Bir Risale, Bir Türbe, Bir Menkıbe: İmam Süyûtî'ye Ait Risalenin Işığında Çifte Sultanlar Türbesi'ne Bir Bakış
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
OSMANLI ARAŞTIRMALARI
XXXIV
Neşir Heyeti - Editorial Board
Halil İNALCIK - İsmail E. ERÜNSAL
Heath W. LOWRY - Feridun EMECEN
Klaus KREISER - Bilgin AYDIN
Misafir Editörler - Guest Editors
Mustafa S. Küçükaşcı - Cengiz Tomar
THE JOURNAL OF OTTOMAN STUDIES
XXXIV
PROF. DR. MUAMMER KEMAL ÖZERGİN HATIRA SAYISI - II
İstanbul - 2009
BİR RİSÂLE, BİR TÜRBE, BİR MENKIBE: İMAM SÜYÛTÎ’YE AİT RİSALENİN IŞIĞINDA ÇİFTE SULTANLAR TÜRBESİ’NE BİR BAKIŞ
Gülgûn UYAR*
Giriş
Osmanlı fethiyle birlikte İstanbul farklı bir kisveye bürünmüş, şehir yeni idarecilerini ve sâkinlerini ağırlayacak şekilde imara açılmıştı. Bu imar faaliyetleri içerisinde câmi, medrese, kütüphane gibi sosyal müesseselerin inşası ilk sıralarda yer almıştır. Diğer taraftan Bizans’tan tevârüs edilen, fakat o sırada mâmur durumda olmayan kilise, manastır ve küçük ibadet yerlerinin bir kısmı “şenlendirme” siyaseti gereğince padişah, devlet erkânı ve bazı nüfuzlu şahıslar tarafından câmi ve medreseye tahvil edilmiştir.1 Bu şekilde kilise/manastır iken câmi merkezli bir külliyeye dönüştürülen Bizans temelli Osmanlı yapısı eserlerden birisi de Koca Mustafa Paşa Câmii’dir.
Koca Mustafa Paşa Külliyesi câmi, medrese, sıbyan mektebi, imâret, türbeler, hazîre, sebiller, Sünbül Sinan Dergâhı ve Zincirli Servi olarak bilinen tarihî ağacı bünyesinde barındırır. Külliyenin avlusunda yer alan türbelerden birisi de Çifte Sultanlar’a aittir. Bu makalede Çifte Sultanlar türbesinin tarihî geçmişi ve bu türbe etrafında oluşan kültür dokusu üzerinde durulacak, ayrıca bu türbede medfiın oldukları rivayet edilen Hz. Hüseyin’in iki kızının İstanbul’a gelişlerine dair İmam Süyûtî tarafindan yazılmış olan Arapça bir risâlenin Türkçe tercümeleri incelenmek suretiyle söz konusu ri-sâlede nakledilen menkıbenin değerlendirmesi yapılacaktır.
Koca Mustafa Paşa Câmii ve Çifte Sultanlar Türbesi
Koca Mustafa Paşa Câmii şehrin batısmda, kara surlarına yakın bir bölgede, Fatih ilçesi dâhilinde, Kocamustafapaşa, Ali Fakih Mahallesi, Koca Mustafa Paşa Caddesi/Koca Mustafa Paşa Medresesi sokağında yer almaktadır.2 3 İstanbul’daki aynı adı taşıyan iki câmiden birisidir?
Bugün Koca Mustafa Paşa Câmii’nin bulunduğu mevkide 1453 senesinden önce Moni tu Hagiu Andreu en ti Krisi/Krisis admda bir kızlar manastın ve bu manastırın bir kilisesi mevcuttu.4 5 Bu manastır Bizanshlar’a Hıristiyanlığı kabul ettirdiğine inanılan havârilerden Hagios Andreas (Aya Andre)’a ithaf edilmişti. İnşa tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte bu manastırdan ilk olarak VIII. asırda bahsedildiği tesbit edilmiştir. Ayrıca burada en erken VI. asra doğru inşa edilen bir ibadet yerinin var olduğu tahmin edilmektedir. Kızlar manastın zaman içinde tamirat görmüştür. Kilisesi ise 1284 yılında İmparator VHL Mikhailos’un (salt. 1261-1282) yeğeni Theodora tarafindan yaptınlmıştır?
Fatih devrinde (1453-1481) Rum Ortodoks cemaatinin elinde bulunduğu tahmin edilen kilise, II. Bayezid döneminde Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından câmi-tevhidhâneye dönüştürülmüş ve eski manasta binalarının yerine de bir tekke inşa edilmiştir (1489-1491). Câmi ve tekke, farklı türde yapıların ilâvesiyle genişlemiş ve bir külliyeye dönüşmüştür. Koca Mustafa Paşa Camii ve avlusunda yer alan yapılar zaman içinde çeşitli tadilat ve tamiratlar geçirmiştir.6 Bu câmi aynı zamanda I. Ahmet zamanından itibaren minaresinde kandil yakılan ilk câmi olarak anılır.7 Külliyenin, bu bölgede Müslüman bir mahallenin doğmasını ve gelişmesini sağlayan bir mihver olduğu kabul edilir.
Koca Mustafa Paşa Câmii’nde yer alan tekkenin ilk şeyhi Çelebi Muhammed Cemâleddin’dir (v. ? 1493, 1494, 1505). Çelebi Halîfe olarak da anılan Muhammed Cemâleddin el-Halvetî, II. Bayezid’in şehzâde iken Amasya’da sohbetlerine katıldığı ve kendisinden feyz aldığı bir zâttı. II. Bayezid tahta geçtiğinde (1481) Çelebi Halîfe’yi İstanbul’a davet etmiş, Koca Mustafa Paşa da şeyhten İstanbul’da kalmasını rica ederek câmi halimindeki hânkâhı ona tahsis etmişti.8 Böylece bu tekke turuk-ı aliyyenin Hal-vetiyye şubesinin İstanbul’daki ilk pîr evi olmuştur. Çelebi Halîfe, yerine Sünbül Sinan olarak tanınan halifesi Yusuf b. Ali’yi (1465-1529) vasiyet etmiştir. Sünbül Sinan 1494 yılında meşihat seccâdesine cülûs etmiş ve otuz üç sene bu makamda bulunmuştur. Sünbüliyye aynı zamanda İstanbul’da faaliyet gösteren ilk tarikat kabul edilir. Dolayısıyla Sünbülî âsitânesi tekke listelerinde ilk şuada sayılır.9 Bundan sonra itibaren câmi ve tekke Koca Mustafa Paşa Tekkesi, Sünbül Efendi Hânkâhı, Sünbül Sinan Tekkesi, Sünbül Efendi Tekkesi Câmii, Sinan Baba türbesi10 olarak da anılmıştır.11 Koca Mustafa Paşa Câmii, Evliyâ Çelebi tarafından Câmi-i kebîr olarak adlandırılır ve bulunduğu mahal de Zincirli Servi olarak tarif edilir.12 Evliyâ Çelebi, farklı tarikatlara ait tekkeleri sayarken buradan Tekye-i Koca Mustafa olarak bahseder.13
Koca Mustafa Paşa Câmii’nin bulunduğu mekân, Abbâsî halifesi Hâ-rûn er-Reşîd veliaht iken 163 (779-780) ve 165 (781-782) yıllarında Bizans'a karşı düzenlenen ve İstanbul'a kadar ulaşan seferlerle de irtibatlandınlmıştır. Bu seferlerde İstanbul’un yansı fethedilmiş ve İmparator Alînâ/İlyâna/Kıral Grando Mihal ile sulh anlaşması yapılmıştır.14 Bunun üzerine halife, imparatordan sığır derisi kadar bir yer istemiş ve o zaman Kızlar manastın/kenîsesi bulunan semtte bir kale inşa ederek geride kalan askerlerini buraya yerleştirmişti. Eviiyâ Çelebi’ye göre Müslümanların bu mevkideki geçmişleri Ömer b. Abdülazîz devrine kadar gitmektedir.15
Eviiyâ Çelebi, buradaki tekkenin ilk olarak Fâtih döneminde inşâ edildiğini söyler. Koca Mustafa Paşa tarafından da daha sonra câmi ve imaret yapılmıştır. Ona göre tekkenin ilk şeyhi, İstanbul’daki ilk tarikat pîri olarak zikrettiği Habîb Karamânî’nin (v. 1496) müridi olan Şeyh Üveys’dir.16 Ancak Amasya’da medfun bulunan Habîb Karamânî’nin, Cemaleddin el-Halvetî’nm mürşidi olmakla birlikte, İstanbul’a geldiği veya diğer müridi Şeyh Üveys’in Koca Mustafa Paşa tekkesinin ilk şeyhi olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır.
Koca Mustafa Paşa külliyesi içinde avlunun ortasında yer alan tarihî mekânlardan bir diğeri “Çifte Sultanlar” olarak bilinen açık türbedir.17 Etrafı kaim döküm demir ampir parmaklıklarla çevrili türbe Sünbül Sinan’m türbesi ile Zincirli Servi arasında yer alır.18 Bu türbede medfun bulunan çifte sultanların Hz. Hüseyin’in iki kızı olduğu rivayet edilmektedir. Bu türbenin inşâ tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Burada bir türbenin varlığı ve bu türbenin Hz. Hüseyin’in iki kızma ait oluşu hususunda bilinenler menkıbelere ve halk inanışlarına dayanmaktadır.
Süheyl Ünver, Ankara Vakıflar Arşivi’nde no:1861/2’de kayıth defterde sayılan türbeler arasında ve Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Kütüphanesi’nde no:123’te kayıtlı, Hakkâkzâde Mustafa Hilmi tarafindan yazılan İstanbul ve Civarında Medfûn Bulunan Bazı Ayân İsimleri adlı mecmuada Çifte Sultanlar türbesine rastlanmamaktadır.19 Diğer taraftan Hacı îsmâil Bey-zâde Osman Bey’e ait, Dersaâdet’te 1304 (1886-87) senesinde basılan Mec-mû‘a-i Cevâmi' adlı eserde yer alan “İstanbul’da Kalan Sahâbe-i Kirâm Hazerâtınm isimleri ve Türbe-i Şerifleri” başlıklı kısımda Koca Mustafa Paşa Câmii avlusunda Kerîmeynü’l-mükerremeyn-i İmâm-ı Hüseyin ismiyle bu türbeden bahsedilmektedir.20 Nuri Arlasez’e ait bir defterde 16 Receb 1305 (29 Mart 1888) tarihli bir notta bu türbeden söz edilmekte ve İmam Süyû-tî’den naklen Hz. Hüseyin’in iki kerîmesine ait olduğu kaydedilmektedir.21 Câbî Ömer Efendi (ö. 1814?), Hüseyin Vassâf (ö. 1929) ve Ahmed Sâfî (1851-1926) ise eserlerinde bu türbe hakkında bilgi vermektedirler. Arşiv belgelerinde ise türbenin 1264 (1848) ve 1265 (1848) tarihli tamir kayıtlarına ulaşılabilmektedir. Bu durumda türbenin varlığı hakkındaki yazılı mâlu-mata 19. yy.’dan itibaren tesadüf edildiği söylenebilir.
Çifte Sultanlar türbesinin varlığına işaret eden eldeki en eski bilgi ise İmam Süyûtî’nin Koca Mustafa Paşa Câmii’nin şerefîyyetine dair yazdığı bir risâleye atfedilmektedir. Bu risâlenin aslı henüz tesbit edilememekle beraber Türkçe tercümesi vasıtasıyla söz konusu risâlenin muhtevası hakkında bilgi edinmek mümkün hâle gelmektedir. 1505’de vefat eden İmam Süyûtî’nin bu konuda bir risâle yazmış olması o tarihlerde bu türbenin varlığından haberdâr olunduğunu gösterir.
Türbenin tarihî seyrine bakıldığında II. Mahmud zamanında (18081839) tamir edildiği ve bugünkü görünüşünü aldığı bilinmektedir. Kayıtlara göre II. Mahmud, Koca Mustafa Paşa Câmii’nde selamlığa çıkıp Sünbül Efendi ve sair ehlullâhı ziyâret etmekteydi (1224/1809).22 Avluda dikkatini
çeken açık türbenin Hz. Hüseyin’in çocuklarından birinin kızına ait olduğuna ve bu hanımın Bizans’a esir düştüğüne ve burada medfun bulunduğuna dair rivayeti işiten II. Mahmud 1228 (1813) senesinde buraya bir türbe yaptırmaya niyetlenmiştir.23 II. Mahmud bu türbe gibi İstanbul’daki diğer sahâbe makam ve merkadlerini de yenilemiştir. Devletin içinde bulunduğu malî sıkıntıya rağmen bazı câmi ve tekkelerle birlikte sahâbe türbelerini de tamir ettirmesi II. Mahmud’un yeniçeriliğin kaldırılmasını müteakip askerî zaafiyete uğramak endişesiyle halk arasında teessüs eden hoşnutsuzluğu izâle etme gayreti olarak yorumlanmıştır.24 H. Mahmud’un gördüğü bir rüya üzerine ve kerâmetine istinâden bu türbeyi tamir ettirdiği de söylenir.25
Padişah tamir öncesi türbe hakkındaki rivayetlerin doğruluğu konusunda vak‘anüvîs Hoca Âsim Efendi’den bilgi istemiştir. Âsim Efendi, Hz. Hüseyin’in zamanında Rumeli bölgesinde tarihlerin kaydettiği bir savaş olmadığım bildirerek esir edilmek suretiyle Hz. Hüseyin’in kızlarından birinin İstanbul’a getirilmiş olmasını mümkün görmez. Ancak burada medfun olan kişinin Hz. Hüseyin’in nesline mensup bir şerif olması ihtimaline binâen yine de bu türbeyi yaptırarak hizmette bulunmasını tavsiye etmiştir (5 Receb 1228/4 Temmuz 1813). Câbî, evlâd-ı İmâm Hüseyin’in kerîmelerinden birinin burada medfun bulunduğunun şâyî olduğunu belirtmektedir.26
Türbenin etrafındaki parmaklıklar bu tamiratın hatırasıdır. Parmaklıkların üst kısınma kuşak şeklinde yerleştirilen sekiz levhadaki sekiz beyit-lik şiir Sahhaflar Şeyhi-zâde Vak'anüyîs Seyyid Mehmed Es‘ad Efendi’ye (1789-1848) ait olup27 1227 (1813) tarihinde Yesârîzâde Mustafa İzzet (v.
1849) tarafindan ta‘lîk hattıyla yazılmıştır. Şiir şu şekildedir:
Bu meşhed kim ziyâretgâh-ı erbâb-ı muhabbettir Gubâr-i anberini kuhl-i erbâb-i basirettir
Kafes yâ Hû tehîdir sanma etrafında bu câyın
Müşebbek âşiyân-ı tûtiyân-ı bâğ-ı cennettir
Piren feyz ü şeref bu gülistân-ı cennet-âsâya İki gül-gonca-i gülnahl-i gülzâr-ı siy âdettir
Şehid-i Kerbelâ Sultân Hüseyn ’in duhterânından
İki sultân medfûn olduğu bunda rivayettir
Bu câye ihtirâmı Gâzi Hân Mahmûd-ı Adlî’nin
Delîl-i yümn ü tevfik ü saâdettir kerâmettir
Bu câ-yı pâki tezyin itmeden ol kutb-ı devrânın Murâdı hânedân-ı Mefhar-i kevneyne hürmettir
O hâkân-ı kerâmet-şân ü ârifşâh-ı âgâhın Bu hizmette muvaffak olduğu bî-rayb ü minnettir
Ola sad-sâl ma’mûr ü muammer taht-ı âlide
Vücûd-i lâzimü İ-mevcûdu Mevlâ ’ya emânettir.28
Sahâbe levhasında ise “Makâm-ı Hazret-i İmâm-ı Hüseyn-i Kerremey-nü’l-Mükerremeyn” şeklinde adlandırılan türbe hakkında şu kıt‘a yazılıdır:
Kerremeynü ’l-Mükerremeyn Bi-hakk-ı Seyyidi ’l-Kevneyn
Nûr-i ayneyn İmam Hüseyn Şefâate ir-gör (erdir) bizi29
Çifte Sultanlar türbesi ile ortak tarihî geçmişe sahip olan bir diğer mekân Zincirli Servi’dir. Servi ağacının gövde kısmı ahşap bir mahfaza içine alınmışta. Bu ahşap mahfazanın kafesli pencerelerinin üst kısmındaki levhalarda Yesârîzâde’nin hatayla yazılmış bir şiir bulunduğu ve bu levhaların yakın zamanda yerinden kaldırıldığı bildirilmektedir. Bu şiirde Zincirli Servinin bulunduğu mekânın uhreviyyetinden bahsedilmektedir. Tanyeli, bu şiirin Vak'anüvîs Pertev’e (1807-8) ait olduğunu söylemektedir ki, şairin mat-bû Divân’ında bu şiir mevcuttur.30 On yedi beyitlik bu şiirde aynı zamanda Çifte Sultanlar meşhedinde Dördüncü İmam Ali Zeynelâbidîn’in (İmâm-ı çârümîn) kızının medfim olduğu zikredilmektedir:
Bu servim zilli sünbülzâr-ı cennetden ibâretdür
Bu servün sâye-endâz oldığı yer bâğ-ı cennetdilr
Görindi bunda rûhâniyyet-i fahr-i cihân dirler Ziyâret eylemek bu câyı ehl-i aşka sünnetdür
İmâm-ı çârümînün duhter-i sa ‘d-ahter-i pâki
Bu câya geldi bunda meşhedi meşhûd u müsbetdür .
Bu serv-i ahzar altında mülâki oldılar Hızr’a Bu cây-i pâkde rûhâniyân vakf-ı ibâdetdür
Murâd-ı Pertev-i nâ-çîz bu nazm-ı hakîkatden Azîzân hâk-ipâk-i kabrine ikram u hürmetdür.31
Hüseyin Vassâf ise yukarıdaki şiirin yerinde Mesnevîhân İlmî Efen-di’ye ait olan on üç beyitlik farklı bir şiirin yazılı olduğunu kaydetmiştir. Bu manzûmede de Çifte Sultanlar’a atıf vardır:
' Zihî Şâh-ı rusûl neslinden iki gevherîn-vâlâ Hemîşe bu makama ruhları oldu şeref-efzâ
Ne hoş gül-goncalar gül-zâr-ı cennetden açılmışdır Bu sünbül-zâra bûy-efşân olmuş dû-melek-sîmâ
Hüseyin hazretleri duhterlerinden Fâtıma, Zeyneb Behişt-âsâ olur medfenleri cana ferah-bahşâ
İki sultân-ı zî-şân ile pire istinâdından
Bu bir zencirli servidir kıyâm üzre durur hâlâ.32
Câmi ve müştemilâtı Sultan Abdülmecîd ve II. Abdülhamîd dönemlerinde de önemli ölçüde tadilat geçirmiştir. Bu şurada Çifte Sultanlar türbesinin de tezhîb olunduğu bildirilir.33 Tesbit edilebilen tâmirat defterlerine göre Abdülmecîd döneminde 1-7 Şevval 1264 (31 Ağustos-6 Eylül 1848) ve 29 Muharrem 1265 (25 Aralık 1848) tarihlerinde türbenin şebekesinin yaldızının elden geçirilmesi için tahsisat tayin edilmiştir.34 Ancak bu yenilemelerin türbenin II. Mahmud dönemindeki görüntüsünde temelli bir değişiklik meydana getirmediği söylenebilir.
Koca Mustafa Paşa semti ve külliyesi şâir, edebiyatçı ve sanatçıların eserlerine de konu olmuştur. Osman Kemâli Aşk Sızıntıları isimli eserinde Çifte Sultanlar türbesi ile ilgili menkıbeyi manzum olarak hikâye etmektedir.35 Yahya Kemal Beyatlı, halk deyişiyle Koca Mustâpaşa şeklinde adlandırdığı şiirinde, semtin beş yüz senelik mü’min, mütevekkil, asil geçmişim dile getirmiş, Rûm vezirin Hak’tan aldığı ilhamla eski manastın fetih câmii-ne dönüştürüşünü ve Sünbül Sinan’ın rûhâniyetinin verdiği aydınlığı, burada yerleşmiş olan evlâd-ı fatihanla kendi arasında bir bağ kurarak veciz bir şekilde manzumlaştırmıştır. Sünbül Efendi Hazretleri ve türbesi Ahmet Hamdi Tanpmar’m Beş Şehir'inâe ve Huzur adlı romanında da konu edilmiştir. * Prof. Dr. Süheyl Ünver ise bu câmi ye türbeyi sık sık ziyâret edişine dair hâ-tıratım aksettirdiği defterinde külliyenin o günkü durumu hakkında bazı bilgiler verir.36
İmam Süyûtî’nin Risalesi
Önemli bir ilim adamı olan eş-Şeyh Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebû Bekir es-Süyûtî’nin (911/1505) Koca Mustafa Paşa Câmii’nin şerefli konumu hakkında, Arapça olarak bir risâle kaleme aldığı bildirilmektedir.37 Risâ-lede aym zamanda bu câminin avlusundaki açık türbede medfiın bulunduğuna inanılan Hz. Hüseyin’in kızlarının nasıl İstanbul’a getirildiklerine dair bir menkıbe anlatılmaktadır.
Yapılan araştırma neticesinde Süyûtî’nin bu isimde bir risâlesini tespit etmek mümkün olamamıştır. Keşfi! ’z-zünûn’da İmam Süyûtî’ye ait olduğu zikredilen Bulûğu ’l-Emniyye fi ’l-Hankâhi ’t-Türkiyye adlı eserin Koca Mustafa Paşa Câmii’nden de bahsettiği düşünülebilir.38 Ancak bu isimde bir esere de ulaşılamamıştır. Bu risale Süyûtî’nin mevcut eserleri içinde bir bölüm olarak veya herhangi bir kütüphanede bir mecmuanın içinde gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.
Süyûtî’nin 1505 senesinde vefat ettiği düşünülecek olursa o sırada Mısır henüz Osmanh Devleti hâkimiyetine geçmemişti. Ancak öyle görülüyor ki İstanbul’un fethi İslâm dünyasında yankı uyandırmış ve bu heyecanla Mısırlı bir âlim, fethin nişânelerinden biri kabul edilebilecek bu mekân hakkında bir risâle kaleme almıştır.
Çifte Sultanlar’m kabir yerlerini Sünbül Efendi’nin keşfen belirlediği nakledilmektedir. Süyûtî’nin Koca Mustafa Paşa Câmii’nden bahisle Hz. Hüseyin’in iki kizirim menkıbesini yazmış olması 1505 senesinden evvel kabrin câmi avlusundaki yerinin tesbit edildiğini gösteriyor. Bu da Sünbül Efendi’nin meşihatının ilk devresine tekabül etmektedir. Ayrıca Sünbül Efendi’nin, Mısır'da İmam Süyûtî ile görüşmüş olması da kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Sünbül Efendi, halifelik icâzetini aldıktan sonra mürşidi Çelebi Halîfe’nin delâletiyle irşad vazifesiyle Mısır'a gönderilmişti.39 Dört yıl burada kalan Sünbül Sinân, Hac yolculuğuna çıkan mürşidi Çelebi Halîfe ile görüşmek üzere Mısır'dan ayrılmıştır. Bu zaman dilimi tarih olarak İmam Süyûtî’nin hayatta olduğu tarihle örtüşmektedir. Mısır sultam Emir Kaç-maz’dan büyük saygı ve sevgi gören Sünbül Efendi’nin Mısır’ın ileri gelen şahsiyetleri ve bu meyanda İmam Süyûtî ile de görüştüğü ve Koca Mustafa Paşa Câmii ile Halveti tekkesinden haberdâr ettiği düşünülebilir. Bu görüşme neticesinde İmam Süyûtî hem câmi, hem de Çifte Sultanlar hakkında bir risâle kaleme almış olmalıdır.
Bu risâlenin tam olarak ne zaman ve kim tarafından Türkçe’ye tercüme edildiği bilinmemekle birlikte, bir Sinânî kolu dervişi olan Fenâî-i Halve-tî tarafindan ilk defa manzum olarak Türkçe’ye tercüme edildiği anlaşılmaktadır. Öyle görülüyor ki, tekke mensuplan arasında bu tercüme risâle biliniyor ve okunuyordu.
Risâlenin Türkçe Tercümelerinin Tanıtımı
Bu risâle Tahkîk-i Kerîmetân-i Hazret-i Hüseyin Radıyallâhu anhü ve anhümâ bi-câmi-i şerif-i Koca Mustafa Paşa aleyhi ’r-rahme adıyla kayıtlıdır. Ön kapağın üstünde “İmâm-ı Hüseyin’in ailesinin sergüzeştine dâir risâle” yazmaktadır. San ciltli, 10 varaklı, harekeli nesih yazılı, sayfa kenarlan altın cetvellidir.
Varak 2b-8a arasında İmam Süyûtî’nin risâlesi mensûr olarak anlatılmaktadır. Varak 8a-10b arasında manzum tercüme bulunmaktadır. Bu tercüme Fenâî-i Halveti (1104/1692-93) isimli bir zâta40 aittir (vr. 8a). Fenâî-i Halveti 4 Zilkade 1095/ (13 Ekim 1684) Cuma günü salâ vaktinde eserini tamamladığım zikretmektedir (vr. 10b).
Risâleyi nazma dökerek tercüme eden Fenâî-i Halvetî’nin tarikat silsilesi risâlenin sonunda şu şekilde verilmiştir (vr. 10b): Muhammed el-Fenâî-i el-Halvetî, şeyhi Şeyh Haşan Ümmî Sinânzâde (v. 1088/1677), şeyhi Şeyh Çukadâr Muhammed Efendi (?/?), şeyhi Şeyh Osmân Hakîkî zâde (v. 1037/1627-28), şeyhi Seyyid Seyfiıllah Seyyid Nizâm zâde (v. 1010/1601), şeyhi Hz. Pîr Ibrâhim Ümmî Sinân (v. 976/1568).
Öyle anlaşılıyor ki Fenâî-i Halvetî’nin Koca Mustafa Paşa Halveti âsitânesine olan bağı, onun Çifte Sultanlar Türbesi hakkındaki bu eseri tercüme ederek Osmanh kültürüne kazandırmasında müessir olmuştur.
1283 (1866) tarihli ferağ kaydında müstensih olarak Beşiktaş Câmii Müderrisi Abdullah eş-Şâhin’in adı geçmektedir. Müstensihin risâlenin başında yaptığı açıklamaya göre söz konusu manzûme zaman içinde ehliyetsiz kişilerin eline düşmüş ve ortaya nâkıs bir metin çıkmıştır. Dolayısıyla müstensih, yanlış anlamalara meydan vermemek için imkân nisbetinde söz konusu risâleyi mânâ olarak mensûr biçimde özetlediğini ve risâleyi okuyanların İmam Süyûtî’nin muradım hakkıyla anlamalarım sağlamaya çalıştığım belirtmektedir (vr. 2b-3a).
Bu nüsha siyah deri ciltli bir mecmua içinde, 164b-168a sayıh varaklarda yer alır. Bir varakta 13 satır bulunmaktadır. Nesih rik’a arası bir el yazısı ile yazılmıştır. Mensur olan risâleye “Koca Mustafa Paşa’ya Dâir İmâmı Süyûtî Hazretlerinin Risâlesinin Tercümesidir” başlığı verilmiştir. İstinsah tarihi ve müstensihi belli değildir.
Bu nüsha 205x160, 180x120 mm. ölçülerinde iki ince uzun varak hâ-lindedir. Bir varakta 25/28 şato mevcuttur. Şikeste ta Tik hatla yazılmıştır. Mensûr olan risâle Ali Haydar İslambolî tarafından 1299 (1881-82) tarihinde istinsah edilmiştir.
Kütüphane kaydında 1295 (1878) tarihli bir yazma olarak görünmektedir. 175x120, 110x60 ebath orta boy, ebrulu kapaklı bir mecmuanın 25b-34b varaklan arasında dördüncü risâle olarak yer almaktadır. Aharlı kâğıda taTik kırmasıyla yazılmış olan yazmanın bir sayfasında 13 satır bulunmaktadır. Mensûr olan bu nüsha temel olarak Fenâî-i Halvetî’nin tercümesinden nakledilmekle birlikte Hz. Hüseyin, ailesi ve ashâbdan bahsederken kullandığı hürmet ve nezâket ifâde eden ibâreler, yine bu şahısların adlan geçtiğin-
de kullanılan duâ cümlen, İspanya kiralının icrâ ettiği paskalya âyininin tafsilatı ve sonda yer alan Ehl-i beyte saygıyı dile getiren kısmı itibariyle önceki üç nüshadan dil ve üslup bakımından farklıdır ve sonraki iki nüshayla birlikte bir takım oluşturmaktadırlar.
Kütüphane kayıtlatma göre Mehmed İzzet tarafından istinsah edilmiş olan bu nüsha 230x170, 190x100 mm. ebath orta boy, yıpranmış ciltli bir mecmuanın içinde 92b-94b numaralı varaklarda beşinci risâledir. Aharlı kâğıda rik'a ile mensur olarak yazılmış olup bir varakta 29 satır mevcuttur. Tarihsiz olan bu yazmanın D şıkkında kayıtlı nüshadan (D 1190) istinsah edildiği anlaşılmaktadır.
Risâle-i îmâm Süyûtî adlı bu risâle orta boy, yıpranmış bordo ciltli 22 varaklı, nesih yazılı bir nüshadır. Müstensihi Yağhkçızâde Osman, istinsah tarihi 1304 (1886-87)’tür. Bu risâlenin menkıbe anlatılırken yer verilen tafsilat ve kullanılan dil ve üslup bakımından D şıkkında zikredilen nüshadan (D 1190) çoğaltıldığı anlaşılmaktadır. Bu nüsha hacim olarak diğerlerinden daha fazladır. Menkıbenin nakledilmesinin ardından Yezîd’e teTînin cevazma da değinildikten sonra diğer nüshalarda bulunmayan, Ehl-i beyt mensuplarının ve evliyâullâhm türbelerini ziyâretin faziletine dair uzun bir bahis ilâve edilmiştir.
Kerîmetân-ı Hüseyin Hakkmdaki Menkıbe:
Bu başlık altında tercüme nüshalarda yer alan Hz. Hüseyin’in iki kızı hakkmdaki menkıbeye ait metinler verilecektir. Bu nüshalardan A 3608 (hem mensur hem de manzum kısmıyla birlikte) ve bu nüshadan istinsah edildiği düşünülen B 1293 tam metin olarak verilecek; yine B 1293 ile benzerlik gösteren C 723 numaralı nüshanın ise farklılıkları dipnotta belirtilecektir.
Temelde A 3608 nüshasma dayanan, ancak bazı noktalarda tafsili bilgiler içeren D 1190 numaralı nüsha da tam metin olarak aktarılarak; yine D 1190 ile metin olarak benzeyen ancak dil ve üslup bakmamdan farklı olan E 331 ve F 1228 numaralı nüshalardaki ilave bilgilere dipnotta yer verilecektir. F 1228 nüshasının son bölümünde geniş bir şekilde ele alman Ehl-i beytin önemi ve değeri ile evliyâullah türbelerini ziyaretin arz ettiği ehemmiyet hakkındaki kısma burada değinilmeyecektir.
Türkçe nüshalarda nakledilen menkıbeyi yedi başlık altmda ele almak, nüshalar arasındaki farkları göstermesi ve mukayese imkânı sağlaması bakımından daha elverişli olacaktır.
A 3608/ “[2a] Hâzâ tahkîk-i kerîmetân-i hazret-i Hüseyin radıyallâhü anhü ve anhümâ bi-câmi-‘i şerîf-i Koca Mustafa Paşa aleyhi’r-rahme: Aslî nüshası sakat olduğundan işbu nüsha mehmâ emken tashih olunmuşdur. Minhü’t-tevfîk. [2b] Bismillâhirrahmânirrahîm. el-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. Ve ba‘dü; maTûm ola ki imâm-ı Süyûtî Âsitârie-i aliyye’de vâki' Koca Mustafa Paşa rahmetullâhi aleyh câmi-‘i şerifinin şerefiyyetine dâir Arabî bir risâlesini bin doksan beş târihinde Fenâî-i Halvefi nâm zât-i şerif Türkî nazm ile tercüme eylemiş lâkin manzûm-i mezkûr dest-i nâkise geçip kalem-i nâsihden hatâ sebebiyle muhbit ku[a]lûb mezâmîn fehm ü iz‘ân ve yakîn ü im‘ândan mehmâ emken teyakkun kerde-i iz‘ân ü itkânım olduğu mertebede maânî ve icmâline cesâret kılındı ki rağbet eden ehl-i insâf imâm-ı Süyûtî hazretlerinin murâd-ı şeriflerin anlayıp zevkyâb olalar.”
A 3608/ “[8a] Bismillâhirrahmânirrahîm. Yâ Allâh. el-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-mürselîn Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. Emmâ ba'dü, maTûm ola imâm-ı Süyûtî sâhıbü’t-tefsîr hazretleri Koca Mustafa Paşa câmi-‘i şerifinin şerefiyyetine müteallik bir Arabî risâle tahrîr eylemiş, bu hakîr-i pür taksîr Türkî manzûme üzere dönderdim ki hâss u âmm anlaya, hissedâr olalar ve’s-selâm.”
B 1293/ “[164b] Koca Mustafa Paşa’ya dair imâm-ı Süyûtî hazretlerinin risâ-lesinin tercümesi: Bismillâhirrahmânirrahîm. el-Hamdü lillâhillezî cealenâ min ehl-i’s-sünneti veT-cemâati ve lâ-tec‘alnâ mine’r-rafzati ve’l-lâhıdeti ve’z-zenâdikati. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin seyyidünâ ehli’t-tâati ve alâ
âlihî ve ezvâcihî ve ashâbihî küllühüm ke’n-nücûmi’l-meşrikati ve’t-tâbiîn ilâ yev-mi’l-haşri veT-cem‘ati. Kim bakup bir fatiha okursa Hakk teâlâ âna rahmet ide ve sevâbını Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin rûh-i şerifine bağışlaya. Bu Fenâî-i Halvetî’nin ve hem şeyhimizin rûhuna dahî bağışlaya. [165a] Hocamın dahî rûhuna bağışlaya ol dahî Haşan Efendi İmâm Hayderî olmuş idi. Ulemânın (....) ikinci hocam Mustafa Efendi içi dışı pür safa nâtık-ı Hakk sâbık-ı Hakk (....) emîr dirler idi. Hakk teâlâ anın kabrim pür nûr ide yerlerini cennet ide vâlidime dahî duâ ide ve cemî-i mü’minîn mü’minâta dahî duâ ide sevâbın bağışlaya. MaTûm ola ki sâhibü’t-tefsîr ve’l-müstazraf imâm-ı Süyûtî Mustafa Paşa Câmi-‘i şenimin şerefiyyetine müteallik bir Arabî risâle te’lîf itmiş. Bu fakîr-i pür taksîr Türkî lisân üzre tercüme eyledim.”
A 3608/ “[3b] Meâlî budur ki, çünki imâm-ı Hüseyin radıyallâhü anhü deşt-i Kerbelâ’da sa‘y-i muhâlifm ile câm-i şehâdeti nûş edip rûh-i şerifleri ketebe-i şehâdete alem-efrâz-ı seyyidi’ş-şühedâ olduysa hacle-nişîn muhadderât halîlesini ve hemşiresini ve iki kerîmesini Şâm’da hilâfet da'vâsmda olan muhtî Yezîd-i anîd-i pelîd aleyhi’l-la‘ne bu mahalle gelsinler deyu emr eyledikde halîlesi ve hemşiresi esnâ-yı râhda civâr-ı [3b] Hakk’a irtihâl eylediler. İki kerîmeleri ile mübârek ser-i saâdetleri Şâm’a vâsıl olıcak ol zât-ı iffet ve pür ismetleri diyâr-ı Mısr’a îsâl için ashâb-ı kirâmdan beş nefer zât-ı izâmdan hizmetlerine ta'yîn ve hazret-i Câbir ibn-i AbdullâhiT-Ensârî radıyallâhü anhü’l-bârî dahî üzerlerine nâzır-nasb olup bir takım kendü ve aveneleri başlannda imâm-ı ehl-i sünnet ve’l-cemâat kıyâfeti üzre altı nefer ashâb esîr bunlara hizmetçi olarak bir sefineye vaz‘ u tesyîr olunup”
A 3608/ “[8a]
Hazret-i imâm-ı Hüseyn-i veliyyi îtdi şehîd hâricîler ol eri Kızlarını zâr u hazin i idiler Yezîd-i bed nefis şerrinden kindiler Kızlarını itdi esîr olpelîd Hemşiresi evine didi gid Hemşiresin ol arâya getürdi Hâtunını develere bindirdi
[8b] Gelince Hâtum hemşiresi
Vefât itdi hâtuniyle hemşiresi
Kaldı iki kızları zâr u hazin
Âl-i Resûl’e idüp âzâr u kin
Nedimleri didi sürün bunları ”
B 1293/ “[165a] Herkes anlıya çünki îmâm-ı Haşan ve Hazret-i İmâm-ı Hüseyn radıyallâhu teâlâ anhümâyı [165b] hâricîler şehîd itdiler. Yezîd-i laîn iki kerîmesin ve hemşiresin develere bindürüp Şâm’a getürdü. İsm-i şerifleri Zeyneb ve Fâtıma idi. hemşireleri vefât itdi. İki kerîmelerin kaldı zâr-i hazin. Yezîd
nedimleri re’s-i hâricin la’netullâhi aleyhim ecmaîn bu kerîmeleri sürün gitsün didikde Mısr’a gönderdi.41”
D 1190/ “[26a] çün seyyidünâ imâm-ı Hüseyin radıyallâhü teâlâ anhü hazretleri sahrâ-yı Kerbelâ’da sa‘y-i muhalifin ile câm-i şehâdeti nûş idüp rûh-i şerifleri tabaka-i şühedâya efrâz idüp seyyidü’ş-şühedâ olduysa hacle-nişîn muhadderât olan halîle-i muhteremeleri ve hemşiresi ve iki kerîme-i mükerremelerini Şâm’da hâşâ sümme hâşâ hevâ-yı [26b] da‘vâ-yı hilâfet iden muhtî-i anîd Yezîd-i pelîd la‘netullâhi aleyhi’1-mezîd buraya getürsünler deyu emr itdikde halîle-i muhteremeleri ve hemşireleri esnâ-yı râhda bi-emrillâhi teâlâ civâr-ı rahmete irtihâl itdiler rahmetullâhi teâlâ aleyhimâ.”
A 3608/ “[3b] deryâdan giderler iken bi-hikmetillâh-i teâlâ rûzigânn şiddeti ziyâde olup tesâdüf ile İspanya sefineleri bunları esir idüp kurallarına götürüp”
A 3608/“[8b] '
Gönderdiler Mısr’a o sultânları
İspanyol semtine bir adaya
Hükm iderdi heme ol adaya
Bir gemiye kodırdu Câbir ile
Sahabeden beş nefer kimse bile
Yelken açup çünki anda gitdiler
İspanya sınurma yetdiler İspanya bunları Udi esîr Eyleyüp kirala getürdi bil"
B 1293/ “[165b] Giderken yolda bir adaya İspanyol frengi hükm iderdi. Ol adaya bir gemi ile sahâbîden hazret-i Câbir ile beş nefer zevât İspanyol smınna geldiler. İspanyol korsam bunları tutup esîr eyleyüp kırallanna getürdüler.42”
D 1190/ “[26b] lâkin iki duhter-i pâkizeler ile ol mübarek ser-efser-i saadetleri ol mahalle vâsıl olıcak ser-i saâdet ve ol zât-ı iffet pür ismetleri diyâr-ı Mısr’a îsâl içtin sahâbe-i kirâmdan dahî beş nefer zât-ı şerif hizmetlerine ta'yîn ve seyyidünâ Câbir-i Ensârî ndvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn hazretleri dahî nâzır nasb olunup43 bir sefineye vaz‘ olundı deryâda giderken bi-hikmetillâh-i teâlâ rûzigânn şiddetine tesâdüf ile İspanya sefineleri bunları ahz ü esîr idüp ol mübârek ser-i saâdet-efser-i cenâb-ı imâm-ı Hüseyin [27a] radıyallâhu anhü ol sefine ile diyâr-ı Mısr’a îsâl ve anda medfiın olduğı tevâtür ile sâbitdir. Mâ adâ ashâb-i kirâmı ve sultânân-ı zî-şân cümlesini ve Yezîd-i pelidin a'vânını mean kırallanna getürdiler.”
A 3608/ “[3b] kimlersiz deyu suâl [4a] olundukda ‘Mısır tüccânyuz’ deyu cevab virdiler. Bunlara ikrâm kayd iderken sofra mahallinde bir sanduk içinde ci-vân-bahtân hazretleri çıkdıkda kirala haber verdiler. Kıral suâl eyledi: ‘Siz kimlersiz? Kangı bağın gülü, kangı gülün bülbülisiz?’ ‘Âhir zemân peygamberi Muhammed el-Arabî aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm hazretlerinin kerîmeleri Fâtımatü’z-Zehrâ radıyallâhu teâlâ mahdûmu imâm-ı Hüseyin radıyallâhu anhu hazretlerinin kerîmeleriyüz.’ deyu cevab virildikde ‘İmâm-ı Hüseyin pederiniz ve imâm-ı Haşan ammîniz radıyallâhu anhümâ nice oldu?’ didikde ‘Devlet-i Muhammediyye ve hılâfet-i Ahmediyye anlarda olmalıdır. Sîzlere böyle garîbü’d-diyâr olmak niçün oldu? Sizler sâhib-i saâdet olmahsız’ deyu [4b] suâl olundukda muhadderât ilâ âhirihî nakl eyledikde, kıral kemâl-i gayretinden nâşî bir ziyâfet tertîb idüp bir mikdâr ruhbanlar ve keşişler kilisa içinden bir sandîk çıkarup ta'zîmle kiralın olduğu mahalle getürdiler. Kıral tahtından aşağa inüp sandîğı başına alup tahta çıkup tütülerle sandîğı açup boğca boğca içinde kırk elli olarak bir tek eşek tırnağı çıkarup yüzlerine gözlerine sürüp bunlar suâl eyledikde bu nedir deye, merkeb tırnağıdır deyu cevab verdikde ‘Bu merkeb ne vakitden kaldı bilir misiz? didikde ‘Bilmeziz’ deyu
cevab virince kıral didi ki: ‘Bu merkeb hazret-i îsâ aleyhis’s-selâm vaktinden kalmadır. Bir rivâyetde [5a] üzerine bindi bir rivâyetde binmedi. Lâkin ittifak ol zemândan beru durur. Hazret-i îsâ aleyhi’s-selâm’ı bu merkeb görmüşdür, deyu ta‘zîmen ve tekrîmen senede bir kerre yahûd iki kerre böyle ziyâret ideriz. Siz nübüvvetini tasdik eylediğizin evlâdımn evlâdına dürlü hakaret ve telef eylediniz. Ol kerîmetân kimlerdir?’ didikde inkâra mecâl kalmayup dilleri tutuldu. Yezîd-i pelidin tevâbiini kati ü i'dâm ve esir idenleri dahî cezâsını tertîb idüp didi ki: ‘Ba'de’l-yevm ol tarafa varup bu misillü muhâlifîni cenk ile ve muhtî Yezîd’in hakkından gelmek vâcib oldu. Peygamber evlâdına böyle gadr ve hayf iden kimesneler Muhammedi değildir, mürteddir.’ deyu cevab verüp kerîmetân hazretlerine ‘Sizler esir değilsiniz ben [5b] ve tevâbiim sizin esir ve kulunuzdur. Siz bizim ve cümle âlemin efendilerisiniz.’ Şâhzâde olan sultanları ve hazret-i Câbir ile beş nefer ashâbı i‘zâm u ikrâm ile envâ-‘ı simât ve in‘âm hâsseten bir a‘lâ sefineye tahmil ve İstanbul tekûruna nâme yazup mahallerine îsâli âsân olmak içim irsâl eyledi. Kendü on beş bin asker tertîb idüp Şâm’a çıkardı.”
A 3608/ “[8b]
Kıral didi siz kimin kızlarısız
Kangı bağce gülinin gülzârısız
Didiler âhir zemân peygamberi
Kız ağlı kızlarıyuz ey sahî
Ammîniz Haşan nicoldı dir Kıral
Didiler âğû virüp ol bed-fıâl
Yezîd derler âdına oğlı Mervân
Babamızı şehîd itdi ol hemân
Kıral didi bana vâcib oldı bil
Yezîd üzre varmak lâzım oldı bil
Yezîd’in tevâbiin kati eyledi
Esîr idenleri de kati eyledi
[9a] Kıral didi ey benim kadınlarım
Esîr sanman kendimizi cânlarım
Ben kölenizem derûn hâdimdir
Ceddinize efendim ma 'lûmdır
Gelin sizi göndereyim İstanbul’a
Sılanıza gitmek kolaydır heme Ben askerimle Şâm ’a varayım Ka ‘be-i mükerreme ’yi geçtireyim Bir gemi donatdı nâme yazdı hem Kostantaniyye tekûrına gönderdi hem "
B 1293/ “[165b] Kıral bunları gördü. [166a] ve sordu ki “Sizler kimlersiz ve kimin kızlansız. Kankı bağçe güllerisiz?” Bunlar didiler ki “Bizler âhir zemân Peygamberi kızı oğullan kızlanyuz.” “Amminüz nice oldu?” deyu kıral suâl itdi. “Ammümizi zehr ile Muâviye şehîd itdirdi ve babamız hazret-i Hüseyn’i Muâviye oğlu Yezîd şehîd itdirdi.” Didikde hemân kıral didi ki “Bana vâcib oldu ol Yezîd’in üzerine varmak. Bundan sonra (....) vardı. Yezîd’in tevâbi'lerini kati eyledi ve çoğunu dahî esîr eyledi. Kıral didi ki “Ey kadınlarım sizler kendinizi esîr sanmağın. Sizler benim hanımlanmsınız, ben sîzlerin kölesiyim ve sizin ceddinize inandım. Al-lâh âlimdir lâkin şimdi sîzleri [166b] İstanbul’a göndereyim sonra sılanıza gitmek kolaydır. Hemân ben dahî askerimle Şâm’a varırım. Ka‘be-yi mükerremeyi görürüm deyüp bir gemi donatdı. Nâme yazdı. Kostantîn tekfuruna gönderdi.44”
D 1190/ “[27a] Cânib-i kirala vâsıl oldukda kimler olduklarını istintâk idüp maTûm olundukda ‘Âhir zemân peygamberi Muhammedü’l-Arabî sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin kerîme-i pâkizeleri Fâümatü’z-Zehrâ radıyallâhu teâlâ anhümâ efendimiz hazretlerinin mahdûm-i âlîcenâblan hazret-i imâm-ı Hüseyin radıyallâhu teâlâ anhü efendimizin kerîme-i mükerremeleri olduğı ‘ıyân olıcakya sizin pederiniz imâm-ı Hüseyn-i velî ve ammîniz imâm-ı Haşan b. Ali radıyallâhu aleyhim ecmaîn hazerâtı nice oldu?’ hâlâ ‘Devlet-i Muhammediyye ve hılâfet-i aliyye anlarda olmalı idi. Sizler böyle garîbü’d-diyâr olmak [27b] niçündür? Sizler sâhib-i saâdetsiz deyu, istifsâr-ı hâtır eyledikde kazıyye-i mâcerâlann min evvelihî ilâ âhırihî vukû‘yafte olduğu üzre haber virildikde45 kıral-ı miesfûr bir kerre âh idüp bunlar içün bir serâ-yı âlî tahliye idüp zıyâfetler ve dürlü dürlü ikrâm ile mükerrem itmek üzre birkaç gün mürûrunda millet-i efrenciyye kaidesi üzre paskalyaları zemâmna tesâdüf idüp âdet-i bâtıla ve kâide-i âtılalan üzre ol memleketde bir azîm sahrâya tecemmu“ idüp hattâ kıral içtin bir taht kurulup ol sahrâya ol kadar galebe olurdu ki şehrin derûnunda kimse kalmaz idi. Âyinler üzre bayram iderler idi. Ol es-nâda müşârün ileyhimâ hazerâtı ve sahâbe-i kirâm hazerâtı ve Yezîd-i pelidin [28a] a'vânını ol sahrâya nâzır mürtefi' bir kasra temâşâ içün da'vet itmişlerdi. Vaktâ ki papas ve ruhbânlarm cem'ıyyetle varup ta'zîm ile elleri ve başlan üzre bir sandık ya'nî ol sandığın vâfir kollan olup her birine niçe kâfir yapışup feryâd ü figân iderek ol meydân-ı nuhuste getürdiler. Sandûk-ı mezbûru kırallan huzûrunda me’mûrlar gelüp âdâb u ta'zîm ile kuşâde eylediklerinde murassa' la' 1 ü yâkût ile musanna' u müzeyyen bir mahfe derûnunda dürlü dürlü cevâhirle muanven bir boğçanın dahî derûnunda kezâlik bir boğça el-hâsıl kırk kat mücevher la'l ü yâkut ile müzeyyen mahfeler derûnunda bir merkeb tırnağı46 zuhûr idüp evvelâ kıral-ı mestur âdâb ü tevkîr ile ba'de’t-takbîl yüzine ve gözine sürüp ol tırnağı suya batırup [28b] içdikde kıral-ı mesfiûrun maıyyetinde bulunan kırallar dahî ol vechle ta'zîm ile suya batırup ol suyu etrâf ve eknâfa ve şâir devlet-i nasârâya hediyye eylerler. Ba'dehû ol tırnağı zikr olunan boğçalan vaz' u mahalline îsâl idüp gûnâgûn zıyâfetler ve dürlü dürlü somatlar yenildikde Yezîd-i pelidin me’mûrlan olan on beş neferden ziyâde mel'ûnlan kıral huzûruna çağırup suâl eyledi ki sizler kankı dîn üzresiz? Didiler ki dîn-i Muhammedi ve şerîat-i Ahmedî üzreyiz. Kıral-ı mestur ta'zîm ü tekrîm ile eylediğimiz ne şeydir bildiniz mi? Mezbûrlar bilmedik didiler. Cevablanndan sonra kıral-ı mestur didi ki bu gördüğünüz tırnağın sâhibi olan merkebe hazret-i îsâ aleyhi’s-selâm bir kerre râkib olmuşlar deyu rivâyet iderler. [29a] Sıdka kizbe ihtimâli vâr iken belki bu tırnak ol merkebin tırnağıdır deyu bu tırnağı tekrîm iderek hazret-i îsâ aleyhi’s-selâma ta'zîmen senede bir kerre birkaç gün ta'yîn olunup bu tırnağı tekrîm iderek çıkarup yüzimüze ve gözünüze sürüp suyunu derdlü ve alîl olanlara şifâ bilürüz. Böyle nâ-ma‘lûm olan esfel eşyâya riâyetimiz peygamber-i zî-şân hazretlerine ta'zîm ü tekrîm içündür. Ey hâin-i dîn-i Muhammedi sizler dîn-i Muhammedi üzre da'vâ idüp paygamber-zâdenizi böyle hakaretle dâr u diyârlanndan âyırup sefil ve sergerdân memâlik be-memâlik gezdirüp eylediğiniz hıyânetliği bir vakitde emsâli olmamışdır.47 Sîzlere vâcib olmuşdur ki gâyet ile hâin kimesnelersiz deyu ol cem'ıyyet içinde (....) âvâz ile çağırup İspanya kıralı kemâl-i gayret ve hizmetinden [29b] nâşî Yezîd-i ekfer-i anîd-i pelîd aleyhi la'netü Rabbi azizi Mecîd tevâbim eşedd-i ukûbet ile siyâsete çökerüp kati ü i'dâm ve cezâ-yı sezâ-yı mâ-yelîklerine ikdâm eyledi ve didi ki ‘Ba'de’l-yevm ol tarafa varup bu nûsillü muhalifin ile cenk
idüp muhd[t]î Yezîd-i pelidin hakkından gelmek bize vâcib oldı.48 Böyle muannid hâs Peygamberleri evlâdlanna gadr u hayf idüp anîd kimseler hâşâ sümme hâşâ Muhammedi değildir, bunlar dinleri üzre mürted ve âsî olmuşlardır’ didikde ol cemTyyet kırallan huzûrunda gayret kuşağın kuşanmak üzre ahd ü peymân eylediler ve herkes mekâmna ric'at ü avdet itdiler. Birkaç zemân mürûrunda o sultânân-ı azîzân aliyyetü’ş-şânlan ve sahâbe-i kirâm ndvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn hazerâtını [30a] kıral-ı mesfûr da'vet idüp ‘Sizler bir dürlü elem üzre olman ve sizler esir değilsiz bizim ve cümle âlemin efendisiniz ve bâşı tâcısmız şehzâde ve sultanlarsınız deyu ol nâzeneyn-i hânedân-ı Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ve nâ-zır olan Câbirü’l-Ensârî ve beş nefer sahâbe-i kirâm ndvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn hazerâtını i‘zâz ü ikrâm ve, dürlü dürlü simât ile mükerrem ve in‘âm idüp hâsseten bir a‘lâ sefineye tahmîlen ve İslâmbol tekfuruna nâme yazup bi’l-'ızzi ve’l-ikrâm mahallerine îsâl ve irsâl ve her veçhile ta‘zîm ve tekrîm ve âsân olmak içtin irsâl eyledi.”
A 3608/ “[5b] Vaktâ ki İstanbul tekûruna vürûdlannda tekûr bunlara nevâziş ve tevkîr u ihtirâm eyleyüp kemâl-i i'zâzmdan nâşî gûyâ ki sultanlan kendü iki aded oğullan keferelere lâyık görüp ‘Sîzleri iki oğlum vardır, birbirinize vereyim’ didikde sultanlara hayret gelüp ‘Kırk gün mühlet [6a] vir ki mülâhaza eyleyelim’ didiklerinde, ol zemân Koca Mustafa Paşa Câmii’ne Kız kilisası dirler idi. Bunlan ol kilisaya müsâfir virdiler.”
A 3608/“[9a]
Hazret-i Câbiri’l-Ensârîbile Sahabeden beş nefer kimse ile Yelken açup İstanbul 'a geldiler Nâmelerni tekûrına sundılar Tekûr didi iki oğlum var benim Birer birer sizi vireyim cânlarım
Didiler kırk güne vir bize mühleti
Sonra yine ideriz ol sohbeti
Kızlar kilisesi dirler idi ana
Ol zamân Mustafâ Paşa camiine
Emr eyledi kızları getürdiler
Kızlar kilisesine yettirdiler "
B 1293/ “[166b] Kostantîn tekfuruna gönderdi. Sahâbîden hazret-i Câbir ve yine beş nefer zevât ile yelken açup İstanbul’a geldiler. Tekfura nâmelerin sundular. Tekfur didi “Ey benim cânlanm! Benim iki oğlum var. Eğer dilerseniz sîzleri bir bir oğullarıma vireyim” didikde anlar dahî “Bize kırk gün mühlet vir” didikde Kızlar kilisası dirler idi âna ol zemân, ol kilisa şimdi Koca Mustafa Paşa câmiidir, ol mahalle sultanları getürdüler. Kızların [167a] kilisasma yaturdular.49”
D 1190/ “[30a] Vaktâki bi’l-Tzzi ve’t-tekrîm îslâmbol tekfünna vâsıl ve vurûdlannda50 tekfur kıralı dahî bu sultanları kemâl-i i‘zâz ü tekrîm [30b] ü tevkîr ve gâyetü’l-gâye nevâziş-i iltifat ve hâtır-ı şeriflerine mürâ'ât ve ta'zîmden nâşî gûyâ ki ol sultânân zemîn ve zemânlan kemâlde ve ahlâk-ı hamîdeleri ta’rîf ve tavsîfden müstağni olmağla oğullarına lâyık . annıyla iki oğlum var birinizi birine ve birinizi birine vireyim didikde o sultânân-ı aliyyetü’ş-şân hazerâtma hayret ve rikkat el virüp mahzûn olarak şimdi zemânı değildir bir mikdâr istirâhatden sonra haber virelim şimdilik-esârâ-yı muvahhidînin hâtûnları yanında olalım didiler ol zemân Koca Mustafa Paşa Câmi-i şerifine ‘Kızlar kilisesi’ dirler idi. Bu nâzenînleri ol kiliseye müsâfir virdiler.”
A 3608/ “[6a] Sultanlar Cenâb-ı Kibriyâ’ya teveccüh-i tâm-birle savm ve ibâdete meşguller iken bir gice yatsu nemazmdan sonra rûh-ı revânlarmı Hakk’a teslim eyledikleri anda kilisa üzerine nûr nâzil olduğunu mürtâdlar tekûra haber virdiklerinde sultanların savmaalanna nazar idüp vefatları rûşinâ oldukda tekfir şerife sultanları bu sevdâ ile gadr itdiğine nâdim ve peşîmân olup boğazına bir çul geçürdü ve geldi esîr ve esîre bulunan müslimanlan cem‘ idüp hâtûnlara sultanları [6b] tağsîl ve tekfin idüp cemî-‘i esirleri getürüp nemazlannı kılup hazret-i Câbir-i Ensârî imâmetiyle edâ-yı salât olunup kilisa havlisine defti olunup üzerlerine Yâsin-i şerif ve sûre-i Mülk tilâvet olunup ve baş uclanna bir selvi diküp üzerlerine bir sumâkî sandûka vaz‘ olundu. El’ân anda medfonlardır. Ba'dehû tekûr insâf idüp cemî-‘i üserâyı âzâd ve her birine birer mikdâr in‘âm ile âzâd ve diyârlanna irsâl eyledi ve Câbir-i Ensârî dahî ol hînde vefat idüp sultanların civarına defo idecekler idi. Lâkin kilisada riyâzat üzerine olan faz izin virmedi. Ol vakit Ayvansaray’da ashâb-ı kirâm tüccarlık münâsebetiyle [7a] gelüp eğlenir idi. Hattâ loncayı faraldan isteyüp ‘Bize bir esnâf loncası için bir yer vir’ deyüp istediler. Ol yeri anlara virmişdi ve bir mikdâr mahal de mekâbir içün vermişdi. Ol mekâbire defo eyleyüp üzerine bir câmi‘ binâ olmuşdur, ol dahî şimdi Mustafâ Paşa’nmdır. Binâen alâ zâlik Câbir-i Ensârî’yi ol mahalde defo eyledikleri sıhhate resîd olunup İstanbul ahndıkda istihâre olunup hazret-i Câbir anda medffln olduğu tashih olunduğu cihetle Koca Mustafâ Paşa dahî üzerinde olan câmii ihyâ idüp el’ân mahall-i ziyâret olduğu meşhûrdur, mütevâtirdir. el-uhdetü ale’r-râvî.”
A 3608/ “[9a]
Yatsu nemâzın edâ itdiler
Hazret-i izzete gönül tııtdılar
Nesl-iResûl’den idesin bizi
Âğ iken kara itme buyüzi
[9b] Kâfirin firâşma irme sen bizi
Ruhimizi kabz idüp al bizi
İki hümâ birbirini kucdılar
Cennet-i a ‘laya per açdılar
Ol demde nûr indi kilise üstüne
îmâm-ı Hüseyn ’in kızları kasdına '
Tekûr gördi ol yere nûr indiğin
Bildi ol dem rûhı revân olduğın
Bilemedik kadrini biz gitdiler
Cânlarını kurb-ı Hakk’a etdiler
-
- Didiyanıldım bir söz söyledim
Aceb bilüp nice hatâ eyledim
Anladığım budur itdiler duâ
Peygamber neslidir iki hümâ
İrtesi bir çul geçürdi boynuna
Hazret-i sultânı çeküp aynına Bâş açık yalın ayak geldiler Yaygara iderek yüzler şiirdiler Bu kıyâfetde benim budırsebeb Hazret-i Peygamber’indir bu şeref Esîr hâtûnlar vâr idi geldiler Âyîn-i İslâm ile yaykadılar Esîr erler vâr idi hep geldiler Câbir imâm olub nemâz kıldılar Zencirli selvi dibine kaydılar Sûre-i Yâsin dahî okudılar
[10a] El’ân medfûnlardır anda begim Fâtiha oku vâr sen Hak alîm Cümle esirleri azâd eyledi ■ Biraz mâl virüp varın gidin didi
Hazret-i Câbir de vefât eyledi Ânı da bir câmie defti eyledi Bellüdir ol ider ihvân Kıl ziyâret mağfiret ide Yezdân Mustafâ Paşa ’nın ol câmii Müşerrefdir câmi ' ile lâmii"
B 1293/ “[167a] kilisasına yaturdular. Bunlar yatsudan sonra el kaldırup duâ itdüler. İkisi de rûh-ı şeriflerin Hakk’a teslim itdiler. Ol demde hazret-i Hüseyn’in kızlarının rûh-ı şerifine nûr inüp tekfur bu keyfiyyeti görüp ve sultanların vefatım duyup “Eyvâh, acaba bunlara ta'zîmde kusur mu eyledim? Yohsa bir hatâ söz mü söyledim? Zira bunların duası red olunmaz elbette kabul olur. Peygamber neslin-dendir” deyüp hemân51 kıral yalın ayak başı açık âğâz iderek geldi ve tevâbi'leri dahî geldiler.52 Esire hâtûnlar vâr idi. Cümle geldiler. Âyîn-i İslâm üzre ğasl eylediler. Sahâbîden beş zevât ile hazret-i Câbir imâm olup nemâzın kılup zencirli [167b] servi dibine defh eylediler. Lâyık olan ol mahalle varup ziyâret idüp fâtiha-i şerife okuyup rûh-i şeriflerine hediyye itmelidir.53 Kıral ne kadar esirler vâr ise cümlesini âzâd eyleyüp vâfir mâl virüp vilâyetlerine gönderdi. Hazret-i Câbir-i Ensârî vefat eyleyüp54 Eyvânserây’da Mustafa Paşa Câmi-i şerifine defiı olunup el’ân ziyâretgâhdır.55 Hakk teâlâ cümlesine rahmet eyleye.”
D 1190/ “[30b] Sultânân hazerâtı Cenâb-ı Kibriyâ cellet azametühû hazretlerine [31a] teveccüh ve cedd-i pâkleri ervâhına tevessül-i tâm-birle savm ü âdet şuğullerinde iken bir gice yatsu namazından sonra56 rûh-ı revânlann Cenâb-ı Hakk’a teslim itdiler ol anda kilise üzerine kanâdil gibi nûrlar nâzil ve zâhir ve dürlü dürlü acâyibâtlar bâhir olduğunu tekûra haber virdiler sultânân-ı zî-şânm savmaa-i pür-envârlanna nazar olundukda intikâl-i civâr-ı Rabbi’l-âlemîn oldukları haber viril-dikde sultânân-ı zîşân hazerâtım tekfur kıralı taltif yüzünden söylediği söz ile âzerde eylediğine nâdim ve peşîmân olup gayret-i hayretinden boğazına bir siyah çul delüp giçürdi ol vakt esir bulunan müslimân hâtûnları tağsîl ve tekfin idüp cemi1 üserâ-yı muvahhıdîn hazret-i Câbir radıyallâhu anhm imâmetiyle edâ-yı salât-ı duâya iktidâ olundu. [31b] Bir mahal münâsebeti tefekkür olundukda zencirli servi tarafına def-nolunup üzerine Yâsîn-i şerif tilâvet eylediler. El’ân anda medfün oldukları mervîdir radıyallâhu teâlâ anhümâ ve an ebîhimâ ve an ashâb-i güzîn radıyallâhu teâlâ anhüm ecmaîn. Ve ba’dehû tekfûr-i mesfur insâf idüp ol zât-ı şeriflerin hâtırlan içün cemî‘ üserâ-yı muvahhıdîni âzâd ve her biterlerine belağan mâ belağ dürlü in‘âm ve gûnâgûn özürler ile dâr u diyârlanna irsâle rikkat ve ihtimâm eyledi ve Câbir-i Ensârî radıyallâhu teâlâ anhü dahî çok geçmeden bi-emrillâhi teâlâ çok geçmeyüp dâr-ı bekaya nhlet idüp tekfur serâymın civânna defti itmek murâd eylediklerinde kilisede riyâzat üzre olan kızların reisi izin virmeyüp ol vakt Eyvân semtinde bir zîr-i [32a] zeminde hân misüllü bir âsitâne vâr idi. Müslimân tüccârlan anda sâkin olurlar idi. Birisi içlerinden vefat itse şimdi Mustafa Paşa Câmi-i şerifi olan mahalle civâriyet hasebiyle defti iderlerdi. Binâen aleyh hazret-i Câbir-i Ensârî aleyhi
rahmetti’1-bârî efendimiz hazretlerini ol mahalle defe olunduğu sıhhate reside olup İslâmbol feth olundukda mazanna-i kirâmdan istihâre ve teveccüh iderek hazret-i Câbir-i Ensârî radıyallâhu anhü ol mahalde medfûn oldukları tashih ile Koca Mustafa Paşa-yı gâzî ta'zîmen üzerine müceddiden Ayvansaray dâhilinde olan câmi-‘i şerifi binâ ve ihyâ buyurdukları mervîdir.57 Tekfur-i mesfûr üzerlerine kırmızı somaki olarak mücellâ musaykal yekpâre bir sandûka vaz‘ itmiş ve kilise [32b] olan Koca Mustafa Paşa Câmi-i şerifi haylisinde zencirli servi önünde medfûn olan sultânân-ı ıffet-nişân hazerâtı içün mezkûr somakiden .iki aded sandûka nişanlan vâr imiş ise de mürûr-i ezmine ile tahte’t-türâb kalmış olduğı mervîdir. el-Uhdetü ale’r-râvî. Hîn-i fetihden beni tevatür ile sâbitdir bir türbe veya bir merkad nişân virilmediği hikmete mebnî olup58 ol âsitân-ı bülend eyvânı envâr-ı velâyet ile münevver ve en-vâ-ı kerâmet ile muanven iden eızze-i kirâm kaddesallâhu teâlâ esrârehüm ve efâzallâhu teâlâ kemâ efâza ale’l-âlemîn sirrahû hazerâtı59 ma'nen keşfen âgâh olup sâliklerini ve belki âmme-i nâsı ol mahall-i mübârekeden mürûr ve ubûrlannı men‘ u ta'zîm ü tekrîm içün tergîb ü terhîb iderlerdi rahımehullâhu teâlâ aleyhim ecmaîn.”
A 3608/ “[7a] Sübhânallâh garîbdir ki kefere olan İspanya ve tekûr kırallan peygamber [7b] evlâdına ne minvâl üzere riâyet eylediler acîbdir. Yezîd müslimân evlâdı olup İslâm da'vâsmda iken hânedân-ı Resûlullâh’a ne güne hıyânet eyledi. İbn-i Ruhbân ve İbn-i Şuhne ve Hulâsa sâhibi Yezîd’e la'neti tecviz eyledi ve allâ-me-i sânî, muhakkik Sa‘deddîn Teftazânî dahî Şerh-i Mekâsıd'âa beyân-ı sahâbeden sonra ‘Ehl-i beyt-i Resûlillâh’a zulm gayet zuhûrdadır, ihfâya mecâl yokdur fe-la'netullâhi alâ men bâşehû ev radıye ev saıye ve le-azâbü’l-âhıreti eşeddü ve ebkâ’ buyurdığmdan la'nette tevakkuf itmekde hâricîlik râyihası istişmâm olunur. Maa hâ-zâ fetvâda leani isbât eylediler. Allâhümme’l-an alâ men zaleme ehle beyti Resûlil-lâhi. el-Hamdü lillâhi ale’t-temâm ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ resûlihî Muhammedin hayri’l-enâm.”
A 3608/“[10a]
Kâfir iken zâhirâ baknişledi Âl il ashâba riâyet eyledi Yezîd-i bed nefis ashâbdan iken Ne hıyânet eyledi andan iken Havâric kokusu var ey men-i cân La ‘n itmezlerse la 'net eyle sen İbn-i Hümâm İbn-i Şıthne yazdılar Fetvâda la ‘n tecviz itdiler
Temâm oldı risâle hamdü lillâh Cıım ‘a gün salâ vaktinde ilâh Zil 'l-ka 'de dördünci güni idi Temâm oldı risâlemiz ve 's-selâm Ey Fenâî-i Halveti şerh eyledin Hüseyn ‘in kızlarını medh eyledin Rıdvânullâhi aleyhim ecmain "
B 1293/ “[167b] Bu kıssa maTûm olduysa İspanya kıralı zâhiren kâfir iken âl-i ashâba ne rütbe ta‘zîm ve riâyet eyledi. Bu mel’ûnlar sûretâ müsliman iken hâ-nedân-ı [168a] eyledi. (....) bir tâife Yezîd’e la‘net (....) hakkında fetâvâlarda la‘n yazdılar. İbn-i Vehbân ve İbn-i Şıhne fetâvâda la‘net tecviz itdiler ve hulâsa mestûr-i Sa'deddîn’de mestûr dahî gayriler câiz gördüler.60 Bu risâle el-hamdü lillâhi Cum'a günü salâ vaktinde sene-i bin doksan beşde idi temâma resîde oldu. Ve sallallâhu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmain.”
D 1190/ “[33a]Ağreb-i garâyibden ve a‘ceb-i acâyibdendir ki küfr ü dalâlet üzre olan İspanya kıralı ol mertebe ta'zîm ü tekrîm ü tevkîr itmiş iken belki kadr-i âlîlerine ta’zîmde kusîr iderim hulyâsıyla cümle kırallann bâşı olan İslambol tekfuruna gönderüp mahallerine irsâli husûsunda suhûlet olması ve haklarında ta‘zîm ü tebcil kılınması recâ zımnında nâme ve şâir hedâyâ ile recânâme yazması ve tekfur-i mestur dahî vusûlünde evlâd-ı Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ve ashâb-ı ki-râm hazerâtma ne veçhile mâlen ve bedenen ikrâm ü riâyet ve memleketine kadem basdıklanm müteyemmen bilüp ve hîn-i vefatlarında ta'zîmde kusûrum oldı deyüp mahzûn ve niçe günler yâs ü mâtem iderek siyâh çulu boğazına giçürüp teklîf-i mesâlih-i mefâsidesine nâdim ü peşîmân oldu. Aceb değil midir ki [33b] evlâd-ı Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ve ashâb-ı Resûlillâh da'vâsmda ve İslam id-diâsmda olup hânedân-ı hazret-i Resûlillâh sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerine bugüne hıyânet iden Yezîd-i pelîd-i anîd aleyhi la'netü RabbiT-mecîd hakkında tevakkuf itmek muhibb-i hânedân-ı Resûle yakışmaz. İbn Vehbân ve İbn Şıhne ve Hulâsa sâhıbi ve Sa'deddîn ve sâhıb-i Muhammediyye ve şâir muhibbân-ı âl-i abâ Yezîd-i pelidin hakkında la‘ni mertebe-i vücûbda bildiler. Zîrâ Yezîd-i anîd aleyhi T-la‘neye la'netde tevakkuf idenlerde hâricîliğin râyihası istişmâm olunur. Leanallâhu Yezîden ve alâ kavm-i Yezîd mea hâzâ fetvâda la'ni isbât eylediler tevakkuf iden kibâr-ı ehlullahdan ba'zılanna ve hazret-i İmâm-ı Şâfî radıyallâhu anhü [34a] hazretine niçün Yezîd aleyhi’I-la'ne hakkında la'net olunmak husûsimi tafsîl buyurulmayup tevakkuf olundu deyu suâl olundukda öyle hâin ve kâ-fir-i habîs içün lisân-ı nâzenînimi telvîs itmem buyurdılar. Vakıan dünyada üç kelâm vardır ki Cenâb-ı Hakkın rızâsı olmayan şeydir. Birisi belâ lafzı ve birisi la'net lafzı ve birisi dahî kibirdir. Ancak bunları icrâ kendüye mahsûsdur. Gayrının itmesi nzâ değildir. Gelelim belâ lafzı sâdır olduğu gibi beyne’s-semâ ve’l-arz muallâk kahır. Melâike ve şâir mahlûk râyiha-i kerîhesinden ta'cîz olup bir yerde karâr ildirmezler. Lafz-ı belâ dahî dir ki: Yâ Rabb ne mahalle gideyim Cenâb-ı Hakk emr idüp buyurur ki kimden sudûr [34b] iddin ise ana rucû‘ eyle zîrâ (....) billâhi teâlâ kibir dahî kendüye mahsûsdur kimse şerîk olamaz ve şerik olana Cenâb-ı Hakk gazab ider ve birisi dahî la‘net lafzıdır. Maâzallah teâlâ Cenâb gazab eylediği kuluna Allahu teâlâ buyurur andan gayrı kimesne söyleyemez ancak la‘net lafzının ma‘nâsı ve ifadesi rahmetden baîd olsun dimekdir. La‘net lafzım söylemeyüp rahmetden baîd olsun deyu Yezîd’e bed duâ eylemek câizdir. Lâkin muhibb-i hânedân-ı âl-i Resûle kemâli merhamet ve muhabbet iden muhibler ve âşıklar ve bağrı yanıklar harâret-i aşk ile la'net değil dahî söylemeyeceği kalmaz. Bu risâle bin doksan beş ziT-ka’desinin dördüncü günü nazımdan nesre tebdîl olundı ve’s-selâm.61”
Menkıbenin Değerlendirilmesi
Muhtevâ açısından risâlenin tercümelerine bakıldığında menkıbenin bazı küçük farklar dışında hemen hemen benzer şekilde nakledildiği görülmektedir. Bu menkıbenin ana unsurlarının hâlen halk arasında şifâhî olarak rivayet edildiği de bilinmektedir. Aynı menkıbe Hüseyin Vassâf tarafindan Sefine-i Evliyff da, Ahmed Sâfî tarafindan da Sefine-i Sâfî’âe, İmam Süyûtî’nin risâlesinden iktibas olduğu belirtilerek, özet biçimde tekrarlanmaktadır.62 Ahmed Sâfî, İmam Süyûtî’ye isnâd olunan bu yazma risâleyi pek çok külfetlerle ele geçirip mütalaa ettiğim söylemektedir.63
Cumhuriyet sonrası kaleme alman İstanbul türbelerine, tarihî mekânlarına ve folklorüne ait kitaplarda ise Çifte Sultanlar türbesi hakkmdaki menkıbe şifahî nakillerle uyumlu bir şekilde hikâye edilir. Bu eserlerde İmam Süyûtî’ye atıf yapıldığı görülmez. Bu aktarımların umumiyetle Süheyl Ünver’e dayandığı söylenebilir. Süheyl Ünver ise menkıbeyi Tahsin Ünal’m bu konudaki makalesinden ahntılamıştır.64 Diğer eserlerde yer alan nakillerin ise daha çok Bayn’ya dayandığı anlaşılmaktadır.65
Risâlenin tercümelerinde, sahâbe türbelerini bildiren listelerde ve Sefine adlı iki eserde hanım sultanları kasdetmek üzere Kerîmetân-ı Hazret-i Hüseyin, Kerîmetân-ı mükerremeyn, Hz. Kerîmeteyn-i Muhteremeyn,66 Hazret-i Hüseyin’in iki kerîmesi/kızı şeklinde ifadeler kullanılmıştır. Arşiv belgelerinde ise İmam Zeynelâbidîn’in iki kerîme-i muhteremeleri ifadesi yer almıştır. Ancak günümüzde bu türbe Çifte Sultanlar ismiyle şöhret bulmuştur. Bu terkibin ne zaman kullanılmaya başlandığım tesbit etmek mümkün olmamakla birlikte, Cumhuriyet sonrasında neşredilen kitap ve makalelerde bu türbenin Çifte Sultanlar olarak adlandınldığı söylenebilir. Bunun yanında Çifte Evliyâlar diyenlerin de bulunduğu bildirilir.67 Burada iki hanımın medfiın olduğunun söylenmesi dolayısıyla, bu anlamlı Türkçe terkip neş’et
etmiş olmalıdır. Hattızâtmda Çifte Gelinler adındaki başka bir türbenin varlığı da isim olarak böyle bir yakınlaştırmaya imkân vermiş olabilir.
Menkıbede Hz. Hüseyin’in iki kızından bahsedilmesine rağmen, tercüme nüshaların biri dışında hiçbirinde adlan açık olarak zikredilmez. Çifte Sultanlar türbesinin kuşak yazısında yer alan şiirde de isimleri belirtilmemiştir. Genel olarak ilk rivayetlerde Hz. Hüseyin’in kızlan, İmam Hüseyin Kızlan68 olarak geçerken, halk arasmda nakledilen yaygın haberleri yansıtan yakın dönemde kaleme alman birçok eserde Hz. Hüseyin’in kızlarının adlan açık bir şekilde zikredilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki tarîhen Hz. Hüseyin’in kızlarının Sükeyne ve Fâtıma olarak tanınıyor olması, yakın dönemde kaleme alman kitaplarda Çifte Sultanlar’m bu isimlerle anılmalarına sebep olmuştur. Ne var ki zikredilen bu isimlerde hatalara da tesadüf edilmektedir. Aynca Çifte Sultanlar’m kim olduklarım açıklamak için verilen birbirinden farklı kimlik bilgilerini şu şekilde tesbit etmek mümkündür: Fâtıma69/Fatma ve Sâkine,70 Fâtıma ve Zeyneb,71 Haşan ve Hüseyin’in kızlan Hatice ile Zehra72 veya sadece Haşan ve Hüseyin’in kızlan,73 Hz. Hüseyin’in torunlan,74 Hz. Ali’nin iki kızı Fatma ve Zeyneb,75 Ümmü Gülsüm.76 Diğer taraftan Çifte Sultanlar sahâbe olarak da tanıtılmışlardır ki, Hz. Hüseyin Hz. Peygam-
ber’in vefatında henüz bir çocuk olduğu için bu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.77
İmam Süyûtî’nin risâlesine göre hanım sultanlar Kerbelâ’dan sonra götürüldükleri Şam’dan Mısır’a gönderilirken İspanyol korsanlarına esir düşerek önce Ispanya’ya daha sonra da İstanbul’a getirilirler. Çifte Sultanlar’a ait diğer menkıbelerde ise ya Yezîd’in doğrudan bu iki kerîmeyi Bizans’a câriye olarak gönderdiği,78 ya Bizans'ın Beyrut’ta Araplarla yaptığı bir savaşta bu hanımların esir edildikleri,79 ya da bu hanımların Emevî zulmünden kaçmak üzere İstanbul’u muhasaraya gelen halife ordusuna, ashâba hizmet duygusuyla katıldıkları ve daha sonra da burada ikamet ettikleri şeklinde muhtelif rivayetler aktarılmaktadır.80
Risâlede nakledilen menkıbeye göre hem İspanyol kıralı hem de Bizans imparatoru Son Peygamber’in torunları olduklarım öğrendikleri hanım sultanlara bu sebebe binâen son derece hürmetkâr davranmışlardır. Menkıbenin ana fikri Hıristiyan olan devlet reislerinin Müslüman olsalar da peygamber evlâdma gösterdikleri hüsnü muameleyi yüceltmek suretiyle Müslüman olan Yezîd’in kendi peygamberinin Ehl-i beytine revâ gördüğü zulmün şiddetini belirginleştirmek ve bu muameleye karşı duyulması gereken nefreti daha da pekiştirmek üzerine kurulmuştur.
Risâlenin tercümeleri dışında aktarılan menkıbelerde ise Hz. Hüseyin’in uğradıkları zulmü daha da ağırlaştırmak için onların cariye olarak İstanbul’a getirildikleri, Hıristiyan olmaları yönünde baskı yapılarak manastıra kapatıldıkları, dinlerini değiştirmedikleri takdirde işkence ile öldürmekle tehdit edildikleri,81 bunun üzerine hanım sultanların ya “Ölürüz de din değiş-
tirmeyiz” şeklinde karşılık verdikleri82 ya da karar vermek için kırk gün süre talep ettikleri, bu süre zarfında ise kendilerine ya kuru ekmek ya da hiç yemek verilmeyerek ölüme terkedildikleri anlatılmaktadır.83
Hanım sultanların vefat ediş biçimleri ise hem tercüme risâlelerde, hem de matbû eserlerde aynı şekilde verilmiştir. Sadece Hasluck, Hıristiyan-larla evlenmemek için bu kızların canlarına kıydıklarını söyler;84 ayrıca işkence ile öldürüldüklerini, servinin dibinde boğazlatıldıklan da aktarılır. Söylendiğine göre II. Mahmud, kızların burada boğazlatıldıklannı keşfettirerek türbelerini yaptırmıştır.85
Tercüme risâlelerde hanım sultanların refakatinde Câbir b. Abdullah el-Ensârî ile beş sahâbînin de bulunduğundan bahsedilmektedir. Câbir, imparatorun izniyle hanım sultanların defin işlerini yürütür ve cenaze namazlarını kıldırır. Câbir hanım sultanlardan kısa bir müddet sonra vefat eder ve Ayvansaray’daki, o zamanlar Müslüman tüccarların konaklama yeri olan bir mahalde defnedilir. Sadrazam Koca Mustafa Paşa, bu mekâna da yine kendi adını taşıyan bir cami yaptırmıştır. Bu câmi Atik Mustafa Paşa Câmii, veya Câbir Cârnii olarak bilinmektedir. Kiliseden çevrilerek yeniden bina edilmiştir. Burada medfiın olan Câbir b. Abdullah, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin alemdarı olarak da kabul edilmiştir. İstanbul’a geldiğine dair hakkında bilgi bulunmayan Câbir’in merkadinin de İstanbul’daki diğer sahâbe türbeleri gibi makam olduğu görüşü hâkimdir.86
Câbir b Abdullah, Kerbelâ’dan on sekiz yıl sonra 78/697 tarihinde Medine’de vefat eden tanınmış bir sahâbîdir. Kuşatma ya da başka bir sebeple İstanbul’a ğeldiğine dair tarihî bir kayıt yoktur. Hanım sultanlarla ilgili hikâyenin menkıbevî dokusu içinde Câbir’e yer verilmesinin onun şahsiyeti ve
hayatı ile bağlantılı bir anlam taşıdığı açıktır. Câbir’in Yezîd’in veliahdhğmı desteklememesi ve istemeden zorla biat etmesi, Hz. Osman'ın katilleri arasında kabul edilerek Haccâc (ö. 95/714) tarafindan ellerinin kurşunla damga-latılması, ayrıca Hz. Hüseyin’in torunlarından Muhammed el-Bâkır’ın talebeleri arasında bulunması onun ehl-i beyt muhibbi kabul edilmesi için uygun sebeplerdir.87
Dâye Hâtûn ise Câbir’in hanımı olarak geçmektedir ve hanım sultanları gasletmiştir. Daha erken tarihlerde istinsah edilen risâle tercümelerinde Dâye Hâtun’un ismi zikredilmez. İstanbul’da esir olarak bulunan Müslüman hanımların imparatorun izniyle bu hizmetleri yaptıklarından bahsedilir. İmparator daha sonra da erkek, hanım bütün Müslüman esirleri âzâd eder. Ancak istinsah tarihi daha geç olan ve menkıbenin tafsili bazı noktalarda daha da zenginleştirildiği tercüme nüshalarda Dâye Hâtun’un ismi verilir. Menkıbenin Dâye Hâtûn Ta ilgili kısmı ise onun mezar yeri ile pekiştirilir. Bu konuda yakın zamanlara ait matbû eserlerde farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kanâate göre Dâye Hâtun’un kabri Zincirli Servi’nin altmda, bugünkü ahşap mahfazanın bulunduğu yerdedir. Diğer bir rivayete göre ise avluda üstü açık, demir parmalıkla çevrili, ortasında bir ağaç bulunan açık merkad Dâye Hâ-tun’a aittir. Öyle görülüyor ki sahâbîlerden Hz. Câbir ve hanımının Hz. Hüseyin’in kızlarına refakatiyle bu şerefli tablo tamamlanmış ve bu menkıbe ile bağlantılı olarak onlara da İstanbul’da birer makam takdir edilmiştir.
Tercüme risâlelerde menkıbenin' sonunda yer alan bir diğer husus, hanım sultanların mezarlarının zamanla kaybolması ve fetihten sonra burada bir câmi-tekke ihdâs edilmesinin ardından Sünbül Efendi’nin bu merkadin yerini keşfen belirlemesidir. Sünbül Efendi devamlı burada dua eder ve mürîdânın da buraya hürmet göstermelerini istermiş. Vefatmda da hanım sultanların ayak ucuna defnedilmeyi vasiyet etmiştir.88
Tahsin Ünal, nakledilen rivayetlere inanarak buradaki toprağı kabartıp mezar hâline getirdiğini söylerken ilginç bir yorumla Sünbül Efendi’yi Hz. Ali muhibbi bir Bektâşî olarak nitelemekte ve Koca Mustafa Paşa Câmii’nde bir Bektâşî tekkesi kurduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca vefatından sonra da onların ayak ucuna ve daha aşağıya defnedilmeyi vasiyet ettiğini kaydettikten sonra, o tarihten itibaren Alevîler’in her sene burada dinî âyin yaptıklarını belirtmektedir.89 Sadece Tahsin Ünal'ın makalesinde görülen Sünbül Efendi’nin Alevî (Bektâşî) olduğu hususu, ciddî bir bilgi eksikliğinden neş’et etmiş görünüyor. Tahsin Ünal’ın Sünbül Efendi’yi Alevî-Bektâşî olarak tanımlaması, bu câmide 10 Muharrem’lerde anma merasimleri yapılmasından kaynaklandıysa, bu da isâbetli bir yaklaşım değildir; zira Sünbül Efendi’nin zamanından itibaren sürdürülen bu toplantılara belli bir kesim değil İstanbul’da bulunan her tarîkten şeyh ve müridlerle birlikte halk iştirak etmekteydi.
Risâlelerin son kısımlarında bilhassa Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehâdetine sebep olduğu için Yezîd b. Ebû Süfyân’m tel‘îne müstahak olduğuna dair bir bahis açılmıştır. Bu kısmın İmâm Süyûtî’nin risâlesinde olup olmadığı hususu açık değildir; ancak Fenâî-i Halvetî’den itibaren bütün nüshalarda İbn Vehbân ve İbn Şıhne’den söz edilmiş olması, İmam Süyûtî’nin de bu konuya değindiğini gösteriyor. Ayrıca Teftazânî90 ve Yazıcızâde’nin91 bu konudaki menfî görüşlerine de yer verilmiştir. İleri tarihli nüshalarda ise Ehl-i beyte sevgi ve saygı göstermenin fazileti üzerinde daha geniş şekilde durulmuştur.
Menkıbede açık olarak bizzat Hz. Hüseyin’in iki kızının Koca Mustafa Paşa Câmii’nin avlusunda, Zincirli Servi’nin yanında açık bir türbede medfun oldukları zikredilmektedir. Bununla birlikte türbenin bizzat bu iki hanım sultana ait olup olmadığı hususu zihinleri meşgul etmiştir. Bilindiği üzere tarih ve neseb kitaplarında Hz. Hüseyin’in Fâtıma ve Sükeyne isminde iki kızı olduğundan bahsedilir.92 Hz. Hüseyin’in kızlan Kerbelâ vak‘asmdan sonra ilk önce Şam’a getirilmişler, buradan da Medine’ye gönderilmişlerdir. Medine’de hayatlanna devam ettikleri bilinmektedir.93 Fâtıma Mısır’da 110 (728), Sükeyne ise Medine’de 117 (735) tarihinde vefat etmişlerdir.94 Fâtı-ma’nın Medine’de medfun olduğu da söylenir.95 Fâtıma’nm Gazze’de, Sü-keyne’nin de Kûfe’de, Mısır’da veya Şam’da medfun olduğu yönündeki ri- . vayetler ise zayıftır.96 Menkıbeye eserlerinde yer veren bazı müellifler tarihî bilgileri hatırlatarak bu merkadin Sükeyne ve Fâtıma’ya ait olmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdir.97 Çifte Sultanlar’ın, Vak'anüvîs Pertev’in şiiri, arşiv vesikalan ve Sefîne-i Evliyâ’da Ali Zeynelâbidîn’in kerîmeleri olarak anılmaları ise böyle bir şüphe üzerine daha mâkul bir ihtimalin tercih edildiğini düşündürmektedir.98 Ahmed Rifat ise sahâbe türbelerini sayarken Hz. Hüseyin’in iki kızından bahsetmez, fakat bu türbede Hz. Hüseyin’in kız kardeşi Şehribânû Hâtûn’un medfun olduğunu kaydeder ki, Hz. Hüseyin’in bu isimde bir kız kardeşi yoktur.99
Hz. Hüseyin’in neseb kayıtlan gözden geçirildiğinde üçüncü nesil olan, yani AH Zeynelâbidîn’in oğlu Zeyd’in oğlu Hüseyin’in Fâtıma ve Sükeyne isminde iki kızı olduğu görülmektedir.100 Bu kişilerin de İstanbul’a
geldiklerine dair bir bilgi bulunmamakla birlikte isimlerdeki bu tür benzerlikler, Hz. Hüseyin’in soyundan benzer isimde başka torunlarının bu türbede rnedfun olabilecekleri ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim Çifte Sultanlar’m Hz. Hüseyin’in kızlan olmadıklarım beyan eden müellifler, en azından makam-türbe kabul edilmesi gereken bu türbede hazretlerin rûhâniyetlerine fatiha hediye edilmesini münâsip addetmişlerdir.101
Türbe Kaynaklı İnanışlar ve Âdetler
Koca Mustafa Paşa Câmii ve Sünbül Efendi türbesi halkın rağbet ettiği İstanbul’un önde gelen ziyâretgâhlanndan ve adak yerlerinden biridir. Özellikle Eyüp Sultan’dan sonra burayı ziyâret etmek yerleşmiş bir âdettir. Diğer taraftan Koca Mustafa Paşa Külliyesi’ne yapılan ziyâretler zamanla farklı kültürel ve folklorik özellikler de kazanmıştır. Bu câmiyi ve Sünbül Efendi türbesini ziyârete gelenler Çifte Sultanlar türbesini de mutlaka ziyâret ederler.102 .
Şüphesiz Çifte Sultanlar türbesini halk arasında câzip hâle getiren husus bu türbede rnedfun bulunan hanım sultanlar hakkında anlatıla gelen hikâyedir. Temelde yukarıda konu edilen menkıbede nakledilenler bilinmekle birlikte, menkıbede geçmeyen, ancak bu hikâyeye eklenmiş başka ayrıntılar da olmuştur. Bu bilgiler genellikle halk inanışlarım da aksettiren türbe kitaplarında ve gazete tefrikalarında tekrarlanmıştır.
Tercüme nüshalarda anlatılanlardan farklı olup menkıbeye ilâve edilmiş bir nokta imparatorun kızı ile alâkalıdır. Rivayeti bu şekilde nakleden en erken tarihli matbu eserin Bayn’ya ait olduğu söylenebilir. Diğerlerinin bu eserden faydalandığı anlaşılmaktadır. Anlatıya göre imparatorun kızı, Hıristiyan olmaları istenen ve bu sebeple manastıra hapsedilen hanım sultanların
varlıklarından bir şekilde haberdar olduktan sonra gizli gizli onları ziyârete gider. Kendisiyle akran olan iki kız kardeşin aralarında geçen konuşmalara şahit olur. Kızlar “Allahım sen bizim ruhumuzu kabzeyle bizi gâvur elinde ölmekten koru” diyerek imparatorun elinde öldürülmektense canlarım alması için namaz sonlarında Allah’a duâ etmektedirler. Kırk günün sonunda onlan almaya gelen imparatorun adamları, hanım sultanları ölmüş olarak bulurlar. Bu esnada “Allahım, sevdiğim kızlar ölüyorlar. Bana onların acısmı çektirme, onlarla beraber benim de canımı al” şeklinde dua eden imparatorun kızı da aniden hastalanarak can verir. İmparator kızının bir yere ve esir kızların da bir arada başka bir yere gömülmelerini emreder. İnanışa göre avludaki diğer üstü açık türbe imparatorun kızma aittir.103
Bayn’da yer alan menkıbede imparatorun kızının adı zikredilmez. Bu menkıbeyi nakleden müelliflerin çoğu imparatorun kızını ismiyle anmazken Gürel, prensesin ismini Katerina olarak açıklamaktadır.104 Bu menkıbede gelişen olaylara göre Katerina, hanım sultanların iman kuvvetine hayran olur ve babasının yaptıklarından utanır. İmparatordan onlan affetmesi için ricada bulunsa da, babasının kararının kat’î olduğunu görür. Manastırdaki bir papazla görüşür; o da yapılacak bir şey olmadığını söyler. Katerina papaz vasıtasıyla kırkıncı gece kızlarla buluşur.105 Farklı bir rivayete göre imparator kızgınlığından ötürü hiç olmazsa öldükten sonra ayn yerlerde olsunlar diyerek kızım uzak bir yere gömdürmüştür.106
Bu konuda hikâye edilen diğer bir menkıbeye göre Katerina birgün kızlara peygamber torunu olup olmadıklarım nasıl anlayabileceğini sorar. Bunun üzerine kızlar bir mermere ayak basarlar ve ayak izleri o mermer üzerine çıkar. Hanım sultanlardan birinin ayak izi olduğuna inanılan bu taş levhayı kabrin kuzey cephesinde, hanım sultanların türbesinin baş tarafında
görmek mümkündür. Bu hadise üzerine Katerina Müslüman olmuş; ona Sıdıka ismini vermişlerdir.107 Bugün câminin girişinde yer alan kenarı çevrili açık mezara, imparatorun kızı San Sıdıka’ya ait olduğuna dair bir levha konulmuştur. Ancak ashabdan iki zâta ait olduğu da ileri sürülen bu mezann, 1980 öncesi fotoğraf ve kaynaklarda Dâye Hâtun’a ait gösterildiği belirtilmektedir.108 ■
Bazı menkıbelerde ise Katerina’dan bahsedilmez, onun yerini manastı-nn papazı alır. Papaz imparatorun emrinin hilâfına hanım sultanlara gizli gizli yiyecek vermiştir. Bir rivayete göre de câminin girişindeki açık mezar bu papaza aittir.109
Koca Mustafa Paşa Câmii, Sünbül Efendi ve Çifte Sultanlar türbeleri bir takım merâsim ve âdetler bakımından da dikkat çekici bir tarihe sahiptir. Bilhassa asırlardır süren bir an’ane olarak Sünbül Efendi ve Çifte Sultanlar türbelerine yapılan ziyâretlerin en önemlisi 10 Muharrem’de gerçekleşir.110 Bu tarihte Kerbelâ hâdisesinin acı hatırasını anmak üzere, uygulanış biçimi zaman içinde farklılık göstermiş olan bir merâsim düzenlenir. Sünbül Efendi zamanından beri kesintisiz olarak devam ettiği bilinen bu merâsimi tekke mensupları icrâ eder ve kalabalık bir katıhm olurdu. Sünbül Efendi Muharremin onuncu gecesi yüz rekat namaz kılar, tevhîd-i şerif okur,111 o günün sabahı da Haseneyn-i ahseneyn’in rûhu için su sebil edermiş.112 İstanbul’un farklı tekkelerinde 10 Muharrem dolayısıyla özel meclisler toplansa da anmanın en geniş katılımla Sünbül Efendi Tekkesi’nde yapıldığı ve caminin adeta bayram yerine döndüğü nakledilmektedir.113 O gün için özellikle su dağıtımı sırasında câmide oluşan izdihamı denetlemek için ahnan inzibatî tedbirleri gösteren arşiv belgesi, 10 Muharrem’e verilen önemi göstermektedir.114 Hz. Hüseyin’in kızlarının türbesi sebebiyle yüzyıllardır bu câmi ve bu semt makâm-ı Kerbelâ’nm remzi olarak görülmüştür.115 10 Muharrem günü Koca Mustafa Paşa Câmii’ndeki mevlid ve mersiye merasimi bugün de devam ettirilmektedir.116
10 Muharrem dışmda senenin geri kalan kısmında Sünbül Efendi türbesinin Kamerî ayların ilk Cuma günü ziyâret edilmesi âdetti. O gün salâ verilirken Çifte Sultanlar türbesi ve Zincirli Servi’nin bulunduğu çatı etrafında yarım nüzullü hastalar, vakti gelip de yürüyemeyen çocuklar, kısmetli arayan kızlar döndürülürdü.117 Diğer taraftan özellikle evlenmek isteyen kızlar hanım sultanların kabirleri üzerinde açan güllerden koparıp yakalarında taşırlardı. Çocuğu olmayanlar da gül goncalarının yapraklarını yutar ve çocuklarının olması için dua ederlermiş.118 Yine kısmetinin açılması için gelen kızlardan birinin Cuma günleri salâ verilirken kafesin dört köşesinde bulunan musluklardan birini açtığı, diğerinin o musluğu kapadığı, arkadan gelenin tekrar açtığı, bu adetin salâ bitene kadar devam ettiği nakledilir.119
Ayrıca Arabi ayların ikinci, üçüncü ve son Cuma günleri az sayıda da olsa bu niyetlerle câmiye gelenlerin olduğu veya Cumartesi günleri birçok dilek sahiplerinin câmi avlusunda toplandıkları görülmüştür. Vaktiyle bu merasime Rumların da iştirak ettikleri anlatılmaktadır. Rumların İstanbul’da başka hiçbir camiye göstermedikleri alâkayı bu camiye gösterdikleri, burayı
mukaddes addettikleri söylenmektedir. Ancak Meşrutiyetten sonra bu merasimlere iştirak etmez olmuşlardır.120
Aym zamanda anneler sıhhatli, uslu ve kerametli olmaları için çocuklarını Sünbül Sinan türbesi önünde toplarlardı. Çocuklar bir halka teşkil ederler ve dervişler ilahiler okuyarak onları Çifte Sultanlar türbesinin etrafında döndürürlerdi.121 Halkın inanışına göre Çifte Sultanlar, esir olup burada hapisken öldükleri için, kimin başı dertte, sıkıntıda bilhassa günahsız olduğu halde hapishanede ise Çifte Sultanlar’a müracaat eder, adakta, niyazda bulunur ve onların sayesinde canını dertten kurtarırmış.122
Koca Mustafa Paşa Külliyesi’nin avlusunda bulunan ve çeşitli halk inançlarım şekillendirmiş mahallerden birisi de Zincirli Servi olarak bilmen kuru servi ağacı ve ağacın etrafındaki ahşap mahfazadır.123 İmam Süyûtî’nin tercümelerine göre ya imparator hanım sultanları manastırın avlusunda mevcut servi ağacının yakınma defnettirmiş, ya da Hz. Câbir defnedilen hanım sultanların baş ucuna bu servi ağacını dikmiştir.124 Sefine, bu ağacm bir alâ-met-i mahsûsa olarak o zaman dikilmiş olabileceğini söyler fakat bin üçyüz sene kadar bir ağacm kalabilmesine pek ihtimal vermez.125 İstanbul’daki zi-yâretgâhlan gösteren eserlerde ise Dâye Hâtun’un makam-türbesi olarak burası gösterilir.126 Bir inanca göre de bir Hıristiyan ermişi burada gömülüdür.127
Bu servi ağacı dallarına sarılmış olan bir zincir sebebiyle bu adla anılmıştır. Evliyâ Çelebi’nin dahi Zincirli Servi şeklinde andığı bu ağacın dikildiği tarih ve üzerindeki zincirle ilgili efsanevî bazı hikâyeler anlatılır. Müs-lümanlar açısından bu ağacm bulunduğu mahalli ehemmiyetli kılan ise Sün-bül Efendi’nin burada Hz. Peygamber’in rûhâniyeti ve Hızır’la mülâki olduğunun kabul edilmesidir.128 Zincir şu anda Belediye Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.129
Koca Mustafa Paşa Câmii’nin üzerinde yükseldiği mahal İstanbul kuşatmaları neticesinde çok sayıda sahâbînin ve müslümanın şehîd düştüğü ve medfiın olduğu mâneviyâtı yüksek bir yer olarak kabul edilir. Dolayısıyla Çifte Sultanlar türbesinin de etrafında sahâbî mezarlarının olduğu söylenir.130 Evliyâ Çelebi’ye göre sahâbîlef câminin çevresinde medfiın oldukları için bu câmide olan rûhâniyet başka hiçbir câmide yoktur.131
Hz. Hüseyin’in de Muâviye b. Ebû Süfyân zamanında Yezîd’in komutasında gönderilen orduya132 katılarak İstanbul’a geldiğine dair bir bilgi mevcuttur.133 Bu sebeple Hz. Hüseyin’in burada bir makamı olduğu kabul edilir. Ahmed Rif at, İstanbul’daki ziyâretgâhlar arasında Koca Mustafa Paşa Câ-mii’nde Makâm-ı İmam-ı Hüseyin şeklinde bir yerden bahsetmektedir.134 10 Muharrem’de câmide yapılan anma merasimleri bu hususla da irtibat-landınlır.135 Muâviye b. Ebû Süfyân’m İstanbul seferi ile ilgili bilgi kaynaklarda aynı ifade ile nakledilmiştir. Bu ordunun komutam Yezîd b. Muâ-viye’dir. Taberî’de (310/923) yer alan bilgide bu orduya İbn Abbâs, İbn Ömer, İbnü’z-Zübeyr ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin de iştirak ettikleri haber verilir. Aynı bilgi İbnüT-Cevzî (597/1201) ve İbnüT-Esîr (630/1233) tarafindan ve sadece Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin adı zikredilerek ez-Zehebî (748/1348) tarafından da tekrarlanır. Bu rivayette İstanbul seferine çıkan sahâbî arasında Hz. Hüseyin’in adı zikredilmez.136 Hz. Hüseyin’in hal tercümesini veren bazı kaynaklarda ise Hz. Hüseyin’in, Yezîd’in komutan olduğu orduda Kostantiniyye’ye sefere çıktığı bilgisi yer almaktadır.137 O günkü şartlar düşünüldüğünde Hz. Hüseyin’in İslam ordusuna katılmasına mâni bir durum yoktur. Ancak katılmış olsaydı böyle bir bilginin kesinlik kazanmış olması gerekirdi. Dolayısıyla Hz. Hüseyin’in İstanbul kuşatmasına iştirak ettiğine dair haberi ihtiyatla karşılamak daha mâkul görünmektedir.
Câmi ve tekkenin Ehl-i beytle irtibatlandınldığı bir diğer nokta Sünbül Efendi’nin seyyid oluşu konusudur. Dergâhın sekizinci şeyhi Seyyid Mehmed el-Eyyûbî (v. 1628) den itibaren 1924’e kadar ki şeyhlerin hepsi seyyid lâkabım taşır.138 Ancak Sünbül Sinân’m seyyid olduğuna dair bir bilgi ve işaret mevcut değildir. Belki de bu düşüncenin tesiriyle Niyâzî Mısrî’nin şeyhi Sinân-ı Ümmî’nin, Sünbül Sinan için yazdığı şiirin ilgili kısmı farklı olarak iki şekilde aktarılmıştır. Buna göre bazı eserlerde,
Ceddi, evlâd-ı Resule muttasıl
Ruhu, onlardan değildir munfasıl139 140
şeklinde nakledilen şiir Sefine de,
Kabri evlâd-ı Resûle muttasıl
Rûhu onlardan değil munfasıl™0, şeklinde verilmektedir.
Önceki beyitte geçen ced kelimesi Sünbül Efendi’nin Hz. Hüseyin’in soyundan olduğunu açıklamaktadır. Ancak Vassâf m aktardığı aynı beyitte ced kelimesinin yerinde kabir kelimesine yer verilmiştir ki mânâ olarak doğru olan budur. Zira Sünbül Sinan'ın neseben seyyid olduğu bilinmemektedir. Dolayısıyla Sünbül Efendi’nin hanım sultanlara gösterdiği ilgiyi seyyid olmasıyla değil Ehl-i beyt muhibbi oluşuyla bağlantılı görmek daha isabetlidir. Molla Murad, bu hususu şiirinde şu şekilde dile getirmiştir:
Bende-i Âl-i abâ olduğuna oldu delil
Başı ucunda yaturlar hânedân-ı duhterân Bir delilim de budur aşr-i Muharrem 'de anın Câmi 'inde cem olub mâtem ederler âşıkân.141
Çifte Sultanlar türbesi hakkında ileri sürülen farklı bir yorum ise bu mezarın, İstanbul’un fethinden önce burada defnedilmiş olan bir Hıristiyan ermişe ait oluşu yönündedir. Bu görüşün sahibi Hasluck, II. Mahmud dönemindeki keşifle bu kabrin Hz. Hüseyin’in kızlan Fâtıma ve Zeyneb’in uydurma mezarlan hâline getirildiğini söylemektedir. Ona göre hem kilise câ-miye dönüştürülerek hürmete lâyık bir müslüman an’aneye kavuşmuş, hem de buraya yerleşen müslüman dervişler, daha önce kilisede câri olan şifâ mucizelerini kendi elleriyle devam ettirmişlerdir.142
Sonuç
Koca Mustafa Paşa Külliyesi dinî, tasavvufî, tarihî ve kültürel açıdan birçok önemli hususiyeti bünyesinde taşıyan seçkin bir mimarî manzûmedir. Kilise iken câmiye çevrilmiş olması onun bir taraftan ibadethane olarak zaten sahip olduğu câzibeyi devam ettirmesini sağlamış, diğer taraftan fethi temsil eden alemlerden biri olmasına yol açmıştır. Burada şehrin dokusuyla uyumlu, câmi merkezli yeni bir mahalle kurulmuştur. Câmi, etrafına eklenen yapılar ve çevredeki yerleşim başlangıçtan itibaren Anadolu’nun esinleriyle şekillenmiştir. Külliye bu mânevî havası ile halkın yanısıra sultanların, sûfîlerin, san’atkârlann, şâirlerin ve edîblerin ilgi odağı hâline gelmiştir.
Koca Mustafa Paşa Külliyesi’nin ayrılmaz parçası olan Çifte Sultanlar türbesi açısından meseleye bakıldığında üzerinde durulması gereken nokta burada medfun olanların Hz. Hüseyin’in iki kızı olmasının imkânı meselesidir. Bilindiği üzere kaynaklarda Hz. Hüseyin’in iki kızının İstanbul’a geldiklerine dair bir bilgi mevcut değildir.- Bu iki hamın şahsiyetin İstanbul’a gelişlerini hikâye eden menkıbenin kaynağının İmam Süyûtî’nin risâlesi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu risâlenin aslının bulunmayışı, menkıbenin çıkış noktası ve ortaya konuş biçimi konusunda bilgi sahibi olmaya imkân vermiyor. Dolayısıyla türbe hakkında bilinenler bu menkıbe odaklı nakillerden ibaret görünmektedir. Zaman içerisinde bu menkıbe halkın muhayyilesinden tezahür eden farklı hikâye parçacıklarının da eklenmesiyle daha da zenginleşmiştir.
Bugün Çifte Sultanlar türbesini değerlendirirken bu türbenin söz konusu şahsiyetlere aidiyetine dair fikir beyan etmekten ziyade türbenin taşıdığı iki anlam ve temsil ettiği iki düşünce üzerinde durmak gerekir.
142
Öncelikle bu türbe Hz. Hüseyin’in iki kızma ait bir makam olma keyfiyetini taşımaktadır. Çifte Sultanlar türbesinin bütün müslümanlar tarafindan muteber kabul edilen şahsiyetlere âidiyeti, evliyâullâhın keşfi ile yerinin belirlenişi, asırlardır hâcet duâlarıyla iltica edilen bir penâh oluşu, bu makamın kadîm ve makbûl bir ziyâretgâh olduğunu göstermektedir. Bu şekliyle müslüman coğrafyadaki diğer makam-türbelerle özdeşleşmektedir. Böylece bu makam sâhipleri fatihalarla yâd edilmekte ve hâtıraları canlı tutulmaktadır.
Diğer taraftan bu türbe Hz. Hüseyin’in iki kerîmesinin şahsı etrafında şekillenen bir tarih ve kültür hamûlesini bugüne taşıyarak Hz. Peygamberim Ehl-i beytini temsil etmesi bakmamdan önemlidir. Bu türbeye yönelen mü’minler aynı zamanda peygamberlerinin ailesine duydukları muhabbeti de dile getirmişlerdir. Menkıbeye göre hanım sultanların İstanbul’a gelişleri Kerbelâ hâdisesi sonucu olduğu için ayrıca bu türbe Hz. Hüseyin’in şehâ-detinden duyulan acı ve hüznün de remzi kabul edilmiştir. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’e ve ailesine revâ görülen zulüm ve hayasızlığı hiçbir zaman unutmayan müslümanlar, bu türbe sebebiyle 10 Muharrem’de burada biraraya gelerek okudukları mevlid ve mersiyelerle beş asırlık bir an’aneyi sürdürmektedirler. İmam Süyûtî’nin risâlesinin tercümesi olan Türkçe risâlelerin ana fikri de bu duygu ve düşünceleri destekler mahiyettedir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Tahsin Ünal ve Süheyl Ünver’in ifade ettikleri gibi bu türbenin Hz. Peygamber’in torunlarından iki seyyi-denin istirahatgâhı oluşuna gösterilen tevâtür mertebesindeki kabul ve ihtiram bu türbenin hakikatini aksettiren bir delildir. Her şeyden önemlisi bu türbe, Hz. Peygamber’e ve ailesine duyulan en üst derecedeki sevgi ve saygının makam olarak Koca Mustafa Paşa semtine ve İstanbul’a vurulmuş bir mühürdür.
Hacı Selim Ağa Kütüphanesi Hüdâî Efendi 1228
Atatürk Kitaplığı Belediye Yazmaları K.723
ÇİFTE SULTANLAR TÜRBESİ
281
Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. III. Ahmed Nr. 3608
Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmaları 1190/4
Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmaları 331/5
Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Anabilim Dalı
Semavi Eyice, “İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Camii ve Onun Osmanh-Türk Mimarisindeki Yeri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, V, 8 (Eylül 1953), ss. 153-182, s. 153.
Necdet İşli, İstanbul'da Sahâbe Kabir ve Makamları, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara ts., s. 79; Baha M. Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, I-IV, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990, m, 797.
Ayvansarâyî (1201/1787), HadîkatüT-Cevâmi', haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2001, s. 220.
Evliya Çelebi (1093/1682), Seyahatnâme, I-IX, haz. Yücel Dağlı ve dğr., İstanbul 1996-, I, 165. .
Eyice,‘İstanbul’da...”, s. 154-155,156.
Câmi ve külliyenin ayrıntılı mimarî hususiyetleri ve külliyenin tarihî gelişimi için bkz. Ayvansarâyî, s. 220-222; Semavi Eyice, “Koca Mustafa Paşa Câmii ve Külliyesi”, DİA, XXVI, 133-136; Celâl Es’ad, Eski İstanbul, Muhtar Hâlid Kitabhânesi, Dersaâdet 1328, s. 171; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, I-II, Türk Tarih Kurumu Yayınlan, Ankara 1962,1, 92; Aydın Yüksel, Osmanlı Mimarîsinde II. Bâyezid Yavuz Sultan Devri (886-926/14811520), İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1983, s. 273-281; Tanman, m, 797-813; Nazif Velikâhyaoğlu (Öztürk), Sümbüliye Tarikatı ve Kocamustafapaşa Külliyesi, Çağn Yayınlan, İstanbul 1999. Hayli harap olan bu hayrat 1834-35 (1250) de II. Mahmud tarafindan tamir ettirilmiştir. Aynca soldaki kitabeden 1847-48 (1264) de Abdülmecid tarafindan da bir tamirat yapıldığı anlaşılmaktadır, bkz. Eyice, “İstanbul’da...”, s. 155-161, 169-170. Koca Mustafa Paşa Medresesi de çeşitli tarihlerde tamir geçirmiş olmakla birlikte bunlardan XIX. yy. daki 1845, 1874, 1885, 1892 ve 1894 tarihli olanlan tesbit edilebilmiştir, bkz. S. Mübahat Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000, s. 294. Sünbül Efendi Türbesi bugünkü biçimini 1250/1834-35 tarihli II. Mahmud onanını ve Serasker Rıza Paşa’nın (v. 1920) vefatından az önce gerçekleştirdiği onanm sonucunda almıştır, bkz. Baha Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, VII, 105-107, s. 107.
İbrahim Hakkı Konyah, “Kıyameti Koparacak Zencir”, Revnakoğlu Arşivi, dosya no. 36/ belge no. 50; Kadircan Kafh, “Minarelerde İlk Kandil”, Revnakoğlu Arşivi, 118/119.
Tahsin Yazıcı, .“Fetihten Sonra İstanbul’da İlk Halvetî Şeyhleri: Çelebi Muhammed Cemaleddîn, Sünbül Sinan ve Merkez Efendi”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, H (1956), ss. 87-113, s. 94-95. '
Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul, haz. Ahmed Nezih Galitekin, s. ; Işın, “Sün-bülîlik”, DİAB, VTII, 108; Ekrem Işın, “Tarikatların İstanbul ’da Gündelik Hayatı Şekillendirmesi üzerine Bazı Notlar (15-17. Yüzyıllar)”, İstanbul Armağanı 3, haz. Mustafa Armağan, İBB, İstanbul 1997, ss. 223-244, s. 240; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplu-munda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan Yayınlan, İstanbul 2003, s. 169. Tekkenin saray nezdindeki önemi için ayrıca bkz. Ekrem Işın, İstanbul’da Gündelik Hayat, İletişim, İstanbul 1995, s. 30.
Revnakoğlu Arşivi, 36/45.
Semavi Eyice, ‘İstanbul’un Fethinde Bizans’ın Mimari Mirası”, VII. Eyüpsultan Sempozyumu, s. 20-47, s. 41, 44; Yazıcı, s. 96-97, 98; Esin Demirel İşli, İstanbul Tekkeleri Mimarisi Eklentileri ve Restorasyonu, Doktora tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1998, s. 120; Işın, “Tarikatların İstanbul’da...”, s. 240; Eyice, “İstanbul’da...”, s. 153-182. ,
Evliyâ,!, 141.
Evliyâ,!, 131.
N. Bozkurt, "Hârûnürreşîd", DİA, XVI, 258-259.
Eviiyâ, I, 31, 131, 165; D, 88; IH, 11-12; IV, 11; VII, 181-182. Hârûn er-Reşîd’in İstanbul seferi ve onun komutam Hz. Hüseyin’in soyundan gelen Seyyid Battal Gâzî’nin İstanbul’daki faaliyetleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Eviiyâ, 1,32,150,201.
Eviiyâ,!, 131, 165.
Türbenin mimarî özellikleri şu şekilde verilmektedir: “Yerden 55 cm. yükseklikteki köfeki bir çerçeve üzerinde 190 cm.lik demir bir şebeke yükselir. Bu demir şebeke bütün türbe mahallini çevreler. Bu şebekenin üzerinden çıkan 16 kol türbenin üzerinde tepede üzerinde ‘Hû Mâşâallah’ yazan bir alemde noktalanır. Bu esas kabirlerin mahallini dışta câmi avlusu zemininden 125 cm. yükseklikte gâyet gösterişli ikinci bir döküm şebeke çevreler. Türbeyi çevreleyen iç demir Şebeke üzerine sac plaketlere Yesârî-zâde Mustafa İzzet Efendi’ye ta'lîkle yazdırılmış bir şiir monte edilmiştir.” bkz. N. İşli, s. 79. Ayrıca bkz. Eyice-Tanman, “Koca Mustafa Paşa Külliyesi”, DİAB, V, 33; Tanman, III, 806.
N. İşli, s. 79.
A. Süheyl Cnvet, İstanbul'un Mutlu Askerleri ve Şehit Olanlar, Ankara 1976, s. 137-142.
îsmâil Beyzade, “Mecmû‘a-i Cevâmi”’, Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul, haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2003,1, 118, 119.
Nuri Arlasez, Süleymaniye Ktp., nr. 301/1-2, vr. 45a.
Câbî Ömer Efendi, Câbî Târihi, haz. Mehmet Ali Beyhan, I-II, Ankara 2003,1,436.
Câbî, E, 991-992.
Takvîm-i Vekâyi’, nr. 96, 23 Şevval 1250, s. 397; N. İşli, s. 15; Fahrünnisa Ensari Kara, “Sahabe, Ensar ve Eyüp’te Yatan Sahabeler”, VI. Eyüpsultan Sempozyumu, s. 28-43, İstanbul 2003, s. 35,39; Kemal Beydilli, “Mahmud II”, DİA, XXVII, 356.
Tahsin Ünal, “Hz. Hüseyin’in Kızlan İstanbul’da mı Gömülü?”, s. 804, Revnakoğlu Arşivi, 36/20; A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, “Risâle 15: İstanbul’da Sahâbe Kabirleri”, haz. İsmail Kara, I-V, İstanbul 1995-96, m, s. 267.
Câbî, H, 991-992.
Es‘ad Efendi 1808-1819 tarihleri arasında müderrislik yapmıştır. Bu kıt’alan müderris iken yazmış olmalıdır, bkz. Mehmed Es‘ad Efendi, Vak'anüvîs Es‘ad Efendi Tarihi, haz. Ziya Yılmazer, İstanbul 2000, s. XXXIX.
Ünver, İstanbul Risaleleri, IH, s. 267-268. Sahhaflar Şeyhi-zâde Es‘ad Efendi başka türbelere de manzum tarihler yazdı, bkz. Es'ad Efendi, s. LXIV; Neşet Köseoğlu, “Sümbül Efendiyi Ziyaret”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 135 (Nisan 1953), s. 11-17.
Ünver, İstanbul Risâleleri, IH, s. 268. .
İbrahim Hakkı Konyalı, “Kıyameti Koparacak Zencir”, Revnakoğlu Arşivi, 36/50; Revnakoğlu Arşivi, 36/51; Ahmed Hamdi Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 11, Revnakoğlu Arşivi, 36/46; Halûk Y. Şehsuvaroğlu, Asırlar Boyunca İstanbul, Cumhuriyet Gazetesi, s. 128; Eyice-Tanman, “Koca Mustafa Paşa Külliyesi”, DİAB, V, 33-34. Bu şiirin hattatının Hafız Ahmed Sünbûlî olduğu da söylenmiştir, bkz. Necdet Yılmaz, Coşkun Yılmaz, İstanbullu Sahâbeler, İstanbul 2003, s. 303.
Muvakkit-zâde Pertev Dîvânı, haz. Ekrem Bektaş, Malatya 2007, s. 642-643.
Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliya, haz. M. Akkuş-A. Yılmaz, I-V, İstanbul 2006, III, 354.
Vassâf, m, 353.
BOA, EV 13467; BOA, EV 13465. .
Osman Kemâli, Dîvân-ı Kemâlî’den Aşk Sızıntıları, İstanbul 1957, s. 157-158.
Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul 1967, s. 48-52; Ahmet Hamdi Tan-pınar, Beş Şehir, İstanbul 1969, s. 181, 183, 184; Beşir Ayvazoğlu, “Kocamustafapaşa”, Bir Semtini Sevmek, haz. Mustafa Armağan, İstanbul ts., s. 91-101; A. Süheyl Ünver, Siinbülnâmem, Süleymaniye Ktp., Defter no: 630, 14 vr. ■
Tahkik-i Kerîmetân-i Hazret-i Hüseyin, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmed Kitaplığı nr. 3608, vr. 2b.
Kâtip Çelebi (1067/1657), Keşjîi'z-zunûn, II, 66.
M. Serhan Tayşi, “Sünbül Efendi”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1995, vm, 42.
Fenâî-i Halveti, Akbaba Mehmed Efendi Mescidi’nde medfiındur. Evinin de bu mescidin yakınında bulunduğu bildirilir, bkz. Ayvansarâyî, s. 214.
Bu kısım C 723/[vr. 2]'ds benzer şekilde verilmekte, ancak kızların adlan zikredilmemektedir. Hz. Hüseyin'in ailesinin çıplak develere bindirilerek Şam’a getirildikleri söylenir.
C 723/ [vr. 2]'de İspanya semtindeki adaya Yezîd-i mel'ûnun hükmeylediği söylenmektedir.
E 331/ [vr. 92b]: Câbir ile birlikte Yezîd’in on beş kişinin muhafiz olarak nasb ve tâyin edildiği belirtilir.
C 723/ [vr. 2J’de amcaları îmâm-ı Hasan’ı Yezîd-i laînin zehirlettiğini söylemektedirler. Ayrıca Yezîd’in orada bulunan askerleriyle ve onları esîr edenlerle kiralın arasında geçen bir konuşma aktarılır: “Bu kimin kızlarıdır?”. Dediler ki “Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’m kızının oğlunun kızlarıdır” dediler. Dedi ki “Niçün böyle itdünüz?. Dediler ki ‘Yezîd emr eyledi, emir kuluyuz.” Dedi ki “Ben size emri göstereyim.” Cümlesini kati itdiler. Esîr idenlere dedi ki “Bu kızların ceddi kaçan âya işâret eylese iki pâre olurdu. Siz böyle ırk-ı tâhire el uzattınız.” Kral bu kişileri de öldürtür.
F1228/ [vr. 3]: Başlarından geçen hikâyeyi Câbir-i Ensârî anlatır.
E 331/ [vr. 93a]: Merkeb ayağı
F 1228/ [vr. 7]: Burada İspanya kiralının ağzından Hz. Peygamber’in “Müslüman olan kimsenin elinden ve dilinden âhar kimsenin emin ve sâlim olması” gerekir şeklinde bir hadîs-i şerif zikredilmektedir.
F 1228/ [vr. 8-9]: Şu ifade ilâve edilmiştir “zira ol Nebiyy-i Arabînin şevket ve savlet-i İslâmiyyesi şarkan ve ğarben ihata idüp âfâka münteşir olmakla şerâyi’ ve kânûn-i İlâhî olan adâlet ile cihânı mâlâ mal ve emn ü istirahat ve âsâyiş-bahş eden saltanat-ı vasiyyet-i Muhammedi âlemi doldurup zelzelenâk eden bir peygamber-i zî-şânm sâyesinde yaşayıp da hânedân-ı nübüvvetine kadr ü ihânet ve cevr ü zulm iden kimseler hâşâ Muhammedi değildir.”
C 723/ [vr. 2]'e göre tekfur kızlan oğullanna almak isteyince kızlar içlerinden şöyle geçirirler: “Biz enbiyâ aleyhisselâm neslinden olalım, kâfire varmak olmaz.”
F1228/ [vr. 10]: Bu nüshada Bizans kiralının Ispanya’dan gelen hanım sultanlan karşılayış biçimi ve uyguladığı teşrifat canlı bir şekilde tasvir edilmiştir.
C 723/[vr. 5J’de kiralın boğazına bir at çulu geçirdiği söylenmektedir.
C 723/[vr. 3fde bu kısımda Sultan Süleyman’ın da yağmur duasına çıktığı zaman boğa
zına bir at çulu geçirdiğini, duaya bu şekilde çıkmak gerektiğini anlatmaktadır.
C 723/ [vr. 3]'de. burada bir ilâve yapılarak hanım sultanların kabir yeri tarif edilir. Servinin köküne yakın olduğu belirtilir. Bu risaleyi okuyanların haberdar olacakları söylenir. Koca Mustafa Paşa şeyhi Haşan Efendi’njn önce bu makamda sonra da Sünbül Sinan hazretlerinin türbesinde dua ettiği, bunun sebebini soranlara da “Aslı vardır sizler bilmezsiniz” dediği nakledilmektedir.
C 723/ [vr. 3]: Beş gün muammer olmuştur.
C 723/[vr. 3]:Koc& Mustafa Paşa bu camii Hz. Câbir için binâ ettirmiştir.
E 331/ [vr. 93b]: Burada “Yâ Rab, bizi kâfire nasîb itme, deyu niyâz ve birbirlerine sarmaşup ikisi birden..” şeklinde ilâve vardır. F 1228/ [vr. 15-16] nüshasında ise şöyle dua ettikleri nakledilmektedir: “İlâhî biz bîçâre karibü’d-diyâr, âciz, bî-kes câriyeleriniz Dîn ü îmânımızı ve ırz u nâmus-i İslâmiyyemizi lekedâr olmadan hıfz u idüp bizleri bu vartadan [16] halâs ve necât ihsân idüp peder mâderimize ve ceddimiz Muhammed Mustafâ sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem’e mülâkât ile mesrûr et yâ Erhamerrâhimîn.”
E 331/ [vr. 94a]: Bu konuda başka bir rivayet daha olduğu belirtilmektedir. Bu rivayete göre Ayvansaray’da bir kilise mevcuttu. Kıral, vefat edene kadar ibadetle meşgul olması için Câbir-i Ensârî’nin bu kilisede ikâmet etmesine izin vermişti. Vefat ettiğinde de Câ-bir, bu kilisedeki minberin altına gömülmüştü.
E 331/ [vr. 94a]; F 1228/ [vr. 21]: Burada Sultan Mahmud’un bu hizmeti îfâ ettiği söylenmekte, ancak risâlenin tercümesine devam edileceği için tafsilat verilmediği belirtilmektedir.
F 1228/ [vr. 22]: Bu nüshada Şeyh Sünbül Sinân’ın, hanım sultanların hadîka-i cinân olan merkad-i şeriflerinin zincirli servi dibinde olduğunu keşfettiği zikredilmektedir.
C 723/ [vr. 3] Bu risâle şöyle son bulur: “Yezîd-i mel‘ûn kâtib-i vahyin oğlu iken, ashâbdan iken gör hânedân-ı Âl-i Muhammed’e itdikleri hıyâneti, bunlar zâhiren kâfir iken Âl-i Muhammed’e ve sahâbe-i Resûlillâh’a itdikleri riâyeti. Dilerim Mevlâdan Yezîd’e la’nete kâil olmayanları yevm-i kıyâmetde Yezîd-i laînin alemi dibinde haşr ey-leye. Bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn.”
E 331/[vr. 93b]: Risâle şu cümle ile bitmektedir “Ve her zemân selâmullahi ale’l-Hüseyn
ve âlihî, la'netullâhi alâ kâtilihî ve a'dâihî ile hatm-i kelâm ideriz.” ?
Vassâf, m, 352; Ahmed Sâfî Bey, Sefine-i Sâfî, I-XVHI, İstanbul ts„ XVBI, vr. 3159-60.
Sâfî, XVm,vr. 3159.
Ünver, İstanbul Risâleleri, III, s. 268; Mehmet Halit Bayn, İstanbul Folkloru, İstanbul 1947, s. 142; İsmail Giray, İstanbul'da Sahâbe Kabirleri, İstanbul 1975, s. 86; Mustafa Özdamar, Şehid Sahabeler, İstanbul ts., s. 50.
Giray, s. 85.
N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 297.
Aysel Okan, İstanbul Evliyaları, İstanbul 1968, s. 133.
Ünver, Istanbul Risaleleri, İH, 268; Hasırcızâde, İstanbul’da Sahâbe ve Evliya Kabirleri, İstanbul 1984, s. 75; Giray, s. 83.
Ayhan Yalçın, Gönül Sultanları İstanbul Evliyaları ve Ziyaret Yerleri, İstanbul 1996, s. 103-104, 150; Mehmed Hocaoğlu, İstanbul’daki Sahabe Kabirleri, İstanbul 1987, s. 147; Özdamar, s. 49; Gürel, s. 59.
Ünal, s. 803, Revnakoğlu Arşivi, 36/20; Ünver, İstanbul Risaleleri, IH, s. 268; N. Yıl-maz-C. Yılmaz, s. 57-58; M. Orhan Bayrak, İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar (14531978), İstanbul 1979, s. 118.
Sâfî, XVm, vr. 3159; Arlasez, vr. 45a.; F. William Hasluck, Christianity and Islam under the Sultans, New York 1973, 1, s. 17; Metin And, Ritiielden Drama Kerbelâ-Muharrem-Ta ’ziye, İstanbul 2002, s. 61.
M. Orhan Bayrak, İzahlı İstanbul Sözlüğü, İstanbul, s. 67; M. Orhan Bayrak, Türbeler Sözlüğü, İstanbul 1998, s. 24. -
Bayrı, İstanbul, s. 141; Giray, s. 85; Okan, s. 129.
Özdamar, s. 49.
Köseoglu, s. 15,17.
N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 297. .
Bayrak, İstanburda Gömülü, s. 118.
Ünal, s. 803, Revnakoğlu Arşivi, 36/20.
Okan, s. 129-133; Hasırcızade, s. 76-77.
Vassâf, m, 352; Ünal, s. 803, Revnakoğlu Arşivi, 36/20; Ünver, İstanbul Risâleleri, III, s. 268; N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 298. '
Bayn, İstanbul, s. 142; İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, III, 1490-1491; Giray, s. 85-87; Hasırcızâde, s. 76-77; Özdamar, s. 50; Gürel, s. 61; Okan, s. 132-133.
Okan, s. 132-133.
Hocaoğlu, s. 147-148.
Hasluck, s. 17.
Şehsuvaroğlıı, s. 128; Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 10, Revnakoğlu Arşivi, 36/46.
Ayvansarâyî, s. 229; Semavi Eyice, “Atik Mustafa Paşa Camii”, DİA, IV, 67.
Yaşar Kandemir, “Câbir b. Abdullah”, DİA, VI, 531.
Tayşi, Vm, 44.
Ünal, s. 804, Revnakoğlu Arşivi, 36/20.
Sa‘deddîn et-Teftazânî (ö. 793/1391), sahabeye ve ehl-i kıbleye ta‘n etmenin caiz olmadığını, yalnız Ehl-i beyte zulmedenlerin bunun dışında olduğunu ileri sürerek Yezîd’i bu çerçevede değerlendirmiştir, bk. Şerhu 'l-Mekâsıd, thk. Abdurrahman Umeyre, I-V, Beyrut 1989, V, 311. _
Yazıcıoğlu Mehmed Efendi (857/1453), Muhammediye, haz. Âmil Çelebioğlu, I-II, İstanbul 1996, n, s. 305.
Mecdî, s. 93. .
Gülgûn Uyar, İslam Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı (260/873 ’e kadar), İstanbul 2004, s.
448,454.
Uyar, s. 103; Zeyneb bint Ali, ed-Dürrü'l-mensûr, I-II, Beyrut 1999,1, 429; II, 162.
Ahmed Halil Cüm‘a, Nisâü min asri't-tâbiıyyîn, Beyrut 1992, I, 48; Muhammed et-Tevencî, Mu'cemü a'lâmi’n-nisâ, Beyrut 2001, s. 134.
Uyar, s. 461,466,474-475,477, 487.
Vassâf,.III, 352, 353, 354; Baltacı, s. 8-9; N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 300.
BOA, EV 13467; BOA, EV 13465; Vassâf, IH, 352.
Ahmed Rifat, 1,150. '
Mus‘ab ez-Zübeyrî (236/850), Kitâbü Nesebi Kureyş, thk. E. Levi-Provençal, Kahire 1381, s. 66; Uyar, s. 592-593.
Ünal, s. 805, Revnakoğlu Arşivi, 36/20; Ünver, İstanbul Risâleleri, III, s. 267, 269; Tanman, III, 799; Velikâhyaoğlu, s. 167; Giray, s. 85; Hocaoğlu, s. 148.
Ünver, İstanbul Risâleleri, İÜ, s. 268; Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, haz. Süleyman Şenel, İstanbul 1997, s. 121, 237.
Bayrı, İstanbul, s. 142; İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, III, 1490-1491; Giray, s. 85-87; Hasırcızâde, s. 76-77; Özdamar, s. 50; Gürel, s. 61; Okan, s. 132-133.
Gürel, s. 60-61. ...
Revnakoğlu Arşivi, 36/43.
Okan, s. 129-133.
Gürel, s. 61.
Vassâf, III, 359; Ahmed Rifat, Lııgât-ı Târîhiyye ve Coğrâjîyye, I-VI, İstanbul 1299, I, 150; Gürel, s. 48; N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 295.
Hocaoğlu, s. 147-148.
Ünver, İstanbul Risâleleri, IH, s. 268; Ataman, s. 121, 237.
namaz türü. Vassâf, bu namazın dört rek’at kılındığım söyler. Sefine-i evliyâ’da. husemâ kelimesi, zühûl eseri hasmâ olarak yazılmıştır) kılınır ve sonra mevlid, mersiye ve ehl-i beyt sevgisini dile getiren kasideler okunur. Vassâf, özellikle Yazıcızâdenin inşâd ettiği mersiyenin okunduğunu, hatm-i şerif indirildiğini ve dua edildiğini bildirir. Akşam yemeğinde tekke mutfağında pişen aşûre yenir. Yatsı namazından sonra da en kıdemli şeyhin idaresinde yetmiş bin kelime-i tevhid çekilir ve devran yapılarak ayin son bulurdu. Öğleden sonra câmide zikir yapılırdı. Bir Mevlevi dervişi bir köşeden nât-ı şerif okur, dervişler halka olurlardı. Bu zaman şeyh efendi bir fatiha çektikten sonra dervişler ayakta zikir ederler devran yaparlardı, bkz. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede 'nin Hatıraları, haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tannverdi, I-IV, İstanbul 2006, m, 1527; Vassâf, IH, 373; Sâfl, XVIII, vr. 3164-65; Cemalettin Server, ‘Yakın Çağlarda Muharrem”, Revnakoğlu Arşivi, 118/126; Tuğrul İnançer, “Zikir Usûlü ve Musiki”, DİAB, VII, 112; Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, DİAB, VII, 106; Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 180-181.
Sünbül Efendi türbesinin yanındaki kuyudan gün doğmadan su verilir. Şifâ kuyusu denilen bu kuyudan 10 Muharrem’de su çıktığı, hatta kuyunun taştığı rivayet edilmektedir. Diğer bir inanışa göre zemzem kuyusu Muharremin onunda yerin altından taşar, bazı mübarek menbâlardan akarmış. Buradaki musluğun da o gün zemzem kuyusu ile irtibatlı olduğuna inanılırmış. Cemalettin Server, su dağıtılan günün hanımlar arasında ‘su çıktığı gün’ diye bilindiğini söyler. Muharremin birinden onuncu gecesine kadar her akşam Hz. Sünbül’ün türbesi içinde toplanılır. Sandukanın etrafında zikir devam ederken meydan nakîbinin elinde tuttuğu içi su dolu bir testiye evvelâ şeyh efendi, sonra dervişler tarafından sırasile nefes edilir, böylece okunmuş olan testi sebilhanedeki kazana boşaltıldığını anlatır. Gelenlerin bu suyu pul şişelere doldurdukları da söylenir. Bu şişeler balonlu, uzun saplı renkli kimyahane şişeleri şeklinde tarif edilmiştir. Halk bunları çocukların ellerinde alaylar teşkil ederek evlerine taşırlar. Bu sudan hastalara içirilir. Zikirden sonra halka bardaklar içinde süt ve şerbet dağıtılır. Yine bugün fukarâ da doyurulur, bkz. Aşçı İbrahim Dede, III, 1527; Server, Revnakoğlu Arşivi, 118/126; Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 10, Revnakoğlu Arşivi, 36/46; Bayn, İstanbul, s. 99-101, 147-148; Yalçın, s. 149;.
Şapolyo, s. 180-181.
BOA, İ.P.Md. 1350/7069 (7 Şubat 1322).
Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, DİAB, VII, 106; Sadettin Ökten, Yahya Kemal'in Rüzgarıyla Düşünceler ve Duyuşlar, İstanbul 2008, s. 64.
Vassâf, El, 373; Sâ6, XVIII, vr. 3164-5; İnançer, “Zikir Usûlü ve Musiki”, DİAB, VH, 112; Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, DİAB, VII, 106. Bu merâsimin önceki asırlardaki ve bugünkü icra şeklinin tafsilatı için bkz. Server, Revnakoğlu Arşivi, 118/126.
Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 11, Revnakoğlu Arşivi, 36/46. Bu günlerdeki adetler ve yerine getirilen merasimler için bkz. Safî, XVIII, vr. 3164-66. İlk Cuma günü salâ okuyacak müezzine verilen eşyaların minareye çıkarılması ve Safiye Hâtûn türbesi ile ilgili adetler için bkz. Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, İstanbul 1958, s. 275; Hasluck, I, 267; Tanman, III, 797.
Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 10, Revnakoğlu Arşivi, 36/46; 118/114.
Vassâf, m, 353.
Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 11, Revnakoğlu Arşivi, 36/46.
Şapolyo, s. 180-181.
Bayrı, s. 142. Okan, s. 129. Hasırcızade, s. 76-77; Araz, s. 276.
İsmâil Beyzâde, I, 120. Zincir ve servi ağacı hakkındaki efsaneler için bkz. Konyalı, “Kıyameti Koparacak Zencir”, Revnakoğlu Arşivi, 36/50; 36/45-46; Mehmed Saîd, “Kıyamet Ne Vakit Kopacak”, s. 42-44, Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 9-11.
N.Yılmaz-C. Yılmaz, s. 201, 295.
Vassâf, IH, 355.
Cemalettin Server’in notu, Revnakoğlu Arşivi, 36/28; Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, DİAB, VII, 106; N.Yılmaz-C.Yılmaz, s. 295; Konyak, “Kıyameti Koparacak Zencir”, Revnakoğlu Arşivi, 36/50. Dâye Hâtûn türbesinin mimarî özellikleri için bkz. N. İşli, s. 82.
And, s. 61.
Vassâf, m, 355; Tanyeli, “Zincirli Servi”, s. 10, Revnakoğlu Arşivi, 36/46; N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 303.
bkz. Revnakoğlu Arşivi, 36/45.
N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 303.
Evliyâ, I, 32, 126,150,151; Bayn, İstanbul, s. 99-101.
Araplar İstanbul’a beş sefer düzenlemişler, bunlardan ikisinde şehir ciddî bir şekilde muhasara edilmiştir. İlk sefer Muâviye’nin hilâfetinde 49, 50 veya 51 senesinde gerçekleşmiştir. O sırada IV. Konstantinos Pogonat imparator idi. Arkadan Yezîd ile yardım gönderilmiş, ancak kuşatma başarısız olunca geri dönülmüştür, bkz. Marius Canard, “Tarih ve Efsâneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, (trc. 1. Hâmi Dânişmend), İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), ss. 213-259, s. 213; Mehmet Efendioğlu, “Sahâbe Dönemi İstanbul Seferleri”, VII. Eyüpsultan Sempozyumu, s. 132-137, s. 136-137.
M. Asım Koksal, Hazreti Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası, Akçağ, Ankara 1979, s. 20; N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 57-58.
Ahmed Rifat, 1,150.
N. Yılmaz-C. Yılmaz, s. 57-58.
Taberî, Târih, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, I-XI, Beyrut ts., V, 232; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, thk. Süheyl Zekkâr, I-X, Beyrut 1995, IV, 47; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târih, thk. Halil Me’mun Şiha, I-IX, Beyrut 2002, IH, 401; Zehebî, Târih, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, I-, Beyrut 1989, IV, 21.
İbn Asâkir, Târihti Medineti Dımaşk, Beyrut 1995, XIV, 111; İbnü’l-Adîm, Buğyetii’t-taleb, thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut, VI, 2562; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, thk. Ramazan Abdü’t-tevvâb, Wiesbaden 1979, XII, 423; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, thk. Abdullah et-Türkî, Cidde 1998, XI, 477.
Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, DİAB, VII, 106.
Kâzım Büyükaksoy, Hak Yolunun Önderleri, s. 349; Cahit Baltacı, Üç Allah Dostu, İstanbul 1982, s. 22.
Vassâf, m, 383.
Fevziye Abdullah Tansel, “Gül-baba Adı Verilen İki Ayn Şahsiyet Molla Murad Divân’ı ve Sünbül Sinan”, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIV (1968), ss. 68-78, s. 77.
Hasluck, I, 17-18; II, 729.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder