Bayram Veli’den sonra, halifelerinden Ak Şemsettin ile. Şeyh Ömer Sikkin (Bıçakçı Ömer) taraflarından Bayramiye ve Melamiye isimleri ile iki kola ayrılmıştır. Hacı Bayram Veli mensuplarından Yazıcızade Mehmet Efendi ile kardeşi Ahmet Rican Efendinin 15 inci asrın ortalarına doğru yazdıkları tasavvufi eserler ve tekke edebiyatı Bayramiye tarikatinin yayılmasında müessir olmuştur.
Osmanlı Tarihi Cilt I.
Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşıh
Ankara 1947, S. 279
A k k öp r fi
Akköprü, Ankara’nın batı Anadolu ile olan münasebetlerinde Önemli bir rol oynamıştır. Yağmur mevsimlerinde oldukça kabaran Çubukçayı üzerine kurulmuş olan bu taşköprü (1222 H. 619) da Kızılbeyin Valiliği zamanında yapılmıştır. Kızılbey, Selçuk hükümdarlarından Birinci Alâeddin Keykûbad’ın valisi idi. Adı geçen Selçuk Sultanının devri, Anadolu’da bir genişleme çağıdır. Birçok camiler, kervansaraylar bu zamanda yapılmıştır.
Akköprünün önemi yalnız doğu ve batı ticaret yollarının geçidi olmasından ileri gelmiyor. Aynızamanda Ankara’nın stratejik durumu bakımından da bu köprü pek büyük hizmet görmüştür.
Köprü yedi gözlüdür. Bunlardan ortadaki üçü diğerlerinden büyüktür. Kitabe köprünün batı yüzündedir. Bazalttan yapılmış olan köprünün şurasında burasında mermer bloklar da vardır- Bunların daha önce yıkılmış eski klâsik bir yapıdan getirilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu taşlardan bazılarının üzerine lâtince veya grekçe kitabeler, monogramlar vardır. Köprü Selçuk ustalarının ölmez eserlerinden biridir.
Eski Mezarlıklar
Ankara’da ölü gömüldüğü bilinen yerlerin en eskisi, eldeki belgelere göre Frig çağına aittir. Asıl Frig mezarlığı bugünkü Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü ile köprü yapılırken meydana çıkarılmıştır. Burada ele geçen külküpleri, Friglerin ölülerini merasimle yakarak gömdüklerini gösteriyor. Buraya halk ölüleri gömülüyordu. Frig büyüklerinin bugünkü Anıtkabir alanındaki tü-mülüslerle, bu yöredeki diğer tepelere kurulmuş yığmalara gömüldükleri anlaşılıyor. En son bu yığmaların ilerisinde 1945 yılında yapılan kazılarda Friglerin büyükleri için yaptıkları mezarların şekilleri tesbit olunmuştur. Anatoprak içine dikdörtgen şeklinde 2 metreden fazla bir çukur kazıyorlardı. Bu çukurun içerisine tahta (kalas) lardan geniş kenarlı büyük bir tekne yapıyorlar, bu tekne içine gömme merasiminde kullanılan madenî ve toprak kaplarla, ölüye ait eşya ve kült eşyası konuluyor; ölünün yakılmasından kalan küllerle dolu toprak kap ortaya yerleştiriliyordu. Frigler bu çukuru, çakıltaşlarla örtüyorlardı. Bu mezarlarda tonos ve kubbe yoktur. Ölü, topraktaki çukura böylece gömüldükten sonra üstüne büyükçe bir yığma yapılıyordu. Bu topraklar mezarın çevresinden alınıyordu.
Ankara’da ele geçen birçok belgeler Romalıların burada uzun müddet kaldıklarını göstermektedir. Ancak Roma mezarlığının nerede olduğu kesin olarak bilinemiyor.
Bizans çağının Ankara mezarlığı, gene istasyon yöresinde ele geçmiştir. Burada Ulaştırma Bakanlığı binası temellerinde ve geçit yerinde yapılan toprak düzeltmesi sırasında muhtelif tipte Bizans mezarı meydana çıkmıştı. Bunların içinde, şimdiki Çankırıkapı arkeolojik alanına taşınan fresklerle süslü mezar, en güzel bir örnektir. Bu mezar, BizanslIların Anadolu’da ölü gömme tarzlarını gösteren ilk örneklerden biridir. Mezarın ölü konulan zemini tuğla döşelidir. ! (ân bir haç şeklindedir. Üstü bu plâna uygun şekilde tonosla örtülmüştür. îçi, üç kişinin gömülmesine yarıyacak durumda
yapılmıştır. Tonos kısmı ve yan duvarları kıtıklı kireçle sıvanmış üstüne çeşit renklerle freskler yapılmıştır. Başlıca resimler asma dalları, keklik, kuş, çelenk ve haçtır.
Bu alanda ele geçen mezarlardan bir kısmı, toprak çukurlar üzerine yarıkambur tuğlalarla, diğer bir kısmı çukur tuğladan tonos örmek suretiyle üçüncü bir örnek de, kenarları ve üstü yassı taşlarla örtülmek suretiyle meydana getirilmiştir. Bedestenin onarılması sırasında ( 1946), ön kısmında bir mezar açılmıştır. Bu mezarın gömme tarzı ve diğer belgeler burada yatanın bir BizanslI hiristiyan olduğunu göstermektedir.
Şimdiki hapishanenin arkasında yapılan Kızılay Hastahanesi temellerinde, üstte Müslüman, altta Bizans mezarlarına tesadüf edilmiştir.
Ziraat Enstitüsüne giden yol ile Etlik yolunun arasında kalan Aşı - Serumevi yapılarının temelleri açılırken üstte Bizans çanak, çömleği ve birçok mezar bulundu. Bu mezarlar, düz taşlar üçgen şeklinde çatılarak kapatılmıştı. Daha altta 2—3 metre derinlikte pek çok Roma seramiği ele geçti. Burada da şekli iyice tesbit edile-miyen mezar ve iskeletler bulundu. Bu temel kazıları, burasının geniş ve yassıbir hüyük olduğunu göstermiştir.
Türk Mezarlıkları
Eski Ankara şehrinde Müslüman mezarlıkları camilerin yakınında idi. Bunlardan başka şehrin doğusunda ve güneyinde geniş mezarlıklar vardı. Bu mezarlıklardaki taşların bir çoğu klâsik çağlardan kalma süslü taşlardı. Şehrin sağlığı bakımından bu mezarlıklar kaldırılmıştır. Yalnız cami avlularındaki mezarlıklar duruyor. Bugün, Arslanhane, Hacımusa, İmaret, Hacıbayram camilerinin yanındaki mezarlar korunmaktadır. Tarihî değeri olan müslüman mezar taşlarından bir çoğu Etnografya Müzesinin bahçesinde toplanmıştır.
Sarıkışla dersindeki tepelerin eteğine serpilmiş bir takım hıris-tiyan mezarları vardır. Bu mezarlık Vank Manastırının önündedir.
Ermenîlere ait olan bu mezarlıkda, Ankara’ya ticaret için gelen, Hollanda’h ve Britanya’lı birtakım hıristiyan tüccarlara ait kitabeli mezarlar da vardır.
Romalı ve BizanslI mezarlarından toplanmış steiler şimdi Çan-kırıkapı Arkeolojik alanında korunmaktadır,
Türk mezar taşları içinde çiçek motifleri ve geometrik şekillerle süslü san’at eseri olanlar vardır. Bunların çoğu Selçuk mezarlarıdır. Bu taşların bir kısmına ayetler yazılmıştır.
Osmanlı devri mezar taşlarının üstünde kavuk şekilleri kabar-tılmıştır. Mezarlara canlı varlıkların resimleri hemen hemen hiç konulmamıştır. Şüphesiz ki bunda dinî taassup önemli bir rol oynamıştır. Taşları ince danteller gibi işliyebilen Türk san’atkârlan böyle bir baskı altında olmasalardı, değerli heykeller ve kabartmalar yapmakta güçlük çekmezlerdi.
Ankara’da en eski Türk mezarı (630 H.) 1232 tarihli Öksüzce-baba mezarıdır.
Hıristiyan Mezarlığı ve Wank Manastırı
Manastır Etliğe giden yolun sağında askeri depoların bulunduğu sırtlardan biri üzerine 1759 da yapılmıştır. Sekiz köşesi ve yedi nişi vardı. 1860 da onarılmıştı. Mihrap kısmı duvarları Anadolu işi çinilerle kaplıydı. Bugün tamamen yıkılmış olan bu binanın yerinde, manastır yapılmadan önce, gûya bir tapınak varmış ve Havvari’lerden Paulus bu tapınağı ziyaret etmiş. Bu tamamiyle bir rivayettir. 1947 yılında burada define araştırılırken birkaç klâsik çağ eşyası ile mezarlar ele geçti. Paulusun Hıristiyanlığın yayılmasındaki rolü büyüktür. Belki bu söylenti, buralarda hıristiyanlığın çok erken yayılmış olmasından doğmuştur. Manastırın etrafındaki hıristiyan mezarlığında birçok klâsik yapı parçaları bulunmaktadır. Bunların bir kısmı üzerinde, yatan ölülere ait yazılmış kitabeler, mezar taşları vardır. Bunlar içinde XVI - XVII yüzyıllarda ölmüş Ho-lândalı, Britanyalı, Galyalı tüccarlara ait mezar kitabeleri bulunmaktadır. Mezartaşlanndan bir kısmı Çankırıkapıdaki Arkeolojik alana getirilmiştir.
Modern Anıtlar
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan ve Yeni Türk Devleti kurulduktan sonra, Türk Ulusu, Şef Atatürk’ün yarattığı devrimlerle, yeni bir hayata kavuştu. Bu devrimlerin genel amacı, Türk Ulusunu, çağdaş Avrupa milletlerinin kültür düzeylerine ulaştırmak, doğuşta var olup da, geri düşünüş baskıları altında gelişmekten kalmış Türk dehasını, yeniden canlandırmaktı. Geçmişte kötü idare edilmenin ve türlü ekonomik ve kültürel baskıların sonucu olarak, her bakımdan geri kalmış olan ulusumuzun tarih boyunca süregelmiş bir dinamizmi vardı. Bunu genişliğine ve derinliğine uyandırmak gerekiyordu. Atatürk bunu kendi öz benliğinde büyük bir heyecanla duyuyordu. Cumhuriyetin doğuşu, tekke ve türbelerin kapatılması, yeni alfabenin kabulü, demokratik sistemin “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir !„ şeklinde yayılması hep bu amaç içindi. Atatürk bizi alıştığımız geri bir idareden koparıp yeni bir dünya görüşüne kavuştururken, geçmişin kötü bağlarını söküyordu. Diğer taraftan bizi derin ve şanlı tarihimizle karşı karşıya getirerek, “Türk! Çalış öğün, güven !„ düsturu ile süratle, medeni dünyanın eriştiği amaca yükseltiyordu.
Kısaca anlatmaya çalıştığımız devrimler, ulusumuza (bu yeniden oluş) içinde derin bir heyecan vermişti.
Yurdun birçok yerlerinde bu devrimleri ve zaferleri mermerin ve tuncun dili ile gelecek yüzyıllara duyurma istekleri belirdi, îlk anıt İstanbul’da, Sarayburnunda dikildi.
ülusmeyd anındaki Zafer Anıtı
Bu Anıt Kurtuluş Savaşı kahramanlarına, Türk Ulusunun bir armağanı olarak 1927 yılında dikilmiştir. Anıtı yapan mimar heykelci Krippel’dir. Anıtın altlığı Ankara taşındandır. Ön yüzü bir kalenin burçlarını andırır. Bu yüzde stilize edilmiş iki kurt başı Ergenekonu hatırlatıyor, önden bakılınca sağda hücuma kalkmış
bir türk askerinin bir eliyle arkadaşlarını savaşa çağırdığı görülür. Soldaki Mehmetçik ufukları gözetmektedir. (R- 27)
Arkada, yokuşa doğru olan kısmında, omuzunda mermi taşıyan bir genç kadın. Kurtuluş Savaşında, Türk kadınının gösterdiği kahramanlığın bir örneğidir. Anıtın gövdesi beyaz mermerdendir-Gövdenin sağ yüzünde altta Atatürk (Başkumandanlık Meydan Muharebesi) inde komutanlara emir yazdırmaktadır. Üstte Atatürk’ün emrini yerine getirmek için canlarını esirgemeyen Mehmetçiklerin düşmanı denize döküşleri tasvir edilmiştir. Bu iki kabartma, diğer yüzdeki kabartmalarla birlikte Kurtuluş Savaşının, muhtelif sahnelerini canlandırıyor. Üstteki alınlıkta eski harflerle “îlk hedefiniz Akdenizdir ileri !„ Dumlupınar 1922 yazılıdır. Mermiyi taşıyan kadın figürünün bulunduğu yüzde, devrilmiş büyük bir çinar ağacı OsmanlI İmparatorluğunu, onun gövdesinden yeni fışkırmış genç bir fidan, Yeni Türk Devletini temsil eder. Sümerbank’a bakan yüzde, altta Türk köylülerinin, kadın erkek kağnılarla savaş alanına cephane taşıdıkları görülür. Üstteki çerçeve içinde, Türk bayrağını selâmlıyan düşman askerleri geçit töreni yapmaktadır. Bunun üstündeki alınlığa Atatürk’ün, en ümitsiz zamanda söylediği şu sözler kazılmıştır: “Düşman ordusunu behemehal anayurdumuzun harimi-işmetinde boğarak naili halâs ve istiklâl olacağız!» 6 Ağustos 1921, Öndeki alınlıkta ise: “Artık sinei millette bir ferdi vahit olarak çalışacağım.» Sözleri yazılıdır. Atatürk, bu sözleri bütün rütbelerini söküp attığı vakit söylemişti. En üstte Atatürk bir at üzerindedir.
Bu anıt, Atatürk’ü, Türk kadınını, Türk askerini ve Osmanlı Devletinin batışını, Yeni Türk Devletinin parlak bir zafer temeli üzerine kuruluşunu canlandırıyor. Büyük törenler, bu anıtın önünde yapılır. Millî günlerde bu âbide çelenklerle süslenir. Anıt bu konu için dikilen eserlerin en güzellerinden biridir.
Etnografya Müzesi Önündeki Atatürk Anıtı
Bu güzel anıt, îtalya’lı heykelci Canonica tarafından 1927 de neoklâsik (yeni klâsik) stilde yapılmıştır. Atatürk, asker üniformasiylö bir at üzerindedir. At şaha kalkmamış olmamakla beraber, süratle yürür görünüyor. Atatürk’ün omuzlarından aşağıya kayan pelerin,
güzel kıvrımlarla arkaya doğru açılmıştır. Atatürk’ün genç ve kahraman yüzü, kendine güvenmenin verdiği gururla sert ve muhteşem I Bu yarı tanrılaştırılmış komutan bir nutkunda söylediği gibi “Millî hedefimizi bütün vuzuh ve katiyetle Avrupa’ya» yönelttiğimizi anlatmak için batıya doğru ilerlemektedir. Onun hayatı boyunca sağlamaya çalıştığı amaç bu idi- Büyük zafer için de Türk gücünü (batıya doğru) Akdenize ulaştırmak gerekmişti. (R. 28)
Heykelin kırmızı mermer gövdesi sağda ve solda iki pano ile süslenmiştir. Soldakinde, bakımsız Ankara, harap, fakat yeni bir güneşle aydınlarımakta! Bu görünüş Ankaranın, Kurtuluş Savaşının heyecanlı günlerini canlandırıyor. Sağdaki tabloda devrilmiş toplar, yıkılmış arabalar, bir muharebe meydanının acıklı manzarasını canlandırmış.
Öndeki yüzde beyaz mermerden işlenmiş altlıkta iki madalyon var. Bunlardan biri, esir düşman komutanın muzaffer Gaziye kılıç teslim edişini gösteriyor. Soldaki madalyonda, Başkomutan Mustafa Kemale zafer buketleri sunulmaktadır. Arkada küçük iki bronz tablo daha var. Bunlardan biri Mustafa Kemal’in nutkunu dinleyenleri, diğeri yurdu terkederek kaçan Sultanları gösteriyor. Bu anıt Atatürk’ün geçici kabri olan Etnografya Müzesinin bahçesin-dedir. Şimdi bayram gecelerinde iki meşale, tunç Atatürk’le “Eşsiz kahraman» ölü’nün arasında parlamaktadır.
Orduevi Önündeki Atatürk Heykeli
Bu heykel, Yenişehirde Zafer Meydanındadır. Küçük bir altlık üstünde Atatürk ayakta, kılıca dayanmış sakin duruyor.
Asker üniformalı komutan, bir ayağını ileri atmış. Eserin heykelcisi Gazi’yi, savaş alanlarının bu eşsiz kahramanını bir zafer meydanında tasvir etmeğe çalışmış! Heykel tunçtan yapılmış. Altlıkta zafer çelenkleri asılı. Asfaltın ortasındaki küçük meydanlığa dikilen anıt, Ankaradaki Atatürk heykellerinin en küçüğüdür.
Güvenlik Anıtı
Bu anıt Yenişehir’de Güvenlik Farkındadır. Asıl gövde T şek-şeklindedir ve Ankaranın sert kırmızı taşındandır. öndeki bronz iki figürden biri, ihtiyar bir adamı, diğeri bir genci canlandırıyor. İhtiyar adamın sarkık adaleleri, yorgun yüzü, hayatının son yıllarını yaşadığını göstermektedir. İlk güvenin senboli olan sopa elinden düşmek üzere. İhtiyar sol eliyle T ye dayanmış. (R. 29)
Sert adaleli çıplak genç, eline yeni aldığı sopa ile nesilden nesle süregelen korunmayı temsil ediyor.
Alttaki altlığın ortasında, Atatürkün şu sözleri tunç harfle yazılmış : Türk' Öğün, Çalış, Güven! Bu yazının sağında bir grup var. Burada Türk polisinin halka yardımı, kabartmalarla anlatılmış, bir cinayet sahnesi ve suçluyu adalete teslim için götüren Türk polislerini gösteriyor. Arkada, üstte, Atatürk, Ulusun yaralarını saran bir kahraman olarak yüksek kabartma ile kırmızı taştan kabartılmış. Sağında ve solunda dört çıplak insan var. Bunlardan sağdakiler yalın kılıçları ile, modern çağda güveni, soldakiler de birliği temsil ediyorlar.
Altta, ortada Romen rakamları ile 1935 yazılı. Sağda ve solda yine iki grup var. Sağdakiler yapıcı ve yaratıcı insan dehasını anlatıyor. Demirciler, mühendisler, sanatçılar ve mütefekkirler görünüyor.
Soldaki grup bir Anadolu köyünü ve çiftçilerini gösteriyor. Bu anıt 1935 de Türk Ulusunun, polis ve jandarmasına bir armağanı olarak dikilmiştir.
Anıtı yapanların adları tunç levha üzerinde yazılı :
Prof. Holzmeister
„ Anten Hanak
„ Jozef Thorak
Bu eser Türkiye’de dikilen modern anıtların en büyüğü ve anlam itibariyle en güzellerinden biridir.
MÜZELER
Eti Müzesi (Arkeoloji Müzesi)
Eti Müzesi Bedesten yapısının ortadaki büyük salonunda kurulmuştur. Atatürk’ün Türk Tarihine, yurt Tarihine karşı göstermiş olduğu derin ilgi, Ankara’da ve İstanbul’da toplanan Tarih Kongreleri, Türk Müzeciliğine yeni bir hız vermişti. Türk Ulusunun, unutulmuş ve hattâ inkâr olunmuş, derin ve köklü bir kültüre sahip olduğunu meydana çıkarmak, Atatürk’ün son yıllarda uğraştığı büyük işlerin başında idi. 1932 yılında başlıyan bu hareket, Türk toprakları altında binlerce yıldanberi yatmakta olan eski sitelerin, hüvüklerin kazılıp açılarak bütün dünya bilginlerinin gözleri önüne yeni belgeler konulmasına kaynaklık etti. Bu arada, Anadolu’da Boğazköy’de (Hatuşaş) M. Ö. II. binde büyük bir İmparatorluk kurarak sürekli bir kültürle Anadolu’nun tarihi çehresine yeni bir şekil ve anlam veren Etiler’e karşı derin bir ilgi başladı. Şurada burada dağınık bir halde bulunan Eti eserleri Ankara’ya getirildi. Ankara’da büyük bir (Eti Müzesi) kurmak fikrini ortaya koyan Atatürk’tür, [*]
Millî Eğitim Bakanlığının büyük ödeneklerle onarttığı Mahmut Paşa Bedesteni toplanan eserlerin teşhir edilmesi için en uygun bir yapı olarak seçilmiştir. Müzede şimdilik yalnız Eti eserleri vardır. Müze tamamlandıktan sonra, Orta Anadolu’da yapılan kazılarda elde edilmiş klâsik çağdan önceki çağlara ait eserler buraya getirilecektir. O vakit Kurşunluhanla birlikte (Ankara Arkeoloji Müzesi) kurulmuş olacaktır.
Eti eserleri şimdi büyük orta salonda teşhir edilmektedir. Buradaki kabartmalar, seri halindeki Alacahüyük, Kargamış, Malatya ve Sakçagözü eserleridir. Bu eserler mümkün olduğu kadar eski durumlarına uygun olarak düzenlenmiştir. Kabartmaların dizilişleri, kapılar ve saire bize o çağın yapı kompozisyonu hakkında bir fikir vermektedir.
Salondaki Eti eserlerinin tarih bakımından en eskileri Alacahü-yük’ten getirilen, Büyük Eti Devleti çağına ait eserlerdir. Orta Anadolu’dan güney Anadolu’ya geçen Etiler oralarda da siteler kurmuşlardı. Bu müzedeki, Geç Eti çağı adı verilen bu devre ait eserlerin en önemlileri Kargamış serisidir.
Cerablus, Sakçagözü ve Malatya’dan getirilen kabartmalar da Eti plâstik san’ati için çok önemli belgelerdir. (Resim 30-31) Bu müzede Ankara çevresinde ele geçen sekiz kabartma teşhir edilmektedir. Bu kabartmalar Ankara taşmdandır. Kalaba’dan (Galaba) getirilen kabartma kükreyen bir arslanı canlandırıyor. Diğer bir kükreyen arslan kabartması Etimesut’ta bulunmuştur.
Baş tarafı kırılmış bir arslan Yalıncakta ele geçmiştir. Ogüst mabedi yanında bulunan kabartma fidanlıktan getirilen Grifon, Anıt mahallesinde meydana çıkan At, Kale surunun altında bulunan kanatlı hayvan bu müzenin değerli eserleri arasında yer almıştır. Bu kabartmalar dağınık olarak ele geçmiştir. Bununlaberaber ölçülerinin uygunluğu stil bakımından görülen benzerlikler, bütün bu eserlerin bir yapıya ait olduğunu kabul ettirmektedir. Kabartmaların tarihlerini kesin olarak bilemiyoruz. Ancak genel olarak, bunların (M. Ö.) linçi bin yıla ait olduğu kabul edilmektedir. [*]
Bu çağda Etiler Orta Anadolu’dan tamamen çekilmiş bulunduklarına göre kabartmaların onlar tarafından yapılmış olmasına imkân yoktur. Friglere ait oldukları da bilinemiyor. Bu kabartmaların kuvvetli Eti kültürü tesiri altında yaratıldığına hiç şüphe yoktur. ( R. 32, 33, 34)
Ankara’da ilk müze 1921 de kalede kurulmuştur. O zamana kadar Belediye îçkalenin ortasındaki Akburç (Akkale) odalarını gaz deposu olarak kullanmaktaydı. Boşaltılan bu odalara, kale ambarlarından çıkarılan silâhlar ve askeri eşya yerleştirildi. 1922 de Müze M. Eğ. Bakanlığına verildi. Bedesten bugün Arkeoloji Müzesinin bölümü olarak gelişmektedir. Kazılarda çıkarılan arkeolojik eserler şimdilik Etnoğrafya Müzesindedir.
asıl binanın yeri için burası teklif edilebilirdi. Fakat kabartmalar yanında bulunan duvar bakiyesi bu teklifi desteklemeye kâfi değildir.
Sekiz parça üslûp bakımından biribirine çok benzer. Hepsinde uzun gövdenin kısa bacaklara nisbeti müşterektir. Grifon ve sfenksin gögüs tüyleri, ikisinin ve kırık taşın üstünnde kalan kanatlar tamamen aynıdır. Atın paralel iğri çizgilerle gösterilmiş olan yeleleri, grifonun tüylerine çok benzer. Üst bacak adalelerinin iki S helezonu ile ifadesi sfenks, grifon, kırılmış kanadh varlık ve boğada müşterektir; buna mukabil at ve aslanlarda görülmez. Üç aslanın kolları hizasında birer haç vardır; boğada kol ayni şekilde tasvir edilmiştir, fakat haç. yoktur. Grifon, kanatlı kırık, Etinıesut ve Kalaba aslanlarının karınlarının alt kenarına paralel birer çizgi bulunmaktadır. Yalıncak aslanı, grifon boğa ve atta bu çizgi yoktur. Aslanlar, grifon ve sfenksin ön bacaklarındaki ademlerin inişleri hemen hemen aynıdır, at ve boğada ancak küçük bir ayrılık görülür.
Bu kabartmaların tarihlenmesi zordur. Bunların (M. Ö ) I. bine, yani, Etilerin artık Orta Anadolu’da bulunmadığı bir devre ait oldukları muhakkaktır. Bossert’in bacak adelelerini Geç Eti çağına ait Göllüdağ (Bossert 798 v. d.) ve Urartu’lara ait tunç heykellerinkilerle (Bossert 1169 v. d.) mukayese ederek 8. yüzyıla tarihlemesi çök yerindedir. ( Bossert No. 1053 v. d.) Sfenks ve grifonun tüyleri ayni çağa ait Sakçagözü ve Zencirli sfenksleri ile de mukayese edilebilir. Aslanların kollarında bulunan haç, Sakçagözü ve Zencirli’niıı îçkale kapısının geç aslanlarında aynen mevcuttur. Ankara’nın bu zamanki tarihine ait bilgimiz maalesef pek azdır. Elde edilen tek tük bilgiye göre Frig Devleti’ne ait olmalıdır; hakikaten Ogüst Mâbedi, Çankırıkapı Fidanlık ve şehrin batısındaki Tumülfislerde Frig iskânı tesbit edilmiştir. Geç Eti çağı kabartmaları ile zikredilen benzerlikler bir Eti kültür etkisini göstermektedir. Fakat bir bütün olarak ele alındıkları zaman Ankara kabartmaları, basit olarak ne Geç Eti ne de Frig ®an’at eserleri olarak açıklanamaz, şimdiki bilgimize göre bunlar daha ziyade müstakil gibi görünüyorlar.
Etnografya Müzesi
Halkevi yanındadır. Atatürkün muvakkat kabri olarak kullanılmağa başlanıldığı gündenberi benzeri müzelerden yüksek bir manevî değer kazanmıştır. Türkiye’de bir Etnografya Müzesi kurmak fikri, Hars Müdürlüğü zamanında (Hars Müzesi) olarak ortaya konulmuş ve Macaristan’dan getirilen Mesaroş adlı bir uzman bu işe memur edilmişti. İlk hazırlık İstanbul’da yapıldı.
Ankara Etnografya Müzesinin temeli ozamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi tarafından 1925 yılında atıldı. (R. 35) 1927 yılında yapı tamamlanınca İstanbul’daki müzenin eşyası buraya getirildi. Macar uzmanın yanına Türk müzecileri de katıldılar. Müzenin halka açılışı 1930 yılındadır. Son yıllara kadar Etnografya Müzesi Ankara’daki bütün müzelik eserlerin korunduğu bir yerdi. Tekke ve türbelerin kapatılmasıyla başlayan yeni devrimler geri kurumlan ortadan kaldırıyordu. Buraya türbelerden, ziyaretlerden eşya toplandı. (Resim 36) Ankara’da Etnografya Müzesi, Bektaşilik gibi bâtınî tarikatların birçok eşyasını koruyan değerli bir müessesedir. Bu müzeye Ankaraya yakın illerden şer’i siciller de gelmiştir ki bunlar tarih belgesi olarak baha biçilmez hâzinelerdir. Bu müze’de halk kültürü bakımından değerli elişlemeleri, oyalar da toplanmıştır. Bunlardan başka Türk tahta oymacılığının güzel örnekleri olan kapılar, mimberler, tavanlar görülmeğe değer. (Resim 37)
Etnografya müzesinde, etnoğrafik eserlerden başka Anadolu’nun kazı alanlarından getirilmiş eserler de teşhir olunmaktadır.
Alişar, Alaca, Ahlatlıbel kazılarının toprak, maden eserleri Etnografya Müzesi ödedir. Alaca Kıral mezarlarında bulunan güneş kursları Yakın Doğunun Bakır çağı tarihi için çok önemli arkeolojik belgelerdir.
Ebedî Şef Atatürk’ün geçici kabri büyük giriş kapısının karşısındaki büyük salondadır. Atatürk, ömrünün son yıllarında Yurt tarihi ve Türk tarihi ile uğraşarak Türk Ulusunu yeni bir hayata kavuşturmağa çalışıyordu. Onun bugün Etnografya Müzesinde yatışı bu bakımdan mânalıdır.
Ahiler
Türk tarihinde Ahiler’in büyük rolleri vardır. Anadolu Oğuz Boyları tarafından ele geçirildiği sırada, Alperenler, Rumgazileri gibi Ahilerde bu yerlerin Türkleşmesine yardım etmişlerdir. Selçuklar zamanında Ahilik epeyce gelişmiş ve yayılmıştır. Selçuk Devletinin zayıfladığı zamanlarda ise, Ahiler bir çeşit esnaf tarikatı olarak genişlediler ve sosyal bünyelerini kuvvetlendirdiler. Bu tarikat az zamanda Orta Anadolu’nun birçok şehirlerine yayıldı. Birçok şehirlerde, aydın insanlar da bu tarikata girmişlerdi. Bunlar arasında kadılar, müderrisler yetişmiştir. Selçukların yıkılmasından sonra, Karaman, Aydın, Menteşe Beylikleri birer küçük hükümdarlık haline geldiği halde, Ahilerin büyük bir çoğunlukla ellerinde tuttukları Ankara şehrinde egemenlik hareketi başlamamıştır. Bu hâl Ahiliğin bir din - esnaf kurumu olmaktan başka bir anlam taşımadığını gösteriyor Ormanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin, bir Ahi olan Şeyh Edebali’nin kızını alması, bu bölgede egemenliği genişletmek bakımından etkiler yaratmıştır. Edebali’nin otoritesinden, Osman Beyin çok istifade ettiğine şüphe yoktur. Uzun müddet Osmanlı egemenliği altında sessiz yaşayan Ahiler Yıldırım Bayazıt zamanında ayaklanmışlardı. Bu ayaklanma yirmi gün kadar sürmüş, istedikleri haklar kendilerine verilince isyandan vazgeçmişlerdi. Ahilerin Osmanlı hükümdariyle olan ilgileri, diğer tairkatlarinkine hiç benzemez. Meselâ Mevlevilerin “kılıç kuşatma, gibi bir imtiyazı bunlarda görülmez. Ahiler, Bektaşiler ve diğer batini tarikat ehli gibi “miskin, değildirler.
Ahilerin "yardımlaşma, da ulaştıkları yüksek seviye, Türk Ulusunun sosyal gelişmesinde derin izler bırakmıştır.
Abbasi halifesi Naşir - li - Dinillah ‘Fütüvvet. i meslek haline getirmişti. Ahilik bu halifenin koyduğu sosyal temellere dayanarak yayıldı.
Ahiliğin esası “yardım, dır. Bununla beraber, Ahiliğin yakın doğunun eski tarihine kadar uzanan bir geçmişi olduğu bellidir. Hind'in Budizmi, İran’ın Zerdüşt dini, Orta Asyanın Şama-
nizmi Ahiliğe pek çok şey vermiştir. “Ahi, sözünün Arapça olduğu sanılıyor. Ehli Fütüvvet, yardımlaşmayı seven anlamına gelir! Ahi olmanın ilk şartı budur. Yoksula, düşküne, yabancıya ve misafire yardım etmek, bunların başlıca ödevleridir. Ahiler Esnaftırlar. Bunlar çırak, kalfa, usta olmak üzere sosyal bir sıralaşmaya tabidirler. Sanat ve meslek birliği sosyal yardımlaşmada çırağa, kalfaya ve ustaya ayrı ödevler yüklemekte idi. Bu derecelerin birinden ötekine geçebilmek için bir takım törenler yapılırdı. Bunların içinde “peştemal kuşatma, töreni özel bir merasimdir. Eski Ahi törenlerinde içki kullanılmazdı. Sonraları törenin başlıca temeli olan ziyafet sofrasına “dem, içki girmiştir. Yemekten sonra “şeyh, in eli öpülür, o da her esnafa kendi sanatı ile ilgili bir âlet verirdi. Yemeklerden, dualardan, el öpmelerden sonra sanat ehli olan Ahiler yeni derecelere yükselirlerdi. Usta dükkânın başı idi.
Anadolu’daki batini tarikatların bir çoklarında olduğu gibi Ahilikte’de müzik önemli bir rol oynamıştır.
Ankara’da birçok cami ve mescitler Ahilerin eseridir
Kıral Yolu
Anadolu, eski çağların büyük kültür çevreleri ortasında bulunduğundan türlü memleketleri birbirine bağlıyarak, bugünkü müdenî hayatın gelişmesi bakımından, arz üzerinde hiçbir toprak parçasına nasibolmayan önemli bir rol oynamıştır. Güneydoğu’da Mezopotamya’nın, güneyde Mısır ve Suriyenin, batıda Ege’nin, kuzeybatıda Balkanların, doğuda İran’ın yolu barışta ve savaşta türlü münasebetler için hep Anadolu’dan geçmiştir. Anadolu binlerce yıl doğu ile batı arasında bir köprü olmuş, şimdiki medeniyetin olgunlaşmasına hizmet etmiştir. Doğuda çok erken çağlarda yayılan Neolitik kültür, Balkanlara ve Avrupa’ya buradan geçmiştir. [*] Mezopotamyada M.Ö. IV üncü bin yıllarda parlayan Sümer medeniyetinin Anadolu madenler çağı kültürleriyle yakınlığı, Ege medeniyeti ile Mısır’ın ve Batı Anadolu’nun türlü yönden benzerliği bugünkü arkeolojik belgelere göre çok açıktır. Yeni meydana çıkarılan eserler doğu Anadolu’nun Balkan yarımadası ile çok eski bir bağı olduğuna tanıklık ediyor. Bütün bu bölgelerin yolu anadoludan geçtiği için yurdumuz dünyanın hiç bir yerine benzemeyen bir tarih zenginliğine sahip olmuştur. (Harta 4)
Anadoluda büyük yolların ne vakittenberi işlediğini kestirmek güçtür. Bununla beraber buradan geçen göçlerin, orduların, ticaret kervanlarının, Bakır çağından başlıyarak hemen daima aynı istikametleri takip ettiği bilinmektedir. Bu eski yolların geçtiği yerlerin genel karakteri şudur:
Bol su, hayvanların ve insanların yiyeceklerini kolayca sağlı-yabilecekleri verimli toprak, vâdıler, yamaçlar ve düzlükler.
Anadolu’nun eski yollarının geçtiği yerlerin en güzel belgeleri eski medeniyetleri koynunda saklayan (hüyük) lerdir. Şimdiye kadar yapılan kazılarda bu büyüklerin çoğunun, eski yolların kenarlarında ve çok kere, birkaç yolun kavşak yerinde kurulmuş eski şehir ve kasabaların kalıntıları olduğu anlaşılmıştır. Bu yollar,
tüccar kervanlarının ve orduların geçmesine yaramaktaydı. Anadolu’da teşekkül eden yolların en eskisi Batı Anadolu’dan başlıyarak Orta Anadolu’dan geçen ve doğuya uzanarak Mezepotamya ve İran üzerinden Asya’ya ulaşan yoldur. Bu anayol irili ufaklı birçok kollara ayrılıyor, şehirleri ve kasabaları birbirine bağlıyordu. Bu yol, yakındoğüda büyük imparatorlukların kurulduğu çağlarda askerlikçe büyük önem kazandı. Med ve Pers imparatorlukları orduları Anadolu’ya Yunanistan’a ve Balkanlar’a karşı giriştikleri savaşlarda hemen daima bu yoldan geçtiler.
Grekler bu yola (Kıral Yolu) adını vermişlerdir. Ünlü Yunan tarihçisi Heredot (M.Ö.V) inci yüzyılda bu yoldan ilk defa bahsetmiştir. Kıral Yolu tarihlerde değişik şehirlerden geçer gösteriliyor.
Ankara şehri bu Kıral Yolu üzerinde ve Anadolu’nun ortasında hemen her çağda önemli bir mevki olarak kalmıştır.
Kıral Yolu, bugünkü bilgimize göre Efes ve İzmir’den çıkarak Sard üzerinden Gordion’a ulaşıyordu. Bundan sonra Ankara (Ancyra) ilk duraktır. Ankara’dan sonra Kızılırmak (Halys) bölgesinde Etilerin başşehri olan (Hatusas) Boğazköy bu yol üzerinde önemli bir mevkidedir. Boğazköy’den sonra yol Kayseri’ye (Mazaca) varıyor. Kayseri yanında Asur kolonicilerinin yerleştiği bir tüccar şehri olan Kaneş vardı. Burada yapılan kazılarda eski Kaneş (Kültepe) tüccarlarının tabletler üzerine yazılmış birçok çivi yazılı belgeleri meydana çıkarıldı. Yol Kayseri'de üçe ayrılıyordu. Biri Antitorosları aşarak Maraş’a oradan da Samsat’a ulaşıyor; diğeri Kayseri’den, (Melitne) Malatya’dan geçerek Samsatta öbürüne kavuşuyordu. Kayseri’den üçüncü bir yolun Tyana, Kilikya kapısı (Gûlekboğazı) üzerinden Tarsus’a ulaştığını, Adana üzerinden İskenderun a, Şam’a (Damascus) ve nihayet Mısır’a uzandığını biliyoruz.
. . ^sı^ Kıral Yolu Samsat’tan Nuseybin (Nisibis), Ninive, Erbil istikametini takip ederek Susa’ya varıyordu. Bu çok eski Elam başşehrinden sonra yol, bir taraftan îndüs üzerinden Hind’e diğer taraftan Asya ortalarına varıyor, ve böylece doğuyu batıya bağlıyordu.
Anadolu Tarihinin Kısa Kronolojisi
i
Tarih
4000 — Neolitik çağ: Bu çağ kültürüne ait belgeler Mersinde Yü-müktepe’de en alt tabakada ele geçmiştir.
3500 — Kalkolitik çağ: Anadolu’da birçok kazılarda bu çağın arkeolojik belgelerine tesadüf edilmiştir. Bu buluntu yerlerinin en önemlileri, Alaca, Alişar, Karaoğlandır.
3000 — Bakır çağı-. Anadolu’da bu kültür çok geniş olarak yayılmıştır. Hemen bütün Anadolu büyüklerinde Bakır çağı kültürü eserleri vardır. Alaca, Alişar, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Karaoğlan kazılarında sürekli bir kültür olarak görünmektedir.
2500 — Bakır çağının devamı: Bilhassa Orta Anadolu’da Alaca’da bu çağa ait kıral mezarlarında güneş kursları, zengin altın ziynet eşyası ve birçok çanak, çömlek bulunmuştur. Maden işleme bu çağada çok ilerlemiştir.
2100 — Bronz çağı: Bu çağda Anadolu’nun birçok yerlerinde bronzun işlendiği görülür. Kapadokya seramiği, Kültepe'de(Kaneş) ve diğer büyüklerde ele geçmiştir. Bakır çağı kültürü, yerini bu kültüre terk etmiştir. Kayseri yakınındaki (Kaneş) Kültepe’de Asurlu tüccarlar, bir koloni kurmuşlardır.
1900 — Anadolu'da Asur kolonileri: (Keneş’te Asurdan gelen tüccarların, yerli Anadolu halkı ile geniş ticaret işlerine girişmeleri.)
1680 — Lâbarna: Eski Eti Devleti kurulmuştur.
1635 — I. Murşiliş: Etiler tarafından Halep ve Kargamış bölgesinin, » Babil’in zaptı ve Eski Babil Devletinin yıkılışı.
Tarih
1530 — Telipinuş: Eti Devlet idaresinde temel yasasını, kırallık hukukunu düzenleyen kiralın egemenliği.
Bu kıraldan sonra Ön Asya’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi Anadolu’da da tekmil yazılı kaynakların susması bakımından karanlık bir devir başlar.
1460 — II. Tuthalyas: Yeni Eti İmparatorluğunun başlaması.
1380 — Şuppiluliumas: İmparatorluğun genişlemesi, Mitanni (Hurri) devletinin- yıkılması, Şimali Suriye’nin Eti Devletine bağlanması. IV, Amenofis’in ölümü. Mısır Kıraliçesinin Suppı-luliumas’tan Firavun olacak bir Eti Prensi istemesi.
1325 — Murşiliş; Anadolu’da başlayan kargaşalığın bastırılması. Doğu Anadolu’ya Eti seferleri. Mısırla münasebetlerin ilerlemesi, Babil’in Suppiluliutnas zamanındaki tarihi vakaların annal’ (yıllık) lerle tesbiti.
1300 Muvattalliş-. Mısır Kıralı II. Ramses ile savaş (1293),
1290 — III. Hattuşiliş: Kadeş savaşından sonra Mısırhlar’la karşılıklı yardımlaşma antlaşması (1287).
1200 Batıdan gelen Deniz Kadimlerinin Anadolu’yu istilâsı. Eti Devletinin yıkılışı,
1150 — Asur kırallarından Tiglatpleser yıllıklarında Müşki’lerle savaştıklarından bahseder.
900 Bu çağda Frig'ler Anadolu’nun Sakarya boylarını egemenlikleri altına almışlardır. Ankara bu çağda Frig'lere bağlıdır.
700 Lidyalılar ın Batı Anadolu’da gelişmeleri, Kıral Giges.
600 — Lıdya’hların Orta Anadolu’ya yayılmaları. Sard şehrinin genişlemesi.
Tarih
Krezüs’ün hükümdarlığı ve Lidya’nın zenginleşmesi, Kıral Yolunun en parlak devri.
550 — Pers Kıralı Kuruş Anadolu’yu ele geçirir.
350 — Büyük İskender Anadolu’yu, İran’ı, Mezopotamya’yı zapte-der. Grek kültürü Helenistik kültürü olarak parlak bir gelişme ve yayılma gösterir. İskender’in ölümünden sonra Anadolu'da yeni küçük beylikler doğar. Bergama kütüphaneleri, mabetleri ve tiyatrolariyle bu çağın bir kültür merkezi halindedir. •
250 — Roma Cumhuriyeti, Grek’lerin yayıldıkları yerleri zaptetmeye başlar.
150 — Roma imparatorluğu kurulur. Yunan kültürü Romalılar’ın yayıldıkları yerlerde yeni gelişmeler göstererek parlar.
Roma büyük imparatorlar yetiştirir. Bu arada Sezar büyük ün alır.
0 — Isa doğar.
-
30 — Isa çarmıha gerilir.
100 — Roma imparatorluğunun en geniş devri.
200 — Romah’lar Anadolu’da ve Suriye’de egemenliklerini devam ettirirler.
400 — Roma imparatorluğu ikiye ayrılır, doğudaki Bizans adını alır. Anadolu. İran, Grek kültürlerinin birleşmesinden yeni bir Bizans kültürü doğar. Bu devlet Osmanlılar’ın 1453 te İstanbul’u ele geçirmelerine kadar Anadolu’nun ve Balkan-lar’ın bir kısmını idare eder.
Ankara’nın Genel Kronolojisi
ÇAĞ |
Başlangıç! |
Sonu |
Galat Egemenliği |
M. Ö. 73 |
M. Ö. 25 |
Roma „ |
AL Ö. 25 |
M. S. 337 |
Bizans „ |
M. S. 337 |
M. S. 1204 |
Latinler „ |
M. S 1204 |
M. S. 1261 |
Bizans „ |
M, S. 1261 |
M. S. 1453 |
Konya Selçuk Devleti |
M. S. 1077 |
M. S. 1308 |
İlhaniler „ |
M. S. 1308 |
M. S. 1336 |
Danişmentliler „ |
M. S. 1071 |
M. S. 1360 |
Ertana oğulları „ |
M. S. 1335 |
M. S. 1381 |
Osmanlı „ |
M. S. 1299 |
M. S. 1923 |
Türkiye Cumhuriyeti |
M. S. 1923 |
Yeni Türkiye Devletinin Kuruluşuna ve Devriınlere Ait Kronoloji
27 Aralık |
1919 |
Mustafa Kemal (Hey’eti Temsiliye) ile Ankeraya gelmiştir. |
11 Şubat |
1920 |
Fransızlar Maraşı boşalttılar. |
19 Mart |
1920 |
Mustafa Kemal olağanüstü yetkili bir Meclis seçilmesini istemiştir. |
9 Nisan |
1920 |
Îsmet Paşa (ismet İnönü) Ankaraya gelmiştir. |
23 Nisan |
1920 |
Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal tarafından açılıyor. |
5 Mayıs |
1920 |
Ankara’da yeni kurulan kabine Mustafa Kemal’in başkanlığında ilk toplantısını yapıyor. |
8 Mayıs |
1920 |
Pozantı’da Fransız’lar sarılıyor. |
24 Mayıs |
1920 |
Padişah Mustafa Kemal hakkında verilen ölüm cezasını tasdik ediyor. |
28 Mayıs |
-1920 |
Bozantı’da Fransız’lar esir ediliyor. ( Gülek’te ) |
30 Mayıs |
1920 |
Ankara Türk—Fransız Mütarekesi. |
8 Temmuz |
1920 |
Yunan’lılar Bursa’yı işgal ediyorlar. |
İs Temmuz |
1920 |
Büyük Millet Meclisinde Misakı Millî üzerine yemin ediliyor. |
22 Temmuz |
1920 |
Padişah başkanlığında toplanan Divan barış teklifini kabul ediyor. |
10 Ağustos |
1920 |
Sevr Barışı imzalanıyor. |
12 Ağustos |
1920 |
İstanbul camilerinde matem merasimi yapılıyor. |
30 Ekim |
1920 |
Karsın Türk orduları tarafından kurtarılması. |
8 Kasım |
1920 |
Mustafa Kemal Garp Cephesi Kumandanlığını ismet Paşa'ya veriyor. |
3 Aralık |
1920 |
Ermenistan’la Gümrü barışı imza ediliyor. |
10 Ocak |
1920 |
Birinci İnönü Zaferi kazanılıyor. |
1 Mart |
1921 |
Moskova’da Türk—Afgan antlaşması yapılıyor. |
12 Mart |
1921 |
Şair Mehmet Akif tarafından yazılan manzume Millî Marş olarak kabul ediliyor. |
16 Mart |
1921 |
Moskova’da Türk-Rus antlaşması yapılıyor. |
26-27 Mart |
1921 |
Yunanlılar Adapazar’ını, Afyon’u işgal ediyorlar. |
30 Mart |
1921 |
İkinci İnönü Zaferi kazanılıyor. |
28 Nisan |
1921 |
Yunan’lılar İzmit’i işgal ediyorlar. |
24 Mayıs |
1921 |
Hintli Mustafa Sağır Ankarada asılıyor (Bu adam casustu ve Mustafa Kemali öldürmek istiyordu.) |
1 Haziran |
1921 |
İtal van’lar Antalya’yı boşaltmaya başlıyorlar. |
28 Haziran |
1921 |
İzmit’i geri alıyoruz. |
5 Ağustos |
1921 |
Mustafa Kemal üç ay müddetle Başkumandalığa getiriliyor. |
12 Ağustos |
1921 |
Mustafa Kemal cepheye gidiyor. |
15 Ağustos |
1921 |
Yunan Kıralı Kontantin ordularına (Ankara’ya) emrini veriyor. |
5 Eylül |
1921 |
Yunanlılar geri çekilmeye başlıyorlar. |
13 Eylül |
1921 |
Sakarya’da Yunan’lılar kaçmaya başlıyorlar. |
19 Eylül |
1921 |
Mustafa Kemale (Gazi) ve (Müşir—Mareşal) unvanlarının verilmesi hakkında kanun çıkıyor. |
13 Ekim |
1921 |
Kars Antlaşması yapılı vor. |
20 Ekim |
1921 |
Türkiye-Fransa arasında Ankara Antlaşması yapılıyor. |
30 Ekim |
1921 |
Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı hakkındaki kanun üç ay daha uzatılıyor. |
4 Kasım |
1921 |
Kilikya’nın boşaltılması başlıyor. |
5 Ocak |
1922 |
Türk orduları Adana’ya giriyor. |
6 Mayıs |
1922 |
Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı hakkındaki kanun üç ay daha uzatıldı. |
20 Temmuz |
1922 |
< Mustafa Kemal’in Başkumandanlığının (Millî hedefe varıncaya kadar) uzatılması hakkında kanun çıkıyor. |
21 Temmuz |
1922 |
Mustafa Kemal cepheye gidiyor. |
20 Ağustos |
1922 |
Mustafa Kemal Akşehirdedir. (Mustafa Kemal’in ayın 21 inde Çankaya’da bir çay vereceği ilân edilmiştir.) |
26 Ağustos |
1922 |
Büyük Zaferin başlangıcı (Afyon Karahisar’ın güney batısında Yunan cephesi yanlıyor.) |
30 Ağustos |
1922 |
Dmlupınar Meydan Savaşı. |
31 Ağustos |
1922 |
Yunanlılar kaçarken’ Uşak’ı yakıyorlar. |
1 Eylül |
1922 |
Mustafa Kemal (Ordular’ ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri) emrini verdi. |
9 Eylül |
1922 |
Türk orduları İzmir’e giriyorlar. |
16 Eylül |
■1922 |
Son Yunan askerleri Anadolu’dan kaçıyorlar. |
3 Ekim |
1922 |
Mudanya Konferansı başlıyor. |
11 Ekim |
1922 |
Mudanya müterekesi imzalar iyor. |
19 Ekim |
1922 |
Refet Paşa İstanbul’a gidiyor. |
29 Ekim |
1922 |
Mustafa Kemal Saltanatla Hilâfetin ayrılması kararını veriyor. |
30 Ekim |
1922 |
Büyük Millet Meclisinde Saltanatla Hilâfetin ayrılması kabul edildi. |
1 Kasım |
1922 |
Saltanat kaldırılıyor. |
17 Kasım |
1922 |
Vahdettin kaçıyor. |
20 Kasım |
1922 |
Lozan Barış Konferansı açılıyor. |
25 Kasım |
1922 |
Edirne geri alınıyor. |
29 Ocak |
1923 |
Mustafa Kemal üşaki Zade Muammer Beyin kızı Latife hanımla evleniyor. (Şahitleri Kâzım Karabekir Paşa ve Abdülhalik Bey) |
8 Temmuz |
1923 |
Lozan Antlaşmasının kabulüne dair Bakanlar Kurulu Kararı çıkıyor. |
24 Temmuz |
1923 |
Lozan’da Barış Antlaşması yapılıyor. |
9 Ağustos |
4923 |
Haık Futasının kuruluşu. Reis Mustafa Kemal Paşa ikinci R°is Ali Fuat Paşadır. |
11 Ağustos |
4923 |
İkinci Büyük Millet Meclisinin açılması (286 Milletvekili vardı.) |
23 Ağustos |
4923 |
Büyük Millet Meclisi Lozan Barışını 44 e karşı 243 oyla kabul ediyor. |
2 Ekim |
4923 |
İtilaf ordularının İstanbuldan çıkışı. |
6 Ekim |
4923 |
Şükrü Nadi Paşa kumandasındaki Türk askerlerinin İstanbul’a girişi. |
9 Ekim |
4923 |
Halk Fırkası toplantısında İsmet Paşanın Teşkilatı Esasi-yeye (Anayasaya) (Devletin İdare merkezi Ankara’dır.) |
cümlesinin konulmasını teklif edişi. |
||
13 Ekim |
4923 |
Büyük Millet Meclisinin Ankaranın devlet merkezi olduğu hakkında karar verişi. |
29 Ekim |
4923 |
Büyük Millet Meclisi oybirliği ile ve 363 savılı kanunla Teşkilâtı Esasiyenin değiştirilmesini kabul ediyor. Cumhu-rivet ilân ediliyor. Cumhurbaşkanlığına Gazi Mustafa Kemal seçilmiştir. |
3 Mart |
1924 |
Halifeli^ kaldırılmıştır. |
20 Nisan |
4924 |
Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye (Anayasa) kanunu kabul edilmiştir. |
24 Ağustos |
4925 |
Gazi Kastamonu’ya seyahat etmiştir. (Şapka seyaseti) |
2 Eylül |
4925 |
Tekkelerin ve Türbelerin kapatılması, kıyafet kararnameleri çıkmıştır. |
25 Kasım |
4925 |
Şapka Kanunu Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir. |
30 Kasım |
4925 |
Tekkel-rin kapatılması hakkındaki kanun kabul edilmiştir. |
47 Şubat |
4926 |
Türk Medeni Kanunu kabul edilmiştir. |
45-20 Ekim |
4927 |
Mustafa Kemal büyük nutkunu söylemiştir. |
1 Kasım |
4927 |
Gazi ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. |
4 Kasım |
4928 |
Müze önünde Gazinin heykeli açılmıştır. |
9 Ağustos |
1928 |
Gazi, İstanbul’da Sarayburnu parkında yeni harflerin kabulünü müjdeleyen nutkunu söylemiştir. |
3 Kasım |
1928 |
Yeni Türk harfleri kanunu Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir. |
4 Mayıs |
1931 |
Gazi üçüncü defâ Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. |
40 Kasım |
1938 |
Atatürk’ün ölümü (Doğumu 4880) |
14 Kasım |
4938 |
İsmet İnönünün Cumhurbaşkanı seçilmesi. |
4 Evin] |
1939 |
İkinci Dünya Harbinin başlaması. |
8 Mayıs |
1945 |
Almanyanın teslim oluşu. |
2 Eylül |
1945 |
Japonyanın teslim oluşu. |
Özel Adlar İndeksi
A
Abbaeiler 10
Abdülmelik 102
AbdaJmusa 52
Abdalmurat 52
Adana 148,154
Adapazarı 10,153
Adıyaman 24,27
Adriyatik 96
Erzan (Ar.A) 29
Âfet 29,74
Afrika 96
Africaııus 37
Afyon 9
Agrippa 93
Ağaçayak 113
Ahiler 12,49,54,145,146
Ahiler Mahallesi 122,123
Ahi Arap S. 114
Ahi Ali 114
Ahi Hüsam 130
Ahi Hüsamettin-el-Hüseyini 131
Ahitura Mescidi 121
Ahi Mahmut 52
Ahi Sinan 114
AhiŞeraffeddinll2,113,114,125,130434
Ahi Haşan 51,52
Ahi Elvan 114
Ahi Çelebi 114
Ahi Musa 52
Ahi Şüca 114
Ahi Melik 114
Ahlatlıbel 23,33,70,71,78,144
Ahmetağa 130
Ahmedî 62
Ahmet Taceddin 129
Ahmet Bican Efendi 131
Ahmet III 118
Ahmediye Camii 116
Ahmet bin Ebubekir 129
Ahmet Refik 57
Akbaş S. 122
Akdeniz 138,139
Akkale 98,103,143
Akköprü 15,16,133
Akşehir 9,55,27
Aksaray 11,50
Aktepe 17
Alaca 23,33,36,141,142,144,148
Almanya 155
Alaaddin Camii 445
Alâaddin Keykâvus 98
Alâaddiıı I 104
Alâaddin Key kubat 133
Alişar 22,29,34,75,144,148
Ali 51,64
Ali Şeydi 16
Alibey Mescidi 121
Alipaşa 60
Alyattes 9,10
Altındağ 7,16
Altındere 25
Amasya 11,50,53,103
Amintas 43
Amsterdam 20 ■
Anafartalar 16,100,119,120
Anadolu 2,4,8,9,11,12,21,22,23,24, 25,33,34,95,36,37,38,39,40, 41.42,55,58,60,66,69,74,76, 117,118,126,133,134,136,
Anadolu Beylerbeyi 69,130
Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Cemiyeti 66
Anayasa 67,155
Ankara 5,6,7,8,9,10,11,17,18,19,20 23,24,25,26,29,31,33,34,37, 38.39,40,41,43,50,51,54,55, 57,59,66,68,69,73,77,78,84, 88,92,102,104,117,118,120, 121,126,127,128,131,132,133 134,136,139,140,148.
Ankara kalesi 98
Ankara Arkeoloji Müzesi 141,143 yntalya 153
Antakya 25,101
Aınt - Kabir 17,134
Anıttepe 38
Antropoloji Enstitüsü 70
Amigonos 41
Antiyahos 42
Apollo 29,39,93,96
Abdullah 108,131
Abdullah (Mehmet Oğlu Nakkaş) 131
Araplar 63,103
Arayit 5
Ariyobarzanes 39
Ariyanus 49
Ank (R.O.) 23,31,32,37,73,74,75,77
Asarkaya 77
Aslantepe 22
Aslankaya 37
Asya 25,40,61,77
Asur 35
Aslanhane 112,130,135
Aşağı İmrahor 18
Aşağı öveç 17
Aşuva 9
Ata Sayan (Muine) 26,124
Atatürk Bulvarı 17,23,66,68,71,76, 137,138,139,140,144
Atina 20
Atıf bey 16
Atpazarı 15,16,102,108,128
Augustus 29,117
Avrupa 25,28,39,41,42,56,60,159
Ayaş 10,13
Aydos 7
Aydın 50,62,145
B
Baldl 41
Bağdat 58
Bağlum 7,18,27
Bahçelievler 17
Bakanlıklar 17
Balâ 11
Bakırhanı 128
Balıkesir 51,61
Balıkpazarı 15,16
Balkanlar 58,61
Baraj 7
Basil 103,104
Basileuslar 102
Başkır 108
Başkumandanlık Meydan Muharebesi 138
Bayazıt Oğlu Mehmet 115
Bedesten 126,127,135
Bedrettin 'Şeyh) 131
Belki« Sütunu 107
Bentderesi 98,104
Beştepeler 84
Beylik köprü 8
Beypazarı 10,13
Bilecik 5,50
Birecik 24,25
Bitik 8,33,75
Bitinya 41
Bittel (K.) 24,26,37,88
Bizans 10,30,39,69,7,73,80,82,83,89
90,102,134,135,136,151,152
Biegen 22
Boğazköy 22,37,141
Bolu 5,6,10
Bor 53
Bossert 143
Boyacı Mescidi 121
Bozantı 153
Bursa 10,13,50,51,58,60,111,153
Bu-beck (Elçi) 10,91
Büyükayrancı 17
Büyükesat 18
Büyükkapı 102
Büyük Millet Meclisi 155
c
Campell - Thomson 24,26,31
Cebeci 5,17
Cengiz 64
Cenabi Ahmet paşa Türbesi (camii)
116,130
Cerablus 142
Cihangir 64
Dışkalekapısı 102
Dışkale 15,98
Dikmen 11,17,18,27,31
D.T.C.Fakültesi 23,24,70
Diyarbakır 10,11,12
Doğanbey 100
Dudumlu 24,25,31
Dündartepe 23
Düstürname-i-Enveri 127
ç
Çaldağ 6,11,17,31
Çalıkuşu S. 121
Çamlıça 114
Çankaya 17,18,154
Çankırıkapı 11,12,15,37,38,39,74,82 83,86,87,88,90,100,104, 109,134.
Çelebi Mehmet 60,115
Çengelhan 28,122
Çimen S. 124
Çorum 10
Çubuk 7,9,10,18,24,26,32,54,65,70,
133
Çukurhan 128
D
Dalman 88
Danişmentliler 152
Defterdarlık 107
Deleporte (Prof.) 22
Demirli bahçe 17
Demirtepe 17
Despina 64
D.D.Y.Genel Md. 134
Dışkapı 15
E
Edebali (Şeyh) 51,52
Ebu Sait Bahadır Han 49
Edirne 111,114,132
Efes 148 •
Ege 13,21,40
Elmadağ 2,6,74
Elvan Mehmet Bey 115
Emirgölü 6
Emlâk Bankası 100
Enguria (Ankara) 30
Erbil 148
Er gazi 26
Ernıeniler 55,136,153
Ertena 49,50,54,152
Erzen ı Doçent Dr.A.) 40
Erzurum Mahallesi 5,11,15,50,53, 66,122
Eski Ankara 6,15,135
Eskicioğlu S' 122
Eskişehir 5,10,11,50
Eıimesut 8,26,142
Etiyokuşu 23,25,26,32,121,144,148
Etiler 22,33,34,36,37,38,39,69,70,73 74
Etlik 18,27,136
Etnografya Müzesi 113,118,131,185 143,144
Evliya Çelebi 30
Eylül S. 122
F
Ferdinand I. 91
Filistin 35
Fidanlık 8,16,38
Forrer 34,73
Frenközü 17
Frig 15,¿2,29,34,36,37,38,39,40,41,
73,74,75,76,80,82,83,84,85,87, 88,100,134,143,150
G
Gades 96
Galaba (Kalaba) 7,9,18
Galat 29,80,152
Galatlar 39,40,41,43,77,100
Galatya 42,43,92
Galya 93,96,136
Garstang (Prof) 22,78
Gautier (Î.E.) 24,25
Gâv-urkale 26,34,71,78,79
Gazi Terbiye Enstitüsü 26
Gaziantep 35
Gaziantep S. 114
Gebze S. 123
Gelbura 7
Geç Eti Çağı 142
Gelendos (H.S.) 93
Gemerek 26
Gençkapı 98
Gençklık Parkı 16
Germeyanoğulları 50,62
Geyikli Baba 52
Geyve 10
Geyve Boğazı 9,10
Giges 150
Giyaseddin 113
Gıyaseddin II. 125
Gicik 9
Gordion 36,37,38,39,40,41,84,86,148
Gölbaşı 11,78
Göllüdağ 143
Gölköy 26
Gökay 62
Greenwich 5
Güdül 27
Gülekboğazı 11,41,148
Göllüdağ 23
Güllük S 122
Günyüzü 5
Gürcüler 58
G iterbock Dr.H.G ) 3,141
Güvenlik Anıtı 134
Güvenlik Parkı 17
H
Hacıbayram Camii 9,111,117,131
Hacıbayram Tûıbesi 131
Hacı Bayram Veli 17,37,38,92,118, 131,132
Hacıdoğan M. 15,128
Hacı Elvan (Mehmet Han) 114
Hacıhalil Mescidi 123
Hacı Necmettin İsa 114
Hacıkadın 7
Hacılar 23,36,60,78
Hacımusa 135
Hacıivaz Paşa 123,124
Hal 16
Halk Fırkası 155
Halep 11,149
Halkevi 90
Hallaç Mahmut 123
Halil 47
Hamit 50
Hamüdüddini Aksarayî 182
Hammer 62
Hariciye Vekâleti 188
Harun-al-Reşit 104
Hasanoğlan 6
Hasanoğlu Yusuf 125
Hatıpçayı 6,16,98,100,101,103,129
Hatıpçayırı 2,6
Hatip Ahmet İsfahanı 129
Hattuşaş 9,22,34,148
Haymana 5,6,11,17,27,71
Hediye 122
Helvai Mescidi 123
Hemhüm 124
Herodot 36,148
Herakliyus 102,103
Hıdırhk 7
Hind 56,58
Hipodrom 16
Hi sarka pisi 98,102
Hititler 9
Hüseyin Ğazi 6,7
İsmet Paşa 15,38,153
İsmet Paşa Parkı 98
İstanbul 10,11,24,5 7,68,69,111,187
İstanbulkapısı 103,104
İtfaiye Meydanı 132
İzmir Kapısı 104
İzmit 5i>,153
İz-ir 13,66,148,154
İznik 53
J
Jansen (Prof) 17
Japonya 155
Jerphanion 102 Julius 37,93,107 Julia 83,97
Julien Sütunu 107
İ I
İlgaz 6,10
İbrahim Paşa 55,104 tbnelesir 30,97
İbni Kemal 62
İçkale 15,59,98,103,143
İdrisdağı 6,7 îdrisi Bitlisi 62
İkizce 78
İlhanlIlar 30,49,54,152
İnönü Parkı 15
İnönü Mahallesi 123 İncesu 6,7,8,17,18,101
İhsaniye 80
İmrû -el- Kays 129 İmaret Camii 119,135 İran 21,41,56,101 İskender 39,41,148,151
İskitler 97
İskenderun 188
İskenderiye 21
K
Kabanhan 128
Kadıçelebi 129
Kadınkız 108
Kahkaha S. 125
Kalecik 10,55
Kalekapı Mescidi 124
Kalenderoğlu (Mehmet Paşa) 55
Kaneş 22,148,149
Kansu (Prof. Şevket Aziz) 24,25, 26,34,70,79
Kapadokya 24,41
Kara Yusuf 58
Karacabey Camii (İmaret Camii) 119,129,130
Karaferye 56
Karahisar 55,57
Karakalla 83,101
Karalar 23,77
Karahan 9,50,52,55,57,145
Karamanoğlu 51,54
Karaoglan 16,23,74,75,78,148
Kardeşler S. 116
Kargan ış 22,35,141,149
Kars 15 <,154
Karyağdı Türbesi 38,152
Kastamonu 10,26,56,51,155
Kattani Mescidi (Celâl Kattan!) 122
Kayabaşı M. 15,16
Kayaş 6,7,10.18
Kayseri 6,9,10,12,22,24,40,50,53,59
64,73,108,148
Keçik Mescidi 123
Keçiören 8,18,27
Keyhüsrev 98
Keykâvus 104,112
Kdıçar-lan 115,116
Kılıç Kökten 23
Kinay (Dr Cahit) 36,37
Kırgız S. 03
Kırklar Makamı 129
Kırşehir 5,12,53
Kızılbey 133
Kız İcahamaın 8,10
Kızılelma M. 121
Kızıl rmak M. 5,6,9,10,11,22,41
Kilikya 4i ,154
Kimerler 37,86,96
Koeatepe 17
Konevi 62
Kostantin II. 102
Kostantin 154
Konya 5,6,9,11,36,52,53,55,73,108, 152
Koşay (Hamit Zübeyr) 23,71,74,80 88,91
Koyunpazarı 16,123,124
Korte Kardeşler 22
Kumtepe 28
Kural (Y. M- Macit) 127
Kurşunlu Camii 111,119,127,128
Kurtuluş 122,124
Kuru« 151
Kusura 75 Kültepe 22,148 Kümbet S. 37,123 Kütahya 9,53 Krencker 80,91 Krezüs 10,41
L
Lâdik 53
Lalahan 6
Lalab l 6,10
Lâtife (Hanım) 155
Lâtinler 152
Lebb-bici M. 108
Leon (îzoryalı) 102,103,104
Leuchs (Prof 24,25,26,31
Lidya 9,3-,40,41,149,151
Lokman 63
Londra 20
Lozan 154,155
Lülü Paşa 116
Lüsimahos 41
M
Mahmut II. 55,56
Mahmut Paşa Bedesteni 127,130,141
Makridi 22,84,86,87
Mekedonya 36,39,41,96
Malatya 10,11,22,24,27,35,141,142
Maltepe 17,26
Mamak 6,18
Mamboury 101
Maraş 28,35,148
Mars 98
Mazaka 148
Mazı S. 121
Medler 80,41,97
Mehmet 98
Mehmet Ali Paşa 65,104
Mehmet Çelebi 55
Mehmet Ankaravi 120
Memlik 8
Menteşe 50,145
Mersin 22,28,148
Mesaroş 144
Mes’ud 115
Mezopotamya 21,22,78
Mısır 12,21.29,31,85,89,58,61,77,96
Midas 29,35,36,37,40
Mihail III. 108
M. Eğ. Bakanlığı 119,129
Mimar Sinan 1,7
Mimar Saim Ülgen 71
Mimarzade Mescidi (Sarıkadızade) 124
Mitani 35,150
Mitirdates 39
Moğan Gölü 6
Murat I 52,54,115
Murat II. 127,132
Murat Paşa 55
Mur;il 150
Muşki 85,149
Mustafa Sağır 158
Muvatalliş 150
Mümri M. 108
Müz, TJm, Md.
N
Nabata 96
Nallıhan 10,18
Namazgah 15,104
Namazgâhkapı 100
Nasır-li-Dinillâh 145
Nazımbey M. 108,123,125
Necati Dolunay 82
Nekropol38
Neşri 62
Nevşehir 26
Nevyork 20
Nezih Fıratlı 84
Niğde 5,9,11,26,50,53
Nikeforus Fokas 102,103,104
Ninive 49
Nizamettin Hezar 114
Nuseybin 148
O ö
Ogüst 36,88,89,42,97,100,101
Ogüst Mabedi 80,81,86,87,88,90,91,
142,148
Orduevi 89
Orhan 49,51,52,64,116
Orman Çiftliği 8,17,87
Orta Anadolu 5,6,11,22,23,36,148
Osman 49,51,52
OsmanlIlar 15,16,50,52,58,80,82,111
113,136,152
Osmanlı İmparatorluğu 11,126
Osten (V. der) 22,24,78,82
Osmanlı Bankası 104
Öksüzcebaba 136
Ömer 51
Önasya 87
Ördek Mescidi 100
Özbekgelin S. 124
Özgüç. (Doç. Dr. Tahsin) 87,81
P
Parmakkapı 98,108 Partlar
Pausanias 29,40 Pevlikianlar 104 Pazarlı 36,37,74 Peters 27
Pers 35,39,40,41,101,102,103
Penbehan 128
Perrot 78,91
Pecin 53
Pilavhan 128
Pirun 24,27
Pittard (Prof. E) 24,26,27,28
Pirinçhan 128
Pir Mehmet 130
Polath 8,22,36
Pontos 36,89,42,43
Poyra ei 122
Psidya 96
Prusya 104
Pfannenstiel 27,31
Pterya 10
R
Ramses IL 150
Rasettepe 17
Reimond 104
Rafet Paşa 154
R-şit Calip 71,88
Roma Hamamı 107
Roma 10,15,21,29,41,43,70,74,82,88 89,91,93,96,100,134,136,151, 152
Rumeli 52,54,60,119,130
Rusya 61
Rumiar 17
Rum gazileri 145
S
Saba
Sadettin 62,63
Sakarya 5,6,8,35,41,76,154
Sakçagözü 22,142
Sakızlı 8. 122
Samanpazarı 15,16
Samsat 148
Samsun 11,36
Samsun S. 129
Saraç M. 122
Saraçsinan Mescidi 125
Saray burnu 137
Sard 150
Sarıca S. 123
Sankadın M. 122
Sarıkışla 89,135
Sarmatlar 97
Sarıhan 50
Sasaniler 10
Selçuk 12,16,69,80,82,90,98,108,111
126
Selefkus 41
Selim IH.
Srman 98
Semerkand 58,64,65
Sergi S 125
Sevim S. 111
Sevrus Aleksender 101
Sevr (Barışı) 153
Seyitgazi 5
Sezar 151
Sinan Meydanı 180
Sicanköy 8
Sinop 50,58
Sivas 10,11,12,26,50,53,54,58,66
Sivrihisar 5,55
Soğanlıdere 24
Soğukkuyu 109
Sargon 35,36
Solfasol 7,9
Söğüt 50
Stadyum 16
Strabon 36
Sueb 97
Suluhan (Haşan Paşa Hanı) 120,128
Sus 46
Sümer 15
Sümer M. 119,129
Sümerbank 138
Suriye 12,24,31,85,53,58,77,93
ş
Şarkkalesi 98
Şehede 80,91
Şereflikoçhisar 5,11
Şeyh Ahmet Nakşibendî 129
Şuppiluliuma 150
T
Tabakhane 15
Tabakhene Mescidi 125
Tabı klar M 125
Tacüttevarih 52
Tahran 20
Tahsin Özgüç 23,37,84
Tahtakale 15,16,108
Tanış S. 124
Tank Okulu 17
Tarsus 22,148
Tasarruf Evleri 11
Taşhan 15,16,128
Taşpınar 6,71,78
Tekt^saglar 41
Telefon Genel Md. 89
Telgaz 26
Telsizler 15,16
Telepinus 150
Temizer (Raci )38
Tetrarh 43
Thrakia 36,41
Tiber 96
Tiberius Nero 96
Tiglat Pleger 35,150
Tilkicik S. 123
Timur 54.59.60.62.63.64.69
Timurleııktepesi 7,16
Tire 53
Trenyen 96
Tokat 10,50
Toptancı Hali 16
Toros 11
Trayan 89,91
Trova 9,22,36,74
Tuna 96
Tunus 20
Tuthalya 150
Tuzgclü 5,11
Tuzhanı 128
Türk Devleti 137,138
Türk Tarih Kurumu 23,70,71,74,75 77,8i',84
Türkiye Anıtlarının Korunmasına ve Onarılmasına Yardım Derneği 131,132
Türközü 17
Tyana 148
u
Ulaştırma Bakanlığı 134
Ulucanlar 108,113,125,130
Ulukışla 9,11,73
Ulusmeydanı 16,82
Urartu 35
Ursa 35
Uzunçarşılı (t. H. Prof.) 50,51,53, 54,56,59,60,131
Uzagil 24,26,31
Uzunyayla 123
Ürgüp M 125
Urgubî Mescidi 125
V
Vahdettin 154
Valerian 101
Valerlanus 29
Vakıflar Genel Md. 118,127
Van 102
Vank Manastırı 185
Varna 129
Varşova 20
Vaşington 20
Weigand 78
Wineke 104
Winckler 22
Wittek 49.62,102
Viyana 20
Woolley 22
Yenidoğan M. 14
Yenihan 16
Yenişehir 6,15,17,50,139,140
Yenicami 111,116
Yenice M. 121
Yenihan 128
Yeşiltiirbe 124
Yerköy ıl
Yıldırım 54,58,59,60,61,62,65,69,145
Yoğunduvar 100,109
Yozgat 10,5,11,12,59
Yunan 22,39
Yukarı Öveç 17
Yusuf Akyurt 49,98,114,115,116,11
118,11«,125,12»,130,131
Yüınüktepe 28,148
Y. Z. Enstitüsü 25
Yalgın 7
Yalıncak 142
Yakup Bey 55,59
Yapıluak 37
Yakınşark 23,69
Yakut 30
Yavrucak 78
Yazıcızade (Mehmet Ef.) 13 ı
Yedeksubay Ok. 17
Yenihayat M. 16
z
Zafer Meydanı 139
Zeus 40
Zindankapısı 98,103
Zincirli 109,120,143
Ziraat Enstitüsü 26,27,31
Zonguldak 11
Zülüflü sokağı 122
Bibliyografya
Ahmet Tevhit, Meskukât — ı — İslâmiye Katalogu, 1311
A kok, Mahmut ve Gökoğlu Ahmet, Eski Ankara Evleri, Ankara 1946
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt I ■ III
Ankara Vilâyeti Salnamei Resmisi, İstanbul 1288—1325
Arık, R. Oğuz, Alacahöyük Hafriyatı 1935 Raporu, Ankara
Arık, R. Oğuz, Türkiye’de 1935 Yılındaki Arkeoloji İşleri, Ankara 1938
Belleten (Türk Tarih Kurumu) 1-41
Bittel, Kurt, Prähistorische Forschung in Kleinasien, İstanbul 1942
Bosch, M. E. Helenizm Tarihinin Anahatları, İstanbul 1942
Bosch, M. E. Helenizm Tarihinin Anahatları, İstanbul 1943
H. Th. Bossert, Altanatolien, Berlin 1942
Büyük Tarih, Cilt I, II, III, İstanbul 1931
Darkot, Besim ‘Ankara, İslâm Ansiklopedisi, Cüz 6. İstanbul 1941
Enverî : Dûsturnamei - Enverî
Erzen, Afif, İlkçağda Ankara, Ankara 1916
İ, Garstang, Th. Hettite Empire, Londan 1942
Gelendos, H. S , Monumentum Ancyramım, İstanbul 1939
Gençosman, O. Nuri, Selçuk Tarihi, Ankara
Gibbons, H. A , Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu ■ Ragıp Hulusi) İstanbul 1928
Gotthard Jaeschke, Türk İnkılâbı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1939
Güterbock, H. G., Ankara Eti Müzesi Kılavuzu. İstanbul 1946
Günaltay, Şemsettin, Anadolu, Ankara
Günaaltay, Şemsettin, Yakınşark, Ankara
Hayat Mecmuası, Cilt I. Ankara ve Ahiler, Köpriilüzado Mehmet Fuat
İkinci Türk Tarih Kongresi (İstanbul 1943) adlı eserde :
Bittel, Kurt, Prehistorik Devirde Anadolu ölü Gömme Âdetleri
Posch, Clemens, Tarihte Anadolu
Ereuil, Abbe M. Asya, Avrupa ve Afrika Arasında İltisak Noktası Türkiye
Dörpfeld, Wilhelm, Trova Hafrivatı
Kansu, Şevket Aziz, Ankara ve Civarının Prehistoryası
Menghin, Oswald, Milâttan Üçbln Yıl Önce Anadolu
Osten, H. H. Von der, Anadolu'da Milâttan önce Üçüncü Bin Yıl
Pittard, Eugene, Neolitik Devirde Küçük Asya İle Avrupa Arasında Münasebet
Landsberger, B Önasya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri
Kandemir, Ankara Seyahatnamesi, 931
Kansu, Şevket Aziz, Antropoloji Dersleri, İstanbul 1938
Kansu, Şevket Aziz, Etiyokuşu Hafriyatı Raporu, Ankara 1940
Kansu, Şevket Aziz, İnsanlığın Kaynakları ve İlk Medeniyetler, Ankara 1946
K< şay, Hamit, Alacahöyük Hafriyatı Raporu, Ankara 1936
Koşay, Hamit, Pazarlı Hafriyatı Raporu, Ankara
Koşay, Hamit, Ankara Budun Bilgisi
Konvalı, İbrahim Hukkı, Ankara Abideleri (Basılmamış Özel Notlar)
Köprülü M. Fuat, İlk Mutasavvıflar, İstanbul
Mehmet Mübarek, Meskukât — ı — Kadime — i — İslâmiye Katalogu III, 1318
Maarif Vekâleti Mecmuası
Mansel, Arif Müfit, Bizans Tarihi, İstanbul 1945
Mamboury, Einest, Guide Touristique (Ankara,) Ankara 1933
Mübarek Galip, Ankara, İstanbul 1341
Nauman, E., Vom Goldnen Horn zu den Quellen des Euphrat, Berlin 1893
Osten, H.H. Von der (Tarafımızdan tutulmuş Arkeoloji notları) 1S3Ö-38
Osten, H H. Von der, Gàvurkale Kılavuzu, İstanbul 1937
Pfannenstiel, Max, Die Altsteinzeiiliche Kulturen Anatiliens, Berlin 1941
Schede, M. und Schultz, H. St,, Ankara und Augustus, Berlin 1937
Tebliğler Kitabı I, 18. Beynelmilel Antropoloji ve Arkeoloji Kongresi 19-25 Eylül
1939, Ankara
Şerî Mahkeme Sicilleri (Ankara Etnografya Müzesinde)
Türk Tarih Arkeologya ve Etnografya Dergisi, Cilt I-IV
Ülkü Halkevleri Dergisi Sayı 1-luO
Vakıflar Dergisi Cilt I-II (Ali Saim Ülgen)
Wittek, P-, Zur Geschichte Angoras im Mittelalter.
Wittek, Paul Fahriye Arık tercümesi 1947)
Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu.
Yabancı gözüyle Türk ye, Başbanlık Yayımlarından, Ankara 1941
Yalçın, Hüseyin Cahit, Türk Mektupları, İstanbul >938
Savfa |
Düzeltme |
Doğru |
|
Satır |
Yanlış |
||
3 |
15 |
Turan |
Turfan |
6 |
22 |
Ankara |
Ankara |
15 |
16 |
Sapanpazarı |
Samaııpazarı |
24 |
27 |
Ankaka |
Ankara |
24 |
27 |
Uyağıl |
Uzöğıl |
25 |
4 |
Nuratıin |
Nurettin |
33 |
34 |
Aknuva |
Ankuva |
34 |
27 |
Vermektedir. |
Vermemektedir |
38 |
15 |
etokleriede |
eteklerinde |
43 |
son satır |
Gerekçe |
Grekçe |
57 |
(1200-9255) |
(1200) |
|
64 |
14 |
Omanlı |
Osmanlı |
91 |
1 |
Ogust |
Oğüst |
93 |
1 |
Ogüst |
İçindekiler
Sayfa
Ankaranın İktisadi Durumu .. 12
Ankara Şehrinin Bugünkü
Durumu.....................;15
Bizans ve Selçuk Çağlan .... 45
Ahiler ve OsmanlI Çağı ..... 51
Osman’ı Çağında Ankara .... 55
Yıldırımın kendini öldürmesi.. 62
Atatürkün Ankaraya gelişi .. 66
Yeni Türkiyenin Başşehri Ankara 68
Kazılar
Çankırıkapı Kazısı ve Roma
Anıtlar
Ankaranın Klâsik Çağ Anıtları 90
Ogüst (Augustus) Mabedi .... 91
ş»yfa_
Ankara Kalesi (Genel görünüş) 98
Cenabî Ahmet Paşa Camii (Yenicami, Ahmediye Camii).. 116 Hac>bayram Camii 117
Karacabey , (İmaret Camii) 119
Kurşunluhan ve diğer Haclar 127
Cenabi Ahnıet Paşa Türbesi .. 130
Müzeler
Eti Müzesi (Arkeoloji Müzesi) 141
Ekler
Anadolu Tarihinin Kısa Kronolojisi149
Yeni Türkiye Devletinin Kuruluşuna ve Devrimlere ait Kronoloji 153
Resimler.....................
Resim : t
Alacahüyük Kazısında bulunan Güneşkursu ve Geyik (Hakir çağı)
Resim : 2
Campell - Thomson tarafından (Uzağıl) Ankara’da bulunan taşdevri elbaltası
Resim : 3
Klemens Kilisesi
Resim : 4
(Ankara Budun Bilgisinden)
Resim : 5
B. M. M. İlk Yıldönümü Töreni
Resim : 6
Resim : 7
Gâvurkale Eti kabartması
Resim : 8
Çankırıkapı’daki Roma Hamamı
Kesim : 9
Anıt - Kabir Alanında kazılan l numaralı? Tümüliisün kesiti ve detayı (Arkeolog Mahmut Akok tarafından yapılmıştır.)
Resim : 10
Fidanlıkta bulunan tunç Frig kabı
Resim : 11
Belediye yapısı temelinde bulunan Trayan madalyonu (M. S. 98 - 117)
Resim : 12
Çankırtkapı yanında, Soğukkuyuda çıkan klâsik hamam
Resim : 13
ögOst (Augustus)
Tapınağı
Resim : 14
Ögüst (Augustus) tapınağı ve kazı alanı
Resim : 15
Kalenin görünüşü
(1930)
Resim : 16
Tzlakhane Camii »e Kale
Kale plânı
Resim : 17
E. Mamboury’den.
Resim : 20
Eski Ankara evi kesiti
Erzurum mahallesinde Yusuf Oğraş evi
itesim : 21
Ankara Eski evlerinden :
A — Vağlı boya ile yapılmış tavan kenar pervazı
B — Alçı ocak kenarı kabartma süsü
ESKİ ANKARA EVİ Erzurum mahallesinde Yusuf Oğraş evi
Resim : 2i — Hacıbayram Camii
Resim : 23 — Haitbajra n rirıııi (tan'rieı soıra)
R^sim : 24 — Bedesten (Eti Müzesi)
Resim ; 25 — Ahi Şerafeddin Sandukası (Etnografya Müzesinde)
Resim : 26
Ahi Şerafeddtn Tür besi
Resim : 27
Zafer Anttı
Resim : 28 — Ata ürk Anıtı (Ankara Etnografya Müzesi önündedir)
Retim ı^* — Gü^alık Aı.ıtı
Resim : 30
■;Aslantepe (Malatya) Post - Eti Kıralı
Rssim : 34
Ra-W)» (Galaba) da bulunan Aslan
Resim : 35
Ankara Etnografya ^Müzesi
Rtsim : 36
Hacıbektaş’tan gelme bir levha
Resim : 37
Ankara'da Kuyulu (Hocapaşa) Camii kapısı
Harta : 1
Ankara çevresinde Taşdevri buluntu ı/erleri
Ankara çevresi kazı yerleri
Harta : 3
Harta ; 4
Kırat yolu
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder