Üsküdar ve Boğaziçi - 3
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Üsküdar'ın, Boğaziçi camilerinden biri olan Vaniköy Cami, Boğazın hemen kıyısında yer almaktadır. Ahșap karkaslı olarak inșa edilmiș olarak görülmeye değer mabetlerdendir. Konumu ve mimarisiyle, içerisinde ibadet edene farklılığını hissettiren yapılardan biridir. Vani Mehmed Efendi tarafından miladi 1665 tarihinde yaptırılmıștır. Ve bugün, iyi bir onarımdan geçmiș olarak ibadete açıktır.
Süleyman Pașa Cami, Doğancılar'da yer almaktadır. Bugün, yol kotunun alçaltılması üzerine caddenin yukarısında kalmıștır. Karakteristik Üsküdar camilerinden biri iken, bir onarım faciyası yașatılan mabetlerimiz-dendir. Kare planlı olan cami, ahșap kadınlar mahfeli ve yine ahșap üst örtüsüyle dikkat çekmekteydi. Miladi 1894 depreminde, minaresi yıkılan ve 1957 tarihine kadar da minaresi onarılamayan caminin, bu tarihlerden sonra yapılan tamiratlarda ve minarenin ihyasında, ahșap kadınlar mahfeli ve ahșap çatısı yıktırılarak betonlaștırılmıștır. Bugün, bütün dönem özellikleri ve mimari sıcaklığını kaybetmiș vaziyettedir.
Tunusbağı ve Nasuhi Tekkesi Haziresi görülmektedir.
Salacak sahili ve gerisindeki yamaçüzerinde yer alan yalılar yer almaktadır. Buradaki topografik konum nedeniyle yalılar, Boğaziçi'ndeki diğer yalılardan farklı olarak yamaç üzerindeydiler. Pencelerinden el uzatıldığında parmak uçları denizin sularına değmiyordu ama, deniz ile bağlantıları kopuk değildi. Fotoğrafta görülen ahșap yapıların ön bahçesi yamaçlar idi. Sahilde bu yapılara ait bir de kayıkhaneleri bulunmaktaydı. Taraçalı, kademe kademe sahile inen ön bahçeleri onların Üsküdar ve İstanbul ile bağlantılarını sağlamaktaydı. Tek ulașım deniz yolu idi. Bu sebeplerden ötürü buradaki yapılara yalı denmekteydi. Günümüzde de mevcut olan Çürüksulu Yalısı görülmektedir.
Çürüksulu (Muharrem Nuri Birgi) Yalısı, 18. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Așı rengi boyalı, ahșap bina, 1971 tarihinde rahmetti mimar Turgut Cansever tarafından restore edilmiștir. Muharrem Nuri Birgi, yalısında kendisini ziyarete geldiklerinde "Herhalde İstanbul’un en güzel manzarası bu" diyen dostlarına; "Hayır, dünyanın en güzel manzarası" cevabını veriyordu.
Sultan II. Selim'in eși ve Sultan III. Murad'ın annesi Afife Nur-Banu Valide Sultan tarafından Mimarbașı Koca Sinan'a inșa ettirilmiș olan, miladi 1583 tarihli muhteșem külliye, kușbakıșı bütün Üsküdar'a hakim bir konumdaydı
Karacaahmed Semti, sınırları gayet geniș olan, İnadi-ye'den Kușdili Çayırı'na kadar uzanan bir mezarlıklar semti idi. Bu fotoğrafta görülen, Karacaahmed Semti içerisindeki, Selimiye, Duvardibi, Gündoğumu Cadde si'dir. Karacaahmed Türbesi ve sebili görülmektedir.
Kısıklı, Bostancıbașı Abdulllah Ağa Cami civarı görülmektedir. Bu mevkii de bol miktarda kavak ağacı olması münasebetiyle halk arasında Kavakbayırı olarak da ifade edilir. Yine bu mevkii de Ayșe Hatun Mektebi ve Kabakbayırı Tekkesi bulunmaktaydı. Bu mevkii önünden Üsküdar-Alemdağ güzergahı geçmekteydi.
İstanbul'un uzaktan bekçisi…
Kız Kulesi
aradan bir ok menzili mesafede, dört köşe yüksek ve musanna bir kale …” der Evliya Çelebi 17. yüzyıldaki Kız Ku-lesi’nden bahsederken. İstanbul’un sembolü olan Kız Kulesi düne kadar İstanbullular için bir gizemdi. Artık restoran oldu. Kendisine ulaşır olduk. Kulesine çıkıp üzerinden yarı kuş bakışı seyreyler olduk İstanbul’u…
Yine de, esrarlı geçmişini, vapurla her geçişimizde bize hissettirir. Tekfur’un kızı ile İslam büyüğü Battal Gazi’nin o saf aşklarının filizlendiği yerdir Kız Kulesi. Uzun uzun anlatır yine Evliya Çelebi, Seyahatna-mesi’nde; İslam büyüğü Baltal Gazi’nin Üsküdar’ı fethini. Kız Kulesi’nde bir kral kızı ile Battal Gazi hikâyesi, bir o kadar acıklıdır da. Battal Gazi, Kız Kulesi önündeki kıyı üstünde karargâhını kurmuş ve yedi sene orada kalıp bağlar ve bahçeler yetiştirmişti.
Evliya Çelebi o bağlara (Battal Bağları, Al Bahadır Bağları, Gazi Köyü Bağları) dendiğinden bahseder. Battal Gazi yedi senede Üsküdar ve Kadıköy’ü imar edip Şam taraflarına geçmişti. Bunu fırsat bilen Kanatorsa isimli hükümdar Kadıköy tarafında metin bir kale yaptırmış, Üsküdar’ın kara tarafına ve Çamlıca’ya kadar bir hendek açtırmış, muhtelif yerlere karakollar inşa ettirip buraların muhafazası için kırk bin asker koydurmuştur.
Bu tedbirlerden sonra Battal Gazi gelir korkusu ile deniz üstündeki kara üzerine büyük bir kale yaptırıp, Üsküdar tekfurunun kızını birçok kıymetli eşya ile beraber o kaleye yerleştirmişti. Bütün bu hazırlıklar olurken Battal Gazi de Şam fethini bitirmiş, Üsküdar’ın da tahkim edildiğini öğrenmiş ve yanına yedi yüz yiğit alarak Üsküdar’a gizlice gelmiştir.
Gizlice İslamiyeti yayma faaliyetleri yapıp, İstanbul’u fethetme çalışmaları içerisindeyken, kimliği ortaya çıkar ve Bizans imparatorunun askerleri onu yakalamaya çalışırken, yiğitleri Battal Gazi’yi korumak için kendilerini feda ederler ama bu arada Battal Gazi de yaralanır. Sandalla kaçarken Tekfur’un kızının bulunduğu Kız Kulesi’ne sığınır. Kız, yaralı olan Battal Gazi’ye yardım eder. Bu arada ona âşık ta olur.
Aylarca burada saklanan Battal Gazi’yi namaz kılarken gören Tekfur kızı, onun Müslüman olduğunu öğrenir ama aşkı Battal Gazi ile yollarını ayırmaz. Tekfurun hazinesini de yanlarına alan Battal Gazi ve Tekfur kızı beraber Üsküdar’dan Şam’a kaçarken İzmit’te İmparatorun askerle-
ri tarafından yakalanırlar ve ikisi de savaşarak şehit olurlar.
Bizlerin hikâyesi bu, ama Kız Kulesi’nin efsaneleri ve hikâyeleri çok. İşte bunlardan bir başkası, belki de en çok bilineni; tekfurun bir kızı vardır ve herkesten bu kızını kıskanır. Ama uğursuz bir çingene falcı, güzel prensesin bir yılan tarafından sokularak öldürüleceğini söyler. Söyler de, tekfura bir sıkıntıdır çöker. Herkesten sakındığı, gözünden bile kıskandığı kızını korumak için yollar arar ve hiç kimsenin ulaşama-
yacağı, denizin yüzeyindeki kaya üzerine bir kule inşa ettirerek kızını bu kuleye saklar.
Gün gelir kız büyür, daha da güzelleşir. Tekfur uğursuz çingenenin haberinin gerçekleşmeyeceği ümidi içindeyken, bir gün kızın canı üzüm çeker. Gönderilen üzüm sepetinin içerisine girmiş bir yılan tarafından sokulmasıyla Tekfur kızı ölür.
Bunlar bizim efsanelerimiz.
Avrupalıların da Kız Kulesi ile ilgili efsaneleri vardır. Çanakkale Boğazıyla alakalı bir efsaneyi karıştırmış olsalar da, onlar böyle biliyor.
Efsane şu: Afrodit tapınağının rahibelerinden Hero, karşı köyden genç Leandros’a tutulur. Genç âşık her gece denizi yüzerek geçer ve sevgilisi ile buluşur. Bir fırtınada rüzgâr kulenin fenerini söndürünce, yolunu şaşıran genç, boğulur. Ertesi günlerde, Leandros’un öldüğünü öğrenen Hero da kendini sulara atarak canına kıyar.
Kulenin tarihçesi ile efsaneleri birbirine karışmıştır, ilk ne zaman yapıldığı ise bilinmez.
İlk çağlarda bir burun olan Kız Kulesi’nin olduğu yer, dalgaların aşındırmasıyla ana karadan kopmuş ve bir kayalık olarak denizin ortasında kalmıştır.
Kız Kulesi’nden, diğer bir tabirle bulunduğu yerden ilk kez; Milattan önce 411’de Atina ile Sparta arasındaki bir deniz savaşında galip gelen
Atina’nın, boğazları kontrol altına almak, boğazların giriş çıkışlarını denetlemek için bu kayalık üstüne bir gümrük binası yaptırmasıyla haberdar oluyoruz.
Milattan önce 340-339’da İstanbul’u kuşatan Makedonyalı II. Phi-lip’in karşısına Atina kırk gemiden oluşan bir filo göndermiş. Bu donanmanın komutanı olan Amiral Hares’in beraberinde getirdiği eşi bu esnada hastalanarak Chrisopolis’te (Üsküdar) ölmüştür. Amiral Hares, Kız
Kulesi’nin bulunduğu yerde mermer sütunlar üzerinde yükselen, bakırdan dana heykeli bulunan bir sunak yaptırmıştır. Kız Kulesi gibi bir yerde, sevgili eşine dana heykelli bir sunak… Aşk ne diyelim. Bu dana yüzünden yüzyıllar boyu Kız Kulesi’nin olduğu yer ‘Damalis ve Arcla’ olarak bilinmiştir.
Kız Kulesi, efsanelere ilham kaynağı olmasının yanında, tarih boyunca boğaz trafiğini kontrol rolünü de üstlendi.
İstanbul’un fethinden sonra harap durumdaki Kız Kulesi yıktırılmış yerine ahşap bir kule inşa edilmişti. Sonraları da gemilere, sandallara yol göstermek için kandil yakılmaya başlanmış ama bu da kulenin başını derde sokmuştur. Miladi 1719 yılında kandilden çıkan bir kıvılcım (şerare) ahşap kuleyi (Müşli asa) yakmıştır. Bu yangının ardından kâgir bir kule inşa edilmiştir. Efsanelerinde aşkın hâkim olduğu şu bizim kulenin hiç te öyle aşkın bol bol yaşandığı bir yer olarak kaldığı söylenemez. Sultan I. Mahmud dönemi Kızlarağası Beşir Ağa, kabahatlerinden dolayı buraya hapsedilmiş ve burada kellesinden olmuştur. Tabii bahtsız olan sadece Be-şir Ağa değil. Hekimoğlu Ali Paşa da 1755 yılında Kız Kulesi’ni ziyaret edenlerden. 55 gün burada misafir edilmiş(!). Sultan III. Osman’ı çok fena kızdırmış olmalı ki neredeyse o da Beşir Ağa’nın akıbetine uğrayacakmış. Ancak Valide Sultan imdadına yetişmiş te buradan sürgüne gönderilip, cellât tanımadan hayata veda etmiş.
Kız Kulesi boğazın en etkileyici manzaralarından birine sahip. İki yönde boğazın akışı, İstanbul silueti ama önünde bir kara cellât. Hani yan bakma bana derler ya, Kız kulemiz de öyle. Çevresinde akıntı o kadar güçlüdür ki, Çakmak Ahmed Paşa gibi kadırgayı Kız Kulesi’ne bindirip sürgüne gönderilenler de vardır.
Kulemiz uzun bir süre de karantina yeri olarak kullanıldı.
Ne diyelim…
Şimdiler de ise içerisinde yiyerek içerek İstanbul’u seyrediyoruz.
Boğaziçi Medeniyeti
Boğaziçi suyolu, bir elmayı elle iki parçaya bölercesine ayrılmış bir bütünün iki parçası gibidir. İmkân olsa iki yakayı birleştiriversen eksiksiz birleşiverecek bir topografik ayrıma sahiptir. İşte bu sebeptendir Boğaziçi'nde Üsküdar çıkıntısı, Dolmabahçe girintisine, Ortaköy çıkın-
şılıklı girinti ve çıkıntı bulunmaktadır.
Boğaziçi’nin kıvrımlı coğrafik yapısında suyolunun daralma yerlerindeki körfez çıkıntılarında (burunlarında) su bir başka hız alırken, buraların her bir tepesinde yer alan doğal seyir terasları da güzelliklere güzellik kadar.
İster Öküz geçiti anlamında Bosforos, ister
işbirliği yaptığı bir geçittir. Medeniyet tarihinin varlık geçidi olurken, insanlığın batıya geçişine şahit olmuş, ticareti gözlemlemiş, kervanların son noktası, ilk hareket yeri olmuş, vergisini almış, teknolojik gelişmeleri ve ulaşıma yol vermiştir.
Suyolunu kıvrımlı yapı kuşatırken, dik ya-
tısı, Çengelköy Koyu'na, Kandilli Burnu, Bebek Koyu'na, Yeniköy çıkıntısı, Paşabahçe Koyu'na karşılık gelir. Tüm boğaz suyolu boyunca, birbirinden farklı her biri ayrı coğrafik
ki Halic-i Bahr-i Rum diyelim Boğaziçi bir medeniyeti temsil eder. Hem de kendisi bir medeniyet olarak.
Boğaziçi, her dilde bir geçittir. Doğu ile Ba-
maçlarının gerisinde yamaçların üst kısmında ise, geniş düzlükleriyle Boğaziçi ikinci bir dünyayı sergiye açar. İstanbullulara…
Allah’ın bu şehrin sahiplerine bir hediyesidir.
tı’nın, Kuzey ile Güney yolların kara ile denizin
Boğaziçi’nin bu iki dünyası…
özellik ve güzelliklere sahip toplam on iki kar-
Bugün bütün nankörlüğü ile buna kul cevap verirken, akla getirmez Aziz Mahmud Hüda-i Hazretlerinin talebesinin bu Çamlıca tepelerinde bir papatya koparamamasım...
Boğaziçi, tarihin derinden itibaren bir güzergâh olarak bilinen bir suyolu idi. Fenikeliler ve eski Yunanlılar bu suyolunu kullanmışlar, hatta Yunan Kolonileri, Boğaz ın kuzeyindeki sahillerde bulunan doğal sütunlar ve mağaralar nedeniyle "Birbirleriyle vuruşan kayalar" anlamında Sympleades demişlerdir.
Herodot, Polybios, Strabon, Plinius, Arrian, Philostratos'un eserlerinde Boğaziçi’ni ayrıntılarıyla ifade etmişlerdir. Karadeniz çevresi zenginliklerin Akdeniz dünyasına ulaştırılmasında en önemli yol olan Boğaziçi, kendine has sert akıntıları ve deniz yolunun kendine has zorlukları nedeniyle, Herakles'in ve lason emrinde, Kafkasya'ya sırma tüylü keçi pos-ıtu; kolc-his aramaya giden Argonatlar'ın geçişi bir mitolojik dünya içerisinde anlatıla gelmiştir.
Bugünkü anlamda baktığımızda Boğaziçi, karşılıklı seyreden Anadolu ve Rumeli Fene-ıri ile Sarayburnu-Kız Kulesi arası düşünülmektedir. literatür kapsamında da bu esas alınmaktadır.
Osmanlı medeniyeti içerisinde Boğaziçi’nin sınırları, Anadolu yakasında Çengelköy’den, Avrupa yakasında da Yahya Efendi Dergâhının bulunduğu noktadan Anadolu ve Rumeli Kavaklarına kadardır. Anadolu yakasının başlangıç noktası olan Çengelköy’de, eski Bostancı Kolluk Karakolhanesi olan şimdi ki Polis Nok-tası’nın bulunduğu yerden itibarendi. Buraya alamet olarak da burada vazife yapan Yeniçeri Kolluğunun alameti (remizi-imzası) olarak la
hana başlıklı bir çeşmedir.
Lahana figürü, çeşmenin banisi Kavas Ah-med Ağa nın Merzifonlu süvari alaylarına bağlı olmasından kaynaklanır. Os-ımanlı Devletinin ilk zamanlarında Merzifon'da kurulan süvari alayları lahanacılar, Amasya'da kurulanlar da bamyacılar diye adlandırılırdı.
Bugün ilgisizlikten ve bir o kadar da bilgisizlikten bakımsız kalmış olan bu tarihi çeşme kendi haline terk edilmiş vaziyettedir. Bugün nadir kalmış hem mimari özellik olarak hem de tarihi belge niteliğinde bir anıt olmasıyla büyük bir öneme sahip çeşmenin bu halde bırakılması hak ettiği değer olmasa gerek.
Bugünkü anlamda kıvrımları ve afantılarıy-la Boğaziçi'nin, düz bir çizgi çizerek ölçecek olursak, Karadeniz'e açıldığı Anadolu ve Rumeli Fene-ıri ile Sarayburnu-Kız Kulesi arası 29 kilomet-ıre 900 metredir. Ve fayı boyunca kıvrımlara uğrayarak devam edildiğinde ise, Boğaziçi’nin uzunluğu Rume-ıli Feneri-Ahırkapı arası Haliç dâhil 46 kilometre, Anadolu Feneri-Kız kulesi arası 34 kilometredir.
Türklerin İstanbul’un fethi öncesi ilk yerleşim yerleri Boğaziçi olmuştur. Anadolu ve Rumeli Hisarları askeri yerler olmakla beraber ilk Türk Mahallerin de kurulduğu yerler idi. Fetih sonrası, özellikle Karadeniz'in bir iç deniz haline dönüştürülmesinin ardından Boğaziçi kendi adı ile ifade edilecek, mimarisi, yerleşim düzeni, sayfiye alanları, kültür ve edebiyattaki önemi ile kısaca yaşam biçimiyle Osmanlı Medeniyeti içerisinde bir medeniyet olarak tarihte yerini alacaktır.
Osmanlı medeniyeti içerisinde bir medeniyet olan Boğaziçi, Bizans döneminde pek cazip olmayan ve kullanılmayan bir yer idi. Denize
sıfır olmadığı, denize hâkim olan te-ıpelerde saraylar ve manastırlar bölgesi demekte ifade olarak zayıf kalır. Evet, yazlık saraylar mevcut olmakla beraber kaynaklarda sadece altı yazlık saraydan ibaret olduğu görülmektedir. Bu yazlık saraylarında nasıl olduğu bilinmemektedir. Boğaziçi tepelerine dağılmış vaziyette otuz kilise ve manastır, dört düşkünler evi, bir öksüzler yurdu ile bugünün Aynaroz yarımadasındaki kutsal bölge gibi bakılmaktaydı. Bu manastırlardan en meşhuru da Vaniköy sırtlarındaki Günahkâr Kızlar Manastır’ıydı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren hızla şenlenen Boğaziçi, On altıncı yüzyılın sonu, on yedinci yüzyılın başlarında, neredeyse 300 yıl sürecek olan muhteşem bir yaşam biçimine ev sahipliği yapacaktır.
Yazlık ve faşlık bir arada yoğun olarak Boğaziçi’ne iskânın yoğunlaşması da Sultan II. Abdülhamid döneminde, 1828 yılında faaliyete geçen ilk buharlı gemi ile artarken. Hızlı bir şekilde yayınlaşması da miladi 1849 yılından itibaren ise düzenli olmayan vapur seferle-ıri-nin 1850 yılında Şirket-i Hayriye'nin kurulmasıyla sefer sayılarının düzenli ve sık oluşuyla Boğaziçi’nde iskânı teşvik etmiştir.
Bu sebeptendir. Boğaziçi Vapursuz düşünülemez. Modern yaşam içerisinde karayolları bütün Boğaziçi etrafında kuşatsa da Boğaziçi’nin nazlı evladı vapurların yeri bir başkadır.
1926 yılından itibaren Boğaziçi yerleşimlerine karayolu ile ulaşıma yönelinmesi ile öncesi pek çok noktasına sadece deniz yolu taşımacılığı ile ulaşılabilir falarken artık, bu yerleşimlere karadan ve Boğaziçi suyoluna paralel bir güzergâh şeklinde ulaşılır olması bir nebze Boğaziçi büyüsünü bozmaya yetmiştir.
Dört adet otobüs ile başlayan bo-ığaz hattı ulaşımı, ilerleyen tarihlerde hızlı bir şekilde ihtiyaca cevap verecek şekilde gelişecektir. 1930’lu yılların başından itibaren 1947 tarihine kadar hummalı bir şekilde sürecek yeni Bo-aazici vollarının açılması ile o aizli kovlara İs
tanbulluların bir çırpıda erişmesi sağlanırken, bu yeni sahil yolarının açılması sırasında pek çok yalılar, köşkler ve yalı bahçelerinin geri dönülmez yıkımına şahit olunacaktır. 1950-1960 Demokrat Parti ve 1983-1991 yeni demokrasi dönemlerinde Boaazici’nde olasım büvük ölçü
de kolaylaşması Boğaziçi yerleşimlerinin artık kaldıramayacak nüfus yükünü de beraberinde getirecektir. Boğaziçi tepelerinde hızla artan iç içe çarpık yeni yeni iskân alanlarının yaşanmasını da kolaylaştırmış oldu.
Harem'den bașlayarak Selimiye'ye kadar uzanan sahil gerisinde uzanan yamaçlaların ağaçlandırılması 1924 senesinde bașlanacaktır.
Cumhuriyet döneminde atanan ilk Șehremini olan, Emin Erkul Bey tarafından icra edilecektir.
Selimiye Kıșlası ve Harem bölgesinin görüldüğü bu fotoğraf karesi veya kareleri ki, bu fotoğraf kareleri nadir parçalardandır. Yakın tarihe ait topografik, bitki örtüsü ve imar hareketliği hakkında pek çok bilgiyi barındırmaktadır. Resmin sağ tarafında görülen Selimiye Kıșla binası ve sahile yakın bir konumda bulunan Harem İskelesi Cami görülmektedir. Caminin konumu dikkate alındığında, bugün sahilin ne kadar
dolmuș ve doldurulmuș olduğunu anlamaktayız. Fevkani olarak inșa edilmiș olan cami, Anadolu Canibi Defterdarı Mehmed Tahir Efendi tarafından yaptırılmıștır. Aynı yerde, öncesinde mevcut olup da harap olmuș bir mescidin yerine yaptırıldığı da bilinmektedir. Arazi üzerindeki set duvarları ve Defterdarı Mehmed Tahir Efendi Cami'nin ahșap müștemilatı da dikkat çekicidir.
Beylerbeyi Sarayı ve Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nu da içeren askerî tesisler görülmektedir. Sahil șeridi ve bu șeridin doğusundaki yamaçlar üzerindeki yer-leșme bu tarihlerde söz konusu bile değildir. İlk olarak askerî amaçla kullanılan Nakkaș Tepe, 1962 senesinde Üsküdar-Çenklköy sahil yolu genișletmeve tünel in-șası için șantiye merkezi, daha sonraları da Boğaziçi Köprüsü Anadolu ayağı șantiyesi olarak değerlendirilecektir. Bogaziçi Köprüsü bitiminden sonra Koç Holding yönetim merkezi olacaktır.
Kuzguncuk ve Beylerbeyi semtlerini birbirine bağlayacak olan sahil tünelinin daha açılmadığını görmekteyiz. Açılacak bu tünel, gidiș ve gelișli olarak kullanılacaktır. Bugün üst taraftaki ve halen kullanılmakta olan tünel daha açılmamașıtır. Ve bugün Beylerbeyi Sarayı Sanat Galerisi olarak kullanılan ilk tünel Kuzguncuk ile Beylerbeyi arasındaki trafiği birbirine bağlamak için açılan tüneldir. Bu tünel Boğaziçi Köprüsünün inșasından sonra sedece sahil trafiğinin gidiș aksı için kullanılmaya bașlanacaktır. 1980 ihtilalinden bir hafta sonra da tamamen trafiğe kapatılarak askerî depo olarak değerlendirilecektir.
Üsküdar-Beylerbeyi Tüneli adı ile 1962 Kasım ayı ortalarında hizmete girecektir. 1963 Temmuzunda da Üsküdar-Çenge-köy sahil yolu bütünüyle tamamlanarak trafiğe açılacaktır. Boğaziçi Köprüsü’ne bağlanan Üsküdar-Beylerbeyi-Çengelköy sahil yoluna rapteden servis yolları ve Bağ-larbașı Altunizade kavșağında da katılım viyadükleri daha inșa edilmemiștir. Çamlıca ve Ferahmahallesi’ne doğru olan yamaçlar daha gecekondularla dolmamıștır.
Beylerbeyi Semti, eski ismi ile İstavroz Bahçesi, Sultan II Selim'den bu yana Boğaziçi'nin gözde yerlerinden biri idi. Sultan II. Mahmud döneminde, bugünkü Beylerbeyi Sarayı'nın yerinde iki katlı, ahșap ve sarı boyalı büyük bir saray yaptırılmıștır. Sarı Saray olarak da anılan bu sarayın mimarı Krikor Amira Balyan’dır. İnșaatına miladi 1829 tarihinde bașlanılmıș ve 1832 senesinde biti-rilmiștir. Fakat, 1851 tarihinde talihsiz bir yangında tamamen harap olacaktır. Yanan ahșap sarayın yerine Sultan Abdülaziz tarafından bu sefer mimar Serkis Balyan Kalfa’ya, 1865 tarihinde tamamlanacak bugünkü kâgir saray inșa ettirilecektir. Beylerbeyi sarayı, bu dönemden itibaren bir devlet misafirhanesi, bir protokol sarayı olarak kullanılmıștır.
Sultan II. Abdülhamid tarafından, Haydarpașa Semti'nde inșa ettirilen Mekteb-i Tbbiye-i Șâhâne binası görülmektedir. Osmanlı dönemi tıbbı ve mimarlığı bakımından büyük bir önem tașımaktadır. Sekiz yıllı așkın inșa dönemi sürmesine rağmen tam anlamı ile tamamlanamamıș bu yapı Osmanlı modernleșmesinin de bir ürünüdür. Mimari unsurlar ve șehir süliyeti içerisindeki doku uyumuyla dikkat çekici bir mimarlık kültür mirasıdır. Bu fotoğraf karesinde görülen Kavak İskelesi Cami, bugün Üsküdar'ın yetirdiği kültür varlıklarından biridir. 1939 tarihinde yıktırılan cami'nin, mimari özelliği yanında Tazıcılar Ocağı Mescidi gibi Bostancı
Ocağı'na mensup olanların namaz kılabildiği özel ibadet mekânlarındandı. Cami binası, Kırım Harbi sırasında, Selimiye Kıșlası'ndaki askerlere depo olarak verilmiștir. 1855 senesinde, mabet İngiliz askerlerince kasten yakılmıștır. Tuğamiral A. Slade'nin ifadelerinden de anlașıldığı üzere, önce mezarlığını tahrip eden İngiliz askerleri camide bir daha ezan okunmasın diye mabedi yaktıkları ortaya çıkacaktır. Sultan II. Abdülha-mid döneminde tekrar ihya edilecektir. Mabedin banisi, Lala Beșir Ağa, Sultan IV. Mehmed'in müsahibi ve sonra da Hazine-i Șehriyarisi görevlerini ifa etmiș kıymetli bir devlet adamıdır.
Boğaziçi'nin Anadolu yakası üzerinde yer alan Beylerbeyi Semti, Kuzguncuk ile Çengelköy Semtleri arasında yer almaktadır. Haluk Șehsuvaroğlu, bugünkü Beylerbeyi Sara-yı’ndan iskeleye kadar olan sahil kesiminden Çamlıca sırtlarına uzanan vadinin İstavroz Bahçesi adı ile bilindiğini ifade eder, 18. yüzyıla kadar da zaten bu isimle bilinen semtin sonraları Sultan III. Murad döneminde (1574-1595) öldürülen Rumeli Beylerbeyi Mehmed Pașa'dan aldığı aldığı kabul edilmektedir. Rumeli Beylerbeyi Mehmed Pașa’nın buradaki yalısı da șimdiki Beylerbeyi Camii’nin bulunduğu yerde olduğunu kabul edilmektedir. Eskilerin ifadesi ile, teșrifat meraklısı, beyzade takımının oturduğu bir kibar semtir Beylerbeyi... 1960 tarihine kadar, Üsküdar İlçesi'ne bağlı bir bucak statüsünde olan Beylerbeyi Semti, 1960 tarihi sonrası yașanan belediye yerel yönetimi idari sistem değișikliğinde, bucak olmaktan çıkmıș, mahalle olarak doğrudan Üsküdar İlçesi'ne bağlanmıștır.
Çengelköy ile Vaniköy Semtleri arasında yer alır. Klasik Osmanlı kıșla üslubunda inșa edilmiș taș bir bina olan Kuleli Askeri Lisesi’nin ilk yapısı, Sultan II. Mahmud döneminde, miladi 1828 tarihinde yaptırılan ahșap bina olacaktır. Sultan Abdülmecid döneminde, ahșap binanın bir yangın geçirerek harap olması üzerine, miladi 1843-1845 senelerinde yerine yarı kagir olarak yenisi inșa edilecektir. Kırım Harbi döneminde, müttefik askerleri olan Fransız ve İngiliz askerlerinin hastanesi haline getirilmiștir. Ve kıșla miladi 1856’da İngilizler tarafından boșaltılırken, çıkarılan kasıtlı bir yangınla tamamen harap ol-
muștur. Sultan Abdülaziz dönemi olan 1871 senesinde kıșla, ana duvarları kagir, iç bölmeleri, tavan ve tabanları ahșap olarak iki kat halinde inșa edilmiștir. Dıș cephe düzenlemesi bugünkü halini almıștır.
1965-1969 tarihleri arasında ciddi bir onarım ve bakıma alınan kıșlanın iç mekanları tamamen betonarmeye dönüștürülmüș ve ilaveler yapılmıștır. İngiliz askerleri tarafından kasten yakıldıktan sonra inșa edilmemiș olan köșelerdeki kuleleler de, 1968-1969 tarihlerinde, Thomas Allom'un gravürlerine dayanarak yeniden inșa edilmiștir. Fotoğrafın çekildiği sene 1928.
Salacak, kıyıdan yamaçlara doğru bakıș...
Sahil yolu düzenlemesi yapılmadan öncesi sahil kıyısının bakir hali görülmektedir.
Yamaç üzerinde yer alan köșklerin kayıkhaneleri sahil üzerinde yer almaktaydı. Yukarıda yer alan her köșkün sahil bağlantısı bulunmaktaydı. Hatta bazılarının sahilde yalı binaları bile mevcuttu
Beylerbeyi Cami ile komșu olan, Debre Mebusu Hakkı Pașa Yalısı, 1983 tarihinde çıkan yangınla tamamen yanmıștır. Bugün, yeniden inșa edilmiș olsa da, o muhteșem tezyinli tavanlı hali, ne de Boğaziçi cephesinin mimarisi tam anlamıyla gerçekleștirilmiștir.
Debre Mebusu Hakkı Pașa Yalısı'nın Beylerbeyi Cami bahçesinden güney ve batı cephesi görülmektedir. Üsküdar Tunusbağı (Tonoz-u bagi) Caddesi üzerinde ve Doğancılar Parkı karșısında yer alan Nasuhî Haziresi, Mutasavvıf ve șair Șeyh Mehmed Nasuhî Hazretlerinin teșekkül ettirdiği cami çevresinde gelișmiștir. Hazire çevresinde, Çıkmaz sokak üzerine inșa edilen cami, türbe (tekke) ve Sadrazam Hasan Pașa çeșmesi bulunmaktadır. Hazire, bugün yol kotundan yüksekte kalmaktadır. Sene 1943.
Bugünkü hali ile, Üsküdar İskelesi-Pașalimanı-Kuzguncuk-İstavroz-Beylerbeyi-Çengelköy-Vaniköy-Kandilli-Anadoluhisarı-Göksu sahil yolunun biçimlenmesi, Cumhuriyet dönemi İstanbul’un ilk belediye bașkanı olan Emin Erkul döneminde (8 Haziran 1924-12 Ekim 1928), 1925-1927 tarihleri arasında gerçekleșecektir. Sahil yolu boyunca bek çok yalı ve yalı bahçesinin yıkımı gerçekleșecek ve mülk sahipleri tarafından da büyük bir tepki alsa da devlet politikası sebebiyle pek de güçlü bir ses çıkarılamayacaktır. Üsküdar İskelesi-Pașalimanı-Kuzguncuk-İstavroz-Beylerbeyi-Çengelköy-Vaniköy-Kandilli-Anadoluhisarı-Göksu güzergahı üzerindeki eski kara yolu, oldukça dar olup tek araçlık bir geniș
genișliğine sahip idi. keçi yolu olarak halk arasında ifade edilen bu bir-birbuçuk metrelik yolun bir sahil yolu olarak düzenlenmesiyle, iki tarafı arnavut kaldırımlı, ortası parke tașı döșeli on beș metrelik genișliğe sahip bir cadde hüviyetini kazanacaktır.
Beș kilometrelik bu güzergah açılmasında, 400 metre muhafaza duvarı örülmüș, 3 metrelik dolgular yapılmıș ve 300 ișçi yol inșası bir o kadar da ișçi yalı ve bahçelerini yıkmak için çalıșmıștır.
1935 tarihinden itibaren de yeni yıkımlar bu güzergah zerinde yașanacaktır. Ve Adnan Menderes döneminde de sahil yol kotu lastik araçlara uygun hale getirmek üzere yükselmeler yașayacaktır.
Kuzguncuk ile Beylerbeyi sınırında, Boğaziçi yalı mescid
-
lerinden biridir. Tamamı ahșap olarak inșa edilmiș, Üskü- ! dar ve Boğaziçi'nin nadide bir köșkünü andıracak bir mimariyesi ile de dikkati çeker. Üryanizade Mescidi, miladi 1860 tarihinde yalı mescidi olarak inșa edilmiș, Sultan II. Abdülhamid döneminde, șeyhülislam olan Esad Efendi tarafından 1889’da minber koydurtarak camiye dönüștürülmüștür. Mabetle ilgili, 40 günde yapıldığına dair bir rivayet de vardır. Yerden yaklașık 4 metre yükseklikteki minaresi de tıpkı cami gibi șirin bir mimariye sahiptir.
daha ilerideki kısmının yapılmasına devam edilecektir. “Üsküdar-Beylerbeyi” yolun
-
“Üsküdar-Beylerbeyi” yolunun Beylerbeyi Tüneli’ne kadar olan kısmı bitirilerek, yol haftasonuna kadar trafiğe açılmıș olacaktır. Trafiğe açıldıktan sonra yolun tünelden
Kuzguncuk, 1911 tarihinde hizmete girmiș olan Boğaziçi vapurlarının hâlâ hizmette olduğunu görmekteyiz.
daki trafik tıkanıklığını gidermek için 9 arsa ile 1 bina istimlâk edildi. Belediye, istimlâk ișleri için 150 bin lira ödedi. 1962 yılının Haziran ayı içinde bașlanan “Üsküdar-Bey-lerbeyi” yolunun inșası, elektrik ve telefon tesislerinin zamanında yapılmamasından ötürü gecikmiș ve 5 ay sürmüș bulunmaktadır. (6 Kasım 1962, Milliyet, s.2.)
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder