İstanbul Şadırvanları
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
İSTANBUL TEKNİK i vk .
ERS1TES1 * MİMARLIK FAKÜLTESİ
Asistan Y. Müh. - Mimar
ENVER TOKAY
I. YAPI BÎLGİSÎ KÜRSÜSÜ
3.1.1947 tarihli yeterlik imtihanı tüzüğüne göre İ. T. Ü. Mimarlık Fakültesince kabul
edilmiş yeterlik çalışmasıdır.
İSTANBUL MATBAACILIK
T. A. O. — 1 9 5 1
Bu etüd Ord. Prof. E. ONAT, Prof. Dr. M. GÖKDOĞAN, Doç. O. ARDA tarafından tetkik ve kabul edilmiştir.
KEMAL 86« 41 SEL
Tarafından Atatürk kütüphanesine bağışlanmıştır.
ÖNSÖZ
Ars et Homo Additus Naturae BACON
Ta yakınlarımızda tarihimizin, Osmanlı - Türk harsınm bize bıraktığı pek çok eserler duruyorlar. Bunları kâfi vuzuhla idrak istikametinde, bir kaç adım atabilmek; hiç değilse san’at yolunda yürürken fiillerimi aydınlatmak ve güzelliklerini seçebilmek hususunda bir arzum vardı.
Şüphesiz ki her hâdisede hali maziye bağlamak faideden arî değildir. Geçmiş eserleri müşahedeye tabi tutmak, görgü ve düşünceyi arttırmak, hattâ bunları tecrübe yolunda tahkik etmek, bizim için fiilin gayelerinden olabilirdi. Zaten her sai; çalışmanın mahsullerini ilk halinden daha iyi bir nizama koyuyor. Bu hususta Bacon’un sözünü hatırlıyorum : «San’at tabiata ilâve edilmiş insandır.»
Her san’atın ve çalışmanın iptidaî maddelerini tabiat verir, insan işler.
Gümüşsüyü 1949
M. E. T.
Olmuşuz şatt-ı-revan servi-revan ardınca biz
Tarih boyunca geçtiğimiz her yer, bilhassa İstanbul; pek çok âbidelerle dolu. Bunlar arasında her biri küçük ve mükemmel bir alem olan, üzerlerinde sularla beraber san’atin da çağladığı çeşmeler, şadırvanlar, sebiller var.
Tezimizin mevzuu «Şadırvanlar» olmakla beraber — bu mevzuu ilerde genişleteceğimize göre — birbirinden ayırmak güçlüğüyle kısaca sebil - çeşme, su, ve bilhassa İstanbul suları hakkında önce bunları yaratan maddî ve manevî sebepleri, sonra da şadırvanların mimarî, konstrüksion ve detayları bakımından tetkiklerimizi ekliyelim.
Mevzua; suyun Türk ruhunda ve medeni hayatındaki yerini düşünmekle girebiliriz. Suyun cemiyetle alâkası temizlik ve gıda bakımındandır. Garp dünyasının büyük şehirlerinde temizlik fikrinin ancak geçen yüz yılda başlamış olduğunu, XV, XVI, XVH hatta XVIH inci asırlarda Avrupa’nm bugün temizliğiyle meşhur şehirlerinin pislik içinde yüzdüğünü ve su meselelerinin esaslı şekilde halledilmediğini, insanların da temizlik bahsinde pek geri olduklarını tarihler yazarlar. Hattâ Kral XIV. üncü Lui’nin bütün hayatında bir kere yıkandığı da meşhurmuş.
Tabiatla beraber yaşamaktan zevk duyan Türk; tabiî hayatında, evinde, yolunda sudan ayrılmamış, cenkten cenge atmm üstünde koşarken yorgun argın bir susamış için bir tas suyun kıymetini daha kolay anlamış ve suya kıymet vermeyi ihtimal ki bu sebep doğurmuştur.
Türkler için su; sadakanın en ileri mânasında aziz ve mukaddestir. «Su gibi aziz ol» «Su içene yılan bile dokunmaz» gibi atalar sözleri bugün bile yaşamaktadır.
İslâm dininin beş şartından birinde ab dest yani temizlik farzdır.
Selçuk ve Osmanlı ülkelerinde her eserle beraber muhakkak bir su yapısı görülüyor. Suyun meskenlerimizdeki kıymetini de düşünüp netice olarak Türk’lerin cemiyet ve aile hayatında maddi ve manevi yerinin büyüklüğünü anlıyabiliriz. Zaten bu mevzuda pek çok tesis ve eser yapılmış, pek çok mesailer sarfedilmiştir. Misal olarak Murat II. devrinde (XVII asır ilk yarısı), İstanbul’da yapılmış bir «tahriri emlâk» yazımında, şimdiki belediye hudutları içinde 600.000 su kuyusu, 2.000 sebil, 4.000 ülemâ ve vüzerâ çeşmeleri, 9990 adet de umumi ve hususi çeşmelerin bulunduğu yazılır. O za-mandanberi daha da yapıldığını düşünebiliriz.
Suya verilen kıymeti böylece tebarüz ettirdikten sonra biraz da İstanbul sularından bahsedebiliriz.
Tabii bugün İstanbul’da mevcut çeşme, sebil ve şadırvanlar Osmanlı’lar tarafından yapılmıştır. Onlardan evvel Bizanslılar da su işleriyle meşgul olmuşlardır. İmparator Adriyen tarafından II. nci asırda yapılan ve müteaddit defalar yeniden düzeltilen Bozdoğan kemerleri buna bir misaldir. Fakat İstanbul’un su derdi ancak Sinan tarafından Kırkçeşme suları getirildikten sonra halledilebilmiştir.
Mevcut İstanbul suları; Halkalı, Belgradköy bendi, Topuzlu bendi, Büyük bend, Mahmut II. bendleri ve bilhassa Kırkçeşme’den gelirlerdi. Eski su yollarına ait Topkapı sarayında bazı haritalar varmış.
Bizanslılar; su işini bir çok açık büyük sarnıçlar, Edirnekapı’da, Altımermer’de, Sultan Selim’de (şimdi Çukurbostan diye bildiğimiz yerler) veya saray altlarmda kapalı Binbirdirek, Yerebatan gibi yapmışlar. Fakat Türkler bu gibi sarnıçların temizliğine inanmamış ve bunları kendilerine bırakmışlardır. XVI. ncı asra kadar fazla bir şey yapmamışlar ve ancak XVI. ncı asırda İmparatorluğun satvet devrinde nüfusu çok artan İstanbul’da su meselesi kendini göstermiştir. Büyük Sultan Kanunî Budin’i muhasara ettiği zaman «Ahdim olsun ki: bu beldeden aldığım ganimetle İstanbula su getirtem» diyerek koca Sinan’a irade buyurmuş. Görünüşe göre Kırkçeşme suları Budapeşte’den geliyor (1563). Bu su Kemerburgaz’dan Eğrikapı’ya kadar yüksek yerlerden toprak altı kanallarla, vadilerden kemerlerle teknik bir şekilde getirilmiş. Netice olarak bu sular bir takım savaklara gelirler. Orada havalanır, temizlenir ve dağıtılırlar. Bu savak veya maksemlere gelen ve giden sular daimi olarak lülelerle ölçülür. Yani daimi olarak mikdarları kontrol edilirdi.
Bu su yollarmı yaptıran Sultan Süleyman; kendisinden sonra gelen padişah ve vezirleri bu hayır müessesesini tamir etmesi ve ona iyi bakması için mükellef tuttuğu Eğrikapı makseminin kitabesinde yazılıymış. Bundan sonra 1733 de Mahmut I. tarafından Bahçeköy civarında bend yaptırılıp Maslak denilen araziden sevkedilerek Taksim suyu getirtilmiştir. Bunlar da Kırkçeşme sularına benzer şekilde halledilmiştir.
Böylece İstanbul sularından kısaca bahsettikten sonra asıl mevzuumuza geçebiliriz.
«Şadırvan» kelimesini Şemsettin Sami; yük ;ek bir havuzun içine fıskiye halinde akıp oradan müteaddit yerlerden dökülen su ki, ekseriya cami avlularında bulunur» diye tarif ediyor. Halbuki medrese, han ve kervansaray avlularında da görülmektedir.
Bunlar vazife ve şekil itibariyle çeşmelerden farklıdır. Çoğu musluklarından el yüz yıkamak ve abdest almak için yapılmışlardır. Bazıları da Sultanahmet, Süleymaniye ve Yenicamide olduğu gibi maksem vazifesi görürler.
Bunların muhtelif şekilleri var. Üstü açık ve kapalı, etrafı sütunlu, yuvarlak veya çok köşeli şekillerde olanlar var. Bir de Mimar Sinan’ın ilk defa Süleymaniye’de yapmış olduğu asıl cami binasınm yan cephelerinde sıra şadırvanlar var. Bunlara «zembil şadırvan» da denir. Sonradan Selimiye, Yenicami ve Sultanahmet’te tekrarlanmıştır.
Bunların umumiyetle «Etek» denen mermerden yapılma yani havuz kısmının kenarları üzerine çok güzel, dövme demir, bronz veya oyma mermerden parmaklıklar konmuş şebeke denilen bu kısımların vazifeleri suyun hem görünmesini hem de havalanmasını temin eder.
Şadırvanın etrafı direkli veya direksiz oluyor. Bu direkler ekseriya geniş bir saçak ve kubbeyi veya çatıyı taşırlar. Bazıları da saçaksız, üzerleri sakıf diye isimlendirilen bir nevi damla örtülüdür.
Şadırvanlarda Türk san’atını yaşatan çok güzel motifler ve detaylar var. Çalışmamızın asıl maksadı bunları görmekti. Onun için en çok beğenilenlerinin resimlerini, birinin tafsilât ve rölevelerini ve bir diğerinin detay şekillerini tezimize ekledik.
Şadırvanların mimarî tarihi bakımından pek tabii olarak diğer eserler gibi üzerinde Osmanlı harsının değişikliğini görebiliriz. Ekserisi camiler içinde olduğundan, bunlarda daha çok saltanat devrinde yapılabildiğinden klâsiktir. XVIII. inci asırda inhitat devrinin başlamasıyla bunların da karakterlerinde fark görülmekle beraber Türk tarzı az çok yaşamaktadır. Fakat 1732 den sonra barok tarzı tamamen hâkim olmuştur. Bu mevzuda daha çok sebiller mevcuttur. XVIII. inci asır başında Osmanlı ülkesinde artık harpten bıkılmış olup çok keresinde harp yerine hayrat yapmak ahlâkî bir kaide haline gelmiş, ihtimal ki bunların çokluğuna da bu sebep tesir etmiştir.
Aslında mânası «yol» demek olan sebil lâfzı hayrat mânasına kullanılmış olup bir nevi çeşmeye orta zamanlardanberi isim olmuştur. Bunların çoğunun barok tarzında olduğunu söylemiştik.
1719 da Paris sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebinin ve 1755 de sadrazam olan oğlu Said Paşanın Pariste elçilik edip avdetlerinde Fransız harsına ait bir çok üslupları memleketimize getirdikleri bilinir. Zaten inhitata yüz tutmuş olan Osmanlı saltanatı ve harsı o zaman bir garplılaşma modasıyla istikametini değiştirmişti. Bu yabancı üslûp tarzı, şüphesiz Türk san’atkârları tarafından sevimsizlikle karşılanmış fakat sadrazamlığa yükselen Said Paşanın rolü ile yabancı, bilhassa Italyan ve Fransız mimar-larımn Türklerle beraber çalışıp karşılıklı birbirinin tesirinde vücude gelen bu eserler Türk tarzı rokokosunu doğurmuştur. Zamanla hükümetin müzaheretiyle bunlaı kuvvetlenmişler, XVIII. inci asrın ikinci yarısında vücut bulan eserlerin Türk tarzı ile alâkası kalmamıştır. Ve artık XVIII. inci asrın sonlarında Türk mimarisi tamamile hâkimiyetini ve asaletini kaybetmiş kayıtsız garp hükümranlığına girmiştir.
Bu devre ait camiler gibi şadırvanlar da pek az. Nuruosmaniye, Lâleli camii şa dırvanları gibi... Bunlar da pek çirkin ve nisbetsiz şeylerdir.
Biz bunların bir kolleksiyonunu toplarken bir tasnif yapmadık. Esasen buna lüzum da yoktu. Ekserisi klâsik... Ve maksadımız da detaylarını tetkikti. Şekil bakımından daha mütevazilerinden bir kaç nümune aradım. İstanbul’da bulamadım. Ancak kolleksiyonda Kütahya’da yapılmış bir şadırvan var. Çok basit ve güzel.
|
Fatih Camii Şadırvanı |
FATİH CAMİİ ŞADIRVANI
Şadırvanların yapılış tarihlerini şüphesiz ait oldukları yapıya bağlamak lâzımdır. Çünkü bunların başka zaman yapıldıklarına ait her hangi bir kitabe yazı gibi işaret yoktur. Ancak bu tarihler mufassal olarak camilerin kendilerini alâkadar edeceğinden biz bunlardan kısaca bahsedelim. Fatih camii ilk olarak 1463 - 1470 de büyük san’at sever Sultan Mehmet D. nin adına eski Apostel kilisesinin yerinde yapılmıştır. 11 Mayıs 1765 zelzelesinde yıkılmış, bundan sonra 1771 de yeni baştan inşa edilmiştir. Yani inhitat devrine tesadüf etmekte. Fakat cami ve mevzuumuz klâsiktir. Demek ki eski caminin tesiri çok olmuştur. İlkinin mimarı Atik Sinan İkincinin Hacı Ahmet Halife’dir... Cami hakkmda tarihlerde bilgi çoktur. Bizce lâzım olan tarafına — şadırvan — mimar mantıki bir ayniyet içinde görenlerin anlıyacağından fazla bir şeyi duruşundaki mânaya ilâve etmemiş. 16 köşeli fıskiyeli bir havuz, mermer etek, dövme şebeke, sekiz sütunlu revaklar, geniş saçak, şebeke ile ahenktar zarif bir kubbe ve nihayet görünüş olarak görüşümüzün Fatihi.
Detaylarına dikkatimizi verirsek gerek mermerden işlenmesinde gerek profillerin nisbetlerinde çok incelik vardır. İşçiliğin nizam ve intizamı taş derzlerinin ve sütun başlıklarının halli etüd için bir talih. Konstrüksion itibariyle de çok rasyonel halledilmiş.
Kendisinin ve tafsilâtının resimlerini, rölövesini çalışmalarımıza ekledik.
|
Fatih Camii Şadırvanı Sütun başlığının görünüşü. Klâsik tarz. Enteresan bir şekilde köşeli olarak halledilmiş. |
Fatih Camii Şadırvanı
Mermer etek ve oturma yerleri, dövme, demirden şebeke ve askı yerleri, sütun başlıkları görünüşleri.
KEMAt S • ’ tH si L Tarafından M. nk kütüphanesine bağışlanmıştır.
|
Fatih camiine ait şadırvandan diğer bir görünüş. |
|
Süleymaniye Camii Şadırvanından görünüş. |
SÜLEYMANİYE CAMİİ ŞADIRVANI
Camii şerifi pek çok tetkik edilmiş. Bu hususta bizim yazabileceklerimiz o kadar az olur ki... Sadece tarihini alalım (1550- 1557). Cihanın büyük mimarı mevzuumuza vesile olan eserinde de gerek san’at gerekse teknik taraftan deha göstermiş. Mimarî bakımından bugün de yeni ve modern. Eseri ancak bizzat görmek lâzım. Çok nadir anlarda duyulan zevkleri hayranlık duygularımıza sunmakta. Müstakil şekilde bir taraftan üç, diğer taraftan iki aks. Üzeri bir sakıfla kaplı. Yani düz dam. Üç parça büyük mermer. Bir aks’ının resimlerini yaptım, bu tamamı demektir. Çünkü diğer tarafları tekrar edilmiş. Detayları tetkik edersek profiller, etek ve şebeke kısımları çok ahenkli. Taş derzleri yani inşaat halli, işçilik eşsiz.
Bunun bilinen şadırvanlardan farklı bir vazifesi var. Yazımızın başında Sinan’ın yaptığı su yollarından bahsetmiştik. Kırkçeşme suları. Edirnekapı’daki esas savağa
|
Yeni Cami şadırvanı. Asıl ismi Valde Camii olan bu eser selâtin camileri arasında tebarüz ediyor. Şadırvanı da öyle. Mermeri bir plâstik halinde kullanarak bir yüzük taşı gibi işlenmiş, lekesiz, şeffaf satıhlarda sonu gelmiyen bir çalışma. |
geliyor diğer savaklara taksim ediliyordu. Bu da bir maksemdir. Burada sular şekilde görüldüğü gibi sütunların içinden yukarı çıkar. Oradan aşağı dökülerek dövülür, havalanır ve süzülür, sonra etrafa dağılır. Sinan burada asıl abdest alma yerlerini caminin yanlarında halletmiş. Bu daha kullanışlı ve mânâlı.
Gene Sinan’ın eseri olduğu belki bundan daha güzel olduğu için Selimiye'nin şa-dırvanını da koleksiyonuma ekledim.
Bu da bir maksem vazifesi görmekte. 8 köşeli, saçaksız, kubbeli, dökme parmaklıklar. Mimarî tarzı klâsik. Fakat bir san’atkârı desenden bıktıracak kadar detay var. Hakkında tarihlerde çok bilgi var. tik mimarı Davut (1597) tarafından başlanmış ve son mimarı Mustafa Ağa tarafından 1663 de bitirilmiştir.
Sokollu Mehmet Paşa camii şadırvanı.
Küçük Ayasofya’nın yanında. Mimar Sinan’ın eseridir. Sokollu Mehmet Paşaya izafe edilen bu cami zevcesi Selim II. kızı Esmahan Sultan tarafından inşa ettirilmiştir (1571). Çok güzel bir avlu içinde camiyi tanzîr eden bir şadırvanı var. Bilhassa pilyeli saçaklariyle diğerlerinden çok farklı. Fakat saçaklar yıkılmıştır. Bunun da rölöve ve hatta rökons-trüksionunu yapmak lâzım. 12 köşeli geniş saçaklı klâsik tarzda bir eserdir. (Resim Gurlit’ten alınmıştır). Dökme demir şebekeleri, mermer etekleri var. Tafsilâtlar ayrı güzellikler taşıyor.
Şehzade camii şadırvanı.
Kanunî’nin oğlu Mehmet için Sinan’a 1543 de yaptırdığı kendi değişiyle çıraklığının eseri. Şadırvanı da öyle. Fatih’e benzemekte. Daha az güzel. Tarzı klâsik. Mermer etekli, şebekeler dövme demir. Onaltı köşe, sekiz revaklı ve ahşap kubbeli. Detayları da Fatih .... şadırvanına benzemekte. Nisbetleri güzel değil.
Ayasofya şadırvanı.
Mahmut I. tarafından yaptırılan 1153 (1739j-Türk rokoko’su. Sanat bakımından belki, işçiliği Çok kıymetli. Mimarî, çizgilerin olmıyan hafifliğini, malzemenin tane ağırlığı yerine kullanmış. Sütunlar saçağı ve kubbeyi taşıyamıyacakmış gibi duruyor. Resimde görüldüğü gibi geniş saçaklı, kubbeli ve gayet ince sütunlu revakları var. Çok işlemeli parmaklık-lariyle mermer etekler sadelikten uzak.
Üsküdar’da Mihrimah Sultan camii şadırvanı
Kanunî Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultanın vakfiyesidir. Mimar Sinan’ın eseridir. Çok enteresan ve güzel olan şadırvanın, saçakları ve sakfının, caminin son cemaat yerine bağlanışı nazarları çekiyor. Resmi Gurlit’ten alınma. Halihazır vaziyeti biraz daha başka. Üzerindeki parmaklıklar düşmüş. Bunun da rölövesini yapmak iyi olur.
Eski Valide camii şadırvanı.
Üsküdar’da Toptaşı’ndadır. Camiin bânisi Selim II. nin zevcesi Murat III. ün validesi Nurubanu Sultanmış. (1583) te inşa edilmiş. Şadırvanı güzel bir avlu içinde. 16 sütunlu, saçakları bilhassa nisbetleri güzel. Kubbesi ve örtü şekli diğerlerine nazaran başka bir hususiyet gösteriyor. Bu eser de yıkılmış şimdi hiçbir şeyi yok. Bunların kıymetlerini anlamak için ancak iyi ve kötü neticelerini beklkemek lâzım geliyor. Resim Gurlitte’den alınmış. Belki kalan parçaları bularak rökonstruksiyonunu yapmak kabil olur. Bu da klâsik. Detay ve motifler Çinili camiindekine benziyor.
Sultan Selim camii şadırvanı.
Kanunî Süleyman babası Selim I için yaptırmıştır (1522). Revaklı şadırvanı klâsik tiptedir. Fatihtekine çok benzer, yalnız kubbesi değişik şekildedir. On iki köşeli mermer bir havuzu var. Dövme demir şebekeler, sekiz sütun, klâsik başlıklar. Nisbetleri o kadar güzel değil.
Çinili Camii şadırvanı
1640 ta Ahmet I. in zevcesi Mahıpeyker Sultan tarafından Üsküdar’da yaptırılmıştır. Cami ve şadırvan çok güzeldir. Klâsik bir eser. Eşyanın tabiatındaki karışıklığı; çizgilerin ve şekillerin sadeliği kâfi vuzuhla hallediyor. Fatih’teki tipten. Bunun da rölövesini yapmak lâzım. Şadırvanın dış tarafa doğru bir de sebili var. Her ikisinin birbirine ve duvarla saçakların bağlanması gayet serbest halledilmiş. Sütun ve başlıkları, motifler klâsik. Zarif bir konsepsionu var.
Sinan’ın Edirne’de yaptığı Selimiye camii şadırvanına ait iki görünüş. (1575). Üstü açık bir tip, fevkalâde güzel.
Kütahya’da Sakahanede bir cami şadırvanı.
«L’art Turc» den alınmıştır. Maksada uygun olmanın sade ve basitliği içinde güzel bir eser.
BAŞVURULAN ESERLER
C. E. ARSEVEN: L’art Turc. İstanbul 1939.
H. E. ELDEM: Camilerimiz. İstanbul 1933.
C. GURLİTT: BAUKUNST CONSTANTINOPLE I ve II. Berlin.
M. E. BAK: Güzel Sanatlar Dergisi. No. 5 ve 6.
E. DİTZ: Türk Sanatı (O. Aslanapa) 1946. İstanbul.
1. H. TENIŞIK: İstanbul Camileri I ve II. 1944. İstanbul.
1. KUMBARACILAR: İstanbul Sebilleri. 1943. İstanbul.
25-1951-500
Fiatı 3 Lira
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder