“Hoş Gör Yâ Hû" Osmanlı Kültüründe Mistik Semboller, Nesneler
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
“Hoş Gör Yâ Hû’* Osmanli KShñrändel " Mistik SeuihoHèf '
Yapı Kredi Yayınlan
“Hoş Gör Yâ Hû" Osmanlı Kültüründe Mistik Semboller, Nesneler
Hazırlayanlar: Ekrem İşın, Selahattin Ûzpalabıyıklar Fotoğraflar: Ahmet Elhan
Tasanın: Hakkı Mısırhoglu, Nahide Dikel Baskı: Promat A Ş.
İstanbul, Eylül 1999
© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 1999 © Murat Morova 1999
Sanat Diınyamız dergisinin ekidir.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.
Yapı Kredi Plaza E Blok Manolya Sokak 1. Levent 80620 İstanbul Telefon: (0 212) 280 65 55 (pbx) Faks: (0 212) 279 59 64 http://www.ykykultur.com.tr
lıttp.//w ww.bhup.superonline.com/yky e-posta: ykkultur@ykykultur.com.tr
Sunuş
Üç kıtada 624 yıl boyunca hukum surmuş dev bir imparatorluğun kültürel mirası elbette görkemlidir. Biz Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık olarak Osmanlı’yı 700. yılında birçok etkinlik aracılığıyla yeniden değerlendiriyoruz. Sonbaharda etkinliklerimiz daha da hızlanacak, sempozyumlar ve sergiler aracılığıyla bu büyük yapı, günümüze taşınacak.
Sanat Dünyamız dergisinin Osmanh özel sayısında bu muhteşem mirası bize bırakan yaratıcıları ele aldık. Yayıldığı coğrafya üzerinde; düşünce, sanat ve kültür üretmiş, bir imparatorluğa şekil vermiş ve ufkunu çizmeye gayret etmiş büyük Osmanh yaratıcılarına sevecenlikle yaklaşmaya çalıştık.
Elinizdeki bu kitap ise, Osmanh kültürünün bir başka büyük çehresinin profilini, tasavvufî hayatın sembolleri aracılığıyla ortaya koymaya çalışmanın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Tasavvuf dünyasına ait birçok “nefes nesnesi”ni bir araya getirmiş, onları düşünce dünyasına duyduğu saygıyla toplamış, saklamış, bu mistik âlemi uzun yıllar sonra ayrıntılar üzerinden okumamızı sağlayacak bir koleksiyonu; sanatçı duyarlığı ve zengin duygu dünyası ile besleyerek oluşturmuş olan Murat Morova, bu kitabın sebebidir.
Bu önemli koleksiyonu bize açan, yararlanmamızı sağlayan Murat Morova’ya Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık olarak teşekkür ediyoruz.
Ekrem İşin
Sembolizm ve Tasavvufî Hayat
Anadolu kültür tarihinin arkeojik katmanları üzerinde kazı yapanlar, 12. yüzyıldan itibaren bu medeniyet coğrafyasındaki toplumsal dönüşüme ait en belirgin izlere, tasavvufî hayatın son derece zengin semboller tabakasında rastladılar. İyi bir gözlemci için bu semboller, bozkır hatıralarını geride bırakıp şehir hayatına doğru evrimleşen bir zihniyet dünyasının bütün boyutlarını kavratacak nitelikteydi. Bir defa Islâmiyetin şemsiyesi altında, örf ve geleneğe bağlı arkaik hayat tarzı, kendi kabuğunu çatlatarak imkânları sonsuz bir kültür vahasının münbit topraklarına yerleşiyor, ardından bu topraklar üzerinde o güne kadar zühdî hayatın meczuplan gözüyle bakılan dervişlerin macerası başlıyordu. 13. yüzyılın siyasî çalkantılarla dolu tarihi, bu maceranın bütün safhalannı kapsar. Peki kimdi bu tarihe ve toplumsal kültüre kendi semboller dağarcığını armağan eden insanlar?
Nicolas de Nicolay’ın 1567 tarihli Les navigations’undaki derviş gravürleri, bu insanların ancak birer mitolojik varlık olabileceklerine ilişkin sarsılmaz inancı, her bakımdan destekleyebilecek kaotik bir üsluba sahiptirler. Ortaçağın cehennem tasvirlerinden çıkmışçasına canlı ve bir o kadar da kışkırtıcı çizgilere sahip bu figürler, bize korku, merak ve bilinçaltına attığımız arkaik duyguların karışımından meydana gelen bir dünyanın kapılarını aralamaktadırlar. Koyun postuna sarınmış yarı çıplak vücudu, saçları kazınmış, kaş ve kirpikleri alınmış ürkütücü çehresi, kulağında mengüş, omzunda keşkül ve bedenine vahdet yaraları açan hançeriyle bu figür, aslında bize kendisini mistik bir varlık şeklinde sunan semboller toplamından ibarettir. Paul Ricatıı, 17. yüzyılda bu sembolik ifadenin belki de son örneklerine, The Preseni State of the Ottoman Empire’ında yer
vererek mistik kozmolojinin tarih öncesine bir atıfta bulunur. Ne var ki tarih, peşine kattığı insan kalabalığıyla yoluna devam etmektedir. Bu defa modernleşme çağında, bize artık hiç de yabancı gelmeyen bu figürleri, fotoğraf objektifine bakarlarken buluruz. Altlarında yalnızca dilenci yazan kartpostallarda ölümsüzleşen bu dervişler, Buhara, Semerkant veya Hindistan’ın Dekkan bölgesinden başlayıp İstanbul’da noktalanan tarihî yolculukları boyunca inşa ettikleri tasavvufî sembolizmi, meraklı gözler önünde sergilemektedirler.
Seyyah dervişlerin altın çağı, 13. ve 14. yüzyıl boyunca Anadolu sahasında sembolik ifadenin gelişimine tanıklık etmişti. Bu dönemde Kalenderi, Haydan ve Vefaîlerin konar göçer Türkmen aşiretleri arasındaki faaliyetleri, İslâmiyet öncesi inanç motifleriyle zenginleştirilmiş bir çeşit halk tasavvufunun temellerini atarken, özellikle şehir merkezlerinde kökleşmiş mistik sembolizme felsefî bir boyut getiren Vahdet-i vücûd düşüncesi de gündelik hayata hızla nüfuz ediyordu. I. Gıyaseddîn Keyhusrev’in hocası ve aynı zamanda fütüvvet ehlinden olan Şeyh Mecdeddîn İshak’ın daveti üzerine 1204 yılında Malatya’ya gelen İbn Arabî, aralannda Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve Harran’ın da bulunduğu bu kültür coğrafyasına, daha 13. yüzyılın başında Vahdet-i vücûd’un sistematikleştirilmiş sembolizmini tanıtmıştı. Kendisinden sonra bu felsefî kurguyu, halifesi Sadreddîn Konevî, tamamen aklın sınırları içinde kalarak on-tolojik bir temele oturttu. Böylece Şeyh Sadreddîn’in metafizik sembolizmi, Konya’da şekillenen bir diğer tasavvufî gelenekle, yani Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin aşk ve vecde dayalı metaforik dünyasıyla paralel bir gelişim sürecine giriyordu. Bu süreç, Anadolu tasavvuf kültürüne söz, yazı ve ritüellerden meydana gelen son derece zengin bir sembolizm mirası bıraktı. Osmanlı medeniyetinin kendini ifade etme konusunda bu mirastan büyük ölçüde faydalandığını burada belirtmek gerekir.
Tasavvufî sembolizm, insan ile Tann arasındaki mistik ilişkinin söz, yazı ve ritüel kalıplarına dökülmüş anlatımıdır. Sırra vakıf ol-
mayanlann asla kavrayamayacakları, dolayısıyla bir anlam veremeyecekleri bu kodlanmış sistematik, bütün bir Osmanlı medeniyetinin âdeta ruhunu oluşturmuştur. Mimariden kılık kıyafete, sanattan gündelik hayatın davranış normlarına kadar geniş bir toplumsal değerler yelpazesini kuşatan bu üzeri örtük ifade tarzı, inscın-ı kâmil olmaya aday sıradan bir Osmanlının kültür dağarcığını şekillendirmiş ve girdiği seyr ü sülük boyunca ulaştığı mertebeleri ona bir hayat tecrübesi olarak yeniden kazandırmıştır. Bir Bektaşî’nin ya da Mevlevi’nin, dahası bütün tasavvuf ehlinin hayata bakış tarzı, davranışlarını düzenleyen kurallar manzumesi, bu ifade tarzının ürünüdür. Öyleyse bu insan ve toplum hayatına hakim olan sembolik ifadenin mantığını nerede aramalı?
Aradığımız mantık bizi harflerin ve sayıların arkitektonik dünyasına götürecektir. Tasavvufî sembolizmin merkezinde 1 sayısı ile “elif’ harfinin birlikte oluşturdukları “vahdet” anlayışına ilişkin anlam kümes: yer alır. Bu mistik zemin üzerinde inşa edilen her türlü maddî ve manevî kültür formu, sembolik ifadenin en geniş şekliyle gündelik hayata yansımasını sağlamıştır. Örneğin Mevlevîlerin semâ yaparlarken giydikleri tennure, “elife benzediği için elifi nemed denilen bir kuşakla bele oturtulur ve semazen Vücuduyla “elif harfinin sembolize ettiği vahdet anlayışını temsil ederdi. Bu sembolizm, Mevlevîlerin kullandıkları ney’in form açısından “elife benzetilmesiyle sürdürülmüştür. Diğer taraftan semazenlerin giydikleri tennurede 18 dikiş bulunur ve bu sayı Mevlevi kozmolojisinde “Nezr-i Mevlânâ”ya tekabül ederdi. Mevlevîlerce kutsal bilinen 9 ve onun katı olan sayılar, bu mistik öğretinin âdeta omurgasını meydana getirmiştir. Bu inancın temeli, akl-ı küll ile nefi-i küll’ün 9 kat göğü meydana getirmesine dayanır. Bu 9 göğün hareketiyle 4 unsur oluşmuş ve bütün bunlardan cansızlar, bitkiler ve canlılar doğmuş, böylece hepsi birden 18 sayısıyla kodlanan kâinat tasavvurunu şekillendirmişlerdir. Mevlânâ’nın Mesnevisindeki ilk 18 beyiti bizzat kendisi kaleme alması, Mevlevîlerin 1001 günlük çilesinin 18 gün-
lük bir riyazatla bitmesi ya da Mevlevîhânelerdeki derviş hücrelerinin 18 adet olması, sayı sembolizminin manevî plandan mimariye yön veren maddî plana doğru tam anlamıya arkitektonik bir ifadeyi inşa ettiğini göstermektedir.
Harf ve sayılarla şifrelenmiş tasavvufî sembolizmin ritüele açılan dünyası, insan bedeninin yapacağı her hareketi disiplin altında tutan ve ona kendi kurallan doğrultusunda bir sınır çizen manevî yaptırımı da kapsar. Söz’denyazıya ve müsennâ istiften ritüele doğru genişleyen bu kültürel doku, bir bakıma insan varlığını sembollerden ibaret bir hayat kozası içine almıştır. Bu öylesine kuşatıcı bir dünyadır ki, söz’ün bittiği yerde yazı ve onun imkânlarının tükendiği noktada da harf kıvrımlarını taklit eden vücudun dili konuşmaya başlar. İşte bu, ritüelin kendisidir. Biraz daha dikkatle bakarsak, disiplin altına alınmış İlâhî hareketin izlediği manevî yolu, tasavvufî semboller sistemi içinden geçerken görebiliriz. Âşinâ bir göz veya ruhun titreşimlerine açık bir kalp, bu yol üzerindeki sembolleri tanımakta, onlara anlam vermekte güçlük çekmeyecektir. Örneğin pek çoğumuzun yakından bildiği, bazen bir mezartaşında rastladığımız, bazen de eski sandıklardan bulup çıkardığımız “çifte vav” çe-
kilmiş müsennâ levhalar, mistik kültürün söz’den yazı’ya ve ya-zı’dar. da ritûele açılan kapısının yegâne anahtarıdırlar. Karşılıklı yazılmış “vav” harflerinin meydana getirdiği bu simetrideki sır nedir?
Tasavvufî kültürün kaligrafik sembolizminden Muharrem aşû-resi pişirme ritüeline uzanan manevî doku içinde, işte bu sırnn cevabı gizlidir. Arap alfabesindeki “vav” harfinin sayısal değeri 6'dır; müsennâ tarzda yazılmış “çifte vav” ise 66 değerini verir ki, bu da “Allah’ ın ebced hesabıyla karşılığıdır. Diğer yandan Ism-i Celâl’i sembolize eden “çifte vav”, esma tarikatlarında zikrin temeli sayılmış ve bu yüzden mistik ritüelin merkezine yerleştirilmiştir. “Allah” adını meydana getiren harflerden olmadığı halde, sayı arkitektoni-ğinin sağladığı imkânla bu ifade zenginliğini kazanan “çifte vav”, artık vardığı bu noktadan sonra insanın kendi kozmosu içindeki hareketlerini belirleyebilecek güce ulaşmıştır. Harfler Tanrı adına konuşmakta, vücudun ritmi, harflerin kıvrımları üzerinde gezinen bilincin emrine girmektedir. Bu daireler çizmek suretiyle başladığı noktada biten ve tekrar başlayarak kendini bütünleyen hareket, Muharrem ayında aşûre pişiren dervişin dergâh kazanı başında Ism-i Celâl zikri çekmesinden başka nedir ki? Kepçe, kazanın için-
de biteviye “çifte vav”ın izini sürmekte ve denişin eli, harflerin sırrını çözmektedir.
Rastlantı veya kişisel tercih, tasavvufî semboller dünyasına yabancıdır. Bir Bektaşî babasının üzerinde taşıdığı mistik semboller, ne gelişigüzel toplanmış nesneler ne de sahibinin zevk ehli olduğunu ispatlayabilecek objelerdir. Yalnızca onun ait bulunduğu inanç dünyasını bize yansıtabilecek; dahası ona köklü bir aidiyet duygusu yaşatabilecek zorunlu bir seçmedir burada söz konusu olan. Ne bir eksik, ne bir fazla; işte temel kural budur. Varlığını bu kuralın haddesinden geçirmiş bir Bektaşî, bizimle sembollerin dili aracılığıyla konuşacaktır. Başındaki 12 terkli taç, On İki İmam’ı temsil eder. Tacın başa geçen lenger kısmı, Bektaşî mitolojisindeki şeriat, tarikat, hakikat ve marifet makamlarını karşılayan 4 kapıyı gösterir. Mistik ifadenin bu matematik çerçevesine yerleşmiş On iki İmam kültü, boyuna asılan teslim taşıyla mitolojiye güçlü bir vurgu yapar ve ardından bele dolanan kuşak üzerindeki 12 köşeli palhenk ta-şı’yla da aidiyetin eksiksiz bir portresini çizer. Artık karşımızda, elinde keşkül ve teberi, belinde kamberiye, cildbend ve kaşağı’sıyla bir Bektaşî babası vardır. Onu ilk gördüğümüzde tanırız; çünkü bize ait sembollerin tanımladığı bir kimlikle çıkmıştır karşımıza. Şimdi tam şu soruyu sormanın sırasıdır: Tasavvuf tarihinde başlangıçtan beri aykırı bir yol izleyen, her türlü nesneleştiriimiş sembolik ifadeyi red eden Melâmîleri nasıl tanıyacağız? Cevap açıktır; yine bize ait olan sembolik dil dağarcığının inşa ettiği o muhteşem sohbet geleneği içinde, demir âsâ demir çank dolaşarak.
Osmanlı kültürü, sembollerin diliyle konuşur. Bu dili çözüp layıkıyla anlayanlar için bu medeniyetin insan ruhuna nakşettiği hazine tam bir cennet; kulakları sağır, gözleri kör ve dilleri kekeme olanlar için ise tam bir cehennemdir.
Ism-1 Celâl
Allah
Tekke levhası.
imza: el-Abdü'l-müzennib Seyyid Osman an-Ocag-ı Ulufeciyan.
Teknik: Ahşap üzerine kâğıt yapıştırma.
Tarih: 1278 Muharrem / Temmuz 1861.
Tasavvufta Ism-i Celâl veya Lafza-i Celâl, Allah’ın bütün sıfatlarını toplayan zât adıdır. Bu öneminden ötürü esmâ tarikatlarında zikrin temeli, belli sayıda Ism-i Celâl çekmeye dayanır. Mevlevîler de, sabah namazından sonra meydan-ı şerifte iri taneli tespihlerle belli sayıda Ism-i Celâl çekerlerdi.
18
Besmele
Bismillahirrahmanirrahim
Mihraplı müsennâ tekke levhası.
Teknik: Ahşap üzerine kâğıt yapıştırma.
20
BESMELE Bismillahirrahmanirrahim
Beyzî tekke levhası Teknik: Edimekâri
21
hilye
Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-âlemîne
Hz. Alî rivayetli hilye. Teknik: Taşbaskı.
Hz. Peygamber’in vasıflarından söz eden kitap ve hat levhalarına Osmanlı kültüründe Hilye adı verilmiştir. Klasik bir hilye formu şu bölümlerden oluşur: 1. Baş makam, 2. Göbek, 3. Hilâl, 4. Hz. Ebû Bekir, 5. Hz. Ömer, 6. Hz. Osman, 7. Hz. Ali, 8. Âyet, 9. Etek, 10-11. Koltuk, 12. İç pervaz, 13. Dış pervaz.
24
HİLYE
Ve inneke le-alâ hulkm azîmin
Tekke hilyesi
Teknik: Taşbaskı. Bazı kısımlar el yazısı.
HİLYE
Tekke Hilyesi
Teknik: Taşbaskı. Altın varaklar el boyaması.
Sanduka Örtüsü Kul hüvallâhü ehad Allâhü’s-samed lemyelid ve lemyûled ve lem yekûn lehu küfüven ehad
Teknik: Ahşap üzerine kumaş ve kağıt işçilik. Bordürlerdeki daireler içinde Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali. Hüseyin, Zübeyr, Hasan ve Talha yazıları.
Kasr-ı şer’inde Ebu Bckr ü Ömer ol şahın Dahi Osman ü Ali oldular erkân-ı bina Biri sıdh ile, biri adi ile bîhemtadır Biri hilm ile, biri ilm ileferdû yekta Biri bahr-i atadır, birisi kulzum-i dâd Birisi kân-i hayadır, birisi genc-i sehâ
Nâzım
Tekke Levhasi
Innâ fetehnâ lekefethan mübinâ
Müsennâ tekke levhası İmza: Mehmed Teknik: Camaltı
Tarih: 1331 / 1913
Tekke Levhasi Meded yâ Alî Der uhud Cibril güftâr ez-zebân-ı kirdgâr Lâfetâ illâ Alî lâ seyfe illâ Zülfikar
Müsennâ tekke levhası Teknik: Taşbaskı üzerine el boyaması
Tekke Levhasi
Aman Yâ Alî
Müsennâ tekke, levhası
İmza: Hüseyin Rûhî
Teknik: Taş ayna altına ipek ipliği ile camaltı
Tarih: 1307/1889-90
Tekke Levhasi
Meded yâ Alî
Resim yazı
Teknik: Camaltı
Tarih: 1331
Didi ol mazhar-ı envar-ı celi Esedullah-ı veliya’ni Ali Hakant
38
Kubbe Yazisi
Alî
Üzerinde ters müsennâ Alî bulunan kuşak yazısından bir parça Teknik: Ahşap üzerine boyama
Zulfekar-ı tiğ ile sahib-kıransın yâ Al!
Şah-t merdan şir-i yezdan kahramansın yâ Ali
Tekke levhasi
Yâ Hazret-i Hâlid bin Zeyd
İmza: Mustafa Hilmî
Teknik: Ahşap üzerine kâğıt yapıştırma
Tarih: 1253/1837-38
Tekke Levhasi
Yä Hazret-i Seyyid Ahmed er-Rıfaî
Tadı ve çift sancaklı Rıfaî levhası Teknik: Taşbaskı üzerine el boyaması
Tekke Levhasi Dü cihanda eğer ola dirsen nâmın Sikkesi altına gir Hazret-i Mevlânâ’nın
Üç boyutlu Mevlevi levhası Teknik: Kat’ı
Tekke Levhasi
Yâ Hazret-i Mevlânâ
Mevlevi levhası
Teknik: Ahşap üzeri boyama
Tekke Levhasi
Yâ Hazret-i Sultan Şeyh Şa‘ban-ı Velî
Halvetiyye’nin Şabaniyye boluna ait levha imza'. Şeyh Mehmed Muradı Teknik: Ayna altı
Tekke Levhasi
Yâ Hafız
Teknik: Camaltı
Tarih: 1334/1915-16
Alemler
Bronz ve demirden yapılma çeşitli tarikat alemleri
Tarikatlarda hilafet sembolü alemdir. Halife tayin edilen bir şeyhe sancağın ucuna geçirilmiş alem verilerek tarikat hiyerarşisindeki mevkii tasdik edilmiş olur. Bektaşîlikte alem, çehar alâmet’in bir parçasıdır. Halife olan Bektaşî babasına alem’in yanısıra sofra, çerağ ve seccade de verilir.
54
Alem
Ay şeklinde yapılmış ve içinde Allah (îsm-i Celâl) yazılı bronz alem
Tarih: 17. yüzyıl
Alem
Üzeri ay şeklinde olup daire içinde Allah-Muhammed yazılı bronz alem
58
ALEM
Üzeri ay şeklinde olup içinde Yâ Allah yazdı bronz alem
59
60
Alem
Ayna şeklinde üzeri mahmuzlu demirden yapılmış Rıfaî alemi
Tarih: 1291 /1874
Tarikat Cİhazlari
Pençe-i Âl-i abâ şeklinde prinçten muska kalıbı Nazarlık
Kadiri tacı formunda muska mahfazası Üzeri gubârî tarzda yazılmış prinç muska kalıbı
Bozup bu genc-i vücudun tılısmını zahid Defineyi alıver sırr-ı vahdete eregör
64
pençe-i âl-i abâ
Prinçten Iran işi Pençe-i Âl-i Abâ
Tarih: 18. yüzyıl
Kur’an-ı Kerim’in Ahzâb suresinin 33. âyetinin tefsirine göre, Hz. Peygamber bir gün yanına gelen Hz. Alî’yi, kızı Hz. Fatıma’yı ve torunları Hz. Haşan ile Hz. Hüseyin’i giydiği abâ altında toplamıştır.
Tasavvufta bu kişilere Âl-i abâ denilir. Hz. Peygamberle birlikte sayılan 5 olduğundan pençe, yani el şeklinde tasvir edilmişlerdir.
66
PENÇE-1 âl-i Abâ Zülfikârlı Pençe-i Âl-i Abâ
Teknik: Ahşap üzerine kâğıı yapıştırma
Hamse-i âl-i abâmn başlasam tarifine
Pençe-i hükm-i kaza-yı bt-yezalidir sözüm
Yenişehirli Avnt
TESLİM TAŞLARI
Bektaşîlere ait çeşitli teslim taşları
Bektaşî sembollerinden olan teslim taşı, yassı ve ön yüzü dışbükey şeklinde olup etrafı 12 imamı temsil eden 12 hilâl şeklindedir.
Uzunlamasına delinmiş taşın içinden boyna takılmak için bağ geçirilmiş ve bu bağ taşın alt kısmında dört kapıyı tenısilen
4 halka yapacak biçimde örülmüştür. Teslim taşının ak ve üst kısımlannda Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’i temsil eden iki habbe bulunur. Balgamı veya diğer adıyla Hacı Bektaş taşından yapılmıştır.
70
TESLİM TAŞLARI VE KANBERİYE Bektaşîliğe ait teslim taşlan ve bir kanberiye
Teslim taşı, Orta Asya Şaman kültüründeki Yada taşı inancının Bektaşîlikteki uzantısıdır. Taşın boyna geçen biraz kalın kısmı, derisi yüzülerek öldürülen Seyyid Nesimî’yi, kaytanı Hallac-ı Mansur’u, dış yüzü Hz. Hatice’yi ve iç yüzü de Hz. Fatıma’yı sembolize eder.
Kanberiye ise Bekıaşîlerin kullandıkları kemere takılır. Bir ucu hafifçe sivri yumurta şeklinde bir taştır. İnce ucunda halkası ve kemere takmak için kaytanı vardır. Hz. Alî’ye sadakatle hizmet etmiş olan Kanber’i sembolize eder. Bir başka inanışa göre
Hz. Alî’nin atının gögüs kösteğidir.
Keşküller
Seyyah dervişlerin kullandıkları çeşitli keşküller
Hindistancevizinin üst kısmı enlemesine kesilip içi oyularak boşaltılan keşküller zincirle boyna asılır veya elde taşınırdı.
İlâhîler okuyarak köy köy dolaşan derviş, keşkülünü hayırseverlere uzatır, onlar da içine yiyecek maddesi veya para koyarlardı.
Keşkül
Üzerinde Esmâü’l-Hüsnâ yazılı bakır keşkül
Tarih: 1189/1775
Genc-i Karun
Keşkül-i Mecnun
Teberler
Seyyah dervişlerin kullandıkları çeşitli teberler
Sağda 1299 /1881-82 tarihli demir üzerine prinç kakma teber Altla 1212 /1797-98 tarihli bronz teber
Tek veya çift ağızlı olan teberler, seyyah denişlere ait bir semboldür. Bazılarının uç kısmı mızrak şeklindedir. Önceleri uzun seyahatlere çıkan denişlerin korunma silahı olarak kullandıklan teberler, daha sonralan sembolik bir ifade kazanmıştır. Üzerlerine âyet-i kerîmeler ve Esmâü’l-Hüsnâ işlenmiş olanları vardır. Bazılannın üzerine Destime aldım teberi / Kimseden etmem hazeri beyti yazılırdı.
Teber
Ahşap saplı bronz teber
Yine seyyah oluban destime aldım teberi
Yine ben azm-i diyar etmeye kıldım seferi
Seher Abdal
80
Nefirler
Seyyah dervişlerin kullandıkları boynuzdan yapılma çeşitli nefirler
Seyahate çıkan dervişlerin bir köye veya konaklama yerine geldikleri vakit çaldıkları borudur. Vahşi hakanları ürkütüp kaçırmak için de kullanılmıştır. Yuf borusu olarak da bilinirler.
Bele veya göğüse takılarak taşınırlar.
Nefir
Bakır zincirle bağlanmış bronz tılsımlı ve balgamî taşlı nefir
Nazar-ı pir-i tarikatte kim olmaz uryar. Çal ana yuf borusun mürşididir dlv-i ar.ld.
5«
KAŞAĞILAR VE TEŞBİH KUTULARI Bektaşîlere ait çeşitli tipte ahşap kaşağılar 18. yüzyıl Edirnekârî teşbih kutulan
Bektaşî Kaşağisi
Ahşap kaşağı
Kaşağı kısmında 12 terkli Bektaşî fahn altında teslim taşı ve çift yüzlü teber kabartması, sap kısmında da Reşadî Baba yazısı vardır.
Bektaşîlikte el (pençe), Âl-i abâ’yı sembolize ettiğinden kutsal sayılır. Bu yüzden vücudun herhangi bir yerini el ile kaşımak büyük saygısızlık kabul edilmiş, bu iş için kaşağı kullanılmıştır.
Genellikle ahşaptan yapılmakla birlikte fildişinden olanlan da vardır.
Asâlar
Çeşitli tipte derviş asaları
Sağdan ikinci asâ, ahşap üzerine gümüş kakma olup zer-deste diye bilinir.
Tarikat mensuplarınca taşınan 1,5- 2 m uzunluğunda bir çeşit bastondur. Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. Peygamber asâ taşıdıkları için mutasavvıflar arasında asâ ile dolaşmak bir gelenek hâlini almıştır. Bir şeyhe teberrüken asâ vermek, onu vekil kılmak anlamına da gelir.
RlFAÎ ASÂS1
Gülağacı üzerine pirinç kaplama ve üzeri Esmâü’l-Hiısnâ’lı Rıfai asası.
Şeşperler
Soldan birinci demir üstüne prinç bakma Soldan ikinci topuzu üzerinde Allah-Muhammed yazılı Soldan üçüncü topuzu balgam taşı, ahşap üzerine gümüş kakma şeşperler
Derviş asalarından daha kısa olup uç kısınılan topuz şeklindedir. Çoğunlukla bu kısımlar dervişin mensup bulunduğu tarikatın sikkesi şeklinde yapılırdı.
ŞAZELÎ asâsi
Topuz kısmı tac formunda, gövdesi pnnç telkari olan Şazelî tarikatına ait asâ.
Şeşper
Topuz kısmı balgamı taştan yapılmış, sapı gümüş işlemeli şeşper.
MÜTTEKÂLAR VE MUİNLER
Esmâ tarikatlarında seyr û sülûkun en önemli aşaması kırk günlük erbain çilesidir. Bu süre zarfında derviş kendini sürekli ibadete vererek çok az yer ve uyurdu. Müttekâ ve muin, denişin erbâin sırasında uzanıp yatmaması için başını dayadığı kısa saplı tarikat cihazıdır. Sivri ucu toprağa saplanır, hilâl şeklindeki kısmına ise alın dayanarak uyku anı geçiştirilirdi.
MÜTTEKÂ
Abanoz üzerine gümüş kakma müttekâ. Koltuk altına alınmak suretiyle de kullanılırdı.
Biz mûtteka-yı zer-keş-i câha dayanmazız Hakk'ın kemâl-i lûtfunadır itimadımız
Baki
MUÎN
Demir üzerine altın kakma muin.
Çile esnasında alın, eğri kısma dayanmak suretiyle kullanılırdı.
104
ŞİFA TOPUZU
Tarikat şeyhlerinin çeşitli hastalıklardan muzdarip insanları iyileştirici fizikötesi güçlere sahip bulundukları, halk arasında yaygın bir inançtı.
Şeyh, elindeki şifa topuzunu hastaya değdirir ve vücuttaki illeti yok ederdi. Şifa topuzunun üzerindeki boğumların, vücuttan çıkan illet tarafından oluşturulduğuna inanılırdı.
106
RlFAÎ CİHAZLARI
Demir ve bronzdan yapılma meydan aynalan, asâ, zincir, hançer ve güller.
Bu yolda her kim virir ise varı
Keşfettirir Allah ona esrarı
Bulur nâr ¡(inde ol gülizan Nâr bize gülzardır biz Rıfatyiz (Bir Rıfat usulünden)
108
Meydan Aynasi
Rıfaî zikrinde burhan göstermek, yani vecd anında Allah’ın mazhariyetine nail olunduğunu ispatlamak için vücudun çeşitli yerlerine şiş sokmak köklü bir gelenekti. Bu iş için ince ve kısa şişlerin yanısıra meydan aynası denilen ucu topuzlu ve zincirli daha büyük şişler de kullanılmıştır. Meydan Akmaları, zikr yapılan tevhidhânenin zemininde topaç gibi döndürülür, vecde gelen derviş bunlardan birini alarak vücudunun kann kısmına veya yanağına saplardı.
110
RlFAÎ GÜLÜ
Demirden yapılmış bir Rıfat gülü.
Bu nesneler zikr esnasında kullanılırdı. Meydanın ortasına getirilen bir mangalda kızdırılan bu güller dile değdirilerek burhan gösterilirdi.
ŞİFA TASLARI
Bronz, bakır, prinç ve Ölüdeniz taşından yapılmış çeşitli şifa taslan.
Dışı ve içi çeşitli âyetlerle müzeyyen bu taslara şeyh efendi tarafından okunmuş şifalı su konularak hastalara veya ihtiyaç sahiplerine sunulurdu.
Derviş Sofrasi
Çeşitli tiple kepçe, gergedan boynuzundan bardaklar ve tabak, sapı Bektaşî tadı ahşap kaşık ve Süleymaniye damgalı bronz iftariyelikler.
Kepçe
Sapı geyik boynuzu, çukur kısmı hindistancevizinden yapılmış kepçe.
Dergâhlarda özellikle Muharrem ayında aşûre pişirilirdi.
Kazanın etrafında toplanan dervişler dua ederek sırayla kepçeyi ellerine alırlar ve çifte vav çekerek aşûreyi kanştınrlardı.
Ebced hesabına göre vav harfi 6 sayısını karşılar; çifte vav ise Allah lafza-i celâlesinin karşılığı olan 66’yı verir. Kepçe ile çifte vav çekmek aynı zamanda zikretmek anlamına da gelirdi.
118
Kepçe
Bronz üstüne gümüş ve prinç kakmalı kepçe.
Sap kısmının ucunda teslim taşı ve etrafında 12 habbesi vardır.
120
ŞİFA TASI Bronzdan yapılma şifa tası, içinde ve kenarlarında âyet-i kerîmeler vardır.
Musikî Aletleri
Kudüm (nevbe), çalpare, ney, zilli maşa, nefir ve def kutusu.
Tarikatlarda zikr, musikî eşliğinde yapılırdı. Mevlevîlikte kudüm ve ney temel enstrümanlardı. Diğer esma tarikatlannda ise genellikle ritm sazları olan bendir, halîle ve def kullanılırdı.
Gel dergeh-i Munla’ya da bak gör ne saja var Her bir elem-i mühlike bin derd-i deva var Efsane-i zühhad gibi zerk u riya yok Avâz-ı kudüm üneyü tanbur-ı nevâ var
Hüseyin Fahreddin Dede
124
Şamdan, Buhurdanlik ve Tas
Bakır şamdan.
Üzerinde 1074 /1663-64 ve 1213 /1798-99 tarihli iki ayrı vakıf kaydı vardır.
Bakır mangallı buhurdanlık. 1292 / 1875 tarihli.
Bakır tas. 1205/1790-91 tarihli.
Üzerinde Yeniçeri orta nişanı olup ayrıca Hz. Alî, Hacı Bektaş-ı Velî adları yazılıdır.
Dergâhlarda aydınlanma şamdanlarla sağlanmıştı.
Mevlevi ve Bektaşî meydanlarında yakılan mumlara çerağ denmiştir.. Mumları çerağcı yakar ve bu işe mahsus olan çerağgûlbankı çekilirdi.
Dervişlerin topluca bulundukları dergâhlarda, havayı temizlemek amacıyla içinde hoş kokulu ağaç kabuklarının yakıldığı buhurdanlıklar kullanılırdı. Bazılarının altında küçük bir mangal da bulunurdu. Diğer bir çeşit buhurdanlık da, dergâhı ziyarete gelen önemli kişilerin karşılanmasında veya cenaze törenlerinde şeyh tarafından zinciri tutularak sallanır, buna da buhurdan çekmek denilirdi.
Devekuşu Yumurtalari
Askı şeklinde püsküllü devekuşu yumurtaları.
Dergâhlarda tavana devekuşu yumurtası asmak eski bir âdettir.
Yumurta, yeniden doğuşu ve olgunlaşmayı sembolize eder. Aynca Hz. Peygamber’in hayatıyla bağlantılı olarak örümcekleri uzak tuttuğuna inanılırdı. Bir başka inanç, bu yumurtalann tevhidhâne içindeki akustiği düzenlediklerine ilişkindir.
128
Devekuşu Yumurtasi Gümüş zincirli, alt ve üst kapaklan ahşap üzerine Edirnekârî devekuşu yumurtası.
PAZUBEND
Üzerinde müsennâ Alî yazılı kayışlı ve zincirli pazubend.
12 köşeli gümüş, savatlı pazubendler.
Tekke Teşbihi
500‘lük kuka tekke teşbihi.
Tekke teşbihleri iri taneli olup büyüklüklerine göre 5OO’lük veya 1000'lik şeklinde adlandırılırlardı. Dervişler Ism-i Celâl zikri için halka olup dizüstü yere otururlar ve teşbihi halkaya yayarlardı.
Önce şeyh. Ism-i Celâl i çeker ve teşbih tanesini yanındaki dervişe iletir, o da aynı şekilde bir sonrakine ileterek teşbih halka içinde çevrilirdi. Ayrıca dergâhlarda haylaz çocuklar uslandınlmak için şeyh tarafından teşbihten geçirilirlerdi.
Vûcud-ı enbiya tesbih-i dür gibi serâmeddir O teşbihe imame gevher-i zat-ı Muhammed'dir
ARAKIYE
İnce pamuklu üzerine âyet-i kerîmeli ve ortası Mühr-i Süleymanlı arakıye.
Ter emen anlamına gelen arakıye, tarikata intisap edenlere şeyh tarafından tekbirlenerek giydirilirdi.
TAC
Dolama destarh tarikat tacı.
Her tarikatın kendine ait bir tacı vardı. Tacın üst kısmında adına terk denilen ve sayısı tarikatlara göre değişen dilimler bulunurdu. Örneğin Bcktaşîlcr 4 tcrkli Edhemî tac ile 12 terkli Hüseynî tac giyerlerdi. Tacın başa geçen kısmına lenger denilirdi.
Ayrıca tacın tepe kısmında gül denilen çok ince işlenmiş bir düğme bulunurdu.
138
MEZARTAŞI BAŞLIĞI
1114/1702-1703 tarihli tarikat mezartaşı başlığı.
Tarikat mensuplarının mezartaşı başlıkları, hayattayken giydikleri tac şeklinde yapılırdı. Böylece vefat etmiş bir dervişin mezartaşına bakarak hangi tarikata mensup olduğunu öğrenmek mümkündü.
İstihare ve Namaz Taşlari
Üzerleri mühürlü ve Pençe-i Âl-i Ahâ’h çeşitli istihare taşlan. Ortada Caferilerin kullandıktan namaz taşı.
İstihare, Arapça hayrı dilemek anlamına gelir. Tereddûdlû bir iş öncesinde hayır ve şerri öğrenmek için istihareye yatmak bir gelenektir. Abdest alınıp sag yana yatılır ve görülecek rüyadan anlam çıkartılır. Bunun için de yastığın altına üzeri tılsımlı istihare taşı konulurdu.
Namaz taşlan ise Caferi'ler tarafından kullanılırdı. Kerbelâ toprağından yoğrulup pişirilen bu yassı taşlar namazda secde ederken alnın değeceği yere konurdu.
1 AT
Gülabdan
Cam gülabdan
İmza: Kâmil Teknik: Camaltı Tarih: 1321 / 1903-1904
Zikir sonrası, tekkeye gelen misafirlere gülsuyu verilirdi. Bunun için çeşitli tipte gülabdanlar yapılmıştır.
Hicrî 1321 tarihli ve Kâmil imzalı bu gülabdan ise fonksiyonuna uygun bir beyitle süslenmiştir:
“Gülşen içrc andclîbfeıyâd eder bir gül için / Gül ise andan nihandır bu derûnî şişede.”
Tarak
Abanozdan yapılma, üzeri Sahal-ı şerif dualı tarak.
Ka be Tasviri
Hurma ağacından yapılma kabartma Kâ'be tasviri
Tarih: 1324/1906
YAĞLIK
Beyzî madalyon içinde müsennâ Alî işli yağlık.
Üst tarafta 12 terkli Bektaşî falın, onun altında teslim taşı ve ortada müsennâ Muhammed, iki yanda da müsenna Hû yazılan vardır.
150
YAĞLIK
Bektaşîliğe ait insan sureti şeklinde tanzim edilmiş Hz. Altyazısı. Üstte 12 terkli Bektaşî fahri, onun altında müsennâ Altyazısı ve en altta da Hz. Alî’yi sembolize eden zülfikârlar ile arslan.
Otuz iki harfi bildik dört kitabın aslıdır Safha-i vechinde yazılmış kamu bl-irtiyab Her ne okursan (ün otuz ikiden hâli değil Yüzünün metnini şerheder okunan fasl ü bab
Ntyazt-ı Mısrt
Tarikat Taclari
Tarikat taçlan hakkında bilgi veren lacnâme türünde levha.
Teknik: Taşbaskısı.
Kimi derviş, kimi hacı Cümlemiz Hakk'a duacı Resul-i Ekrem’in lacı Aba, hırka, fal bizdedir
Haşan Dede
154
SİLSİLENAME
Kadiri tarikatına ait hir silsilenameden ayrıntı.
Şeyhlik derecesine ulaşan dervişlere mürşidleri tarafından imzalı icazetname ile mensubu bulunduktan tarikatın bir silsilenamesi verilirdi. Şeyh vefat ettiğinde bu icazetname ile silsilename boru şeklinde katlanarak özel mahfazasına yerleştirilir ve şeyhin göğsüne konarak defnedilirdi.
Kadiriyiz döneriz aşk ile devranıyız
Mest-i şüride-ser-i neşve-i Geylantyiz
Heneklı Arif Hikmet
155
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder