Mahmud Şevket Paşa'nın Sadaret Günlüğü
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
MAHMUD ŞEVKET PAŞA’NIN
SADARET GÜNLÜĞÜ
Yayınlayan: MURAT BARDAKÇI
© MURAT BARDAKÇI
© TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2014
Sertifika No: 29619
Kapak, kitap tasannu ve dizin:
UFUKTOSUNOĞLU
1. Basım: Ekim 2014, İstanbul
ISBN: 978-605-332-235-1
Baskı:
YAYLACIK MATBAACILIK
Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi No: 12/197-203
Topkapı İstanbul
Tel: (0212) 612 58 60
Sertifika No: 11931
ön kapakta, Mahmud Şevket Paşa'nın Arap giysileri
ile Abdullah Biraderler’e çektirdiği fotoğrafi vardır. Ön ve arka
kapağın
zeminindeki eski harfli yazılar Mahmud Şevket Paşa'nın günlüğünün orijinal
metninden alınmıştır. Ön kapakta Latin harfleri üe, arka
kapakta da eski harfler ile Paşa'nın imzalan yeralmaktadır. Arka
kapakta
üstteki çizim kalyan “La Domenica del Corriere" dergisinin 22
Haziran 1913
tarihli sayısının kapağıdır. Yine arka
kapakta alttaki fotoğrafta ön sırada Mahmud Şevket, solunda Hüseyin
Hüsnü Paşalar üe arka sırada (soldan ikinci) İsmet Bey (İnönü), onun
sağında
Hâfiz Hakkı Bey (sonradan Hâfiz Hakkı Paşa), onun sağında da
Enver Bey (sonraki senelerin Enver Paşa’sı) vardır.
© Her hakkı mahfuzdur. Bu kitabın hiçbir bölümü, metin kısmı,
belgeler ve fotoğraflar,
yazann yazılı izni olmaksızın mekanik veya elektronik metodlarla veya
ileride icat
edilecek sistemlerle hiçbir şekil ve biçimde iktibas edilemez, yeniden
satış amacıyla
fotokopi de dahil olmak üzere hiçbir sistemle çoğaltılamaz. Dergi,
gazete veya radyo-
TVlerce yapılacak alıntılar veya kitapta yeralan belgelerle
fotoğrafların bilimsel-akademik
yayınlarda kullanılması, kaynak gösterilmesi şartıyla bu hükmün
dışındadır.
© All rights reserved. No part of this publication may be transmitted
in any form
or by any means, electronic or mechanical, including photocopy,
recording, or any
imformation storage and retrieval system now known or to be invented,
without
permission in writing
fitim the writer, except by a reviewer who wishes to quote brief
passages for inclusion in a magazine, newspaper, or broadcast or
academic publication.
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOĞLU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 91
Fax. (0212) 252 39 95
www.iskultur.com.tr
Mahmud Şevket Paşa’nın
Sadaret Günlüğü
Yayınlayan:
Murat Bardakçı
Kültür Yayınları
Osmanlı İmparatorluğu’nun son senelerinde önemli makamlarda bulunan devlet adamlan tarafından yayınlanmış hatıralardan bazı- lannın üzerinde neşirlerinden itibaren bir tartışma vardır. Tartışma, hatıralann gerçeklikleri, yani hakikaten yazan olduklan söylenen kişilerce mi yoksa onlann isimlerini kullanan başkaları tarafından mı kaleme alındıktan konusundadır.
Daha açık söylemek gerekirse, hatıralardan bazdan şüpheli görülmekte ve sahte olduklanna inanılmaktadır!
Zira, bu hatıralar arasında öyleleri mevcuttur ki, kaleme alındıkla- n tarihlerden çok sonraki senelerde tartışılmaya başlanmış meselelere bile cevap verirler. Üstelik, birkaç sene ara ile değişik yayınevleri tarafından yeniden yayınlandıklannda hacimleri daha da genişlemiş ve metnin son şeklinde önceki basımlarda cevaplandırılmamış tek bir sualin bile kalmamasına özen gösterilmiştir.
Son dönem tarihçilerinden çoğunun maalesef gözü kapalı şekilde itimad ettikleri ve sık sık alıntı yaptıkları böyle metinlerin başında Sultan Abdülhamid’e atfedilen ama Abdülhamid ile alâkasının bulunmadığı ve tamamen düzmece olduğu ispat edilmiş uydurma hatıralar gelir'. Sözkonusu düzmece metnin bu kafi ispata rağmen kimi tarihçiler tarafindan hâlâ kaynak olarak kullanılması ise, akademik alanda yaşadığımız tuhaflıklardandır.
Aynı şekilde tartışma mevzuu edilen bir diğer hatıra, Sadrazam ve Harbiye Nâzın Mahmud Şevket Paşa’nın ilk yayını 1965’te yapılmış olan günlüğüdür. Günlüğün bizzat Paşa tarafından yazılıp yazılmadığı, yani gerçek olup olmadığı, şayet gerçek ise günümüzün Türkçesi ile yayınlanan metnin asıl metne ne kadar uygun bulunduğu ve 1965’teki yayının günlüğün tamamı mı yoksa özeti veya bir kısmı mı olduğu hususlannda şimdiye kadar doyurucu bir cevap verilmemiştir.
Günlüğün ve yayın macerasının ayrıntılanna geçmeden önce, şu kadarım söyleyeyim: Mahmud Şevket Paşa’mn ilk defa 1965’te Ha-
1 Ali Birinci: “Sultan Abdülhamid’in Hâtıra Defteri Meselesi”, Divân, Disip- linlerarası Çalışmalar Dergisi, 2005/2, Yıl 10, Sayı 19.
yat Mecmuası’nda tefrika edilen ve daha sonra iki defa kitap hâlinde çıkan günlüğü maalesef eksiktir, bozuktur, bazı bölümleri kısmen değiştirilmiş, araya yayınlayanın şahsî yorumlan ilâve edilmiştir ve günlüğün tam metni ilk defa bu kitapta yeralmaktadır.
Bu önsöz bir Mahmud Şevket Paşa biyografisi yazmak için değil, Paşa’nm günlüğüne giriş teşkil etmesi maksadıyla kaleme alındığından dolayı, burada Mahmud Şevket Paşa’nm hayat hikâyesinin ay- nntılanna girmeyecek, sadece kısa bir tanıtım yapmakla yetinecek ve şimdiye kadar üzerinde pek durulmamış olan bazı aynntılara temas edeceğim.
Hakkında şimdiye kadar yapılan araştırmalarda ve yayınlarda Çeçen yahut Çerkeş olduğu söylenen Mahmud Şevket Paşa, birkaç nesil önce Hristiyan olan ve daha sonra Müslümanlığa geçen Gürcü bir ailenin mensubudur.[2]
1858’de Bağdat’ta dünyaya gelen[3]
Paşa’nın dedesi Kethüda Hacı Talib Ağa yedi yaşında iken Kafkasya’dan
İstanbul’a getirilip zamanın Bağdat Valisi’ne satılmış, Müslüman
edilerek Talib adı verilmiş, askerî eğitim görmüş ve sonraki senelerde
Bağdat’taki birliklerin kumandanlığım yapmış olan Kethüda Hacı Talib
Ağa; babası Hacı Talib Ağa’mn oğlu ve Basra vilâyetinin Müntefık
Mutasarrıfı Kethüdazâde Süleyman Bey,[4]
annesi de 19. yüzyıldan üç asır kadar önce Bağdat’ta iskân ettirildiği
söylenen eski bir Türk ailesinin kızı idi.[5]
Mahmud Şevket, Bağdat’ta bir sene rüşdiyeye devam etmesinin ardından 1870lerde İstanbul’a gönderildi,[6] Atlamataşı Askerî Rüş- diyesi’ni, Kuleli Askeri Idadîsi’ni ve 1878’de de Harbiye Mektebi’ni bitirdi. 1880’de kurmay yüzbaşı oldu, Harbiye’de hocalığa başladı, İstanbul’daki Alman askeri heyetinden Kompofner ile Goltz Pa- şalar’ın maiyetine verildi ve Goltz Paşa’nın Almanca bir kitabım “Seferber Zabitâna Mahsus Bir Muhtıra” ismi ile Türkçe’ye tercüme etti. 1886’da binbaşı, 1889’da yarbay, 1891’de de albay yapıldı. Aym sene silâhlar üzerinde uzmanlaşması için Almanya’ya gönderildi, burada beş sene kaldı, silâhlar konusunda kitaplar hazırladı ve Almanya’da bulunduğu sırada, 1895’te, rütbesi tuğgeneralliğe yükseltildi.
1896’da sağhk sebeplerini gerekçe göstererek İstanbul’a dönen Mahmud Şevket Paşa bir kıt’a görevi istemesine rağmen Tophanece tayin edildi. 1901’de korgeneral oldu ve Hicaz Demiıyolu hattının Mekke ile Medine arasındaki telgraf hattının inşası ile görevlendirildi.
Rütbesi 1905’te orgeneralliğe yükseltilen Mahmud Şevket Paşa o sene Kosova Valiliği’ne tayin edildi ve 1908 Ağustos’una kadar bu vazifede kaldı.
Paşa’mn Kosova’daki valilik seneleri Ittihad ve Terakki Cemiye- ti’nin bölgede yayılıp geliştiği bir dönem oldu, Meşrutiyet’in ilânınm ardından Selânik’teki Üçüncü Ordu Kumandanlığı’na ve ilâve olarak Rumeli Vilâyetleri Umumî Müfettişliği’ne getirildi.
Mahmud Şevket Paşa’nın tarih ve siyaset sahnesindeki asıl yükselişi, 1909’daki 31 Mart isyanı ile başladı. Milâdî tarihle 13 Nisan’da patlayan isyanın İstanbul’a yayılması üzerine o sırada Selânik’teki 3. Ordu’nun kumandam olan Mahmud Şevket Paşa İstanbul’a önce Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kumandasındaki birlikleri şevketti, askerin hareketinin ardından kendisi de 18 Nisan’da yola çıkarak 22 Nisan’da Yeşilköy’e ulaştı ve Hareket Ordusu adını alan birliklerin başına geçerek İstanbul’a girip sıkıyönetim ilân etti. İsyan birkaç gün içerisinde sert bir şekilde bastırıldı ve 27 Nisan 1909’da da Sultan Abdülhamid tahtından indirildi.
Mahmud Şevket Paşa, ayaklanmanın ardından, 18 Mayıs 1909’da 1., 2. ve 3. Ordular Umum Müfettişi oldu ama o günlerde İttihad ve Terakki ile arasında güç çatışması başladı.
Paşa, 12 Ocak 1910’da kurulan İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi’ne Harbiye
Nâzın olarak girdi, 25 Nisan 1910’da yâver-i ekrem pâyesi
aldı, nâzırlığını Hakkı Paşa’nın 29 Eylül 1911’deki istifasının ardından Said Paşa’nın kurduğu iki hükümette de muhafaza etti ve iktidann asıl sahibi olan İttihad ve Terakki ile devam eden anlaşmazlıklarının artması üzerine 9 Temmuz 1912’de Harbiye Nâzırlı- ğı’ndan istifasını verdi.
Mahmud Şevket Paşa’nm Harbiye Nâzırlığı mücadeleler içerisinde geçmişti. Maliye Vekâleti ile arasında devamlı surette anlaşmazlıklar çıkmış, hakkında o dönem parlamento tarihimizin önemli sayfalarından birini teşkil eden bir gensoru verilmiş, Ittihadçılar’ın kontrolündeki Meclis’te bir hayli sıkıştırılmıştır ama istifanın asıl sebebi Paşa’nın orduyu siyasetten uzak tutma çabası ve bu çaba- smda muvaffak olamamasıdır.
Paşa’nm askeri siyasetten uzaklaştırma teşebbüsü mevcudiyetini ve bütün gücünü kendisini destekleyen subaylara borçlu bulunan ve ordunun desteğini kaybettiği takdirde bir hiçten ibaret kalacak olan ittihad ve Terakki için kabul edilemeyecek bir harekettir ve bir taraftan Halâskâr Zâbitan grubu ile uğraşan Paşa, istifasını Ittihadçılarin talebi ve zorlamaları üzerine hemen verecektir.[7]
Aralannda Mustafa Kemal,[8] ismet (İnönü) ve Fethi (Okyar) Bey-
ler gibi o dönemin bazı genç subayları da Mahmud Şevket Paşa gibi düşünmekte, askerin siyasetin dışında kalmasını istemektedirler ama başta hükümet olmak üzere hemen her yerde artık Ittihad ve Terakki’nin başta Enver Bey olmak üzere önde gelen asker kadrosunun sözü geçmektedir.
Mahmud Şevket Paşa’nm ordunun siyasetin içerisinde yeral- masından ve müdahalelerde bulunmasından hissettiği sıkıntının benzeri ile sonraki senelerin Türkiye’sinde Adnan Menderes ve Cemal Gürsel de karşılaşacak, hattâ aynı sıkıntı son senelere kadar devam edecektir.9
Mahmud Şevket Paşa ile Ittihad ve Terakki’nin arası bu istifadan sonra daha da açılacak ama Ittihadçılar altı ay sonra yaptıklan Bâbıâlî baskınının ardından sadrazamlığı her ne hikmetse Paşa’ya teklif edecekler, Paşa teklifi kabul edecek ama sadaret günlüğünün birçok yerinde îttihadçılar’a ve siyaset ile alâkadar olan askere veryansın etmekten geri kalmayacak, “... bizde her fenalık zâbitândan, o kıymetsiz, malûmatsız, ekseriyet üzere rüzelâ ve edânîden mürekkep olan hey’et-i zâbitândan çıkar” diye yazacaktır.10
Mahmud Şevket Paşa’nm, İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nâzın olduğu sırada verdiği yanlış bir karann neticesinde devlet büyük miktarda toprak kaybedecek ve Libya elimizden gidecektir.
Daha on ay evvel benim gibi naçiz bir kolağasını mecbur-ı sükût ve dûçâr-ı atalet etmeye ve makasıd-ı hafiyesini te’min için etrafını saran bir sürü beyinsizlere kafa sallamakla dem-güzâr olmaya ve budala gibi, bir ahk gibi kukla vaziyetinde entrika cereyanlanna tesHm-i nefs eylemeye nza göstermekten ise daha o zaman makamım ehline terketmek elbette doğru olurdu. Meslek hareketi doğru idi ise şimdi göstereceği vaziyet, sebat ve fedakâr olacaktı. Umür-ı miham-ı devleti çocuk oyuncağı mı zannediyordu?
Bizim vaziyet-i askeriyemizde bir tebeddül yokdur. Siyasetimiz müsait ise biz taleb olunduğu kadar sebat ve mukavemete muktediriz. Yalnız, erbâb-ı siyasetin, memleketi büsbütün tarumar olmaktan sıyanet için gözlerini dört açması lâzımdır.
Deme Kuvvetleri Kumandanı
M. Kemal”(“Son Sadrazamlar”, sah: 1871).
Mustafa Kemal, mektubunda geçen “idama mahkûm edildim” ifadesi ile Ittihad ve Terakki’nin kararlarına karşı çıktığı için cemiyet tarafından ölümüne karar verilmiş olmasını kastediyor. Cemiyet infaz emrini Halil Bey’e (Kut) vermiş ama Halil Bey emri yerine getirmemiştir. Konu hakkında Halil Kut’un Akşam Ga- zetesi’nde Şevket Süreyya Aydemir tarafından yayınlanan hatıralarının 81 numaralı tefrikasına (“Son Osmanlı Paşası Halil Paşa’nm Hatıralan”, Akşam, 29 Aralık 1967 tarihli nüsha) ve hadise ile ilgili bir tartışma için de Kılıç Ali’nin Milliyet’te yayınlanmış olan hatıralanna karşı Halil Kut’un gönderdiği tavzih metnine bakınız (Milliyet, 6 Kasım 1951 tarihli nüsha).
9 Adnan Menderes ve Cemal Gürsel bahisleri için Glen Wilfred Swanson’a balanız: “Mahmud Şevket Paşa and the Defence...”, sah: 78.
10 Sadaret Günlüğü’ne 17 Mayıs 329 (30 Mayıs 1913)’da yazdıkları.
Sultan Abdülhamid zamanında bugün Libya’nın hudutlan içerisindeki Trablusgarb ve Bingazi’nin iki tarafındaki topraklar, yani Mısır ile Tunus, İngiliz ve Fransız işgali altında bulunduğu için Libya’ya bir başka devletin taarruzu hâlinde asker ve mühimmat şevkinin zor olacağı düşünülmüş, oradaki birliklerin başına muktedir bir kumandan olan Recep Paşa getirilmiş, aynı vazife Meşrutiyet’ten sonra İbrahim Paşaca verilmişti.
Italyanlar, Hakkı Paşa Hükümeti’nin Hariciye Vekili Rıfat Paşaca vali ve kumandan İbrahim Paşa’nın idaresinden devamlı olarak şikâyette bulunuyorlardı. Rıfat Paşa’nın, Italyanlar’ın şikâyetlerini Dahiliye Nâzın Halil Bey ile Harbiye Nâzın Mahmud Şevket Paşaca defalarca nakletmesi üzerine hükümet İtalyan- lar’ın taleplerine daha fazla direnemedi ve İbrahim Paşa’mn Trablus’tan çekilmesi kararlaştırıldı.
Mahmud Şevket Paşa da o günlerde bir başka hata etti, İtal- ya’nm Libya ile ilgili emellerinin apaçık görünmesine rağmen Libya’daki asker ile mühimmatın Yemen’e sevkedilmesi emrini verdi. Trablusgarp Kumandanı İbrahim Paşa’mn, askerin çekilmesi ka- rannın bölgenin İtalyanlar’a tesliminden başka bir şey olmayacağı yolunda Harbiye Nezâreti’ne gönderdiği uyanlara da kulak asılmadı, Kuloğullan teşkilâtı ilga edildi, depolardaki silâhlar İstanbul’a getirildi, dört tabur asker Yemen’e gönderildi ve Trablus’ta jandarma vazifesi görmesi için az sayıda asker bırakıldı.
Bu, her türlü müdafaadan mahrum kalan bölgenin İtalyanlar’a açıkça teslim edilmesi demekti ve netice öyle oldu. Libya’daki İtalyan vatandaşlanna karşı fena muamelede bulunulduğunu iddia ederek 1911 Eylülünde güçlü bir donanma ile Trablus’a çıkan İtalyanlar şehrin merkezi ile sahildeki askeri mevzileri işgal ettiler ve İstanbul’a verdikleri nota ile de “İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı harp ilân ettiklerini” duyurdular."
Devlet sonraki günlerde Enver Bey, Mustafa Kemal Bey ve Şehzade Osman Fuad Efendi gibi gönüllü subayların Libya’ya giderek yerli halkın da iştirak ettiği bir direniş hareketi başlatmala- nna rağmen işgalin ardından patlayan Balkan Savaşı yüzünden Libya’ya asker ve yardım sevkedilemeyecek ve 15 Ekim 1912’de İtalya ile imzaladığımız Uşi Anlaş malan ile Libya elimizden çıkacaktı.
Balkan Harbi devam ederken Alasonya Ordusu Kumandanlı- ğı’na tayin edilen Mahmud Şevket Paşa ise bu vazifeyi kabul etmeyerek yine istifa edecek, yerine getirilen jandarmadan Haşan Tahsin Paşa ise Selânik’i Yunan birliklerine teslim edecek, Mahmud Şevket Paşa da ordu kumandanlığını kabul etmememesinin sebebini soranlara “Canım efendim ne yapayım? Bu, benim şöhretimi
" İbnülemin, “Son Sadrazamlar", sah: 1774.
ve şeref-i askerîmi ihlâl için yapılmıştı. Şöhretimi nasıl feda ederim?”
cevabını verecekti.[12]
Sert tavırları ile tanınan Mahmud Şevket Paşa’nın bir milletvekilinin “Sıkıyönetimin ne zaman kaldınlacağı” sorusuna cevabı da “Biz koyduk, biz kaldınnz” olacaktı.
Mahmud Şevket Paşa, Ittihadçılar’ın 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’yi basarak Kâmil Paşayı sadaretten uzaklaştırmalarının ardından aym gün Harbiye Nazırlığı da uhdesinde olarak sadrazamlığa getirildi,[13] sadareti 4 ay 19 gün gün sürdü; 11 Haziran 1913’te Di- vanyolu’nda uğradığı bir suikast neticesinde öldürüldü ve suikasti düzenlemekle suçlananlardan on ikisi yargılanmalarının ardından idam edildiler.[14]
tâ sabıkalı âdî suçluların bulunduğu sekiz yüzden fazla muhalif Bahr-ı Cedîd Vapuru ile Sinop’a sürülecek, bu toplu sürgünü daha sonra başka sürgünler takip edecektir.
Refi Cevad Ulunay, Mahmud Şevket Paşa’mn katline düşürülen, ilk üç mısraları farklı ama tarih mısraları aynı olan ve Hicri 1331’i gösteren iki ayn tarih kıt’ası veriyor:
Ulunay’ın yayınladığı tarih kıt’alannın ilki şudur:
Sadr-ı zemâne Mahmûd Şevketi Dün mülhak oldu ehl-i kubûra Kurşunla yolda maktül olunca Adl-i İlâhî geldi zuhura[15]
îlk üç mısraı değişik ama tarih mısraı aym olan ikinci kıt’a da şöyledir:
Cins-i amelden buldu cezâyı Kıymıştı çok nefs-i bî-kusûra Hâtifden erdi târih-i tâmı
Adl-i İlâhi geldi zuhura[16]
Mahmud Şevket Paşa, askerliğinin ve politikacılığının yamsıra çok sayıda da yayın yapmış nâdir devlet adamlarımızdandır, roman tercümelerinden teknik kitaplara kadar hayli eser vermiş yahut tercüme etmiştir ve “Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyyesi” isimli kitabı, konusundaki önemli kaynaklardan biri olma özelliğini bugün de muhafaza etmektedir.
Paşa’nm tesbit edebildiğim yayınlarım üzerlerindeki neşir tarihlerine göre, ancak Hicrî-Milâdî ayınmı yapmadan aşağıda veriyorum:
Abbé Prévost’tan tercüme ettiği “Manon Lesko” {roman, 1297), Alphonse Karr’dan tercüme ettiği “Ihlamur Altı” (roman, 1298), Jean De- puis’den tercüme ettiği “Lâland’ın Cedâviline Nazaran Beş Âşar Mertebesine Kadar Hesap
Olunmuş Logaritma Cedâuili”
(1301), Eugene Sue’den tercüme ettiği “Muhabbet Çocukları” (roman, 1301), Colmar Freiherr von der Goltz Paşa’dan tercüme ettiği “Seferber Zâbitâna Mahsus Muhtıra” (1301), “Fenn-iEsliha” (1301), F. I. C.’den tercüme ettiği “Usül-i Hendese” (1302, ikinci cildinin tercümesi Haşan Fuad ile
1304’te), “Asâkir-i Şâhâne’nin Piyade Sınıfina Mahsus 87 Modeli Mükerrer
Ateşli Mavzer Tüfeği”
(1303), “Mükerrer Ateşli Tüfekler”
(1308), “Küçük Çaplı Mavzer Tüfekleri Risalesi” (1311), “Küçük Çaplı Mavzer Tüfeklerine Mahsus Atlas” (1311), Alexandre Dumas’dan tercüme ettiği “La Dam o Kamelya” (roman, 1318), “Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyyesi” (1325).
Mahmud Şevket Paşa, günlüğünü kaleme almaya başladığı 10 Kâ- nunsânî 1328 (23 Ocak 1913)’de perakende evrakından bahsediyor, ancak bu evrakın bugün çok az bir kısmı elimizde bulunuyor.
Paşa’nm askerî yazışmalanndan bazdan Genelkurmay Arşivi’nde- dir, Türk Tarih Kurumu’nda 214 adet evrakı vardır, özel kolleksiyon- larda da yine ona ait bazı belgeler mevcuttur, yani şahsî arşivi toplu halde muhafaza edüememiş ve dağılmıştır.[17]
Günlüğün 1965’e uzanan yayın macerası şöyledir:
İstanbul gazetelerinde, 1964 Aralık’ının son günlerinde bir ilân çıktı. “Hâdise!...”başlıklı üânda “Mahmut Şevket Paşa’nın günlük not defteri bulundu!... Hayat, yılbaşı fevkalâde sayısında bu mühim vesikayı okuyuculanna takdim ediyor. Balkan Harbi’nin en feci günlerini, kabine içinde kalan en gizli targflariyle, tarihimizde günlük not defteri tutan ilk Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın kaleminden. Hayat Mec- muası’nda okuyunuz”deniyordu.'6
Yaym, Hayat Dergisi’nin 1 Ocak 1965 tarihli sayısında başladı ve
derginin 29 Temmuz tarihli nüshası da dahil olmak üzere 31 hafta
boyunca devam etti. Metnin dilinin sadeleştirildiği hemen belli
oluyordu, günlüğün nereden temin edüdiği de dgdi olarak defterlerin
Paşa’nm eşi Ddşad Hanım’da bulunduğu şeklindeki not dışında bir bilgi
verilmemişti[18]
ve Paşa’nın elyazısı de olan orijinal metnin tek bir
sayfasının olsun görüntüsü de yayınlanmamıştı.
Günlük üzerindeki kuşku bulutu, işte bu bilinmezlerden kaynaklanıyordu; üstelik tefrikada metni yayma hazırlayanın ismi de yoktu.
Yayınm, o senelerde çıkan Hayat Tarih Mecmuası’nm başında bulunan Yılmaz Öztuna tarafından yapıldığı, Öztuna’nın seneler sonra neşrettiği bir yaym listesi sayesinde öğrenildi.20
Hayat Mecmuası’ndaki tefrika daha sonra sunuş yazılan, arabaş- lıklar ve fotoğraflar ilâvesi ile ve fasıllara ayrılarak, fakat metin aynen kalmak şartiyle iki defa kitap halinde yayınlandı21 ama bu yayınlar ile elinizdeki bu kitaptaki orijinal metin arasında önemli farklar vardı.
tik yayının bazı bölümleri ile aynı bölümlerin elyazması nüshanın orijinalinde yazdı olan şekillerini aşağıda yanyana vererek asıl metin ile ilk yaym arasındaki farklan mukayeseli şekilde göstermeden önce açık şekilde ifade edeyim: Mahmud Şevket Paşa’nın 1965’te Hayat Mecmuası’nda yayınlanan ve daha sonra iki defa kitap olarak basılan günlüğünün metni, Paşanın elyazısı de olan orijinal metinden uzaktır, bazı yerleri yayınlanmamıştır, günümüz Türkçesi’ne nakledderek yayınlanan kısımlarda sık sık anlam kaymalarına rastlanmaktadır, üstelik metnin birçok yerine müdahalelerde bulunulup keyfî üâveler yapıldığı için o yerlerde Paşa’nın yazdıkları bambaşka bir şekle bürünmüş, mânâ tamamen değişmiştir.
Aşağıda, Paşa’nm günlüğünün bazı bölümlerinin orijinal metinleri de bu metinlerin Hayat Dergisi’nde yayınlanmış halleri, metin üzerinde yapdan lüzumsuz tasarruflann kolayca mukayese edilebilmesi için yanyana yeralmaktadır:
8 (21) Şubat 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
21 Şubat Cuma günü, Fethi ve Mustafa Kemal Beyler’den birer mektup aldım. Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, mektuplannda aynı dili kullanıyorlar ve Enver Bey’i İstanbul’a almamı istemiyorlar, aksi takdirde zabitler arasında rekabet doğacağım |
20 Yılmaz Öztuna, “Devletler ve Hanedanlar. İslâm Devletleri”, cild: 1, genişletilmiş 2. baskı, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara 1996, sah: 1043. öztuna, referansım verdiğim sayfadaki “Müellifin Diğer Eserleri” başlıklı listede “Mahmûd Şevket Paşa’nın Günlük Not Defteri, Hayat mecmuasında tefrika, 1965 (metin neşri), kitap şeklinde: İstanbul 1988, 224 s. (5.000 tiraj)” ifadesi ile Paşa’nm günlüğünü yayınlanan kişinin kendisi olduğunu, 1998’de çıkan ve üzerinde yine yayınlayanın ismi bulunmayan kitabın da kendisine ait bulunduğunu yazıyor.
21 “Sadrazam ve Harbiye Nâzın Mahmud Şevket Paşa’nın Günlüğü”, Arba Yaym- ları, İstanbul, Kasım 1988 ve “Harbiye Nâzın Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2001. Bu ikinci yayınm metni de öncekiler ile aynıdır ama üzerinde “Derleyen: Adem Sarıgöl” ibaresi konmuştur.
Bolayır Kolordusu erkân-ı harbiye riyâsetine tayini ve Enver Bey’in de İstanbul’a alınması ile hall-i mes’elenin Enver Bey ile aralarında bir şahsiyet mes’elesi tevlid edeceği ve binaenaleyh böyle gayr-i kati tedâbirin ittihaz edilmemesi istirhamında bulunduklannı ve Fahri Paşa ile bir emniyet-i mütekabile hâsıl etmiş olduklanndan bunun ihlâl olunmamasını ve eşlem çare olarak Fahri Paşa ile beraber her ikisinin de oradan kaldırılmalarından ibaret olduğunu yazıyorlar idi.
İzzet Paşa ise mes’elenin öyle zannolunduğu gibi basit olmadığını ve binaenaleyh İstanbul’a avdetimde müzakere yoluyla ittihaz-ı tedâbir olunmasının daha muvafık olacağım yazıyor idi.
Bunun, fikrimce zaten ihtiyat kolordusu olan Onuncu Kolordu’nun İstanbul’a aldınlmasını ve bu suretle Hurşid Paşa ile Enver Bey’in de Gelibolu’dan alınmasını münasip gördüm. Çünki diğerlerinin iş’an terviç olunacak olursa Fahri Paşa ile Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, Dersaadet’e avdette ötede beride ve hattâ kısmen muvacehemde izhar ettikleri veçhile askerden bil-ıstıfâ bir vaz’-ı muhalefetkâri alacaklan ve buna vâkıf olacak muhalifinin bundan istifadeye kıyâm ile bir ikinci Sadık Bey mes’elesinin tahaddüs edeceğini teyakkun ettim. İyisi onlan şimdilik orada ibka ile ahlâkı daha ziyade şâyan-ı itimad olan Fethi Bey’i diğer ikisinden ayırmak ve bu suretle kuvvetlerini zayıflatarak çıkarmalan muhtemel olan gailenin önünü almak olduğundan bu veçhile müteenniyâne hareketi münasip gördüm ve Hurşid Paşa ile Enver Bey’i de vapura davetle keyfiyetten onlan da âgâh ettim ve Enver Bey’i tebdilât hakkında tefevvûhatta bulunmuş olmasından dolayı biraz muâheze ettim. Tebdilâtın kendi tarafindan telkin olunduğunu anlamalan üzerine tesirsiz kalacağını anlattım. Tasdik
yazıyorlardı. En iyi çare olarak da hem Fahri Paşa’nm, hem de Enver Bey’in şimdiki vazifelerinden almmalannı gösteriyorlardı. İzzet Paşa’dan gelen telgrafta ise, meselenin sandığım kadar basit olmadığı, İstanbul’a geldiğim zaman bu mevzuu benimle görüşeceği yazılıydı.
Neticede, X. Kolordunun İstanbul’a getirilmesine, Hurşit Paşa ile Enver Bey’in de Gelibolu’dan alınmalarına karar verdim. Aksi takdirde Fahri Paşa ile Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, İstanbul’a geldikleri zaman, muhalif bir tavır takınacaklardı. Bu kumandanlann böyle bir tavır takmmalan da, muhaliflerin yaranna olurdu. İkinci bir Sadık Bey meselesi çıkabilirdi. Ahlâkı daha fazla itimada şayan olan Fethi Bey’i arkadaşlanndan ayırmak suretiyle zayıf durumda bırakabilirsem, çıkması muhtemel bir gailenin önü alınmış olurdu.
Hurşit Paşa ile Enver Bey’i vapura çağırdım. Keyfiyeti kendilerine anlattım. Enver Bey’i boşboğazlık ettiği için biraz azarladım. O da X. Kolordunun İstanbul’a alınmasının daha münasip olacağı fikrindeydi. Saat 10.30’da Gelibolu’dan hareket ettik.
Vapurla İstanbul’a giderken de çalıştım. İstanbul’a çıktım. BabIâli'ye geldim. Bahriye Nâzın Mahmut Paşa ile Hâdi Paşa beni bekliyorlardı. Bu Paşalan, benimle görüşmek üzere, başkumandan vekili İzzet Paşa Hadımköyü’nden yollamıştı. Paşalar, İzzet Paşa’dan aldıklan talimat gereğince bana dediler ki:
- Enver Bey, İstanbul’a karargâha alınırsa, izzet Paşa istifa etmek zorunda kalacaktır. Çünkü Enver Bey, karargâhı umumîde siyasetle uğraşacaktır.
etti. Onuncu Kolordu’nun İstanbul’a alınmasını daha muvafık buldu. Saat on buçukta Gelibolu’dan hareket ettik.
Esna-yı râhta vapurda mütedahil işlerimi gördüm. Çantamı düzelttim.
Sekiz buçukta İstanbul’a muvasalatla BabIâli’ye geldim. Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ile Hâdi Paşa beni bekliyorlardı. Başkumandan Vekili İzzet Paşa tarafından benimle müzakeratta bulunmak üzere Hadımköyü’nden gelmişler idi.
Enver Bey karargâh-ı umumîyeye memur olduğu halde umûr-ı askeriyeye müdahalâtta bulunacağı beyaniyle şu halde İzzet Paşa’nın istifa edeceğini söylediler. Halbuki ben Gelibolu’da iken bundan sarf-ı nazar etmiş idim. Onuncu Kolordu’nun Bandırmaca veyahut Küçükçekmece veya Ayastefanos’a aldınlmasmı kendilerine söyledim. İzzet Paşaya söyleyeceklerini bildirdiler.
Badehu, Diran Kelekyan Efendi geldi. Onunla da görüştüm. Bermutad bedbin idi. Kabinenin biri sulh diğeri harp tarafdan olmak üzere ikiye ayrıldığının ve yirmi otuz gemi Yunan askerinin Ayvalık’a çıktıkları şehirde şâyî olduğunu haber verdi. İkisinin de aslı olmadığını kendisine cevaben söyledim ise de kabine hakkındaki şayia esassız değil idi.
10 (23) Şubat 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
10 Şubat 328 Pazar: öğleye kadar Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i âdiye ile meşgul oldum. Londra Sefiri Tevfik Paşa ile Londra’da bulunan Hakkı Paşaya yazılacak telgrafnameleri tesvîd ettim. Tevfik Paşaya şöyle diyordum: “Edirne’nin sukutuna on-onbeş gün vardır. Bunun sukutundan evvel sulh yapmayı faydalı görüyoruz. Bu |
23 Şubat Pazar günü öğleye kadar Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Londra Büyükelçimiz Tevfik Paşaya şöyle bir telgraf gönderdim: “Edirne’nin düşmesine 10-15 gün kalmıştır. Şehrin düşmesinden önce sulh yapmayı faydalı görüyoruz. Bu sebeple Edirne'yi bırakmak mecburiyetindeyiz. Yalnız Edirne’deki askerimizin, silâhlanyla beraber |
sebepten Edirne’yi terke mecburiyet hissetmekteyiz. Ancak askerimizin silâhlariyle muazzezen çıkmalanna veyahut mütareke akdi akabinde kaleye zahire isâline, tazminat-ı harbiye tediye etmemekliğimize, Düyûn-ı Umumîye hissesinin suret-i adilâne tefrik ve....................... olunmasına, hududun İğneada, Babaeski, Lüleburgaz bizde kalmak üzere San Stefanos’tan Tunca’ya kadar imtidâd etmesine ve memâlik-i mazbatadaki ehl-i İslâm hukukunun ve evkaf-ı İslâmiye’nin mahfuziyetine ve Edime ile Kırkkiiiseleri’nin tahribiyle bâdema adem-i inşasına müttefiklerce ve yüzde dört gümrük resmi ve patent resmi tediyesiyle menâfi-i iktisadiye teminine ve müzakeratın nihayete kadar mektumiyetine düvel-i muazzamanın evvel-be-evvel muvafakat edip etmeyeceklerini öğrenmek isteriz”.
Hakkı Paşaya yazdığım telgrafname de muhtasaran şu mealde idi: “Sir Edward Grey, Kâmil Paşa kabinesine Edirne’nin bitaraflığına çalışacağını vaad etmiş idi Bu vaadi infaz edecek halde midir? Edirne'ye mukabil ahali-i Müslime ile meskûn olan Gümülcine’nin bize verilip verilemeyeceğini de öğrenmek isteriz. Bu bâbda tedkikatta bulunarak neticesini bize yazınız. Tevfik Paşa’ya yazdığımız dairede müşarileyhle tevhid-i mesai eyleyiniz".
Meclis-i Vükelâ in’ikad eyledikte yine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Nafıa Nâzın Besarya Efendi, Fransızca tertip ettiği bir cevabı okudu. Oldukça iyi idi.
Posta Nâzın Oskan fikrime muvafık surette teşrih-i mes’ele ile Edirne’yi terk ile akd-i sulhü iltizâm etti. Dahiliye Nâzın Hacı Âdil, Edirne’nin sukutundan sonra akd-i sulhü iltizâm eyledi. Ru zât bana akıllı görünür idi. Oldukça selâmet-i fikir sahibi olduğuna kani idim. İttihad ve Terakki Fırkası menfaatine de
çıkmasını temin etmemiz şarttır. Haricî borçlanmızın, bu harpte kaybettiğimiz topraklan paylaşan Balkan devletlerinin hisselerine düşen kısmının da onlarca ödenmesi lâzımdır. Bıraktığımız memleketlerdeki Müslümanlar’ın hukuk ve mallarının muhafazası da gerekir. Bu suretle Edirne ve Kırkkilise (Kırklareli) Bulgaristan’da, Babaeski ile Lüleburgaz bizde kalmış olur. Bu şartlarla sulh müzakerelerine girişmeye mezunsunuz. Bu arada Gümûlcineyi kurtarabilirsek, bizim için faydah olur.”
öğleden sonra Babıâliye gittim. Kabine toplandı. Yalnız Şûrayı Devlet Reisi Said Paşa gelmemişti Kabine, ittifakla sulh karan aldı. Tekrar Harbiye Nezâreti’ne döndüm ve gece orada yattım.
tevafuk etmeyen şu teklifine pek hayran kaldım. Nihayet evvelâ sulh akdolunup olunmaması ve saniyen Edirne’nin terki cihetine bi’z-zarûre gidilip gidilmemesi hakkında rey toplamaya başladım. Akd-i sulh hususunda hey’et-i vükelâ müttefik kaldı (Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa o gün gelmemiş idi). Edirne’nin terki hususuna bazı şerâit dairesinde muvafakat edeceğini Maarif Nâzın Şükrü Rey ileri sürdü. Şerâit[in] bazısı benim tesvîd ettiğim telgrafnamedeki şerâite benziyor idi. Binaenaleyh yazdığım telgrafhameleri okudum. Hitam-ı kıraatte bu telgrafhanelerin keşidesi emrinde umum vükelâ ittifak etti. Hariciye Nâzın Said Paşa ile Besarya Efendi telgrafnamelerin Fransızca'ya tercümesine memur edildiler. Bu esnada şâir vükelâ da sabık kabine zamanından kalma bazı evrak muamelâtiyle iştigal etti.
Sekizde meclise nihayet verildi. Gece, Harbiye Nezâreti’nde yattım.
8 (21) Nisan 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
8 Nisan 329 Pazartesi: Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Avusturya ataşemiliteri ile görüştüm. Mûmâileyh, Avusturya General Konsolosu’nun hanesindeki muhâvereyi itmâm ettiğimizi beyan etti. Balkan müttefikleri arasındaki ihtilâfattan, Yunanistan’m Selânik’te, Sırbistan Vardar’ın sağ ve Bulgaristan’ın sol sahilinde asker cem’ etmelerinden bahisle bunların arasında müsademat vukuu takdirinde ne yapacağımızı sordu. “Seyirci durmak icap etmez mi?” dedim. “Hayır. Bulgarlar’a yardım etmeniz ve onlardan Avrupa’da daha müsait bir hudud istihsali üe beraber Adalar’ı kurtarmanız münasip olur zannederim"dedi. Bu mütalâa doğru |
21 Nisan Pazartesi sabahı Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Avusturya ataşemiliteri geldi. Dedi ki: - Bulgarlarla, müttefikleri Sırplar ve Yunanlılar arasında silâhlı bir anlaşmazlık çıkması mümkündür. Bu durumda siz ne yaparsınız? - Tarafsız kalmamız icap etmez mi? diye sordum. - Bulgarlarla beraber olup Yunanlılara karşı savaşmanız daha münasip olur kanaatindeyim. Bu suretle Ege Adalan’nı Yunanlılardan kurtarabileceğiniz gibi, Bulgarlar da, Yunanlılar'dan alacakları Selânik’e karşılık, Doğu Trakya’nm tamamım size bırakabilirler, dedi. - Bizce Bulgarların zayıf düşmesi, çok daha iyidir. Diğer Balkanlılar, |
idi. Lâkin, ahvâl-i siyasiye buna müsait olur mu? Avrupa’ca ne yolda telâkki olunur? Vilâyat-ı şarkiye ve Suriye ahvâli buna müsaade eder mi? Buraları şâyan-ı tedkik idi. Binaenaleyh ceffelkalem münasiptir denemez idi. “Bulgarlar’ın zayıf düşmeleri bizim için daha faydalıdır. Onun için seyirci kalmalıyız" dedim. “Fakat sizin müstakbel müttefikinizin zayıf düşmesini ister misiniz?" dedi. “Zayıf düşmelidir ki iyi müttefik olsun" dedim.
Bulgarlar’ın atiyen[22] iyi geçinmeyeceklerini, Avusturya ve bizimle iyi geçinmeye ve belki ittifak etmeye mecbur olduklarım söyledi. “Çünki, Sırplar büyürlerse on milyonu geçerler. Halbuki Bulgarlar beş milyonda kalırlar" dedi ve Bulgarlar’m istiklâllerini muhafaza için Ruslarla birleşemeyeceklerini iddia etti.
“Öyledir fakat Avusturya-Macaristan tâbiiyyetinde bulunan Slavlar onun tâbiiyyetinde kalacaklarına Ruslarla birleşmeyi arzu ederler" dedim.
Badehu, saraya gittim. Cülûs-ı hümâyun günü yapılacak merasim hakkında icap edenlerle müzakere ettim. Zât-ı şahane büyük merasim ve şenlik icrasmı arzu buyurmuyorlar idi. Muhtasar bir program tertip edildi.
Yıldızda bulunan polis mektebinin saray için terki emir buyurulduğundan ve başka bir bina mevcut olmadığından Valdebağı’ndaki[23] köşkün muvakkaten terkini istirham ettim.
Huzur-ı hümâyunda emlâk-i hâkaniyeden bahsedildi ve emlâk-i mezkûrenin bir listesi Sabit Bey’e kıraat ettirildi. Ahvâl hakkmda da arz-ı malûmat ettim.
Oradan veliahda uğradım. Mecid Efendi’nin İngiltere Sefarethanesi’ni ziyaret etmesi mevzubahis oldu. Şehzadegânm böyle sefirlere gitmeleri
Bulgaristan’a nispetle askerî bakımdan ikinci derecede gelirler.
- Göreceksiniz, Bulgaristan yakında siyasetini değiştirmeye mecbur olacaktır. Şimdi Rusya ile işbirliği yaptığına bakmayın. Avusturya ve Türkiye'ye yanaşmaya mecbur olacaktır. Çünkü en büyük rakibi Sırbistan’ı Rusya, bize (Avusturya'ya) karşı şiddetle tutuyor. Sırbistan’ın büyümemesi, Bulgaristan için hayatî bir problemdir. Çünkü büyük bir Sırbistan, 10 milyon nüfusu toplayabilir. Bulgaristan’m ise 5 milyonu geçmesi müşküldür.
Harbiye Nezâreti’nden Saraya gittim. Padişahın tahta geçme yıl dönümü için yapılacak merasimi gözden geçirdim. Zatı Şahane etraflı ve büyük bir merasimin yapılmasım arzu buyurmadıklannı ifade ettiler, iradeleri mucibince, muhtasar bir program yapıldı.
Huzurdan çıktım. Veliahda uğradım. Dedim ki:
- Biraderiniz Şehzade Abdülmecid Efendi, İngiltere Sefarethanesine gidip Büyükelçiyi ziyaret etmiş. Şehzadelerin böyle sefirlerle görüşmelerini münasip bulmuyorum. Hanedana olan ubudiyetim (kulluğum) malûmdur; Öyle olduğu halde, birçok hanedan âzası işlerimi zorlaştırıyor.
Veliaht, kardeşini ikaz edeceğini söyledi. BabIâli’ye gelip büyükelçileri kabule başladım. Sırasıyla Avusturya, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve Rusya büyükelçileri ile görüştüm. Almanya Sefiri Baron von Wangenheim, Goeben zırhlısımn İstanbul’dan sonra başka bir limanımıza, Beyrut’a dostluk ziyareti yapacağmı söyledi. Bize karşı Bulgaristan’ı tutan Fransa’mn büyükelçisi Mösyö Bompard, Balkanlı müttefikler arasında anlaşmazlık olduğu rivayetlerine inanmama-
caiz olmadığını, ben memlekete ve dolayısiyle hanedana çalıştığım ve onlara sadakat ve ubûdiyetim malûm olduğu halde onların bana yardım etmemeleri insafsızlık idüğünü izah ettim. Müşarileyhin nazar-ı dikkatini celbedeceğini vaad etti. Badehu, Bâbıâlî'ye gelerek sûferâyı kabul ettim.
Avustuıya Sefiri: Balkanlılar beynindeki ihtilâfattan, bunlann arasındaki rekabetten istifadeye kalkışmamaklığımızdan askerimizi terhis ile hemen ıslahata başlayarak ahvâl-i dâhiliyemizi tarsîn etmeye gayret etmekliğimizden, yapılacak büyük istikrazda şimendiferler inşası için para istikraz eylemek lüzumundan bahsetti.
İngiltere Sefiri: Mahûd petrol mes’elesinden, Muhammere hududundan, Nureddin Efendi’nin validesinin yolsuzluğundan, Levant Herald’m tatili biraz şiddetli olduğundan bahsetti. Petrol madeni imtiyazmda İngilizler’e, Almanlar’a nisbeten daha büyük bir mevki vermeye çalışacağımı, Muhammere hududu işinde daha müsaadekârane davranacağımızı, Levant Herald mes’elesini de düşüneceğimizi söyledim.
Almanya Sefiri: Vilâyat-ı şarkiyede İngilizler’in istihdamı pek iyi bir tedbir olduğunu, Goben sefinesini Beyrut’a gönderdiğini, Dûyûn-ı Umumiye İdaresi’nden dahi Paris Maliye Komisyonu’na bir memur gönderilmesi münasip olacağım söyledi.
Fransız Sefiri: Düyûn-ı Umumîye İdaresi’nden memur gönderilmesinin faydası olduğunu, çûnki en ziyade alâkadar taraf bizim olduğumuzu, Balkanlılar arasında ihtilâfât varsa da bunun beynlerinde harbi mûcib olacağına zâhib olmak hatâ olup bilâhare herhalde uzlaşacaklarım yani bundan istifadeye kalkışmaklığımız münasip olmayacağını temhîd etti.
mı, güya dostça tavsiye, etti. İtalya Büyükelçisi, Libya’da Şeyh Sünusi’nin İtalyanlarla harbe devam ettiğinden yalandı.
Sefirlerden sonra Bahriye Nâzın ile görüştüm. Brezilya’dan almayı tasarladığımız iki zırhlı meselesini görüştük. Zırhlılann on ikişer adet 30,5 ve yirmi ikişer adet 12 santimetrelik toplan vardı. Bu, maksada kâfi bir deniz kuvveti teşkil ediyordu. Yeni zırhlılar siparişine muvaffak olamadığımız takdirde, bu gemilerin satın alınmasının icap ettiğinde birleştik. İstanbul tersanesinin genişletilmesini ve İzmit’te yeni bir tersanenin yapılmasım da konuştuk.
Sabah gazetesi başmuharriri Diran Kelekyan geldi. Şehzade Mecid Efendi’nin İngiltere Büyükelçisi ile görüştüğünü yalnız Sabah yazmıştı. Bu gibi şeyleri gazeteye koymaması için Diran Kelekyan’a ihtarda bulundum.
İtalya Sefiri: Sûnusî’nin ttalyanlar aleyhinde bir beyanname neşrettiğini ve bunun gerek Italyanlar ve gerek menâfiini muhafaza menfaatimiz icabından olduğu için bizim için muvafik olmadığım beyan etti. Sünusî işi için Salem Efendi ile görüştüğümü ve bu bâbda mûmâileyh tarafindan kendisine izahat verileceğini ve Karasu Efendi boşboğaz olduğu için ona çok itimad etmemesini söyledim.
Rus Sefiri: Ayın onunda tatil-i muhasamat müddeti münkazi olacağından hemen yanndan itibaren tecdidi münasip olacağım beyan etti. O yolda izzet Paşaca şifre yazdım. Rus Sefiri gazetelerde Anadolu şimendiferlerinin mevzubahis edildiğini ve halbuki bu bâbda aramızda başka suretle sözleşildiğini temhîd etti. Gazetelerdeki malûmatın doğru olmadığım, Ankara-Sivas hattının inşası esasen Almanlar’a ait olduğunu söyledim. Ankara-Sivas değil, Ankara-Kayseri-Sivas hattının Almanlar’a ait olduğunu cevaben beyan eyledi ki, doğrudur.
Badehu, Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ve Amiral Limpus Paşa ile müzakeratta bulundum. Brezilyalılar’ın füruht etmekte olduklan iki dritnotu mübayaa etmeyi münasip olup olmadığını sordum. Bunlarda onikişer adet 30.5 ve yirmiikişer adet 12 santimetrelik toplar mevcut olup her iki çapın bugünkü makasıda kâfi olduğunu ve binaenaleyh bunlann mübayaası -yenilerinin siparişi daha muvafık olmakla beraber zaman kazanmak itibariyle- daha münasip olacağını beyan etti. Badehu müşarileyh ile tersanenin ıslahı hakkında müdavele-i efkâr ettik. Armstrong ile müttefikan Haliç’teki tersanede bir şirket-i inşaiye teşkili ve hükümet için İzmit’te bir tersane inşası münasip olacağını söyledi ve tersane cihetinde rıhtım kumpanyasiyle şâirlere füruht olunacak arazi esmânı
ile İzmit tersanesinin meydana getirilebileceğini izah eyledi.
Akşam taamını ettiğim esnada Sabah Sermuharriri Diran Kelekyan Efendi ile görüştüm. Mûmâileyhi celbetmiş idim. Hükümetin politikası hata-âlûd olduğunu ve Suriye mes’elesinin Cemiyet-i İslahiye’nin şeddinden sonra bir mes’ele-i siyasiye şeklini aldığını, çünki şimdiye kadar Fransızlar’ın buna bir mes’ele-i dahiliye nazariyle baktıklarını, lâkin şimdi hükümetin aldığı vaziyet hasebiyle işin rengi değiştiğini, vilâyat-ı şarkiye mes’elesinin de öyle olduğunu söyledi. Mûmâileyhi hayli vakitten beri görmediğim ve davet etmediğim cihetle dolmuş olduğunu anladım.
Hükümet ıslahat yapacaktır fakat ahaliyi vazifeleri haricinde işlere müdahale ettirmekle memlekette tezebzübü istemiyor idim. “Cemiyet-i İslahiye âzasından bir hey'eti Dersaadet’e celb ile müzakeratta bulunulsaydı onlann programlarında mevcut olan muzırr birkaç maddenin icrasından zaten kendileri de ümidvar olmadıklanndan onlarla işi bitirmek kabil olur idi” dedi. “Evet, ben öyle yapsaydım bu adamlar memleketlerine avdet ettikten sonra hâkim-i mutlak olur, valiyi, vesair memurlan nüfuzları altına alır ve işte ıslahatsızhk o vakit başlar idi Onlann hiçbir niyatı yoktur. Islahatı yapacak onlar değil, hükümettir. Hükümet yaptıktan sonra onlara diyecek hiçbirşey kalmaz. Onlar vasıtasiyle yapılacak ıslahatın arkası kesilemez" dedim ve hükümetin bazı teşebbüsatı hakkında kendisine izahat verdim. Hükümetin mesleğini takdir ettiği halinden anlaşılıyor idi. Fakat vilâyat-ı şarkiye ıslahatı mes’elesinde kendisine bir ehemmiyet-i mahsusa verilmediği için sıkılıyor idi. Mes’ele, muhalefet, bundan ibaret idi.
Müfarekat ederken Mecid Efendi’nin İngiltere Sefarethanesi’ni ziyaret ettiğine dair olan
havadisin yalnız Sabah Gazetesi ile neşredilmesinden dolayı kendisini muâheze ettim ve şehzadegânın umûr-ı siyasiye ile iştigal etmelerine nazar-ı müsamaha ile bakılamayacağını ve binaenaleyh bâdema gazetesinde bu gibi havadisâtı dercetmemesi münasip olacağım söyledim.
13 (26) Nisan 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Vauınltınnn metin |
13 Nisan 329 Cumartesi: Saat sekizde İstanbul’a geçtim. Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i âdiye ile iştigal ettim. Badehu, Almanya Sefiri’ni ziyaret ettim. Bâbıâlî'ye tebligat ifâsı için süferâmn kabinelerinden telgraf aldıklarım ve yalnız Rusya Sefiri’nin henüz almadığım ve Fransız Sefiri’nin tebligatı ifâda biraz taallül göstermekte olduğunu sefirden haber aldım. Vuku bulacak tebligatın esâsât-ı sulhiye tarafeyn muhasimince kabul edilmiş olduğundan tarafeynin terk-i muhasama ederek murahhaslarım tayin etmeleri ve konferans mahallini tayin etmeleri lâzım geleceğine dair olduğunu öğrendim. Sefir, Londra’yı tavsiye ediyor ve bu suretle müşkilât zuhurunda yine süferâ konferansımn tavassutu temin edilmiş olacağım ileri sürüyor idi. Sefir vilâyat-ı şarkiyeye İngiliz zâbitân ve memurlanmn celbo- lunacağım Berlin’e bildirmesi üzerine tâvizen garbi Anadolu vilâyetine de Alman memurlarının celbi ûmid edildiği cevabım aldığım ve ordu zâbitânı ile maarif memurin-i ecnebiyesinin Almanya’dan celbolunacağına dair iş’a- ratta bulunduğunu söyledi ve ittihaz ettiğim meslek-î siyasi hakkında -ki şarkta Almanya ve Ingiltere’nin husul-i itilâfina gayrettir- mufassal bir raporu yazıp Berlin’e gönderdiğini haber verdi. Sefirden bir mühim haber daha aldım. Deutsche Bank iki dritnot mübayaa etmek istediğimizi işitmiş, düyûnâtın tezayüd edeceğinden nâşi telâş etmiş ve Anadolu şimendiferleri ikinci diıektörü Mösyö Günter |
26 Nisan Cumartesi sabahı saat sekizde Üsküdar’daki evimden İstanbul’a geçtim. Almanya Sefarethanesine gidip Büyükelçi Von Wangenheim’ı ziyaret ettim. Rusya ve Fransa’nın sulh işini geciktirebilmek için öbür Büyük Devletlerden daha ağır davrandığını söyledi. Müstakbel sulh müzakerelerinin Londra’da yapılmasına taraftar bulunduğunu ilâve etti. Oradan Bâbıâlî’ye geldim. Deustche Bank direktörlerinden Devlet Efendiyi çağırttım. Satm alacağımız dretnotlar meselesinde Alman mâlî mahfillerinin her hangi bir entrika çevirip çevirmeyeceklerini öğrenmek istiyordum. Hariciye Nâzın Prens Sait Halim Paşa geldi. Paris Büyükelçimiz Rifat Paşadan gelen telgrafnameyi okudu. Bu sabah Alman Büyükelçisi’nin söyledikleriyle aynı mealdeydi. Sonra Sait Halim Paşa ile, müstakbel Balkan sulhu projesi üzerinde görüştük. Rusya ve Fransa’nın sulh işini mümkün olduğu kadar ağırdan almak istemeleri, Bulgarlar’m henüz Çatalca hatlarımızı yarmak emelinden vazgeçememiş olduklanna işaretti. Avusturya - Macaristan Büyükelçisi Marki Pallaviçi’nin de aynı endişede olduğunu hissettim. Fakat yann, Almanya’dan obüslerimiz geliyordu. Her ihtimale karşı, müteyakkız bulunması için, Başkumandanlık Vekâleti’ne lâzım gelen emirleri verdim. |
bu mes’ele hakkında bana itirazatta bulunmak üzere benimle görüşmeyi tasmîm etmiştir. Sefir “Bilâkis bu suretle yani dritnot mübayaasiyle düyünâtınız tezâyüd edeceğinden tazminat-ı harbiye tediyesinden tahlîs-i giribân etmeniz medan olur” dedi.
Sabah, Cavid Bey’e yazmaya başlayıp fakat gayet mufassal olmaktan dolayı itmam edemediğim mektupta ajTii mütalâayı temhid etmiş idim. Deutsche Bankin tesvilâtiyle dritnotlan alamazsam diye merak etmeye başladım. Bâbıâlî’ye geldiğimde Orient Deutsche Bank direktörlerinden Devlet Efendili celb ile kendisine keyfiyeti izah ettim ve dritnotların mübayaasında Deutsche Bank’m entrikasına zinhar havale-i sem’-i itibar edilmemesini tenbih eyledim.
Bâbıâlî’de Hariciye Nâzın beni ziyaret etti. Devletlerin yapacaklan tebligat hakkında Paris Sefiri’nden aldığı telgrafı gösterdi. Alman Sefiri’nin söylediği tarzda olduğu anlaşıldı. RiCat Paşaca çektiğimiz telgrafhamede derakap terk-i muhasamatı devletlerin tebliğ etmesini ve bizi Balkanlılarla yalnız olarak karşı karşıya koymayıp sulhün sürüncemede kalmaması için icabmda derhal devletlerin tavassut etmeleri münasip olacağını beyan ettik. Meclis-i Vükelâ’da süferâdan gelen telgrafnameleri okudum. Bir müddet mesâlih-i hariciye ile iştigal olunduktan sonra Hariciye Nezâreti’nce tertip kılınan muahede-i sulhiye projesini tedkike başladık.
Avusturya baştercümanı esna-yı mecliste beni ziyaretle 15 santimetrelik obüslerin gelip gelmediğini sordu. Obüsler yarın gelecek idi. Fakat mühimmatı az idi. Bu sual nazar-ı dikkatimi celbetti. Avusturya’nın münferiden hareket etmesi halinde Bulgaristan’ın Çatalca hattını yarmaya başlaması ihtimali vârid-i hatır olacağından sefirin bunun için Çatalca’da esbâb-ı müdafaamızı
anlamak istediğine zahib oldum. Sefirin suret-i mahsusada bunu sordurmaktan maksadı bundan başka bir şeye hamlolunamaz. Rusya Sefiri'nin Londra Konferansı mukarreratını tebliğ için henüz emir almamış olması, Fransız Sefiri’nin bazı mertebe taallül göstermesi dahi böyle bir ihtimale nazarımda kuvvet vermiştir. Binaenaleyh müteyakkızane hareket için başkumandanlık vekâletine evâmir-i lâzime ita ettim.
24 Nisan (7 Mayıs) 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
24 Nisan 329 Çarşamba: Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i cariye ile iştigal ettikten sonra Düyûn-ı Umumiye Müdürü Mösyö Pikar'ın ziyaretini kabul ettim. Mûmâileyh Avrupa umûr-ı mâliyemizin kontrol altına alınacağı zannında bulunuyor ve bunun önünü almak için devletçe şimdiden bazı tedâbire müracaat edilmesi lüzumunu gösteriyor idi. İttihaz olunacak tedâbirin fiilen beş-on sene kadar bir müddetle bazı rüsûmun Düyûn-ı Umumîye vasıtasiyle cibâyetini kabul etmekten ibaret olduğunu ve Düyûn-ı Umumîye bir idare-i Osmaniye olduğundan bunun izzetinefse dokunacak bir ciheti olmadığını ve bu suretle hareket olunursa hem emr-i cibâyette intizam ve emniyet hâsıl olacağını ve hem de vâridatın az bir zamanda birkaç misli tezâyüd eyleyeceğini söyledi. Cavid Bey iki-üç sene evvel Düyûn-ı Umumîye’den kurtulmak için her türlü vesaite müracaat ediyor idi. Belki şimdi Cavid Bey de tashih-i fikir etmiştir. Ben daha o vakit bunun bahsolunduğunu söylüyor idim. Çûnki memleketimizde muntazam bir idare-i Osmaniye varsa o da Düyûn-ı Umumîye İdaresi idi. Hiçbir dairemize o intizamın yansım bile |
- Mayıs Çarşamba sabahı Harbiye Nezâreti, Düyunu Umumiye ve Reji işleriyle uğraştım. Düyunu Umumiye, memleketimizin en iyi mûessesesiydi. Hiçbir müessese- mizi bu derece muntazam bir hale sokamamıştık. Meşrutiyet’ten sonra Düyunu Umumiyet teşkilâtında bazı aksaklıklar olmuşsa da, gene de iyi işliyordu. İstanbul Valisi Operatör Cemil Paşa geldi. İstanbul şehri bütçesinin 288.000 altın lira açığı olduğunu söyledi. Bu meblâğın temini cihetine gideceğimi vadettim. Cemil Paşa dedi ki: - Yapacağım her işe Şûrayı Devlet, kırtasiyecilik zihniyetiyle mâni olmaktadır. Hakikaten Şûrayı Devlet, hükümet muamelelerinin gömüldüğü bir mezarlık haline gelmişti. Cemil Paşa çıktı. Çelebi Efendi’nin Konya’dan gönderdiği 4 kişilik bir heyet geldi. Çelebi Efendi, Mevlevi vakıflarının müdahaleye uğradığmdan şikâyet ediyordu, istidasını Maliye Nâzın’na gönderdim. Hariciye Nâzın Prens Sait Halim Paşa geldi. Kendisine dedim ki: - Düyunu Umumiyenin, Maliye Nezâretimizden çok daha iyi vergi tahsil ettiği muhakkaktır. Ben, bazı |
sokamadık, llân-ı meşrutiyetten sonra bilâkis tezebzûb-i idare tezâyüd etmiş idi. Çûnki söz ayağa düşmüştür. Mösyö Pikar’ın bu mütalâasını kendi hesabıma iyi buldum. Bilhassa patent ve gümrük rüsûmu için cibâyetin Düyûn-ı Umumîye'ye havalesi işimizi hayli teshil edecektir. Ben aşar ve ağnamın tahsilini de Düyûn-ı Umumîye'ye beş-on sene için havale etmekte beis görmüyorum. Mösyö Pikar’a bu mes’eleyi tedkik edeceğimi söyledim ve reji işini bir gün bitirmelerini tenbih ettim. Çünki reji şirketi ile Düyûn-ı Umumîye İdaresi, şirket imtiyazının tecdidi hususunda bir türlü uyuşamıyorlar idi. Perşembe günü bu işe bir netice vereceklerini söyledi. Daha geç olursa bu işi yapamayacağımı söyledim. Çünki şimdi Meclis-i Mebûsân’dan ruhsat almaksızın bu işin yapılması mümkün ise de hâl-i harbin zevali halinde bu bâbda pekçok düşünmeye mecbur olacağım derkârdır.
Ondan sonra Mösyö Gün ter geldi. Haydarpaşa’dan hazine-i hassadan şimendifer istasyonu için istimlâk olunan arsa bedeli olan kırk bin liranın kumpanyaca tamamen tesviye olunacağını haber verdi. Bu para ile bir iplik bir bez fabrikası tesis edeceğime ve Hereke Çuha Fabrikası’nı da tevsi’ eyleyeceğime mebni memnun oldum. Ondan sonra Cemil Paşa geldi. Kendisini celbetmiş idim.
Mûmâileyh ile İstanbul şehrinin vâridatı hakkında dür ü dırâz mübadele-i efkâr ettim. 288 bin lira açık vardı. Bunun 88 bin lirası âhiren ilâve olunan küsurat-ı munzamma vesaire ile hâsıl oluyordu. Bâki 200 bin liranın suret-i tedariki müzakere edildi. Kantar resmini mecburî yapmak istiyordu ki bundan 60 bin ve mezbaha rüsûmunun cibâyetini yoluna koymak istiyordu ki bundan da 60 bin ve İstanbul şehri için bir piyango tertip etmek fikrinde bulunuyordu ki bundan da 40 bin
vergileri daha Düyun Umumiyeye bırakmak istiyorum. Daha iyi tahsil edilir ve devletin varidatı artar. Ne buyurursunuz?
Sait Halim Paşa tereddüt gösterdi. Düyunu Umumiyenin Mısır eyaletinde nasıl her işe karışmak suretiyle devlet nüfuzunu zedelediğinden bahsetti. Fakat bu meseleyi tetkik edeceğini söyledi.
Tevfik Paşa’dan bir telgrafname geldi. İngiliz Hariciye Nâzın Sir Edward Greyle yaptığı görüşmeyi anlatıyordu. İngiltere, Kıbns muahedesi hükümlerine göre, Rusya, Anadolu’dan bize tecavüz ettiği takdirde, müdahalede bulunmaya hazırmış. Bu, bizim için büyük bir siyasî muvaffakiyetti. Çok sevindim. Vatanımın istikbalini emin görmeye başladım.
lira hâsıl olacak idi. O halde dahi 60 bin lira açık kalacak idi. Kendisine muavenet edeceğimi vaad ettim. Devairin umumen Şehremaneti’ne hasım olduklannı makam-ı şikâyette söyledi. Ben de bunun da farkında idim. Meselâ o gün bir mahkeme bera-yı iltimas Şehremaneti’ni ondört bin lira tediyesine mahkûm ettiği gibi Şûrâ-yı Devlet de gaz depoları için Şehremaneti’nin arazi istimlâk edemeyeceğini ve çünki bunda menâfi-i umumîye olmadığım tefsir tarikiyle taht-ı karara almış idi. Şûrâ- yı Devlet bu tefsir silâhım kullanarak memlekette hükümet içinde hükümet teşkil etmiş idi. Her gün bu Şûrâ-yı Devlet’e şu makbere-i muamelât-ı hükümete bin lânet okuyor idim.
Bâbıâlî'ye avdetim akabinde gaz depolan evrakının hemen çıkanl- masmı tenbih ettim. Şûrâ-yı Devlet bu istimlâkte menâfi-i umumîye olmadığını iddia ediyordu. Halbuki gaz tenekeleri şehirde muhafaza olununca tehlike derkâr olup muhafazalan için mağazalar yapmak ve bu mağazalar şerâit-i lâzimeyi hâiz mahallerde inşa olunmak zarurîdir. Sami Bey nâmında (Suphi Paşazade) bir zâtin Şûra-yı Devlet’te bulunması ve bunun bu işle alâkadar bulunması bu neticeyi intaç eylemiş idi. Sami Bey bin lira kazanmak için şehri senede 22 bin lira vâridattan mahrum etmek istiyor idi. Çünki, istimlâk olunan arsalar meyanında gûya kendi hareminin de bir arsası varmış.
Posta ve Telgraf Nâzın, resmî telgrafların mufassal olmasından ve olur olmaz şeyler için telgraflar keşide edilmekte olmasından şikâyet eyledi. Bu bâbda tarafımdan vülâta bir tamim yazılmasını rica eyledi. Yazdım. Birkaç mahalle telsiz telgraf koymak ve Fad (?) ve Mısır telgraf hatlannı serbest bırakmak istiyordu. Bu suretle vâridati iki misli yapacağını söylüyordu.
Badehu, Çelebi Efendi tarafından
dört kişiden mürekkep bir hey’et geldi. Emvâl-i gaynmenkule kanununun neşrinden ve bu suretle hukuk-ı vakfın ziyamdan şikâyet olunuyor idi. Maliye Nezâreti’nin Evkaf-ı Celâliye*yi zaptettiği de ma’raz-ı şikâyette söyleniyor idi. Çelebi Efendi’nin bir arzuhalini verdiler. Maliye Nezâreti’ne havale ettim.
1328 senesi bütçesinde rüsûmat emaneti ganbot esmâm olarak 50 bin lira konmuş idi. Bunlann sipariş olunup olunmadıklarım sordum. Rüsûmat emini telefonla henüz sipariş olunmadıklarım söyledi. Hemen sipariş olunmalan için emir verdim.
Bazı mesâlih-i cariyeye evrak-ı âdiyenin tesviye ve tedkikinden sonra Hariciye Nâzın geldi. Müşarileyh ile hayli müdavele-i efkâr eyledim. Patent ve gümrük rüsûmunun Düyûn-ı Umumîye’ce cibâyeti mes’elesini mevzubahis ettim. Biraz düşündü. Mısır’daki Düyûn-ı Umumîye’nin muamele-i nâ-revâsı gözünü korkuttu. Faydalannı gösterdim:
1- Ecnebi kontrolünün önünü almak.
2- Vâridatın az bir zamanda tezayüdüne hizmet etmek.
3- Bunlan sür’atle ecânibe kabul ettirmek.
Beni dinledikten bir hayli sonra bu iki resmin cibâyetini Düyûn-ı Umumîye’ye havale etmeye muvafakatini beyan etti. Ben aşar ve ağnamın da idare-i mezküreye cibâyetini vermek tarafım iltizâm ettim ise de şimdilik bununla da iktifa edebileceğimi söyledim.
Tevfik Paşa’nın Sir Edward Grey’e celbolunacak İngiliz memurlan hakkında verdiği note verbale ile bu bâbda kendi mütalâatım hâvi mufassal bir tahriratı tercümelerini irâe etti. Tevfik Paşa her rmntaka için diğer devletlerden memur celbiyle memleketin ayn ayn
menfaat mıntakalanna taksimi gibi bir hatadan tevakki edilmesini ve idare işleri ve jandarma tensiki için münhasıran İngiltere’den memur celbiyle ordu için Almanya’dan ve umûr-ı maliye için Fransa’dan zâbit ve memur getirilmesini teklif ediyordu ki pek doğru bir mütalâadır. Ben de zaten bu fikirde idim. Müşarileyh, Sir Edward Grey’e verdiği varakanın nihayetinde hükûmet-i seniyyenin böyle İngiliz memurları celbetmesiyle Kıbns Muahedenamesi ahkâmına tevfik-i hareket etmekte olduğunu söylüyordu. Kendisine verilen talimatta İngilizler’i buna müsait görürse o yolda idare-i lisan eylemesi iş’ar kılınmış olduğundan Ingilizler’in Kıbns Muahedenamesi’ni ihyaya razı olduklan anlaşıldı. Benim için bu büyük bir muvaffakiyet idi. Bu tahriratı mütalâa etmekle pek ziyade münşerihü’l-kalp oldum. Bedbin değil idim, bu suretle felâket-dîde vatanımın istikbalini emin görmeye başladım.
Müşarileyh ile Almanya imparatoru için tertip olunacak hedâyâ hakkında dahi görüştüm.
Ondan sonra, Osmanlı Ajansı Salih Gürci geldi. İki gün evvel veliahdı ziyaret ettiğini ve müşarileyhin Ermeniler ve Ermenistan baklanda bazı ifâdatta bulunduğunu ve bunu ilân etmesini tenbih eylediğini söyledi ve istizan-ı keyfiyet etti. Bir hafta evvel veliahdın Suriye baklanda bazı ifâdatta bulunduğunu ve bunun ilân dahi edildiğini ilâve eyledi. Veliahddan böyle bir söz koparmak için müşarileyhi ziyaret ettiğini anladım. Kendisi inkâr etti. Fakat hakikat bu merkezde olduğu cihetle mûmâileyhi tekdir ettim ve müşarileyhin beyanatını ilân etmemesini tenbih eyledim.
Akşama doğru hizmetçim Kâzım havanın güzel olduğunu, Bâbıâlî bahçesinde gezersem istifade edeceğimi söyledi. Vâkıa çok söylemekten, dinlemekten, yazıp
okumaktan başımda bir ağırlık vardı. Bahçede biraz gezmeyi pek münasip gördüm. Hizmetçimin sözünü dinleyerek Bâbıâlî bahçesine çıktım. Arkamdan birkaç yaver, polis ve hizmetçi geldi. En sadık yaverlerimden Eşref ve Şinasi Beyler arkamı bırakmadılar. Bahçeyi pek muntazam gördüm. Fakat bahçeden Bâbıâlî bir harabezâra benziyordu. Orta yeri yanmış idi. O yangın yeri bir kat daha irâe-i harabiyet ediyordu. İki sene sadrazam kalırsam acaba burasını nasıl göreceğim diye düşündüm. Orada mâmur, muntazam ve muhteşem bir Bâbıâlî tasavvur ettim. Fakat bunun için iki sene sadarette kalmalıyım ki bunu göreyim. Acaba kalacak mıyım? Acaba, Devlet-i Aliyye iki sene daha berdevam olacak mı? Bu suallere kim cevap verebilir? Herhalde cevabı müsbet vererek çalışmaya devam edeceğim.
6 (19) Mayıs 1913 günü yazılanlar: |
|
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
6 Mayıs 329 Pazartesi: Sabah biraz rahatsız idim. Bir müshil aldım ise de yine sökmedi. Üç gündür tabiatım gelmiyor idi. Bu sıkıntı ile işe koyuldum. Şükrü ve Sabih Beyler ile hudud-ı İraniye işini tedkik ettim. Badehu, Garp Ordusu’ndan gelen mektupları mütalâa ettim. Esad Paşa’dan gelen ve ona yazılan mektuplar sureti de var idi. Esad Paşa, Karadağ veliahdı Danilo, Işkodra Kalesi’nin teslimi hakkında akd-i mukavele sureti Garp Ordusu Kumandam Ali Rıza Paşaya göndermiş ve ondan da bir sureti leffen irsâl kılınmış idi. Askerin eslihasiyle ve mühimmatiyle beraber kaleden çıkması hülâsa-i mukavelenameden ibarettir. Birkaç gün içinde nerelerinin teslim olunacağı da gösteriliyor idi. Esad Paşa Tiran’a geldiğini, parası ve erzakı olmadığım |
19 Mayıs Pazartesi sabahı biraz rahatsızdım. İlâç aldım. Üç gündür dışarıya çıkamıyordum. Gene çıkamadım. Bu sıkıntıyla işe koyuldum. Harbiye Nezâreti’nden Tophaneye gittim. Bine yakın cephane arabası ve birçok sıhhiye arabası, Tophane önünde dizilmiş bekliyordu. Oradan Sarayı Hümayun’a geldim. Mabeyn memurlarının aralannda uyuşarak padişah malını çalıp çırptıklarım bir müddetten beri istidlal ediyordum. Yalnız Başkâtip Ali Fuat Bey, çok namuslu bir adamdı. Canım sıkıldı. Bakalım ne yapacağız? Huzuru Şahaneye çıktım. Padişah, Eyüpsultan’da kendisine bir türbe, yanında da bir mektep yaptırdığını söyledi. Babıâliye gelip büyükelçileri kabule başladım. önce Rus Sefiri girdi: - Gene İran topraklanna |
beyan [ile] Arnavutluk hükümet-i muvakkatesine karşı vaziyetini sual ediyordu. Garp Ordusu Kumandanı da Garp Ordusu’ndan firar eden bazı zâbitânın Dersaadette memuriyetlerde istihdam olunduklarını ve Cavid Paşaca yalandan bazı harekât-ı askeriye isnat edildiğini beyan ile şikâyet eyliyor ve bu halin zâbitân arasında tefrikayı mûcib olduğunu yazıyor idi. Levazımat Dairesi Reisi’ne bu kâğıdı verdim. Ekserisi levazımda istihdam olundukları beyan olunan bu zâbitân hakkında tahkikat icra etmesi lüzumunu kendisine söyledim.
Badehu, bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettikten sonra Tophane’ye gittim.
Almanya’dan celbolunan 18 kıt’a 10,5 santimetrelik obüsleri gözden geçirdim. Pek yeni ve âlâ toplar idi. Tophane avlusunda bine karîb cephane arabası ve bir hayli sıhhiye arabaları dahi var idi. Bunlan da gözden geçirdim.
Oradan saray-ı hümâyuna gittim. Hazine-i Hassa Nâzın, Haydarpaşa’da satılan arsa fiyatiyle -kırk bin lira- Sirkeci’de apartman yapmak istiyordu. Fabrika yapılırsa makine alınacak, halbuki kanun emlâk-i hâkaniye satılırsa esmâniyle yine emlâk mübayaa edilecek diyormuş.
Buna dedim ki:
- Zamanımızda elde edilen para ile apartman edinmeyi kocakanlar dahi yapabilir. Fabrika inşası için başka fikir lâzımdır.
Bunun üzerine mûmâileyh çok durmayarak savuştu. Mefruşat Müdürü Akif Bey, Hereke fabrikasının tevsî’ini istiyor idi. “Bu fabrikayı üzerimden ahnız” diyor idi. Bu da fabrikayı istemiyor imiş. Başkâtipten zât-ı şâhânenin ne fikirde olduğunu sordum. “Bahsi geçmedi, bilmiyorum” dedi. Saray adamlan arasında bir kumpanya teşkil ettikleri istidlâl olunuyor idi. Kumpanyanın başmı başmabeyinci teşkil eyliyor
girmişsiniz, dedi; İran’da 15 000 askeriniz varmış.
- Bahsettiğiniz mevkide 1 500 askerimiz bile yoktur, diye cevap verdim. İran’m bir kanş toprağını işgal etmek için en küçük arzu beslemiyoruz. Siz iyi malûmat alamıyorsunuz. Bunlar ufak tefek hudut anlaşmazlıklarıdır. İyice tesbit edilmemiş, bütün hudutlarda bu gibi şeyler olagelmiştir.
- Bazı İran kasabalannı Türk toprağı sayıp halkına Osmanlı tabaası gibi nüfus kâğıdı veriyormuşsunıız. Doğu Anadolu’da Ermeniler aleyhindeki hareketlerinizden de şikâyetçiyiz. Bu topraklarda demiryolu yapmak istiyorsunuz. Bu, Rusya [ya karşı bir tehdittir. Esasen ne kadar çalışırsanız çalışınız, demiıyolunu 1921’den önce Erzincan’a getiremezsiniz.
Çok kızdım. Hayli söz söyledim. Büyükelçi, sözlerini tevil etmeye kalkıştı:
- Biz Türkiye’nin bekasını ve saadetini temenni ederiz, dedi. Yalnız Doğu Anadolu demiryollan inşaatını Rus sermayesiyle yaparsanız, çok memnun oluruz. Dostluğumuzu kazanırsınız.
- Arkasından Fransa Büyükelçisi girdi. Tunus ve Fas halkı arasında Fransızlar aleyhinde ve hilâfet lehinde propaganda yaptığımızdan şikâyet etti. Sonra Avusturya - Macaristan Büyükelçisi geldi. Devletinin hem Türkiye'yi, hem de Bulgaristan’ı tutmaya mecbur olduğunu, Rusya'nın himayesi altında Sırbistan’m, hattâ Karadağ’m şımardıkça şımardığını, Avusturya'yı tehdide kadar ileri gittiğini söyledi.
Ingiltere büyükelçisi, şundan bundan bahsetti. Sonra:
- Kuveyt meselesinde gösterdiğiniz anlayıştan dolayı teşekkür ederim, dedi. 5 yıldan beri İstanbul’dayım. Yalanda ayrılacağım için çok müteessirim.
- Ingiltere ile mâkul şartlar içinde
idi. Başkâtip kendi halinde bir adam idi. Zaten sarayın halini beğenmiyor idim. Bakalım ne yapacağız.
Huzur-ı şâhâneye çıktım. Alelade sultan maaşatından, ebniye tamiratından ve nihayet Eyüp’te taraf-ı şahaneden inşa edilmekte olan türbe ve mektepten bahis buyruldu ve bir gün mektebi ziyaret etmekliğim arzu edildi. Badehu, sultanzade Fahreddin Bey’in intiharı mevzubahis edildi. Tecennün ettiği anlaşıldı. Zât-ı şahane, Sultan Aziz’in dahi kabl-el intihar tecennün ettiğini ve hattâ intihardan evvel Yıldız’a gitmek üzere bir hayvan ihzar edilmesini emrettiğini -kendisinin mahpus olduğunu tahattur etmeksizin- badehu hamama koştuğunu ve hamamda kalması validesi tarafindan menolunması üzerine odaya çıkarak ve kimse haberdar olmaksızm oda kapısını kapayarak kolunun damarlarım kestiğini, müşarileyhin Midhat Paşa tarafindan katledildiği hakkındaki rivayetin iftirayı mahz idüğünü hikâye buyurdular. Çünki zât-ı şâhâne, Sultan Aziz’in Napolyon’un Prusya Kralı’na teslim olmasma hiddetle intihar etmemiş olduğundan dolayı onu ta"yîb ettiğini defaatle müşarileyhten işitmiş ve hattâ en sühûletli surette intihar hakkında Marko Paşa’dan -tabib-i şehriyâri- vuku bulan suali üzerine kabl-el intihar sıcak bir banyo yapmak ve badehu ayakları ile kollarım ustura ile çentiklemek halinde hiç hissedilmeksizin teslim-i ruh edileceğini istima etmiş imiş.
Bâbıâlî’ye geldiğimde süferânm ziyaretini kabul ettim.
Rus Sefiri: Hudud-ı İraniye’de Mösyö Sazanofun Turhan Paşaca söylediği vak’ayı hikâye etti ve bundan dolayı şiddetle protesto ederek bir gün evvel hudud işinin bitirilmesiyle bu gibi vukuatın önü alınması lüzumunu temhid etti. Protestoya hâcet olmadığını ve hududda bu gibi vakayiin zuhuru
olmak suretiyle daima uyuşmaya ve dost kalmaya kararlıyız, dedim.
Kapattığımız İngiliz gazetesi Levant Herald’ın neşrine müsaademizi rica etti.
İngiltere Büyükelçisine:
- Peki, dedim. Kanuni cezası olan 500 altın versin. Yeniden intişara başlasm. Harp halinde bulunduğumuz Yunanistan’ın kıralmı methetmesi üzerine bu gazeteyi kapadık, mazurduk.
- Birkaç yıl önce Selanik’te çıkan bir Türk gazetesi, İngiltere kralma ağır sözlerle tecavüz etmişti. Cezalandırılması için müracaat ettik, reddettiniz.
- O zaman matbuat serbestti. Şimdi harp halindeyiz, örfî idare vardır. Aynı şey değildir.
Tatlı sözler söyleyerek yanımdan ayrıldı. Nazik adamdı.
bence de arzu olunmadığını ve bu vukuatın aslı olup olmadığının da bir başka mes’ele idüğünü ve çünki tarafeyn hudud memurlarının vakayîi daima mübalâğa ettiklerini ve ekseriya da yanlış malûmat verdiklerini söyledim ve protestoya karşı biraz adem-i hoşnudî irâe ettim. Badehu şimendifer mes’elesini açtı ve Erzincan’a oniki senede gidilebileceğini söyledi. Bunun için fevkalâde bir eser-i infial gösterdim. “Demin bana hudud vukuatından ve Ermeniler aleyhinde tecavüzat icra olunmasından bahsediyordunuz ve bunun bir an evel önünün alınmasını talep ediyordunuz. Şimdi de oralarda oniki seneden evvel şimendifer yapmayınız diyorsunuz. Bu iki talep birbirinin ztddıdır. Mösyö Sazanof, Turhan Paşa’ya Rusya’nın Türkiye’yi müterakki ve kuvvetli görmek istediğini söylemiş. Tarafımdan Mösyö Sazanof a yazınız. Türkiye’yi böyle görmek isteyenler onu şimendifer inşasında serbest bırakırlar. Sefir hazretleri, Türkiye’yi muhafaza etmek menfaatiniz icabındandır. Oraya başkalan yerleşirse en ziyade siz zayi edersiniz. Bunu da böylece Mösyö Sazanof a yazınız” dedim. Mûmâileyh tevilâta kıyam etti ve şimendiferlerin Ruslar tarafından inşası hakkındaki sözümü de bana derhâtır ettirmek istedi. “Evet, sizinle gayriresmî ve tamamen hususî olarak öyle birşey konuşmuş idim. Fakat şimdi de sizin dostunuz Fransızlar yapıyorlar. O da siz demeksiniz” dedim. İleride şimendiferler hakkında benimle görüşmek istediğini söyledi.
Fransa Sefiri: Mutâlebât-ı nakdiye, mekâtip, Tunus ve Fas ahalisinin tabiiyeti ve şimendiferler hakkındaki Fransa mutâlebât-ı hususîyesinden uzun uzadıya bahsetti. Bu hafta içinde bununla meşgul olacağımı kendisine söyledim.
Avusturya Sefiri: Mahrem olarak Bulgarlar’ın bizimle doğrudan doğruya akd-i sulh etmek istediklerini
haber verdi ve fikrimi sordu. “Bulgarlar şerâit-i sulhiyeyi vazıh bir surette beyan eder de bu da tarafimızdan kabul edilirse doğrudan doğruya kendileriyle akd-i sulhe yanaşmm. Çünki aksi takdirde düvel-i muazzamanın tavassutu gibi bizim için büyük bir faydayı zayi etmiş oluruz. Bundan başka Bulgarlar bizimle sulh işini pamuk ipliğine bağladıktan sonra bütün kuvvetlerini Sırplar ve Yunanlılar üzerine -çünki bu aralık müttefiklerin arası pek ziyade açılmış idi- galebe çaldıktan sonra daha ziyade kuvvet kesbederek bize yüklenir ve o vakit birtakım tahammülfersâ teklifte bulunurlar” dedim. Mütalâamın selâmetini tasdik etti ve Sofya’dan Bulgarlarin şerâit-i sulhiyesini soracağını vaad etti.
İtalya Sefiri: Şundan bundan bahsetti.
Ingiltere Sefiri: Kuveyt itilâfina dair bugün Londra’dan mufassal bir mektup aldığım, lâkin henüz okumadığını söyledi. Bu mes’elenin hüsn-i suretle tesviyesinden dolayı beyan-ı memnuniyet etti. Bizi terkedeceğinden dolayı beyan-ı teessüf ettim. Beş sene için İstanbul Sefareti’ne memur edildiğini ve bu müddetin hitam bulduğunu söyledi. İtilâfın daha evvel akdolunmamasından dolayı Hakkı Paşayı muaheze etti. Bu hal tekmenin Hakkı Paşa’dan geldiği hakkındaki kanaatimi teyit eyledi. Cevaben: bu itilâfin akdinden dolayı kendimi bahtiyar addettiğimi ve mes’elenin e aidiyeti hasebiyle de bahtiyarlığımın derecesini büyük hisseylediğimi ve şimdiye kadar itilâfın adem-i akdine sebep Hakkı Paşa olmayıp bizde umumiyet üzere cesaret-i medeniyenin fıkdanı idüğünü ve herkesin muâheze olunmaktan ve efkâr-ı umumîyede sukut etmekten içtinap etmeye mütemâyil olmasından neş’et eylediğini izah eyledim. Bu mütalâamı tasdik etti.
Badehu, Levant Herald’ın neşrine müsaade edilmesini talep etti. Beşyüz lira verirse neşrolunacağmı ve tatilin cezasının muhik olduğunu ve çünki Yanya’run sukutu akabinde Yunan Kralı’nı sena ettiğini, bundan dolayı umum Türk gazeteleri tarafindan tecavüzata düçar olduğunu söyledim. Vaktiyle, Selanik’te bir gazetenin İngiltere Kralı’na tecavüzatta bulunmasına binâen Rifat Paşa nezdinde vuku bulan şikâyeti üzerine mahkemeye müracaat etmesinin kendisine söylendiğini ve halbuki şimdi ehemmiyetsiz birşey için Levant Meraldin tatil edildiğini söyledi. Selânik’te o vakit matbuatın serbest idüğünü ve halbuki şimdi Dersaadet’te idare-i örfiye mevcut olduğunu hatınna getirdim. Bilâhare işi yine tatlılığa vurdu ve Kuveyt itilâfından bahsetmeye başladı.
Hayat Mecmuası’ndaki yayında metin günümüz Türkçesi’ne uyarlanırken hataya düşülmesi yahut metne tasarrufta bulunulması sebebi ile, günlüğün birçok yerinde mânânın değiştiğine tesadüf edilmektedir.
Bir örnek olarak, Mahmud Şevket Paşa’nın 28 Mayıs 329 (10 Haziran 1913) günü yazdıklarının son paragrafinı veriyorum:
Orijinal metin |
Yayınlanan metin |
|
Akşam, Diran Kelekyan Efendiyi kabul ettim. Vaziyet hakkında kendisiyle müdavele-i efkâr eyledim. Kel-evvel ikide bir de Ittihadçılar’dan müşteki idi. Yunanlılarla hareket edersek Sırplılar da dahil olduklanndan Rusya’nm ses çıkarmaması muhtemel olduğunu söyledi. Bunu ben de öyle düşünüyor idim. |
Akşam Diran Kelekyan geldi. Ittihadçılar’dan şikâyet etti: - Yunanlılarla ittifak edersek, dedi; Sırbistan da Yunanistan’ın tarafında olduğu için, bizimle Bulgaristan’a karşı yapacağımız askerî harekâta Rusya pek ses çıkarmaz. Rusya nihayet, Slavlık gayretiyle protestoda bulunmakla iktifa ederdi. Çünki Bulgaristan’ı değil, Sırbistan’ı tutmak, Rusya için hayatî bir umde mahiyetindeydi. Ben de öyle düşünüyordum. |
|
Mukayeselerden de görüldüğü gibi, Mahmud Şevket Paşa’nın ilk defa
1965’te yayınlanan ve daha sonra iki defa kitap olarak çıkan
günlüğü
Paşa’nın elyazısı ile olan metinden oldukça eksik, farklı, üstelik hatalıdır ve günlüğün tam metni ilk defa bu kitapta yayınlanmaktadır.
Mahmud Şevket Paşa’nın bizzat yazdığı iki defterden meydana gelen sadaret günlüğünün ilk cildinin orijinalini, Paşa’nın eşi Dil- şad Hanım’ın 2013 Kasım’ında Teşvikiye’de bir akşam tesadüfen tanıştığım kardeş torunlarından Pakize Yetkin ile eşi Yusuf Emre Yetkin’den temin ettim.
Ailede sadece 10 Kânunsam 1328 (23 Ocak 1913) Perşembe ile 7 Nisan 329 (20 Nisan 1913) Pazar günlerinin arasmın yazılı olduğu 16 x 20,5 santim eb’adında, sabit kalemle yazılmış olan ilk defter vardı. 8 Nisan 1329 (21 Nisan 1913) ile 29 Mayıs 1329 (11 Haziran 1913) arasının yazılı olduğu ikinci defter seneler önce kaybolmuştu ve akıbeti maalesef meçhuldü. Ancak her iki defter, bira- rada oldukları önceki senelerde eski harflere mükemmelen âşinâ bir kişi tarafından yeni yazıya çevrilmişti, aile daktilo ile yazılmış olan bu metni de ayn bir klasör içerisinde muhafaza ediyordu ve Hayat Dergisi’ndeki yayında, daktilo edilmiş bu metinden istifade edildiği anlaşılıyordu.
Glen Wifred Swanson da, tezinde iki bölümden meydana gelen günlüğün translitéré edilmiş hâlini 1965 yazında Hayat Dergisi’nin İstanbul’daki ofisinde görmüş olduğunu söylemektedir.[24]
Metni yeni yazıya kimin çevirdiği hakkında malûmatımız bulunmuyor. Ama, bu işin Paşa’nın eşi Dilşad Hanım’ın kardeş torunlarından Samiye Necla özbaş’ın zevci, Pakize (Yetkin) ile Mübeşşer (Selçuker)’in babaları ve ailenin damadlanndan olan Abdurrahman Ferdi Çelem tarafından, Şevket Rado vasıtası ile yaptırıldığını biliyoruz.[25]
Bu yayında eski harflerle olan ilk ciltteki orijinal metnin yeni yazıya naklettiğim şekli ile ikinci defterin önceden translitéré edilmiş hâli günümüzün imlâsına aktarılarak, ardarda yeralmaktadır.
leri, özellikle de 31 Mart hadisesi hakkında önemli bilgilere sahip olunabilecektir. |
Günlükte sert, yabancı memleketlerde uzun seneler kalmanın, geniş bir kültüre sahip olmanın ve birkaç yabancı dili iyi şekilde bilmenin verdiği özgüvene dayanan ve etrafındakilerden birçoğunu küçük görüp beceriksiz bulan ama çaresiz bir Mahmud Şevket Paşa vardır. Bu öylesine bir çaresizliktir ki, Edirne’nin Bulgarlar’a verilmesi ihtimalinin yarattığı endişeyi bahane ederek 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’yi basan Ittihad ve Terakki’nin sadrazamlığa getirdiği Mahmud Şevket Paşa ve hükümeti, baskından sadece dört ay sonra, 30 Mayıs’ta imzalanan Londra Anlaşması ile Trakya’da Midye-E- nez hattını sınır kabul etmek zorunda kalacak ve Edine’yi Bulgaristan’a bu defa kendileri terkedecek, imparatorluğun eski başkenti ancak aynı senenin 21 Temmuz’unda geri alınabilecektir. Paşa’nın günlüğü çökmek üzere olan bir imparatorluğun aczini, perişanlığını, maruz kaldığı her çeşit dert ile sıkıntıyı ve başka devletlerin elinde nasıl çaresiz bir hâle gelmiş olduğunu mükemmel şekilde aksettiren bir aynadır. Paşa’nın anlattığı hemen her hadise çöküşün aslında çok daha önceden başlamış olduğunu ve çaresiz kalan imparatorluğun tam bir teslimiyet politikası uygulamak sureti ile uzatmaları oynadığını hemen farkettirmektedir. Sadece sivil idare değil, artık ordu da âcizdir ve gırtlağına kadar siyasetin içerisindedir. Rütbeleri albaydan daha düşük olan subaylar en üst rütbedeki paşalar ile didişmekte, kendilerine kumandan olarak tayin edilecek kişilere bile karşı çıkmakta ve bunu zamanm Harbiye Nâzın’na mektup ile açıkça yazmakta, Harbiye Nâzın ise bu gibi çekişmelerde sadece arabuluculuk edebilmektedir. Orduya böyle bir bölünmüşlüğün hâkim olmasınm neticesinde Balkan Savaşlan’nda ardarda mağlûbiyetler yaşanmış, imparatorluğun kuruluş dönemindeki ilk anavatanı olan toprakların da peşpeşe elden çıkması üzerine devlete artık bir ver-kurtul politikası hâkim olmuştur. İmparatorluğun bekaasmı ve payitaht İstanbul’un elde kalmasını sağ- lamanm tek yolunun sadece toprak vermekten geçtiğine inanılmakta, asırlar boyunca Türk vatanı olan yerlerin, hattâ Edirne’nin bile elden çıkması ihtimali artık çare olarak görülmektedir. Rüşvet ve yolsuzluk başım almış gitmiştir, maliye iflâstan da beter bir halde bulunduğundan askerî ve sivil harcamalar için elzem ve âcil olan kaynakların ya devlet gelirlerinin üzerine bir çeşit haciz ve icra memuru gibi çöreklenmiş olan Düyûn-ı Umûmiye’den sağlanmasına çalışılmakta veya demiryolu, liman, seyr-i sefâin ve hattâ toprak terki gibi tâvizler karşılığında Avrupa’dan teminine uğraşılmaktadır. Bulgar Ordusu payitaht İstanbul’un burnuna kadar girmiştir, devlet sivil idarede bile acz içerisindedir, stratejik mevkilere getirilecek yabancı müfettişler aranmakta ve hemen her konuda Avrupalı elçilerin fikirle- |
ri alınmaktadır. Düuel-i Muazzama denen büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’daki büyükelçileri hemen her işe zaten müdahalede bulunurlarken hükümet elçilikleri gücendirmeden ve muvafakatlerini almadan hiçbir iş edememektedir ve her alanda dikkatli bir denge politikası gütmek zorundadır, imparatorluğun sadrazamı, yani Mahmud Şevket Paşa bazı günler daha Sadaret’teki yahut Harbiye Nezareti’ndeki makamına gitmeden önce sabahlan Avrupa sefaretlerini ziyaret etmekte, elçiler veya elçi kadar güçlü ve yetkili olan elçilik tercümanlan ile fikir teatisinde bulunmakta, nabız yoklamaktadır.
Yabancı diplomatlar hanedanı alâkadar eden ailevî işlere bile kanş- maktadırlar. Meselâ devrik hükümdar Abdülhamid’in küçük bir sarayı işgal eden hanımlanndan birinin binayı terketmesi için hükümet tarafindan yiyeceksiz bırakılmasından bile haberdardırlar ve bu meseleye bile müdahale bulunmaktadırlar.
Devletin tepesindekilere gelince...
Padişah da dahil olmak üzere bol bol dedikodu yapmakta ve birbirleri hakkında ağızlanna geleni söylemektedirler.
Meselâ, zamanın hükümdan Sultan Reşad, Ahmed Muhtar Paşa için “Pek kıskanç bir ihtiyardır”, Mahmud Şevket Paşa da “Âciz olduğu kadar hasud” demektedir. Ahmed Muhtar Paşa ise eski sadrazamlardan Kâmil Paşa’nm “Eb-an-ced çifti”, eski şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’nin de “Ahlaken çifti” olduğunu söylemektedir.
Sultan Reşad, veliahdı olan Yusuf Izzeddin Efendi’nin gözünde zaaf sahibi ve iktidarsızdır!
Bâbıâlî baskını ile devrilip memleketi olan Mısır’a gönderilen sabık sadrazam Kâmil Paşa, 87 yaşında olmasına rağmen Mahmud Şevket Paşaca göre 25 yaşındaki bir muhterise benzemektedir; dirâyetsiz, ilimsiz, tahsilsiz eski ihtiyar bir Türk paşasıdır. Mu’teriz ve müfsiddir, hırs içerisinde hâlâ sadaret peşinde koşup entrikalarla uğraşmaktadır ve memleketin kurtulması için Allah’m herşeyden önce Kâmil Paşa’nm canını alması lâzımdır!. Zira, Paşa’nm fesat ve entrika ile mâlâmal olan hayatı memleket için en büyük musibettir ve memleket ancak fesat menbaı olan bu adamın ölmesi ile kurtulabilir. Mahmud Şevket Paşa, bu kanaatini Sultan Reşad’a da açıkça söylemektedir.
Esad Paşa da, Mahmud Şevket Paşaca göre ahlâksız bir adamdır ve kendisinden her türlü mel’anet beklenebilir. Emanuel Karasu gevezedir, Preveze’nin sabık mebuslarından Hamdi Bey ise Arnavut mebuslar arasmda edepsizliği ile şöhret bulmuş ve riyâkârâne sözler eden denî- yü’t-tab’ bir adamdır. Fahri Paşa iktidar sahibidir ama allaktır, üstelik eski devirde jurnalcilik etmiştir.
Diğer paşalar da birbirleri hakkında demediklerini bırakmamaktadırlar;
Osman Nizami Paşaya sorarsanız, Reşid Paşa gündüzleri öğleden sonra saat
ikide kalkıp dört buçuğa kadar tuvaletini yapmakta; Hakkı Paşa,
Londra’da zamparalık etmektedir. Hariciye Nâzın Said Halim Paşa da, Van
Kumandam Cabir Paşa’nm ayyaş, fâsık ve cahil olduğunu
söylemektedir.
Mahmud Şevket Paşa, kendisini Bâbıâlî baskınının ardından sadaret makamına getiren Ittihadçılar’dan da hoşlanmamakta, hattâ nefret etmektedir. Parlamento’da bazen İttihadçı umdeleri destekler gibi görünmesine rağmen günlüğünde “...İttihadçılar’ın artık adam olmayacakları kanaati bende büsbütün teessüs etti. Bu kadar felâketler üzerine hiç de akıl erdiremeyecekleri ve erdirmedikleri umür-ı askeriyeye bile müdahaleden vazgeçmiyorlar idi ve bu suretle idare-i memleket edebileceklerim zannediyorlardı”[26] şeklindeki ifadelerinin yanısıra mecnun ve beyinsiz olduklannı, söz dinlemediklerini, adam olamayacaklannı yazmakta, İt- tihadçılar’m muhaliflerinden de rezil ve ahlâksız diye bahsetmektedir.
Paşa’mn Ittihadçılar hakkındaki bu görüşlerinin ve iktidarını onlarla paylaşmaya hiçbir şekilde nza göstermemesinin, hayatının kurşunlarla noktalanmasında büyük ihtimalle tesiri olmuştur.[27]
Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Tarihi’nde günlük tuttuğu bilinen ve tuttuğu günlük elimizde olan tek sadrazamdır; Paşa’nm haricinde günlük tuttuğunu bildiğim tek devlet adamı da Şeyhülislâm Ürgüplü Hayri Efendi’dir.[28] O devirde vazifede bulunmuş olan sadrazamlardan Kâmil ve Küçük Said Paşalar, Ahmed Reşid Bey ve Memduh Paşa gibi nazırlar, Lutfı Simavi ve Halid Ziya Beyler gibi saray görevlileri ile Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi ve daha başka devlet adamları sonradan yaym yapmışlar ise de, bu yayınlar günlük değil o kişilerin hatıralarıdır ve şimdilik elimizde bulunan tek günlük, Mahmud Şevket Paşaca aittir.
Paşa’nm elyazısı okunaklı ama seri’ bir çeşit rik’adır. Hadiseler meydana geldikleri günün gecesinde gayet hızlı şekilde kaleme alındıklarından olacak uzun cümlelerde nâdiren de olsa bazı kelimelerin yazılması atlanmış ve ifade düşüklükleri meydana gelmiştir.
Mahmud Şevket Paşa’nm yazmayı unuttuğu yerlerde olması gerektiğini
tahmin ettiğim kelimeleri [ ] şeklinde köşeli parantezler içerisinde
yazdım, okuyamadığım kelimeleri noktalarla, biçiminde gösterdim;
okunmasmda şüphe duyduğım kelimenin hemen yanma da (?) işareti
koydum.
Eski harflerle yazılmış Batı dillerine mahsus isimler ile kelimelerin okunmasının nasıl bir dert olduğu, erbâbmın malûmudur...
Bu zorluk, Mahmud Şevket Paşa’nm hatıralannda da ortaya çıktı. Va- şington, Askit, Doyçe Bank, Vangenhaym gibi Türkçe’de telâffuz edildikleri şekilde yazılmış olan yabancı isimlerden ne oldukları anlaşılanlan Washington, Asquith, Deutsche Bank ve Wangenheim olarak, yani kendi dillerindeki asıl imlâlan ile naklettim ama kim olduklarını bilemediğini için orijinal imlâlarım bulamadığım isimleri okuduğum şekilde yazdım. Okunmasında hata etmiş olabileceğim Gulner, Bündel, Marki Daklito, Helfriç, Kuniner ve Fad gibi şahıs ve yer isimlerinin yanma da (?) işaretini koydum ve nihayet metni rahat okunabilmesi için paragraflara ayırdım.
Paşa, günlüğünü 23 Ocak 1913’te yazmaya başlamış, 9 Şubat’a kadar ara vermiş, 23 Ocak ile 9 Şubat arasında olanları zaten ilk güne kısaca kaydetmiş ve 9 Şubat’tan itibaren her gün yazmıştır. Hadiseleri metnin oı lalarından itibaren daha teferruatlı şekilde anlatmakta, sona yaklaştıkça gittikçe uzun yazmakta ve hadiselerin ayrıntılarını çok daha net şekilde vermektedir.
Mahmud Şevket Paşa’nın eşi Dilşad Hanım’m kardeş torunlanndan olan ve bir aile yadigân olarak muhafaza ettikleri günlüğü yayınlamam için tarafıma veren Pakize Yetkin ile eşi Yunus Emre Yetkin’e şükranlarımı ifadeden sonra, şimdi Osmanlı imparatorluğu’nun günlük tutan ve hayatı suikast ile noktalanan tek sadrazamı, Mahmud Şevket Paşa konuşuyor. Paşa sadece bir sadrazamın, yani kendisinin çaresizliğini değil, çatırdayan bir imparatorluğun hüznünü, sıkıntılarını, elemlerini ve hattâ çöküşünün sadâlarını naklediyor ve geçmişte bir türlü ders alamayıp miras olarak bugünlere kadar getirdiğimiz iflâh olmaz bâzı âdetlerimiz yüzünden başımıza açılan bitmeyen dertleri anlatıyor.
Murat Bardakçı Ağustos 2014 Teşvikiye
10 Kânunsânî 1328 - 28 Mayıs 1329
(23 Ocak 1913 - 10 Haziran 1913)
Paşa, günlüklerini yazarken Rumî tarih kullanmış, Rumî tarihlerin
yanında
yeralan parantez içerisindeki Milâdî tarihler taraflından ilâve
edilmiştir.
10 Kânunsânî 328 (23 Ocak 1913) Perşembe:[29]
10 Kânunsânî 328 Perşembe günü saat sekizde sadarete tayin olundum.
O gece tâ-be-sabah uyumadım. Kabine teşkili ve asayişin iade ve muhafazasiyle iştigal edildi. O günden itibaren her gün akd-i meclis edildi. Vükelâmn kısm-ı âzami harp tarafdan idi. Enver Bey ile genç zâbitân kezâ. Ben vaziyet-i siyasiye ve askeriyemize nazaran harbi münasip görmüyordum. Harb ciheti iltizâm edildiği halde istifa edeceğimi anlattım. Onun üzerine fikr-i itidal hâsıl oldu. En nihayet 17 Kânunsânî 328’de badezzuhr iki buçukta devletlerin notasına cevap verildi. O gün daha evvel verilecek idi. Ancak tebyizde yapılan ve tarafımdan farkına varılan hatâ mâni oldu.
O gün bütün süferâyı ziyaret etmiş ve nokta-i nazarımı anlatmış idim. Edirne’nin sol tarafı bizde bırakılıp Adalar işinde devletlerin nokta-i nazarı hemen kabul olunuyor idi.
Nota sadarete tayinimden ancak yedi gün sonra verilebildi. Vâ- kıa bunu iki-üç günde vermek kabil idi. Sadaretimin ikinci günü Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Reisi izzet Paşamı Meclis-i Vükelâca celb ile kendisine vaziyet-i askeriyemizi izah ettirdim. Harbi tavsiye etmiyordu. Şiddetle sulhü iltizâm ediyor idi. Bununla, vükelâdan Dahiliye Nâzın Hacı Adil ve Maarif Nâzın Şükrü Beyler’i imâle etmek olmuyor idi. Bunlann harp tarafdarlığını tahfif etmek için çok çalış- mak icap ediyor idi. İşte bunun için üç-dört gün uğraşmaya lüzum görüldü. Bu sebepten no tarım itâsı taahhür etti.
Nota, Avrupa’da pek ziyade hüsn-i tesir hâsıl etti. Müzakerata devam için bir esas teşkil ettiği cümle indinde tasdik edildi. Lâkin no- tanm verildiği gün General Savoftan alman bir telgrafnamede dört gün sonra mütareke ahkâmı mucibince muhasamata ibtidar olunacağı beyan ediliyor idi. Nota üç gün evvel verilmiş olsaydı, Bulgar- larin bu suretle hareketine meydan verilmiş olmayacaktı.
Nota bu suretle tesirsiz kalınca dört gün sonra muhasamat başladı. Bulgarlar tarafindan ateş edilmedikçe bizim tarafimızdan ateş edilmemesini emretmiş idim. Edirne ve Gelibolu taraflannda Bulgarlar ateşe başladılar, fakat Çatalca’da ateş açmadılar. Kânunsânî’nin yirmi üçünde Çatalca’ya gitmiş idim. O gün tekrîr-i muhasamata ikinci günü olduğu halde Bulgarlar ateş etmemiş ve ric’at etmeye
başlamışlardı. Merkezde bulunan ikinci Kolordudan çıkarılan üç bölükten biri Bulgarlar’m 300 metre önünde bir köyü işgal ettiği halde Bulgarlar ateş etmeyip askerimize karşı şapka çıkararak on- lan selâmladılar. Diğer bir bölük, bir Ermeni zâbit kumandasında olduğu halde yine Bulgarlar’m önünde bir [30] bîperva geçerek Bul- garlar’a doğru hareket etmiş iken Bulgarlar yine ses çıkarmadılar. Bir bataryamız bir Bulgar koluna ateş açmış iken Bulgarlar mukabelede bulunmadılar fakat ondan sonraki günlerde ateş etmeye başlamışlardır.
O gün Çatalca Hattı’nı boydan boya dolaştım. Askerin ahvâl-i ru- hiyesini iyi gördüm. Bilhassa, Üçüncü Müfettişlik’ten gelen Lâzlar pek iyi idiler. Bunlardan birkaç taburu teftiş ettim ve kendilerini teşvik eyledim. Söylediğim birkaç söz üzerlerinde pek büyük bir tesir yaptı.
Çatalca Hattı’nın gerisinde 25-30 kilometre tülünde olan yol pek fena bir halde idi. Bazı yerlerde tamirine dikkat olunuyor idi ise de bazı kıtaât buna ehemmiyet vermiyor idi. Yolun kenarlarında bulunan hayvan lâşeleri pek fena bir manzara arzediyor idi. Otomobil ile Hadımköyü’ne avdet ettiğimde İzzet Paşa ile bu bâbda görüştüm. Bunların tamirat-ı mütemâdiyesine yedi bin kişi memur ettiğini söylüyor idi. Fakat yolun yalnız bir noktasında elli-altmış kadar askerin tamirat ve tathirat ile meşgul olduğunu gördüm. Yol üzerinde başka asker yok idi.
İstanbul’a avdetimde 2 bin kişilik bir müfreze teşkil ettim, Miralay Alâeddin Bey kumandasında bulunan bu müfrezeyi münhasıran yolun tamirat-ı mütemâdiyesine memur ettim. Hayvan lâşelerinin yol kenannda terkedilmemesini de müfrezeye tenbih eyledim.
Sancaktepe’de bir erzak amban yapılmış idi. Fakat, Hadımköyü ile bu ambar kifayet etmiyor idi. Kurukavak’ta dahi bir ambar tesisi ve şimendifer istasyonu olan Sancaktepe’den erzakın Kurukavak ambarına otomobil ile nakli tensîb edildi. Hadımköyü ile Sancaktepe’de o gün birer makas inşasına da başlattırılmış idi. Kuruka- vak’taki ambarlar için baraka inşası müşkil ve zamana mütevakkıf olduğundan orası için kiler çadırlan gönderildi.
Kânunsânî’nin 24. günü Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan alman bir telgrafnamede hariciye müsteşarı bir mülâkatma dair malûmat veriliyor idi. Müsteşar notamızın süferâ konferansında mevki-i tezekküre konduğunu ve fakat beyne’s-süferâ bu bâbda bir karar verilemediğini söylemiştir.
mütalâası muvafik bulunduğundan bunu derhal Hariciye Nâzın Sir Edward Grey’e bildirmiş ve mûmâileyh dahi bu fikrin bir fikr-i zâti mi yoksa hükümet-i seniyyenin emri üzerine dermeyan edilmiş bir teklif-i resmî mi olduğunu sual eylemiştir. Tevfik Paşa’nın bunun fikr-i zâti olduğunu söylemesi üzerine hükümat-ı müttefikaca muhasamata mübaşeret olunmuş olduğu cihetle bunun hükümet-i se- niyyece resmen süferâ konferansına tebliği halinde süferâca tedkik olunacağım beyan eylemiştir. Tevfik Paşa şımank olan düvel-i müt- tefika ile icra kılınacak müzakeratımızdan bir netice hâsıl olmayacağı cihetle işin ber-vech-i mâruz hükümat-ı muazzamaya terkini tavsiye ediyordu.
Müşarileyhin bu tavsiyesini pek muvafık buldum. Hariciye Nâzın Prens Said Halim Paşa dahi benimle hemfikir bulundu. Lâkin, Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa sabık kabinenin Edirne’nin bitaraf addedilmesi hakkındaki mütalâasını terviç ettiğinden buna yanaşmak istemedi. Hacı Adil ve Şükrü Beyler ise bu tavsiyenin aleyhinde bulundular. Bu sebepten o gün bir karar verilemedi.
Vâkıa, Hurşid Paşa kumandasında olan 10. Kolordu (Erkân-ı Harbiye Reisi Enver Bey) ve Süleyman Şefik Paşa kumandasında bulunan Mürettep İkinci Kolordu Şarköy’e çıkarılarak (cem’an beş fırka) Bolayır önünde bulunan Bulgar kuvâ-yı askeriyesi buradan hareket edecek kol ve Bolayır’dan iki ilâ üç fırka kuvvetinde tahrik olunacak diğer bir kol arasında kıstırılarak bir muvaffakiyet elde edilmesi melhûz ve muhtemel ise de mağlûbiyet dahi cümle-i ihti- malâttan bulunduğuna ve muvaffakiyet halinde bu kuvvetin Edirne’ye giderek onu tahlîs etmesi ve Çatalca Ordusu’nun da Edirne istikametinde sevk ve tahriki imkânı mevcut olmadığına binaen, hemen Tevfik Paşa’nın tavsiyesi kabul olunarak cevab-ı muvafakat verilmesine çok çalıştım ise de muvaffak olamadım. Bolayır’da bir mağlûbiyet halinde veyahut sukutu takdirinde vaziyetimiz pek fenalaşacak idi. O halde belki düvel-i muazzamarun ber-vech-i iş’ar tavassutuna da muvaffakiyet hâsıl olmayacak idi. Bu bâbda verdiğim izahat kârgîr-i tesir etmedi.
Ancak dört gün sonra, yani Kânunsânî 27’de mes’ele tekrar Mec- lis-i
Vükelâ’da mevz-i tezekküre kondu. O gün Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa
gelmedi. Bolayır’dan çıkan iki fırka (Fahri Paşa kumanda- smda - Erkân-ı
Harbiye Reisi Fethi Bey) Şarköy’den hareket edecek koldan evvel
’daki düşmana hücum etmiş ve fakat bu hücumda muvaffak olamayarak
mevcudunun nısfı ile on cebel topu ve bir mit- ralyöz zayi etmiş idi.
Hacı Âdil Bey ile Şükrü Bey bu haber-i müessif üzerine artık
muhalefette sebat edemediler. Maamafih, Hacı Âdil Bey sûferânın
istifsâr-ı mütalâasını ileri sürerek yine taahhû- rata sebebiyet vermek
istedi. Buna şiddetle mukabele ettim. Meclis-
ce Tevfik Paşa’nın teklifi kabul olunarak kendisine vesair sûferâya bâ-telgraf bildirildi.
27 Kânunsâni 328 (9 Şubat 1913):
O gün Hacı Âdil Bey emvâl-i gaynmenkule kanununu da çıkarmak istedi ise de fakat yetiştiremedi. İkmalini ertesi güne tehir eyledi.
Ertesi gün kendisinden aldığım bir tezkerede süferâdan istifsâr-ı keyfiyet olunması hakkında beyan ettiği teklifin kabul olunmamasından ve takyid ve teşrih yolundaki mütalâasına da ehemmiyet verilmediğinden bahis ile Dahiliye Nezareti’nden affını talep eyledi.
Kendisini arattım ise de ahbaplarından birisinin hanesinde misafir olduğu halde hastalanmış olduğunu haber aldım. Yaver gönderdim. Fakat kendisini yatakta bulduğu için 30 Kânunsâni’de Bâbıâlî*ye gelip beni gördü.
Kendisine dedim ki:
- Hususât-ı askeriyede ihtisasım vardır. Umür-ı siyasiye ile de sizden ziyâde meşgul oluyorum. Hariciye Nâzın da benim ile hemfikiridi Biz ki umür-ı siyasiyeden en ziyade mes’ulüz, fikren ittihad ettiğimiz halde artık şâir rüfekamızın bize itimad ederek muhalefette bulunma- malan ve mesaimizi akim bırakmamalan icap eder. İngiliz Başvekili Asquith ve Hariciye Nâzın Sir Edward Grey, dahiliye nâzın tarafindan umûr-ı siyasiyede mümanaat ve muhalefete düçar olsalar elbette iş göremezler.
Hacı Âdil Bey otururken Tanin muharriri İsmail Hakkı Bey geldi. Ben kendisini davet etmiş idim. Kendisine teşebbüsat-ı siyasiyemiz hakkında malûmat vermeye başladım. Hacı Âdil Bey hemen kalkıp gitti. İsmail Hakkı Bey hâlâ ordumuzun galibâne ilerlemekte olduğu zannında bulunuyor idi. Talât Bey’in teşvikiyle o gün Tanin ile müza- kerat-ı sulhiye aleyhinde bir bend yazmış idi. Kendisini tenvir ettim. Zavallı pek teessüf etti.
Maamafih, bâdema Tanin de talimatım veçhile hareket ederek ef- kâr-ı umumîyeyi akd-i sulha ihzâr edeceğini vaad etti.
O gün îfham gazetesi muharriri Ferid Bey ve Sabah muharrir-i siyasâsi Diran Kelekyan Efendiyi dahi celb ile kendilerine izahat-ı lâzime verdim. Ferid Bey o akşamki îfham gazetesi ile müzakerat-ı sulhiye lehinde bir makale neşretti.
Osmanlı Ajansı Salih Gürci’yi[31] dahi celbettim ve kendisiyle mü-
zakerat-ı sulhiyeye filhakika tarafımdan ibtidar olunduğuna dair bir mülakat yaptım ki, bunu hem bizim gazetelerle neşir ve hem Avrupa cerâidine tebliğ etmeyi vaad eyledi.
O gün Bâbıâlî’de Kuveyt’e ait evrak ve vesâiki dahi mütalâa ettim. Londra ya suret-i gayr-i resmiyede olarak müzakerat-ı sulhiye- de bulunmak üzere gönderdiğim Sadr-ı esbak Hakkı Paşaca Kuveyt mes’elesinin halli için de talimat vermiş idim.
Hakkı Paşa, düvel-i muazzamayı tavsît hususundaki fikrimi pek muvafık bulmuştur.
Kendisine muhtasaran verdiğim talimat perakende evrakım me- yamndadır.
31 Kânunsânî 328 (13 Şubat 1913) Perşembe:
Sabah erkenden Almanya ve Fransa sefirlerine gittim. Almanya Sefiri’ne “Biz, sulh şerâitinin tayinini devletlere bıraktık. O halde sendikanın bize para ikraz etmemesinde bir hakkı kalmadı” dedim. Al- tı-yedi milyon frank itâsını taht-ı temine aldım. “Bu bâbda Fransa Sefiri’ni de görünüz” dedi.
Tevfik Paşaya verilen cevabın süferâ konferansına konduğu vc işin Tevfik Paşa tarafından doğru anlaşılmadığının tezahür eylediği ve süferâ konferansında Bâbıâlî’nin teklifi kabul olunmayıp devletler notasımn esas ittihazınm teklifi kararlaştığı ve Tevfik Paşa’mn bunu kabule meyyâl görüldüğü Berlin’den alınan bir telgrafnamede iş’ar kılındığını Almanya Sefiri bana anlattı.
Almanya Sefiri’ne dedim:
- Eski notayı şerâit-i sulhiye için esas ittihaz edemem. Tevfik Paşa iyi hareket etmemiştir. Kendisine öyle bir salâhiyet vermedim. Avrupa sulh arzusunda ise notamı şerâit-i sulhiye için esas ittihaz etmeli ve Edime için kendisi bana bir suret-i hail bulmalıdır. Berlin’e böyle yazınız.
Bu sözleri Fransa Sefiri’ne de tekrar ettim. Gerek para ve gerek sulh hakkındaki fikrimi hükümetlerine yazacağım ikisi de vaad ettiler, Tasvir-i Efkâr muharriri Yunus Nadi Beyle görüştüm. Bâdema gazetesinde ne suretle hareket edeceğine dair talimat verdim. Yunus
1912 seçimlerine Ittihad ve Terakki Partisi’nin İstanbul adayı olarak katılıp bir de seçim beyannamesi yayınlayacak ama seçilemeyecek, sonraki senelerde Ittiha- dçılar ve Türkiye’de bulunan Almanlar ile anlaşamayarak 1914’te memleketten ayrılıp Avrupaya gidecek ve Fransa’da vefat edecekti. Salih Gürci’nin kızı olan Fransız gazeteci, senarist ve politikacı Françoise Giroud (1916-2013), 24 Ağustos 1976 ile 30 Mart 1977 arasmda Fransa’nın Kültür Bakanlığı’nı yaptı (Salih Gürci için şu makaleye ve makalede verilen kaynaklara bakınız: Salih Tunç'un “1912 Seçimlerinde Musevi Cemaati’nden İttihatçı Mebus Adayı Salih B. Gürci ve Seçim Beyannamesi” (Tarih İncelemeleri Dergisi, XXVIII / 2, 2013, sah: 549-585).
Nadi Beyl birinci defadır görüyorum. Bana aklı başında bir zât gibi göründü.
Bugünkü Meclis-i Vükelâda emvâl-i gaynmenkule kanunu tasdik olundu. Umür-ı mâliyeye dair birkaç kanun çıkarıldığı gibi yirmi maden imtiyazınm itâsma dair de Şûrâ-yı Devlet mazbatalan üzerine karar verildi. Bu mazbatalar sabık kabineler zamanında tasdik olunmaksızın tevkif olunmakta idi. Maksat da ashâb-ı imtiyâzâtı müracaata mecbur edip onlardan para almak imiş. Tam devr-i Hamîdi’de mabeyn-i hümâyun erkânının yaptığı gibi.
Sadarete geldiğimde Bayezid-Şişli arasındaki tahtel-arz tramvay imtiyazı da tevkif edilmiş idi. Hattâ bu Meclis-i Vükelâda tasdik edilmiş ve irade-i seniyyesi şerefsâdır olarak alâkadarana da tebliğ olunmuş idi. Bunun için sadr-ı sabık-zade Said Paşa, Deutsche Bank’tan 15 bin lira talep etmiş imiş. Bunu Almanya Sefiri Baron Wangenheim bana söyledi ve hattâ bunun üzerine Alman maliye grubunun Ingiliz ve Fransızlar ile bil-ittifak akd-i sulh edilmedikçe Devlet-i Osmaniye’ye para verilmemesine müttefikan karar veren sendikanın teşekkülüne bâdi olmuş imiş. Bâbıâlî’de yaptığım tahkikatta bir Fransız’ın bu imtiyazda bazı tâdilât icrasiyle beraber kendisine itâsı halinde devlete üç milyon lira vereceğini deruhte etmesi üzerine imtiyaz-ı mezkûrun muamelesini ikmal etmemeye karar verildiği anlaşılmış ise de Fransız’ın parayı vereceğine dair bir teşebbüsü de vâki olmamıştır.
O gün Avusturya Sefiri beni Bâbıâlî’de ziyaret etti. Almanya ve Fransa sefirlerine söylediğimi ona da söyledim.
Yevm-i mezkûrda Osmanlı Ajansı’na sulh teşebbüsatında bulunduğuma dair vâki olan beyanatım gazetelerle neşrolunmuştur.
1 Şubat 328 (14 Şubat 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Edirne’den müdafiînin meyûs olduğuna ve hastegân meyanında üç kolera vukuatı zuhur eylediğine telgrafnameye cevaben teşvikamiz bir telgrafname çektim. Şubat onbeşine kadar esbâb-ı maişetin temin edildiğini evvelce vuku bulan iş’ar-ı mükerrerem üzerine Edirne Valisi yazıyor. Ona teşekkürle beraber behemehal Şubat nihayetine kadar temin-i esbâb-ı maişet edilmesini yazdım, izzet Paşa’ya çektiğim şifrede düşmanın Çatalca ve Bolayır cihetinde müdafaa ve Edirne’yi iskat niyetinde olduğunu ve şu sıra Anadolu'ya da sevkiyatta bulunması melhûz olduğunu ve muvaffakiyet ihtimali olmıyan teşebbüslerden sarf ve va- ziyet-i hâzıranın iki-ûç hafta idâmesi teşebbûsat-ı sulhiyeye müsait olacağını ve muvaffakiyet elde edilirse tabii faydalı idüğûnü yazdım. Basra vilâyetinden Kuveyt’in hududunu sordum.
Huzûr-ı hümâyuna çıktım. Taâmı sarayda ettim. Badehu, Cuma selâmlığında bulundum. Cuma’dan sonra veliahdı ziyaretle Edir- ne’siz dahi sulh akdine mecbur olduğumu söyledim. Fikrimi muvafık buldu. Oradan Bâbıâlî’ye geldim. Yarım saat kadar iştigalden sonra Üsküdar’a geçip o geceyi hanemde geçirdim.
2 Şubat 328 (15 Şubat 1913) Cumartesi:
Sabah sekizde istimbotla karşıya geçip evvelemirde Harbiye Nezâreti’ne gittim. O günkü gazeteler mutedilâne neşriyatta bulunuyorlar idi. ikdam dahi hükümetin teşebbüsat-ı sulhiyesini takdir ediyor idi.
öğle vakti Bâbıâlî’ye geldim. Bâbıâlî’nin muhterik mahallinin keşfi ile bunun bir an evel inşasma başlattırmak için evâmir-i lâzıme verdim. Mesâlih-i cariye ile iştigal ettim.
İzzet Paşa’dan gelen cevapta vaziyet-i askeriye hakkında fikrime tamamen iştirak etmekte olduğunu yazıyor idi. Enver Bey’in Hurşid Paşa’mn itimadını kaybettiğini beyan ile Onuncu Kolordu erkân-ı harbiye riyâsetinden istifa ettiğine ve keyfiyetin tarafıma iş’ar olunduğundan bahs ile alınacak emre göre hareket olunmasınm kendisine bildirildiğine dair izzet Paşa’dan bir şifre geldi.
Meclis-i Mebüsân reis-i sabıkı Halil ve Dahiliye Nâzır-ı esbakı Talât Beyler beni ziyaret ettiler. Sulh hakkmdaki teşebbüsatıma mâni olmak istediler. Vaziyet hakkında kendilerine izahat-ı kâfiye verdim. Vaziyeti bilmeden bir meslek-i siyaset tayini arzusunda idiler. Esna-yı musahabette Talât Bey’e, “Fikriniz mahduttur, mahdudi- yet içinde vaziyeti tayinden âcizsiniz, ihâtâh bir fikriniz yoktur, yarım âlimlerdensiniz. Bu memleket en ziyade bu gibilerden zarar görmüştür” demeye mecbur oldum. “Avrupa ne teslimiyet göstermeyiniz. Ensenize binerler” demek istiyorlardı. Bir taraftan faaliyet-i harbiye ve diğer taraftan teşebbüsat-ı sulhiye tarafdan olduğumu mufassa- lan izah ettim. “Ben çekilirsem Edime dahi sukut etse harp imtidâd eder, ilkbahar gelince ihtilâtat tahaddüs eder. Sulh-ı umumînin muhafazasını istiyor iseniz savâbı esas ittihaz ile hall-i mes’eleye çalışınız” dediğimi kendilerine söyledim.
O gün Di ran Kelekyan Efendi de beni ziyaret etti. I iham gazetesinden bahsetti. Müdürü Ferid Bey’in biraz ileri gittiğini kendisine söyledim. “Ferid Bey’in mütalâası hem orduyu tahkire ve hem de Avrupalılar’a büsbütün teslimiyeti istilzâm ediyor ki, bunun tarafdan değilim” dedi.
Bir aralık Hariciye Nezâreti’ne gittim. Kuveyt mes’elesi hakkında
müzakeratta bulundum. Hukuk müşaviri Reşid Bey’in bir hülâsa çıkarması
ve bunun evvelemirde aramızda ve badehu Meclis-i Vü-
kelâ’da mevki-i tezekküre vaz’ı ve tarife mes’elesinden Almanlar’a taallûku olan hususatın kendileri ile müzakeresi zımnında bunların da bir varakaya ayrıca tahriri takarrür etti.
Gece, Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey ile müzakeratta bulundum. Vilâyat kanunundan ve Hicaz şimendiferinden bahsedildi. 400 bin liralık teçhizat-ı askeriye tertibinin vilâyata terki ve vilâyata âzami ..... vaz’ı........ Meclis-i Mebûsân’dan müsaade alınması ve fakat bunun için de tedkikat icrasiyle bu anda bir kanun-ı muvakkat yapılması takarrür etti. Hicaz şimendiferi için Hindistan’a ind-el-hâce müracaat olunabileceği tezekkür edildi.
3 Şubat 328 (16 Şubat 1913) Pazar:
Sabah öğleye kadar Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Muhasebe-i Umumiye Müdüriyeti’nin Kontrol Müdürü Muhiddin Bey tarafından vekâleten ifâsı için emir verdim. Nâzım Paşa zamanmda 329 senesi için tertip olunan bütçede birçok sivil memurlar maaşâtırun zammına ve ezcümle Kontrol Müdürü Muhiddin ve Tahrirat Müdürü Rıza Beyler maaşâtının altışar bin kuruş olarak vaz’ına karar verilerek merhum tarafından mûcib işaretine de iktirân eylediğini anladım. Başka bir bütçenin tertibi takarrür etti. Bâdema sivil memurlar yerine münhal oldukça asker yerleştirilmesi için Müsteşar Fuad Paşaca emir verdim. Levazım Reisi İsmail Hakkı Paşa’nın Hadımköyü’ne giderek İzzet Paşa’yı ahvâlden âgâh etmesi takarrür etti. İzzet Paşa, Cemil Münir Bey’i benden bâ-tahrirat iltimas ile istihdamı için orduya gönderilmesini istiyordu. Halbuki mûmâileyh istifa etmiş ve istifası kabul edilmiş idi. Bu gibi ahlâksız- lan iltizâm etmemesi ve alelhusus bunları taallûkatından addetmemesi için kendisine İsmail Hakkı Paşa vasıtasiyle haber gönderildi.
Bâbıâlî’de Deutsche Orient Bank Müdürü, Devlet Efendi ile beraber beni ziyaret etti. Topçu kışlası talimhanesi rehin verilerek 500 bin lira ikrazı mevzubahis oldu. Talimhanenin bir seneye kadar para verildiği halde muteber tutulmamak üzere ferağ ve intikal muamelesi icrası şartım ileri sürüyordu. “Başka bir hükümet (Kâmil Paşa hükümeti gibi) gelirse kimbilir ne olur?. Sizin gibi namuslu zevata itimadımız berkemâldir. Lâkin ne vakte kadar mevkii iktidarda kalacağınızı bilmeyiz. Kâmil Paşa gelirse işimiz ne olur?” dedi.
Ifham muharriri Ferid Bey geldi. Kendisine: “Ben bir taraftan faa- liyet-i askeriye irâesi, diğer taraftan
Avrupa’ya mümaşat gösterilmesi tarafdanyım. Yalnız mümaşat göstermek
Avrupalılari şımartır. Siz gazetenizde böyle hareket etmiyorsunuz.
Bâdema öyle hareket ediniz”.
Divan-ı harpten çağırıldığını söyledi. “Git, zarar yoktur” dedim.
O gün Meclis-i Vükelâ in’ikad etti.[32] Evvelâ, Kâmil Paşa’mn âyanlı- ğı hakkındaki tezkere-i hususîye mevki-i tezekküre kondu. Merhum İsmail Hakkı Efendi’nin yerine âyan âzâlığına tayin olunduğunu mübeyyin olan işbu tezkere-i hususîye 22 Teşrinsânî 328 tarihlidir ki, Kâmil Paşa ol vakit sadrazam idi. Mısır’a gittiği gün nasılsa evrak meyamnda kalmış olduğunu beyanla müşarileyh bu tezkereyi bana gönderiyor idi. Kanun-ı Esâsî’de mazulîn-i vükelânm âyan âzâlığı- na tayin olunacağı mezkûr olmaktan nâşi henüz mansüb olan Kâmil Paşa’mn âyana memuriyeti Kanun-ı Esâsiye muvafık olamaz. Mâbeyn Başkâtibi Halid Ziya Bey’in başkitâbet uhdesinde kalmak şartiyle âyan âzâlığına tayini hakkında geçen sene sâdır olan irade-i seniyye meclis-i âyanda muhalefete düçar olarak âyan tarafindan bu bâbda tefsiri hâvi bir karar ittihaz edilmiş ve bu karar Bâbıâli’ye tebliğ edilmiş idi. Evvelemirde bu karar hakkmda tahkikatta bulunulması Meclis-i Vükelâ’ca kararır oldu,
O gün Meclis-i Vükelâ’da Mısır’ın İngiltere himayesinde olarak istiklâlinden ve bu halde Suriye ve Arabistan’daki vilâyatımızı ilhaka kalkacağından ve Kâmil Paşa ile rüfekasırun Mısır’da ictimaından ve bu hâlin Kâmil Paşa politikasına tevafukundan bahsettim. Mû- bahasa şayân-ı dikkat görüldü ve Mısır Komiseri’nden istizahatta bulunulmasına karar verildi.
4 Şubat 328 (17 Şubat 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Badezzuhr, Bâbıâ- li’ye geldim. Yevm-i ziyaret-i süferâ olduğundan Almanya, İngiltere, Fransa, Avusturya ve İtalya sefirlerinin ziyaretlerini kabul ettim. Fransa ve Avusturya sefirleri düvel-i muazzamamn arzum veçhile yani müşterek Avrupa notasmın esas olarak kabulünden bahset- meksizin Bâbıâlî notasına cevap vereceklerini haber verdiler. Şu hale göre geçen hafta nezd-i süferâdaki teşebbüsatımın müsmir olduğu anlaşıldı.
Edirne kumandanından gelen telgrafnamede Bulgarlarin ecânibi Edirne’den çıkarmaya karar verdiklerinin kaleye tebliğ edildiğinden bahs ile istizan-ı keyfiyet olunuyor idi. Başkumandan vekili ve kale kumandanı ile Edime Vilâyeti’ne çektiğim telgrafnamelerde Avrupa’nın arzusunu yapmaya mecbur olduğumuzu ve binaenaleyh ecânibi ya çıkarmaya veya onlara bitaraf bir mıntıka tahsisine mecbur olduğumuzu beyan ile bu iki şıktan hangisinin ihtiyân münasip olacağına dair mütalâalarım sordum.
Salem vasıtasiyle para telgraf keşidesiyle taleb-i muvafakat edildi. Maliye Nâzın bunlara kırksekiz saat mühlet verdi.
5 Şubat 328 (18 Şubat 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Badehu, Bahriye Nezâreti’ne gittim. Biri hemen ba’de-l-harp Yunan- lılar’a mukabele eyleyecek surette donanmamızca ittihaz olunacak tedâbir ve tedariki lâzım sefain-i harbiyeye dair ve diğeri de ilerisi için iki pusula tertibini müsteşar Rüstem Paşa ile Erkân-ı Harbiye Reisi Sıtkı Bey’e tenbih ettim.
O gün................ lâyihasını mütalâa etmiş ve beş milyon liralık bir istikraz akdini teshil eden bu lâyihayı -ki emlâk-i müdevvereden bazı çiftlikâtın imâratına aittir- muvafık bulmuş idim. İşte, bu beş milyonu bahriyeye tahsis etmeyi teemmül ettim ve o gün in’ikad eden Meclis-i Vükelâ’da bu noktayı müdafaa ettim. Lâyiha ziraat nâzınna verildi ve bir rapor tanzim eylemesi tenbih olundu. Mecliste Fransa Sefiri’nin tekrar beni ziyaretle vuku bulan beyanatını -ki düvel-i muazzamaca teşebbüsüm üzerine izzet-i nefs-i millimizi okşayacak surette notamıza cevap verileceğine dairdir- tekrar eyledim.
6 Şubat [328] (19 Şubat 1913) Çarşamba:
Edirne’den alman telgrafnamede konsoloslarla ecânibin dışan çıkmak arzusunda olmayıp dahilde kalacaklarını ve Karaağaç cihetinin kendilerine bitaraf mıntaka olarak gösterilmesini rica eyledikleri iş’ar olunuyor idi. Bunu derhal kabul ettim ve konsoloslarla ecânibe teşekkürümün tebliğini Edirne mevki-i müstahkem kumandaniyle Edirne Vilâyeti’ne yazdım. Edime Valisi’nden aldığım telgrafnamede 19 Şubat’a kadar iaşenin temin edildiği ve nihayeti Şubat’a kadar da teminine çalışılacağı yazılıyor idi. Kendisine teşekkür ettim ve behemehal Şubat nihayetine kadar temin-i lüzumunu te İti d eyledim.
Başkumandan Vekili İzzet Paşa’dan aldığım telgrafnamede Fahri Paşa ile Fethi ve Mustafa Kemal Beyler’in istifa etmekte olduklan ve sebeb-i istifa dahi Gelibolu kuvâ-yı umumîyesi kumandanlığına tayin olunan Hurşid Paşa ve Erkân-ı Harbiye Reisi Enver Bey ile aralarının açılması olduğu iş’ar olunuyor idi.
Fethi Bey namuslu, metin bir zâbittir. Müfrid dahi değildir. Ancak, Mustafa Kemal Bey’in Trablusgarp’ta Enver Bey ile geçinemediğini haber almış idim. Fethi Bey de ahlâk-ı hasene sahibi olmakla beraber biraz kıskançtır. Gazeteler, Enver Bey’e daha ziyade ehemmiyet vermişlerdi. Ittihad ve Terakki Cemiyeti de Enver Bey’e daha ziyade mütemayil idi. Fahri Paşa muktedir bir zât olup muharebe-i âhirede
dahi yararlık göstermiş idi. Ancak mûmâileyh Şarköy’e çıkarılacak Onuncu Kolordu (Hurşid Paşa kumandasında, Erkân-ı Harbiye Reisi Enver Bey) ve Mürettep İkinci Kolordu (Süleyman Şefik Paşa kuman- dasmda) ile Gelibolu cihetinde tevhîd-i mesai ederek Ekzamil karyesinde taarruz eden düşmana hücum etmeye ve bidayette Bolayır cihetinden bir huruç icrası ile düşman kuvvetlerini kendi taraflanna bil-celb Şarköy’e ihraç ameliyatını teshil etmeye memur edilmiş iken şiddetle taarruza kıyam ile düşmanın kuvâ-yı faikasına tesadüf eylemesi üzerine mağlûp olmuş idi.
Fahri Paşa ve maiyeti bu mağlûbiyetin sebebini Şarköy’e çıkacak kola atıf ve ihraç hareketini vaktiyle icrâ etmediklerine isnat eyliyor idi. Şarköy kolu vakıa hesabım yanlış yapmış ve vaktiyle Şarköy’e çıkamamış idi. Ancak, Bolayır kolu Şarköy kolunun çıktığını ve ha- rekât-ı taarruziyeye başladığım anlamadıkça düşman üzerine şiddetle atılmamak icap ederdi. Bu mes’ele iki kumanda hey’eti beyninde ihtilâli mûcib oldu. Fahri Paşa iktidarı ile beraber allak bir adam idi. Devr-i sabıkta kıyak (?) jurnalcilik etmiş zevattan ma’dûd idi. Filvâki Basra’dan ve Bağdat’tan yazdığı jurnalleri Tedkîk-i Evrak Komisyonu’ndan celb ile mütalâa etmiş idim ve kendisinin pek ahlâksız bir zât olduğuna kani olmuş idim. îktidan hasebiyle mûmâileyhi mühim memuriyetlerde istihdam etmek istedim idi. Bu hâli bâis-i itiraz oluyor idi. Jurnallerinden ahlâksızlığını anladıktan sonra ben de istihdamına cesaret edemedim idi. Bu muharebede gösterdiği yararlık artık maziyi unutturmaya sebep olur zehâbında idim ve hattâ adam yoksuzluğu içinde kendisine Ñafia Nezâreti’ni de vermek istiyordum. Kabineyi teşkile memur olduğum zaman Bolayır Kumandanlığı’nda bulunmasaydı kendisini ñafia nâzın yapacak idim. Bundan sonradır ki Ekzamil’de mağlûp olmuştur.
İki kumanda hey’eti beynindeki ihtilâf o dereceyi bulmuş idi ki hemen o gün Gelibolu’ya gitmeye karar verdim. Zaten daha evvelce de oraya gitmeyi tasavvur eyliyor idim. Başka vapur bulamadığımdan rükûb-ı şâhâneye mahsus olan Ertuğrul Vapuru ile azimet için zât-ı şâhâneden taleb-i müsaade ettim. Müsaade buyuruldu ve gece bu vapurla hareket ettim. KableThareke yanıma Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey gelmiş idi. Sebeb-i azimeti kendisine anlattım ve vapura gitmezden evvel Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa’nm konağına azimetle kendisine rica ve gaybubetimde sadaret vekâletini kabul etmesini temenni eyledim. Güçlükle kabul etti. Son Meclis-i Vükelâ günü bana bir istida vereceğini söylemiş idi. istidanın istifa olduğunu derhal anladığımdan bunu suret-i kat’iyyede reddettim. Bu ziyaretimde bunu tekrar etti. Yine reddettim. Sulh mes’elesinden korkuyor idi. Sulhü yapmaya mecbur olduğumu söyledim.
Dedim ki:
- Bugün Edime, İşkodra ve Yanya kaleleri mahsurdur. Buralarda yüz bini mütecaviz asker vardır. Bu askerin elinde iki-üç milyon raddesinde esliha ve levazımat-ı harbiye de mevcuttur. İki-üç haftaya kadar sulh yapılmazsa bu kalelerin hiçbirini kurtarmak mümkün olmadığından “biçtin Edirne mes’elesinde faydasız olarak ısrar ile bukadar asker ve malzemenin düşman eline geçmesine sebep oldunuz?” diye sorarlar. Bu suale cevap verilemez. Zira, ordunun adem-i iktidan başkumandanlığın, erkân-ı harbiye reisinin, bütün kolordu kumandanla- nnın ve donanma hey’etinin raporlariyle taayyün etmiştir. Şu halde akd-i sulhten başka çare göremiyorum. Edime ki, notamız veçhile de bize terkedilse bile bizim için bir faydayı mücib olamaz. Yalnız bunun için devletin menâfi-i azimesini ve bâlâda söylediğim asker ve levazı- matı tehlikeye düşürmeyi muvafik görmüyorum.
Bu sözlerim müşarileyhe bir tesir-i mahsus yaptı. Zira muanzla- nn sual-i mukadderesinden bahsettim. Müşarileyhin âdeti öyle idi. Ne zaman bir iş görür ise evvelemirde muanzlann itirazını nazar-ı dikkate alır ve onlara verilecek cevabı işi görmeden hazırlar. Menâfi-i devlet ikinci derecede kalır.
Bunu bildiğim için kendisine ilâveten dedim ki:
- Bütün mes’uliyeti bendeniz deruhte etmişimdir. Gerek bu işi ve gerek muallâkta kalan işleri hail ü fasledeceğim. Sükütum lâzım gelirse badehu sükût edeceğim. Ben yalnız bir şeyden korkanm. Yaptığım iş menâfi-i hakikiye-i memlekete tevafuk etmemesi beni korkutur. Menâfi-i hakikiye-i devlete tevafiıkunu anladıktan sonra hiçbir işi yapmaktan geri çekilmem. Mes’uliyet kamilen bana aittir. Efendimize hiçbir mes’uliyet terettüb etmez. Şûrâ-yı Devlet Reisi bulunuyorsunuz. Bu işte en evvel muhatap benim. İşte bugün Bolayır’a gidiyorum. Ordu hey’eti ikiye aynlmış. Onlann beynini bulacağım. Levazımatı mikdan kâfi olmamasına ilâveten şu hal beynlerinde bulunan bir ordu ile de- vam-ı harbe karar vermek ihanettir. Beni Edirne’yi terketmekten dolayı kimse mes’ul tutamaz.
Bu sözlerim müşarileyh üzerinde bir derece daha tesir yaptı.
Said Paşa’yı ziyarete gelmezden evvel Hariciye Nâzın Said Paşa yanıma gelmiş ve bana Londra Sefiri Tevfik Paşa’mn bir telgrafını göstermiş idi. Müşarileyh, devletlerin cevabî notamızı şerâit-i sulhiye için esas ittihaz edemeyerek ve Edirne’nin terkini tekrar bize tavsiye edeceklerini ve binaenaleyh, bundan evvel meselâ hududun Iğnea- da’dan geçirilerek Lülebergaz ve Babaeski’yi bize bırakacak surette Adalar Denizi’ne müntehi olması gibi şerâit-i esâsiyenin tarafımızdan beyamnda ve şerâiti-i şâire hakkında bizimle müzakere edilmedikçe kabul edilmemesi hususunun dahi temin edildiğini yazıyor idi. Ben bunu muvafık buldum. Fakat Hariciye Nâzın muvafik bulmadı. Onun için Sadrazam’m Çanakkale’ye azimet ettiğinden ve evvelce
Tevfik Paşa tarafından vâki olan iş’ar veçhile Edirne hakkında devletlerin bize bir “kombinez’*3 teklifinde bulunmalarına intizar edilmekte olduğundan bahs ile cevap verilmesi beynimizde takarrür etmiş idi. Bunu da Şürâ-yı Devlet Reisi Said Paşaca söyledim. Bu yolda cevap verilmesini takdir etti. Zira, Tevfik Paşa’dan kendisi müctenib idi. Onda bir fikr-i muhalefetkâri hissediyorlardı. Tevfik Paşa’mn âciz bir adam olduğunu bilirim. Fakat işten kurtulmak için iş’armı muvafık buluyor idim. Herhalde iki gün evvel Londra’ya muvasalat eden Hakkı Paşa ile de bu bâbda müzakere etmiş idi. Çünki, muttasıl sorumuz hakkında -Edime muhafaza olunamayacağına göre- Hakkı Paşaya bazı izahat vermiş idim. Çizdiği hatt-ı müdevver benim tarifâtıma da tevafuk ediyor idi.
O gece badezzuhr dokuz buçukta Ertuğrul Vapuru ile hareket ve sabah erkenden kable-z-zuhr yedi buçukta Gelibolu’ya muvasalat edildi.
7 Şubat 328 (20 Şubat 1913) Perşembe:
Hurşid Paşa ile Enver Bey bizi istikbal ettiler. Geliboluya çıktım. Memurin ve asker bizi karşıladılar. Askerin önünden mâşiyyen geçtikten sonra atlara râkiben Bolayır’a gittik. Esna-yı râhta Hurşid Paşa ile ihtilâf-ı vâki hakkında görüştüm. Hiçbir ehemmiyeti olmadığım söyledi. İfadesinden kendisinin bu işte müsebbip olmadığı veyahut maiyetin kendisine bu bâbda kâfi mikdarda malûmat vermediklerini anladım. Yolda beni selâmlayan bazı kıtaâta rastgeldim. Kendilerine selâm-ı şâhâneyi tebliğ ettim. Teşvikamiz bazı sözler de söyledim.
Nihayet, Fahri Paşa ile maiyeti dahi bizi karşıladılar. Bu esnada bazı Arap kıtaâtma da rastgeldim. Pişirmekte olduklan taamdan eki ettim. Kendileriyle Arapça konuştum ve benim de Arap olduğumu söyledim. Pek memnun oldular. Askerin me’kûlâtı yolunda olup olmadığını asker muvacehesinde sual ettiğimde Fahri Paşa yolunda olduğunu ve fakat idare işlerinin kuvâ-yı umumîye kumandanlığınca yeniden tanzim olunması yüzünden iki gün sonra askerin aç kalacağını ve bu bâbda mesüliyet kabul etmeyeceğini bir tarz-ı acibe [ile] söyledi.
Askerin yanından tebâüd ettim. Fahri Paşa hâlâ söyleniyor idi. Nihayet, Hurşid Paşa da mukabeleye başladı. Fakat, Hurşid Paşa’nın mukabelesi hazırlıksız ve Fahri Paşa’mn muhacemâtı mürettep idi. Nihayet içerde odada müzakere-i keyfiyet olunacağı beyaniyle her ikisini de susturdum. Kolordu karargâhını sordum. “Karargâhı bile kuvâ-yı umumîye kumandanlığı tayin ediyor, benim işime müdahale eyliyor. Şimdiye kadar başka yerde idi. Fakat, Hurşid Paşa’mn emri
33 Fransızca bir kelime eski harflerle yazılmış, mânâ veremedim.
ile şu münasebetsiz yer karargâh ittihaz edildi” diyerek bir bina gösterdi. Oraya girdim. Murdarlık içinde idi. O esnada süpürülüyor idi. Âteşzebân olan kolordu kumandanının uğraşmaktan karargâhı bile temiz tutmayı hatınna getiremediğini anladım. Yukarı katta bir odaya götürdüler. Orada iki kumandan karşı karşıya geçti, Fahri Paşa kendisinin maiyeti elinde kukla makamında kaldığım ve fakat bana takdim etmek istedikleri birçok levâyih-i şikâyeti takdim ettirmediğini ve bir ikinci Sadık Bey mes’elesi çıkacağını, kendisi parasız olduğu halde mücerred oradan kaldınlmasını teminen hariçte muvacehemde terbiyesizlikte bulunduğunu söyledi. Hurşid Paşa oldukça nazikâne mukabelede bulundu.
Kendisinden bu derece nezaket me’mül etmezdim, “Ben ihtilâfin bu derecesine vâkıf değil idim. Madem ki bu derece ihtilâf vardır, siz bana söylediniz, sizinle karşı karşıya geçer ve buna bir çare bulur idik ve bu suretle işi -beni kastederek- Paşa hazretlerinin ıttılaına isal etmezdik” dedi. Fahri Paşa evâmirin bile usul-i kitabet ve nezaketimize mugayir olarak “edilsin, yapılsın” tarzında yazılmakta olduğunu ve halbuki tarafımdan bile yazılan muharrerat vesairede “mütemennâ- dır” denilmekte bulunduğunu söyledi. Hurşid Paşa buna dikkat bile etmediğini ve fakat bu da vaktiyle kendisine bildirildiği halde ıslahına çalışacağım bildirdi. Fahri Paşa, Hurşid Paşaya hitaben “Sizin malûmat-ı askeriyeniz böyle kuvâ-yı umumîyeyi idare etmeye kâfi değildir. Sizin namuslu bir zât olduğunuzu teslim ederim. Size hürmet-i mahsusam vardır fakat bu başka, emr ü kumanda başkadır” dedi. Hurşid Paşa “Şimdiye kadar cümleten âtıl idik. Hiçbirimiz o kumanda ve idare hususunda diğerimizden ziyade iddia yı malûmat edemez” dedi ki, doğrudur.
Hâsılı, Fahri Paşa her sözü ile sebeb-i nizâ ve ihtilâf olmak istiyordu. Maiyetindeki genç birkaç zâbitin safdilliğini suiistimal ile bundan bir istifade emelinde olduğunu her sözü ile ityân ediyor idi.
Nihayet kendisine dedim ki:
- Sizin hariçteki muameleniz maiyetinizin zapt u raptını ihlâl hususunda bir sû-i misal teşkil eder ki bunu takbih ederim. Şu hatt-ı hareketinizi dirâyet ve fetânetinizle kat’â mütenasip bulmam. Paşa hazretlerinin -Hurşid Paşa’yı göstererek- buyurduktan veçhile bu mes’eleyi beyninizde müzakere edeydiniz, işi bu mertebeye götürmez idiniz. Maiyetiniz arasındaki sû-i tefehhümleri izâle eder ve bizden milletin hizmet beklediği bir zamanda ve düşmana karşı şâyan-ı esef olan şu ihtilâfâta sebebiyet vermez idiniz. Bu yolda hareket edilmemesinden dolayı teessüf ederim.
Hurşid Paşa dedi ki:
- Ne yapmak lâzımsa onu size terkeder ve emr-i devletinize itaat ederim.
Fahri Paşa’nın bu yolda tezahüratta bulunmaması da sû-i niyetini gösteriyor idi. Bunun üzerine her ikisine de beni terketmelerini söyledim. Fethi Bey’i çağırdım. Teessüfâümı beyan ettim. Fethi Bey evvelâ Bâbıâlî vak’asından bahsetti ve bu vak’a ile hükümetin çıkmaz bir sokağa sokulduğunu ileri attı. Mûmâileyh, Bolayır’a hareket etmezden evvel hanemde beni ziyaret etmiş ve Kâmil Paşa kabinesinin memleketi tahrip etmekte olduğunu ileri sürerek benden istifsar-ı mütalâa etmiş idi. “Bu ahvâle karşı şimdi sükût zarurîdir. Kâmil Paşa bir kere sulhu akdetsin, ondan sonra idaresinin adem-i temâdîsi es- bâbı teemmül olunur. Yoksa şimdi birşey yapılamaz. Yaparsak bütün mes’uliyeti deruhte etmiş oluruz ki doğru değildir. Menfaat-i memlekete de muvafık değildir” demiş idim. Bu sözümü kendisine hatırlat- bm. Benim, îttihad ve Terakki Cemiyeti [ile] Bâbıâlî vak’asmda müş- terekü’r-re’y olmadığımı ve fakat bir emrivâki karşısında kaldığımı ve vak’a gecesi sadareti adem-i kabulüm halinde İstanbul’da kıt’al-i azîm zuhur edeceği ve o halde mersâ-yı Dersaadet’te bulunan sefa- in-i ecnebiyeden asker ihraciyle şehrin ecânib tarafından istilâ olunacağını ve işte bu mütalâaya mebni sadâreti kabul ettiğimi ve fakat hiçbir şeyle mukayyet olmayıp fikrimce akd-i sulhün menâfi-i mülke tevâfuku hasebiyle İstanbul’a avdetimde sullıü aktedeceğimi söyledim. Bağdat vali-î sabıkı Cemal Bey’in dahi bu işe mûteriz olmakla beraber vak’adan sonra şâir rüfeka ile beraber teşrik-i mesai ettiğini ve şimdiki halde cümleten böyle hareket etmeye mecbur olduğumuzu anlattım.
Sözlerim, üzerinde tesirat husule getirdi. “Peki buna kanaat getirdim. Bu davadan vazgeçelim. Fakat Hurşid Paşa ile maiyetinin tahakküm ve tecebbürünü çekemeyiz. Bu işin suret-i kat’iyyede hallini istirham ederiz” dedi. Fahri Paşa’nın beyanat-ı gayr-i münasibesini kendisine anlattım. Onu müdafaa etmeye başladı. Beynlerindeki ittifakın muhkem olduğunu anladım. Onu çıkardım. Enver Bey’i çağırdım.
Mûmâileyh hall-i mes’ele için kendisinin İstanbul’da harekâtı askeriye şubesine alınmasını ve Fethi Bey’in kuvâ-yı umumîye kumandanlığı erkân-ı harbiye riyâsetine ve Mustafa Kemal Bey’in de Bolayır Kolordusu erkân-ı harbiyesi riyâsetine tayinini teklif etti. Kumandanlar için birşey söylemedi. Fahri Paşa’nm yolsuzca hareketi üzerine orada ibkasını caiz görmemiş idim. Enver Bey’in teklifi hoşuma gitti. Fedakârlık gösteriyor idi. Kendisi gidiyor ve arkadaşlarının hatırını tatyîb eylemek istiyor idi.
Ondan sonra hatırlan kalmamak üzere Mustafa Kemal ve erkân-ı harbiye binbaşısı Sabih Beyler’i ayn ayn çağırdım. Onlarla da yine bu mes’ele üzerine sathice bazı mübâhasatta bulundum. Onun üzerine kolordudaki fırka kumandanlan ile kolordu kumandanlannı
celbettim. Onlara dedim ki:
- Bidâyet-i harpten beri talih bize yaver olmadı. Her hususta talih, düşmanımıza yardım etti. Daima mağlûp olduk. Bunun esbabı tabi-i müteaddittir. Fakat en büyük sebep bizim kıt’aât-ı cesîme tahrik ve idaresine adem-i iktidanmızdır. Evet, eskiden birçok şanlı muharebeler yaptık, fakat bunların cümlesinde kuvvetlerimiz kırk-elli bin kişiyi tecavüz etmiyor idi. Pleıme’de bile kuvvetimiz kırkbeş bin kişiden ziyade değil idi. Halbuki birkaç yüz bin kişiden ibaret olan ordulan sevk ve idare etmek lâzım geliyor ki bunu ez-her-cihet......................................................................................... Akd-i sulha mecburiyet görüyorum. Fakat ol vakte kadar olsun artık bir vak’a-i müellîme zuhuruna sebep olacak halattan tevakki ediniz. Vazifenizi hüsn-i ifâya gayret gösteriniz. Fedakârlık ediniz. Tâ ki daha fena şerâitle akd-i sulha mecbur olmayalım.
Fahri Paşa, kumandanlar lisanından beyan-ı teşekkürat etti ve teminat verdi.
Oradan hareketle ve hatt-ı harbi biraz gözden geçirdikten sonra Gelibolu ya avdet etmek üzere orada kalacaklarla veda ettim. İngiliz sür’atlisi ile bir saatte 14 kilometre katetmek üzere Gelibolu ya geldim. Esna-yı râhta tesadüf ettiğim kıtaatı muayene ederek kendilerine teşvikamiz sözler söyledim.
Avdette Maydos’a ve badehu Çanakkaleye gittik. Merasim ile kabul edildik. Badehu yine Ertuğrul ile Geliboluya geldik. Sabaha karşı hareket emri verdim. Hurşid Paşa ile Enver Bey de gittiler. Başkumandan Vekili izzet Paşaya tâdilât hususunda tel çektim. Fahri Pa- şa’nın yerine Yemen’den gelen Mehmed Ali Paşa’nın tayinini yazdım.
Sabah erkenden kalktığımda vapur henüz hareket etmemiş idi. Bir mektup ile bir de şifreli telgraf getirdiler.
8 Şubat 328 (21 Şubat 1913) Cuma:
Mektup, Fethi ve Mustafa Kemal Beyler’den ve şifre de Başkumandan Vekili İzzet Paşa’dan idi. Evvelkiler, Enver Bey’in kendilerine veya arkadaşlarına ifadesi veçhile içlerinden birinin kuvâ-yı umumiye ve diğerinin de Bolayır Kolordusu erkân-ı harbiye riyasetine tayini ve Enver Bey’in de İstanbul’a almması ile hall-i mes’elenin Enver Bey ile aralarında bir şahsiyet mes’elesi tevlid edeceği ve binaenaleyh böyle gayr-i kafi tedâbirin ittihaz edilmemesi istirhamında bulunduklarını ve Fahri Paşa ile bir emniyet-i mütekabile hâsıl etmiş olduklarından bunun ihlâl olunmamasını ve eşlem çare olarak Fahri Paşa ile beraber her ikisinin de oradan kaldınlmalanndan ibaret olduğunu yazıyorlar idi.
İzzet Paşa ise mes’elenin öyle zannolunduğu gibi basit olmadığını ve binaenaleyh İstanbul’a avdetimde müzakere yoluyla ittihaz-ı te-
dâbir olunmasının daha muvafık olacağım yazıyor idi.
Bunun, fikrimce zaten ihtiyat kolordusu olan Onuncu Kolordu’nun İstanbul’a aldınlmasını ve bu suretle Hurşid Paşa ile Enver Bey’in de Gelibolu’dan alınmasını münasip gördüm. Çünki diğerlerinin iş’an terviç olunacak olursa Fahri Paşa ile Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, Dersaadet’e avdette ötede beride ve hattâ kısmen muvacehemde izhar ettikleri veçhile askerden bil-ıstıfâ bir vaz’-ı muhalefetkâri alacakları ve buna vâkıf olacak muhalifinin bundan istifadeye kıyâm ile bir ikinci Sadık Bey mes’elesinin tahaddüs edeceğini teyakkun ettim, iyisi onları şimdilik orada ibka ile ahlâkı daha ziyade şâyan-ı itimad olan Fethi Bey’i diğer ikisinden ayırmak ve bu suretle kuvvetlerini zayıflatarak çıkarmaları muhtemel olan gailenin önünü almak olduğundan bu veçhile müteenniyâne hareketi münasip gördüm ve Hurşid Paşa ile Enver Bey’i de vapura davetle keyfiyetten onları da âgâh ettim ve Enver Bey’i tebdilât hakkında tefevvühatta bulunmuş olmasından dolayı biraz muâheze ettim. Tebdilâtın kendi tarafından telkin olunduğunu anlamaları üzerine tesirsiz kalacağını anlattım. Tasdik etti. Onuncu Kolordu’nun İstanbul’a alınmasını daha muvafık buldu. Saat on buçukta Gelibolu’dan hareket ettik.
Esna-yı râhta vapurda mütedahil işlerimi gördüm. Çantamı düzelttim.
Sekiz buçukta İstanbul’a muvasalatla Bâbıâlîye geldim. Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ile Hâdi Paşa beni bekliyorlardı. Başkumandan Vekili izzet Paşa tarafından benimle müzakeratta bulunmak üzere Hadımköyü’nden gelmişler idi.
Enver Bey karargâh-ı umumîyeye memur olduğu halde umûr-ı as- keriyeye müdahalâtta bulunacağı beyaniyle şu halde İzzet Paşa’mn istifa edeceğini söylediler. Halbuki ben Gelibolu’da iken bundan sarf-ı nazar etmiş idim. Onuncu Kolordu’nun Bandırmaya veyahut Küçükçekmece veya Ayastefanos’a aldınimasını kendilerine söyledim. İzzet Paşaya söyleyeceklerini bildirdiler.
Badehu, Diran Kelekyan Efendi geldi. Onunla da görüştüm. Ber- mutad bedbin idi. Kabinenin biri sulh diğeri harp tarafdan olmak üzere ikiye ayrıldığının ve yirmi otuz gemi Yunan askerinin Ayvalık’a çıktıkları şehirde şâyî olduğunu haber verdi. İkisinin de aslı olmadığını kendisine cevaben söyledim ise de kabine baklandaki şayia esassız değil idi.
9 Şubat 328 (22 Şubat 1913) Cumartesi:
Sabah daire-i harbiyede bazı muamelât-ı âdiye ile iştigal ettim. Dahiliye Nâzır-ı esbakı Talât Bey, Türk muhibbi bir İngiliz mebusunu takdim etti. Talât Bey ayrılırken “Nasıl?’’ diye Gelibolu ahvâlini endi-
şenâk bir surette sordu, “İyidir’’ dedim. Badehu, Alman Sefarethane- si’ne azimetle sefir ile görüştüm. Gaybubetimde devletlerce şayân-ı dikkat bir hal cereyan etmediğini anladım. Tevfik Paşa’nm telgrafna- mesini kendisine suret-i mahremânede hikâye eyledim ve keyfiyetin henüz Meclis-i Vükelâ’da tezekkür olunmadığını söyledim. Müşari- leyh, Tevfik Paşa’run iş’arım münasip buldu. Badehu saraya gittim, huzura çıktım. Zât-ı şâhâne bermutad ebniye işlerinden hanedana ait bazı mesâlih-i âdiyeden bahsetti. Askerin selâm-ı şâhâneden dolayı teşekkür ettiğini söyledim ve Ertuğrul Vapuru’nun tahsisinden dolayı da teşekkür ettim. Gaybubetimde Ahmed Muhtar ve Mahmud Muhtar Paşalar in kendisini ziyaret ettiklerini söyledi. Ahmed Muhtar Paşa için “Pek kıskanç bir ihtiyardır” dedi. Reviş-i hâlime, müşiriyyet rütbesiyle sadarete tayinime itiraz etmiş olmalıdır. Âciz olduğu kadar hasud olan bu zata ne demelidir bilmem. Düşünmüyor ki sadareti ve müşîriyyeti ben istemedim. Memleket batmakta iken kendisi hâlâ ne ile uğraşıyor. Sekseni mütecaviz yaşta bulunan adamlanmızın hali de işte böyledir.
BabIâli'ye geldiğimde Alman Sefiri gelip beni ziyaret etti. Tevfik Paşa telgrafnamesi hakkında tekrar müzakeratta bulundu ve meclisin karanmn kendisine bildirilmesini rica eyledi.
Badehu, Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. Tevfik Paşa’dan bir ikinci telgraf ve Hakkı Paşa’dan da Sir Edward Grey ile görüştüğüne dair başkaca bir telgraf gelmiş idi. Her ikisinde devletlerin bize Karadeniz sahilinde Ayastefanos’tan bed’ ile Lüleburgaz ve Babaeski'yi bizde bırakacak surette Meriç’e müntehi bir hatt-ı hudud tayin etmek istidadında olduklannı ve her nekadar beynlerinde Midye, Ergene ve İnoz’u hatt-ı hudud tayin etmişler ise de Edirne’nin sukutundan evvel akd-i sulha razı olduğumuz halde Ayastefanos ve Meriç istikametinde bir hatt-ı hudud kabulüne İrza’ edilmeleri pek muhtemel oiduğunu ve bir muvaffakiyet kazanabilir isek şerâit-i sulhiyenin daha müsait olabileceğini ve aksi halde Edirne’nin sukutuyla şerâitin teşeddüd edeceğini ve şimdi sulha yanaşırsak devletlerin tavassutu kabul ile tazminat ve menâfi-i iktisadiye ve Bulgaristan’daki evkaf işlerinde bize sahabette bulunacaklannı yazıyorlar idi.
Meclis-i Vükelâ’da Bahriye Nâzın Mahmud ve Başkumandan Vekili İzzet ve Almanyah Lüson’un raporlanm okudum. Mahmud Paşa da mecliste hazır idi. Raporlann üçü de askerin kabiliyet-i taarruzi- yeye malik olmadığım ve Edirne’nin sukutundan evvel akd-i sulhun mecburi olduğunu beyan ve İzzet Paşa bu suret kabul edilmediği takdirde hey’et-i vükelânın münasip göreceği zâtı başkumandanlığa tayin [ve] kendisinin affını rica ediyor idi.
Meclisteki müzakerat gayet hararetli oldu. Şimdi akd-i sulhün menâfi-i memleket icabından olduğunu izah ettim. Dahiliye Nâzın
Hacı Adil ve Maarif Nâzın Şükrü Beyler zamanı gelmediğini iddia ettiler. Zamanı geçmiş olduğunu söyledim. Devletlerin bize verecekleri hatt-ı hudud ile bizim notamızda talep ettiğimiz hudud arasında birkaç yüz kilometre murabbamda bir arazi farkından başka birşey mevcut olmadığını ve bizde kalacak olan yanm Edirne’nin hiçbir ehemmiyeti bulunmadığını ve bunun için memleketi bir felâkete sev- ketmek caiz olmadığım ve Edirne’nin sukutundan sonra düşmanın Çatalca veya Bolayır’dan geçebileceğini ve hattâ Anadolu’ya da asker sevk ile bizi daha müşkil bir mevkie koyabileceğini izah ettim. Faydası olmadı. Onlar Edirne’nin sukutunu beklemek ve badehu enzar-ı nâsta sukut etmiş Edirne’nin Bulgaristan’a terkine mecburiyet hâsıl olduğunu beyan [ve] Kâmil Paşa kabinesine karşı Îttihad ve Terakki'yi muhafaza ve müdafaa etmek fikri vâhisinde bulunuyorlar. Halbuki işi bu pereseye getirmek Ittihad ve Terakki için daha ziyade mucib-i itham olacağını takdir edemiyorlardı. Ben müstakil-bi’r-re’y bir adam olduğumu ve bu yolda karar veren ve sathi fikirli adamlardan mürekkep olan Ittihad ve Terakki Merkez-i Umumîsi’nin elinde bâzîçe olamayacağımı lisan-ı metin ile söyledim. “Yunanistan ile ittifakı vaktiyle teklif ettiğim halde kulak asan olmadı. Trablusugarb muharebesinin uzatılması Balkan hükümatımn ittifakına ve Rumeli’nin ziyama sebebiyet vereceğini defaatle Bâbıâlî’ye yazmış iken yine mes- mû olmadı. O vakit eser-i zaaf göstermiş olduğumdan dolayı kendimi vicdanen müttehem buluyorum. Fakat artık eser-i zaaf gösermeyece- ğim” dedim.
Maarif Nâzın Şükrü Bey:
- Erkân-ı harblerin de fikri alınmak lâzım geldiğini söyledim. O halde mes’ul olan harbiye nâzın ile başkumandan vekiline itimadınız yoktur. Kendilerine itimad olunmayan adamlann memuriyetlerinden istifa etmeleri lâzım gelir.
Bu adamlann hareketi adeta mecnûnâne idi. Fırkanın menfaati de bunu icap ettirmez idi. Nihayet ertesi gün bu bâbda bir karar ittihazını rica ettiler, vakit de geçmiş idi. Bunu kabul ettim fakat yann da bir karar-ı kati ittihaz olunmaz ise suret-i kat’iyyede istifa edeceğimi söyledim.
Bahriye Nâzın ertesi gün Çatalca ya azimetle meclise gelemeyeceğini ve fakat benimle müttehidüTfikir olduğunu söyledi. Meclisteki suret-i muamelem hakkındaki fikrini sordum. “Yalnız kovulmamala- n (?) taldı”dedi.
10 Şubat 328 (23 Şubat 1913) Pazar:
öğleye kadar Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i âdiye ile meşgul oldum. Londra Sefiri Tevfik Paşa ile Londra’da bulunan Hakkı Paşaya
yazılacak telgrafnameleri tesvid ettim.
Tevfik Paşaca şöyle diyordum: “Edirne’nin sukutuna on-onbeş gün vardır. Bunun sukutundan evvel sulh yapmayı faydalı görüyoruz. Bu sebepten Edirne'yi terke mecburiyet hissetmekteyiz. Ancak askerimizin silâhlariyle muazzezen çıkmalarına veyahut mütareke akdi akabinde kaleye zahire isdline, tazminat-ı harbiye tediye etme- mekliğimize, Düyûn-ı Umumîye hissesinin suret-i adilâne tefrik ve olunmasına, hududun İğneada, Babaeski, Lüleburgaz bizde kalmak üzere San Stefanos’tan Tunca’ya kadar imtidâd etmesine ve memâ- lik-i mazbatadaki ehl-i İslâm hukukunun ve evkaf-ı İslâmiye’rin mah- fuziyetine ve Edime ile Kırkkiliseleri’nin tahribiyle badema adem-i inşasına müttefiklerce ve yüzde dört gümrük resmi ve patent resrm tediyesiyle menâfi-i iktisadiye teminine ve müzakeratın nihayete kadar mektumiyetine düvel-i muazzamanın evvel-be-evvel muvafakat edip etmeyeceklerini öğrenmek isteriz”.
Hakkı Paşaya yazdığım telgrafname de muhtasaran şu mealde idi: “Sir Edward Grey, Kâmil Paşa kabinesine Edirne’nin bîtaraflığına çalışacağını vaad etmiş idi. Bu vaadi infaz edecek halde midir? Edirne’ye mukabil ahali-î Müslime ile meskûn olan Gümülcine’nin bize verilip verilemeyeceğini de öğrenmek isteriz. Bu bâbda tedkikatta bulunarak neticesini bize yazınız. Tevfik Paşa’ya yazdığımız dairede müşarileyhle tevhîd-i mesai eyleyiniz”.
Meclis-i Vükelâ in’ikad eyledikte yine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Nafıa Nâzın Besaıya Efendi, Fransızca tertip ettiği bir cevabı okudu. Oldukça iyi idi. Posta Nâzın Oskan fikrime muvafik surette teşrih-i mes’ele ile Edirne'yi terk ile akd-i sulhü iltizâm etti. Dahiliye Nâzın Hacı Âdil, Edirne’nin sukutundan sonra akd-i sulhü iltizâm eyledi. Bu zât bana akıllı görünür idi. Oldukça selâmet-i fikir sahibi olduğuna kani idim. Ittihad ve Terakki Fırkası menfaatine de tevafuk etmeyen şu teklifine pek hayran kaldım. Nihayet evvelâ sulh akdolunup olunmaması ve sânîyen Edirne’nin terki cihetine bi’z-zarûre gidilip gidilmemesi hakkında rey toplamaya başladım. Akd-i sulh hususunda hey’et-i vükelâ müttefik kaldı (Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa o gün gelmemiş idi). Edirne’nin terki hususuna bazı şerâit dairesinde muvafakat edeceğini Maarif Nâzın Şükrü Bey ileri sürdü. Şerâit[in] bazısı benim tesvîd ettiğim telgrafnamedeki şerâite benziyor idi. Binaenaleyh yazdığım telgrafnameleri okudum. Hitam-ı kıraatte bu telgrafrıamelerin keşidesi emrinde umum vükelâ ittifak etti. Hariciye Nâzın Said Paşa ile Besarya Efendi telgrafrıamelerin Fransızcaya tercümesine memur edildiler. Bu esnada şâir vükelâ da sabık kabine zamanından kalma bazı evrak muamelâtiyle iştigal etti.
Sekizde meclise nihayet verildi. Gece, Harbiye Nezâreti’nde yattım.
11 Şubat 328 (24 Şubat 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum, Onbirde vizite iadesi için Rusya Sefarethanesi’ne gittim. Esna-yı musahabette Rusya Sefiri “Sulh akdediniz, hakkınızda daha hayırlı olur” dedi. “Bunun için ne yapmalı?” dedim. “Devletler notasını kabul etmeli” dedi. “Kabul ettik idi” dedim. “Tekmilini etmediniz. Edirne’yi de tamamen terk ediniz” dedi. “Terkedersek acaba bize ne menâfi gösterilebilir. Bize müsait bir hudud verilir mi?” diyerek Tevfik Paşaya keşide kılınan telgrafname muhteviyatını tekrar ettim ve “Bu gibi menâfi temin edilirse ben belki Edirne’nin terkini Meclis-i Vükelâ’da mevzubahis ederim”dedim. “Bel- kiyi kaldırınız” dedi. “Ortada müsbet birşey yok iken belki kaldınla- maz” dedim. “Hükümetime şimdi telgraf çeker ve alacağım cevabı size bildiririm” dedi. Teşekkür ettim.
Hudud-ı İraniye’den ve Anadolu-yı Şarkî mes’elesinden dahi bahsedildi. Her iki mes’elede müsaadekârane hareket edeceğimi söyledim. Teşekkür etti.
Bâbıâlî’de, Almanya, Fransa, Avusturya, İtalya ve İngiltere sefirleri beni ziyaret ettiler. Umumu da sulh mes’elesini ileri sürdüler. Rus Sefiriyle ettiğim mübâhaseye karib surette idare-i lisan ettim. Avusturya buna en ziyade ehemmiyet verdi ve derhal hükümetine yazacağını söyledi. Alman Sefiri kezâ.
Akşam Bâbıâlî’de iken Edirne’den gelen telgrafname şiddetli kar fırtınasından bazı redif taburlarının ileri karakollarda dağıldıklann- dan ve kalenin hâl-i tehlikede kaldığından bahsolunuyor idi. Teşvi- kamiz cevap yazdım. Plevne’deki kar fırtınalarım misal olarak ileri sürdüm. Başkumandan vekilinin de nazar-ı dikkatini celbettim. Mühendis Kemal, Bâbıâlî’nin muhterik olan mahallinin müceddeden inşası için kendisinden talep ettiğim keşifname ile plânı getirdi. 63 bin Ura raddesinde bir masraf gösteriyor idi. Yarınki mecUse konmasını emrettim. Geceyi, Harbiye Nezâreti’nde geçirdim.
12 Şubat 328 (25 Şubat 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Badehu, Fransa Sefarethanesi’ne azimetle Mösyö Bompard ile görüştüm. Anadolu şimendifer mes’elesini açtım. “Cavid Bey, Balkan hü- kümatına Düyün-ı Umumîye’den hisse tefriki için gittiğinde bu işi de müzakere edecektir” dedim. Cavid Bey’in gittiğini pek de istemedi. “Bu vesile ile Fransa sermayedaranı ile barışır” dedim. “Barışmaya muhtaçtır, gitmeden evvel beni görsün” dedi. “Yine istikraz akdi ile iştigal edecek mi?” diye sordu. “Şimdilik öyle bir vazifesi yoktur” cevabım verdim.
Sefarethaneden çıktıktan sonra Bâbıâlî’ye geldim. Taam ederken Şurâ-yı Devlet Reisi Said Paşa beni ziyaret etti. Müşarileyh istifa etmiş olduğundan istifanamesine yazdığım cevabı bizzat o gün hanesine götürmek istemiş idim. Ancak Fransa Sefarethanesi’ne giderken yolda arabasına rastgeldiğimden azimetten sarf-ı nazar etmiş idim. Sebeb-i istifası: “Notamız esası üzerine Avrupa hükümatını akd-i sulha tevkil etmekliğimiz hakkında Londra Sefiri Tevfik Paşa’nın teklifi müzakere edildiği gün güya kendisi evvelemirde süferânın istifsar-ı mütalâası reyinde bulunmuş iken ekseriyet başka reylerde bulunmuş ve bundan dolayı hâsıl olan ihtilâf üzerine kabineden infikâki icap etmiş imiş!”
Halbuki bu reyde bulunan kendisi Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey idi ve yalnız kaldığı için mûmâileyh de istifa etmiş ve istifası meskût-ı anh bırakılmış idi. Said Paşa, Kâmil Paşa kabinesine Edirne’nin bitaraf mıntaka ittihazı hakkında edeceği vaadi ileri sürerek Edirne’nin bitaraf ittihazı hakkında bir teklifte bulunmaklığımız münasip olacağı reyinde bulunmuş idi. Cevabî notamız esası üzerine bize vekâleti Avrupa devletleri kabul etmediklerinden vuku-ı beyan olunan ihtilâfın kendiliğinden bertaraf olduğunu cevaben iş’ar-ı istifadan sarf-ı nazar etmesini kendisine cevaben yazmış idim. Cevabi tezkeremi kendisine yeden verdim. Okudu. Badehu cebine koydu. Herhalde hatırata geçirilecektir.
Badehu, Meclis-i Vükelâ oldu. Kâmil Paşa zamanından mütedahil hayli iş gördük. Türkiye Bankası’ndan 50 ve Fener İdaresi’nden 500 bin istikraz ettik.
13 Şubat 328 (26 Şubat 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde evkatgüzar oldum. Badehu otomobil Tophane’ye uğrayarak ve muaddel küçük çaplı Martini3'1 imalâtım gözden geçirerek mabeyn-i hümâyuna gittim. Huzura çıktım. Zât-ı şâhâne Edirne’nin terkolunmaması arzusunu izhar etti ve Kâmil Paşa ile kabinesini pek ziyade çekiştirdi. Bir gün evvelki Meclis-i Vü- kelâ’da Kâmil Paşa’nın âyanlığı mes’elesi mevzubahis olmuş idi. Sadrazam iken âyanlığına dair istihsal ettiği irade-i seniyyenin âhiren âyan tefsirine ve Kanun-ı Esasî ahkâmına münafi olduğuna karar vererek mezkûr tezkere ile âyan âzâlığına tayini caiz olmadığı takarrür etmiş idi. Buna dair yazılan tezkereyi yeden biyedin Mâbeyn Başkâtibi Fuad Bey’e verdim. Badehu, Maçka Kışlası’na azimetle orada-
34 1871 ile 1888 arasında imal edilen tek atımlı İngiliz tüfeği Martini-Henry. Mahmud Şevket Paşa nın yazdıklarından, Tophane’de de küçük çaplı Martini- ler’in imal edildiği anlaşılıyor. Martini-Henry tüfekleri martin, martini, ve aynah martin gibi isimlerle folklorümüze de girmiş ve türkülerde de terennüm edilmiştir
ki depo taburunu yokladım, oradan Bâbıâlî’ye geldim. Üçte Meclis-i Vükelâ in’ikad etti.
O gün bazı evrak-ı âdiye ile beraber gediklerin ilgasına ve eşhas-ı hükmiyenin emvâl-i gaynmenkuleye tasarruflanna dair iki mühim kanun-ı muvakkat çıkanldı. Defter-i Hakanı Müdürü Mahmud Esad Efendi ile Evkaftan Hacı Evliya Efendi dahi Meclis-i Vükelâca dahil oldular.
14 Şubat 328 (27 Şubat 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Reji müdürü geldi. Rejinin tecdidi mevzubahis oldu. Düyûn-ı Umumîye buna muvafakat ettiğinden “İşinize arkadaşlannız mâni oluyor, biz değil” dedim. Tasdik etti. Tecdidi halinde bize ancak bir milyon lira ikraz edebileceğini söyledi. Çünki, ihtiyat akçalan o kadardır. “Ashâb-ı sermayenin daha yanm milyon tedarik, etmeleri asandır. Yoksa devletler veya daha doğrusu yine Fransa mı buna mâni oluyor?” dedim. “Evvelce söylediğiniz (devletler) daha doğrudur. Değil [mi]?” dedim. Vâkıa da öyle idi. Çünki Alman ve İngiliz sermayedarlan bize 500 bin lira vermek istedikleri halde Fransızlarîn mâni olduklarım hükümet bervech-i sıhhat öğrenmiş idi. Nihayet bir milyon liranın derhal ve 500 bin liranın bir mâh sonra verilmesini teklif ettim. Birçok münakaşadan sonra Paris’e yazacağım söyledi gitti.
Bâbıâlîye gittiğimde Hariciyi Nâzın üç telgrafname ile geldi. Bun- lann ikisi Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan ve biri de Londra’da bulunan Hakkı Paşa’dan idi. Tevfik Paşa, hariciye müsteşan ile görüştüğünü ve müşarileyhin “Devlet-i Aliyye akd-i sulh için devletlerin tavassutuna müracaat eder” tarzında Devlet-i Aliyye’nin resmen müracaat etmesi lâzım geldiğine dair ifâdatta bulunduğunu yazıyordu ve bu halde düvel-i müttefikadan dahi şerâit-i sulhiyeleri sorulup öğrenildikten sonra devletlerce telif-i beyne çalışılacağım ve devletlerce verilecek karar Devlet-i Aliyye’ye bildirilip reyi inzimam etmedikçe müttefiklere teklif olunmayacağım bildiriyor idi. Tevfik Paşa ikinci telgrafnamesinde Fransa ve Almanya’mn Londra sefirleriyle müza- kere-i keyfiyet ettiğini ve her ikisinin hakkımızı tasdik ettiklerini ve konferansta evvelki telgrafnamemizde dermeyan ettiğimiz şerâitimiz dairesinde bize muavenet eyleyeceklerini iş’ar ediyor idi ve bu iki sefirin ikisi de hariciye müsteşanmn tavassut baklandaki mütalâasımn kabulünü tavsiye eylediklerini bildiriyor idi. Şu hale nazaran Meclis-i Vükelâ’nın hemen içtimai lâzım geldiğinden vükelânın gelmesi için lâzım gelen emirler verildi.
Said Paşa’dan [sonra] maliye nâzır-ı sabıkı Cavid Beyle görüştüm. Mûmâileyh memuriyet-i mahsusa ile Avrupa’ya izâm ediliyordu. Me-
muriyeti şunlardan ibaret idi:
1. Viyanada yansı levazımat-ı askeriye mübayaasına tahsis ve yansı da nakden ita olunacak olan bir milyon liralık istikraz hakkında Viyana’da müzakerat.
2. Mart’ın birinde vadesi hulûl edecek olan üç milyon liralık avans- lann tecdidi.
3. Mümkün olursa Alman, Ingiliz ve Fransız sermayedarlarından teşekkül edip badessulh bize 25-30 milyon lira ikraz etmek istiyen sendikadan alınanlarla Ingilizler’i ayırmak ve bu suretle müsait şeraitle akd-i istikraz vesâilini ihzar etmek.
4. Londra’da süferâ ve Hakkı Paşa ile temasa gelerek düvel-i müt- tefikaya tazminat-ı harbiye itâ olunmaması ve uhdelerine Düyûn-ı Umumîye’den birer hisse verilmesini temin etmek, bunun için icap ederse Paris’e uğramak.
5. Paris’te Fransız sermayedaranı ile Anadolu demiryollan işini müzakere eylemek (Ruslarla İstanbul’da müzakerat tarafımdan icra olunmak üzere).
Cavid Bey’e Fransa Sefiri Bompard’ı görmesini ve Fransızlarla barışmaya çalışmasını tenbih ettim. Iki-üç gün .................................................................................. Şehzade Mecid Efendi ile görüştüğünü ve müşarileyhin padişahı zaaf ile itham ederek hail ve yerine Yusuf İzzeddin Efendi’nin iclâsı fikrinde olduğunu söyledi. Cavid, padişahın hail cihetine gidilecek olursa ordunun ihtilâl edeceğini söylemiş. Bunun üzerine Mecid Efendi benimle hu- susîyet-i hali olduğundan bana da bu bâbda beyanatta bulunacağını söylemiş.
Bu sözleri sükût ile istima eyledim ve böyle beyanata aldanılma- masım Cavid Bey’e söyledim. Gûya işimiz yokmuş da bir de başımıza hal’ mes’elesi çıkaracağız. Heyhât!
Meclis-i Vükelâ in’ikad eylediğinde şu yolda beyan-ı mütalâa ettim:
“Devletler tavassut teklif ediyor. Halbuki bundan evvel Kâmil Paşa kabinesi tavassut için devletlere müracaat ettiği halde bu müracaat devletlerce kabul olunmamış idi. Binaenaleyh şu nokta-i nazardan vaziyetimiz Kâmil Paşa kabinesine nisbetle daha müsaittir. Devletler mukarrerat hakkında reyimizi almadıkça müttefiklere teklifatta bulunuyorlar. Bundan tavassutun bilâ kayd ü şart olmadığı anlaşılır. Halbuki Kâmil Paşa’nın müracaatı üzerine bir aralık bilâ kayd ü şart tavassut teklif ettikleri halde muahharen bundan dahi sarf-ı nazar etmişlerdi Bu tavassuta müracaat etmezse onbeş- yirmi güne kadar Edime düşecektir. Halbuki sukut etmeyen Edirne’nin bugün bir kıymeti vardır. Bugün bundan istifade ümidi var iken onbeş-yirmi gün sonra bu da kalmayacaktır. Devletlerin tavassutunu kabul etmeyip de Edirne’nin sukutunu beklersek bu sukuttan sonra Bulgarlar bütün
kuvvetlerini Çatalca ve Gelibolu’ya cem’ederler ve korkarım ki ol vakit biz Avrupalılar’a tavassut için müracaat ederiz de AvrupalIlar kabul etmezler. O halde düvel-i müttefika ile meydan-ı harpte sulh şeraitini tayine mecbur olmaklığımız ihtimali vârid olur ki bu halde tabii şerâit-i sulhiye pek ziyade teşeddüd eder.
Edirne’nin sukutundan evvel tavassuta müracaat edersek belki Edirne’de askerî esaretten ve toplarla şâir eslihayı düşmanın zaptından kurtarırız. Bu halde Edime’defki] eslihayı İstanbul’un tahkiminde istimal ederiz. Aksi takdirde derakap eslihayı sipariş etsek dahi imali için iki-üç sene beklemek ve bu halde İstanbul’u Bulgarlar’a karşı müdafaasız bırakmak icap edecektir. İşte bu sebeplerden dolayı Tevfik Paşa’nın iş’annı derhal kabul etmeli yani devletlerin tavassutuna müracaat eylemeliyiz”.
Birçok münakaşattan sonra ekseriyet benim reyimde bulundu. Yalnız Maarif Nâzın Şükrü Bey ile Şürâ-yı Devlet Reisi Said Paşa itiraz ettiler. Şükrü Bey müfridâne bir teklifte bulundu: “Devletlerin tavassutuna müracaattan evvel karargâh-ı umumî erkân-ı harbiyesini tebdil etmeli. Zira bunlar evvelce mağlûp olduklan için şimdi galebe etmeyi istemezler. Yeni karargâh ile de bir tecrübe yapıp da muvaffak olamayacağımız anlaşılacak olursa devletlerin tavassutuna müracaat etmelidir” dedi. Bu fikir yarım saat evvel damad-ı şehriyâri erkân-ı harbiye binbaşısı Hakkı Bey’den -Hafız Hakkı Bey’den- aldığım mektupta dahi dermeyan olunuyor idi.
Binaenaleyh, Şükrü Bey’e dedim ki:
- Şu elimdeki mektupta dahi bu fikir dermeyan olunuyor. Fakat bunu beyan edenler gençtirler. İhatalan yoktur. Onlar benim evlâdandırlar. İşte bu fikirleri ben kendilerinden o suretle istima eder ve bildiğim veçhile hareket ederim. Siz de itimad etmelisiniz Bana inanmayıp da bu gençlere kulak asarsanız aldanırsınız ve memleketi felâkete sevkedersiniz. Dediğiniz şeyi yapar isem geçen hafta Gelibolu’da gördüğüm ahvâl Çatalca’da da kendini gösterir. Akhnızı başınıza toplayınız
Said Paşa bir meclis cem’ edilmesini teklif etti. “Kâmil Paşa’nın cem’ ettiği meclise gayr-i kanunî olduğu için gitmemiş iken şimdi ben meclis cem’edemem. Zaten meclisi niçin toplayacağız? Sulh veya harp şıklarından hangisinin ihtiyân lâzım geleceğini kendisinden sormak için değil mi? İşte, Kâmil Paşa bir meclis toplamış ve o meclis de sulha karar vermiştir. Bu halde biz gayr-i kanunî bir muamele yapmamış iken öyle bir meclisin kararına da istinad etmiş oluyoruz. Said Paşa bilâhare ittifak-ı müselles hariciye nâzırlannın mütalâasını sual etmeyi teklif etti. Bu da kabul olunmazsa istifa edeceğini anladığım için mü- maşat etmeye mecbur idim. Soralım fakat muvafik cevap gelirse artık mes’eleyi tekrar meclise koymayıp hemen Londra’ya müracaat edelim. Bu şart ile kabul ederim” dedim. Kabul etti. Meclis dağıldığında
Hariciye Nâzın hem Berlin, Viyana ve İtalya’daki sefirlerden istifsar-ı keyfiyet etti ve hem de devletlerin tavassutuna müracaat edilmesini Londra Sefiri’ne iş’ar eyledi. Mes’ele de bu suretle hallolundu.
15 Şubat 328 (28 Şubat 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı muamelât-ı cariye ile iştigal ettim. Badehu saat on buçukta Üsküdar’da haneme gittim. O geceyi de hanemde geçirdim. Onbeş günden beri evime gitmemiş idim. Akşam, Cafer Paşa eve geldi. Vahideddin Efendi, Kürt alaylan, İbnürre- şid ve Ibnissuud haklarında nazar-ı dikkatimi celbetti, İbnissuud’un adamlan Kahire Ve celbolunup ifsat olunmakta imişler. İbnürreşidin memuru Reşid Paşa’yı bana göndermesini kendisinden rica ettim.
16 Şubat 328 (1 Mart 1913) Cumartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Sünusî’nin adamlarından Mehmed Cibalî ile görüştüm. Sünusi tarafından gönderilen Şeyh Abdülâziz’i İtalya Sefarethanesi’ne göndermek ve bu suretle îtalyanlar’ı elde ederek müsalâha müzakeratında müzaheretlerini temin etmek istiyordum. Abdülâziz, İtalya Sefarethanesi’ne azimette taassub-ı fevkalâdeden dolayı müşkilât olduğunu sarf-ı nazar kendisinin de (Mehmet Cibalî’nin) gidebileceğini söyledi ve bilâhare bu bâbda Enver Beyle de görüşülmesini ve belki Enver Bey tavsiye ederse şeyhin buna istihsal-i muvafakati kabil olacağını beyan eyledi.
Erkân-ı Harbiye’den Kuveyt haritasını talep ile Kuveyt hududunu tedkik ettim ve Basra vilâyetinden dahi cevaben bazı istizahatta bulundum.
İzzet Paşa yüz bin tüfek istiyordu. Bu mes’ele ile de meşgul oldum. 120 milyon mavzer fişeği kontratosunu imza ettim. Nazım Paşa zaten bâ-tezkere sipariş etmiş idi.
Bâbıâlî’de Alman Sefiri Wangenheim beni ziyaret etti. Güya, Osman Nizami Paşa bizim bilâ kayd ü şart düvel-i muazzamaya tevdi-i maslahat ettiğimizi Berlin kabinesine bildirmiş. Halbuki öyle birşey yok idi. “Devletler iki tarafin şeraitini öğrenecekler, onları telif edecekler ue bizim kabul etmeyeceğimiz şeraiti bize cebren kabul ettiremeyecekler. Devletlerin tavassutu müdahale tarzında değil telifi beyn şeklinde icra olunacaktır” dedim. Maamafih, Hariciye Nâzın’nın itti- fak-ı müselles payitahtlarındaki süferâya çektiği şifreyi Hariciye’den getirttim. Bir de ne göreyim! Telgraf altı devlet payitahtlarındaki süferâya çekilmiş. Mütalâa sorulmamış. Yalnız Londra’daki cereyan-ı ahvâl hikâye edilmiş ve devletlerin mediyasyonuna[35] değil entervan-
siyonuna[36] müracaat edildiği söylenmiştir. Halbuki sadr-ı esbak Said Paşa’nın fikri başka idi. Hariciye Nâzın’nı gördüğümde mes’eleyi kendisine anlattım, “ikisi de bir kapıya çıkar” dedi ve maamafih işi anlamadan telgrafı yazdığım itiraf etti. Bâdema süferâya verilecek talimatı kendim Türkçe olarak yazmaya karar verdim.
Badezzuhr, Hariciye Nezâreti’ne azimetie üç saat kadar Kuveyt mes’elesi hakkında Hariciye Nâzın Said Paşa ve Hukuk Müşaviri Re- şid Bey ile beraber tedkikatta bulundum. Reşid Bey adeta bir kitap yazmış idi ve Ingilizler’in tarife hakkındaki müddeiyâtlanm zannederim ki anlamamış olduğundan gayet uzatmış idi. Bağdat-Basra beynindeki şimendiferin suret-i inşası ile tarife mes’elesi tedkikatını o gün bitirdik. Meclis-i Vükelâda okunmak üzere yazılacak muhtıra- mn suret-i tahririni mûmâileyh Reşid Bey’e tarif etti. Bakiye-i tedki- katı başka güne tâlik ettik.
İngilizler, Bağdat-Basra şimendiferinin inşasında iştirakten sarf-ı nazar ediyorlar ve buna mukabil mezkûr şimendiferi inşa edecek herhangi bir kumpanyanın meclis-i idaresine İngiliz memur koymak istiyorlar idi. Tarife hususunda dahi bir hükümet emtiasiyle diğer hükümet emtiasının ûcret-i nakliye vesairesinde hiçbir fark kabul etmiyorlardı. Bağdat şimendiferi meclis-i idaresinde bir Ingiliz’in bulunmasını teklif ve fakat bunu Almanlar’ın kabulüne tâlik ediyorlardı. Şimendifer, Basra’da nihayet bulacak ve fakat Basra’dan Basra Körfezi istikametinde şimendifer inşası için behemehal evvelemirde İngiltere ile uyuşmayı talep eyliyorlar idi. Tarafeynden hüsnüniyet gösterildiği halde işte gayr-i kabil-i iktiham müşkilât görmedim. Reşid Bey ise gayet muhteriz bulunuyor idi. Umum memurlanmız gibi. Ingilizler’in Basra-Bağdat hattının inşaatına iştirakten feragat etmeleri işimizi pek ziyade teshil edecektir. Zira bu halde şimendiferi yine Almanlar'a vermek ve eski mukaveleye rücu etmek ve bu sayede mes’eleyi Meclis-i Mebûsân’a uğratmaksızın tesviye eylemek kabil olacak idi. Hükümet-i seniyye için bundan iyi bir suret-i itilâf olamaz idi.
Hariciye Nezâreti’nde bulunduğum esnada Rusya Sefiri Mösyö Giers[37] geldi. Hükümetinden aldığı cevapnameyi aynen okudu. Teşebbüsümüz sulh için büyük bir hatve olduğu tasdik ve hemen Londra Konferansı’na o yolda müracaat etmekliğimiz tavsiye olunuyor idi. Serdettiğim şerâitin kabul veya adem-i kabulüne dair birşey söylemiyor idi. Bu bâbda sefirin nazar-ı dikkatini celbettim. Teşebbüsümüz hakkında sulha vâsıl olmak için büyük bir hatve olduğunun söylenmesi kâfi olduğunu söyledi. Kendisinin kelâmda israfı iltizâm eder
bir diplomat olmadığmı ve binaenaleyh bu kadarcık bir sözün çok mânâyı muhtevi idüğünû iddia eyledi. Şimdiden gazetelere sermaye-i makaal olmamak [ve] mes’elenin hükümet-i seniyyece mektum tutulması mültezem olduğunu söyledim. Mektum tutacağını vaad etti. Hudud hususunda Karadeniz sahiline mi yoksa Meriç cihetine mi ehemmiyet verdiğimi sordu. Her ikisinin haiz-i ehemmiyet olduğunu söyledim. Beynlerinde elbet bir fark mevcut bulunduğunu derme- yan etti ve bunda ısrar eyledi. Karadeniz cihetinin bizce daha mühim olduğunu anlattım. Lüleburgaz, Babaeski ve İğneada bizde kalmak üzere Meriç Nehri’nden çok.................................................. bir mahallin hudud ittihaz olunacak yerde o cihette Ergene'ye inmek ve bu nehri Meriç ile birleşinceye kadar hudud ittihaz eylemek daha muvafık olduğunu ileri sürdü. Bu sözünden Rusya Hükümeti’nin talep ettiğim hududu tamamen kabul etmeyip kısmen kabul edeceğini anladım. Fakat sefirin dediği gibi olursa bizim herhalde daha ziyade kârlı çıkacağımız derkâr idi. Onun için sözü uzatmak istemedim.
Rusya Sefiri’nden sonra Avusturya baştercümanı Mösyö Para geldi. Pallaviçini tarafindan geliyor idi. Ahvâl hakkında sefirin istiknah- ta bulunduğunu söyledi. Fevkalâde birşey olmadığını beyan ile yalnız Londra’daki teşebbüsümüz hakkında zaten mevcut olan malûmatı bir kat daha tavzih ettim. Avusturya'nın Yakova[38] şehrinin Arnavut- luk’a terki hususunda ısrar etmekte olduğunu ve buna devam edecek olursa in’ikad-ı sulhü tehirata düçar eyleyeceğini ve zaten Yako- va’nm Sırbistan veya Karadağ’da kalacağı takarrür etmesi üzerine işin olup bitmeyeceğini herhalde istikbalde tavazzuh edecek ahvâlin bu bâbda külli surette müessir olacağmı anlattım. Bu ısrardan sarf-ı nazar edilmesinin Viyana'ya tarafımdan tavsiye olunmasını sefirden rica ettim. Sefirin de bu fikirde olduğunu söyledi.
Bâbıâlî’ye geldiğimde Dersim Mebusu Lütfi Fikri Bey’den bir mektup buldum. Mektubu okudum. Mümâileyh beni ve Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey’i Ittihadçılar arasında en mutedil gördüğü için bize müracaat ettiğini yazıyor idi. “Bizler ve sîzler bir pederin yani meşrutiyetin evlâdlanyız. Size gelecek zarar bize de [gelir]. Beynimizdeki fark sizlerin biraz , kanuna gayr-i olmanızdan ibarettir. Bu hakikate ancak Kâmil Paşa’nın sadaretinde vâkıf oldum. Dört seneden beri sizlere şiddetle hücum etmekle irticaya bizmet ettiğimi anladım. Binaenaleyh bundan böyle sizlere hücum etmeyeceğim. Çünki bu memlekette ya sizin gibi haşan meşrutiyet evlâdlannm veyahut mür- tecilerin hükümet edebileceğine kani oldum. Sizler mürûr-ı zamanla bizlere yaklaşabilirsiniz. Binaenaleyh esas itibariyle beynimizde faik yoktur. Vaziyetinizi tehlikeli görüyorum. Bu tehlikeden sîzleri agâh etmek isterim. Sizler ne vakit olsa sukut edeceksiniz. Çünki kabineni-
zin şekli, gidişi bunu icap ettirir. Lâkin sizler sukut ederseniz Bâbıâli mürteciler eline geçecek. Bunun fenalığı bizlere de dokunacak. Sukut etmemek için şimdiden ittihaz-ı tedâbir lâzımdır. Eğer Edirne’yi kurtarabilirseniz tedâbir ittihazı için vakit bulabileceksiniz. Aksi halde az zamanda tedâbir ittihazına vakit bulmadan düşeceksiniz. Bunun için eğer Edime kurtarılamayacaksa memurinden değil muhtelif firka ve hizipler mensubininden mürekkep bir meclis cem’ ediniz ve kabinenize itidal ile maruf bazı zevât alınız. O halde kendinizi bir müddet için olsun kurtarabilirsiniz. Sözümü dinleyiniz ve memlekete ve meşrutiyete acıyınız” diyor idi.
En büyük muarızım olan Lütfi Fikri Bey’den bu sözleri işitmekle doğrusu bir haz ve sürür duydum. Lütfi Fikri gibilerin bile artık hakikati anladıklarına da memnun oldum. Bunu felâket-i âhiremizden alınan derslerden biri olarak telâkki ettim. Sukut mes’elesinde onun kadar bedbin değil idim. Maamafih bazı tedâbir ittihazına lüzum gördüm. Bu tedâbirin biri Enver Beyle görüşmekliğim oldu.
17 Şubat 328 (2 Mart 1913) Pazar:
Sabah erkenden Ayastefanos’a gidip Enver Bey’i görmek istedim. Sekizde, Harbiye Nezâreti’nden otomobil ile hareket ettim. Enver Bey’i gördüm.
Kendisine dedim ki:
- Sabahaddin Bey’in adamı Lütfi Bey’in riyâsetinde bir komite keşfedildi. Neşretmek üzere tabettirdikleri beyannameler de müsadere olundu. Bunların rahat durmadıktan anlaşılıyor. Tutulanlar divan-ı harpte bilmuhakeme şiddetle tecziye okunacaklardır. Fakat bu kâfi değildir. Tedâbir-i ihtiyatiye ittihazı da lâzımdır. Binaenaleyh fırkanızı İstanbul’a yaklaştırmak isterim. Siz şimdiden firkayı ve zâbitânını tamamen elde etmek için çalışınız.
Enver Bey meramımı anladı. Hurşid Paşa geldi. Onunla da biraz sohbet ettim. Hava karlı ve fırtınalı idi. Onlardan müfarekatimde otomobilim çamura saplandı. Civarda olan Tayyare Mektebi’ne haber gönderdik. Bir otomobil getirip Ayastefanos’a götürdüler. Bu otomobil ile İstanbul’a avdet gayr-i mümkün idi. Zira, yolda bozulmuş idi. Binaenaleyh şimendifer üe avdete mecbur oldum, öğle vakti trenler[39] işlemiyor idi. İki buçuk saat beklemek lâzım idi. Halbuki o gün Meclis-i Vükelâ in’ikad edecek idi. Üç çeyrek saat sonra bir hamal treninin hareket edeceğini söylediler. Bununla avdete karar verdim ve öyle avdet ettim. Maamafih şu kazadan dolayı o gün altı saatlik bir zaman kaybettim ki o nazik zamanda büyük bir zayiat demekti.
İkide İstanbul’a geldim, doğruca Bâbıâliye gittim. Meclis-i Vükelâ
in’ikad etti. Cebel-i Lübnan Mutasarrıfı’nın bir tahriratı ve Paris Sefiri Rifat Paşa’nın bir telgrafı tarafımdan kıraat edildi. İkisi de Asya-yı Osmanî’de ıslahat icrası lüzumunu gösteriyordu. Rifat Paşa, Roma kabinesince Asya-yı Osmani tamamiyet-i mülkiyesinin devletlere teklif edildiğinin aslı olmadığını ve fakat İngiltere’nin Rusyacı Kıbns muahedesinden bahsetmiş olmasının muhtemel olduğunu ve kendi kuvvetimizden başka birşeye güvenmemekliğimiz lâzım geldiğini söylüyor idi ve ıslahat için memurin-i ecnebiyye istihdam edilmesini teklif ediyordu. Mezkûr tahrirat ve telgrafı okuduktan sonra ben de ıslahat icrası lüzumundan bahsettim ve evvelemirde ecnebi mütehassislan celbetmek lâzım geleceğini ileriye sürdüm. Bu mütehassıslar meşahirden olmak lüzumunu dermeyan ettim. Meselâ Lord Curzon, Cromer, Kitchener, Milner gibi zevâttan birinin müfettiş-i umumîlik ile hizmet-i devlete alınmasını teklif ettim. Her nezâret için mütehassıslara ihtiyaç olduğunu ve meselâ Harbiye Nezâreti için meşahirden bir Alman generali ile birkaç zâbit getireceğimi ve diğer nezâretlerin de getirmeleri lâzım idüğünü söyledim. Dahiliye Nâzın yeni vilâyat kanunu hakkında biraz malûmat verdi ve yakında bu kanunu meclise takdim edeceğini vaad eyledi. Mûteehhil mütehassıs celbi lehinde pek de........................... görülmedi. Diğerleri ve bilhassa Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa benimle hemfikir bulundu. Bu bâbda karar-ı kafiyi ileriye tâlik ettik ve mesâil-i ruzmerremize geçtik. Geceyi Harbiye Nezâreti’nde geçirdim.
18 Şubat 328 (3 Mart 1913) Pazartesi:
Sabah daire-i harbiyede mesâlih-i cariye ile meşgul oldum. Badehu, Almanya Sefarethanesi’ne gittim.
Sefire dedim ki:
- Rusya Hükümeti Bulgarlar’a esliha, mühimmat ve levazımat-ı as- keriyece muavenette bulunuyor. Daha geçen gün Batum[‘danl esliha vesaire ile memlü bir vapur Varna’ya gitmiş. Keyfiyet şehbenderimiz tarafindan bildirilmesi üzerine hariciye nazırımız Petersburg Sefareti vasıtasiyle Rusya Hükümeti nezdinde şikâyette bulundu. Tabii, Rusya Hariciye Nâzın Mösyö Sazanof inkâr etti. Top ve tüfekçe noksanımız vardır. Vâkıa, Avrupa devletlerinin tavassutu üzerine katiben akd-i sulh memuldur. Lâkin, düvel-i müttefika tekâlifi malâyutakta bulunurlarsa buna da serju.ru edemem. Binaenaleyh hazırlık görmeye mecburum. 36 kıt’a 15 santimetrelik obüse ve 12 kıt’a 10.5 santimetrelik kale topuna ve 100 bin tüfeğe ihtiyacım vardır. Bunu Almanya bana satmalıdır.
Sefir düşündü. Bunun bîtaraflığa dokunacağını ve Berlin’ce kat’iyyen terviç olunamayacağım söyledi. “Rusya da bitaraftır” de-
dim. “Rusya’nın dediğiniz veçhile hareket ettiği kabil-i isbat değildir. İsbat olunursa tabiidir ki o da müşkil mevkide kalır” dedi. “Almanya bu silâhlan şahs-ı sâlise satsın. Biz de ondan ahnz” dedim. “Burası cây-ı teemmüldür. Ataşemiliter Mösyö Strempel'0 [ile] görüşeyim” dedi.
Sefir bana [bir] telgrafname okudu ki Berlin’den geliyordu. Rusya ve Avusturya süferâsmın teklifi üzerine Londra Süferâ Konferan- sı’mn Işkodra, Yanya ve Edirne’de bulunan gaynmuharip ahalinin hesbelinsaniye kale haricine çıkarılmalarına ve mezkûr kalelere ve- sait-i harbiye ithaline karar verdiği bildiriliyor idi. Bu telgraf şâir sefaretlere de elbet gelmiştir.
Avustuıya Sefiri almış imiş. “O halde bugün yahut yann bunu süferâ size tebliğ edecektir” dedi ve hemen kabul etmekliğimizi teklif etti. “Bunu hemen kabul etmek zaafa delâlet eder. Biraz tereddüt göstermek lâzımdır” [dedim]. Tasdik etti. Berlin’e çektiği bir telgrafi daha okudu ki bunda şerâit-i seb’a ile Avrupa tavassutunu talep ettiğimizi yazıyordu. Halbuki talep değil kabul etmiş idik. Bunu izhar ettim. Tasdik etti. “Rusya ve Avusturya’nın bâlâda söylendiği veçhile hareketlerine sebep nedir?” dedim. “Rusya, Edirne’nin sukut ettiğini istemiyor. Edirne’yi kendisinin Bulgarlar’a aldığını Slavlar’a ilân etmek istiyor. Ahali şehirde kalırsa Edirne’nin karîben sukut edeceği derkâr- dır. Ahalinin çıkması mukavemeti temdîd eder”.
Sefarethaneden çıkarken alt katta ataşemiliter ile de görüştüm. Esliha hakkında iki gün sonra bana cevap vereceğini söyledi.
Badehu saraya gittim. Huzura çıktım. Zât-ı şâhâne alelâde havai şeylerden ve eski kabinenin seyyiâtından bahsetti.
Taamdan sonra Veliahd Yusuf Efendi Hazretleri’ne gittim. Hûsn-i kabul etti, dedi ki:
- Biraderim Mecid Efendi dün beni ziyaret etmiş idi. Size hürmet-i mahsusası vardır. Zât-ı şâhânenin zaafından ve iktidarsızlığından bahsetti. İttihad ve Terakki Cemiyeti padişahın şu halinden bil-isti- fade cumhuriyet ilân edecekmiş. Binaenaleyh, zât-ı şâhâneyi istifaya mecbur etmek fikrini ileri sürdü ve sizinle bu bâbda görüşmekliğimi söyledi.
Buna cevaben dedim ki:
- İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin cumhuriyet ilâm fikrinde olmadığını namusum üzerine yemin ederek sizi temin ederim. Padişahın zaafina gelince, burası doğrudur. Bundan dolayı biz de mutazarrır oluyoruz. Fakat istifaya mecbur edilirse İstanbul'da iki padişah-ı mahlû olacak Tarih-i Osmanî’de bir misli daha yoktur. Hal’uğursuz birşeydir. Sultan Hamid’in hal’ine bile ben kanşmadım, zira bundan nefret ederim. Size ubüdiyetim vardır. Emin olunuz ki bu halde idare-i umürda pek çok müşkilâta tesadüf edersiniz. Korkanm ki size yazık olur.
40 Walter von Strempel. Metinde eski harflerle İştrempel yazılı.
Veliahd bu bâbda biraz ısrar eder gibi oldu. Ben de sözümde sebat ettim, nihayet dedim ki:
- Şu hâl-i esefiştimale ben başka çare bulurum. Sulhun akdi akabinde sarayda bazı münasebetsiz adamları oradan tebid ederiz. Her mühim işte zât-ı devletinizle evvelemirde müzakere-i umûr etmesini teklif eder, kendisini bu yola sevkeyleriz. O halde zaafindan tahaddûs edecek mahzur oldukça bertaraf edilmiş [olur],
Velialıd buna kandı ve benim sadakatimden bahsetti ve Ittihad ve Terakki’nin cumhuriyet ilân etmek istemediği hakkında teminatlını kabul eyledi.
Bâbıâlîye avdetimde Fransa Sefiri Bompard geldi. Fener istikrazından bahsetti. Müdüre söz verildiği ve para getirildiği halde henüz istikrazın akdedilmediğini söyledi. “Maliye nâzın parasızlıktan şikâyet etmiyor. Benden para istemedikçe nasıl istikraza muvafakat edeyim?” dedim. Halbuki bu istikrazda en ziyade menfaatdâr olan zât Débats[41] Gazetesi sahibidir. O gazeteyi kazanmadıkça istikraza muvafakat etmemekliğimizi Avrupa'ya hîn-i azimetinde Cavid Bey tenbih etmiş idi. İntizarımın sebeb-i hakikisi bu idi.
İtalya Sefiri beni ziyaret etti. Bingazi’deki asker ve toplarımızın celbinden, zât-ı şâhâneyi ziyaret [eden] Sünusî mebusun kendisini ziyaretinden ve İtalya devletinin bize muavenette bulunacağından bahsetti. Bu bâbda Enver Beyle görüşeceğimi söyledim. Enver Beyi o gün bâtelgraf Ayastefanos’tan celbetmiş idim. Badezzuhr mûmâileyh geldi. Kendisiyle görüştüm. Sünusi mebusunun İtalya Sefarethane- si’ne gitmesi Mısır’da ve Bingazi’de nüfuzumuzu taklil edeceğini ve nüfuzumuzun tenakusundan Ingilizler’in kârlı ve Italyanlar’ın muta- zarnr çıkacaklannı ve Bingazi’deki askerin celbi bizce müşkil olduğunu çünki avdetleri için emir verilmiş iken bu emri ısgaa etmediklerini ve zaten dörtyüz askerimizden ancak ikiyüzü kalıp yüz zâbitten dahi yalnız dört zâbitin orada kaldığım ve bakiyesinin avdet ettiğini söyledi.
Enver Bey ile görüşürken İstanbul Muhafızı Cemal Bey de geldi. İstanbul’da elde edilen Prens Sabahaddin Bey tarafdarânından mâada daha iki grubun aleyhimizde çalıştıklarından ve bu iki gruptan birisi Şehzade Vahideddin Efendi’nin riyasetinde ve diğerinin de damad-ı şehriyari Salih Bey (Paşa) taht-ı enirinde olduğunu ve bunlardan birincisinin ihtilâle çalıştığım ve onunla mülâzım Şaban Efendi’nin ve diğeriyle de miralay Sadık Bey’in tevhîd-i mesai eylediklerini söyledi. Vahideddin Efendi maiyetine iki yaver tayinini teklif etti.
Vahideddin Efendi’den o gün nezd-i padişahîde ve veliahd ile de hîn-i mülakatımda şikâyet etmiş idim. Hattâ zât-ı şâhâneye “Böyle
şehzadelerin siyasiyatla iştigal eyledikleri bir memlekette ben sadrazamlık edemem. İstifa eder ue siyasiyatla iştigal eden şehzadelerin esâmisini ilân eylerim” dedim. Zât-ı şâhâne sözümü tasdik etti ve bunu Vahideddin Efendi’ye bizzat söylemekliğimi tenbih buyurdu idi. Veliahd dahi bu yolda idare-i lisan etmiş idi. Akşamüstü, Bâbıâli’de mesâlih-i cariye ile meşgul oldum ve badehu geceyi Harbiye Nezâre- ti’nde geçirdim.[42]
O gün akşama doğru Şûrâ-yı Devlet [Reisi] Said Paşadan bir istifaname aldım. Bir gün evvelki Meclis-i Vükelâda akd-i sulh ten evvel bir meclis-i millî (Kâmil Paşavâri) akdini teklif etmiş iken rüfeka tarafindan kabul edilmediğini ve binaenaleyh beyne 1-vükelâ ihtilâf hâdis olup bu da muvafık-ı kaide olmadığından istifaya mecbur olduğunu yazıyor idi.
Said Paşa bu memleketin en muktedir zevâtından idi. Müşari- leyh yalnız kendini düşünüyor idi. Başka hiçbir endişesi olmadığını ahiren takdim ettiği iki istifanamesi kâfi derecede irâe eder. İşte bu memleket senelerce böyle adamlar tarafindan idare olunmuştur.
Hacı Âdil Bey’i çağırdım. “Bu zâtı biraz ihâfe etmek icap ediyor. Talât Bey gitsin, kendisini görsün ve korkutsun ve desin ki ya akd-i sulha kadar kabinede sebat etsin veyahut daha iyi idare edecek ise sadareti kabul eylesin” [dedim].
19 Şubat 328 (4 Mart 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Edirne valisi bir mikdar erzak daha bulduğunu ve mukavemetin nihayet Mart haftasına kadar imtidâd edebileceğini yazıyor idi. Valiyi biraz daha sıkıştırdım. Martın yirmisine kadar temdîd-i mukavemet es- bâbının istikmâlini tavsiye eyledim. Badehu, Seririyat Hastanesi’ne gittim. Çatalca ve Hadımköyü’nden gelen mecruhini ziyaret ve cümlesini tatyîb ettim.
Anadolu demiryolu direktörü Gwinner ile görüştüm. İngilizler’in metâlibi -Bağdat-Basra- şimendifer hattı hakkında kendisine izahatta bulundum. Dar hatların Anadolu için fevaidinden bahsedildi.
Bâbıâli’de Osmanlı Ajansı ile Neue Freie Presse muhbirini gördüm. Osmanlı ajansına Edime ve tazminat-ı harbiye hakkında bir mülâkat neşri için mezuniyet verdim. Neue Freie Presse muhbirine vaziyet-i siyasiye hakkında malûmat verdim. Benimle mülâkat serlevhasiyle Viyana’ya bir telgrafname keşide edecek idi.
kanuniye ile bir nizamname mütalâa ve tedkik edildi. Daha bazı evrak dahi çıkarıldı. Meclisten sonra İstanbul Muhafızı Cemal ve Polis Müdürü Azmi Beylerle ayn ayn görüştüm. Her ikisi de akd-i sulh havadisiyle Edirne’nin terki hakkındaki şayiattan dolayı beynel-aha- li heyecan olduğu ve bir ihtilâlden korkulduğu beyan olundu. Rumeli ahâlisinden olup Dersaadet’te bulunan muhacirinin pür-heyecan ol- duklan söylendi. İcap edenleri İstanbul’dan çıkarmaktan başka çare olmadığını beyan ettim. Akşam, Harbiye Nezâreti’nde yine mesâlih-i cariye ile iştigal eyledim.
20 Şubat 328 (5 Mart 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Badehu, Rusya Se- farethanesi’ne gittim. Anadolu-yı şarkî şimendiferleri hakkında sefir ile görüştüm. Elimdeki haritada Kafkasya şimendiferleri gösterilmiş idi. Sefir bunu görünce biraz sıkıldı. Tiflis’e şimalden gelen doğru bir şimendiferin güzergâhında bulunan büyük bir tünelin inşası 12 sene süreceği için Ruslarin Erzincan’dan ve Diyarbakır’den öteye 15 seneye kadar şimendifer inşa etmemekliğimiz talebinde bulunduklarım söyledi. Bu da menâfi-i iktisadiyeleri icabından imiş. O havalide diğer devletler ticaretinin terakkisinde bizce elbette bir fayda yok imiş. Ben “Bu iş hakkında evvelemirde sizinle suret-i hususîyede bahsedeceğim. Siz sadrazamla değil Mahmud Şevket nâmında bir şahs-ı hususi ile görüşüyorsunuz. Sözlerimin hiçbir mahiyet-i resmiyesi yoktur” dedim. O da o suretle benimle görüşeceğini söyledi. Erzincan’dan ve Diyarbakır’dan öteye şimendifer yapmayıp bilâkis Rus hududundan beriye şimendifer yapmaklığımıza müsaade etmelerini talep ettim. “0 halde emtia-yı tüccariye Rusya’dan oralara getirilmek ve Rus emtia- siyle hiçbir mal rekabet edememek tabiidir. Bu halde tabiidir ki artık zaman mevzubahis olmamalıdır” dedim. Bu teklif kabul edilmedi. '0 halde size hakan-ı sabıkın verdiği taahhütname mucibince şimendiferleri Rus sermaye ve şirketi vasıtasiyle yapalım. Bu halde inşâat için ne kadar zaman lâzımsa o kadarı kabul olunur”. Sefir haklan olmadığı halde Diyarbakır’dan Van’a giden hattın da bu teklif dahilinde bira- kılmasını ve buna mukabil Karadeniz havzasının şâir kısımlanndakı şimendiferlerin inşasından kendilerince sarf-ı nazar edileceğini der- meyan etti. “Peki” dedim. Bununla bu teklifin kendi hükümetince kabul edileceğine mu’tekid olduğunu ve maamafih benim tarafımdan suret-i hususîyede dermeyan olunmuş bir teklif tarzında olarak bunu Petersburg’a bildireceğini söyledi.
Bâbıâli’ye avdetimde Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. O gün de emvâl-i gaynmenkulenin deyn mukabilinde teminat gösterilmesi hakkındaki kanun-ı muvakkat lâyihası kabul edildi. Şûrâ-yı Devlet Reisi Said
Paşa mecliste yok idi. Meclisten evvel beni ziyaret etmiş idi. Bir gün evvel kendisini ziyaret eden Talât ve Halil Beyler’e istifası hakkında bazı ifâdatta bulunmuş ve tarafımdan celb ve davet olunursa bu bâbda bana da izahat vereceğini söylemiş imiş. Ben kendisini davet etmediğim [halde] kendiliğinden geldi. Ben hanesine gitmek ve kendisiyle görüşmek istiyor idim. Esna-yı muhaverede yine mec- lis-i umumi tarzında bir meclisin ceminden ve bu mecliste erkân ve ümerâ-yı askeriyenin dahi külli mikdarda olarak davet edilmesinden bahsetti. Kâmil Paşayı o yolda bir meclis toplamasından dolayı ben protesto etmiş iken benim öyle bir meclis toplayamayacağıma dair kendisine izahat-ı mukteziye verdim. Fakat başkumandanlık nezdinde kolordu ve fırka kumandanlariyle erkân-ı harbiye reislerinden mürekkep bir meclis-i askeri cemiyle bunlardan akd-i sulhün lüzumuna dair bir mazbata ahzı imkânını ileri sürdüm. Bunu kabul etti. Meğer, Talât ve Halil Beyler’e kendisi öyle bir meclis-i askeri cemini bilâhare teklif etmiş imiş.
İstifası mes’elesine gelince dedim ki: ‘Akd-i sulh edilinceye kadar kabinede kalmalısınız. Şimdi istifa edecek olursanız kabine de istifaya mecbur olur. Sonra bundan yedi ay evvel benim istifam üzerine yaptığımız hatayı tekrar etmiş oluruz. Siz hastalık bahanesiyle arzu buyu rursanız şimdilik hanenizde oturunuz, devam etmeyiniz Bade's-sulh istifa edebilirsiniz". Bade’s-sulh sadarette kalacak olursam zaten kendisiyle çalışamayacağımı anlamış idim. Çünki gayet mütereddittir. Halbuki memleketi kurtarmak için tereddüt para edemeyecek. Bunun mazarratı görülecek. Maksadı temin için azimle, cesaretle hareket lâzım gelecek. Kendisinde bu haslet mefküd idi. Mefküd olduğunu herkes tasdik ediyor idi.
Bununla beraber müşarileyh o gün için ruhsat aldı gitti. Akşam Hacı Adil Bey’e keyfiyeti anlattım.
21 Şubat 328 (6 Mart 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ile -ki Çatalca'dan mezunen gelmiş idi- görüştüm. Vazıyeti siyasiye hakkında kendisine malûmat verdim. Badehu hapishane-i umumiye azimetle bazı teftişatta bulundum. Hapishaneyi acınacak halde buldum. Bâbıâliye geldiğimde İstanbul Vali Vekili Cemil Paşayı celb ile kendisine bu bâbda evâmir verdim. Dahiliye Nâzında da bâtezkere hapishanenin ıslahı hakkında talimat verdim. Şehremane- tınin umûr-ı mâliyesini ıslah için de Dahiliye Nâzınnın riyasetinde Adliye ve Posta Nâzırlan ile şehremininden mürekkep bir komisyon teşkili için de icap edenlere tezkere yazdırdım.
Badezzuhr, Hariciye Nezâreti'ne azimetle Kuveyt mes'elesi hakkın-
da Hariciye Nâzın ve Hukuk Müşaviri Reşid Beyle beraber üç saat kadar tedkikatta bulundum. Badehu, Bâbıâli’ye avdetimde istifam hakkında veya sabık Meclis-i Mebûsân’ın cem’ edileceğine dair şayi olan havadisâtı Osmanlı Ajansı vasıtasiyle tekzip ettirdim.
22 Şubat 328 (7 Mart 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. Badehu saat onda Bâbıâli’ye gelip Hukuk Müşaviri Reşid Bey ile beraber İngiltere ile Kuveyt hakkında yapılacak itilâfa dair Meclis-i Vükelâya levâyih tanzimiyle meşgul oldum. Saat........................................... Sirkeci’den istimbota binip hava güneşli olmak mülâbesesiyle bir saat kadar Boğaziçi’ne doğru birte- nezzüh yaparak Üsküdar’a geçtim ve o geceyi Üsküdar’da geçirdim. Gece, Çürüksulu Ahmed Paşa ile Mahkeme-i Temyiz âzâsından Abdullah Bey beni ziyaret ettiler. Geç vakte kadar onlarla görüştüm. Ahmed Paşa, Mizan sahibi Murad Bey’in kendisine yazdığı bir tezkereyi bana gösterdi. Pek eksantrik mütalâatı hâvi. Bu zâtın büsbütün nazari bir adam olduğuna kanaat-i tamme getirdim.
23 Şubat 328 (8 Mart 1913) Cumartesi:
Sabah erkenden Üsküdar’da istimbota râkiben Çengelköyü’ne gittim. Orada ikamet eden Vahideddin Efendi Hazretleri’ni ziyaret eyledim. Müşarileyhin aşiret süvari alaylarını tahrik etmekte ve umûr-ı siyasiye ile iştigalinden şikâyet olunmakta idi. Miralay mütekaidi Sadık Bey daha bazı zevâtı ihfâ ettiği iddia olunuyor idi. Hattâ köşkünü basacaklar idi ki buna mâni olmuş ve yalnız taraf-ı şâhâneden Sadık Bey ile sâireyi ihfâ ettiğine dair bir rivayet mevcut olduğu ve sahih ise onlan hemen köşkünden dışarı çıkarması icap eylediği hakkm- da kendisine bir haber göndertmiş idim. Ziyaretimden maksadım bu bâbda nazar-ı dikkatini celb ile kendisini siyasiyatla iştigalden menetmekten ibaret idi.
Dokuzda köşke gittim, bir müddet odada yalnız bekledim. Dokuz- buçuğa doğru geldi. Derhal kendisi suret-i âtiye üzere söze başladı (hülâsa):
- Devr-i sabıkta hakan-ı mahlüun tazyiki ile adeta mahpus idik İh- tilâttan memnu idik. İlân-ı meşrutiyette aile halkı ancak birbirimizi tanıdık Fakat o devirde hafiyelik yol almış, ahlâk fesat bulmuş idi. Bunun neticesi olarak saray halkı meyanında dedikodu başladı. Müfteriyat yol aldı. Hakkımda birçok rivayette bulunuldu. Vahdetî’yi sakladı, Salâhaddin ihfâ edildi diye hakkımda birçok iftiralar yapıldı. Bunun mahall-i intişarım tedkik ettim. Veliahd hazretlerinin sarayı olduğunu anladım. Müşârileyhi aleyhimde tahrik ettiler ve hâlâ da ediyorlar.
- Şu hal benim en ziyade mucib-i teessüfüm oluyor. Saray böyle, ordu böyle, devâir-i hükümet bu halde, memurin de öyle... Bunun neticesi ne olacak bilmiyorum. Fakat saray ve bilhassa hanedan-ı saltanat âzası bu bâbda umum için ibret misali teşkil edecek. O da böyle şâyan-ı esef bir halde olduktan sonra kime ne diyeceğiz ve nasıl nasihat vereceğiz?
- Ben de bu hale müteessifim. Fakat ben sebebiyet vermiyorum. Veliahd dairesi sebebiyet veriyor.
- Orası da sizin dairenin verdiği iddiasında bulunabilir. Bunun en iyisi ve doğrusu efendiler bir araya gelerek sü-i tefehhümâtı ortadan kaldırmalan ve hüsn-i muaşerette bulunmalandır. Ne olur, birbirinize ziyafetler verseniz, sevişseniz ne olur? Herhalde bizim için de hüsn-i misal teşkil etmiş olursunuz.
- Ben mütecaviz değilim. Ben vaziyeti müdafaada bulunuyorum. Son inkılâpta dahi birçok tecauüzata düçar oldum. Siz olmasaydınız eminim ki tecavüzatta daha ileri giderler idi. Size medyün-ı şükranım. Siz mâni oldunuz. Bundan da emin olmalısınız ki ben Sabahaddin Bey’e müteveccih değilim. Belki o bana müfteriyatta bulunur. Fakat ben serseri ve dolandırıcı nazariyle bakarım. 31 Mart vak’asından evvel zât-ı şâhâneye müracaatla mücerred ihtilâl çıkarmak için zât-ı şâhâneden -ki o vakit veliahd idi- kırk bin lira talep etmiş idi.
- Evet, zât-ı şâhâne Sabahaddin Bey’in bu müracaatından geçende huzura çıktığım vakit bahis buyurmuşlar idi.
- Ben onunla hemfikir değilim. Onu sarayıma kabul bile etmem.
- Fakat zât-ı devletiniz daha başkalarını kabul ediyorsunuz. Meselâ., Şaban Efendi’yi niçin kabul ediyorsunuz? Bu adamın fena bir adam olduğunu ve Sadık Bey’in refiki bulunduğunu bilmiyor musunuz?” (Bu sözüm üzerine gayet sıkıldı).
- Sarayıma gelen adamı nasıl kovayım?
- O, Kayserili bir habistir. Sarayınıza öyle bir edepsizin kabulü kafa caiz değildir. Madem ki Sabahaddin Bey’i kabul etmeye tenezzül buyurmuyorsunuz, bunu da kabul etmemelisiniz.
- Fena adam olduğunu bilmiyor idim. Kendisi Kayserili olduğu için etbâım meyanındaki hemşehrilerini ziyaret eder. Fakat madem ki iyi adam olmadığını söylüyorsunuz, bâdema kendisini kabul etmeyeceğim.
- Mûmâileyhin üstündeki elbisenin taraf-ı devletinizden ihsan buy- rulduğunu söylüyorlar.
- Kendisine elbise vermemişimdir. Yalandır.
- Ya Sadık Bey’i ve Fuad Paşa’yı niçin kabul ediyorsunuz? Bunlann bir firka-i siyasiye reisleri olduklanru bilmiyor musunuz?
- Sadık Bey’i topu topu bayramlarda iki defa kabul ettim. Onunla başka vakit görüşmedim. Fuad Paşa’yı otuz seneden beri tanınm. Za-
ten kendisi deli bir adamdır. İsmi üstündedir.
■ Peki ama Hürriyet ve İtilâf Fırkası reislerini böyle kabul etmek, on- lannpropagandaası Şaban Efendi’nin sarayınıza devamına müsaade eylemek pek manidar şeylerdir” dedim ve Kâmil Paşa’nın sadaretinden üç-dört gün evvel zât-ı şâhânenin benden reyimi sorması ve sadaretinin kendi tarafından anlaşılması üzerine benim zât-ı şahaneye mâruzâtımı ve Bâbıâlî vak’ası gece sadarete tayinim üzerine de yine zât-ı şâhâneye vuku bulan ifâdâtımı söyledim ve Kâmil Paşayı niçin zât-ı şâhâneye tavsiye ettiğini sordum.
Bunun üzerine efendi hazretleri gayet sıkıldı. Tamamen yakalanmış idi. Şaşırdı, oturduğu koltuk üzerinde büzüldü, küçüldü. Zihnen meşgul olduğu, bir cevap taharrisiyle uğraştığı anlaşılıyordu.
Nihayet dedi ki:
- Bunu size kim söyledi?
- Zât-ı şâhâne.
- Evvelâ size sorayım. Söyleyeceğim söze, vereceğim cevaba inanır mısınız, inanmayacak iseniz sükût edeyim, cevap vermeyeyim.
- Sözünüze inanmak lâzım gelir.
- Bunda zât-ı şâhâne mübalağa ediyorlar. İşte bu kadar söylerim, daha ziyade söylemek mugayir-i edeptir. Huzura çıkmış idim. ‘Ferid Paşa, Kürt Seyid, Abdülkadir Efendi, Kâmil Paşa’nın sadarete getirilmesini teklif ediyorlar. Getirirsem korkarım ki kendisini öldürürler. Ne dersiniz?’ diye sual buyurdular. ‘Madem ki halk Kâmil Paşa’yı istiyor, bir kere de onu sadrazam yapınız. Öldürürlerse size ne! Kabul etmeseydi, kabul eden kendisidir’ dedim. İşte benim tavsiyem bu yolda vuku buldu.
Halbuki zât-ı şâhâne bu bâbda en ziyade Vahideddin Efendi tarafından ilhâh edildiğini beyan buyurmuşlar idi. Buna elbet daha ziyade itimad olunur.
Nihayet dedim ki:
- Peki, Bâbıâlî’ye gidip Kâmil Paşa’yı niçin ziyaret ettiniz? Sizin Bâbıâlî ile işiniz ne?”
Bu sualim de efendiyi pek sıktı. Dedi ki:
- Topu [topu] iki kere gittim. Bir defasında sizden aldığı bir tezkereyi gösterdi idi. Gitmekliğimin sebebi bazı tevkifat yapıyorlardı. İttihad ve Terakki erkânının mugayir-i kanun olarak tevkifleri... Bu tevkifatı men için gitmiş idim.
Mütehayyirâne efendinin yüzüne baktım. Zira cevap versem iyi olmayacak idi. Efendi bu işlerde medhaldar idi.
Nihayet dedim ki:
- Efendi hazretleri! Şehzadegânın siyasiyatla iştigaline sadrazam sıfatiyle müsaade edemem. Zira bu halde memleket Acemistan’a dönecektir. Bugün Rumeli elimizden gitti. Fakat elimizde kalan kıtatı ol-
sun muhafaza edersek yine büyük bir imparatorluk teşkil edebiliriz. Lâkin şehzadegân bir taraftan, zâbitân diğer taraftan siyasiyatla iştigal ederlerse bu memleketi kurtarmak mümkün olmayacaktır. Bu hususta isterseniz kanun yapanm. İsterseniz Meclis-i Vükelâ mazbatası üzerine irade-i seniyye istihsal ederek tebliğ ettiririm. Herhalde şehza- degânın siyasiyatla iştigalini menedeceğim. Bâdema firâk-ı siyasiye- ye mensup kesânı sarayınıza almayacaksınız ve onlarla münasebette bulunmayacaksınız.
Bunun üzerine Efendi daha ziyade sıkıldı ve korktu. “Fuad Pa- şa’yı da kabul etmeyeyim mi?” dedi. “Etmeyiniz” dedim. “Hemşirem aliledir. Bana gelemez. Ara sıra ona gitmekliğim lâzım. Oraya gidebilir miyim? Çünki [zevci] Ferid Paşa’dır”.
“Hemşirenize gidebilirsiniz” dedim. “Ben dediğiniz gibi hareket edeceğim. Lâkin benim aleyhimde de artık bulunulmasın. Aksi takdirde ben de kendimi müdafaa ederim. Sonra mesül olmam” dedi ve bundan sarayın basılmasını murad etti. Dediğim gibi hareket ettiği halde öyle birşey vâki olmayacağını ve fakat dedikodulara ehemmiyet vermemesini söyledim. Mübahasamız iki buçuk saati tecavüz etmiş idi.
Oradan çıktıktan sonra BabIâli'ye geldim. Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. O gün mecliste mesâlih-i âdiye ile iştigal edildi.
24 Şubat 328 (9 Mart 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Mısırlı Şeyh Abdülâ- ziz beni ziyaret etti. Hind Müslümanlan kendisine müracaat etmişlermiş. Edirne’nin adem-i terkini tavsiye ediyordu. Edirne’yi terket- mediğimi ve fakat Rumeli’deki ehl-i İslâm’ın menâfiini muhafazaya gayret eylediğimi söyledim.
O gün de Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. İngiltere ile yapılacak Şat- tülarap mukavelenamesini ve Yemen şimendiferi mes’elesini tedkik ettik. Her ikisini de çıkardık. Başka birşeye bakamadık. Akşam Meclis-i Mebûsân reis-i sabıkı Halil Bey ile bizim Talât Bey beni ziyaret ettiler. Viyana’da bulunan Cavid Bey’den de o gün bir mektup almış idim. Mektupta Cavid Bey, Bulgarlar’ın bizden tazminat ahzında ısrar edeceklerini vc binaenaleyh bir muzafferiyet kazanmaklığımız lâzım geleceğini yazıyordu. Bunlar da aynı zeminde müdavele-i efkâr ettiler. Ben aksi fikirde bulundum. Bulgarlar’a tazminat vermeyeceğimi ve onları Marmara'ya indirmeyeceğimi ve ısrar ederlerse harbe devam eyleyeceğimi ve bunun için şimdiden bazı bîmânâ taarruzat ile orduyu hırpalamamak lâzım geldiğini söyledim.
Dedim ki:
- Şimdi bir taarruzda bulunursak bunda ya muvaffak oluruz veya
olmayız. Muvaffak olursak düşmanımız manevrada mahir olduğundan muntazaman çekilir, muvaffakiyetimiz parlak olamaz. Birçok toplarını zapt ve kendisinden birçok esir ahzedemeyiz. Halbuki mağlûp olursak maneviyatımız biter. Çatalca ’ya gayr-i muntazam surette ric’at ederiz. Orada mukavemetimiz esaslı olamaz. Halbuki Yanya sukut ettiği gibi yakında (nihayet bir ay sonra) Edime de sukut edecektir. Bu halde düşman oralarda serbest kalacak kıtaât-ı askeriyeyi de üzerimize sevkeder. Binaenaleyh bugün biz sırf müdafaayı iltizâm etmek ve ordumuzu bir neferine vanncaya kadar israf ile kullanmamalı ve bilâkis takviye eylemeliyiz. Elli bin kadar tüfek buldum. Daha elli bin kişi silâh altına alacağım. Büyük çaplı obüs ve toplanm olsa Çatalca ve Bolaytrin müdafaasından tamamen emin olabilirim. Her yere başvurdum, bulamadım. Almanlar bile vermediler. Maamafih eski usulde 15 santimetrelik elli-altmış kadar obüsün bir yerde mevcut olduğunu haber aldım. Şimdi bunlan ve Almanya’dan 11 milimetre çapında 100 ilâ 150 bin kadar mavzer tüfeği tedarikle meşgulüm. Onlan elde edersem korkmayacağım. İzmir’de dahi kuvâ-yı cesîme cem’ edebileceğim. Zira müttefikinin oraya da tasalluttan muhtemeldir.
Meclis-i Mebûsânin ceminden dahi bahsettik. “Eski Meclis-i Me- büsânin vazifesini ifâ ettiğini Meclis-i Ayan beyan ile onu seddetmiş- lerdi. Halbuki vazifesini ifâ etmedi, 35. madde henüz kabul olunmadı. Bu madde henüz Ayân’dadır. Bir kelimesine dokunulursa tekrar Meclis-i Mebüsân’a gitmesi lâzım gelir. Halbuki intihâbât-ı cedide ile cem’ olunacak Meclis-i Mebüsân’da ekseriyet-i sülüsan istihsali bizim için mümkün olmayacaktır. O halde 35. maddenin kabulü meşkükiyette kahr” tarzında vuku bulan ifadelerine mukabil dedim ki:
- Doğrudur, bu madde şâyan-ı tedkiktir. Bunu hatırlamadım. Onun için Ajans Ottoman vasıtasiyle eski Meclis-i Mebûsânin toplanmayacağını ilân ettirmiş idim. Fakat Âyân, Meclis-i Mebûsânin ikmal-i vazife ettiğini söylediği için sözünde hulf etmiş olmamak için 35. maddeyi Meclis-i Mebüsân’dan gelmiş olduğu surette kabul etmesi de melhuzdur. Herhalde bu mes’ele şâyan-ı tedkiktir. Lâkin şimdi vakti değildir. Zamanı gelince düşünürüz.
25 Şubat 328 (10 Mart 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. O gün yevm-i kabul-i süferâ idi. Sulh hakkında sefirlerin kâffesi beyanatta bulundu. Sofya ile şâir Balkan payitahtlarındaki teşebbüsün neticesi hakkında hiçbiri malûmata malik değil idi. Fransız Sefiri, Atina’dan aldığı bir telgrafnamede 30 bin kadar askerimizin Yanya’da Yunanlılar tarafından esir edildiğini ve bir mikdar askerin Ali Rıza Paşa ile beraber Arnavutluk’a doğru firara muvaffak olduğunu söyledi. Rusya Sefiri,
Rusya Hariciye Nâzın Sazanoftan aldığı talimat-ı hususîye üzerine beyanat-ı âtiyede bulundu:
“Söyleyeceğim sözün teklif suretiyle hiçbir ehemmiyeti yoktur ve tamamen mahremiyette kalacağın Yalnız hissiyatınızı yoklayacağım. Acaba Bulgaristan’la hududu Midye-Ergene-İnoz hattına irca etmek mümkün değil midir? Zira Bulgaristan, Midye-Tekfurdağı hattında fevkalâde ısrar ediyor. Belki onu Midye-İnoz hattına ikna etmek mümkün olur. Bu halde sulh az bir zamanda ve Edirne’nin sukutundan evvel akdolunabilir. Korkanm ki şu sırada Edime sukut edecek ve o halde Bulgaristan metâlibini teşdîd eyleyecektir”.
Edirne’den sarf-ı nazar etmek için evvelce teklif ettiğim hududun kabul olunacağını ve bilâhare Meriç Nehri’nden de yine teklif-i vâki üzerine Ergene münsabına kadar sarf-ı nazar olunduğunu ileri sürerek şimdi de hududu devletlerin karar-ı sabıkına irca etmek istenildiğini söyledim. Zira gerek Rusya ve gerek düvel-i şâire Bul- garlarin Marmara’ya inmelerine müsaade etmeyecekleri derkârdır. Bu mes’elenin Osmanlı-Bulgar mes’elesi olmayıp belki bir Avrupa mes’elesi olduğunu anlattım. Şu halde Edirneli terketmekten âhi- ren ne kazandığımızı sordum. Mösyö Giers pek ziyade vehham ve mütereddit siyasîlerdendir. Sözlerimi cerhedemedi. Fakat sulhün bir an evvel akdi benim de arzu ettiğim şey idi. Zira, Yanya sukut ettiği gibi Edirne’nin de sukutundan korkuyor idim. Binaenaleyh gayet mahremâne surette biraz daha fedakârlık yapmayı münasip gördüm. Ayastefanos-Manastırsuyu-Ergene-lnoz hattınm hudud ittihazına muvafakat edebileceğimi anlattım. Ayastefanos’tan Midyeye inmek payitahtın müdafaasmca mazarrat-ı azîmesi hasebiyle kabil-i kabul olmadığını ve bundan aşağı hududda ve tazminat hususunda Bulgarlar’m ısran halinde harbe devamm zarurî olduğunu ve kuvâ-yı Osmaniye’nin henüz mahv ü perişan olmadığımn nazar-ı dikkatten dür tutulmaması lâzım geleceğini söyledim. Tazminat veremeyeceğimi defaatle ve kat’iyyetle ifade ettim.
Edirne, Yanya ve Işkodra’daki ahaliden arzu edenlerin -Rusya ve Avusturya sefirlerinin Londra’da süferâ konferansında vuku bulan teklifleri üzerine- kalelerden çıkmalanna müsaade olunmasına devletlerce karar verilmiş ve beş devlet sefiri bu bâbda talimat almış iken yalnız Fransa Sefiri’nin bu bâbda henüz talimat almadığını Almanya Sefiri’nden öğrendim. Rusya Sefiri’nin ancak beş gün sonra talimat aldığını ve binaenaleyh Londra, Rusya Sefiri’nin Petersburg’ca kabul olunmadığının ve Fransaya müracaatla işi tehirata düşürmeye Rusya tarafından tevessül olunduğunun istidlal edildiğini de sefir-i mûmâileyh ilâve etti. Ki bu ihtimal bence de doğru telâkki olundu.
Fransa Sefiri şimendifer işlerinden, fenerler istikrazından bahsetti. Âdeti veçhile simsarlık yaptı. Yanya’dan bir telgrafname aldığım ve
Yanya’nın sukutu tahakkuk eylediğini söyledi. Çok para kazanmak ve şimendifer inşaatım Ruslar’ın arzusu veçhile tehirata düşürmek için dar şimendifer hatları aleyhinde bulundu.
İngiliz Sefiri, Hakkı Paşa’nın Londra’daki memuriyetini sordu. Bilhassa Kuveyt işiyle meşgul olduğunu ve iki-üç haftaya kadar bu bâb- da husul-i itilâfin me’mûl olduğunu söyledim.
26 Şubat 328 (11 Mart 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Pek çok ashâb-ı müracaat vardı, öğleye kadar orada kaldım.
Badehu, Bâbıâlî’ye gittim. Düyûn-ı Umumîye Meclis-i İdare Reisi Mösyö r’i celbetmiş idim. Maliye Nâzın dahi hazır olduğu halde İtalya tarafindan Düyün-ı Umumîye idaresine verilen elli milyon franktan 500 bin liralık bir avansın itâsını rica ettim. Meclis’e koyacağım vaad etti. Memuriyeti hitam bulduğu için aym zamanda benimle veda eyledi.
Berlin’de bulunan Cavid Bey’e rejinin en nihayet beş sene tem- dîd-i müddetine muvafakat olunacağını Maliye Nâzın ile bil-müza- kere bildirdim. Bundan maksat müddeti adem-i temdîd idi. Zira iki gün sonra bir zamanda rejinin müddeti hitam buluyordu. Bu halde Düyün-ı Umumîye emr-i idareyi deruhte edecektir. Riyâsete geçecek olan Ingiliz Dâyinler Vekili, Düyün-ı Umumîye’nin daha güzel idare edileceğini vaad ediyordu. Bu kere bu sureti tecrübe etmek muvafık görülüyor idi.
Meclis-i Vükelâ’da Kuveyt mes’elesi teferruatından Lynch[43] mes’e- lesi ile Katar mes’elesi müzakere edildi. Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa gerek bu iki mes’elenin ve gerek umum Kuveyt işinin Meclis-i Mebûsân’da tasdikine tâlikan kabulünü teklif ve iltizâm etti. İngiltere Hükümeti en serbest bir hükümet olduğu halde o suretle hareket etmiyordu. Bu misali ileri sürdüm. İngiltere Meclis-i Mebûsân’ı ile bizim Meclis-i Mebûsân arasında fark-ı azîm olduğunu söyledi. Mü- şarileyh mes’uliyetten korkuyor idi. Kendi zatma birşey olmasm da varsın memleket ne olursa olsun politikası güdüyor idi. Zaten malû- mat-ı vasîasiyle beraber bu tabiatta olduğu için kendisinden memleket cidden istifade etmemekte idi. Bazıları “Bu memleketin kurtulması için Kâmil Paşa ile Said Paşa ortadan kalkmalıdır. Allah bunlann canını almalıdır” diyorlardı. Said Paşayı istisna etmek istiyor idim. Lâkin son günlerde aldığı vaziyet ve gösterdiği tereddüt ve cebânet doğrusu beni de o sözü söyleyenlere hak vermeye sevkediyordu. Irak in istikbalini temin için Katar gibi devlet için hiçbir faydası olmayan ve taht-ı
hâkimiyetimize girdiğini isbatta hiçbir delile istinad edemeyeceğimiz tedkikat-ı vâkıadan anlaşılan kıt’adan sarf-ı nazar etmek hiçbir fedakârlık olmayacağım Besaıya ve Oskan Efendiler ile beraber Said Paşa’nm anlamaması veyahut daha doğrusu anlamak istememesi beni pek çok müteessir ediyordu. Lynch’i Almanlar sermayesine bi’l-iştirak bir Osmanlı kumpanyasına tahvil etmekte dahi bunların tereddüt göstermeleri pek acîb idi.
Bu mukavemet Ingiltere ile Kuveyt işinde bir itilâf akdinden beni vazgeçiremez idi. Mukavemeti kesr ve daha doğrusu itilâfı akd için herşeyi göze aldım.
27 Şubat 328 (12 Mart 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Mösyö HuberTe Alman ataşemiliteri Mösyö Strempel beni ziyaret ettiler. Birisi fişek ve tüfek siparişinden ve diğeri de Almanya’dan Mösyö Puslet vasıtasiyle alınacak eski obüslerden bahsettiler. Bu meyanda Beyoğlu’ndaki bir şâyiadan da beni haberdar ettiler.
Güya, Miralay Ali Rıza Bey’in taht-ı riyâsetinde otuz zâbit bana müracaatla benim istifamı talep etmişler. Ben de onlara beni öldürünüz de benden öyle bir talepte bulunmayınız [demişim). Diğer bir şâyiaya göre de Edirne [yi teslim için Şükrü Paşa Bulgarlarla müzakerede imiş. Her iki havadisin de kat’iyyen aslı yok idi.
Edirne Valisi’nden gelen bir telgrafta Martin 20’sine kadar erzak bulacağmı temin ediyordu. Martin nihayetine kadar da erzak tedariki kabil olacağını suret-i iş’anndan anlamış idim. Kendisine hey’et-i vükelâ namına teşekkür etmiş ve keyfiyeti o gün Meclis-i Vükelâya da tebliğ eylemiş idim. Hatta umum bu bâbda o gün bana da teşekkür ettiler idi.
Edirne’den alınan telgrafnamede düşmanın yalnız kışlayı ateş altına aldığı ve kışlanın tahliye olunduğu iş’ar olunuyor ve başka şayân-ı dikkat bir hadise olmadığı ilâve olunuyor idi.
Anadolu şimendifer direktörü Mösyö Günter geldi. Onunla da Lynch Kumpanyası’nın Türkiye-Alman-Ingiliz sermayesiyle bir OsmanlI kumpanyası şekline vaz’mdan bahsettim. Anadolu’da kendi inşası mutasavver olan mahallî dar demiıyollanndan da bahsedildi. Badezzuhr teşekkül eden Meclis-i Vükelâ’da Kuveyt mes’elesinin teferruatından Lynch mes’elesi ile yüzde dört resim gümrük zammı ve Mısır’a hakk-ı istikraz mesâili mevzubahis oldu.
Sadr-ı esbak Said Paşa bu mesâilin yine Meclis-i Mebûsân tasdikine arzolunacağı beyaniyle tedkikini teklif etti. Lynch yerine Osman- lı-Alman-İngiliz Şirketi namiyle bir şirket teşkili ve idare- nin alâ hâlihî ibkası ve yüzde dördün İngiltere teklifi veçhile dört sene için
değil daimî olarak zammı ve Mısır vergisine zam icrası şartiyle Mısır’a hakk-ı istikraz itası karargir oldu ve hattâ Paşaya tebliğ edildi.
28 Şubat 328 (13 Mart 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum, öğle taamını sarayda yaptım ve huzur-ı şâhâneye çıktım. O gün nasılsa zât-ı şâhâne ahvâl-i harbiye ve siyasiyeden bahsetti. Vaziyet hakkında kendisine malûmat verdim. Vaziyet-i siyasiyemiz iyileşmeye başlamış idi. Balkan hükümetleri cevap itâsında teehhûrat gösterdiklerinden Avrupa’da asabiyet hâsıl oluyor idi. Asabiyet bizim faydamız için değil idi, kendi menfaatleri için idi. Zira, Bulgarlar’ın Marmaraya inmeleri, Adalar mes’elesi, tazminat-ı harbiye ve Düyûn-ı Umumîye hissesinin tevziatı işleri Avrupa menâfiine temas ediyor idi. Bu mesâilin hallinde Avrupa’yı tavsit etmeyi zaten bunun için istiyor idim. Maksadım hâsıl olmaya başlamış olduğundan memnuniyet hissediyor idim. Bu yolda mâruzâtta bulundum.
Badezzuhr teşekkül eden Meclis-i Vükelâ’da tdare-i Vilâyat Kanunu tezekkür edildi. Sadr-ı esbak Said Paşa hazır idi. Bu kanunun şimdiden mi tatbik olunacağını sordu. “Evet”dedim. Ürktü. Halbuki, idare-i hususîye-i vilâyat kısmı daha evvelce kendi riyâsetinde müteşekkil kabine tarafından -ki ben de o kabinede dahil idim- neşredilmiş ve Meclis-i Mebûsân’ın küşadında meclise de verilmiş iken büyük kabine tarafindan istirdat edilmiş idi. Burasını izah ettim.
- Peki ama tekrar neşretmediler.
- Daha serbestane bir kanun neşretmek istiyorlardı. Henüz ikmal edemedikleri için neşretmemişler idi.
- Olsun neşretmediler ya!” dedi.
Yine tereddüt! Yine korku! Ricâl-i kadîmenin bu cesaretsizlikle bunca seneler bu memleketi nasıl idare etmiş olduklarına tekrar taaccüp ettim.
Müzakere pek tatsız idi. Maarif, nafia nâzırları valilerin salâhiyet-i vasialanna itiraz ediyorlardı. Herşeyi yine İstanbul’dan tedvir etmek istiyorlardı. Bu suret-i idare ile elli-a1tmış seneden beri birşey yapılamadığım görmek istemiyorlardı. Kendilerinin her şeyi yapabileceklerini ve belki de ilelebet nezârette kalabileceklerini zannediyorlar.
“Bu derece teusî-i mezuniyet olamaz” diyorlardı. “Tevsî-i mezuniyet namiyle bir ıs[tı]lah-ı ilmi yoktur. Onu biz icat ettik ve bunu adem-i merkeziyet dememek için yaptık Bu kanun esasen adem-i merkeziyet esası üzerine yapılmıştır. Fakat kuvvetli bir adem-i merkeziyet değil. Adem-i merkeziyetin bir başlangıadır. Bunu kabul etmezsek emin olmalıyız ki yakında bunun daha çok şiddetlisini bize kabul ettirirler. Mücerred bu kanun ile neticesinde ittihaz edebileceğimiz bazı
tedâbir sayesinde müdahalât-ı düveliyenin önünü alacağız. Kanun-ı Esâsî hükmünce Meclis-i Mebüsân müctemi’ olmadığı vakit de hükümet yalnız devleti bir tehlike ve muhataraya karşı kanun yapabilir. Fakat bugün memleket en büyük mehâlike mâruzdur. Bu ve bunun gibi kanunlar ile bu mehâlikin önünü alabileceğiz. Bunda hiç tereddüt etmemelidir” dedim ve bunu Said Paşaca da isma’ etmek istedim. Müşarileyh yanımda oturuyor idi.
Kulağıma dedi ki:
- Riyâsetinizde müteşekkil bu kabine sukut ederse memleketten ben kat’-ı ümmid edeceğim. Binaenaleyh bu kabineyi sıyanet lâzımdır. Sıyanet ise Meclis-i Mebüsân ile muarazasına meydan vermemekle olur. Ne olur daha dört-beş mâh sabır buyrulsun. Ol vakit meclis behemehal toplanır ve bu kanunları kendisi yapar.
Müşarileyhe dedim ki:
- Meclis dört-beş mâha kadar toplanamaz. Toplansa dahi bu kanunu değil müsalâhanameleri ve bütçe kanununu evvelemirde tedkik eder ve eminim ki bunlardan başka birşey yapamaz. Zira ne yapabildiğini şimdiye kadar gördük. Binaenaleyh gerek bu kanunu ve gerek bu kabilden olan kanunları dakika fevtetmeksizin yapmalı ve meclisin hîn-i ictimaında ona vermeliyiz. Bu hareketimiz gayr-i kanunî diye tefsir olunursa ne beis var? Bizim içtihadımız öyle değildir. İçtihadımızda oluruz fakat memleketi de muhatarâttan kurtarmış bulunuruz. Sükut edersek ne beis var? Bizi istihlâf edecekleri şimdiden hazırlarız.
Maarif nâzın mekteb-i idâdî müdürlerinin behemehal kendi tarafindan nasbolunmasını, nafıa nâzın sed yapmak, irvâ ve iskaa ameliyatını icra etmek gibi hususat-ı vilâyata değil kemafissabık Nafıa Nezâreti’ni bırakmak istiyor idi. Her ikisine de lâkırdı anlatmak güç idi. Birinci mes’elenin hallini sonraya bıraktık, diğer mes’eleye bir şekl-i mahsus verdik ise de Nafıa Nâzın yine hoşnud olmadı.
Nihayet dedim ki:
- Efendiler! Bizim böyle teferruat-ı umûr ile saatlerce ve belki günlerce zâyi edecek vaktimiz yoktur. Bunu böyle kabul edelim, kanunu bir gün evvel çıkaralım, zaten muvakkattir. Meclis toplandığında şu salâhiyeti çok görür ise kasreder.
Biraz bağırarak söz söylediğim için itirâzâtın biraz arkası kesildi. Devam ettik...
1 Mart 329 (14 Mart 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde vakit geçirdim. Onbirde saraya gittim. Orada Fransız baştercümanı geldi, kabul ettim. Presine41 Kumpanyasına ait bir vapur Muarız Körfezi’nde bizim torpidolar tarafın-
- 4 Okunduğu gibi yazdım. Fresniere veya Fresine olabilir.
dan derdest olunarak Çanakkale’ye götürülmüş ve indel-muayene Bulgar ordusu için birkaç bin çuval peksimet ve patatesi hâmil olduğu görülmüş olduğundan orada tevkif edilmiş idi. Vapur, Dedeağaç’a gidecek yerde Muarız Körfezi’ne teveccüh etmiş idi. Bu istikametten oradaki iskeleden Bulgar ordusuna zahire ihraç edeceği anlaşılıyor idi. Vapur iki [ ] torpidosu tarafından muhafaza edilmekte, bizim torpidolarla muharebe dahi etmiş ve fakat firar etmeleri üzerine vapur tevkif edilmiş idi. Bidâyette bayrak açmamış iken muahharen Fransız bayrağım çekmiş idi.
Bununla beraber tercüman vapurun Dedeağaç’a gideceğini ve kontrbandı[45] hâmil olmadığını iddia ediyordu. Vapurun salıverilmesine emir verilmediği halde mersâ-yı Dersaadet’te bulunan Leon Gambetta kruvazörünün Çanakkale’ye gönderileceğini ve bu halde vapuru serbest bıraktıracağını sefir beyan etti. Sefir’in Hariciye Nâzın’na yazdığı not-verbali ve vapur kaptanının raporunu bana verdi. Her ikisini okudum. Not-verbal oldukça lisan-ı şedîd ile yazılmış idi. Kaptanın raporunda refakatinde olduğu yukarda beyan [olunan] iki Yunan torpidosuna tesadüf ettiğini söylüyordu. Bu söz bence yalan idi.
Lâkin tercüman bir şeyde haklı idi; o da bu şeylerin kontrband olmadığıdır. Çünki hükümetin kontrband eşyaya dair neşrettiği listede erzak dahil idi[46]. Bir ordu için barut ve silâh kadar erzakın da ehemmiyeti vardır. Vapurun hâmil olduğu erzakın Bulgar ordusuna mahsus olduğu gün gibi aşikâr. “Buna ne dersiniz?” dedim. “Manen hakkınız vardır. Lâkin kontrband listenizde mevcut olmadığı için zapta hakkıruz yoktur” dedi. Bu da doğru idi. “Ben sefiri yann görürüm’ dedim ve Cuma selâmlığına gittim. Cumadan sonra Harbiye Nezâreti Telgrafhanesi’ne gittim. Çanakkale’deki donanma kumandanı Tahir Bey’i makine başına çağırdım. Vapurda cephane bulunmasmdan da şüphesi olduğunu ve binaenaleyh hamuleyi aktarmak için İstanbul’dan bir nakliye vapuru istediğini bildirdi. Çanakkale ve Gelibolu’da bir fırka askeri bir mahalden diğer mahalle indelhâce nakle mahsus yirmi kadar vapur bulunduğunu biliyordum. Bunlardan birisini alabileceğini söyledim. “Olur” dedi. Vapur dört günden beri İstanbul’dan gelecek nakliye vapurunu bekliyor idi. Donanma kumandanının orada bulunan vapurlardan birini bu işte kullanmayarak İstanbul’dan vapur istemesine ve dört günden beri bu işi yüzüstü bırakmasına ne diyeceğimi bilmedim. Bizim adamlarda işte böyle hiçbir fikr-i teşebbüs yoktur. Bu muharebeyi zayi etmekliğimize en büyük esbabdan biri de bu idi. Makine başmda üç saat kadar vakit
geçirdim. Badehu haneme gittim, geceyi orada geçirdim.
Harbiye Nezâreti’ne gelmeden evvel Cuma’nın akabinde veliahdı da ziyaret etmiş idim. Veliahd, şehzadegân hazer[âtını]n talim ve terbiyeleri masârifinin taraf-ı hükümetten tayin olunması ve şehzade- gâna mürebbîler tayin kılınması hakkında tanzimini tasavvur ettiğim madde-i kanuniye hakkında benden istizahatta bulundu. Bunu nereden haber aldığım anlayamadım.
Şehzadegânm teehhülleri hakkmda dahi bazı mevadd-ı kanuniye ilâvesini ve bu suretle kanunu mükemmel olarak tanzim etmeyi ve binaenaleyh akd-i sulha intizar eylemek münasip olacağım söyledi. “Üç senedir bundan bahsediyoruz. Her zaman en mükemmel şey yapmak istiyoruz. İşte bunun içindir ki birşey yapamıyoruz. Şimdi tahsil ve terbiye hakkında bir kaide koyahm, badehu teehhülü de düşünürüz” dedim ise de bir türlü kani olmadı. Faruk Efendi’nin Avrupa’da tahsil etmekte olduğunu ve böyle şehzadegân içinde yalnız kendisinin Avrupa’da tahsil etmiş olması ileride bir tehlike teşkil edeceğini, çünki onun padişahlığı için propaganda yapılacağım ve bu sebepten gençlerden daha birkaç şehzadenin bera-yı tahsil Avrupa’ya izâmı lâzım geleceğini anlatmak istedim ise de yine iknaya muvaffak alamadım. Bu zâtın padişahlığında ne müşkilât çekileceğini düşündüm ve sükûta mecbur oldum idi.
2 Mart 329 (15 Mart 1913) Cumartesi:
Geceyi evde geçirdikten sonra sabah erkenden Selimiye Kışlası’na gittim. Orada depo taburlarım ve aşiret süvari alaylarını gözden geçirdim. Depo efradından bir kısmı orduya gönderiliyor idi. Üç hafta talim görmüşler idi. Neticeyi pek iyi buldum. Aşiret süvarisi binicilik talimleri yaptılar. Buna diyecek yok. Lâkin, yaya cenkte nişangâhları istimal edemediklerini gördüm. Beş aydır İstanbul’da bulunuyorlar idi. Bununla beraber öğrenememişler idi. Teessüf!
Harem iskelesinden istimbotla Sirkeci’ye geçtim ve oradan Harbiye Nezâreti’ne geldim. Orada biraz meşgul olduktan sonra Bâbıâlî Caddesi’nde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne uğradım. O güne kadar üç- yüz bin topladıklarım ve fakat hükümet-i sabıka tarafından adem-i emniyete dair vuku bulan ilânat üzerine ianâtın arkası kesilir gibi olduğunu söyledim. Badehu, Hariciye Nezâreti’ne geldim. Nâzır paşa ile Fransız vapuru hakkmda görüştük. Şu sırada bu vapur vak’asiyle Fransız efkâr-ı umumîyesini aleyhimize sevketmekte bir menfaat olmadığım va bilâkis mazarrat olacağım düşünerek vapuru salıvermeye karar verdik. Yalnız hamulesi peksimeti satın almayı münasip gördük. Bâbıâlî’ye geldiğimde donanma kumandanına o suretle talimat verdim.
Meclis-i Vükelâ’ in’ikad ettiğinde Kuveyt mes’elesi ile Bağdat-Basra şimendiferi mes’elesini tedkik ettik. Said Paşa gelmemiş idi. Çûnki, bu mesaili müzakere edeceğimizi biliyor idi. Kuveyt mes’elesi karara -hem istediğim gibi- iktirân etti. Şimendifer mes’elesinde Almanlarla evvelemirde uyuşmak lâzım geldiğinden onun hakkını tâlik ettik.
3 Mart 329 (16 Mart 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum, öğleden evvel Fransız Sefarethanesi’ne gittim. Fresine vapuru hakkında görüştük. Peksimeti satın almaklığımıza bile sefirin nza göstermeyeceğini anladım. Yine bir mes’ele hudûsüne meydan bırakmamak üzere buna da razı oldum. Vapurda cephane zuhur etmediği haberi sefire gelmiş idi. Binaenaleyh vapurun salıverilmesi için tel çektim. Hariciye Nâzın Mösyö Juvenar’ın genç Osmanlı Hükümeti’nin Fransa ya muhib olmadığı hakkında sefirimiz RiCat Paşaya vuku bulan ifadesini mevzubahis ettim ve Hariciye Nâzın’nın bu hususta haksız olduğunu söyledim ve “Öyle yaz” dedim. Cavid Bey’in Fransa’daki kavgalarından, acemiliğinden ve Hakkı Pa- şa’run sadaretinde herşeyi Almanya’dan beklediğinden ve İtalya’yı say- madığmdan ve aldattığından bahsetti. “Beni nasıl bitiyorsunuz?” dedim. “Siz icab-ı maslahata göre hareket edersiniz. Fakat Almanya’da Fransa’dan ziyade ciddiyet görür ve her şeyin orada daha iyi yapılacağına inanırsınız” dedi. Doğrusu bu fikirde idim. Badezzuhr, Meclis-i Vü- kelâ’da bulundum. İdare-i vilâyat kanunu müzakeratına devam edildi.
4 Mart 329 (17 Mart 1913) Pazartesi:
Sabah, daire-i harbiyede vakit geçirdim. Anadolu Demiryolu Müdürü Mösyö Günter ile Bağdat-Basra hattı ve Dicle’de işletilecek vapur şirketi hakkında erkân-ı harbiye zâbitâniyle İran hududuna dair müzakerat-ı mühimme icra ettim, öğleden evvel saraya gittim.
Huzura girmezden evvel Seryaver Salih Paşa yanıma gelip dedi ki: - Geçen Cuma günü veliahda gittiğinizi zât-ı şâhâne haber aldı. Oraya gitmenizden kuşkulanıyor. Niçin gittiğinizi sordu. ‘İhtimal ahvâl-i hâzıra hakkında veliahda da malûmat vermek için gitmiştir’ dedim. ‘Mâzûl iken dahi giderdi. Hattâ sivil elbise ile onu ziyaret eylerdi’ dedi Malûmatınız olsun. Ona göre idare-i lisan ediniz veyahut gideceğinizi evvelemirde kendisine haber veriniz.
Salih Paşayı dinlediğim esnada iki hafta evvel zât-ı şâhânenin iktidarsızlığı ve zaafı hasebiyle saltanattan ıskatı ile yerine Yusuf Efen- di’nin iclâsı hakkında müşarileyh Yusuf Efendi [ile][47] beynimizde ce-
reyan eden müzakeratı tahattur ettim ve bu sebepten zât-ı şâhâneye hak verdim. Benim, Yusuf Efendiye söylediğim sözleri ve esasen fikrimi bilseydi böyle meraklarda kalmayacağım düşündüm. Fakat bunun için ne yapmalıdır. Hiç! Çünki ne yapsam inanılmaz. Belki iki taraf da. Bu da icabat-ı beşeriyedendir.
Huzura girdim. O gün zât-ı şâhâne Sabahaddin Bey’den, Vahi- deddin Efendi’den, Mecid Efendi’den bahsetti. Talât Bey’in Sabahaddin Bey’i ziyaretle kendisine Adliye Nezâreti’ni teklif ettiğini söyledi ve bundan şikâyet etti. “Bu Talât Bey ne biçim adamdır? Bu gibi işlere ne karışır? Sabahaddin gibi bir adam nazır olur mu?” dedi. Va- hideddin Efendi’nin merhume Şâyeste Kadın’a olan borcundan dolayı kendisine üçyüz lira maaş tahsis ettiğini ve fakat müşarileyha- mn vefatı üzerine artık borcunu tediyeden sarf-ı nazarla bu parayı sarfetmekte bulunduğunu hikâye etti. Mecid Efendi[’nin| mahdumu Faruk Efendi’nin masârif-i tahsüiyesinin cânib-i hükümetten tesviyesine çalıştığımı söylediğini ve bundan dolayı memnun olduğunu anlattı.
O gün zât-ı şâhâne nasılsa ahvâl-i hâzıra hakkında dahi istizahat- ta bulundu. Bu da Salih Paşa’nm veliahda ahvâl-i hâzıra hakkında malûmat vermek için gitmiş olduğum ihtimalini kendisine arzetmiş olmasından ileri gelmiş olmalıdır. Şaştım.
Bâbıâlîye geldiğimde mesâlih-i cariye ile meşgul oldum. Avusturya ve İngiltere sefirleri ziyaretime geldiler. Avusturya Sefiri, sulh mes’e- lesinin yoluna girdiği itikadında olduğunu söyledi, öyle malûmat-ı resmiye almamış ise de ahvâlden bunu anladığını beyan etti. İngiltere Sefiri, Kuveyt mes’elesinden bahsetti. Bu bâbda zaten vukufu yok idi. Kendisine bazı malûmat verdim, memnun oldu. Mösyö Eston nâmında bir İngiliz’in Bağdat ve Musul vilâyetlerinde petrol taharriyatı için verdiği istidadan ve diğer bir İngiliz dahi bu bâbda bir arzuhal vermiş ise de kendisine müracaat etmemiş olmasmdan dolayı esasen İngiliz olmaması ihtimalâtından bahsetti.
Akşam Şerif Cafer Paşa ziyaret etti. Medine-Hâil-Necef şimendiferinden ve tbnürreşid’den bahsetti. Birkaç gün evvel tbnürreşid’in vekili Reşid Paşamı celbetmiş, kendisiyle bu bâbda müzakeratta bulunmuş idim. Evvelemirde, Reşid Paşa ile beraber bir mühendisin Hâil’e izâmı ve şimendifer hakkında istikşâfatta bulunulması ve Reşid Paşa vasıtasiyle İbnürreşid’in bu işe iknaı ve tbnürreşid elde edildiği halde Âl-i Sadun ile Harb Urbâm[48] Şeyhi İbn-i............................... ’n[49] zaten İbnürreşid’in emri altında olduklanndan onlann da bi’s-suhûle elde edilebilecekleri ve bu halde ve alelhusus İngiltere vasıtasiyle Mübareküssabah işi de yoluna girdikten sonra İbnissuud’un dahi ilticaya mecbur ola-
cağı tezekkür edildi. İbnürreşid mezkûr demiryolunun muhafazasını deruhte edecek ve buna mukabil kendisine cânib-i hükümetten tahsisat verilip fakat tbnissuud’a veya şâir meşâyîhe tecavüzatta bulunmayıp bunlar tarafından tecavüzata düçar olduğu halde cânib-i hükümetten himaye olunmak ve hattın muhafazası maksadiyle kendisine taraf-ı hükümetten esliha da verilmek hususatı dahi teemmül edildi.
O gün sadr ı esbak Said Paşa dahi beni ziyaret etti. Kabineden affını rica etti. İstifanamesine zaten cevap vermemiştim. Talât ve Halil Beyler’in tavassutları ve kendisine vuku bulan bazı teminat ve izahatım üzerine istifadan sarf-ı nazar etmiş idi. Bugüne kadar çıkarmakta olduğumuz bazı kanun-ı muvakkatlar mes’uliyetinden korktuğu itikadında idim. Kuveyt ve hudûd-ı Iraniye mesâilini deruhte etmekliğimiz mes’uliyetinden müctenip olduğu zanrunda bulunuyor idim. Bunun için Londra’da bulunan Hakkı Paşa’dan aldığım hususi bir mektubu kendisine okudum. Müşarileyh Kuveyt ve hudud-ı kaniye işlerinin bir güne tesviyesini tavsiye ediyor idi. Akd-i sulhten sonra devletin bir Rusya tehlikesi karşısında bulunacağından bahseyliyor idi. Said Paşa buna hiç kulak asmadı. Mütemadi hastalıktan dem vuruyor idi. Geçen sene sadaretinde üç mâh imtidâd eden hastalığım kendisine derhâtır ettirdim. Üç mâh odadan dışarı çıkmamış idi. Az daha ölecek idi. Yine istifa etmemiş idi. “Ben istifa edecektim lâkin yine siz mâni oldunuz” dedi. “Peki, bu sene de mâni olmak istiyorum. Hem de bu sene muhatara daha büyük” dedim. Yine dinletemedim.
Bunun üzerine dedim ki:
- Paşa hazretleri! Madem ki istifa edeceksiniz, niçin bu kerre kabineye girmeyi kabul ettiniz?
- Ben ordunun bu derekeye geldiğini bilmiyor idim.
Demek ordunun galebe edebileceği ve binaenaleyh galibâne bir sulh akdolunabileceği itikadında idi. O halde korkacak hiçbirşeyyok idi. öyle bir halde herkes hey’et-i vükelâya dahil olur. Tamamen anladım ki Edirne’nin terkiyle akdolunacak sulh akabinde zâbitân ve ahalinin kıyamından korkuyor. Devletin batakta olduğu bir zamanda seksenlik adam hâlâ hayatından, istikbal-i siyasîsinden korkuyor. Bir ona baktım, bir de kendimi düşündüm.
Dedim ki:
- Paşa Hazretleri, anladım ki mesüliyetten, vesaireden korkuyorsunuz. Bir kere bana baksanıza. Bu kadar azîm mesüliyeti şu zayıf omuzlanma almışım.
- Hayır o omuzlar zayıf değil, benim zayıf olan.
-
Evet benden zayıfsınız ve yaşlısınız. Fakat o nisbette
tecrübe görmüşsünüz. Bu milletin, bu devletin nân u nimetine mazhar
olmuşsunuz. O nisbette de fedakârlık etmelisiniz. Benim sadaretten
bugün
maddeten ne kârım vardır? Hırsızlık mı ediyorum? Başla bir istifadem mi vardır? Mücerred memleketin uğradığı tehlikeyi görüyorum. Onu kurtarmak istiyorum. Fedakârlık ediyorum. Siz de fedakârlık ediniz.
- Edeyim ama bir ümit olsa. Bence bu devlet için ümid-i beka yoktur. O halde niçin fedakârlık edilsin? Hiç için mi?
- Hayır ben bu memlekette ümid-i beka görüyorum. Büyük hatalar edilirse bekadan ümidim yoktur. Sizin şimdi kabineden çekilmeniz büyük bir hatadır. Zira dahilen ve haricen nâmdârsmız. Kabineden çekilmeniz kabineyi zaafa duçar edecek ve hattâ sulh üzerinde bile büyük sû-i tesirât husule getirecek. Burasını olsun nazar-ı dikkate alınız da bundan sarf-ı nazar ediniz. Bugün istifa edecek olursanız tarih sizi pek ziyade muâheze edecek. Tarihte bednam olacaksınız. Paşa hazretleri, bu hal emin olunuz ki münafi-i sıhhattir. Vatan uğrunda insan her fedakârlığı ihtiyâr eder, hususan siz yaşta ve başta olursa. Sizi temin ederim ki biz metanet gösterirsek hiçbir fenalık olmaz. Fenalığı menedecek kâffe-i tedâbire tevessül edilmiştir. Fakat biz metanetsizlik gösterir, kendi kendimizi zayıf düşürürsek her şey olur. O halde bugün kabineden çekilmekle kurtulmuş olmazsınız. Belki bu hale siz sebep olmak itibariyle siz de düçar-ı taarruz olursunuz. Hem de hakkiyle.
Bu sözüm paşa üzerinde büyük bir tesir yaptı, istifadan vazgeçti. Ayağa kalktığında dedi ki:
- O halde bana üç hafta sonra Avrupa’ya gitmek için izin verirsiniz.
- Pekâlâ.
Said Paşa sulhün üç hafta sonra akdolunacağı zannında bulunuyor ve o esnada “selâmet der kenarest” fehvasınca rahatsızlık bahanesiyle kendini Avrupa’ya atmak istiyor idi. Dehşetli korku!
5 Mart 329 (18 Mart 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Erkân-ı harbiye zâbitâniyle
hudud-ı Iraniye işini tedkik ettim. Bazı mesâlihi tesviyeden sonra
Avustuıya Sefarethanesi’ne gittim. Sulh hakkında Mösyö Pallavin- çi ile
görüştüm. İşkodra’mn Sırp ve Karadağlılar tarafından şiddetle tazyik
edilmekte olması hasebiyle sukut edebileceği ihtimalâtından ve
binaenaleyh sulhün bir an evel akd-i lüzumundan bahsettim. O gün
Edirne’den vali ve kumandanın imzasiyle aldığım telgrafna- mede nihayet
15 Mart’a kadar mukavemet olunabileceği ve ondan sonrası için kalenin
tesliminden kurtarılması maksadiyle akd-i sulh edilmek lâzım geleceği
suret-i kat’iyyede beyan olunuyor idi. Halbuki bir gün evvel valiye
çektiğim telgrafnamede kalenin Mart 20’sinden sonra dahi birkaç gün daha
temdid-i mukavemet-i esbâbmın istik- mâlini rica etmiş idim. Pallavinçi
düvel-i müttefika tarafindan devletlere dermeyan olunan şerâit-i
sulhiyenin düvel-i muazzamaca kabul
olunmadığını .ve binaenaleyh devletlerin şerâit-i sulhiyeyi kendi aralarında ba’de’t-tahfîf tarafeyne birkaç gün içinde teklif eyleyeceklerini ve bu şerâiti kabul etmeyecek olan tarafın siyaseten müşkil bir mevkide kalacağım söyledi. Bizim sefaretlerden gelen telgrafnameler de bunu müeyyid idi. Herhalde Avrupa efkâr-ı umumiyesi bizim lehimize dönmüş ve devletlerin temhîd edecekleri şerâit-i sulhiyenin bize daha ziyade müsait olacağı anlaşılmakta bulunmuş idi.
Bâbıâlî’ye avdetimde süferâmıza nokta-i nazarımızın bulundukları kabineler nezdinde tekrar müdafaasiyle düvel-i muazzama beyninde takarrür edecek şerâitin âhiren bildirdiğimiz şerâite takribini rica ettim ve Rusya’run Midye-lnoz hatt-ı hududunu teklif edeceğini ve halbuki İstanbul’un müdafaası için Iğneada-Meriç-tnoz hatt-ı hududunun kabulü icap edeceğini ve binaenaleyh devletlerin buna imâlesini bildirdim.
Meclis-i Vükelâ’da Basra körfezinden Huveyze’ye kadar olan hu- dud-ı Iraniye mes’elesini tedkik ettik. Bu da Kuveyt mes’elesi teferruatından idi. Bu hududu Ingiltere’nin teklifine muvafık surette hallettik.
Badehu yeniden kaleme alınan matbuat kanununu tedkik ettik. Bunu kabul eyledik. Bunun kabulü de sulh zamanındaki ahvâle karşı bir hazırlık idi.
6 Mart 329 (19 Mart 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde imrâr-ı evkat ettim. Bağdat Demiryolu Şirketi Müdürü Mösyö Günter ile uzun uzadıya görüştüm. Bağdat hattı üzerinde inşa olunacak dar mahallî hatlar ile Konya Ovası’nda irvâ ve iskaa olunan kıt’ada kabil-i iskân mahalleri gösterir bir harita getirmiş idi. Bunlardan birer nüshasını Dahiliye Nâzın’na mahsusan yaptırmış idim. Çünki Rumeli’den gelen muhacirler gelişigüzel iskân olunuyorlar idi. Günter ile Basra Limanı ve Basra-Bağdat Seyr-i Se- fain Şirketi hakkında dahi görüştüm.
Bâbıâlî’de Alman Sefiri beni ziyaret etti. O gün Selânik’ten gelen bir telgrafnamede Yunan Krah’nın katledildiği ve katilin bir Bulgar idüğü iş’ar olunuyor idi. “Öyle mühim bir vak’a akabinde sizi görmek istedim” dedi ve katil Bulgar olsa dahi Yunanhlar’ın bunu Rum olarak ilân edeceklerini ve çünki aksi halde Balkan ittifakının bozulacağım söyledi.
Müşarileyhe, İngilizlerle yapmakta olduğumuz müzakerat hakkında malûmat verdim.
Dedim ki:
- İngilizlerle görüştüğümüz mesâil Kuveyt mes’elesi nâm-ı umumîsi tahtında, mesâil-i muhtelifeden ibarettir. Bu mesâil şunlardır: 1. Bahreyn mes’elesi. 2. Katar mes’elesi. 3. Bahr-i Fars hâkimiyeti. 4. Asıl
Kuveyt mes’elesi. 5. Yani tahdîd-i hududu ve suret-i muhtariyeti. 6. Huveyze-Basra Körfezi arasındaki İran hududu. 7. Bağdat-Basra şimendiferi. 8. Lynch mes’elesi. 9. Mısır’ın hakk-ı istikrazı. 10. Yüzde dört gümrük mes’elesi. Bunların heman kâffesini hallettik. Gelecek hafta şimal tarafindaki hudud-ı İraniye mes’elesiyle iştigal edeceğiz. Devlet-i Aliyye’nin hududları muayyen değildir. Hudud mes’elelerini bitirmek ve bu suretle hüküm-fermâ olan tezebzübâtı temizlemek istiyorum. Sulh akdiyle beraber bu işleri de görürsem var himmeti artık ıslahat-ı dâhiliyeye vereceğim. Şimdi, Meclis-i Vükelâ’da kavanin tanzimiyle vakit geçiriyorum. Meclis-i Mebûsân toplanıncaya kadar böyle çalışacağım. Meclis toplanınca, yavaş yavaş bu kanunlan tedkik eder.
Sefir dedi ki:
- Kime meyledeceksiniz? İttifak-ı Müselles’e veya İtilâfı Müselles’e mi?
- Şimdiki halde bizi ne biri ne de diğeri kabul etmez. Müstaidd-i ittifak değiliz. İttifakımıza rağbet göstermek için bir faydaya malik olmaklığımız icap eder. Halbuki öyle birşeye malik değiliz. Onun için ben bazı müzebzeb mesâili tesviye ettikten sonra ıslahat-ı dahiliye ve ordu ile donanmanın takviyesine çalışacağım ve bununla beraber Almanlarla İngilizler’i şark işlerinde banştırmaya gayret edeceğim. Bu iki büyük milletin barışması bizim için en büyük bir saadete bâdi olacaktır. Şimal komşumuza karşı kendimizi ancak bu suretle muhafaza edebileceğiz. İşte öylece birkaç sene gayretten sonra ittifakımıza rağbet husulüne bâdi olacak bir hal ve vaziyet alacağız. O vakit düşünür, İttijfak ve İtilâftan birine dahil oluruz.
Sefir beni dikkatle dinledikten sonra dedi ki:
- Askersiniz ama aynı zamanda iyi bir diplomatsınız.
- Beni mahcup ediyorsunuz. Fakat af buyurursunuz iyi diplomat olmak için vaziyet-i askeriyeyi bilmek, yani askerliğe vâkıf olmak da lâzımdır.
- Yalnız birşey rica edeceğim. Bizim malûmatımız haricinde bir şey yapmayınız. İngilizlerle itilâfınızı İngilizler için bir galibiyet-i diplomasiye tarzında göstermeyiniz.
- Hayır öyle yapacak değilim. İngilizlerle ne yaptığımı ve ne yapacağımı size zaten söyledim. Bundan başka birşey yoktur.
Sefir kalkarken Meclis-i Mebûsân’ın ne vakit toplanacağını sordu. Bunu şimdi hiç düşünmediğimi söyledim. Badezzuhr in’ikad eden Meclis-i Vükelâ’da Idare-i Vilâyat Kanunu müzakere edildi. En ziyade Besaıya Efendi ile Maarif Nâzın Şükrü Bey muhalefette bulunuyorlar idi. Her ikisi nezâretlerine ait bazı umûrun valilerine havalesine pek çok itiraz ediyorlardı. Besaıya Efendili ikna etmekte güçlük çekilmedi. Fakat Şükrü Bey hayli inatçılık etti. Mûmâileyh koyu bir îttihadçı idi. Merkezin usulünden hiç şaşmamak istiyordu. Bugün bundan
biraz şaşmazsak bilâhare Anadolu’nun ve Arabistan’ın dahi elden gideceğine kani değil idi. Asıl fenalık işte bunda idi.
O gün saraydan yemek geldi. Akşam yemeğini Bâbıâli’de yedik. Yemekten sonra da çalıştık.
7 Mart 329 (20 Mart 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nczârcti’ndc evkatgüzar oldum. Basra’dan ve Musul’dan hudud-ı İraniye hakkmda vuku bulan istizaha cevaben vü- rud eden telgrafnameleri erkân-ı harbiye zâbitâniyle tedkik ettim. Lâ- hican kıt’asının elyevm kâmilen taht-ı işgalimizde olduğunu erkân-ı harbiye dairesi iddia etmekte iken Musul’dan vâki iş’arda bunun bir kısm-ı mühimminin taht-ı işgalimizde olmadığı bildiriliyor idi. Erkân-ı Harbiye Dairesi’nin yine âdet-i kadime üzere gayrivâki olarak bunu işgalimizde göstererek bize alıkoymak fikrinde olduğunu anladım, hâlâ eski âdâtımıza ittibadan dolayı müteessif oldum. Bu kadar vakayî-i fecîa bizi ikaz etmemiştir. Düvel-i müttefika elimizden Rumeli gibi bir kıt’a-yı cesîmeyi aldığı bir zamanda hudud-ı İrani- ye’de Rusya ile politikamızı bir mecra-yı salime vaz’etmek için kuvvet gösterilmediği müddetçe yine tarik-i hileye sapmaklığımız cây-ı hayrettir.
Başkumandanlık Vekâleti’nden bir gün evvel gelen telgrafnamede iki küsur kolordu Çatalca hattmm bütün cephesi üzerinde harekât-ı taarruziyeye başlandığı ve düşmanın ileri kıt’aatmın püskürtülerek Kadıköyü’nün zaptedildiği iş’ar olunuyor idi.
Viyana’da bulunan Cavid Bey’den bana gelen mektupta tazminat-ı harbiyeden kurtulmak için şu sırada bir muvaffakiyet-i askeriye istihsali tavsiye olunuyor idi. Sefir Hilmi Paşa’nm hâlet-i ruhiyesi de bu merkezde idi.
Talât ve Halil Beyler de o sırada suret-i mahsusada yanıma gelerek bunu
bana tavsiye ediyorlardı. Halbuki tazminat-ı harbiye vermemek için Edirne’nin
sukutuna razı olduktan sonra Çatalca ve Bolayır’da temdîd-i mukavemetten
ve Yunanlılarin bir huruç hareketine karşı İzmir’de bir ordu cem’
eylemekten başka bir çare göremiyor idim. Bunun için de Çatalca veya
Bolayır’da bir taarruzî hareketi muzır görüyor idim. Buralarda istihsal
olunacak muvaffakiyet bir muvaffakiyet-i azîme olamaz idi. Çünki,
Bulgarlar muntazaman ric’at etmeye muktedir idiler. Mağlûbiyet halinde
ise Bolayır veya Çatalca’run emr-i müdafaası meşkûkiyyet kesbederdi.
işte ol vakit müttefiklerin her talebini icraya mecbur oluruz. Zira o
hatlar üzerinde büyük çaplı toplara malik olmamaktan dolayı zaten emr-i
müdafaada zayıf idik. Kuvve-i maddiye ve maneviyenin bir kat daha
perişânîsi halinde bu zaafiyet bir kat daha tezâyüd edecek idi.
Buralarım mûmâileyhimâya
izah etmiş idim. Kani olmuş gibi göründüler. Meğer kani olmamışlar ve İzzet Paşamı teşvik ile böyle bir hareket-i taarruziyeye onu fikri hilâfında olarak sevketmişlerdir.
İttihadçılar’m artık adam olmayacakları kanaati bende büsbütün teessüs etti. Bu kadar felâketler üzerine hiç de akıl erdiremeyecekleri ve erdirmedikleri umür-ı askeriyeye bile müdahaleden vazgeçmiyorlar idi ve bu suretle idare-i memleket edebileceklerini zannediyorlardı. Şimdiye kadar Yemen hakkında, Rumeli hakkında, Yunan’a dair ne dedim ise kâmilen çıkmış idi. Bunu kendileri de teslim ediyorlar idi. Fakat yine sözümü dinlemek istemiyorlardı. Yine beyinsiz olan kafa- lannda birleştikleri yavan fikirlerle harekete meyleyliyorlardı. Bunlar böyle mecnun, muhasımlan ise rezil ve ahlâksız! Padişahın hali malum. Şu halde bu memleketin istikbali ne olacak? Said Paşa’nm iki gün evvelki sözünü tasdik etmekten başka çare kalmıyor; müşa- rileyh, “Devlette ümid-i bekaa olsaydı fedakârlık ederdim” diyor idi. Ne çare ki ben bunu bir türlü diyemiyorum ve demek istemiyorum.
Bugün izzet Paşa’dan gelen telgrafname askerimizin Akalan, Kal- faköyü ve Kadıköy hizalannda tevakkufa mecbur olduğu, çünki düşmanın gerideki kuvâ-yı ihtiyatiyesini ileri sürerek mevkiini tahkim eylediği ve hattâ gece vakti sol cenahımıza hücum bile ettiği ve fakat askerimizin fedakârlığı sayesinde hücumda muvaffak olamayarak püskürtüldüğü iş’ar olunuyor idi. Bulgar Ajansı’nın bir telgrafnâme- sinde ise -ki tevkif edilmiş idi- gece hücumunda Bulgarlar’ın muvaffak olduğu ve Türkler’in firara mecbur olduklan bildiriliyor idi. izzet Paşa’dan hakikat-i hâli sual etmekten başka çare göremediğim için sual ettim.
Badezzuhr in’ikad eden Meclis-i Vükelâda İdare-i Vilâyat Kanu- nu’nun
müzakeratı itmâm edildiği gibi matbuat kanun-ı muvakkati dahi çıkarıldı.
Nâzırlar beyninde muhtelifün-fih kalan bazı maddeler tarafımdan hakemlik
ifâsiyle tesciye edildi. Maarif Nâzın Şükrü Bey, bazı memurlann
behemehal nezâret tarafindan azl ü nasbi hakkında ısrar ediyor ve
terbiye-i milletin bir siyakta olması için bunu elzem görüyor idi. Daha
doğrusu yine sıkı bir merkeziyeti iltizâm eyliyor idi. İstanbul’da
bulunan iki mekteb-i askeride terbiye-i ilmiye ve fikri- yenin bir
siyakta olmasına üç senelik mesai neticesinde bile muvaffak
olamamaklığıma rağmen vâsi’ ve tabayî-i ahalisi muhtelif olan Osmanlı
İmparatorluğu’nda buna muvaffakiyeti halinde -ki bence meşkûktür-
kendisini cidden tebrik edeceğimi söyledim. Her iki taraftan yapılan
mûsaadat neticesinde ihtilâfât nihayet bertaraf edildi. Matbuat
Kanunu’nda âyan ve mebûsânın gazete müdiri mes’uliyeti- ni ve imtiyazım
deruhte etmeleri taht-ı memnuiyete almıyor idi. Bugün tatil edilen
gazete yerine aynı zâtın 500 lira teminat akçası tediye etmemesi halinde
gazete çıkarması menolunuyor idi. Buna mümasil
bazı takyidât yapılıyor idi ki anarşi halinde bulunan memleket için elzem idi. Hattâ bence biraz daha takyidâtı teşdîd etmeye lüzum var idi. Fakat umum vükelânın ârâsını cem’ etmek kabil olmadığından bu defa bu kadarla iktifaya mecburiyet hâsıl oldu.
Meclis-i Vükelâ’da vükelâdan başka zevât bulundurulmadığı için Matbuat Kanunu’nun tebdil olunacağı bu defa gazetelere in’ikas etmemiş idi.
Edirne Mevki i Müstahkem Kumandanı ile valisine Yunan Kralı Yorgi’nin Selânik’te bir Bulgar tarafindan katledildiğini ve ordumuzun Çatalca civarında muvaffakiyete nâil olduğunu yazarak temdid-i mukavemet esbâbmm Mart’ın 20’sinden sonrası için de temin-i lüzumunu yazdım. Kumandan, çalışılacağım yazdı. Vali, Mart’ın nihayetine ve belki de daha sonrasına kadar da temdid-i mukavemet için erzak taharrisine müdavemet edilmekte olduğunu ve bu bâbda ümidvâr dahi bulunduğunu bildirdi.
Devletler beyninde müttefikler aleyhinde bir cereyan hâsıl olarak onlann kararlaştırdıklan şerâit-i sulhiyenin gayr-i kabil-i kabul olduğu taht-ı karara alınmış ve beynlerinde takarrür eden hatları şeraitte onlara teklif ile kabulü hususunda ısrar edecekleri anlaşılmış idi.
Müttefikler:
1- Midye Tekfurdağı’mn hudud ittihaz olunmasım,
2- Tazminat-ı harbiye verilmesini,
3- Uhud-ı atîkadan kendilerinin de müstefîd olmalarım,
4- Ortodoks teb’a-yı Osmaniye’nin bazı imtiyâzâta nâiliyetini,
5- Edirne ve Işkodra’mn müttefiklere teslimini,
6- Girit’ten artık kat’-ı alâka ile onun dahi müttefiklere terkini,
7- Adalarin da onlara verilmesini teklif etmişler idi.
Devletler:
1- Midye-İnoz hattının hudud ittihaz olunmasını,
2- Tazminat verilmemesini,
3- Düyûn-ı Umumîye mesâilini tedkik edecek komisyon[d]a her iki taraf-ı muhasımdan memur bulundurulmasını,
4- Girit’in müttefiklere verilmesini,
5- Adalar işinin devletlere havale edilmesini beynlerinde kararlaştırdıkları, sûferâdan gelen telgrafnamelerden anlaşılıyor idi.
Midye-înoz yerine Ayastefanos-İnoz hattının hudud kabul edilmesi payitahta müdafaası için elzem olduğuna ve Edirne’deki makabir ve cevâmîin behemehal haric-i ez-memleket addolunmasma ve Edirne ve Kırkkilise’de bâdema tahkimat yaptınlmamasına ve Edime ile îşkodra asâkiri muhafizasının şan ü şerefle ve kâffe-i levazımat ve esliha-i askeriyeleriyle çıkanlmalanna sarf-ı mesai ile devletlerin bu bâbda nazar-ı dikkatlerinin suret-i mûnasibede celbi için süferâya evâmir-i ekîde verdim.
Teşebbüs devletlerce birkaç gün içinde vuku bulacağı anlaşıldığından Edirne’nin felâket-i teslimden olsun kurtulacağını ümit etmeye başladım.
Geceyi, Harbiye Nezâreti’nde geçirdim.
8 Mart 329 (21 Mart 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. On buçukta saraya gittim. Taamı orada ettim. Camide bir iltifat-ı mahsus olmak üzere zât-ı şâhâne beni arabadan inmesi akabinde birlikte içeriye aldı. Odaya çıktığımızda karşısında oturttu. Sarayda erkek kıyafetine girerek şâir cariyeleri ihâfe eden bir ustayı çırağ etmeye mecbur olduğu, zahiren kendisinden öyle bir hareket me’mûl değil iken böyle mecnunâne harekette bâdi-i taaccüp idüğünü ve fakat kâmil ve âkil zannolunan insanlarda dahi böyle nevâkısın zuhuru vâki olduğunu söyledi. Valide-i Hıdivî’nin İstanbul’da iken kadınefendilere bazı he- dayâda bulunduğunu, buna mukabeleten bugünlerde teehhül etmek üzere bulunan kerime-i hıdivi için bir bilezik hediye etmek ve bunu Sertabip Hayri Bey vasıtasiyle göndermek istediğini söyledi. Ebniye-i seniyyeden ve buna Maliye Nezâreti’nce nezârette bulunulması bâdi-i müşkilât olduğundan bahsetti. Ahvâlden yine bahis yok. Ben biraz bahsettim ve teşettüt-i......... hakkında kendisine malûmat verdim.
Selâmlıktan sonra istimbotla Üsküdar’a geçtim ve evvelemirde Hisarlar’a kadar giderek 40 dakika kadar deniz havası aldım. O gün akşama kadar bir banyo alarak biraz istirahat ettim. Taamda Çü- rûksulu Ahmed Paşa ve mahkeme-i temyiz âzâsından Abdullah Bey var idi. Gece de bunlarla biraz oturdum, şundan bundan bahsettim.
9 Mart 329 (22 Mart 1913) Cumartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde vakit geçirdim. Erkân-ı harbiye zâbitâniyle hudud-ı traniye mes’elesini ve Anadolu Demiryolları Müdürü Günter ile Bağdat-Basra şimendiferi işini ve Bağdat ve Musul vilâyetlerinde çıkarılacak petrol madenlerini tedkik ettim.
Bâbıâlî’de Meclis-i Vükelâ’da mesâlih-i cariye ile vakit geçirildi.
10 Mart 329 (23 Mart 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde vakit geçirdim. İstanbul Muhafızı Cemal Bey, Erkân-ı Harbiye Reis Vekili Mirliva Zeki Paşa’run mahdumu, istihkâm taburu zâbitânından mülâzım Lütfü Bey’in hanesinde -ki Zeki Paşa ile beraber ikamet ediyordu- humbara ve mevadd-ı infilâkiye zuhur ettiği ve mûmâileyhin Prens Sabahaddin grubuyla
münasebetdar olduğunun anlaşılması üzerine hanesinin basıldığını haber verdi. Cemal Bey geldiği vakit Zeki Paşa yanımda idi. Ibtida onu dışarı çıkardım. Mülâzımın elyevm aşiret süvari alayında me- vadd-ı infilâkiye muallimi olması ve bu alay hakkında Vahideddin Efendi Hazretleri ile muhaberat ve münasebatta bulunulmak gibi bazı şayiatın dahi mesmu olması mes’eleye bir kat daha ehemmiyet verdirdi. Cemal Bey, Zeki Paşa’mn taharri memurlarına karşı yaptığı muameleden de şikâyet eyledi.
Mûmâileyhten sonra Zeki Paşamı celbettim. Zeki Paşa bu bâbda irad-ı sual üzerine 1311 tarihinde Yanya’da inkılâp plânını kendi tertip ettiğini ve 1324 tarihindeki inkılâpta orduca teb’îd edilen Nâzım Paşa yerine ordu kumandanlığı vekâletini ifâ ettiğini ve hüsn-i hizmet eylediğini, Harbiye nâzır-ı sabıkı Kâzım Paşa’mn İkinci Ordu Kumandanlığı’na tayini akabinde kendisinin fırka kumandanlığına tayiniyle yerine ferik rütbesinde bulunan Zeki Paşa damadı Haşan Rıza Paşa’mn tayin olunması üzerine küstüğünü ve Nâzım Paşaya şikâyet-i halde bulunduğunu ve Hurşid Paşa’mn Harbiye Nezâreti vekâletinde bulunduğu esnada erkân-ı harbiye reisinin dairede bulunmamasından nâşi iki zâbitin Şûrâ-yı Askeriye tevdi edilmek üzere kendisine bir kâğıt verdiklerini ve kâğıdın muhteviyatına vâkıf olmadığı halde Süvari Dairesi 50 Nazif Paşa vasıtasiyle onu Hurşid Paşaya takdim ettiğini söyledi. Yine sualim üzerine mezkûr iki zâbitten birinin Haşan Efendi nârmnda Selimiye Kışlası’ndaki süvari zâbitâmndan bir mülâzım olduğunu ve diğerinin de piyade mülâzımı ve kendi damadı Galib Efendi idûğûnû ve bunun elyevm karargâh muhafaza taburunda bulunduğunu söyledi ve damadı tarafından kendisine tevdi olunan bir kâğıt muhteviyatı hakkında yine adem-i vukuf beyanında ısrar eyledi.
Kendisine dedim ki:
- Hurşid Paşa’ya tehditnarneyi götüren damadınız, dün gece hanenizde mevadd-ı infilâkiye sakladığı meydana çıkıp Prens Sabahaddin Bey grubuyla münasebatta bulunduğu anlaşılan zâbit dahi mahdu- munuzdur. Sizin umûr-ı siyasiye ile iştigal ettiğinize bundan büyük delil olamaz. Zabitanın umûr-ı siyasiye ile iştigali neticesinin bu hükümeti ne hale koyduğunu gördünüz. Artık sizler gibi zevâtın bu orduda durması caiz değildir. Hemen tekaüdlüğünüzü istida ediniz.
Mûmâileyh “Peki” demeye mecbur oldu. Badehu, Erkân-ı Harbiye Miralayı Şükrü Bey ve yüzbaşısı Abdülhamid Efendi yamma gelerek kendileriyle hudud-ı traniye mes’elesini tedkik ettim.
Badehu, Bâbıâlîye azimetle orada ba’de’t-taam Rusya Sefaretha- nesi’ne gittim. Mösyö Giers ile İran hududu mes’elesini görüştüm, tfâdâümın hidâyette mahiyet-i resmiyeyi haiz olmayacağını söyledim.
Hudud işinde Kâmil Paşa Kabinesi’ne verilen nota muhteviyatı dairesinde hall-i mes’ele edileceğini ve yalnız Bulakbaşı ve Kotur hava- li-i cenubiyesi ile Lâhican ve kıt’alan hakkındaki ihtilâf-ı nazan izah ettim ve Rusya daire-i nüfuzu dahilinde hudud kısırımda eski statükonun kabulü gibi bir fedakârlık mukabilinde Iran hududundan mıntaka-i bîtarafîye müsadif olan Zuhab Sancağı hududundaki Sünnî aşâirden Zuhab’m şimal ve cenubunda bulunan bazılannın Devlet-i Aliyyeye ilhakları hususunda Rusya’nın müzaheretini talep ettim.
Bâlâdaki ihtilâfât hakkındaki nokta-i nazanmızın evvelemirde yazılarak suret-i hususîyede kendisine gösterilmesini ve mezkûr Sünnî aşiretleri hakkında da izahat verilmesini teklif etti ve mes’elenin bu suretle halliyle devleteyn beynindeki münasebât-ı hasenenin idâmesi hususundaki mesaimi senâ etti ve bana teşekkür eyledi. Benim bu işle bizzat iştigalimi de takdir etti. O gün in’ikad eden Meclis-i Vükelâda hudud-ı traniye işini mevki-i bahse koydum. Hudud-ı ahdiyye ile statükolar hakkında izahat verdim. Mecliste, Hariciye Müsteşan Said Bey zabıt muharrirliği vazifesini ifâ ediyor idi. Hakkı Paşa’nın da bu bâbdaki raporunu okuttum. Ticaret Nâzın Celâl Bey, Bulakbaşı mevkiinin bize ait olduğunu ve orasının İran’a terki Bakû hâkiminin tezayüd-i nüfuzunu5' ve Kürtler beyninde sû-i tesirâtı mûcib olacağını söyledi. Bulakbaşı tepelerle bazı Kürt aşâiri arasında bu suretle muhafazasına çalışılan nüfuzun Anadolu’yu müdafaa ve muhafaza edemeyeceğini, oranın temin-i selâmeti için bazı devletlerle itilâflar, ittifaklar akdi lâzım geleceğini, benim ancak bu suretle idare-i umûr etmekle iş göreceğimi, isterse bu iş hakkında Rusya ve İngiltere sefirleriyle mükâlemeye kendisini memur eyleyeceğimi söyledim ve bu suretle ben “şovenliğe kalkışan mûmâileyhi iskat eyledim. Maarif Nâzın da biraz dırlanmak istedi. Onu da öylece iskat ettim.
Bu işin teklifim veçhile halline meclisçe karar verildi.
Meclis’te Ticaret Nâzın bazı ziraat ve orman mütehassısı ve ecnebi memurlan celbine dair bir tezkere okudu. Bütçeye 10 bin liralık bir zam istiyor idi. Maliye Nâzın itiraz etti. Memurlar bir tarafa bırakılarak bir ziraat ve bir de orman mütehassısı celbi münasip olacağını ve bunun hem faide-i maddiyesi ve hem de faide-i siyasiyesi olacağını söyledim.
Gazlann kazaen sönmesi üzerine o gün erken dağıldık.
Gece, polis müdürü Azmi Bey’i çağırdım. Birçok şayiat-ı kâzibe ile heyecana sebebiyet verilmekte olduğunu ve bunlann nâşiri olarak gazete muhbirlerinin gösterilmekte idüğünü söyledim. Bu muhbirler Bâbıâlî’nin karşısındaki kıraathanede toplanıp orada bu tasniatı yaptıklarım tenbih eyledim. Ecnebi muhbirlerin müracaatı için bir
mahall-i mahsus gösterilmesi lâzım geldiğini ve binaenaleyh Bâbıâlî civannda muntazam bir klüp yapılmasını ve ecnebi muhbirlerin bu klübe devam ile bizimkilerle münasebette bulunmalannı teklif etti. Pek münasip buldum. Hemen teşebbüs edilmesini tavsiye eyledim.
Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa o gün üçüncü defa olarak tahriren istifa etti. Vükelâ ile ihtilâf-ı nazan sebep gösteriyor idi. Dahiliye Nâzın ile görüştüm. Buna yine Halil ve Talât Beyler’i göndermeye karar verdik. Bunlar mezuniyetle Avrupa ya azimetini kendisinden rica edeceklerdi. O sırada istifa etmek kabineyi sarsacağı cihetle caiz görmedim. Bunu kendisine de söylemiş idim. Bir gün evvel akd-i sulhün tekarrüp ettiğini Meclis-i Vükelâ’da kendisine söylemiş idim. Onu istifaya sevkeden bu idi. Edine’nin terki üzerine bir kıyametten havfediyor idi.
11 Mart 329 (24 Mart 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Rusya notasmda ilişilen mahaller hakkmda vereceğimiz cevabî notaya geçirilmek üzere Bu- lakbaşı, Kotur’un cenubundaki beş karye, Lâhican hududu, Vezne ve Beytüş arazileri hakkındaki nokta-i nazarımızı kaleme aldım. Zeki Paşa’nm tekaüdlüğû hakkmda müsteşar Fuad Paşa ile görüştüm. Zeki Paşa şâirleri gibi kendisinin de taşraya izâmını istiyormuş. Te- kaüdlükte ısrar edilmesini kendisine tenbih ettim. Badehu saraya gittim. Huzura çıktım.
Zât-ı şâhâne yine........ dan bahsetti. Vahideddin Efendi’nin arasıra kendisini huzur-ı hümâyunlarına davet için haber gönderdiğini ve fakat zât-ı şâhânenin de “Davet çalgı çaldırıldığı, tenezzülle gidildiği vakitlerde yapılır, kendisi gelirse başka. Fakat şimdi davet zamanında değiliz” diye cevap verdiğini söyledi.
Gazi Ahmed Muhtar Paşa saraya gelmiş imiş. Kâmil Paşa için “Eb- an-ced çıfit”, şeyhülislâm-ı sabık Cemaleddin Efendi için de “Ahlâken çıfit” demiş imiş. Şimdiki kabineyi daha beğeniyormuş. Zât-ı şâhâne, Cemaleddin Efendi’nin yerine sadrazam olmak fikrinde bulunduğunu haber almış imiş. Vâkıa, Mecid Efendi Hazretlcri’nin birgûn “Kâmil Paşa hastadır, vefat edecek olursa yerine Cemaleddin Efendi sadrazam olur. Zira siyasî bir adamdır” dediğini söyledi.
Ba’de’t-taam veliahda gittim. Vahideddin ve Mecid Efendiler’in birkaç
gün evvel veliahdı ziyaret ettiklerini Müdir-i Umûr Cemal Bey haber
verdi. Veliahd dahi Vahideddin Efendi’nin Mecid Efendi ile beraber
kendisine üç teklifte bulunduğunu ve bunu birlikte zât-ı şâhâneye
arzetmeyi talep eylediğini, zira “Bugün padişah yoktur, memleket tehlikededir hanedanın hukuku da
öyle. Eğer kendisi (veliahd) hukukunu muhafaza etmek istemezse kendi
hukukunu muhafaza
etmek mecburiyetinde bulunduğunca” idare-i lisan eylediğini söyledi.
Üç teklif şunlardır: Evvelâ orduda nifak var. Zât-ı şâhâne nifakı izâle için tavassut etmeli. Sânîyen, Müdafaa-i Millîye Cemiyeti’nin riyâsetini zât-ı şâhâne deruhte eylemeli. Sâlisen, şehzadegânın siyasiyatla adem-i iştigalleri hakkında bir kanun yapılacak imiş. Böyle bir kanun yapıldığı halde kendileri memleketi terk edeceklermiş.
Veliahda dedim ki:
- Diğer iki teklif zahiridir. Esas, birinci tekliftir. 10 Temmuz’da dahi orduda nifak vardır diye zât-ı şâhâneyi kandırdılar ve bir beyanname neşrettirdiler, şimdiki maksat da budun Bu suretle kendi adamlanna cesaret verecekler ve nifakı orduda bu suretle kendileri saçacaklar. Fakat bugün Harbiye Nezâreti’nde olan adam Hurşid Paşa değildir. Bunlann önü alacak bir adamdır. Vahideddin Efendi Hazretleri memleketi İran’a benzetmek istiyor. Fakat bunun önünü almak için hükümetin her güne tedâbire müracaat eyleyeceğini iyice bilsin.
Benim, maiyetine iki yaver vermek istediğimi ve maaşım tezyîd dahi etmek istediğimi, kendisini hem tehdit ve hem de kendisine mü- dâhane eylediğimi de söylemiş imiş.
Bunun için dedim ki:
- İki yaveri maiyetine vermekten maksadım dairesine zapt u rapt vermek ve kendisinin pek mübâlâğakârane hikâye olunmakta olan ahvâl ve harekâtını tarassutta bulundurarak dedikoduya nihayet vermektir. Bunu kendisi de anladı. ‘İmdi, yaver tayini benim için hakarettir’ dedi. Müzayakadan şikâyet etti idi. Ben de zât-ı şâhânerıin kendisine şehrî üçyüz lira verdiğini söyledim. Kendisi de bunu borcuna vermekte olduğunu söyledi. Kendisine para veya maaşının tezyidi teklifinde bulunmadım. Kendisine hiçbir müdâhanem yoktur. Müdâhane dediği kendisine hanedandan olmak itibariyle gösterdiğim hürmet ve riayet olmalıdır. İyi bilsin ki bu hürmet ve riayet şahsına değil haneda- nınadır ve onu da iyi bilsin. Hareket Ordusu’nun başında İstanbul’a gelen bir kumandan, Vahideddin Efendi Hazretleri’nden hiç korkmaz. Selâmet-i memleket için Vahideddin Efendi Hazretleri hakkında dahi kâffe-i tedâbire müracaat eder.
Veliahd, Vahideddin Efendi hakkında şiddet gösterilmesini istiyor idi. Bu da muhasededen münbais idi. Veliahdı ikaz ettim. Evvelâ Mecid Efendi ile görüşeceğini ve Cuma günü de benimle müdavele-i efkâr eyleyeceğini söyledi.
Bâbıâlî’de Hacı Âdil Beyle bu bâbda görüştüm. Vahideddin Efen- di’nin köşkünün şiddetle tarassut altına alınması takarrür etti.
İstanbul Muhafızı Cemal, İfham Gazetesi’ni tatil ettirmiş. Sahibi Ferid Bey onun yerine “Vazife” nâmında bir gazete çıkarmak istiyor idi. Cemal Bey ile görüşeceğimi söyledim. Halbuki kendisi o gün Vazifeyi çıkardı. Başmakalesi Prens Sabahaddin Bey imzasını hâvi
idi. Tatile ve mücazata artık kesb-i istihkak etti. Zira o esnada Sabahaddin Bey’in tertip ettiği cemiyet-i hafiye hakkında tahkikat icra olunmakta idi ve kâtibi Lütfi Bey de tevkif edilmiş idi.
Almanya Sefiri, Mahmud Muhtar Paşa’nın sefarete tayinine Almanya’nın muvafakat ettiği haberini getirdi. Alman-İngiliz politikasını takip etmekliğim hakkında senâhân oldu.
İngiliz Sefiri, Musul ve Bağdat vilâyetlerindeki petrol madenleri imtiyazından bahsetti. Bunu, Stock52 nâmında bir İngiliz talep ediyordu. Diğer talip de İngiliz’dir. Sermayesinin msfı İngilizler’e, rub'u Almanlar’a ve diğer rub’u dahi Felemenkliler’e aittir. Bu işte Bağdat Demiryolu Şirketi alâkadardır. Hattan yirmi kilometre mesafeye kadar zuhur edecek maâdine bâ-mukavele Almanlar’m hakk-ı rüçhanı mukavele icabındandır. “Niçin bu sureti kabul etmiyorsunuz da birçok mûşkilâtı mûcib olacak olan birinci sureti tercih ediyorsunuz? Biz Almanlarla iyi geçindiğinizi isteriz. Bizim işimize de ikinci suret gelir3 [dedim]. Bu sözüme karşı düşündü ve hükümetine yazacağını söyledi.
Akşam, İzzet Paşa’dan aldığım telgrafnamede Bulgar.ar’ın taarruz fikrinde oldukları ve yarın bir muharebe vukuunun muhtemel olduğu yazılıyor idi.
12 Mart 329 (25 Mart 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde Miralay Şükrü ve Yüzbaşı Abdülha- mid Beylerle Zuhab kıt’ası hakkında tedkikatta bulundum. Rus ve İngiliz sefirlerine verilecek notaya raptedilmek üzere bir hudud haritası tanzimi ve bunun üzerinde Kasr-ı Şirin ve Zuhab kasabalan İran’da kalmak üzere bir hudud irâesi tensîb edildi.
Bâbıâlî’de Avusturya Sefiri beni ziyaret etti. AvusturyalI Lazar’ın hanesinden kaldırılan Lütfi Bey’den dolayı -Osmanlı olduğu tahakkuk etmiş olmakla beraber- Dahiliye Nâzın’nın tarziye vermesini ve Lütfi Bey’in idama mahkûmiyeti halinde mazhar-ı aff-ı âli olacağına dair tarafımdan teminat itâ kılınmasını talep etti.
Hariciye Nâzın ile Dahiliye Nâzın, Meclis-i Vükelâ’dan evvel beni ziyaret etmişler idi. Dahiliye Nâzın tarziye veremeyeceğini söyledi. Tarziyenin bizce lüzumundan ziyade izâm edilmekte olduğunu kendisine izah ettim. Sözünde inad etti.
Meclis-i Vükelâ’da umûr-ı cariye ile uğraştık. Taşra memurîn-i sıhhiyesinin suret-i intihabına ve taşra mahâkimine ahaliden nas- bolunacak âzânın suret-i tayin ve intihabına dair de bir kanun-ı muvakkat kabul edildi ve Çerkeş muhacirin userâsmın mükâtebe usulüyle hakkmda da bir kanun-ı muvakkat kabul ettik.
Meclisin nihayetine doğru Edirne’den bir şifre geldi. Sabah alınan şifrede yirmi saatten beri şiddetli top muharebesinin devam ettiği ve şark cihetinde ileri karakollar mevaziinin düştüğü ve Garp Cephe- si’nden Hüyük ileri Karakolu’nun sukut eylediği ve piyade hücumunun başladığı ve düşmanın şarkta hatt-ı aslî karşısına geldiği beyan olunuyor idi. Akşam alınan telgrafnamede ahvâlin kesb-i vahamet eylediği ve Şark Cephesi’nde yalnız tabya arasmda düşmarun üç alayı göründüğü ve küçük kıt’ada yirmi topun Şark Cephesi’nde düşman eline düştüğü ve Tamraş ile Cenup Cephesi’nde muharebenin şiddetli olmadığı, oralardan kuvâ-yı muavine tefrikma çalışıldığı iş’ar olunuyor idi. Gerek kumandan ve gerek valiye sebat ve metanet gösterilmesini teşvikan telgrafnameler çektim.
Fransa Sefiri bugüne kadar şerâit-i sulhiyenin BabIâli'ye tebliği için emir almamış idi. Şâir sefirler bunu bekliyorlar idi. Fransa Sefiri’nin niçin böyle yaptığı pekâlâ anlaşılıyor idi. Fransa, Edirne’nin ıskatı için Bulgarlar’a zaman kazandırmak istiyor idi.
Bugün Çatalca’da dahi muharebe yapılmıştır.
13 Mart 329 (26 Mart 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul olduktan ve Iran hududu üzerinde Zuhab Sancağı hakkında erkân-ı harbiye zâbitâniyle müzakeratta bulunduktan sonra saraya gittim. Çünki, Edirne’den alman telgrafnameler ahvâlin vahamet kesbettiğini ve şark cephesinden Cevizlik, Ayvazbaba, Taşocakları hattının sukut ettiğini gösteriyor idi. Bunun üzerine taraf-ı şâhâneden selâm tebliği ile kalenin râne surette müdafaası emri katî-î padişahî icabmdan bulunduğunu bildirdim. Bu ahvâl hakkmda zât-ı şâhâneye arz-ı malûmat etmek icap ediyor idi. Edirne’den ben kat’-ı ûmmid etmiş idim. Şükrü Paşaca bu bâbda yazdığım ve ondan aldığım telgrafnameler, 11-13 Mart 329 tarihli telgrafnameler, evrakım meyanın- dadır.
Müdafiin hakkında hayli ağır şeyler yazmış idim. Zât-ı şâhâne beyan-ı teessüf etti ve “Gayur ve cesur bir zâtı böyle bir zamanda boşu boşuna mes’ûl etmek caiz değildir” diyerek bana ruhsat verdi.
Bâbıâlî’ye avdetimde Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa’nın ziyaretini
kabul ettim. Yine istifadan bahsetti. Bir gün evvel Talât ve Hüseyin
Cahid Beyler kendisini ziyaret etmiş ve güya kandırmış idiler. Fakat
onlardan da yirmi dört saat kadar düşünmek için müsaade talep etmiş
idi. Güya üç bin zâbit bana muhtıra vermişler imiş (vâ- kıa Avrupa
gazeteleri öyle birşey yazdı, lâkin tarafimdan da tekzip edildi).
Bundan üzülmüş olduğunu gördüm. Esassız olduğuna dair teminat verdim.
Ben bu şayia-i kâzibe ile Vahideddin Efendi’nin
“Orduda nifak, vardır, zât-ı şahane tavassut etsin” demesi arasında bir münasebet hissediyorum. Bu şayia-i kâzibeyi çıkarmakla zât-ı şâhâne[yi] nifakın cidden mevcut olduğunu inandırmak ve bu suretle bi’t-tavassut ihtifa eden Yusuf Rasih, Kudret, Saffet Beylerin ve nefyolunan Arif ve Topçu Ferid Paşalarla daha şâir on-onbeş kadar zâbitin ve bundan böyle tevkif ve tecziyeleri mukarrer bulunanların affını istihsal etmek istiyorlardı. Bir taraftan üç bin zâbit tarafindan vukuu rivayet olunan müracaatın tarafımdan tekzip olunması ve diğer taraftan Vahideddin Efendi’nin teşebbüsüne şiddetle muhalefette bulunmaklığım bunun önünü aldığını hissediyor idim.
Said Paşa’mn maneviyatım takviye etmeye çahştım. Çakşırsak, sebat ve fedakârı gösterir isek devletin istikbali emin olduğunu söyledim. İngiltere-Almanya menâfiinin bâdema şarkta mü’telifâne bir tarzda olacağım, çünki Rumeli’nin Slâvlar hükmüne geçmesiyle o taraftan şarkın Almanlar istilâsına mesdud kaldığım ve bunun üzerine Şark’ta artık îngilizler’in Almanlar’dan havfetmeyeceklerini izah ettim. Kendisi bilâkis Almanlar’m Ruslarla itilâf edecekleri zannında bulunuyor idi. Halbuki kuvâ-yı bahriye nisbetinde İngiltere-Almanya arasında itilâf hâsıl olduktan sonra bu iki hükümet beyninde büyük ihtilâfattan eser kalmayacağı ve halbuki Ruslar’ın bundan böyle Ingilizler’e olduğu gibi Almanlar’a da karşı büyük bir tehlike teşkil eyleyeceği derkâr idi.
Vâkıa Alman ve Rus ittifakı halinde İngiltere müstemlekâtınm bu iki hükümet beyninde taksim olunabileceği vârid-i hatır olabilirse de Alman-İngiltere ittifakı hakkında bu kaziyenin Fransa müstemlekâtı hakkında daha suhuletle ve Avrupa’nın menâfi-i âtiyesince daha muvafık bir surette tatbiki imkâm var idi.
Said Paşa nihayet kabinede kalmaya karar kıldı. “İsterseniz sulh- ten sonra istifa edebilirsiniz” tarzındaki ifadem, “Sulhten sonra niçin istifa edeyim, asıl müşkil zaman sulh zamamdır” dedi.
Müşarileyhten sonra Talât Bey beni ziyaret etti. Said Paşa ile müzakerelerini hikâye etti. Badehu başka bir odaya çekilerek Hacı Âdil Beyle müzakeratta bulundu. Meclis-i Vükelâ’da Âdil Bey’in bazı sözlerinden Edirne’nin sukutu üzerine artık harbe devam edilmesi hakkında beynlerinde bir müzakere cereyan ettiğini hissettim. Ne akılsız adamlar! Ne basit fikirli insanlar! Kuvveti sülüsten aşağı bir mertebeye inen Devlet-i Aliyyeyi bu kuvvetle düvel-i müttefikaya karşı sevketmek ne demektir bilmem.
Meclis-i Vükelâ’da iken Edirne’nin sukutu hakkında ecnebi muhabirin telgraftan alındı. Sukut artık tahakkuk etti. Vükelânm neşesi kaçtı. Dağılmak istiyorlardı. Şâir günlerdeki ictimaat hayli sürerken bugün erken dağılmaklığımızı münasip görmedim. Onun için yine vakt-i mutâde kadar ictimada devam ettik.
14 Mart 329 (27 Mart 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı gazeteleri okuduğum [okudum]. Sabah Gazetesi’nde Sir Edward Grey’in.......................................................................... olan nutkunu şuraya geçiriyorum. Bu nutuk sulh şerâitinin tayini zımnında Avrupa düvel-i muazzamasına müracaat etmekte ne kadar haklı olduğumu gösterir. Daima zararımıza rey veren düvel-i muazzamaya teslimiyet gösterdiğimden bahisle beni muaheze edenlere güzel bir cevaptır. Halbuki ben teslimiyet dahi göstermemiş, çünki devletlerin müdahalesini değil tavassutunu kabul etmiş idim.
Müşarileyh, nutkunun hidâyetinde Arnavutluk hududundan bahsediyor ve bu bahiste bir vaziyet-i hakîmâne alıyor, badehu bervech-i âti idare-i lisan eyliyor:
“Osmanh Balkan Harbi’ne gelince, düvel-i muazzama kendi fikirlerince akd-i sulh için mâkul bir esas teşkil eden şerâiti müttefikine tebliğ ettiler. Ümit ederim ki düvel-i muazzama tarafindan teklif edilen İnoz-Midye hattı kabul edilecektir. Çünki bu hat İstanbul, Çanakkale, Anadolu mesâilinin tevellüdünü menedecektir. Düvel-i muazzama tarafından teklif edilen ikinci mühim nokta Adalar mes’elesinin halli, düvel-i muazzamanın kararına tevdi edilmesi hususudur. Bu teklif Adalar mes’elesinin yalnız bir devleti değil, bütün düvel-i muazzamayı alâkadar ettiğinden dermeyan edilmiş fakat yalnız Girit teklifi vaki- den hariç bırakılmıştır. Düvel-i muazzamanın tarafeyn-i muhasimine bu hükümleri cebren kabul ettirmek veya şerâit-i sulhiyeyi tayin etmek için karar verdiklerini söylemek istemiyorum. Mes’ele sadece tavassuttan ibarettir.
Düvel-i muazzama Midye-İnoz hattını teklif etti. Bu hattın garbinde vâki bilcümle arazi -Arnavutluk müstesna olmak üzere- müttefikinin karanna terkolundu. Hükümet-i Osmaniye bu şerâiti kabul edecek olursa düvel-i müttefika emin olabilirler ki Arnavutluk gibi mesâil-i mahsusa hariç kalmak üzere düvel-i muazzamanın müdahalesi olmaksızın şerâit-i sulhiyeyi tayin eyleyebileceklerdir. Eğer bu şerâit kabul edilmez ve İstanbul’a, Boğazlar’a ait mesaili mevzubahis ettirecek bir hudud...olunur. Eğer harp devam eyleyerek Anadolu mes’elesi ortaya çıkarsa o zaman bittabii düvel-i muazzamadan biri veya birkaçı artık bitaraf bir muta vassıt halinde kalmayacak, belki alâkadar birer vaz’ alacaklardır. Binaenaleyh hiçbir tarafi tehdit etmeyi arzu etmeksizin zan ve beyan edebilirim ki, tekrar müzakerat-ı sulhiyeye bed’ ve mübaşeret için en mâkul esas olmak üzere düvel-i muazzama tarafindan gösterilen şerâiti kabul etmek tarafeyn-i muhasiminin menâfii icabındandır.
Sulh akdedilince Hükümet-i Osmaniye’nin Anadolu’daki mâlikiye- tini tahkim etmeye ve memleketin inkişafiru temin ile iyi bir hükümet
tesis etmeye müsait bir meuki-i eminde bulunacağını ümit eyleriz. Hükümet-i Osmaniye eğer bu maksada uusülü arzu ediyorsa bilcümle düvel-i muazzamanın istinad ve müzaheretine, hulüs-ı niyetine emin olabileceğini zanneylerim. Hükümet-i Osmaniye’nin bu emr-i mühim- mi vücuda getirebilmesi için mevkiini tahkim ve elinde kalan arazide temin-i sükün hususlarını gayr-i kabil kılacak ağır taahhüdat-ı maliye altına girmemesi lâzımdır. Hükümet-i Osmaniye’nin iflâs ile neticelendiğini görmek düvel-i muazzamanın ve bilhassa Anadolu’da alâkadar olan devletlerin menfaati ile kabil-i telif değildir. Bu hal, Hükümet-i Osmaniye’nin netice-i harpte yeni bir devr-i refaha dahil olmasını arzu eden düvel-i muazzamanın menâfime mugayirdir. Müttefikler işte buralarını anlamalıdırlar.
Müttefikin eğer zaptettikleri mahalleri tensik etmek ve zenginleştirmek arzu ediyorlarsa Avrupa'nın müzâheretine, hüsn-i niyetine ve bilhassa muavenet-i mâliyesine muhtaç bulunmaktadırlar. Avrupa bu muaveneti kendilerine diriğ etmeyebilir. Fakat bunun için müttefikinin düvel-i muazzamanın mukarreratına karşı bir vaz’ almamalan lâzımdır”.
Sabah Gazetesi o gün “Avam Kamarası’nda İki Nutuk” ve “Sulh Mes’elesi ve Devletler” unvaniyle yazdığı başmakalenin (D.K.)[53] nihayetinde “...bu hal İngiltere’ce şark siyasetinin istikamet-i kadîmesine irca edilmekte olduğuna delâlet ediyor ki buna gayet mühim bir teza- hür-i siyasî nazariyle bakmak tabiidir” diyor idi. İki aydan beri İngiltere’yi bize imâle için sarfettiğim mesainin semeresi de bu suretle kendini göstermeye başladı demektir. Edirne’nin sukutu tesiratiyle pek mütehassis olduğum bir günde şu tezahürat bana tesliyet vermekte ve nikbinliğimi tezyîd eylemekte idi.
Anadolu ikinci direktörü Mösyö Günter, Berlin’e gideceğinden vedâ etmek üzere geldi.
Kendisine dedim ki:
- Berlin’dekilerine söyleyiniz, İngilizlerle uyuşsunlar. Biz her iki milletin elele vererek memleketimizde çalıştıklannı arzu ederiz. Kendileri için hiçbir faydası olmayan husumet-i rekabetkâraneyi bir tarafa bıraksınlar.
Bâbıâlîye giderken aşiret süvari alaylarının Hadımköyü’ne gittiklerini
gördüm. Bunlan Selimiye’den çıkanncaya kadar bir hâl oldum. İzzet Paşa
aşiret süvarisine çok ehemmiyet verir idi. Bunlardan bir alayı
İstanbul’a avdeti akabinde celbetmiş idi. Fakat onları meydan-ı harpte
kullanacağına kışlalarda ikamet ettiriyordu. Zulüm ve i’tisâf- lanndan
korkuyor, bir işe yaramayacaklarını söylüyor idi. İnşallah hakikati
anlar da ba’de-s-sulh bunların ıslahı teklifatında bulunmaz, bunlan lâğve kalkışır.
Edirne’nin sukutu tahakkuk etmiş idi. Mes’eleyi ketmde mâna görmediğimden mevcut malümat-ı resmiyeyi gazetelerle ilân ettirdim. Bu keyfiyet İstanbul’da pek büyük tesirat yaptı. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nden Haydar ve Hulüsi Beyler cemiyet cânibinden meb’û- sen geldiler. “Cemiyet hükümete muavenet etmek, istiyor. Ordunun ih- tiyâcâtını nakl için umum ahaliyi çıkarırız” diyorlar. “Teşekkür ederim, sabretsinler, muavenetlerine ihtiyaç olursa kendilerine müracaat ederiz. Şimdilik muavenet-i kadîmelerine devam eylesinler” dedim.
Tasvir-i Efkâr muharriri âteşin bendler yazan, harp tarafdar-ı şedidi Yunus Nadi Bey de geldi. Vaziyet hakkında kendisine malûmat verdim.
O gün Meclis-i Vükelâ"yı in’ikada davet etmedim. Vükelâmn ekserisi sabredemeyerek yanıma geldiler. Malûmat istediler. Bildiğimi anlattım. İstanbul Muhafızı Cemal Bey ile Dahiliye Müsteşan beyanname neşri için fikrimi almaya geldiler. Hâcet olmadığını, telâşa mahal olmadığını anlattım.
Vahideddin Efendi Hazretleri köşkünün taht-ı tarassutta bulundurulduğundan bahisle, mâbeyne şikâyet etmiş. Orası da polis müdürünü celb ile tahkik-i keyfiyet etmiş idi. Dahiliye Nâzın’nı saraya gönderdim. Huzura çıktı. Zât-ı şâhâneye “Efendi hazretleri münasebetsiz adamlarla düşüp kalkıyor imiş. Hükümet bu rivayatın derece-i hakikiyesini anlamak üzere bu tedbiri ittihaza mecbur oldu” demiş, Zât-ı şâhâne de bunu tabii görmüştür.
İzzet Paşa’dan aldığım telgrafnamede kolordu kumandanlarından mûrekkeben teşkil kılınacak meclis-i müzakeratta bulunmak üzere beni Hadımköyü’ne davet ediyordu. Edirne’de Cevizlik, Ayvazbaba, Taşocaklan müdafilerinin geriye dökülmeleri müşarileyhi düçar-ı telâş etmiş olmalıdır. Bu halin Çatalca’da dahi vukuu kabil idi. Va- ziyet-i cedide hakkında bunun icra-yı müzakerat etmek istiyordu.
Avusturya Sefiri beni ziyaret etti. İşkodra Kumandam Esad Paşa gayrimuhariplerin dışarı çıkarılması için İstanbul’dan emir istiyor. “Emriniz var mıdır?” dedi. “Gayrimuhariplerin çıkanlması faydalı mıdır, değil midir bilmem. Bu işte bugün benden ziyade siz alâkadarsınız Çıkarilmalannda fayda görüyorsanız emrimi Esad Paşa’ya parlamenter (?) vasıtasiyle tebliğ ettiriniz” dedim.
Lûtfi Bey’in keyfiyet-i tevkifinden dolayı kendisine verilecek tarziye hakkında dahi müzakeratta bulundu. Dahiliye Nâzın yerine tarziyenin İstanbul Muhafızı Cemal Bey tarafından itâsına muvafakat ediyordu. Bu mes’ele de böyle kapandı. Ben de Lütfi’nin idama mahkûmiyeti halinde idamdan affına delâlet edeceğimi söyledim. İş bitti.
Maliye Nâzın ile İtalya bankasından alınacak 350 bin İngiliz lirası
avans hakkında görüşüldü ve kararlaştırıldı. Mösyö Salem ile Beyoğlu
Kışlası’nın keyfiyet-i füruhtu, Sünusî ile akdolunacak itilâf
hakkında görüştüm. Bahr-ı Sefid sevâhilimizin müdafaası hakkında bizimle itilâfa mukabil buna çalışacağımı, İtalya Sefiri nezdinde bu suretle idare-i kelâm eylemesini söyledim.
Bugün Halid ve Hikmet dahi görmek için geldiler. Onlar da Edirne’nin sukutu üzerine düçar-ı telâş olmuşlardı.
Yalnız ben telâş etmiyordum. Çünki ben, ölünceye kadar haslarım nabzım tutmuş, müdâvâtına himmet etmiş idim. Vefatı akabinde telâş yerine bir hafiflik hissettim. Telâşı vefatından evvel yapıyor idim.
Hariciye Müsteşan Said Bey ile İran hududu hakkında yapılacak Meclis-i Vükelâ zabıtnamesine dair görüştüm. Zabıtnamenin nasıl yapılacağım kendisine kaydettirdim.
Sadaret Müsteşan Âdil Beyle de bu bâbda müdavele-i efkâr ettim. Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Sabih Bey’in Zuhab Sancağı hakkında malûmat-ı mahalliyesi olduğunu söyledi. Onuncu Kolorduda bulunan mümâileyhin izâmını Hurşid Paşaca bâ-telgraf yazdım.
O gün sabah Rusya Sefarethanesi’ne giderek sefir ile de bu bâbda müdavele-i efkâr ettim. Bir Rus mütehassıs hîn-i müzakerede mevcut idi. Şimalde yapacağımız müsâadâta mukabil Zuhab Sancağı’n- daki tâvizâtı ileri sürdüm. Yine benden söz almak ve kendisi birşey yapmamak istedi. Bulgar hududu mes’elesindeki suret-i hareket-i gayri lâyikasını kendisine derhâtır ettirdim. Mahcub olduğunu hissettim. Lâhican’da bir müsâadede daha bulunmaklığımızı istiyor idi. Kandil Dağlan’nın hudud ittihaz edilmesini teklif eyliyor idi. Terko- lunacak mahal 85 kilometre tülünde ve 20 kilometre arzmda idi. itiraz ettim. Buna mukabil Zuhab tarafında bize tâvizât yapmak istedi. Kandil Dağlan’nın hudud ittihaz edilmesi doğru idi, çünki Pîrân aşâi- ri bizde kalacak olurlarsa ’a her vakit tasallut edebilirler, çünki hudud açıktır. Lâkin, Kandil Dağlan’m hudud yaparsak geçitler Rus eline düşer. Geçitler bizde kalmak üzere muvafakata mütemâyil olabilirdim, lâkin Zuhab’da daha mühim tâvizât almak şartiyle. Bunu anladı. Evvelâ Rus notasına istediğimiz gibi cevap verilmesini teklif etti. Bundan işi yapmak arzusunda olduğunu anladım. Ben de bunu kabul ettim. Nota cevabının Pazartesi günü verilmesini vaad eyledim. Erkân-ı Harbiye Dairesi’ne ona göre harita vesair istihzârâtta bulunulmasını tenbih eyledim.
Rus Sefiri, Mısır ve Arabistan hakkında benimle müdavele-i efkâr etti. Sözlerinde Ingilizler’e karşı bir hiss-i rekabet mevcut idi. Mısır nasyonalistleri ile hasımlannın efkân hakkında malûmat verdim. iktisab-ı hilâfet olduğunu İmâ eyledim. Maamafih iyi geçinmek fikrinde olduğumu söyledim. Bunu acele ile takdir etti. Bu suretle idare-i umûr için çok zaman sadarette kalmaklığım
arzusunu izhar eyledi. O gün İngiliz ve Fransız ataşemiliterleri de beni gördüler.
Fransız ataşesi Edirne’den hiç bahsetmedi, Hadımköyü’ne gitmek istiyor idi. Bundan da Edirne mes’elesinde Fransızlarin bize oyun oynadıklan anlaşılıyor idi.
15 Mart 389 (28 Mart 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde müsteşar Fuad Paşa ile çalıştım. Memurîn-i askeriyenin terfi ve terakkisi hakkmda tanzim kılınan lâyihayı tedkik ettik. Saat on buçukta saraya gittim. Cami-i şerifte huzura çıktım. Zât-ı şâhâne Vahideddin Efendi’nin köşkü abluka edildiğinden bahisle şikâyette bulunduğunu ve kendisinin yaramazlığına vâkıf olduğunu ve binaenaleyh ahvâlini tarassut için bir yaver terfiki münasip olacağını söyledi. Yaver kabul etmediğini ve fakat kendisine yaver verilmesinin Yusuf îzzeddin Efendi Hazretleri’nce de kabul edilmeyeceğini arzettim. Her ikisini ikna eyleyeceğini beyan etti. Vahideddin Efendi’nin hem kendisini ve hem de Yusuf Îzzeddin Efendili atlatmak istediğini ve Sultan Hamid’e benzediğini söyledim. Doğm olduğunu beyan buyurdular. Cuma selâmlığından soma Yusuf îzzeddin Efendi’yi ziyaret ettim. Mecid Efendi Hazretleriyle görüştüğünü ve Vahideddin Efendi’nin müşarileyh hakkında hiçbir fena fikir taşımadığını ve kendisine bu bâbda her türlü teminatı itâ edebileceğini söyledi. îtimad etmemesini ve Vahideddin Efendi’nin Sultan Hamid’in eşi olduğunu beyan ettim. Vahideddin Efendi’nin su-i emel ve hareketine göre kendisinin de mukabelede bulunmaya mecbur olacağım beyan etti. Rahat etmesini ve benim ahkâm-ı kanundan başka birşey tanımayacağımı ve binaenaleyh hukukunun tarafımdan muhafazasına itina olunacağını söyledim. Maamafih Vahideddin Efendiye itimad gösterilmesinin caiz olmadığını ileri sürdüm.
Oradan çıktıktan sonra Almanya Sefiri’ni ziyaret ettim. Oraya gitmezden evvel cami-i şerifte Avusturya Baştercümanı Mösyö Para[54] beni ziyaret etti. İşkodra Kumandanlığı’na gayr-i muhariplerin şehir haricine çıkarılması için tarafımdan müsaade olunduğunun Avus- tuıya Konsolosu vasıtasiyle tebliği hakkında evvelce kendisinin müracaatı üzerine vâki olan ifademin Londra Konferansı’nda mevki-i tezekküre konduğunu ve fakat buna kumandan tarafindan itimad olunamayacağına ve binaenaleyh tarafımdan şifreli bir emrin itâsiyle bu emrin îşkodra Kumandanı’na isâline karar verildiğini söyledi. Muvafık buldum ve Harbiye Nezâreti’ne avdetim akabinde öyle bir emri yazacağımı ve bera-yı isâl sefir cenaplarına göndereceğimi söyledim.
Avusturya Sefiri, İstanbul Muhafızlığı’na gönderdiği haberde sû- ferânın saat üçte Bâbıâlî’ye geleceklerini beyan ve binaenaleyh Hariciye Nâzın Said Paşa’nın vakt-i mezkûrda orada bulunması için
kendisine haber gönderilmesini rica eylediğinden Mösyö Para’dan bu bâbdaki malûmatını sordum. Devletlerin şerâit-i sulhiyeye dair notasının evvelce bugün verilmesi takarrür etmiş iken Said Paşa’yı rahatsız etmemek için bugün takdiminden sarf-ı nazarla yanna tâlik-i maslahat edildiğini beyan eyledi. Almanya Sefiri’nden mes’elenin hakikatini anladım. Sefir-i müşarileyh o gün süferânın Kont Pallaviçini nezdinde içtima ettiklerini ve fakat Rusya Sefiri’nin aldığı talimatın diğer sûferâ talimatına muvafık olmadığından Rusya Sefiri’nin Pe- tersburg’dan talimat ahzı için oraya tekrar müracaata mecbur olduğunu ve yarma kadar cevap gelirse notanın yann verileceğini gayet mahremâne bir surette beyan etti.
Umum süferâ hudud hakkında hududun Midye-Ergene-înoz hattı olacağına dair talimat almış iken Rusya Sefiri, Midye-İnoz tarzında talimat aldığım ve binaenaleyh Midye-Ergene-İnoz ifadesini hâvi olan protokolü imzadan istinkâf eylediğini haber verdi. Şu hale nazaran Ruslar’ın hududu Meriç’in iki sahili Bulgarlar elinde kalacak surette geçirilmesini arzu ettiklerini anlattı. Vâkıa hudud Midye-İnoz arasında bir hatt-ı müstakim istikametinde temdîd olununca Meriç’in munsabba kadar iki sahili de Bulgarlar’m elinde kalır.
Oradan, Harbiye Nezâreti’ne geldim. Gelen bazı telgraftan çıkardım ve Avusturya Sefiri Pallaviçini’nin talep ettiği şifreli emri yazıp kendisine gönderdim. İşkodra Kumandanı’na gayr-i muhariplerin çıkarılması erzak ve mekûlâtça müzayakalannı tahfif edeceği mütalâasına mebni hûkümet-i seniyyece de kabul edildiğini ve Avrupa akd-i sulh için tavassut eylediğinden işkodra’mn kurtarılması (yani Arnavutluk dahilinde kalmasının temin olunması için) bir müddet daha sebat ve mukavemet gösterilmesi lüzumunu yazdım. Bu suretle beni kendilerine en büyük düşman [gören, kabul eden] Amavutlar’a bir hizmette bulundum. Cihet-i câmia-i İslâmiyet beni buna mecbur ettiği gibi Avusturya'ya da bir hizmet-i cemilekâranede bulunmak isterdim. Çünki, Slavlar’a karşı müdafaada onlarla da menfaatimiz müşterektir.
Badehu, Bâbıâlî’ye gittim. Hariciye Nezâreti Müsteşan Said Bey hudud-ı kaniye hakkındaki zabıtnameyi yazmış idi. Okudu. Bazı yerlerini tashih ettim. Sadaret Müsteşan Âdil Beyle de Zuhab hakkında müdavele-i efkâr ettim. Müşarileyh yine balâpervâz idi.
Hariciye Nezâreti’ne sûferâdan gelen telgrafnamelerin birer sureti gönderilmiş idi. Bunlan da mütalâa ettim. Bunların birisi de Turhan Paşadan geliyor idi. Petersburg sefirimiz, Hariciye Nâzın Mösyö Sazanofun kendisini davetle Osmanlı-Bulgar hududunun bâdema Midye ve İnoz arasında Ergene’den geçmeksizin bir hatt-ı müstakim istikametinde temdidi lâzım geleceğini ve bundan başka bir hududun kabulü imkânı olmadığına Petersburg’da bulunan Mösyö Dangle ile
uzun uzadı icra ettiği mülâkat üzerine kanaat getirdiğini ve binaenaleyh Bâbıâli’nin hemen devletlere ve Londra Süferâ Konferansı’na müracaatla hududun ber-vech-i bâlâ hatt-ı müstakim olarak Mid- ye-İnoz arasmdan geçirilmesine muvafakat ettiğinin iş’an lüzumuna mutekid olduğunu söylediğini ve Edirne’nin sukutu ve Çatalca’nın da Bulgarlar tarafından zaptı üzerine Bulgarlar’ın tazminat-ı harbiye mes’elesinde ısrar edeceklerinden emin olduğuna dair beyanatta bulunduğunu yazıyor idi.
Fransa ile Rusya’nın bize bir oyun oynamak istedikleri tamamen anlaşıldı ve Rusya Sefiri’nin protokolü imza etmemesi esbâbı da bu suretle tavazzuh eyledi. Avrupa’daki sefirlerimize bu bâbda malûmat itâsını münasip gördüğümden derhal icap eden telgrafnameleri tes- vîd ettim. Turhan Paşaca da bir cevap yazdım. Rusya devletinden hududun Ayastefanos-Meriç-lnoz olması için hizmet ve tavassut beklerken Mösyö Sazanofun bu teklifinden müteaccip olduğumuzu ve halbuki son günlerde Rusya ile itilâf için pek çok çalışmış olduğumuzu ve Çatalca havalisinde ordumuzun hiçbir muvaffakiyetsizliğe düçar olmadığını yazdım. Rusya ve Fransa arasında bize karşı nasıl hareket edildiği hakkında da diğer süferâya izahat-ı mükemmele itâ- siyle nazar-ı dikkatlerini celb ve Hariciye Nâzın nezdinde icra edecekleri teşebbüs neticesinin hemen iş’annı talep ettim.
Başkumandan Vekili İzzet Paşa gece benimle görüşmek için Ha- dımköyü’nden geleceğini yazmış idi. Onun yerine Hâdi Paşa geldi. İzzet Paşa vaziyet-i siyasiye hakkında malûmat istiyor idi. Taarruz fikrinde olanlardan ve gazetelerin tehyîcâmîz bendlerinden yine şikâyet ediyordu. Vaziyet-i siyasiye hakkında malûmat verdim. Şimdiye kadar hareket-i taarruziye icra etseydi mâni olmayacağımı ve fakat bundan sonra mâni olacağımı söyledim. Çünki benim için şimdi yalnız İstanbul’un müdafaası lâzımdır. Gazeteleri okumamasını ve şuna buna kulak asmamasını tenbih ettim. Erkân-ı Harbiye Reis Vekili Zeki Paşa hakkında dahi iltimasta bulunuyor idi. Bunun nasıl adam olduğunu anlattım ve tekaüdlüğünün icrası muktezi olduğunu söyledim.
Gece, Harbiye Nezâreti’ne avdetimde Berlin’e bir telgraf keşidesiyle oradan mübayaa olunan 15 santimetrelik obüslerin senan irsalini talep ettim. Pek geç vakitte uyudum. Geceyansı uyandığımda şu notlan yazdım:
Zeyl: O gün selâmlıktan sonra İstanbul Muhafızı beni Harbiye
Nezâreti’nde ziyaret etti. Metris Çiftliği’nde bulunan yûzyirmi kişinin
Bekir Efendi nâmında BalIkesirli bir Çerkeş kumandasında oradaki eski
bir istihkâma girerek atebe-i padişahîye tevali eden mağlûbiyetlerimiz
üzerine artık ilân-ı cihad ile sancak-ı şerifi çıkarması ve orduya
azimet etmesi ve emr-i padişahîye müsellâh olduklan halde istihkâm
derûnunda intizar ettikleri hakkında bir telgraf keşide et-
tiğini ve Merkez Kumandanı’nı o tarafa gönderdiğini ve icap ederse Metris Çiftliği’nde bulunan bir kıt’a sahra topunu bunlar aleyhinde istimal edilmesi emredildiğini haber verdi. Hemen, İstanbul’dan kuvâ-yı kâfiye [sevkederek] işi serian bitirmek lâzım geleceğini tenbih ettim. Geç vakitte Bâbıâli’ye geldi. Merkumların tenkil edildiklerini, kendilerinden üç maktul ve askerden de bir mecruh vuku bulduğunu ve önayak olanlardan beş kişinin Dersaadet’e getirilmekte olduk- lannı ve diğerlerinin silâhlan ve üzerlerindeki asker elbisesi alınarak salıverildiklerini ve memleketlerine iade olunacaklarım bildirdi. Bakiyesinin de hemen Gelibolu’ya izâm olunmalannı tenbih ettim. Bu mes’ele de o gün böyle halledildi.
16 Mart 329 (29 Mart 1913) Cumartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettikten sonra kable-z-zuhr Almanya Sefarethanesi’ne gittim. Odaya girdiğimde, sefir Frankfurt Gazetesi muhabiri Mösyö Weiss ile başbaşa koymuş görüşüyor idi.
O gün akşamüstü gazetelerde Frankfurt Gazetesi’nden naklen İstanbul gazeteleri 350 Pomak’ın Bul garlar tarafindan kurşuna dizildiği yazılıyor idi. Sansür memuru Mösyö Weiss tarafindan Savofun 24 saat zarfında Midye-Saros hatt-ı hududu kabul edilmediği takdirde bütün ordusuyla İstanbul üzerine yürüyeceği hakkında İzzet Paşa’ya bir ültimatom verdiği hakkında Avrupa’ya bir telgraf keşide ettirildiği bildiriliyor idi. Bu gibi telgraflann menşei neresi olduğunu artık tamamen anladım.
Alman Sefiri’ne Sir Edward Grey’in nutku bizde pek ziyade hüsn-i tesir hâsıl ettiğini, Almanya tarafindan dahi şu aralık hakkımda bazı tezahürat ve muavenette bulunulmasının faydalı olacağım söyledim. Muvafık buldu. Mahmud Muhtar Paşa’mn Berlin Sefareti mevzubahis oldu. Müşarileyhin gazete muhbirleriyle mülakat etmemesi, politika ile iştigal etmemesi, imparatorun teveccühünü celb ile Yunan Kraliçesi karâbetinin tesiratını izâleye çalışması, imparatoru davet etmesi hakkında kendisine vesayada bulunulmasını söyledi. Muvafık buldum ve Rus politikası tarafdan olan müşarileyhin karîben Alman tarafdan olacağım ifade ettim. Tasdik eyledi.
Mahmud Muhtar Paşa, Petersburg Sefirliği’ni istiyor idi. Halbuki Rus politikası hakkındaki fikrini vaktiyle bana söylemiş, Hükümet-i Osmaniye'yi Kının Hanlan menzilesine indirmek istediği bence anlaşılmış olduğundan Petersburg’a gönderilmesini münasip görmedim. Başıma bir iş açmasından korktum. Berlin’de onun idaresi kabil olacağım düşündüm. Şu sırada İstanbul’da durması ise caiz değil idi. Kendisi gayet haris olup etrafında bazı genç zâbitân dahi var idi. Şu aralık İstanbul’dan çıkmasını memleketin sükûnu için lâzım görüyor
idim. Hariciye Nâzın kendisini çağınp sefareti teklif eylediğinde pek memnun olmuş. Tekliften, memuriyetinin tahakkuk eylemesinden sonra bile bana gelmemesi pek acîb idi. Kimbilir neye gücenmiştir!
Alman Sefiri’ne Turhan Paşa’dan aldığım telgraf muhteviyatım söyledim. Rus Sefiri’nin badezzuhr bana geleceğini söyledi. Bâbıâli’ye avdetimde Rus Sefiri’nin telefonla beni üç kere araştırdığım anladım. Saat ikide geleceğini bildirdi, ikide geldi. Birçok sözlerden, kocaka- n masallanndan sonra hatt-ı müstakim istikametinde olarak Mid- ye-lnoz hududunun kabulünü hükümeti namına teklif etti. Turhan Paşaya çektiğim telgraf mealini söyledim. Şaşaladı. Kendisinin beni aldattığım, hududun Ayastefanos’tan geçirilmesi için muavenetini talep ettiğim ve kendisi de vaad ettiği halde birşey yapmadığım suret-i nazikânede anlattım. Türkler’in pazarlık etmediklerini, bilâkis pazarlığın Bulgarlar’da (zımnen Ruslar’da) olduğunu anlattım. Müdafaa etmek istedi. Bulgarlarla doğrudan doğruya münasebatta bulunup bulunmadığımızı sordu. “Onlarla münasebatta buhınmak istemem, zira onları tanınm” dedim. Doğrudan doğruya münasebatta bulunmaklığımızı teşvik etti. Maksadı Avrupa düvel-i muazzaması- nı aradan çıkarmak, bizi Bulgarlarla başbaşa bırakıp her tekliflerini bize kabul ettirmek idi.
Hududun Midye’den suyu takiben Ergeneye gelmesi, Ergene’nin hudud ittihazı halinde hududun bir şekl-i tabiide teşekkül ederek vakt-i sulhte hudud münazaat ve hadisatımn başgöstermeyeceği- ni, yalnız bunun gerek bizim için gerek Bulgarlar’ca pek çok faydayı mücib olacağım ve binaenaleyh bu hududun her iki tarafça arzu olunması icap edeceğini, Bulgarlar’ın maksadı Ergene ile Meriçln menâfi-i iktisadiyelerini tamamen kendilerine hasretmekten ibaret idüğünü, bunun menâfi-i hasîseden ibaret idüğünü, devletin 160 bin kilometre murabbâ-ı arazi terkine karşı bir-iki bin kilometre murab- baınm hiçbir ehemmiyeti olmadığım, arazimiz vâsi olup bunun için ısrar etmediğimizi, bilâkis iki komşu arasında asayiş ve istirahatin temini maksadım takip eylediğimizi izah ettim. Bir türlü kulağına girmiyor, devletler tarafindan öyle bir teklif vukuunda kabulünü rica eyliyor idi. Arasıra ahvâlin tehlikesinden, payitahta Bulgar istilâsına mâruz olduğundan dahi bahseyliyor idi. Tabii aldırmıyordum, kendimizi Çatalca’da müdafaa edecek [kadar] kuvvetli hissettiğimizi söylüyor idim. Hattâ bu dakikada Çatalca’da muharebe edilip bizim taraftan taarruza geçildiğini söyledim. Taarruz etmemekliğimizi, zira bir büyük mağlubiyete düçar olduğumuz takdirde İstanbul tehlikede kalacağını söyledi. Taarruz fikrinde olan bazı gençleri okşamak lâzım geldiğini anlattım. O gün Enver Bey, Onuncu Kolordu’nun bir fırka- siyle Büyükçekmece garbindeki mevkiimizin ileri mevziini düşmandan istirdat ediyor idi. Akşama doğru istirdat dahi etti.
Rusya Sefiri’nden sonra Avusturya baştercümam beni ziyaret etti. Lütfi Bey mes’elesi hakkında görüştü. Müşterek notamn Pazar ve belki de Pazartesi gününe kadar itası taahhür edeceğini, İngiliz Sefiri Rus Sefiri’nin hareketini tevbih ettiği halde diğer hükümetlerce kabul edildiği halde kendisinin Midye-lnoz hattını kabul etmek için emir aldığını haber verdi. Alman Sefiri kabul etmeyecek idi, zannederim şu halde ittifak hâsıl olmayınca tabii kabul edilmez. Bu bâbda süferâmıza mufassal malûmat vermiş olmaklığımdan dolayı memnuniyet hissettim.
Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariyenin tesviyesiyle hudud-ı îraniye hakkındaki zabıtnamede Hariciye Müsteşan Said Bey tarafindan kıraat ve cümlece tasdik edildi. Bu da benim için bir muvaffakiyet idi. Şürâ-yı Devlet Reisi Said Paşa, Zuhab’dan tâvizât yapıldığı halde bu itilâfin pek iyi olduğunu tasdik etmekle beraber, Tahran Protokolü’nü kendisi yapmış olmaktan dolayı zabıtnameyi imza etmekte beyan-ı mazeret etti. Tabii kabul ettim. Zaten ehemmiyetli bir zabıtname ve mazbatayı imza etmiyor idi.
Hacı Âdil Bey o gün Harbiye Nezâreti’nde beni ziyaret etti. Edirne’nin sukutundan gayet müteessir ve mütelâşi idi. Yağmur yağdığını istiyor idi. “Niçin?” dedim. “Çatalca tarafinda harekât-ı askeriye tatil ediliyor” dedi. İstanbul’a hücumdan korkuyor idi. Birkaç hafta evvel taarruz fikrinde olan, hattâ işlerimi bu yüzden tehire uğratan, istifaya kalkışan Âdil Bey’in şu hali bittabii câlib-i dikkat oldu. Yan- ya’nın, Edirne’nin, Işkodra’nın düşeceğini, oralarca binlerce askerimizin esir, yüzlerce toplarımızın zaptolunarak vaziyet-i askeriyemizin pek fenalaşacağım, binaenaleyh taarruz fikrinden sarf-ı nazarla bir gün evvel akd-i sulhün bizim için çare-i yegâne olduğunu söylediğim vakit bana en ziyade itiraz edenlerden birisi de Hacı Âdil Bey idi.
Mübarekü’s-sabah’tan mübayaa ettiği arazinin ferağ ve intikaline müsaade olunmaktan dolayı bâ-telgraf bir teşekkürname aldım. Bu da İngilizlerle itilâfımızın netayicinden idi. İngiltere bu suretle tatmin ediliyordu.
Almanya'ya sipariş olunan 92 modeli 36 obüs için yüzellişer mermi az olduğundan yüzer mermi daha sipariş edildi. Osman Nizami Paşa’dan alman telgrafnameden obüslerin bir hafta ve cephanesinin kısmen iki hafta sonra yola çıkarılacağı bildiriliyor idi.
17 Mart 329 (30 Mart 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettikten sonra kable-z-zuhr Ingiltere Sefarethanesi’ne gittim. Sefir kilisede idi. Haber verdiler, geldi. Hudud-ı îraniye mes’elesinde Ruslarla uyuştuğumuzu, yarm altı ay evvelki (Ağustosta) notalarına muvafik surette cevap vereceğimizi ve fakat Zuhab’dan bazı tâvizât talep ettiğimizi ve Muhammere hudu-
du Kuveyt mes’elesi meyanında Londra’da müzakere edilmekte olup Hakkı Paşa tarafından bu bâbda Londra Hükümeti’ne muvafık cevap itâ edildiği cihetle Ingiltere’nin aynı tarihte Muhammere hududuna verdiği notaya cevap itâsma hâcet görmediğimizi ve maamafih İngiltere Hükümeti arzu ederse Hakkı Paşa tarafından cevap verileceğini anlattım. Londra’ya yazacağını söyledi. Sir Edward Grey’in nutkunu okuyup okumadığımı sordu. Okuduğumu ve kendisine müteşekkir olduğumu söyledim. Sir Edvar Grey’in doğru bir adam olduğunu ve dâima hakkı iltizâm mutadı idüğünü beyan etti. Bu nutku Osman- lı-Ingiltere beyninde muhabbet-i kadîmenin avdetine bir mukaddime addeylediğimi ve bunun zamanı sadaretimde vukuundan dolayı memnun ve müftehir bulunduğumu ilham eyledim.
Bağdat ve Musul vilâyetleri petrolü imtiyazı hakkında Londra’dan cevap geldiğini ve Sir Edward Grey’in Almanlarla bu işte teşrik-i mesai tarafdan olmadığını söyledi. Almanlar’ın vaktiyle bu mes’ele hakkında bir mukavele akdettiklerini ve elyevm bu mukavele ellerinde olup petrol madeni taharriyatı için on yedi bin lira masraf ih- tiyâr eyledikleri iddiasında dahi bulunduklarını ve şu halde bunlardan davasız kurtulmak mümkün olmadığım ve bu halde bunlardan kurtulmak imkânı olmadığından onlarla teşrik-i mesainin muvafık olacağını, kendisinde ise Hüseyin Hilmi Paşa’mn vaad-i şifahisinden başka bir senet olmadığım ve bunun kifayet etmeyeceğini temin eyledim. Vaktiyle Maliye Nezâreti’nden Almanlar’ın bu işte bir alâkalan kalmadığının söylendiğini ileri sürdü. “Olabilirfakat ben size hakikati söylüyorum” dedim. Hakikat de benim söylediğim idi.
Bâbıâlî’ye avdetimde Hacı Âdil Bey beni ziyaret etti. Pek meyus ve sulhün biran evel akdi tarafdan idi. Bu esnada yanımdan ayrıldı.
Alman Sefiri geldi. Müşarileyh, Berlin’den aldığı bir telgrafname- yi bana irâe etti. Berlin Rusya Sefiri Mösyö Sazanoftan aldığı emir üzerine Almanya Hariciye Nâzın’na müracaat etmiş ve Midye-tnoz hatt-ı müstakimi hudud olarak verilir ve düvel-i müttefika murah- haslan Paris Maliye Komisyonu’na kabul edilirse Bulgarlar’m sulha yanaşacaklannı Danef ile icra ettiği mûlâkattan anladığı cihetle Almanya Hükümeti’nin bunu kabul ettirmek üzere Bâbıâlî üzerinde bir tazyik icra etmesini talep etmiş ve Almanya Hariciye Nâzın, Sir Edward Grey’in nutkunda Midye-Ergene-Inoz hattından bahsedildiği ve Bâbıâlî’ye umum devletlerin bu hattı teklife karar verdikleri halde Almanya’dan zümre-i düveliyeden ayrılarak münferiden öyle bir tazyik etmesi kabil olmadığı ve fakat umum devletler süferâsı o yolda talimat alırlarsa müşterek notaya Midye-Inoz hattının derci için Der- saadet Sefiri’ne mezuniyet verebileceğini söylemiş idüğünü telgrafha- mede hikâye ediyordu. Beş devlet sefirinin bu yolda talimat aldıklarım ve yalnız Avustuıya Sefiri’nin henüz talimat almayıp fakat herhalde
bu yolda alacağı muhakkak bulunduğunu ve bugün saat üç buçukta süferânın içtima ederek o vakte kadar Avusturya Sefiri de talimat almış ise notanın o suretle bugün verileceğini ve binaenaleyh zaman pek nazik ve saatlerin bile kaybedilmesi gayr-i caiz olduğundan notaya taraf-ı Bâbıâlî’den hemen bugün cevab-ı muvafakat itâ edilmesini ve verilecek cevapta evvelce de söylediği veçhile adeta devletleri bir taahhüt altında bırakacak surette tâbirat istimal olunmasını dostane tavsiye eyledi. Müşarileyh bu vesayasını defaatle tekrar etti.
Sefirin beni terkeylemesi akabinde Âdil Bey, Hariciye Nâzın Said Paşa, Adliye Nâzın İbrahim Bey yanıma geldiler. Mes’eleyi hikâye ettim. Adil muhalefet gösterdi. Midye-Ergene-inoz’da ısrar etmeyi teklif eyledi. İbrahim Bey kezâ, Said Paşa reyimi iltizâm etti. İbrahim Bey bu esnada Celal Arif Bey nâmında bir zâtın bize iki zırhlı getirmeyi teklif eylemekte olduğundan bahsediyordu. Bu gibi teklifat-ı serseri- yanenin hiçbiri bir neticeyi müntec olmamış ve zaten Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Ömer Lütfi Bey de Paşa serserisi ile Berlin ve Londraya gönderilmiş olduğu cihetle şu sırada böyle müracaat ile iştigal etmeye vaktim olmadığı ve binaenaleyh mümâileyhi savmak icap eylediğini dürüstâne bir surette söyledim. Biraz kınldı. Fakat benim de böyle nazik bir zamanda böyle serserilerle uğraşmak hususunda sabrım tükenmiş idi. Hazır olan iki nâzınn etvar ve ifadelerinden mecliste yine muhalefete düçar olacağımı ve bu cihetle nota cevabının yine günlerce taahhur edeceğini anladım. Binaenaleyh benim notaya hemen Almanya Sefiri’nin teklifi veçhile cevap verilmesi fikrinde olduğumu ve aksi takdirde böyle bir zamanda izâa-i evkatin mehâlik ve mazarratım müdrik olduğum cihetle derhal istifa edeceğimi ve o halde işin kendi taraflanndan deruhte edilmesi lâzım geleceğini söyledim. Âdil Bey yumuşadı. İbrahim Bey sıkıldı, bizi terk etti. Nihayet Âdil Bey fikr-i muhalefet olmadığını anlattı ve cevabî nota için münasip bir suret-i tahrir beyan etti. Bu suret-i tahriri ben de münasip gördüm ve ona göre notayı derhal muvacehelerinde tesvîd ettim. Onlar da suret-i tesvidi muvafık buldular. Müsveddeyi Said Paşaca verdim.
Almanya Sefiri Çatalca’daki Alman zâbitlerinden mektup aldığını ve bu mektupta pek büyük çaplı toplarımız olmamaktan dolayı nihayet Bulgarlarin kuvâ-yı umumîyelerinde sekiz-on gün kadar mukavemet olunabileceğinden bahis ile yeis ve nevmîdî halinde ol- duklannın iş’ar olunmakta bulunduğunu bana söylemiş ve bundan dolayı da sulhün tesrii lüzumuna hükmeylemiş idi. Bunu da nâzırla- ra hikâye ederek Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa’mn bu suretle cevap itâsma muhalefette bulunacağından endişenâk olduğumu söyledim. Âdil Bey müşarileyh ile iki gün evvel görüştüğünü ve hal ve ifadesinden bu hususta muhalefet göstermesi zannmda olmadığını söyledi.
Meclis-i Vükelâ in’ikad etmiş idi. Mecliste perşembe gününden beri cereyan eden ahvâli hikâye ettim ve süferânm müctemi’ olduklarını haber verdim. Meclisi sükûn kapladı. Hiçbir tarafta muhalefet alâmeti görünmedi. Âdil Bey’in tahmini veçhile Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa da teklifime müsait göründü. Yalnız İbrahim Bey, Hakkı Paşaya Londra’da imâl-i nüfuz etmesi için bir telgraf keşidesini teklif etti. Bu esnada Avusturya Sefiri tarafindan kâtip Mösyö Peliks Par- her’in[55] beni behemehal görmek üzere geldiğini haber verdiler. Dışan çıktım, mûmâileyhi gördüm. Mösyö Pallaviçini tarafindan geldiğini ve notanın takdimi ertesi güne kaldığım ve Almanya Sefiri’nin de Pallaviçini nezdinde bulunduğunu ve işlerin evvelce görüştüğümüz tarzda bulunduğunun tarafıma Almanya Sefiri tarafindan söylenmesine memur edilmiş olduğunu söyledi.
Meclise avdet ettim, keyfiyeti hikâye ettim, İbrahim Bey “Madem ki iş yarına kaldı, Hakkı Paşa’ya öyle bir telgraf çekelim” diye tekrar teklif etti. Hariciye Nâzın faydasız olduğunu söyledi. Şûrâ-yı Devlet Reisi öyle olmakla beraber gelecek cevab-ı reddin vesaik meyamna ithali faydasmı ileri sürdü. “Peki” dedim. Hariciye Nâzın, Tevfik Paşaya öyle bir telgraf keşide etti. Şûrâ-yı Devlet Reisi Hakkı Paşa’nm memur-ı resmî olmamasından dolayı Tevfik Paşaya keşidesini daha muvafık bulmuş idi. O gün bir-iki imtiyaz evrakı tasdik edildi. Badehu mahâkim-i sulhiye kanun-ı muvakkatini kıraat ettirmeye başladım. Şûrâ-yı Devlet Reisi yine kanun-ı muvakkatlerin ancak bir tehlikeyi izâle için Meclis-i Vükelâ’ca neşrolunabileceği hakkındaki fikr-i mahudunu yine tekrar etti. Devletin bugünkü günde en büyük mehâlik ve muhatarata mâruz olduğuna ve bu kanunlarla bunlann önünü almaya çalıştığımıza ve bu suret-i hareketin Kanun-ı Esasi ahkâmına tamamî-i muvafakatine dair defaatle kendisine izah ettiğim veçhile cevap verdim. Kanunu o gün bitiremedik.
İzzet Paşa’dan o akşam alman telgrafnamede bir gün evvel Büyük- çekmece’nin garbinde mağlûp edilen düşmanın bazı kıtaâtımız tarafindan o gün takip edildiği, esna-yı takipte bini mütecaviz düşman ecsâ- dına tesadüf edildiği ve fakat Balos ve şimalindeki mevzi ile Çakılköy Deresi cenubundaki sırtlarda ahz-ı mevki eden düşmanın oradan çı- kanlamadığı ve ancak piyademizi yan ateşine almak üzere zuhur eden bir düşman bataryasının kamilen tahrip olunduğu iş’ar olunuyor idi. Müfrezelerimizin bu derece ileri gitmesinden endişenâk oldum.
O gün İzzet Paşaya yazdığım telgrafnamede Edirne önünde düşman kuvvetlerinin Çatalca’ya nakline mübaşeret edildiği ajans telgraftan muhteviyatından olduğunu yazdım ve bu suretle ifratkârane harekât hakkında nazar-ı dikkatini celbeyledim.
Depolarda ne kadar asker varsa kıtaâta gönderilmesini karargâh şubesine tenbih ettim.
Almanya’dan gelecek 36 kıt’a 15 santimetrelik obüs kadrolarının teşkili hakkında icra-yı müzakeratta bulunmak üzere Topçu Dairesi Reisi Ali Paşamı o gün Hadımköyü’ne izâm ettim.
O sırada Fransa’dan celbolunan 12 cebel topu taburlara verildi ve derhal orduya sevkolundu. Geceyi kemafissabık Harbiye Nezâreti’nde geçirdim.
18 Mart 329 (31 Mart 1913) Pazartesi:
Fransa Sefiri, Ajans Havas vasıtasiyle vuku bulan neşriyatında notanın itâsına mâni olmadığını, bilâkis akd-i sulhün teşriine eskisi gibi sâi bulunduğunu yazıyordu. Yalan söylüyordu. Ben de Osmanlı Ajansı vasıtasiyle aksini Avrupa’ya çektirmiş ve kendisinin tehirata sebebiyet verdiğini ve Bulgarlar’a zaman kazandırdığını neşrettirmiştim.
Sabahleyin Harbiye Nezâreti’nde bazı işlerle meşgul oldum. Almanya’dan celbolunacak Parseval Balonu kontratım imza ettim. 27 bin lira. Yüzde altı tahvilât ile tediye olunacak (yüzü doksanbeşe) ve fakat ilk istikrazdan........................ verilip tahvilât geri alınacaktır. Yüz bumbara ile onbeş günde Köstence'ye gelmesi meşrut.
Bazı [mesâlih-i] cariyenin tesviyesinden sonra Hariciye Nâzın Said Paşa beni Harbiye Nezâreti’nde ziyaret etti. Avusturya Sefiri’nden aldığı habere göre bu gün badezzuhr üçte müşterek notanın kendisine verileceği beyne’s-süferâ takarrür etmiş imiş. Binaenaleyh saat beşte Meclis-i Vükelâ’nın cem’i ve ertesi günü de cevabın itâsı takarrür etti. Dün yazılan cevabî nota müsveddesinin Fransızca’ya tercüme ettirilmesini rica ettim. Rusya Sefiri’ne hudud-ı îraniye hakkında verilecek notanın da ihzar edilmekte olduğunu söyledi. Oradan infikâkini müteakip hemen mabeyn-i hümâyuna azimet ettim. Esna-yı râhta Kabataş’ta, Tophane’de birçok göç arabalarına tesadüf ettim. Henüz göç vakti değil idi. Edirne’nin sukutu üzerine Bulgarlar’ın Çatalcaya hücum etmeleri havadisi şâyî olduğundan ahali havf etmiş, kendilerini Anadolu’ya atmak istemiş olduğunu anladım. Teessüf ettim. Zira “Harp isteriz” diyenler kaçıyorlar idi.
Saray-ı hümâyunda Şeyhülislâm Esad Efendi’yi buldum. Birlikte huzura
çıktık. Bugün nota verileceğini, cevabın da belki yann ita olunacağım
tafsilâtiyle arzettim. Sulh istiyor idi. Hey’et-i vükelâca tensîb
olunursa İngiltere Kralı’na bir telgrafname-i hümâyun keşidesi tahattur
buyruldu. “Düşünürüm de sonra cevabını veririm” dedim. Umum Avrupa
tarafindan sulh için tavassut olunurken yalnız İngiltere Kralı’na
telgrafname-i hümâyun keşidesi uyamazdı. Zât-ı şâhâ- ne, Vahideddin
Efendi’den bahsetti. Dün seryaveri birini müşariley-
he göndermiş, o da polis ve jandarma vasıtasiyle tarassut edilmekte olmasından şikâyet etmiştir. “Kendisine bir yaver verelim” dedi. “Yusuf Efendi’yi yine İrza ederim” dedi. O gün müşarileyh saraya gelecek imiş. Gelirse kendisine [ne diyelim?] diye sual buyurdular. “Kendisinden korkulmadığını kendine anlatmalıdır. Bendeniz geçenlerde kendisini ziyaret etmiş, kusurlarını yüzüne vurmuş, lâkin hürmet ve riayet de göstermiş idim. Hürmet ve riayetimi havfa hamletmiş. Kulunuz kendisinden hiç korkmam. Hakkı ne ise onu bilirim ve hakkından başka kendisini hiçbir şeye nâil edemem” dedim. Padişah olmak istediğini imâ etti. Fakat “Yusuf Efendi’ye ne yapacak?” diye sual buyurdu. Ona “Delidir diyor” dedim. “Bana ne diyor?” buyurdular. Bunu da nasıl söyleyebilirdim. Çünki kendisi için “İktidarsızdır, padişah yoktur” diyordu. Binaenaleyh önüme baktım. Şeyhülislâm ile şeriata ait bazı şeyler konuştu.
Ba’de’t-taam Bâbıâlî’ye geldi[m]. Süferâ tam üçte notayı verdiler. Bu esnada Bahriye Nâzın Mahmud Paşa yanımda idi. Başkumandan Vekili İzzet Paşa vaziyet-i askeriye hakkında yazdığı tahriratı müşarileyh ile beraber göndermiş idi.
Tahriratta şöyle diyordu:
Düvel-i müttefika bize karşı 350 ilâ 400 [bin] kişi sevkedebilirler. Biz bunlara karşı 165 bin kişi çıkarabileceğiz (bunlar yalnız silâhen- dâzân.) Müttefiklerin 1800 topuna mukabil 550 topumuz var. Onlar istedikleri mahalde Çatalca veya Bolayır üzerine kuvâ-yı umumîye ile yürüyebilirler. Biz Çatalca veya Bolayır’da cem-i kuvâ için kâfi derecede vesaite malik değiliz. Onlar Anadolu’ya da asker dökebilirler. Bizim İzmir’de ve sahil boyunca mevcut kuvvetlerimiz pek az. İzmir’e berren sevkiyat için de şimendiferimizin kuwe-i nakliyesi gayr-i kâfi. Donanmamız harap ve perişan. Bu mütalâata göre devletçe ittihaz-ı tedâbir edilmeli. Ordunun hâlet-i ruhiyesi melfuf rapordan anlaşılır. Bu rapor bir zâbit tarafindan üç-dört evvelki muharebede bir-iki taburda hâsıl olan panikten (yalnız topçu ateşi üzerine) bahsediyor, efradın bazı zâbitânı darbettiğinden dahi bâhis.
Du esnada süferânın beni de ziyaret etmeye geldiklerini söylediler. Mahmud Paşa ile o sırada beni ziyaret eden biraderi Ahmed Paşa da beni terkettiler. Evvelâ Avusturya [sefiri] ve badehu diğerleri geldiler.
Avusturya Sefiri hemen bugün cevap verilmesini, “Cevapta sulh işinin devletlere tevdi edildiğinden bahsetmeli” dedi. Ruslar’ca Bulgar- larîn sulhü İstanbul’da akdetmeleri arzu olunduğunu söyledi. “Bul- garlar tarafindan İstanbul’un ......... Ruslar’ın izzet-i nefsine dokunur, bilirim” dedim. “Hayır, bu dünya bilir ki Bulgarlarla müttefikleri bu muharebeyi Ruslar sayesinde kazandıklannı bilirler. İstanbul’a girerlerse yine Ruslar’ın sayesinde girerler. Bu hal Ruslar’ın izzet-i nefsine niçin dokunsun?” [dedi]. Vakıa, selâmet-i fikrle düşünülecek olursa
bu söz doğrudur. Fakat acaba Rusya İmparatoru öyle düşünür mû?
Fransa Sefiri bana dargın olduğunu, çünki gazeteler tarafindan aleyhinde vuku bulan neşriyatın tarafımdan iltizâm olunduğunu işittiğini söyledi.
“Vakıa doğrudur fakat öyledir denemez ve bu sebepten öyle olmamalıdır” dedim. “Sizin nota hakkında talimat almadığınızı işittim. Paris ’te Rifat Paşa ’ya yazdım. Hariciye Nâzınnız Mösyö Pichon’ıF6 gördü. ‘Bunda bir yanlışlık olacak, ben Mösyö Bompard’a hayli evvel talimat vermiştim. Şimdi de te’kid ederim’ demiş. Vakıa talimat geldi fakat mutâlebâtın nev’i tekessür etti” dedim. “Bunu yapan biz değiliz Puslardır” dedi. “Ruslar bunu Cuma günü yaptılar. Fakat bir hafta beklettiler. Bunun sebebi ne idi? Neden şâir süferâ ile beraber talimat alıp bize tebliğ etmek istemediniz?” dedim. Bir müddet sükût etti. Sonra “Acaba müşterek notaya size müttefiklerle aynı zamanda vermeksizin faydanıza hizmet eder mi? Benim fikrimce öyle değil. Evvelâ müttefikler cevap vermeli, sonra siz. Bunu hiç düşünmüyorsunuz” dedi.
Mûmâileyhin bu mütalâası kabil-i cerh değildir. Ancak müttefikler cevap vermeyi tehir ettikçe ederler. Bu suretle zaman kazanırlar. Ağır toplarını Çatalca tarafina getirdikten sonra tabii tezyid-i metalib ederler. İstanbul’a girmek, istifadelerini arttırmak isterler. Bu nokta-i nazardan bakılınca devletlerin notayı bize bir an [evvel ] vermeleri bizim için daha faydalıdır. Zira biz hemen cevab-ı muvafakat verecek ve bu suretle Avrupa efkâr-ı umumîyesine ve devletlere karşı olsun hak kazanacak, müttefikleri müşkil mevkie koyacak idik. İnsan büyük bir şey kazanamayacağını görünce küçüğüyle olsun kanaat etmeli ve onu da elden kaçırmamalıdır. Buralannı Bompard’a anlattım, “Herhalde ben size dargınım. Zira bana söylemeli idiniz. Bana niçin söylemediniz?” dedi. “Sizden niçin talimat almadığınızı sormuşlar, ‘Bilmem’ demişsiniz. Bana da öyle diyecek idiniz. Onun [için] Paris’e yazdım. Sebeb-i tehirin orası olduğunu düşündüm” dedim. Nihayet, söz notanın suret-i tahririne intikal etti. “Şerâitin hey’et-i umumîyesi birbirinden gayri kabil-i tefrik olmak üzere kabul ettik demelisiniz Tâ ki müttefikler size yaptıklannı devletlere de yapmasınlar. İşlerine gelen şerâiti kabul edip de diğerlerini reddeylemesinler. Fakat herhalde mes’ele-i sulhu devletlere terkettiğinizi notada zikrediniz” dedi.
Ondan sonra Alman Sefiri geldi. Bununla bir gün evvel zaten görüşmüş idim. Bompard’m notanın suret-i tahriri hakkmdaki mü- talâasım söyledim ve “Bundan heyet-i umumîye -gayr-i kabil-i tefrik- cevabî notamızı talîl etmeyi kasdetmesin” dedim. “Hayır, bu mütalâa vârid değildir. Bompard vakıa notanın itâsını tehir etti. Fakat Midye-İ-
“Fransa’da 1906-1911 arasında, 1913’te ve yine 1917 ile 1920 arasında dışişleri bakanlığı yapan radikal sosyalist politikacı Stephen-Jean-Marie Pichon. Metinde Bişon diye yazılmış.
ncz hattında ahiren icra kılınan tadilâttan dolayı adem-i memnuniyet beyan eyledi” dedi ve notanın bugün itâsını tavsiye etti. “Bugün cevap vermekliğimiz hem dahilde ve hem hariçte sû-i tesirat husule getirir. Pek. sıkıştığımızı gösterir. Müttefikleri şımartır. Yann versek daha iyi olur zannederim” dedim. Muvafık gördü.
İtalyan Sefiri, nota cevabının hemen verilmesini ve şerâit-i sul- hiye “dans leur ensemble” demekle beraber keyfiyeti akd-i sulhün tamamen “complètement” devletlere tevdi edildiğinin zikri münasip olacağım söyledi. “Tâ ki devletler akd-i sulhü deruhte etmeyi kendileri için bir vazife addetsinler” mütalâasım da ilâve eyledi. Çıkarken “Eğer bazı arzulannız olup da onu da devletlere bildirmek isterseniz herhalde onu aynca bir telgrafla süferânıza bildiriniz” dedi. Bundan da İtalya yedinde bulunan Adalar’ı kastetti.
Rus Sefiri, uzun uzadı söze girişti. Midye-İnoz hatt-ı müstakiminin kabulü için beni yine kandırmaya çalıştı ve derhal cevap verilmesi ve cevapta keyfiyeti akd-i sulhün devletlere terk ve tevdi edildiğinin zikri münasip olacağım söyledi. Çatalca müdafaasmdan, ahiren orada icra kılınan harekâttan bahsetti. 16 kıt’adan ziyade büyük topa malik olmadığımızı, bu sebepten Bulgarlar’ın Edirne’den getirecekleri büyük çaplı kesîrü’l-adet toplara mukabele kabil olamayacağım, payitahtın tehlikede kalacağım anlatmak istedi. İstanbul'un Bulgarlar’ın eline geçmesi Rus politikasına mugayir olduğunu imâ etti. Avusturya Sefiri ise bunun tamamen aksini iddia ediyor, “Ruslar Bulgarlar’ın İstanbul’da kalmalannı istemezlerse de akd-i sulhün İstanbul’da icrasını Slavlık için bir şeref addederler” diyor idi. Şoven Ruslar bu fikirde olsa gerektir. Fakat imparator ve tarafdarlan bu fikirde olamazlar, zira İstanbul’a girecek hükümdar hem Rus İmparatoru değil, hem de Slav değildir. Şu halde bu hususta Rusya’da iki cereyan olmak icap ecer. Bulgar generallerinden Dimitriyef ile Mösyö Danefin şu sırada Petersburg’da bulunmalan akd-i sulhü İstanbul’da yaptırmak isteyen Slav cereyanma kapılmalarma ve Rusya Imparatoru’nu aldat- malanna vesile olacağından havfediyordum. Buralanm tabii Rus Sefiri’ne söylemedim. Mösyö Giers, tabiidir imparator politikasım iltizâm edecek. Şu nokta-i nazardan Bulgarlar’ın İstanbul’a girmeleri hususunda gösterdiği telâş doğru olabilir idi. Ama câli olmak da, kendisinin de bâtınen Slav hissiyatına kapılması da kabildir.
Sefirlerden sonra Hariciye Müsteşan Said Bey geldi. Hudud-ı Ira- niye hakkmda yazdığı notayı okudu.
Notamn nihayetinde zikri mukarrer olan kayd-ı ihtiyatiyi gayet zayıf
buldum. Bu defa da bu hu- dud işine notamızda beyan olunan
mütalâata, Zuhab’dayapılmasmı talep ettiğimiz tâvizat dahi nazar-ı
dikkate alınarak İran Hükümeti’n- ce nihayet verilmesini ve bu sene
içinde ona göre tahdîd-i hudud işi bitirilmezse hükümet-i seniyyenin
yine eski vaz’ı muhafaza etmeye
mecbur olacağının zikrini münasip gördüğümden bunu ilâve ettim.
Badehu, Meclis-i Vükelâya gittim. Hariciye Nâzın henüz gelmemiş idi. Gelinceye kadar süferâ ile muhâveremi meclise hikâye ettim ve notaya yann cevap vermek, devletler şerâitini kabul etmek ve keyfi- yet-i sulhü devletlere tevdi eylemek fikrinde olduğumu esbâbiyle izah eyledim. Hariciye Nâzın da geldi. Evvelâ devletlerin notasını okudu. Suret-i umumîyede bildiğimiz şeyler idi. Maamafih burada hülâsasını münasip gördüm:
1- - Hatt-ı müstakim olarak Midye-İnoz hududunun kabulü,
2- Girit hakkında Devlet-i Aliyye’nin kat’-ı alâka etmesinin kabulü,
3- Şâir Cezair-i Bahr-ı Sefîd işinin tesviyesini devletlere tevdi etmek,
4- Devletlerin tazminat-ı harbiye itâsını tavsiye edemeyecekleri fakat tarafeyn-i muhasimîn delegelerinin Paris’te in’ikad edecek Maliye Komisyonu’na kabulleri,
5- Bu esâsât-ı ibtidaiye-i sulh kabul edildiği takdirde terk-i muhasamat.
Devletlerin Düyûn-ı Umumîye’nin tevzii için teşekkül edecek Maliye Komisyonu’nda müttefiklere bazı müsaadat-ı mâliyede bulunulacağı anlaşılmakta idi. Balkan Hükümetleri de zaten bunu daha vâsi mikyasta istihsal etmek istiyorlardı. Fransız gazeteleri şimdiye kadar tazminat aleyhinde iken bugünkü Temps gazetesi galiplerin yeni muvaffakiyetlerine karşı yeni fevâid irâesi lâzım geleceği hakkında bir makale neşrinden müttefiklerin maksadı da bu idi. Tuhaftır ki o Débats Gazetesi, ki hükümet gazetesidir, tazminat-ı harbiye aleyhinde bir makale yazıyor idi.
Cevabî nota, Meclis-i Vükelâ’da çok müzakerata sebebiyet vermedi. Başkumandan Vekili İzzet Paşa’dan Edirne’nin sukutundan sonraki vaziyet-i askeriyemiz hakkında gelen tahriratı bile okutmak istemediler. Fakat mealini zapta geçmek üzere muhtasaran söyledim ve vesaik-i şâire ile beraber hıfzolunmak üzere Maarif Nâzın Şükrü Bey’e verdim. Yalnız, akd-i sulh işinin devletlere tevdii mes’elesi biraz müzakerata sebep oldu. Sefirler bunu şöyle yazmaklığımızı tavsiye ediyorlardı: “La Sublime Porte remet l’affaire de la conclusion de la paix dans les mains des grandes puissances”. Meclis bunu şöyle kabul etti: “...s’en remet en puissances la conclusion de la paix”.57
O gün saat beşte içtima ettiğimiz halde saat altı buçukta müzake-
57 Paşa’nın Lâtin harfleri ile yazdığı cümlelerden ilkinin tercümesi: “Bâbıâli, sulhun akdini Düvel-i Muazzama’ya bırakmıştır". İkinci cümle “...banşın neticesin Düvel-i Muazzama ’ya gü venerek teslim etmiştir" olabilir ama elyazısını yanlış okumam ihtimalini gözönüne alarak ifadenin orijinalini aşağıya naklediyorum:
reyi bitirdik. Fakat meclisi vaktinden evvel dağıtmak istemediğimden bazı mesâlih-i âdiyenin müzakeresiyle de saat sekize kadar iştigal ettik. Meclisten sonra Bahriye Nâzın ile aynca görüştük. Müşarileyh netice-i müzakeratı telefon vasıtasiyle Hadımköyü’ndeki karargâh-ı umumîye bildirdi. Mahmud Paşa, Îfham’ın tatilinden; Zeki Paşa’mn tekaüdünden ve daha bu gibi şeylerden bahsetti. İfham sahibi Ferid Bey’in âllaklığını söyledim, tasdik etti. Zeki Paşa’mn tekaüdlüğü lüzumunu kendisi de muvafık buldu. Bu esnada Cemal Bey dahi geldi. Onunla da Zeki Paşa’mn tekaüdlüğü mevzubahis oldu. Zaten, İzzet Paşa’dan erkân-ı harbiye riyâseti vekâletine kimin tayini münasip olacağını sormuş idim ve Zeki Paşa’mn yann açığa çıkarılması mukarrer idüğünü söyledim.
Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde İzzet Paşa’dan alınan telgrafname- de Zeki Paşa’mn yerine İsmail Kâmi ve Mustafa (Tarsuslu) paşalardan birinin tayini teklif ediliyor idi.
19 Mart (1 Nisan 1913) 329 Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde İzzet Paşa’dan mufassal bir şifre aldım. Büyükçekmece’nin garbinde Çatalca Ordusu’na kabiliyet-i ta- arruziye vermek üzere alman vaziyetin terki hakkında bazı mütalâat- tan ve istizan-ı keyfiyetten ibaret bulunuyor idi. Ruslar’m Bulgarlar’ı İstanbul’a götürmek fikrinde olduklarını istihbar etmiş imiş. Sahih ise, Çatalca hattında umkan tertibat ahzı lâzım olup bilhassa ahiren İkinci ve Üçüncü Kolordular’ın hâlet-i ruhiyesinde görülen alâmat dahi bunu icap ettiriyor imiş. Ancak şimdi ortada birşey yok. Bu mevki terkolunursa kil ü kaale sebebiyet verecek imiş. Esasen bu bâbda Hâdi Paşa müzakere etmiş ve bu mevziin muhafazası cephe müdafaasının zaafiyetini mücib olacağından terk-i lüzumuna karar vermiş idik. Hâdi Paşa’mn İzzet Paşa’ya ikna ettiği anlaşılıyor idi. Vâkıa orada ahiren istihsal olunan muzafferiyetten dolayı mevki-i mezkûrun terki düşmanca su-i te'vil edilemez, yani firar suretiyle telâkki olunmayıp cephe müdafaasının teşdidi maksadından mün- bais olduğuna hükmolunur. Ancak henüz müttefikler müşterek notaya henüz cevap vermemiş olduklarından bunu da bir muvaffakiyet addiyle teşdîd-i mutâlebât etmeleri muhtemel olduğundan notaya cevap vermelerinden sonra buna teşebbüsü münasip gördüm ve o suretle cevap yazdım. Bunlar evrakım meyanındadır.
Reji müdir-i umumîsi beni ziyaretle rejinin temdidinden bahsetti. Hayfa-Der’a hattını 25 sene işletmek için kendilerine müsaade itâsı şartiyle 650 bin liralık bir avans da verebileceğini söyledi.
Hariciye, onbirde cevabî notamızı Avusturya Sefiri Pallaviçini’ye götürüp verdi. Sefir cevabı muvafık bulmuştur.
Meclis-i Vükelâ in’ikad edince süferâdan gelen telgraflan okudum. Umumu ve bilhassa Paris Sefiri akd-i sulhü tavsiye ediyor idi.
Ebniye-i seniyye tamiratı daima mabeyn-i hümâyunca şikâyatı mûcib oluyor idi. Tamirat için muhassas 46 bin liranın sarfi mâliyeye havale edilmiş ve binaenaleyh mâliyeden sarayda bunun için memurîn-i mahsusa ifraz olunup bunlarla saraydakiler arasında münazaat, münakaşat eksik olmadığından bu cihet sarayın ve sarayı ziyaret eden vûkelânm büyük bir meşgalesini teşkil etmiştir. Bu şikâyata mahal bırakmamak, zât-ı şâhâneyi memnun etmek için mebâliğ-i muhassasanın hazine-i hassaca sarfına mezuniyet itâsını münasip görüyor idim. Bu iş iki-üç seneden beri böyle sürüp gidiyordu. Sadarete geçtiğim günden beri zât-ı şâhâne ekseriyet şu ebniye ve tamirat işlerinden şikâyet ediyordu. Bu işi Maliye Nâzın’na havale ettim. Amelî bir çare bulamadı. Kabahati Vedat Bey’e atıyor ve hep müşkilâtı ona atfeyliyordu. Cavid Bey de vaktiyle bu iddiada idi. Bu da maliye erkânının bu iddiada olduğuna delâlet eder. Nihayet, Os- kan Efendiyi bir çare taharrisine memur ettim. Müşarileyh inşaat ve tamirat tahsisatının tahsisat-ı seniyyeye ilâveten naklini ve sarfına hazine-i hassa nâzınnın icra-yı memuriyetini ve sene nihayetinde evrak-ı hesabiyenin divan-ı muhasebatça tedkikini teklif etti. Maliye Nâzın kabul etti. Ertesi gün caydı. Nihayet maktu’ suretiyle tahsisat-ı seniyyeye nakledilmesini kabul etti. İşte bu suretle bu iş de böyle kapandı. Bu bâbda yapılan muvakkat kanun lâyihası kabul edildi.
Meclis-i Vükelâ’da mahâkim-i sulhiye kanununun tedkikine devam olundu. Bu esnada âyandan Seyid Abdülkadir Efendiden bir pusula aldım. Müstacel bir iş için beni görmek istediğini yazıyor idi. Bir gün evvel Şemdinan’dan bir telgrafname almış idim. Seyid Abdülkadir Efendi tarafdarânı tarafından keşide ediliyor idi. Akrabasından Seyid Tâhâ’nın tecavüzünden şikâyet olunuyor ve mukabeleye mecburiyet hâsıl olacağı beyan olunuyor idi. Mûmâileyhin bunun için beni ziyaret ettiğini zannettim. Halbuki kendisi bir-iki hafta benimle veda etmiş ve li-maslahatin Medine'ye gideceğini söylemiş idi. Çıktım, kendisini gördüm. Ahmed Muhtar, Damad Ferid, Şerif............................................................................... Paşalar tarafindan vekâleten geldiğini, cümlesinin Katırcıoğlu Hanı’nda içtima ettiklerini, hepsi birden gelmeyi arzu etmişler ise de câlib-i dikkat olacağı mülâhazasına binâen içlerinden yalnız kendisini gönderdiklerini, gazetelerde dedikodu yapanlar aleyhinde bir beyanname neşredildiğinden bahisle hükümete ez-her-cihet muavenete âmâde olduklannı, isterlerse orduya gideceklerini ve her güne muavenette bulunabileceklerini söyledi. Teşekkür ettim. Lüzumu halinde muavenetlerine şitâb olunacağım söyledim. Gitti.
Keyfiyeti, avdetimde Meclis’e beyan ettim. Havflanndan böyle yaptıklarım iddia edenler oldu. O gün Şûrâ-yı Devlet Reisi Said
Paşa’da artık o kadar âsâr-ı havf görmüyor idim. Hattâ notayı da hilaf-ı me’mûl tasdikan imza etti idi. Anlaşılan, Edirne’nin sukutu artık Edirne’nin terkinden dolayı hâsıl olacak sû-i tesiratın önünü alacağına hükmetmiş idi. Zaten bir gün “Edime sukut etse bizim için iyi olur” demiş idi.
Bir gün evvel Çatalca’da şâyan-ı dikkat birşey olmadı. Yalnız, geriye hareket etmek isteyen bir düşman müfrezesi topçu ateşiyle perişan edilmiş ve bir düşman bataıyası tahrip olunmuş idi.
20 Mart 329 (2 Nisan 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. Badehu saraya gittim ve huzura çıktım. Zât-ı şâhâne Vahideddin Efendi’den, söz dinlememesinden, bütün kış yüksek58 köşkünde oturmasmdan, rahat durmamasından bahsetti ve kendisinden şikâyet eyledi. Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşalardan da bahsetti. Ahmed Muhtar Paşa, Kâmil Paşaca “Çı/it” der imiş. Eğer Kâmil Paşa bîtarafâne hareket edeymiş pek büyük bir adam olurmuş ki bunu ben de tasdik ettim. Ahmed Muhtar Paşa, Kâmil Paşadan iyi imiş. Onun kadar kötüleri iltizâm etmez ve kötülük yapmaz imiş. Lâkin, Ahmed Muhtar Paşa hem hasut ve hem de malûmatsız imiş. Sadrazamlık hiç yapamazmış. Harbiye nâ- zırlığını da belki yirmi sene evvel yapabilsin. Zât-ı şâhâne sulhten de bahsetti, biran evvel akdi arzusunu izhar eyledi. Ebniye-i seniyye mesâlihinin mâliyeden almarak hazine-i hassaya verilmesinden dolayı beyan-ı memnuniyet buyurdular. Hesâbâtın muntazam surette tutulması, israfat ve sirkat yapılmaması pek ziyade mültezem-i şâhâ- neleri olduğundan bahis buyurdular.
0 gün Çatalca’da sükûn ile geçiştirildi, Avusturya baştercümam Para beni ziyaret etti. Satvet Lütfi Bey vak’ası hakkında gazetelerle neşrolunan itizardan dolayı sefir namına beyan-ı teşekkür etti.
Meclis-i Vükelâda yine mahâkim-i sulhiye kanunu tedkik edildi. Şâir âdi işler de çıkanldı. O gün akşamüstü müsteşar yanıma [gelerek] mecliste eski kabine zamamndan mütedahil iş kalmadığmı söyledi.
Hicaz Demiryolu’nun hâzineden olan matlubâtı için yüzde beş faizli hazine tahvilâtı verilmesi kararır oldu. 350+270=620 bin lira matlubu vardı.
0 gün tbnürreşid’in adamı Reşid Paşa beni ziyaret etti. Bir hafta sonra hareket etmesi takarrür etti. Bağdat tarikiyle ve mühendisle beraber Necefe gitmeleri tensîb edildi. Neceften Medine ve Mekke’ye kadar olan -Zübeyde yolunu keşfetmek matlup idi. îbnürreşid bu
53
yüksek kelimesi yüksekdeki
mânâsında ve Vahideddin Efendi’nin Çengelköy tepelerindeki köşkleri
kastedilerek kullanılmış olabilir.
esnada Bağdat’a daha yakın mahallerde olduğundan Bağdat tarikiyle münasip görüyordu.
O gün Meclis-i Vükelâ’da Said Paşa yok idi. Patent kanununa müteallik mesâlihin tarafımdan takibi ile kanun-ı mezkûrun bir gün evvel mevki-i tatbike vaz’ı karargir oldu.
21 Mart 329 (3 Nisan 1913) Perşembe
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Alman Ataşemiliteri Strempel geldi. On buçuk santimetrelik obüslerden de tedarik olunabileceği ihtimalini söyledi. Osman Nizami Paşa’dan aldığım telgraf- namede Kumanya'ya mahsus obüslerden 24 adedinin mâ-cephane mûbayaası ümidinde olduğu iş’ar olunuyor idi. Almankâri 18 obüs dalıa tedariki imkânı varsa da bunların cephanesi yok idi. 24 obüsün mûbayaa ve irsâli lüzumunu yazdım. Cephaneleri tedarik olunursa diğerlerine talip olduğumu bildirdim. Midye-İnoz hatt-ı hududunun kabulünden dolayı bizim kârlı olduğumuzu ihtar etti. Filvaki Midye-Ergene-İnoz hattı kabul olunursa Saray karyesi -Ergene üstünde- Bulgaristan’da kalacak idi. Halbuki hatt-ı müstakim olarak Midye-Inoz hattı kabul olununca karye-i mezkûre bizde kalmaktadır ki İstanbul’un müdafaası emrinde bunun ehemmiyeti derkârdır. Strempel [ile] Almanya’dan celbi mutasavver general hakkında dahi görüştüm. General Bundel (?) -ferik rütbesinde- yahut Miralay Bron- sart von Schellendorfu tavsiye ediyor idi. İkincisi gelirse Fransızca bilmediği için bir mütercime ihtiyaç olacak idi ki bunun için kendini takdim ediyordu.
Bâbıâlî’ye gitmeden Fransız ve Avusturya sefirlerini ziyaret ettim. Fransız Sefiri ile patent kanununun kabulü hakkında müdavele-i efkâr ettim. Avusturya Sefiri, îşkodra bombardımanından ve buna karşı devletler tarafindan icrası mukarrer nümayiş-i bahrînin fayda- sızlığından bahsetti.
Biraz rahatsız idim. Fransız, kendime bakmaklığımı tavsiye ediyordu.
Bâbıâlî’ye geldiğimde Damad ve Maarif nâzır-ı sabıkı Şerif Paşa’dan bir
tezkere aldım ki evrakım meyanında mahfuzdur. Bir gün evvel çıkan
Tercûman-ı Hakikat Gazetesi’nin bir bendini protesto ediyordu. Mezkûr
bendde sabık kabinenin Edirne'yi silâhlariyle vermeye, Bulgarlar’ı
Tekfurdağı’nda ibka etmeye, tazminat-ı harbiye tediye eylemeye karar
vermiş iken yeni kabinenin bu tekâlifi bertaraf ettiği beyan
olunuyormuş. Bu da mugayir-i hakikat olduğundan evvelemirde bana
müracaatı münasip görmüş. Çünki kendileri kabineleri Edirne'yi vermemeye
ve hududu Dedeağaç’tan itibar etmeye karar vermiş imiş. Koca Rumeli’nin
ziyama sebep olduktan sonra hudud
kurbünde bazı mevâkîin itâ veya adem-i itâsı münakaşatiyle iştigal ettiğine taaccüp ettim.
İzzet Paşa’dan aldığım bir telgrafta Büyükçekmece’nin garbındaki mevkii işgal eden kumandanların mevki-i mezkûru terketmek fikrinde olduklan ve binaenaleyh tahkimat yapılacağı beyaniyle oradaki Rumlar’ın ahmâl ve eşkalleriyle beraber geriye alındıklannı ve binaenaleyh vakt-i zamanında mevkiin tahliyesine ibtidar olunmak üzere ahvâl-i siyasiye hakkında her gün malûmat itâsım iş’ar ediyor idi ve sol cenahta 18 Mart’ta taarruzî hareket icra edenlerin -Hurşid Paşa, Enver ve Hafız Hakkı Beyler- bilâhare muvaffakiyetsizliğe düçar ol- duklannı beyan ediyor ve bunları nevâmâ tenkit eyliyor idi. İş’ânnda bir hiss-i rekabet var idi.
Şerif ve izzet Paşalar’ın mektup ve telgraflarım o esnada beni ziyaret eden Hariciye, Dahiliye, Maliye nâzırlanna okudum. Goltz Paşa’nın bir mektubunu almış idim ki sabık kabinenin yaptığı gibi Edirne’nin hemen teslimine karar verilmemesinden ve mukavemete karar itâ edilmesinden dolayı Osmanh ordusunun ve dolayısiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun mânen pek çok kazandığım, zira muhasamata başlamrsa Bulgarlar’ın hemen Dersaadet’i zaptedebilecekleri fikri Avrupa’da hüküm-fermâ iken iki aydan beri Bulgarlar’ın birşeye muvaffak olamamaları, Osmanlılar’ın zannolunduğu gibi henüz hayata malik olduklarına umumî kanaat husule getirdiğini yazıyor idi ki hâziruna bu mektubu da okudum.
Nazırlar çıktıktan sonra Hariciye Müsteşan Said Bey geldi. Patent kanunu hakkında benimle görüştü. Badehu, hukuk müşaviri Abrava Efendi'yi gönderdi. Abrava Efendi’nin ifâdâtından mes’elenin hayli kanşık olduğunu anladım. Maliye, Ticaret nezâretleri ile Şehrema- neti’nden birer memurun Hâriciyeye izâmiyle bu bâbda bazı mesâil hakkında müzakeratta bulunulmasını mezkûr nezâretlerle Şehre- maneti’ne yazdım.
Turhan Paşa’dan gelen bir telgrafnamede Rusya Hariciye Nâzın tazminat-ı harbiye mes’elesinde en ziyade muarız olan bir hükümetin yumuşamaya başladığım söylediği iş’ar olunuyor. Paris Sefiri’nden gelen telgrafnamede ise umûr-ı mâliyenin tazminat-ı harbiye dahi dahil olduğu halde Paris’te teşkil olunacak Maliye Komisyonu’nda müzakere olunacağını îmâ ettiğini ve bundan Fransa’nın müttefikin masârif-i harbiyesine karşılık verilmesi fikrinde olduğunun ihsas edildiği yazılıyor idi. Buna imkân olmadığından şu nokta-i nazara karşı şöyle müdafaada bulunmasım Paris Sefiri’ne yazdım. Devlet-i Aliyye giriftar olduğu birçok masârif-i harbiye üzerine tazminat tediyesine mecbur edilirse iflâs edeceğini, bunun ise Avrupa menâfiine muvafık olmadığım bildirdim.
Meclis-i Vükelâ’da mesâlih-i hariciye müzakere edildi. Sabık kabi-
neden kalma mütedahil işlerin arkası ancak bugün alınabildi.
Vilâyatta bilâvasıta tekâlif-i umumiyeye ilâveten îdare-i Vilâyat Kanunu mucibince tahsil olunabilecek küsuratın âzami olarak yüzde on raddesine kadar tarhı hakkında bir madde-i muvakkate-i kanuniye kabul edildi.
El Müeyyed ve El Mukattam Gazeteleri’nde Kâmil Paşa ile neşrolunan mülâkatlar tercüme edilmiş olduğundan bunlan mütalâa ettim. Müşarileyh birçok esassız şeylerden de bahsediyordu. Meselâ kendi zamanında mücerred mahdumunun ashâb-ı imtiyazdan para koparmasını teshîlen her bir muamele-i kanuniyesi hitam bulmuş bazı maâdin vesaire imtiyazatının itâ olunmayarak tevkif olunmuş bulunması üzerine sadarete geçmek akabinde otuz-kırka karib olan bu imtiyazlann hemen ikmali muamelesini emretmiş olduğumdan bu imtiyazlan Meclis-i Umumî’nin müctemi’ olmadığı bir zamanda mu- gayir-i kanun olarak füruht etmiş olduğumuzu iddia ediyor idi. Kahvehanelerde bundan ziyade mânâsız söz söylenmez. Bu gibi türrehâta karşı aynca bir reddiye yazacağımdan bunlardan burada dür ü dırâz bahse hâcet görmedim.
22 Mart 329 (4 Nisan 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. Selâmlıktan sonra cami-i şerifte huzura çıktım. Edirne kumandam Şükrü Paşa’nın konağına yaver gönderdiğini ve ihsanda bulunduğunu ve giden yaverle Binbaşı Esad Bey’in Dersaadet’e celbini rica ettiklerini zât-ı şâhâne emir buyurdular. Bu Esad Bey, Şükrü Paşa’nın kayınbiraderidir. Tasfiyede kaymakamlıktan kolağası rütbesine tenezzül etmiş, badehu binbaşı olmuş idi. Gayrimemnunlardandır. Şükrü Paşa’nın damadı da, biraderi Nafiz Bey’in Bâbıâlî vak’asında katledildiğini ve katilin derdest olunmadığım ileri sürerek firar etmiş idi. Viyana Sefiri Hüseyin Hilmi Paşa mûmâileyhe mezuniyet itâsını rica ediyor idi. Halbuki kanunen tardolur. Bu haller, Şükrü Paşa muhitinin şeklini irâeye kâfidir.
O gün Üsküdar’da haneme gittim. Bir banyo aldım. Akabinde, Şerif Cafer Paşa geldi. İbnürreşid’e yazılacak tahrirat hakkında kendisiyle görüştüm. Son notaya yazılacak cevap hakkında Dahiliye Nâzın Hacı Adil, Adliye Nâzın İbrahim ve Maarif Nâzın Şükrü Bey’in îttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumîsi’ne azimetle evâmir telâkki etmek istediklerini ve benim bilâ kayd ü şart muvafakat cevabı vermek istemekliğim hususunda itirazatta bulunduklannı ve fakat Talât Bey’in buna itiraz ile bana mutabaat etmelerinin zarurî olduğuna dair beyanatta bulunduğunu ve kendilerinden başka bir çare olup olmadığı sual olunup olmadığı cevabım verdiklerini müşarileyhten öğrendim. Çünki, kendisi merkez-i umumî âzâsındandır. Bu hal bi-
zim arkadaşların hâlet-i ruhiyesini gösterir. Vazifelerini ifâ hususunda hâlâ merkez-i umumîden emir almak itiyadım terketmediklerini gösterir ki şâyan-ı teessüftür.
O esnada Berlin’den gelen telgrafnamede Almanya Harbiye Nezâreti 18 kıt’a 10,5 santimetrelik obüs ile bunlar için 18 bin atım cephane bulunduğu, obüslerin otuz bin ve atımların ellişer mark kıymetinde olduğu yazıhyordu. Bunlann kıymeti olan 1 milyon 440 bin markı çarşamba günü göndereceğim beyaniyle hemen mübayaalan- m Berlin’e yazdım. Sah günü Fenerler İdaresi’nden 500 bin lira istikraz akd-i mukarrerdi ki bundan tediye edebilecektim.
Akşam, Mahkeme-i Temyiz âzâsından Abdullah Bey geldi. Mûmâi- leyhin ifadesine nazaran Londra’da bulunan sadr-ı esbak Hakkı Paşa’dan Talât Bey’e gelen bir mektupta âhiren hükümet-i seniyye siyasetinin salim bir mecraya dahil olduğuna, eski tereddütlerden eser olmadığına dair Londra mahafilinde kanaat hâsıl olmaya başladığı ve binaenaleyh kabinenin işinde serbest bırakılarak tebeddülünü mûcib muamelât ve harekâttan içtinap edilmesi lâzım geleceği iş’ar olunuyormuş. Mektubu Evkaf Nâzır-ı esbakı Hayri Bey okumuş imiş. Rivayet de Hayri Bey’den. Bunun doğru olduğuna derhal hükmettim. Çünki, Halckı Paşa’ya yazdığım bir mektupta Kıbns muahedesini canlandırmak, İngilizlerle behemehal uyuşmak hususunda sâlik olduğum meslek-i siyasînin takibine imkân göremeyince istifa edeceğimi yazmış idim. Kendisi bu kere tamamen fikrimde olduğu için bu mesleği idâme için bazı vesayada bulunduğu derkârdır.
Çürüksulu Ahmed Paşa da akşam geldi. O da Talât Beyle beraber Lütfi Fikri Beyi gördüklerini ve kendisiyle uzlaşmak için görüştüklerini söyledi. Lütfi Fikri Bey, benim Bağdat’taki memuriyetinden itibaren Kazım Paşa ile rekabette bulunduğum ve badehu Bâbıâlî vak’asının Kazım Paşa’nm katli vukuu ile benim sadarete geçtiğim malûm iken sadaretimin devamından enzar-ı nâsta hayır beklenemeyeceği ve bu halin birçok itirazat ve münakaşata sebebiyet vereceğini söylemiş imiş ve Talât Beyle kendi tarafından mümâileyhe bu bâbda lâzım geldiği veçhile mukabelede bulunmuşlar imiş. O gün Cuma selâmlığında gördüğüm Bahriye Müsteşan Rüstem Paşa da trende Lütfi Fikri Bey’e rastgeldiğini ve firak-ı muhtelife rüesasından mürekkep bir kabine teşkili lüzumundan bahsedildiğini söylemiş idi. Lütfi Fikri Beyin maksadı kabineye girmektir. Kendisiyle çalışamayacağıma hükmettiği için olmalıdır ki benim sadaretten tebâüdümü arzu ediyor. O gün İkdam’da Ali Kemal Bey de ahvâl-i hâzıra hakkında neşrettiği bir makalede bize adam yetiştirilmesi lüzumundan ve karîben Meclis-i Mebûsân’m kemal-i serbesti ile cemiyle gerek âyan ve gerek mebüsân içinde kendilerini gösterecek zevâtm istih- damiyle yetiştirilmelerinden ve bunlann terakkilerine hiçbir suretle
mümanaat edilmemesi icap edeceğinden bahsediyordu. Bu gençler umumen nâzır olmak fikrinde. Kendileri nazır olmazlarsa her şeyin fena gideceği zehâbında. Hep ihtirasât. Başka birşey yok. Devlet batıyor, onlar hâlâ başka birşey düşünemiyorlar. Bu da münhasıran kuvvetli bir hükümetin fıkdanından ileri geliyor.
23 Mart 329 (5 Nisan 1913) Cumartesi:
O gün sabah sekizde karşıya geçip evvelâ Harbiye Nezâreti’ne geldim. Mesâlih-i cariye ile meşgul oldum. Alman ataşemiliteri geldi. Obüsler hakkında görüştük. İzzet Paşa, Almanya kaymakamlarından kontratım tecdit etmek fikrinde olduğunu halbuki .................................................... in
münasebetsizliği hasebiyle kontratosunun tecdidi tarafına gidilemeyeceğinin evvelce sefir tarafından Berlin’e yazıldığını söyledi. “İcabına bakarım” dedim.
Ondan sonra, Avusturya baştercümam Mösyö Para geldi. İşkod- raya yazdığım şifreli telgrafnamenin Karadağ Hükümeti’nce İşkod- raya tebliğine müsaade edilmediği ve açık bir emir istenildiğini beyan etti. Çetine Almanya Sefiri vasıtasiyle mahalline tevdi edilmek üzere “İşkodra’daki gayr-i muhariplerin haric-i şehre çıkarılması Londra Si- ferâ Konferansı mukarreratından olduğu cihetle Karadağ kumanda- niyle çıkanlmalan” hakkında bir emir yazdım. Bunu telgrafla Çetine Sefiri’ne tebliğ ettiğim gibi posta ile de mûmâileyh tarafına irsâl ettim. Bu da lâzime-i ihtiyattan idi ki, Para’nın tertibidir.
Rusya Sefiri’nin görmek istediğini söylediler. “Bâbıâlî’ye gelsin’ dedim ve oraya gittim. Onbirde geldi. “Mevki-i icraya vaz’ı zamamna kadar mahrem tutulmak icap eden bir mes’eleden bahsedeceğim. OsmanlI sadrazamı bunu mahrem tutacağına dair bana elbet söz verir” dedi. Cevab-ı tasdik verdim.
“Sofya’daki Rusya Sefiri’nden bir telgraf aldım, bunu size okuyayım” dedi, okudu. Bulgaristan bizimle gayriresmî surette mütareke yapmak istiyor. Çatalca, Marmara sevâhilinde ve Bolayır’da terk-i muhasamat olunacak ve bir mıntaka-i bîtarafi teşkil olunacaktır. Ancak, Arnavutluk’ta muhasamat devam edeceği cihetle burası mek- tum tutulacak. Savofa bizim kumandanlar ile bu bâbda icra-yı mü- zakerat için emir verilmiş imiş. Benim de İzzet Paşaya emir vermekliğimi rica ediyordu. “Peki” dedim. “Fakat böyle birşey nihayete kadar mektum kalamaz. Onu da evvelce söylemelidir” dedim. “Evet, öyledir. Burasını da İzzet Paşa Savofa söylesin” dedi.
İnfikâki akabinde İzzet Paşaya keyfiyeti mahremâne surette bildirdim. Müşarileyhten gelen cevapta Savof ile mev’id-i mülâkat tayini için birkaç kere muhaberata mecburiyet hâsıl olup bu halde işin duyulacağı derkâr olduğundan mev’id-i mezkûrun tayini için Rus Sefiri
vasıtasiyle doğrudan doğruya Sofya ile muhabere edilmesini münasip görüyordu. Buna imkân olmadığını ve bir partner vasıtasiyle te- min-i muhaberenin mecburi olduğunu cevaben yazdım. Telgrafımı almazdan evvel İzzet Paşa’dan gelen bir telgrafnamede sol cenahta ve Büyükçekmece’nin garbinde bulunan mevziin müttefikler tarafindan Pazar gününe kadar devletlere cevap verilmemesi halinde Pazartesi gecesi terkiyle orada kalan nizamiye firkalannın dahi geriye alınacağı iş’ar olunuyor idi. Rusya Sefiri’nin müracaatı üzerine artık buna cevap vermeye hâcet görmedim.
Meclis-i Vükelâ’nın inikadından evvel Dahiliye ve Hariciye nâzır- lan yanıma geldiler. Kendilerine keyfiyeti mahremâne söyledim. Dahiliye Nâzın Beyrut’ta teşekkül eden cemiyet-i ıslahiyenin teşekkülü kanunî olmadığından, ıslahat için vali vasıtasiyle gönderdiği programı reddedeceğini ve cemiyeti kanunî olmamaktan [dolayı] ictimadan meneyleyeceğini söyledi. Hakkı var idi. Bizzarure muvafakat edildi.
Tevfik Paşa’dan gelen bir telgrafnamede ............ cihette statükonun muhafazası İngiltere’ce matlup olduğu ve orada îkadına teşebbüs edilen fenerden mâadâsının tertip edilmemesi tavsiye olunuyor. O yolda Dahiliye ve Bahriye nezâretlerine tezkereler yazdım.
O günkü Meclis-i Vükelâ"ya dahi Said Paşa (Şûrâ-yı Devlet Reisi) gelmemiş ve gelemeyeceğini bâ-telgraf bildirmiş. Kotarun cevabı verildiği günden beri müşarileyhin Meclis-i Vükelâya gelmemesi na- zar-ı dikkatimi celbetti. Bu cevap üzerine ahali Kâmil Paşa hakkında yapıldığı gibi Bâbıâlîyi basar zehâbında idi. Onun için gelmiyor idi. Yanımdakilere söyledim. Mütalâamı doğru buldular.
0 gün Meclis-i Vükelâ’da Şehremaneti bütçesi tedkik olundu. Dahiliye Nâzın’nın riyâsetinde bu maksatla tarafımdan teşkil kılman komisyon vazifesini ikmal etmiş, mazbatasını vermiş idi. Bu mazbata tedkik edildi. Bulunan varidat ile emanetin açığı hemen kapanıyor idi. Bunu kabul ettik. Haliç vapurlan hakkmda şirketle tanzim kılınan mukavele dahi meclisçe tasdik edildi. Bu sayede dahi Şehrema- neti’ne senevi akall dört bin lira temin ediliyor idi.
Cebel-i Lübnan’ın kadastrosu için otuz bin lira tahsisi talep olunuyor. Vükelâ bunu reddetti. Bursa Valiliği’ne tayin olunan Bekir Sami Bey dahi o gün yanıma gelmiş idi. İdare-i Vilâyat Kanunu’ndan bahsettik. “Kâfi derecede valilere salâhiyet veriyor. Bundan böyle çalışmayan valileri hükümet hiç durmaksızın azletmelidir” dedi. Anadolu’da yapılacak kışlalar masârif-i inşaiyesinin nısfını ahaliye taahhüd ettireceğini vaad etti.
Petersburg Sefareti’nden gelen bir telgrafnamede Turhan Paşa, Mösyö
Sazanof ile görüştüğünü, mûmâileyh tazminat işinde birşey yapmaya muktedir olmadığına ve Adalar mes’elesinin hallinde müş- kilâta tesadüf olunacağına ve Adalar Yunan’a verilmese dahi her bi-
rinin bir Girit teşkil edeceğine ve oradan Yunanlılar T çıkarmak gayr-i mümkün idüğüne dair beyanatta bulunduğunu yazıyor idi.
Roma Sefiri Nâbi Bey’e çektiğim bir telgrafnamede Adalar! yedinde vedia olarak muhafaza eden İtalya Hükümeti’nden Adalar mes’elesi- nin hallinde büyük hizmet intizarında bulunduğumuzu ve mezkûr Adalar in elinde bulunmasından dolayı hall-i mes’elede İtalya’nın pek büyük bir nüfuza malik olduğunu yazdım.
Başkumandan Vekili İzzet Paşa’dan gelen bir telgrafnamede Bulgarlarla terk-i muhasamata mektumiyetine çalıştığını fakat reviş-i ahvâlden bir harb-i umumî arifesinde bulunduğumuzun anlatıldığını ve bu halde İngiltere bitaraf kalır veya ittifak-ı müsellesle birleşir ise bizim ittifak-ı müselles ile ittifak etmekliğimizin münasip olacağını ve o halde Almanya’dan gelecek 54 obüs ile Çatalca’daki vaziyetimizi tahkim ile Bulgar Ordusu’nu uğraştırabileceğimizi yazıyor idi.
Rusya’nın şu sırada bir harb-i umumîyi mûcib teşebbüsat-ı cid- diyede bulunamayacağı fikrinde olduğumu ve maamafih iş’aratının nazar-ı dikkate alındığını yazdım. Fikrimce bir harb-i umumî zuhuru halinde evvelce bitaraf durmaya çalışmak ve ahvâlin inkişafına ve icabatına göre muahharen bir hatt-ı hareket tayin eylemek bizim için en münasip görünüyor idi. Fakat bitaraf kalmak mümkün olabilecek midir? tş burada? Bu mümkün olmayacağına göre başka tedbirler ittihazı icap ediyor idi.
24 Mart 329 (6 Nisan 1913) Pazar:
Sabah, İrad-ı Gayrimenkul Kanunu hakkında sefaretlerden gelen cevabı ve bizim hukuk müşavirlerinin bu bâbdaki mütalâatını tedkik ettim. Bu işe suret-i ciddiyede teşebbüs etmek icap ediyordu. Zira bir milyon liraya karib bir irad temin eyliyor idi. Sefarat bunun mevki-i tatbike vazî için bazı mutâlebatta dahi bulunuyorlar idi. Bunlan da ayn ayn tedkik eylemek lâzım idi. Sefaratın mutâlebâtı evvelemirde Meclis-i Vükelâ’da tedkik olunmak en münasip idi. Binaenaleyh on- beş nüsha tab’ettirilerek vükelâya tevzi edildi.
Harbiye Nezâreti’nde bütçe işiyle de biraz meşgul oldum. Abdülha- mid Paşa ile Necip Asgar lâyihası hakkında müzakere ettim. Mûmâi- leyh vaktiyle emlâk-i seniyye idaresinde bulunmuş olduğundan Necip Asgar lâyihası hakkında beyan-ı mütalâa etmeye salâhiyettar olmak icap ederdi. Lâyiha-i mezkûreye ve bizzat Necip Asgar’a husumet ibraz ediyordu. Vilâyatın mütalâası sorulmak münasip olacağı reyinde bulundu. Vilâyatın işi yapmak istemeyeceklerini, müşkilât irâe eyleyeceklerini söyledim.
Bana dedi ki:
- Paşa hazretleri, birkaç sene maiyetinizde bulunuyoruz. Sizin
için
malûmatlıdır, değildir; vasat derecededir, şöyle böyledir, diyenleri işittik ve gördük. Fakat mürtekiptir diyen olmadı. Bu lâyihayı kabul ederseniz korkanm ki size bunu da diyeceklerdir. Kabul etmezden evvel iyi düşünmelisiniz.
Abdûlhamid Paşa’nm bu sözü doğru idi. Lâkin hem umrâna ve vâridat-ı devleti tezyide hizmet, hem muhacirin iskânına medarı bulunmak ve hem de donanma tedariki için beş milyon lira tedarikine imkân vermek cihetleriyle lâyiha-i mezburenin kabul ettirilmesi için pek büyük bir arzu ve emel taşıyor idim. Bu arzu ve emelimi mev- ki-i tatbike koyduğum halde bana mürtekip demelerine de katlanacak idim. Bilâhare bundan da bir irtikâpta bulunmadığınım tezahür edeceğine emin idim. Lâkin, Necip Asgar grubunun iktidar-ı malîsi hakkında âhiren hâsıl olan şübühât beni müteellim etmekte idi. Bu lâyihadan adeta kat’-ı ümmîd etmeye başladım.
Bâbıâlî’ye geldiğimde hazine-i hassadan bir mühendis geldi. Anadolu Şimendifer Kumpanyası tarafından istimlâkine karar verilen Haydarpaşa çayırlarının haritasını getirmiş idi. Tetkikatta bulundum. Çayırdan bir kısm-ı mühimminin yine hazine-i hassanın tasarrufunda kalacağım Nafıa Nâzın’nın getirdiği harita ile mukayeseden anladım.
Badehu, Hicaz valî-i sabıkı Zihni Paşa ve Basra valî-i lâhiki Alâed- din Beylerin ziyaretlerini kabul ettim. Zihni Paşa Emir-i Mekke’nin yolsuzluğundan, Asir’de teksîr-i nüfuza sâi olduğundan, bir gün evvel kaldırılması lüzumundan bahsetti. Hicaz kumandam Münir Paşa’nm Emîr’e adeta uşaklık ettiğinden dem vurdu. Basra Valisi ile İngiltere’ye karşı itilâfkârane hareketin lüzumundan bahsettim. İngiltere ile itilâf ettikten sonra Seyid Talib ve Mübarekü’s-sabah gibi kesânm hiçbir ehemmiyeti kalmayacağım söyledim. Vali sözünü [ ] bir adam idi. Cezayir süddesinin inşasmı suret-i mahsusada kendisine tenbih ettim.
Ticaret Nâzın Celâl Bey bir telâş ile gelerek muteber bir Ingiliz’in Basra ve Bağdat petrolleri imtiyazının kendilerine itâsı mukabilinde bize Brezilya’dan iki zırhlı mübayaa edeceğini bildirdi. Bunun bir serseriden ibaret olduğunu ve şimdiye kadar bunun gibi birçok serserilerin bizi aldattıklarım kendisine tefhim eyledim.
Meclis-i Vükelâ’ in’ikad etti. O gün Şürâ-yı Devlet Reisi Said Paşa da meclise geldi. Nota vereli beş gün olmuş idi. Bâbıâlî’ye hücum korkusu artık kalmamış idi. Bunun için müşarileyh meclise gelmeye cesaret etmiştir.
Mecliste Cebel-i Lübnan bütçesi tedkik edildi. 26 bin lira açığı olup kapatılmasını hükümete tahmil etmek istiyorlardı. Tetkikatın ikmali için Maliye Nezâreti’ne havale edildi.
Maarif Nâzın Şükrü Bey, Mekke ve Medine’de leylî ve neharî ida-
diyeler açmak istiyordu. Arnavutluk’taki bu kabil mektepleri tahiniyle nakletmek istiyordu. Şiddetle muhalefette bulundum. Yüzde on faizle para istikraz edip mücerred memur yetiştirmek ve devletin masârifini arttırmak için mektep küşâdına tahsis eylemenin fayda- sızlığını kendisine anlattım. Evkaf Nâzın, Taifte bir medrese-i Islâ- miye küşad edileceğini ve bunun için senevi on bin liranın tahsis edildiğini söyledi. Bu güzel bir fikir idi. Bu medresenin küşadiyle tedrisat-ı tslâmiye için bir esas vaz’ edileceğini ve bu hususta her güne muavenette bulunacağımı söyledim. Şürâ-yı Devlet Reisi orada bir mekteb-i harbiye küşadını teklif etti. Ulûm-ı şer’iye ve fünun-ı mütedavile tedrisi için ibtidaî ve tâli sınıflarını hâvi olmak üzere Taifte tesis olunacak medrese-i îslâmiye’nin İslâmiyet’e ve Osmaniyet’e mekteb-i harbiyeden ziyade hizmet edebileceğini anlattım.
Meclisten sonra Evkaf Nâzır Vekili İbrahim Bey yanıma gelerek medrese-i Islâmiye için Mısır’dan ve Hindistan’dan 200 bin liralık bir meblâğm taht-ı temine alınmış olduğunu haber verdi. Bu teşebbüsün Ingiltere üzerinde büyük bir tesir icra edeceğini ve bunun gazeteler ağzına zinhar düşürülmemesini ehemmiyetle tenbih eyledim.
Gece, İbnürreşid’e gönderilecek mühendis ile Bâbıâlî tamiratı baklanda müsteşar-ı sadaret Âdil Beyle müzakeratta bulundum. Hicaz Demiryolu’ndan bahisle Emîr-i Mekke aleyhinde idare-i lisan etti ve Haydar Bey’in emârete geçirilmesini teklif eyledi. Müşarileyh ise Âdil Bey’e emniyet edilmemesini, zira Emîr-i Mekke ile muhaberat-ı hu- susîyesi mevcut olduğunu bana söylemiş idi. Fikrim, Haydar Bey’in vakt-i münasipte emârete geçirilmesi lehinde olmakla beraber bunun caiz olmadığım Âdil Bey’e söyledim.
Âdil Bey, Necef-Medine veya Mekke şimendiferi aleyhinde bulundu. İbnürreşid ile cereyan etmekte olan münakalât-ı ticariye hakkında Bağdat’tan gelen telgrafname kendisine bu hat hakkında ümitsizlik vermiş ve Mekke-Medine arasında müstakim bir istikamette inşası evvelce tasavvur olunan demiryolunun inşası hevesini tekrar uyandırmış idi. Necef-Medine hattının inşası halinde her sene Bağdat’a gelen ve 100-150 bin kişi raddesinde bulunan züvvardan bir kısm-ı mühimminin Medine-i Münevvere’ye de geleceğini ve bu suretle hattm belâgan mâ-belâg temin-i hâsılat eyledikten mâadâ Necef kıt’asının dahi devlete irtibatım temin eyleyeceğini izah eyledim.
Gece, Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde mekteb-i harbiyeye memur edilen Binbaşı Kara Vâsıf ile Boşnak Mümtaz Bey’in ziyaretini kabul ettim. Mekteb-i Harbiye’nin ıslahı hakkında bir lâyiha verdiler. Okudum, iyi buldum. Ulûm ve fûnun tahsilini idadide itmâm ediyor, badehu efendileri alaylara veriyor ve ondan sonra bir sene Mekteb-i Harbiye tedris ettirip olarak yine alaylara veriyor idi ki fikrime muvafık idi. Mevcut üç sınıf şakirdamm istisna eyliyor idi ki, bu da
doğrudur. Mirliva Ziya Paşa’nın riyâsetinde bir komisyon teşkili ile tedkik-i keyfiyet olunmasını Terbiye ve Tedrisat-ı Askeriye Müfettişli- ği’ne havale ettim. Tevfik Paşa aleyhinde bulundular. Bu memuriyetin ehli olmadığını söylediler. Bu da doğru idi.
İzzet Paşa’dan gelen mahrem bir kâğıdı kâtip getirdi. Yeni ordu teşkilâtma dair idi. Anadolu merâkiz-i askeriyesinin tayinini -oralarda hemen kışlalar inşaatına başlanmak üzere- kendisinden talep etmiş idim. Rumeli’deki üç kolordu ile iki müstakil firkayı ve Trab- lusgarp Fırkası’m lâğvediyor idi. Dört kolordu ile iktifa eyliyordu ki, bervech-i âti taksim olunmuş idi:
Dersaadet |
Çanakkale |
İzmir |
Ankara |
1 |
2 |
3 |
4 |
FIRKALAR |
FIRKALAR |
FIRKALAR |
FIRKALAR |
1 /Dersaadet 21 |
1 Tekfurdağı |
1 İzmir |
1 Ankara |
2 Gelibolu |
2 Aydın |
2 Eskişehir |
|
3 Çorlu |
3 Balıkesir |
3 Konya |
3 Kastamonu |
Her kolordu kemafissabık üç fırkadan teşekkül ediyordu. Üçüncü Müfettişlik Dairesi için şimdilik Rusya’nın nazar-ı dikkatini celbet- memek üzere Sivas ile Diyarbakır’da birer fırka teşkilini teklif eyliyordu.
Redif teşkilâtını alâ-halihî ibka ederek hizmet-i askeriyeyi iki seneye tenzil eyliyordu. Jandarmanın ıslah ve teksiriyle hidemat-ı dâhiliyenin artık kâmilen jandarmaya havalesini münasip görüyor idi. Teşkilâtı iyi buldum. Redif teşkilâtının alâ-hâlihî ibkası ve hizmet-i askeriyenin şimdiden iki seneye tenzih beni biraz düşündürdü.
Lâyiha, vakt-i sulhte taburlarm iki bölük üzerine ve bölüklerin ikişer takımdan -Bulgaristan’da olduğu gibi- teşkilini ve senede üç mâh külli mikdarda efrad celbiyle talim ettirilmelerini ve o halde taburla- nn altışaryüz kişiden terkibini teklif eyliyor idi.
25 Mart 329 (7 Nisan 1913) Pazartesi:
Sabah, Daire-i Harbiye’de İzzet Paşa’dan alınan telgrafhamede Rusya Sefiri’nin tebligatına göre Bulgaristan terk-i muhasamat arzusunda olduğundan bu bâbda mülâkat icrası için tayin-i mahal olunması hakkında yazdığı mektubun Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Refet vasıtasiyle Çorlu pişgâhında bir Bulgar mülâzımına tevdi edildiği iş’ar olunuyor idi.
Dairede bazı mesâlih-i cariyenin tesviyesinden sonra Tophaneye uğrayarak ve küçük çapa tahvil olunan Martini Hanri tüfeklerinin mikdar-ı imalâtım (günde 250 tüfek) gözden geçirerek onbirde sa-
ray-ı hümâyuna vasıl oldum. Badettaam huzura çıktım.
Meclis-i Mebüsân Riyâseti’ne mahsus Nişantaşı’ndaki konağa bilâ müsaade-i seniyye kendi kendine duhûl eden ve taamsız bırakıldığı halde bile çıkmak istemeyen Şehzade Nureddin Efendi validesinin hareket-i nâsezası taraf-ı şâhâneden tezkâr buyrularak kadının şu halinden dolayı beyan-ı teessüf buyuruldu.
Bâbıâlîye avdetimde bu işi İstanbul Muhafızı Cemal Bey’e havale ettim. Zât-ı şâhâne Haydarpaşa’da Şimendifer Kumpanyası tarafindan 40 bin liraya mübayaa olunacak arsadan da bahis buyurdular. Hazine-i hassada yine arsa esmânı olarak 16 bin liranm daha mevcut olduğunu haber almış idim. Bu paralarla yalnız Hereke Çuha Fabrikası’nm ıslahı değil bir bez fabrikası dahi tesis olunabileceğini arzettim. Memnun oldular. “Bunlar sizin nezâretiniz tahtında yapılsın” buyurdular.
Sultan Murad’m ailesi, Sultan Murad’m maaşat-ı müterakimesi olup hâkan-ı sabık tarafindan ahzedilmiş olan sekizyüz bin liralık bir dâvadan bahseden Tasvir-i Efkâr nüshası Mecid Efendi Hazretleri tarafindan zât-ı şâhâneye takdim olunarak bu gazetenin “Böyle bir zaman-ı müzayakada millet bunu hanedan-ı saltanat mensubinirıden beklemez” demesi hakkında şikâyet edilmiş olduğundan mezkûr gazetenin bu nüshası bana irâe buyruldu ve işin tesviyesi bana havale olundu. Gazeteye diyecek birşey olamazdı. Bir vak’a-i sahihayı hikâye ediyor idi. Tabii, umum hanedanı kastetmeyip davayı yapanlar bunda kastedilmiştir. Gazeteyi aldım “İcabına bakarım” dedim.
O gün taraf-ı şâhâneden Seryaver Salih Paşa’nın Çatalca^ izâ- miyle selâm-ı şâhânenin orduya tebliği arzu buyrulduğundan Salih Paşaca tevdi-i keyfiyet edildi.
Bâbıâlî’de Evkaf nâzır-ı sabıkı Hayri Bey beni ziyaret etti. Arazi mes’elesinin halk için vilâyat-ı şarkiyeye azimet etmeye muvafakat etmiş ise de ba’de-s-sulh gitmeyi münasip görüyordu. O vakit o havaliye otuz taburdan ziyade nizamiye askeri iade olunacağından ol vakit gitmesini ben de tensîb ettim.
Atina’ya gönderilen Baron von Niska avdet etmiş idi. Beni gördü. Venizelos vesair Yunan ricâli ile görüşmüş ve cümlesi ba’de-s-sulh Devlet-i Aliyye ile ittifaka hâhişker bulmuştur. Hattâ, Mösyö Ralli tarafindan bana selâm dahi getirmiştir. Venizelos ise ba’de-s-sulh Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağ, Romanya ve hattâ Türkiye’nin bir hey’et-i ittifakiye teşkil edeceklerinden emin imiş. Maamafih ba’de-s- sulh mûmâileyhin memuriyetinde kalmayarak Theotokis tarafindan istihlâf olunması mukarrer imiş. Oradaki ricâl-i siyasiye ile mülâkatı hakkında yazdığı raporu iki gün sonra bana göndermeyi von Niska vaad etti. Bunu yapmaya mecbur idi, zira azimetinde kendisine yüz lira vermiş idim.
Bugün yevm-i kabul-i süferâ olduğundan cümlesinin ziyaretini kabul ettim.
Avusturya Sefiri: Balkanlıların Avrupa notasını adeta reddettiklerini beyan ile hiddet ediyordu. Bizim siyaseten galebe ettiğimiz itikadında idi. İtalyanlarla iyi geçinerek bunlan kazanmaklığımızı tavsiye etti. İtalya Sefiri bazı işlerinin tesviye olunmamakta olduğundan şikâyet ediyormuş. “Sizin bir şikâyetiniz var mı?” dedim. “Yok” dedi. ‘Alman Sefiri’nin de var mı?”, “Yok” dedi. “O halde İtalya Sefiri’nin mahiyet-i şikâyeti anlaşılabilir” dedim, teslim etti.
Alman Sefiri: Şimdi İngiltere’nin işi tesviye etmeye mecbur olduğunu ve bu işte İngiltere’ye muavenet caiz olmadığım söyledi. Suriye’de bazı alâim-i gayr-i müsaide hissolunduğu İngiltere Bahr-ı Sefid Kumandam tarafından beyan olunması üzerine Almanya’nın Suriye sevâhiline üç sefîne-i harbiye irsâl ettiğini söyledi. İngiliz ve Fransız- lar o havaliye sefain-i harbiye irsâl etmiş olduklarından Almanya’nın da onlara ittiba ettiği derkâr idi. Alman Sefiri bunu ihfâ etmek istedi zannederim. İmparatorun tahkimat için bize bir zâbit göndereceğini söyledi.
İngiltere Sefiri: Bugün pek beşûş idi. Müttefikleri şiddetle muâhe- ze ediyordu. İngiltere’nin Balkanlılar aleyhinde kıyam etmesi ve bize lisanen olsun muavenette bulunması İngiliz Sefiri’nin esbâb-ı memnuniyetini teşkil eyliyordu.
Fransa Sefiri: Tazminat mes’elesinde ne Düyûn-ı Umumîye’nin ne de düvel-i muazzamanın bizim kadar alâkadar olmadığı fikrini ileri sürdü. Bundan maksadı bunu red hususunda bizi teşci’ idi. Son günlerde Rumlar’ın tazyiki üzerine tazminat mes’elesinde Fransa’ca hissolunan gevşekliği bizim tarafımızdan gösterilecek şiddet ile tekabül ettirmek istediğini ayânen hissettim. Binaenaleyh, süferâya ve bilhassa Nâbi Bey’e tazminat ve Adalar mes’eleleri hakkında tekid-i vesaya ettim.
İtalya Sefiri: İtalya Hükümeti’nin Devlet-i Osmaniye ile ittifak-ı müselles hükümetleri arasında bir “tiredünyon^9 teşkil edebileceğinden bahsetti. Zira, Devlet-i Aliyye’nin bâdema yalnız kendi kuvvetlerine istinaden yaşaması kendi fikrince mümkün değildir. Bu fikri mûmâileyhe Selânikli Salem Efendi (Selânik Bankası memurlarından meşhur avukat) vermiştir. İngiltere ile itilâfa çalışarak Kıbrıs muahedesini ihya etmeye gayret ettiğim bir sırada böyle bir teşebbüste bulunmak tabii caiz değildir. Kıbns Muahedesi’nin Suriye’ye şümulü olmamak dolayısiyle İtalya ile münferiden Suriye’nin Fransız
” trade-union: Fransızca ve İngilizce işçi birliği, bir çeşit sendika. Kelime burada İktisadî birlik anlamında kullanılıyor, zaten günlüğün 16 (29) Mayıs tarihli kısmında tekrar geçen tiredünyon kelimesinin yanına parantez içerisinde rabıta yazılmış.
istilâsına karşı muhafazası için bir itilâf yapılmak imkânını tasavvur ettim. Sünusi ile uzlaşmasına hizmet etmek mukabilinde İtalya’nın böyle birşeye girişmesi belki mümkün olacağını düşündüm.
Rusya Sefiri: Zuhab Sancağı’nda Devlet-i Aliyye’ye terkini hudud-ı İraniye’ye dair verdiğimiz raporda teklif ettiğimiz mevâki hakkında itirazatta bulundu. Benim kendisine söylediğim ile notada terki beyan olunan mahaller arasında fark varmış. Vâkıa, Zuhab’ın şimal tarafında bir parçanın muahharen ilâvesini Erkân-ı Harbiye Daire- si’ne söylemiş idim. Cenub-ı şarkî tarafından Kermanşah’a gidecek yolun geçtiği mevâkîin İran’da bırakılması lâzım geleceği hakkında vuku bulan iddiasma mukabil ben de öyle birşey yapmayı münasip görmüştüm. Hakikati kendisine anlattım, gülüştük. Çatalca’da Bulgar ordusuyla terk-i muhasamat edilip edilmediğini sordu. “Samfo. müracaat edildiğini” söyledim. Bunu Sofya’ya bâ-telgraf yazacağını vaad edip gitti.
Müsteşar Âdil Bey, İbnürreşid’e tarafımdan yazılan Arapça mektubu getirdi. Okudum. İbnürreşid nezdine izâmı takarrür eden mühendis Atâ Bey’i de yanıma getirdi. Yapacağı keşfiyat hakkında kendisine talimat verdim. Bağdat cihetinde nereden şimendifer inşasma başla- nacağmı tedkik ve Neceften bed’an Zübeyde’den ve Hâil’in şarkından mürur ile Mekke’ye giden Şammar-Zübeyde tarikini ve oradan Necd cihetinde Berid’e ve Riyad’a giden yolu ve Şammar-Zübeyde tarikinden Medine-i Münevvere’ye bir şube küşadı için intihab olunacak güzergâhı keşif, ibnürreşid ile Necd cihetinin ithalât ve ihracatı hakkında da tedkikat icra etmesi hakkında kendisine şifahen talimat-ı mufassala verdim.
Akşam Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde Siirt ve Midyat cihetlerinde Bedirhâniler’in tahrikiyle bazı uygunsuzluklar zuhuruna dair dahiliye tezkeresini buldum. Midyat’a Musul’dan ve Siirt’e Van Fırkası’n- dan asker şevkini mahallerine lisan-ı kafi ile yazdım.
Müsteşar Fuad Paşa ile birlikte memurin ve ketebe-i askeriyenin terfii hakkında tanzim kılman nizamnameyi tedkik ettik.
26 Mart 329 (8 Nisan 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. İtalya Dâyinler Vekili Mösyö Nogara ile 350 liralık avans ile İtalya Sefiri hakkında görüştüm. Sefirin diplomasiden yetişmediğini ve fakat bize pek ziyade hayırhâh olmasından nâşi burada bekaasına hizmet kendisini bazı muvaffakiyâta mazhariyete mütevakkıf olduğunu ve binaenaleyh işlerini teshil etmek menâfiimiz iktizasından idüğünü söyledi. Avans için hem hazine tahvilâtı itâsı ve hem de gümrük vâri- datından karşılık gösterilmesi icap edeceğini anlattı. Düvel-i müttefi-
kanın tazminat iddiasına kalkışmalan itibar-ı malîmiz üzerinde fena tesirat icra etmiş imiş.
Bâbıâli’de Hüseyin Cahid Bey beni ziyaret etti. Necip Asgar lâyihasından ve Tanin’e tazminat-ı harbiye tediye edemiyeceğimize dair bir bend yazacağından bahsetti.
İstanbul Muhafızı Cemal Bey, Nureddin Efendi’nin validesini çıkaramadığını ve hâkan-ı sabıka müracaata mecbur kaldığım haber verdi.
Rusya baştercümam Mösyö Mandelstam, General Savofa İzzet Paşa tarafindan yazılan mektupta “terk-i muhasamata Bulgar ordusu tarafindan gösterilen arzuya binaen” denmesini Bulgarlarin kabul etmediklerini ve binaenaleyh tekid-i müracaatla bu defa “Mösyö Kişof tarafindan Rusya Sefiri vasıtasiyle icra ettirilen tebligata tevfikan...” tarzında ifade-i meram edilmesini sefir tarafindan rica etti. Derhal İzzet Paşa’ya keyfiyeti bildirdim. Akabinde aldığım cevapta oraca güzel Fransızca’ya vâkıf kimse olmadığmdan ve Bulgarlar tarafindan tekrar kabul olunmaması ihtimalinden dolayı yazılacak Fransızca mektubun Dersaadet’çe tesvîd olunarak kendisine gönderilmesini rica ediyor ve Fransızca şifre talep eyliyor ve asabiyeti cihetle kendisinin General Savofla görüştürülmemesini temenni eyliyordu. Mektubun General Savofa hitaben yazılarak kendisinden mahall-i mülâkat talep edilmekte olmasına nazaran kendisinin azimet etmesi lâzım geleceğini yazdım ve Fransızca mektubu sabah erkenden yedine vâsıl olacak tren-i mahsusla gönderdim.
Hariciye Nâzın Said Paşa akd-i sulhü arzu ediyordu. Terk-i muhasamat işinin ne netice verdiğini kemal-i merakla sordu. Bâlâdaki malûmatı verdim. Bunun üzerine bâlâda[ki] mektubu yazmakta bana muavenet etti. Geç vakit olduğundan mektubu tebyiz edecek kâtip kalmamış idi. Binaenaleyh mektubu kendisi tebyiz etti.
0 gün Meclis-i Vükelâ’da emvâl-i gaynmenkulenin tasarrufuna dair olan kanun ile memurin ve ketebe-i askeriyenin terakkisine dair Harbiye Nezâreti’nden gönderilen Terfi-i Rütbe Nizamnamesi tedkik ile tasdik olundu. Meclisten sonra Âdil Bey, Bâb-ı Meşihat’tan gelen bir kâğıdın muhteviyatı hakkında bana şifahen malûmat verdi. Bu kâğıt Filipin Adalan’nda bulunan Müslümanlar’a bir hoca tayini ve oralardaki cevâmî-i şerifeye bazı masahif vesair kütüb-i diniye ihdası ile Filipin Müslümanlan’na Amerika Hükümeti’ne sadakat göstermeleri hakkında nasâyih itâsına dair idi. Oradan bir hey’et dahi gelmiş ve bu hey’et sabık Filipin Valisi’nin taht-ı riyâsetinde bulunmuş idi.
Şeyhülislâm Efendi re’sen keyfiyeti atebe-i padişahîye arz ile ira- de-i seniyye istihsal etmek istiyordu. Mâbeyn Başkitâbeti’nce keyfiyet ehemmiyetli görüldüğü cihetle evvelemirde Bâbıâlî’ce tedkikat icrası
için evrakı Bâbıâlî’ye göndermiştir. Filvâki, Washington Sefiri, Amerika Hükümeti’nin gayriresmî şu teşebbüsü hattmda evvelce istihsal-i malûmat etmiş olduğundan Amerika'ya karşı yapılacak şu cemileye mukabil Amerika’dan bazı tâvizat talep edilmesini tavsiye etmiştir. Sefir-i müşarileyh taaddüd-i zevcâta müsait mezhep ashabının Amerika’ya kabul edilmemesi hakkında bir kanun yap[ıl|mış olduğundan bu kanunun ehl-i İslâm’a adem-i teşmili ve patent resmi ile yüzde dört gümrük resmi hakkında dahi Amerika’nın istihsal-i müsaadesi olmak üzere gösterilmiştir. Patent resmi ile yüzde dört gümrük resm-i munzamı hakkında başka muamele mevcut olduğundan bunların bu işe rabtına hâcet yoktu. Diğer mes’ele hakkmda Amerikan Baştercümanr ile görüşülerek bir suret-i tesviye bulunmasını Müsteşar-ı Sadaret Âdil Bey’e havale ettim.
Akşam, Osmanlr Ajansı Salih Gürci Bey dahi gelerek Halid Ziya Bey’in Paris’teki gazetelerden bazısını taralımıza izâle etmek hususunda teşebbûsatmdan ve Osmanlı Ajansı’nın Ajanslar Sendikası’na kabulü için müracaat ettiği hususattan bahsetti.
Mâbeyn başkâtib-i sabıkı Halid Ziya Bey, maliye memurlanndan Reşid Saffet Beyle beraber Osmanlılar lehinde propaganda yapmak üzere Müdafaa-i Millîye Cemiyeti tarafindan Paris’e gönderilmiş idi. Mûmâileyh ashâb-ı dirâyetten olduğu cihetle bu işte hayli muvaffakiyet göstermiştir.
Fenerler idaresi Tercümanı Sadeddin Bey, mezkûr idarenin tec- dîd-i müddet-i imtiyaziyesiyle buna mukabil yapacağı avans hakkında hükümetin fikrini anlamak için müracaat etti. Mezkûr idare hidâyette defaten beşyüz bin liralık avans yapmaya muvafakat etmiş iken harbe karar verilmesi üzerine Avrupa’da bize akça ikraz edilmemesi için teşekkül eden hey’et-i maliyun (İngiliz, Alman, Fransız) sendikanın tahrikatiyle verdiği sözden nükûl etmiş ve hidâyette yalnız 120 bin lira itâsiyle bakiyenin üç mâh sonra tediyesi lüzumunu ileri sürmüş idi. Muahharen bizim kabinenin dahi sulha karar vermesi üzerine şerâitini biraz daha müsait surette tâdil etmek istemiştir. Paraya ihtiyac-ı şedîd olduğundan ve Şubat-Mart maaşlan henüz tesviye olunamayıp tesviyesine imkân görülmediğinden bu avansın ahzına mecburiyet vardı. Cavid Bey bu sırada Paris’e muvasalat etmiş ve orada dahi icap edenlerle görüşerek beşyüz bin liranın defaten verilmesini teklif etmiş idi. Cavid Bey bu idarede alâkadar olan Débats Gazetesi müdürüyle de görüşerek mezkûr gazeteyi lehimize imâle şartını dahi vaz’ edecek idi. Bu bâbda uyuşmuş olmalıdır ki defaten beşyüz bin hra verilmek şartiyle avansın akdini bâ-telgraf Maliye Nezâreti’ne tavsiye etmiştir. Ben de Sadeddin Bey’e beşyüz bin lirarun defaten tesviyesi şartiyle avans kabul edeceğimi söyledim ve 48 saat mühlet verdim.
O gün in’ikad eden Meclis-i Vükelâ’da emvâl-i gaynmenkulenin tasarrufuna dair olan kanun Defter-i Hâkanî Müdürü Mahmud Esad Efendi’nin huzuruyla müzakere ve kabul olunduğu gibi ordu-yı hümâyunda müstahdem memurin ve ketebenin terhine dair Harbiye Nezâreti’nce tanzim kılınan nizamname dahi bilmütalâa bazı mertebe tashihattan sonra kabul edilmiştir.
27 Mart (9 Nisan 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile ve bilhassa Rusya Sefiri’nin son notamız mündericatı baklandaki tenkidatının ted- kikiyle uğraştım. Lâhican hakkında mahallerinden gelen malûmatı gözden geçirdim. Derviş Paşa hududnamesinde.......................... [60] her ne kadar Kandil Dağlan’nın şark yamaçlan bizde gösterilmekte ise de ondan sonra teseyyübâtımız dolayısiyle Iranîler’in buralarım zaptettikleri ve bizim mezkûr dağlann zirvelerine kadar çekildiğimiz anlaşıldığından 1905 senesinde nevâhî-i şarkiyeyi zaptettiğimiz vakit hudud Kandil Dağlan’nın zirvelerinden geçmekte idi. Bu halde Ruslarla burada dahi uyuşmaklığımız kabil olduğu anlaşıldı.
Mahmud Muhtar Paşa beni ziyaret ve Berlin Sefareti’ne tayininden dolayı beyan-ı teşekkür eyledi. Islah-ı Cins-i Feres Komisyonu’ndaki borcundan dolayı Bahriye Nezâreti’nden istifasından sonra alamadığı dokuz maaşın nâzır-ı mâzul maaşı suretiyle yürütülerek bu borcun tediyesine tahsis olunmak üzere kendisine itâsmı ve bir de Seyr-i Sefain İdaresi için Bahriye Nazırlığı esnasında mübayaa olunan dokuz vapurdan dolayı Londra'ya izâm olunan erkân-ı harbiye binbaşısı Nihat Bey’in hesâbâtmın Divan-ı Muhasebat’ça tasdik ettirilmesini rica eyledi.
Bâbıâlî’de Demiıyollar Müdürü Ahmed Muhtar Bey’i celb ile Fran- sızlar tarafından Anadolu’da inşa ettirilecek şimendiferlerin güzer- gâhlan ve müddet-i inşaları hakkında kendisiyle görüştüm.
Meclis-i Vükelâ’da nevâhî-i şarkiyede yapılacak ıslahat hakkmda icra-yı müzakerat edildi. Evvelâ ora zabıtasınca ittihaz olunacak te- dâbir tedkik edildi. Rumeli’den gelen jandarmalardan 1250 kişi oralara gönderilmiş idi.
Bu münasebetle dedim İd:
-Bugün bir nevâhî-i şarkiye mes’elesi mevcut olduğunu itiraf etmeli ve ona göre ittihaz-ı tedâbir eylemeliyiz. Anadolu’da dahi yalnız kendi kuvvetimize istinaden yaşayamayacağız. Gerek Avrupa ve gerek Kafkasya cihetlerinden Slav istilâsına mâruzuz. Tek kuvvetimizle iki taraftan üzerimize teveccüh eden bu sele karşı koyamayacağız. İngiltere ile mevcut Kıbns Muahedesi, İngilizler’i Rus istilâsına müştereken
[karşı] koymaya İngilizler’i mecbur ediyor. Fakat bu muahede bize de bir vazife tahmil eyliyor. O da İngilizler ile müttefikan oralannın ıslah- dır. Binaenaleyh vilâyat-ı şarkiye için İngiltere’den jandarma zabitim getirmeliyiz. Bunları yalnız tensika değil kıtaata kumandaya dahi memur etmeliyiz. Bunlar vahşi akvamı idareye muktedir olduklarından Kürtler’i de ıslah ederler. İngilizler’i daha hususat-ı ıslahiyeye dahi kanştırmalıdır. Bu bâbdaki fikrimi Memâlîk-i Osmaniye’nin mutlaka- lara taksimi hakkında cereyan edecek müzakerat esnasında beyan edeceğim.
Şu mütalâam meclisçe hüsn-i telâkki edildi. Bilhassa, Şûrâ-jı Devlet Reisi Said Paşa bunu pek münasip gördü. Dahiliye Nâzın, Dersaadet’te teşkil olunacak bir hey’et-i teftişiye riyâseti için de bir İngiliz getirilmesi fikrinde idi. Buralarını Tevfik ve Hakkı Paşalar’a yazarak İngilizler tarafindan bu bâbda teklifat icrasına meydan ve vesile verilmesi ve daha doğrusu bu bâbdaki fikirlerinin evvelemirde anlaşılmasına çalışılması takarrür etti.
Dahiliye Nâzın kız hırsızlıkları ve ihtida hakkında dahi birer lâyiha yazmış idi. Bunlar da okundu, bunlar da münasip görüldü.
İzzet Paşa’dan gelen telgrafnamede bir gün evvel General Savofa hitaben yazılan mektubun bir Bulgar yüzbaşısına teslim edildiğine dair bir telgrafname alındı. Saat 11 ’de bu mektup verilmiş iken akşama kadar Savoftan cevap geldiğine dair bir haber alındı. Berlin ve Roma Sefaretleri’nden gelen telgrafnamelerde Bulgaristan’da Kral Ferdinand ile Reis-i Vükelâ Geshovün[61] sulh tarafdan olduklan ve fakat Danef ile firka-i askeriyenin İstanbul üzerine yürümek cihetini iltizâm ettikleri ve Kral’ın bilâhare bunlann tazyikine tahammül edememesi korkusunun mevcut olduğu ve Paris Sefiri’nden gelen telgrafnamede Paris’te bizim Çatalca’da müdafaaya muktedir olamayacağımız fikrinin hâkim olduğu iş’ar olunuyor idi. Almanya’ya izâm kılman Pertev Paşa’mn Goltz Paşa’dan icra ettiği tahkikattan dahi Sofya’da in’ikad eden bir meclis-i harpte Bulgarlar’ın İstanbul üzerine yürümeye karar verdikleri anlaşılıyordu.
İzzet Paşa, Almanya’dan celbi takarrür eden 15 ve 10,5 santimetrelik obüslerin ne vakit oradan hareket ettirileceğini soruyor ve Çatalca hattımn emr-i müdafaasında telâş gösteriyor idi. Ben, re- viş-i ahvâlden Bulgarlar’ın İstanbul üzerine yürümekten sarf-ı nazar ettiklerine hüküm veriyor idim. Onun için kalben müsterih idim. Maamafih Üçüncü Müfettişlik Dairesi’nden celbolunacak kuvâ-yı askeriye ile mezkûr obüslerin biran evvel celbi için mütemadi teşebbü- satta bulunmaktan ve Dersaadet’teki depo taburlarında efrad yetiştirmekten kafa sarf-ı nazar etmedim. İhtiyaten bu bâbda mütemadi
takibatta bulunuyor idim.
Bâbıâlî’de sabık Meclis-i Mebûsân Reisi Halil Bey beni ziyaretle İtalya Sefiri’nin bizi ittifak-ı müselles zümre-i düveliyesine ithal etmek için vuku bulan mevâidi hakkında malûmat verdi. İtalya Sefiri son mülâkatında bu bâbda bana da ihsâsatta bulunmuş idi. Bin- gazi’de Sûnusî ile İtalyanlar’ın itilâfı hakkında tarafımızdan masruf olacak hizmete mukabil İtalya’nın bize bu hizmeti görebileceğini sefir söylüyor ise de Roma’nm bu fikirde olup olmadığı cây-ı sualdir. Her iki hizmet aynı derecede mütekabil olmalıdır. Sünusi işinin İtalyan’ca o derecede ehemmiyetini görmüyor idim. İtalya sefiri diplomasiden yetişmemiş idi, onun için çok vaad ediyor idi. Maamafih, Anadolu’da ve Suriye’de Ruslarla Fransızlar’a karşı İtalyanlar’dan istifade etmek lâzım idi.
İtalya Dâyinler vekili Nogora’nın benimle son mülâkatında Anadolu’nun cenubunda Silifke-Alâiye-Antalya boyunca bir...................................................................... şimendiferinin İtalyanlar tarafindan inşası hususu mevzubahis olmuş idi. Bundan, italyanlar’ın orada bir daire-i nüfuz peyda etmek istediklerini anladım. Demiryollar Müdürü Ahmed Muhtar Bey’in [Bey] bugün benimle şimendiferler hakkında görüştüğü vakit Nogora’run bu yolda kendisine vuku bulan müracaatından dahi bahsetti. İtalyanlar’ın Anadolu’da bir daire-i nüfuz peyda etmeye sâi olduklanna artık kanaat getirdim.
Acaba buna mümaşat etmek mi yoksa mümanaat etmek mi lâzım gelecektir?
Demiryollar Müdürü Ahmed Muhtar Bey, Rumlar’a karşı koymak için buralarda italyanlar’dan istifade edebileceğimizi ve İtalyanlar’ın herhalde burada fütuhat tarafdan olmayıp belki menâfi-i iktisadiye istihsaline sâi olacaklarını söylüyor idi. Acaba İtalyanlar’ın ileride olsun başka fikirleri olmaz mı? İşte burası muhtac-ı tedkik idi.
Viyana Sefiri Hüseyin Hilmi Paşa’dan alınan hususî bir mektupta Suriye’de ıslahat icrası lüzumu beyan olunuyor ve yirmi senedenberi tanıdığı ve firka hissiyatına tâbi olmadığına vâkıf bulunduğu Beyrutlu bir zattan aldığı mektup suretini de gönderiyor idi.
Mektubun hülâsa-i mündericatı:
Fırka-i İttihadiye’nin tekrar serkâra geçmesi hasebiyle Suriye’de ıslahat icrası ümitlerinin yine zevale yüz tutmasından, Beyrut Cemi- yet-i Islahiyesi tarafından gönderilen projenin mevzî-i tatbike adem-i vazi halinde Akkâ ve Trablusşam ve Beyrut ahalisinin Lübnanlılarla bil-ittihad devlet aleyhine kıyam eyleyeceklerinden ibaret idi.
Beyrut Cemiyet-i Islahiyesi projesi gerek Türkçe ve gerek Arapça iki suretten ibaret olmak üzere evvelce almış idim. Cemiyet Kanun-ı Esasi mucibince teşekkül etmemiş, gayrimeşru bir cemiyet olduğundan gönderdiği projenin resmen kabul olunamayacağı derkâr
idi. Onun için Dahiliye Nâzırı’na dahi gelen suret mahalline iade ve keyfiyet vali-i vilâyete ol veçhile izah edilmiş idi. Lâyiha-i ıslahiye- nin hülâsa-i mündericatı birkaç büyük memurdan mâadâ kâffe-i memurinin mahallinden tayini ve azl ü nasbi, memurin hususunun ecnebi müşavirler komisyonuna havalesi, hizmet-i askeriyenin iki seneye tenzih ve mahallinde ifâsı ve bedel-i nakdînin 30 liraya tenzili, velhasıl vilâyetin adeta devletten fekki irtibatından ibaret idi. Bizim tarafımızdan yapılan tdare-i Vilâyat Kanunu hâlâ daha muvafık idi, ondan ziyadesi fazla idi. Onun için mezkûr ıslahat lâyihasını katiy- yen nazar-ı dikkate almadım. Mektubu yazarım Evkaf Nâzır-ı sabık Mehmed Paşa olduğunu Hacı Âdil Bey tahmin etti.
O gün Erkân-ı Harbiye Mirlîvâsı Ziya Paşa beni ziyaret etti, Ha- dımköyü’nden mezunen gelmiş idi. İzzet Paşa’nın bazı temenniyatını söyledi. Birincisi, zâbitâmn takip edilmemesi keyfiyetinden ibaret idi. İzzet Paşa’nın etrafında Halaskar Zâbitân’a mütemayil bazı zevâtvar idi. Bunların eser-i ilkaâtı idi. Ziya Paşa’ya bunu böylece söyledim. “Memleketin yarısının ziyama sebebiyet veren şu çapkınların adem-i takibi temenniyat-ı memleket için bâis-i felâket olur” dedim.
İzzet Paşa, mahüd Zeki Paşa’mn memuren taşraya izâmı ricasını tekrar ediyor idi. Bunu da meskût bıraktım.
İzzet Paşa, Damad Hafız Hakkı Bey’den şikâyet ediyordu. Bu sırada bile gönüllü müfrezesini gece vakti hücuma kaldırmış ve birçok telefata sebebiyet vermiş imiş. “Hafız Hakkı Bey’i bana gönderiniz dedim.
28 Mart 329 (10 Nisan 1913) Perşembe:
Sabah Mösyö Hugnen, Harbiye Nezâreti’nde beni ziyaret etti. Bağdat ve Musul petrol madeninin imtiyazmdan bahsetti. Bir müddet beklemesini, zira şu sırada İngilizler’i gücendirmek caiz olmadığını söyledim. Aynı zamanda şimendifer mes’elesinde İngilizler ile uzlaş- malarmı tavsiye ettim. Şimendiferi hükümet inşa edip inşaatı kendilerine havale eder ve meclis-i idareye gerek İngilizler’den ve gerek Almanlar’dan ikişer kişi alır ise buna muvafakat etmeleri hakkında teşvikatta bulundum. Halinden itilâfkâr olduğunu anladım. Hakkı Paşa’nm şimdiye kadar kendilerine müracaat etmediğini söyledi.
Mösyö Hugnen’e Bağdat-Necef hattını, ki kendilerine aittir, hemen inşa etmelerini söyledim. Zira oradan Mekke’ye bir hat yapmak fikrinde olduğumu bildirdim. Bu işe pek mütemâyil olduğunu gördüm. Necef-Mekke hattının pek ziyade işleyeceğinden emin görünüyor idi. Bu mülâkatta Hugnen’de iş görmek hususunda büyük bir eser-i zekâ gördüm.
İngiltere’ye sipariş olunan zırhlının ikmali için Armstrong-Vı-
kers fabrikası daha 12 mâh mühlet istiyor idi. Bahriye Müsteşarı ve erkân-ı harbiye reisini celb ile mes’eleyi tedkik ettim. Fabrikanın haksız olduğunu anladım. İleri sürdüğü pek vâhi idi. Yalnız grev mes’elesi ehemmiyetli idi. Bahriye binbaşısı ve zırhlının inşasına memur Vâsıf Bey’in hemen Londra’ya izâmiyle kontrato mucibince hakeme müracaat edilmesine karar verildi. Fakat haklı çıksam dahi her yevm-i taahhur için 100 lira ceza tediye edecek idi ki böyle büyük bir işte bunun ehemmiyeti hiç yok idi.
Badehu, fevkalâde bazı siparişat mes’elesiyle meşgul oldum.
Bâbıâlî'ye geldim. Rus baştercümanı geldi. General Savoftan cevap gelip gelmediğini sordu, izzet Paşa’dan derakap sordum. Gelmediğini anladım, ihtimal, son mektubumuz dahi Bulgarlar’ın hoşuna gitmedi.
Necmeddin Molla, Hakkı Paşa’mn hakkımda iltizâmkârane yazdığı mektubu bana okudu.
Devlet Efendi, Haliç vapurları işinin hüsn-i tesviyesinden dolay teşekkür etti ve bir dritnot siparişi için teklifatta bulundu. Cihet-i mâliyesi de kendi taraflarından temin edilmek şartiyle Germanya fabrikasına bir dritnot sipariş edeceğimi söyledim.
Bu esnada İstanbul Muhafızı ile polis müdürü ve hâkan-ı sabık muhafazasına memur Ahmed Rasim Efendi ve Dahiliye Nâzın cümle birden geldiler. Nureddin Efendi validesinin Meclis-i Mebûsân Rei- si’ne mahsus konaktan çıkması mes’elesinden bahsettiler. Hâkan-ı sabıka müracaat edilmiş (zât-ı şâhânenin emri üzerine) kadınefendi- ye hitaben konaktan çıkması [için] bir tezkere talep edilmiş, müşarileyh tezkere yazamayacağım, bunun için birinci mahdumu Selim Efendice müracaat edilmek lâzım geleceğini söylemiş, ona müracaat olunmuş, Mahmud Şevket Paşa Hükümeti aleyhinde şiddetle idare-i lisan eylemiş, bu işe kanşamayacağını söylemiş, o esnada başmabe- yinci gelmiş, o da işe kanşamayacağını ifade etmiş.
Zât-ı şâhâne, Maslak Köşkü’nü kadınefendiye tahsis etmeyi teemmül ediyormuş. Ahmed Rasim Efendi buna kadınefendinin muvafakat edeceğini söyledi. Çünki, hâkan-ı sabık bunun için zaten müracaat etmiş imiş. Yannki Cuma günü zât-ı şâhâne bu iş hakkında benimle müzakeratta bulunacak imiş. Binaenaleyh yanna intizar olunmasını söyledim. Fakat müteyakkızane davranmalarım, zira bu işte dahi Vahideddin Efendi’nin parmağı olduğunu hisseylediğimi söyledim. Hususan, keyfiyetten Rusya Sefiri dâhi âgâh imiş. Hattâ yiyecek verdirilmesi için polise gayr-i resmî haber göndermiş imiş. Zaten bir gün evvel Almanya baştercümam dahi bana kadınefendi- ninyiyeceksiz bırakıldığından bahisle nazar-1 dikkatimi celbetmiş idi.
Bu esnada Şerif Haydar Bey dahi geldi. Reşid Paşa’nın Hâil’e
seyahatinden bahsetti. Kendisine beş-altı yüz lira harcırah
verilmesini
teklif etti. Adliye Nâzın İbrahim Bey’in Emir-î Mekke'yi iltizâm ettiğinden bahisle bu bâbda nazar-ı dikkatimi celbetti. Dahiliye Nâzın ile görüştüm. Beş yüz lira verilmesine karar verildi.
Necip Asgar hakkında Paris Sefareti'nden gelen telgrafnamede bunun istinad ettiği grubun iktidanndan bahsediliyordu. Fakat bir karar verilemedi. Yine intizar münasip görüldü. Zira, Rifat Paşa birisi hakkında daha iş’aratta bulunacağını yazıyordu.
Mecliste mesâlih-i cariye müzakere edildi. Telgraflar okundu. Paris Sefiri, müttefiklere Londra Süferâ Konferansı tarafindan tebligat ifâ olunacağım yazıyordu. Konferansın mukarreratı bize müsait idi. Yalnız, tazminat mes’elesinin dahi Paris Maliye Komisyonu’nda müzakere olunacağını karara almakla tazminat itâsım da münasip görüyor gibi idi fakat Fransa Hariciye Nâzın Pişon işin öyle olmadığını, komisyonda böyle bir karar verilmeyeceğini vaad etmiş.
Hüseyin Hilmi Paşa’nm telgrafnameleri Viyana’daki süferâ ile muhâveresine dair ehemmiyetsiz şeyleri hâvi olduğundan bunlan mecliste okumaya hâcet görmedim.
Petersburg telgrafnamesi bâ-emr-i imparatorî zâbitânın nümayişlere iştirakleri menedildiğini ve polis tarafından Petersburg’da cânib-i ahalinin nümayişlerde bulunmasımn taht-ı memnuiyete alındığını bildiriyor idi ki alâmet-i hayr idi. Zira hükümetin panislavist cereyanına galebesi demek idi.
29 Mart 329 (11 Nisan 1913) Cuma:
İzzet Paşa’dan alman bir mektupta donanmadan şikâyet olunuyor idi. Zira, İngiltereli Eliot’un zırhh toplannı muayenesinde topların kabil-i istimal olduğu anlaşılmış idi. Halbuki donanma kumandanı Tahir Bey donanmanın hiçbirşey yapmaya muktedir olmadığını yazıyordu. Tahir Bey’in telgrafnameleri suretini irsâl ediyor kendisiyle icap edenlerin icra-yı mücazâtını talep eyliyor idi.
Averofun Bozcaada’da karaya oturduğuna dair aldığım haberi derhal başkumandanlığa bildirdim ve bu halden biT-istifade bir gece hücumuyla bunun garkedilmesini talep ettim. Fakat öyle fedakâran nerede!
Sabah bazı mesâlih-i cariye ile Harbiye Nezâreti’nde meşgul olduktan sonra Rusya Sefarethanesi’ne gittim. General Savoftan terk-i muhasamat hakkında kendisine gönderilen ikinci mektuba karşı dahi bir cevap alınmadığım söyledim. İkinci mektup Çarşamba günü kable’z-zevâl verilmiş idi. Rusya Sefiri ondan sonra şundan bundan bahsetti. Benim iş görmek hususunda tereddüt göstermemekliğimden, fırkacılık yaptığımdan, böyle yapmamak samimiyet ve mevkiini icabatından bulunduğundan, ba’de-s-sulh herhalde mevki-i iktidar-
da kalmaklığım lüzumundan bahsetti. Hudud-ı îraniye hakkında notamıza cevaben bir gün evvel cevap verdiğini, Lâhican hakkında mütalâat-ı sâlifesini tekrar ettiğini, Zuhab’dan Şiî meskûn mahaller bize verilemeyeceğini, bize verilecek mahalde bir petrol madeni olup bunun imtiyazı Ingilizler’e verilmiş olduğunu ve binaenaleyh bunu tanımaklığımız icap edeceğini söyledi. Hududa gelince, bunun dört devlet delegelerinden mürekkep bir komisyonca tahdîd-i icap eyleyeceğini iddia etti. Bu halde bizim ekalliyette kalacağımızı açıktan açığa söyledim. “Siz daima İngilizler ile Ruslari aleyhinizde addedersiniz. Halbuki öyle [.....]”dedi. “Tabiidir ki sîzler menfaatiniz dahilinde olan İran’ı himaye edersiniz. Çünki her biriniz orada bir daire-i nüfuz tayin etmişsiniz. Bizim aleyhimizde değil, tabiidir ki menfaatiniz lehinde bulunursunuz. İranîler de tabiidir ki sîzlere iştirak, ederler. O halde biz yalnız katırız. Bunu böylece söylemek aleyhimizde olduğunuzu iddia etmek değildir” dedim. Mösyö Giers bilâhare Arabistan ve hilâfet mes’elelerinden dahi bahsetti.
Oradan mabeyn-i hümâyuna gittim. Selâmlıktan sonra huzura kabul edildim. Zât-ı şâhâne Ayastefanos’ta mecruhin ve hastegân-ı asâkire iyi bakan bir Ermeni kadına üçüncü rütbeden şefkat nişanı vermiş idi. Bu kadın bera-yı teşekkür huzura kabulünü rica etmiş idi. Harem-i hümâyuna davet edilmesi tensîb edildi.
Maslak Köşkü’nû Nureddin[62] Efendi’nin validesine vermek ve bu suretle o kadirim Meclis-i Mebûsân reislerine mahsus konaktan çı- kanlmasını teshîl etmek istiyorlardı. Ancak, Defter-i Hakanî’den köşkün emlâk-i hâkaniyeden olup olmadıklarım öğrenmek arzu buyuruluyordu. Pazartesi gününe kadar tehir-i mes’ele buyuruldu.
Ondan sonra veliahdı ziyaret ettim. Müşarileyh İngilizlerle Irak’ta ve Ruslarla hudud-ı îraniye işlerinde yapmakta olduğumuz itilâflar hakkında istizahatta bulundu. Uzun uzadı tafsilât verdim. Verdiğim izahatı pek iyi istimâ etmekte ve mukarreratımı muvafık bulmakta idi. Mesâili anlaması üzerimde iyi tesir husule getirdi. Almanya ve Ingiltere’yi şarkta uzlaştırmak hususundaki teşebbüsatımı dahi takdir eyledi. Tamam iki saat görüştük. Badehu, istimbotla Üsküdar’a geçip o geceyi hanemde geçirdim.
30 Mart 329 (12 Nisan 1913) Cumartesi:
Sabah saat sekizde karşıya geçerek Harbiye Nezâreti’ne geldim. İzzet Paşa’dan alman tahriratta donanma kumandanı Tahir Bey’in ataletinden ve yerine bir başkasmın tayini lüzumundan bahsolun- muş idi. Bunun için Bahriye Müsteşarı Rüstem Paşa’yı davet etmiş idim. Mûmâileyh bir münasibini bulamadı. Mûtekaid bir İngiliz’i hiz-
met-i devlet-i aliyeye alarak vakt-i harpte dahi istihdam edilmesini beyan eyledi. Bahriyeliler, Barbaros ve Turgut toplannın istimal olunamayacak derecede çaplarının büyüdüğünü iddia ediyorlar. Halbuki İngiltereli Eliot Bey topların kabil-i istimal olduklannı bi’t-tecrübe isbat etmiş olduğundan zâbitân-ı bahriyeyi pek çok muaheze ettim.
Bir hayli mesâlih-i cariye teraküm etmiş idi. Bunlan kâmilen testiye ettim. Onbirde, Bâbıâli’ye geldim. Rusya Baştercümanı beni ziyaret etti. Sofya’dan aldıkları malûmata göre Bulgarlar’ın ikinci mektup usul-i tahririni dahi gûya kendi taraflanndan mütareke talep edildiği tarzında bulmuş olduklarım ve binaenaleyh yarm onikide Paşa’nın Bulgarlar’a müracaatla terk-i muhasamat için mükâleme talep etmesi münasip olacağım sefir tarafından söyledi. Sofya’ya kadar telgraf çekilmesi ve bunun Çatalca’ya isâl edilmesi için hayli vakte ihtiyaç derkâr olduğundan yarm vakt-i zuhurda Bulgar hududunda General Savof tarafindan kimsenin bulunamayacağım ve binaenaleyh orada kimseyi bulmazsa öbür gün tekrar oraya geleceğine dair de haber vermesi münasip olacağını söyledim. Bu suret münasip görüldü. Mûmâileyh azimet ettikten sonra Bulgar hududuna gönderilecek paşanın Bulgarian tarafindan meb’üs kimseye tesadüf etmediği takdirde keyfiyeti bir tezkere ile General Savofa bildirmesini münasip gördüm ve bu suretle kaleme aldığım mektubu bera-yı tercüme hâriciyeye gönderdim. Tercümeyi ba’de’t-tebyîz İzzet Paşa tarafindan talep olunan Fransızca bir şifre ile beraber ve bir âdem-i mahsus vasıtasiyle Hadımköyü’nde müşarileyhe gönderdim.
Hacı Âdil Bey, Anadolu-yı şarkî ve şimalî mıntakalannda jandarma alaylarına birer İngiliz tayin olunması ve her iki mmtaka mü- fettiş-i umumiliklerinde nafia, orman ve ziraat, adliye ve jandarma umüru için birer İngiliz müfettişin dahi İngiltere’den talep olunması hakkındaki fikrimi tensîb etti. İstanbul’da Dahiliye Nezâreti’nde İngiliz olmak üzere bir müşavir ile bir müfettiş-i umumînin dahi istihdamını kararlaştırdık. Bunun ertesi gün Meclis-i Vükelâda taht-: karara alınması da takarrür etti. Suriye, Beyrut ve Halep vilâyetlerindeki lisan mes’elesi hakkında dahi müzakeratta bulunduk ve bu mes’elenin dahi ertesi günkü Meclis-i Vükelâ’da tezekkür edilmesine karar verdik.
O gün Beyrut ahalisinden gayet çok imzalı bir telgrafname alındı.
Cemiyet-i İslahiye’nin tekrar küşadına müsaade edilmesini talep
ediyorlardı. Mısır’da Adem-i Merkeziyet Fırkası Azzamzadeler’den gelen
bir telgrafnamede dahi aynı talep tekrar olunuyor idi. Beyrut valisi
çektiği şifre ile Pazar günü umum Beyrut dükkâncılannın dükkân
kapamaları hakkında icra-yı teşvikat edildiği ve böyle bir hal vukuunda
tedâbir-i şedîdeye tevessül olunacağı yazılıyor idi. Derhal valiye
çektiğim telgrafnamede ahalinin gayr-i kanunî harekâtından içtinap
etmeleri lüzumunu ve harekât-ı gayr-i marziyeye mübaderet edenlerin divan-ı harbe tevdileriyle iki saat içinde muhakemelerinin icrası ile tedip ve terhiplerini yazdım. Bu telgrafnamenin Beyrut’ta mükemmel tesirat husule getireceğini ümit ediyordum. Hacı Âdil Beyle müzakeremiz esnasında tarafımdan keşide olunan şu telgrafnameden dahi bahsedildi.
Hariciye Nâzın Said Paşa süferâmızdan gelen birçok telgrafname- leri getirdi. Viyana ve Berlin telgrafnameleri Bulgarlar’ın Edirne’den Çatalca önüne ağır topçu ve asker naklettiklerini ve binaenaleyh her ne kadar sulhten bahsolunuyor ise de pek müteyakkızane davranmaklığımız lâzım geleceğini gösteriyorlardı. Berlin’den gelen diğer bir telgrafnamede 15 santimetrelik obüslerin Pazartesi günü hareket edeceğini ve fakat 10,5 santimetrelik obüsler esmânının tediye olunmadıkça gönderilmeyeceğini bildiriyordu. Bunlann yeni tıpala- nnı Almanlar esrardan olmak itibariyle vermeye muvafakat etmeyip eski tıpalariyle gönderilecekleri ve bu tıpalann müsademe tertibatı yolunda ise de saniye tertibatınm iyi işlemediği anlaşılıyordu. Bunla- n Krupp fabrikası, Almanya Harbiye Nezâreti’nden mübayaa ederek bize verecek idi. Halbuki Krupp fabrikası tıpalann bu kusurundan dolayı kendi malı zannolunur havliyle mübayaa etmek istemiyordu. Osman Nizami Paşa bunları başkalanna mübayaa ettireceğini ve binaenaleyh paranın hemen gönderilmesini yazıyor idi. Fenerler avansı da ancak birkaç gün sonra yapılacak idi. Güç hal, Düyûn-ı Umumî- ye’den yüz bin lira tedarik olunabildi fakat bankaya yetiştirilemedi- ğinden irsâli pazartesi gününe kaldı.
Meclis-i Mebüsân reis-i sabıkı Halil Bey beni ziyaret etti. İtalya’nın Almanya ve İngiltere aralannı bularak bizi ittifak-ı müsellese ithal etmesi teşebbüsatına devam ettiğini ve Almanya Sefiri’ni de ziyaretle mübadele-i efkâr eylediğini ve onu da Alman ve İngiltere’nin şarkta itilâf etmeleri tarafdan bulduğunu söyledi. Bu bâbda uzun uzadı konuştuk. “Biz bir taraftan Kıbrıs muahedesini ihya etmek istiyoruz. Bu halde İngiltere ile bir ittifakı temin etmiş olacağımızdan artık itti- fak-ı müsellese girmekliğimize hacet kalmaz. Zaten ittifak-ı müselles bizi kabul dahi etmez. İş böyle iken İtalya vasıtasiyle ittifak-ı müsellese kabul edilmekliğimize çalışmaklığımız İngiltere’nin büsbütün şüphesini davetle Kıbns muahedesini ihya etmekteki maksadımız husul bulmaz. Yalnız İtalya’nın Almanya ve İngiltere’yi şarkta müttehiden hareket için çalışması kâfidir. Bir de görüyorsunuz ki, biz bu hususta çalışıyoruz. Artık sîzlerin vazifeniz olmadığı halde işe karışmanız fayda yerine su-i tesir hâsıl eder ve mes’elenin şüyuuna sebebiyet verir. Karasu’ya da artık bu işi kurcalamamasını söyleyiniz. Ben İtalya Şehri ile görüşür ve Karasu’ya birşey söylememesini söylerim. Karasu geveze bir adamdır, işi işaa eder. Böyle şeyler mektum tutulmak lâ-
zımdır” dedim. Bunu kabul etti.
Mısır’a Crédit Foncier işlerini tedkik için iki kişi gönderilmesini teklif etti. Muvafik buldum, o esnada Maliye Nâzın da geldi. Maliye komisyonu âzâsından Atâ Bey ile Mahmud Esad Efendi’nin izâmına karar verdik.
Kanun-ı Esasî’nin bir meclis-i müessisân tarafından tâdili baklandaki fikrimi işitmiş. Bundan dahi bahsetti. Fakat bunun için Kanun-ı Esaside bir maddenin tâdilini teklif etti. O da, Kanun-ı Esasî’nin ekseriyet-i sûlüsân ile tâdili fıkrasıdır. Bunu çıkararak Ka- nun-ı Esasî’nin meclis-i müessisân tarafindan tâdilini kabul ettirmek münasip olacağım söyledi ki, doğru buldum. Kanun-ı Esasî’deki bu fıkraya vâkıf değil idim. Bu tadilâtın dahi 35. maddenin Âyan’da kabul ettirilmesi için sabık Meclis-i Mebüsân’m hîn-i cem’inde bu maddenin dahi mezkûr meclise kabul ettirilmesi kabil olacağım söyledi ki bu fikri de münasip gördüğümden bence kabul edildi.
Maliye Nâzın ile Fenerler avansı hakkında ve Paris’teki Maliye Ko- misyonu’na gönderilecek memurlara dair müzakeratta bulunduk. Mes’eleyi yarınki Meclis-i Vûkelâ’da müzakere etmeye de karar verdik.
Edirne’deki zâbitân aileleriyle memurin için Vali Halil Bey, Viyana Sefareti vasıtasiyle beş bin lira istemiş idi. Pazartesi günü bunu da göndereceğini söyledi.
Limpus Paşa da bugün beni ziyaret etti. Mağlûbiyetimize başlıca sebep olarak Bahriye Nâzın’mn dokuz ayda dört kere ve donanma kumandanının dahi kezâlik dört defa tebeddül olduğunu verdiği lâyihada gösteriyor idi. İngiltere’den aldığı mektupta İngiltere bahriye- sinin ancak Royal Sovereign63 sisteminde olan zırhlılan satabileceği beyan olunuyor idi. Bu nevi zırhlılar Barbaros ve Turgut’tan daha fena olduklarından bunlann mübayaasma hâcet olmadığını söyledi.
Gece Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde İzzet Paşa’dan bir şifre aldım. General Savoftan aldığı mektupta kendisinin iki mektubunu aldığını ve hükümetine bildirdiğini ve cevap vürûdunda cevaplarım vereceğini yazıyor idi. Bundan, Bulgarlar’ın Çatalcaya hücum teşebbüsünde bulunduklarını istidlal eder gibi oldum. Binaenaleyh o günkü karar veçhile bir paşanın bera-yı mükâleme davete gönderilmesini ve kimseyi bulamazsa bir tezkere bırakmasını yine münasip gördüğümden o suretle hareket edilmesini İzzet Paşa’ya yazdım.
31 Mart 329 (13 Nisan 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Yemen-Aden hududunda münâzaun-fih mahaller olup olmadığım
öğrenmek için erkân-ı harp mirlivâsı sımf arkadaşım Mustafa Remzi Paşayı Çatalca’dan
celbetmiş idim. Mümâileyh, Yemen-Aden hududunda münâzaun-fih hiçbir maddenin kalmadığım beyan etmesi üzerine yine Çatalca’ya iade edilmiştir.
Bâbıâlî'ye gittiğimde Müdafaa-i Millîye Cemiyeti Reis-i Sânîsi Hulusi Bey beni ziyaret etti. Müdafaa-i Millîye Cemiyeti’nde bulunmak hasebiyle çok zevât ile temasa geldiğini ve elyevm umumunun bana teveccühü olduğunu ve yalnız kabinede Dahiliye Nâzın Hacı Adil ve Maarif Nâzın Şükrü Beyler aleyhinde bir cereyan mevcut idüğünü ve binaenaleyh bunlann yerine başkalannın tayini halinde kabinenin muvaffakiyeti için medân olacağım söyledi.
Cemiyetten bir-iki zâtın kabinede bulunması muktezi olup cemiyet âzası meyanmda Hacı Âdil Beyin en ziyade mutedil ve mukdim olduğunu ve vakıa onun da bazı kusurlan (çünki kayınbiraderini Şam Valisi yapması ve bazı memurlan hüsn-i intihab eylememesi evvelce söylenmiş idi) varsa da bu dünyada kusurdan sâlim kimse bulunmayacağım ve Şükrü Bey’e gelince bu zât vâkıa müfrid ise de çahş- makta olduğunu ve yerine başkası tayin olunsa onun da aleyhinde bulunulacağım ve bu gibi hâlâtın en ziyade ihtirasattan tevellüd eylediğini ve dâhiliyeden birçok memur açıkta olup memuriyete tayin olunamayan kesâmn Dahiliye Nâzın’na hücum etmekte olduklarını söyledim, arasıra bana gelmek istediğini beyan etmesiyle münasip olduğunu ifade eyledim.
Beyrut valisinden mufassal bir şifre geldi. Dükkânların kapatıldığım ve bunun üzerine İngiliz, Fransız, Rus ve Amerika Konsoloslan’mn münferiden kendisini ziyaretle malûmat istediklerini ve Fransız ve İngiliz Konsoloslan’mn en ziyade ileri gittiklerini ve maamafih Fransız Konsolosu’nun Cemiyet-i İslahiye ile münasebatta bulunarak onlan tahrik ve ifsad etmekte bulunduğunu iş’ar ediyordu. Fransız Konsolosu’nun nîm rica ve nîm tehdidatta bulunduğunu ve İngiliz Konsolosu’nun bir daha mutâlebatta bulunmayarak ıslahat için İstanbul’a bir hey’et-i mahsusa izâm etmek ve tahrikattan tevakki eylemek şartiyle Cemiyet-i İslahiye’nin tekrar küşadma müsaade itâsiyle zaten mesâil ve müşkilât içinde yuvarlanan memleketin bir vak’a-i elime ile daha müteessir olmasına meydan verilmemesini tavsiye eylediğini yazıyordu. Bu telgrafa cevap vermedim. O sırada beni ziyaret eden Hariciye ve Dahiliye nâzırlanna gösterdim. Bu esnada Nafia ve Maliye nâzırlan da geldiler. Nafia Nâzın, Paris’te müzakere olunacak şimendifer işlerinden bahsetti. Paris’te şimendifer mukavelesi akdine gidilecek olursa istifa edeceğini söyledi. Şimendifer mukavelesi akdo- lunmadan kendisinin reyinin istifsan lâzım geleceğine dair bana bir tezkere yazmasını söyledim.
Meclis-i Vükelâ in’ikad ettikte Şarkî ve Şimalî Anadolu mıntıkalanna gönderilecek İngiliz memurlannm tayini için acilen Londra’ya yazmak-
lığımızı teklif ettim. Bu teşebbüsle Kıbns Muahedesini ihyaya muvaffak olmasak bile bunda büyük bir hatve atacağımızı ve Adalar mes’ele- sinin hallinde herhalde İngiltere’nin müzaheretini temin eyleyeceğimizi izah ettim. Şûrâ-yı Devlet Reisi Said, Nafia Nâzın Besarya, Maarif Nâzın Şükrü Beyler muarız oldular. Evvelemirde, Kıbns Muahedesi’nin tekrar ihyasını İngiltere [ye teklif ile bunun için ne yapmaklığımız icap edeceğini İngiltere’den sormayı münasip gördüler. Halbuki zaman değişmiş, İngiltere, Rusya ile itilâf etmiş olduğundan İngiltere’nin şu sırada bizimle ittifaka böyle açıktan açığa temayül etmesi şüpheli idi. Böyle şeylere tedricen başlamak, zemin ihzaı etmek, İngiltere'nin emniyet ve itimadım kazanmak lâzımdır. İngiltere’nin “şimdi sırası değil” demesi veyahut lâyutak tekâlifte bulunması ihtimallerini ileriye sürdüm. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden İngiltere’nin memnun olmadığı malûm olup halbuki İttihad ve Terakki’den başka memleketi idare edecek bir kuvve-i muntazama mevcut olmadığından cemiyetin iktidannı kesredecek tekâlifte bulunması da muhtemel olmakla bu işi açıktan açığa söylemeyerek fakat bunu imâ edecek surette idare-i lisan ettim ise de muarızlara tefhim-i meram edemedim. Said Paşa fikrimi tamamen tasvip ediyordu. Fakat ittifakın teklif edildiği halde reddolunması üzerine ikinci şıkkın ihtiyânna mecburiyet hâsıl olduğu hakkında elde bir vesika bulundurmak ve bu suretle yine hatıra- tma hizmet eylemek istiyor idi. Şükrü Bey, Talât Bey’in bundan beş sene evvelki halini izhar ediyordu. Rumeli’de dahi müfettiş-i umumî ve ecnebi memurlar kullanıldığını ve fakat memleketin elden gitmesine hizmet edildiğini iddia ediyordu. Halbuki eski halin idâmesi takdirinde Rumeli’nin elden gitmemiş olacağını takdir edemiyordu. Said Paşa’nın bittabii bambaşka maksatla kendi fikrini iltizâm etmesinden dolayı büsbütün şımarıyordu.
Binaenaleyh “Beyefendi, ben ancak bu siyasetle memleketi idare edebileceğime mutekidim. Siz bu fikirde değil iseniz beynimizde ihtilâf var demektir” dedim. Müfettişliklerin masârifi müştekim olacağını, şimdilik yalnız jandarma zâbitleri talep etmekle iktifa olunmak lâzım geleceğini söylemiş olduğundan, ilâveten “Geçen gün siz Medine’de ve Mekke’de mekâtib-i idadiye tesisini teklif ediyordunuz. Mekâtib-i ibtidaiyesi olmayan bir mahalde mekâtibi idadiye tesisi için ihtiyar olunacak masârifi zait görmüyor idiniz” dedim.
Müfettiş-i umumî maiyetine birer müfettiş celbetmekten maksadım bir nafia müfettişi dahi celbiyle Ruslarin Şarkî Anadolu’da bize şimendifer inşa ettirmemek istemelerine karşı bir kuvvet vücuda getirmek idi. Adliye müfettişi, Ermeniler’in ne derece mazlum olduklarını meydana koyarak hariçte hadsk hesapsız müfteriyâta mânia teşkil edecek idi. Bunları genç ve tecrübesk Şükrü Bey’e bir türlü anlatamadım. Mûmâileyh tam mânâsiyle bir “şoven”dir.
Meclisin nihayetierine doğru izinsiz kalkıp gittiğinden istifa edeceğine zâhib oldum. İstifa etse cidden memnun olacağım. Zira mûmâi- leyh ile çalışmak benim için mümkün olmadığını görüyor idim. İş, Said Paşa’da idi. Onu da ikna edemediğimi görünce müzakereyi başka güne tâlik ettim. Said Paşa mes’uliyet altında kalacağım derhal derketti. Zira, Adalar mes’elesinde olsun göreceğimiz faydanın bu suretle önüne sed çekeceğini anlıyordu.
Bir müddet sonra kulağıma yaklaşarak “Bu işi bugün çıkarsak hiç olmazsa Adalar işinde faydasını görürüz” diyordu. Bu söz kendisinin işi tamamen benim anladığım veçhile takdir ettiğini isbat ediyordu. Fakat ..... tahkim için ittifakı ileri sürdüğünü anlatıyordu. Zavallı Şükrü Bey ise işin sulhten sonraya tâlikini istiyordu. Ne büyük fark. Vakıa ikisi de aynı fikirde. Fakat maksatlar, anlayışlar bambaşka, Şükrü Bey ise Said Paşa’mn kendi fikrini iltizâm ettiğini görmekle kabanyor idi. Said Paşa’dan işin salıya tâlikini rica ettim. Kabul etti.
Paris’e gidecek delegeleri de o gün tayin ettik. Delegeler şunlar idi: Nail Bey, Cavid Bey, Halaçyan Efendi, Mösyö Kravfort. Bunlann her birine 250 lira harcırah ve onbirer lira yevmiye tayin edildi ve maiyetlerine Nafia’dan Muhtar Bey, Hariciye’den Hırant Bey ve Maliye’den Muvaffak Bey verildi. Bunlara da yüzer frank yevmiye tahsis olundu.
Fenerler tdaresi’nden alınacak beşyüz bin lira avans mes’elesi de takarrür etti.
Maaş tediye edemiyor idik. Taşrada 170 bin lira var idi. Taşra me- murlanna Mart maaşı verilmemek şartiyle bu paranın merkeze celbi ve Fenerler idaresi’nden defaten alınacak 175 bin liranın buna ilâvesiyle İstanbul’da Şubat maaşınm tediyesine başlattınlması takarrür etti.
Esna-yı mecliste Beyrut Valisi’nden alman telgrafnamede ahaliden derdest olunan beş zâtın tahliyesi bazı mer’iyül-hâtır eşraf ve mu- teberan tarafindan rica ve istirham edildiği ve kendisinin de tahliye fikrinde olduğu bildiriliyor idi. Bundan böyle bu kabil tahrikatta bu- lunmayacaklanna eşraf ve muteberanm ricası senet ittihaz olunarak tensîbleri veçhile tahliyeleri muvafık olduğunu bildirdim.
Gece, Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde İzzet Paşa’dan Bulgarlarla terk-i muhasamat hakkında bir telgraf geldi. Bulgarlar tahriren birşey yazmayacaklarım, Nisan 1 ’inden itibaren on gün için terk-i muhasamat olunacağım ve müzakerat-ı sulhiye bir neticeye iktirân edemezse temdîd olunabileceğini tarafeynden komisyonlar teşkili ile iki ordu arasında bir mıntaka-i bîtarafî tayin olunacağım ve tecdîd-i muhasamat için kırksckiz saat evvel malûmat verilmek lâzım geleceğini teklif etmişler imiş. İzzet Paşa tarafmdan gönderilen Ziya Paşa, Birinci Bulgar Fırkası Kumandanı General Toçef arasmda bu suret takarrür etmiş ve derhal tatil-i muhasamat için karar verilmiş imiş.
Bunun hafi kalmayacağı derkâr olup halbuki Rusya Sefiri hafi tutulmasını rica etmiş idi. Binaenaleyh, Rusya Sefiri’ni görmeden ve kendisiyle konuşmadan bunun ilânını münasip görmedim.
1 Nisan 329 (14 Nisan 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. İngiltere’ye sipariş olunan zırhlı için Vikers-Armstron fabrikası 12 mâh temdîd-i müddet istiyordu. Paris’te Cavid Bey hükümetin bu bâbdaki [ ] soruyordu. Bahriye müsteşan ile bu mes’ele müzakere edildi. Japonya’da olduğu [ I esbâb-ı taahhurun hitam-ı inşaatta tedkiki, şimdilik amelenin tezyidi talep olunması tensîb edildi.
İzzet Paşa’dan gelen telgrafnamede dünkü karar hilâfina olarak Bulgarlar’ın bu sabah tebdil olunmakta olan nöbetçilerimiz üzerine topçu ve piyade ateşi icra ettikleri ve fakat tarafımızdan mukabele olunmadığı iş’ar olunuyor idi. Diğer bir telgrafnamede Ziya Paşa’nın General Toshev tarafından bera-yı müzakere davet olunduğu yazılıyordu. Bir üçüncü telgrafnamede tatil-i muhasamatın zevalden itibaren dünkü şerâit dahilinde kabulüne ve yanndan itibaren komisyonlar tarafindan vazifelerinin ifâsına karar verildiği bildiriliyordu.
Düvel-i muazzama, müttefikler notasına cevap vermişlerdi. Belgrad ve Atina’da bu cevap üç-dört gün evvel hükümetlere tevdi edildiği halde Sofya’da yine Rusya Sefiri’nin talimat almadığı beyaniyle cevap itâsmı tehir ettiğini telgraf ajansları bildirmişlerdi. Bugün gelen telgrafnamede Sofya’da dahi notanın verildiği iş’ar olunmuştur. Düvel-i muazzama hudud işinde Midye-lnoz hatt-ı müstakimini esas olarak kabul, Adalar mes’elesinde Yunanistan’a verilecek birkaç adadan mâada Cezayir-i Bahr-ı Sefid mes’elesinde evvelki nokta-i nazarlarını muhafaza, umûr-ı mâliyenin Paris Komisyonu’nda tedkiki ile Dev- let-i Aliyye ahvâl-i mâliyesinin ve Avrupa dâyinler menâfiinin müttefiklere tâvizât-ı mâliyede bulunulmasma müsait olup olmayacağının mezkûr komisyonda mütalâa olunmasına muvafakat, Arnavutluk mes’elesinde evvelki nokta-i nazarlarım muhafaza ediyorlar ve tatil-i muhasamata muvafakatlerinden dolayı müttefiklere teşekkür eyliyorlardı. Paris’ten gelen sefaret telgrafnamesinde Fransa’nın teklifi üzerine Londra Konferansı’mn Bulgarlar’ın Çatalca hattım zorlama- lan halinde umum düvel-i muazzama donanmaları tarafından bir nümayiş-i bahrî icrasiyle İstanbul asayişinin muhafazasına, Bahr-i Siyah Boğazı ile Marmara sahilinde ve Gelibolu’da harekât-ı hasmâ- nenin men’ine teşebbüs olunmasını taht-ı karara aldığı ve bu kararın Rusya ve Almanya hükümetleri tarafından kabul olunduğu, diğerlerince kabul olunacağınm memul-i kavî olduğu iş’ar olunuyor idi.
Bugün yevm-i kabul-i süferâ idi. Ziyaretler sırasiyle bervech-i âti
vuku buldu:
Avusturya Sefiri: Dün, îşkodra kumandanına verdiğim emirden dolayı teşekkür etti. Averof hakkında rivayet olunan kazadan bahisle İstanbul’da artık hiçbir havadise inanmamakta olduğunu söyledi ve dört-beş seneden beri Türkiye’de işbaşmda bulunanlann pek çok tecrübe gördüklerini beyan eyledi.
Fransa Sefiri: Beyrut vak’asmdan bahisle orada her fenalığın Fransızlar’a atfolunacağını, halbuki Suriye Fransız Konsoloslan’nın idâme-i sükûna pek sâi bulunduklarım, Hükümet-i Osmaniye’nin Suriye’de behemehal fiilen bazı tedâbir-i İslahiye ittihaz eylemesi lâzım geldiğini teşrih etti. Konsoloslann bilhassa böyle zamanda hükü- mat ile hüsn-i âmîzişte bulunmalanm rica ettim.
Rusya Sefiri: Tatil-i muhasamat hakkmda benden malûmat aldı ve tatil-i muhasamatın artık hafi tutulamayacağı hakkındaki mütalâama mukabil Sofya’dan sual edeceğini söyledi. Çıkarken bu bâb- da muhafaza-i esrar edilmesinden dolayı teşekkür ve benim bundan böyle kendisiyle emniyet ve itimad dairesinde hareket edeceğimi ifade eyledi.
İtalya Sefiri: İzmir’de mahpus bir İtalyah’ya ait işin sür’at-i icrasmı rica ve muharebeden evvel olduğu gibi bazı İtalyan zâbitânımn jandarma hizmetinde istihdamım suret-i hususîyede iltimas etti.
İngiltere Sefiri: Hakkı Paşa’mn dört gün evvel Muhammere hakkında bir nota verdiğini ve Muhammere’ye yakın sahil kısmının İngiltere teklifi hilâfında olarak kasredildiğini ve halbuki o sahilde bazı İran meşâyîhine ait mebânî bulunduğunu ityân etti. Almanlar’ın Bağdat-Basra şimendiferi mes’elesinde müşkilât çıkarmalannı muâheze eyledi. Bağdat-Musul petrol madenleri işini yine açtı, yine evvelki gibi mukabele ve muamele gördü.
Alman Sefiri: Pek çok zaman oturdu. Anadolu şimendifer mesâi- lini birlikte tedkik ettik. Yozgat-Sulusaray şimendiferi kendilerine verilmediği halde Fransızlar’a da verilmeyeceğinden memnun oldu. İngilizler’in şarkî ve şimalî Anadolu mmtakalannda istihdamlarına tarafımızdan karar verilmesini takdir etti. Kendileri için ordu ile maarif işlerinin tefrik edildiği hakkındaki ifademe beyan-ı takdirat etti. Avustuıya memurlanrun orman işlerinde istihdamım tavsiye etti. Berlin muahedesinin ba’de-s-sulh gözden geçirilmesi lâzım geleceği mütalâasında bulundu. Strempel’in istihdam olunacak Alman generali maiyetinde bulundurulması münasip olacağım söyledi.
Maarif Nâzın Şükrü Bey, dünkü tahminim veçhile istifa etti.
İstifanamesinde Memâlik-i Osmaniye’nin mıntakalara taksimiyle kavmiyet
itiban ile idarelerinin tefriki ve müfettişlikler ihdası bilâhare
kendilerini muhtariyete sevkedeceğinden siyaset-i dâhiliyede benimle
hemfikir olmadığını ve binaenaleyh mecbur-ı istifa olduğunu ya-
zıyordu.
Akşama doğru Hacı Âdil Bey beni ziyaret etti. Alman Sefiri henüz çıkmış idi. Mülakatı hikâye ettim. Şükrü Bey’in istifasından bahso- lundu. Emrullah Efendi’den başka kimse bu nezâret için olmadığım söyledi. Fakat şu sırada Şükrü Bey’in de ayrılması kil ü kaale ve kabinenin zaafına sebep olacağmdan bir kere kendisiyle görüşmesine müsaade edilmesini rica etti. Şükrü Bey’in bundan beş sene evvelki Talât Bey fikrinde olduğunu, kendisiyle âtiyen dahi imtizaç edemeyeceğimi ve istifasının kabulü pek münasip olacağım söyledim ve maamafih bir kere kendisiyle görüşmesine muvafakat ettim.
Gece, Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde bazı evrakın gözden geçirilmesinden sonra müsteşar ile müzakeratta bulundum. Asir Kumandam Haydar Bey nâmında bir mâtuh mütekaidin bazı zâbitânı terfi ve mükâfat için [........... ] ettiğini ve Piyade Dairesi’nin bunu terviç eylediğini söyledim. Buna muvafakat etmedim.
2 Nisan 329 (15 Nisan 1913) Salı:
Dün huzura kabul edildiğim vakit zât-ı şâhâne bermutad sabık kabineden şikâyet ettiği sırada bir taraftan Seyid Abdülkadir, diğer taraftan da Ibnürreşid’in adamı Reşid Paşa, “Kâmil Paşa’nm sadarete geçirilmemesi halinde ekrâd ü urbanın ihtilâl edeceklerini bağırarak söylüyorlardı” buyurdular. Kâmil Paşayı sadarete geçirmek ne gibi entrikaların döndüğünü artık anlamalıdır.
Sabah mesâlih-i cariye ile Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. Evvelce hudud-ı Iraniye hakkında Rusya Sefiri’ne verilen notaya mûmâi- leyh bu kere cevap vermiş olduğundan Miralay Şükrü Bey ile beraber bu bâbda tedkikat icra edildi. Rusya Sefiri bizim müsaadatımızdan dolayı beyan-ı teşekkür ediyor ve fakat Lâhican, Vezene ve Beytüş havalisi hakkında beyan ettiğimiz kuyud-ı ihtiyatiyeyi red ve Eğriçay havalisi hakkındaki mütalâamızı kuyud-ı ihtiyatiye serdiyle kabul eyliyor ve Zuhab cihetinde talep ettiğimiz tâvizât hakkında Peters- burg’a beyan-ı malûmat ettiğini ve alacağı cevabı tebliğ edeceğini ve yalnız Zuhab ve Kasr-ı Şirin’e Kermanşah’tan temdîd olunacak demiryolu gûzergâhımn talep ettiğimiz arazi dahilinde olduğunu ve burada îngilizler’e ait bir petrol madeninin dâhi bulunduğunu beyan ediyor idi. Taşradan istizahı lâzım gelen şeyleri istizah ettik.
Atinaya gönderdiğim Baron Niska avdet etmiş ve raporunun bakiyesini getirmiş idi. Raporu Almanca ve Fransızca yazılmış idi. Fransızca nüshasını Hariciye Nâzın’na gönderdim.
Hülâsa-i meali: Yunan ser-âmedanından Ralli, Theotokis, Gou- naris, Mavromichalis gibilerin umumen ba’de-s-sulh Devlet-i Aliyye ile ittifak tarafdarlan oldukları ve fakat Venizelos*un Balkan düvel-i
müttefikası meyanına Romanya ve hattâ Türkiye’nin dahi ithali ta- rafdan idüğü ve Girit mes’elesinde Yunanlılar’a müsaadekârane dav- ranılmamasından dolayı Jöntürkler’in muharebeye sebebiyet verdikleri ve Venizelos’un muharrer bir ittifaknamesiz olarak diğer Balkan hükümetleriyle beraber muharebeye atılmasiyle Yunan menâfiini haleldâr ettiği ve fakat daha hayli vakitten bizim Bulgaristan ile Yunanistan arasında tedafüi bir muahedenin mevcut olduğu merkezinde idi.
Beyrut valisinden gelen mufassal bir şifrede mevkuf olan beş kişinin tahliye olunması ve bunları iltimas edenler tarafmdan dükkânla- nn açılması için bir beyanname neşredilmiş olmasiyle beraber dük- kânlann umumen küşat edilmediği ve şimdi sulh akdine kadar sabr ü tahammül edilip ondan sonra irâe-i şiddet olunması lâzım geleceği ve Beyrutlular’ın maksadı ne Cemiyet-i İslahiye’nin tekrar tesisinden ve ne ıslahattan ibaret olmayıp rüsûm ve vergi vermeyen komşu Ce- bel-i Lübnan gibi bir muhtariyet istihsalinden ve bunun için bir vak’a ihdasiyle harice ecnebi asâkir ihracından ve bu sayede nâil-i meram olmaktan ibaret olduğu iş’ar olunuyor idi.
Bulgar-Devlet-i Aliyye hududu olarak Midye-Inoz hatt-ı müstakiminin bazı tâdilâta uğradığım gazeteler neşrettiklerinden burası İstanbul’un esbâb-ı müdafaasını temine çalışan İngiltere’nin arzusuna tevafuk etmeyeceği izah olunarak Londra Sefiri’ne yazılan telgrafna- meye gelen cevapta Londra Konferansı’nca bu tebdilâtın icra edildiğine dair malûmat olmayıp bu havadisin Bulgarlar tarafindan kasten çıkanlmış bir şayiadan ibaret olması icap edeceği beyan olunuyor idi.
O günkü Meclis-i Vükelâ’da memâlik-i Arabiye’de lisan-ı Arab’m istimali hakkında Dahiliye Nezâreti’nce kaleme alman bir kararname tedkik ve kabul olunmuştur. Bu kararname mucibince mahâkimde ve istidalarda lisan-ı Arabi istimal olunabilecek ve bu lisan ile beyannameler ve ilânnameler neşrolunabilecektir. Mekâtib-i ibtidaiye, rüşdiye ve beş sınıflı idâdiyelerde ve ziraat ve sanayi mekteplerindeki tedrisatta lisan-ı Arabi asıl ve Türkî fer’ ittihaz olunacak, darülmu- allimlerde ve mekâtib-i âliyede Türkçe tahsili mecburî olup tedrisat Türkçe yapılacak ve fakat darülmuallimlerde Arapça’nın mükemmelen tahsili ve mekâtib-i âliyede dahi tarih-î İslâm ve edebiyat-ı Ara- biye’nin Arapça tedvini usûl ittihaz olunacaktır. Benim ba’de-s-sulh Suriye ye azimetim dahi o gün mecliste mevzubahis oldu.
İki gün evvelki mecliste şarkî ve şimalî Anadolu için celbi takarrür eden İngilizler’e ait zabıtname bugün imza edildi, ancak jandarma alay kumandanlan yerine alaylar için jandarma zâbitânı denmesi Said Paşa’nm teklifi üzerine kabul edildi.
Bugün müstafi Şükrü Bey meclise gelmemiş idi. Meşrutiyetperver görünen gençler böyledir. Kanun-ı Esasi mucibince istifa kabul olu-
nuncaya kadar memuriyete devam lâzım gelecek iken dargınlık eseri olarak şımanklık gösterilmiştir.
3 Nisan 329 (16 Nisan 1913) Çarşamba:
Sabah bazı mesâlih-i cariyeyi Harbiye Nezâreti’nde tesviye ettikten sonra Beyoğlu’nda berbere gidip saçımı kestirdim. Oradan İtalya Sefarethanesi’ne gittim. Hükümet-i Osmaniye’nin vaziyetinden bahsetti. Bizim kabinenin re’s-i kara geçtiği esnada Alman Sefiri’nin hakkımızda pek teveccûhkâr olduğunu ve Pallaviçini’nin dahi bedbin olmadığını, kendisine gelince ne genç ve ne de ihtiyar Türkler tarafdan olmayıp hükümet kimlerin elinde ise onlarla münasebât-ı sami- miyede bulunmak emelinde olduğundan kendisinin bedbin olmakta bir sebep görmediğini ve fakat süferânın ziyadesiyle bedbin oldukla- nnı ve bilhassa Fransa Sefiri’nin adeta müteheyyic olduğunu söyledi. Halbuki şimdi kabinenin bambaşka bir hâli kesbetmiştir. Umumen süferâ tebdil-i fikir edip cümlesi de kabineye ibraz-ı teveccüh etmektedirler. Bu da mücerred meslek hareketimden ileri gelmiş imiş.
Kabinenin muvaffakiyetini üç cümlede hülâsa etti.
Evvelâ: Kabinemiz millette bir eser-i hayat mevcut olduğunu isbat ile Türkiye’nin tezayüd-i şerefine hizmet etti.
Sânîyen: Umûr-ı mâliyede pek ziyade müzayakada kalarak iflâs edeceğimiz zannı mevcut iken sarfolunan mesai ve ittihaz kılınan si- yaset-i maliye sayesinde temşiyet-i umüra muvaffakiyet elverdi.
Sâlisen: Kabine ittihaz-ı meslek salim siyasetle[64] tahkim-i vaziyet etti ve kendisine beyne’d-düvel bir vaz’-ı mahsus aldırdı. Şimdi itti- fak-ı müselles devletleri ba’de-s-sulh Devlet-i Aliyye’ye ez-her-cihet müzâheret edecektir. Bu bâbda sarfedeceği mesaiye İngiltere’yi de teşrik eyleyecektir. O halde hariçte yalnız Rusya ve Fransa kalacaktır. İtalya’nın İngiltere ve Almanya’yı yekdiğere takribe çalışacağını beyan etti.
Beyrut’tan bir haber alıp almadığını sordum. Beyrut bombardımanında taht-ı tevkife alınan altmış kişinin tahliye olunacaklan havadisinin Beyrut’ta sü-i tesir hâsıl eylediğini beyan ile bunun aslı olup olmadığmı sordu. Aslı olmadığım söyledim ve Beyrut önünde bir İtalya gemisi mevcut olup olmadığını sual eyledim. Olmadığını ve fakat ne vakit arzu edersek oraya bir İtalya gemisi göndereceğini söyledi. Lüzumu olursa haber vereceğimi ve Beyrutluların maksadı ne ecnebi tâbiiyyetine girmek ve ne de Cemiyet-i İslahiye’yi açtırmak olmayıp bir bahane ile şehre ecnebi gemilerden asker çıkartmak ve sonra onlann sayesinde Lübnan gibi bir mevki-i müstesna ihrâzı ile
her güne rüsûm tediyesinden ve asker itâsından kurtulmaktır.
İstifa eden Maarif Nâzın’na halefi tayin olununcaya kadar Kanun-ı Esasi ahkâmına tevfikan vazifesine devam-ı lüzumu hakkında bir tezkere yazdım. Hacı Âdil Bey’in tavassutu üzerine istifasmdan sarf-ı nazar etmekle kabul ettim. Kendisine istifanamesini iade ettim. O da kendisine yazdığım tezkereyi iade etti ve mes’ele bu suretle şimdilik kapandı. Müsalâhadan sonra ne olacağım bilemem.
Başkumandan Vekili, saat ikide Mahmud ve Ziya Paşalar ile beraber Bâbıâli’de beni ziyaret etti. Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ve Erkân-ı Harbiye Mirlîvâsı Ziya Paşa dahi beraber idiler. Bir akşam evvel geleceğini Hadımköyü’nden yazmış ve Limpus Paşa’nm[65] da mü- zakeratta bulunmasım rica etmiş idi. Limpusü gece bâ-telgraf davet etmiş idim. Gerek Limpus Paşa ve gerek maiyetinde İngiliz Eliot Bey dahi beraber bulundular. Müzakere, donanmanın Yunan donanmasına karşı çıkarak Averofun kazazede olup olmadığım anlamasına ve kazazede ise gerek onu ve gerek Yunan bahriyesi bakiyesini tahrip etmesi imkânımn istihsal eylemesine dair olarak cereyan etti. Mukayese donanmalann hemen aym kuvvette olduğu, bizim donanma topça ve kemmiyetçe faik ise de Yunan bahriyesi talimce biraz tefevvuk etmekte idi. Lâkin, donanma kumandam Tahir Bey kumandasında çıkarsa donanmamızın behemehal mağlup olacağı muhakkak idi. Binaenaleyh kumandan bulmak lâzım idi. Limpus müteaddit zâbitândan rey toplanmasım teklif etti, izzet Paşa kumandan intihabında Meclis-i Mebüsân usulünün kabil-i tatbik olmadığını söyledi. Nihayet, izzet ve Mahmud Paşalar’ın Nilüfer vapuru ile Çanakkale'ye gidip mes’eleyi mahallinde tedkik etmelerine karar verildi. Kaymakam Arif Bey’in tayinini münasip gördüm. Bu zâtı iki sene evvel bir kere Barbaros zırhlısında görmüş idim. Mahmud Paşa da bunu münasip gördü. Lâkin bir karar-ı kati verilmedi.
Hazır cümlemiz bir araya gelmiş iken müstakbel donanmamız hakkında görüşülmesini münasip gördüm. Limpus Paşa da bu bâb- da yazdığı lâyihayı -Fransızca- beraber getirmiş idi. Ben zaten sipariş edilmiş olan Reşadiye Zırhlısı’ndan mâadâ aym sistemde daha iki dritnotun ve 1500 ton cesametinde iki muavinin (28 mil sür’atin- de) ve 1000 tonluk torpidogeçerin ve bir havuzun sipariş olunmasını münasip görüyor idim. Limpus Paşanın lâyihasında fazla 5600 ton luk iki kruvazör ve 500 tonluk iki tahtelbahir mübayaasına da lüzum gösteriliyor idi. Limpus Paşa dritnotlann 27 [bin] tonluk olmasını teklif ediyor idi. Fakat bilâhare teklifim veçhile Reşadiye cesametinde
olmalannı kabul etti. (23 bin tonluk). Bu donanmanın kıymeti kendi hesabınca 9 milyon lira ediyordu. Fakat benim teklifim veçhile 23 bin tonluk dritnot alınırsa sekizyüz bin tasarruf olunuyor idi. Elde yalnız dokuzyüz bin lira kadar tahsisat var idi. Bunları ben bilâ mezuniyet sipariş edecek idim.
Bunlar gittikten sonra Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. O gün şarki ve şimalî Anadolu mmtakalanna Evkaf Nâzır-ı sabıkı Hayri Bey’in taht-ı riyâsetinde olarak gönderilecek hey’ete verilecek talimat müzakere edildi. Hey’et sekiz kişiden mürekkep olup altısı Müslim ve ikisi Ermeni idi. Ermeniler patrikhanece maruf ve mültezem zevâttan olup birisi de meclis-i cismanî âzâsından idi. Hey’ete arazi mes’elesi- nin halli için yüzyirmi bin lira itâsı takarrür etti. Hey’et derhal sulh mahâkimini teşkil edecek ve icabında arazi ihtilâfâtını bu mahkemeler vasıtasiyle halledecek idi.
O günkü Meclis-i Vükelâ’da hayvan sirkatine dair tanzim kılman kanun lâyihası da tedkik ve kabul edildi. Bu kanunun bir an evel tanzim ve neşredilmesini pek ziyade istiyor idim. Bunun için takibatta dahi bulundum. Çünki, Anadolu’da ahali en ziyade bundan müşteki idi. Bu kanunun tatbiki halinde köylülerin pek memnun olacağım anladım. Şimdiye kadar birçok kanunlar yapmış idik. Köylü bunlann hiçbirini hissedemeyecek idi. Lâkin hayvan sirkatine ait kanunu derhal hissedecek ve bundan memnun olacak idi. Evvelce çıkan kanunlar içinde Sulh Mahâkimi Kanunu dahi bu kabilden idi. Bu sebepten bir memnuniyet-i mahsusa hissediyor idim.
Maarif Nâzın Şükrü Bey mecliste bulundu. Lâkın, kanun[un] müzakere edileceğini bir gün evvel öğrenen Şürâ-yı Devlet Reisi Said Paşa gelmemiş idi.
Meclisten sonra Hacı Âdil Bey beni ziyaret etti. Mısır’da Halil Edib Bey’den aldığı bir mektubu okudu. Mektupta Mısır’da toplanan ku- demamızın ekseriyet üzere dağıldığım ve Kâmil Paşa’nm da İstanbul’a gelmek istediğini yazıyor idi. Güya müşarileyh Mısır’da İngiliz komiserine müracaat etmiş, o da Sir Edward Grey’e yazmış ve bu da biraz sabretmesini bildirmiş imiş. 87 yaşmda olan Kâmil Paşa yine sadrazamlık peşinde bulunuyor imiş.
O gün meclisten evvel Hariciye ve Dahiliye Nâzırlan yanıma gelmiş ve Hariciye Nâzın Said Paşa aldığı haberlere göre Hıdiv-i Mısır’ın Ittihad ve Terakki Cemiyeti’ni ve şimdiki Hükümet-i Osmaniye'yi senâ etmekte olduğu haberini aldığını söylemiş idi. “Acaba bunun sebebi nedir?” diyor idi. Ben keşfeder gibi oldum. Sertabib-i Şehriyarî Hayri Bey, Mısır’a azimet etmiş ve ailesi vasıtasiyle Hıdiv’in kerimesine taraf-ı padişahîden bir bilezik gönderilmiş idi. Bu bahsi zât-ı şâhâne benimle yapmış idi. Hıdivin haremi ve kızın validesi iki kere saray-ı hümâyuna hediye götürmüş olduğundan zât-ı şâhâne de mukabele
etmek istiyor idi. Bunda beis görmemiş idim. Aynı zamanda Hayri Bey’e demiş idim ki: “Hıdiv Hazretleri’ne söyle, hilâfet dâiyesinden vazgeçsin, hükümetle iyi geçinsin. Aksi takdirde, Memâlik-i Osmaniye’de İngiltere’ye her güne menafiin gösterilebileceğinden ve bu suretle İngiltere Hükümeti elde edilerek aleyhinde ittihaz-ı mukarrerat olunabileceğinden emin olsun”.
İhtimal, Hayri Bey bunu Hıdiv’e söylemiştir. Söylemek zaten efendisi olan zât-ı şâhânenin menâfii iktizasındandır.
Medrese-i külliye: Bundan evvelki meclislerden birinde Meldıe i Mükerreme’de Evkaf Nezâreti tarafindan medrese-i külliye nâmında bir medrese tesisi takarrür etmiş idi. Bugün Evkaf Nâzın bu medresenin Medine-i Münevvere’de inşasını teklif etti ve bu bâbda tanzim ettiği nizamnameyi okudu. Merkezde Evkaf Nâzın’nın taht-ı riyâse- tinde Hey’et-i Merkeziye namiyle bir meclis teşkili de mevzubahis idi. Medresenin Medine’de bir meclis-i idaresi de mevcut olacak idi. Hey’et-i Merkeziye tabiri ekseriyet tarafindan beğenilmediğinden teklifim veçhile buna Meclisi İdare-i Merkeziye tesmiye o.undu. Medrese ibtidaî ve âlî sınıflan şâmil olacak idi. Maksadı tesis-i din-î İslâmî neşredecek mütefennin müderrisler yetiştirmekten ibaret idi. Hindistan ve Mısır’dan bu medrese için üçyüz bin lira cem’ edileceği ümit olunuyor idi. Bu bâbda gazetelerle kat’iyyen neşriyatta bulunulmaması şartiyle bunu kabul ettim. Zira, İngilizler’i yine kuşkulandırmak istemiyor idim.
4 Nisan 329 (17 Nisan 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigalâtta bulundum. Adliye nâzır-ı
esbakı Necmeddin Molla Bey’i davet etmiş idim. Kendisine Bağdat
Valiliği ile Irak Müfettiş-i Umumîliği’ni teklif ettim. Müfettiş-i
umumîlik memuriyetine müşarileyhi muteriz buldum.
“İdare-i Vilâyat Ka- nunu’nda valilere verilen azîm salâhiyetten
sonra bunlann başına müfettiş-i umumî geçirmek, münafesata kapı
açmaktan başka birşe- ye yaramaz” dedi. “Münafesat vali ile mutasarrıflar ve mutasamf ile kaymakamlar
beyninde dahi olabilir. İdare-i Vilâyat Kanunu ahkâmını tamamiyle
icra edecek valilerimiz azdır. Bu iktidarda altı müfettiş bulabilir
ve onlann başına geçiririz. Bundan başka, mesâlihi merkezden daima
teftiş etmek lâzım olduğunu elbet tasdik edersiniz. Halbuki
memleket cesim, mcsafat bait, vesait-i nakliye, mefkut. Bu halde
bulunan vilâyetlerin birkaçına daimî bir müfettiş-i umumî geçirmek
daha doğru değil midir?”
dedim. Düşündükten sonra cevap vereceğini söyledi. Benim bir-iki sene
hükümet işlerinden uzakta kalmak hususunda vermiş olduğum karar-ı kati
hilâfına olarak ve bir ihtilâl ile re’s-i kâra geçmekteki mehâlike
vâkıf ve bundan suret-i kat’iyye-
de müteneffir bulunmakla beraber 10 Kânunsânî’de Bâbıâlî vukuatı üzerine memleketi tehlikede görünce sadareti kabulde kafa tereddüt etmediğimi ileri sürerek kendilerinin de fedakârlık göstermeleri lâzım geleceğini ve biz çekilirsek yerimize gelecek hükümetin dahi kendisini bu memuriyette istihdam edeceğini izah ettim, gitti.
Deutsche Orient Bank ve....... [66] memuru Devlet Efendi, Almanya’ya sipariş etmek istediğim dritnotun kulesi (?) ağırlığım sordu. Zırhlı, İngiltere'ye sipariş olunan Reşadiye’nin aynı olacağmdan bunu bahri- yeden sorup kendisine söyledim. Badehu, İran hudud-ı şimaliyesi işleriyle de biraz meşgul oldum. BabIâli'ye gittiğimde Deutsche Orient Bank Direktörü Mösyö Hoffman beni ziyaret etti. 21 bin tonluk iki kıt’a Brezilya dritnotu ile dört kıt’a binyüz tonluk torpidogeçerin satılık olduğunu söyledi. Kendisi muteber bir banka direktörü olduğu için teklifini ciddi olarak telâkki ettim. Dritnotlar için 69 ve diğerleri için de 4,16 milyon frank istedi. Dritnotlar fiyat-ı hakikiyelerinin iki misli raddesindedir. Her birine 36 milyon frank verdim. Torpidoge- çerler için de 3,5 milyon frank teklif ettim. Londra’ya yazıp cevabını getireceğini söyledi. Şerâit-i tediye 500 bin lira peşin, bâkîsi hazine tahvilâtı.
Badehu mesâlih-i ecnebiye müdürü Salih Bey ile hukuk müşaviri Ebro Efendi beni ziyaret ettiler. Birincisine âhiren neşretmekte olduğumuz kavâninin bir an evvel Fransızca’ya tercüme edilmelerini tenbih ettim. Bunlardan icabı kadar nüshaları sefarat-ı seniyyeye göndermek istiyor idim. İkinciye de patent vergisi hakkında sefarat- tan verilen nota hakkındaki mütalâatın bir gün evvel ikmalini tenbih eyledim. Bu bâbda mûmâileyh ile bazı müzakeratta dahi bulundum. Maksadım işi sür’atle bitirmek için evvelemirde bizim hukuk müşavirleriyle ecnebi mütehassıslanndan mürekkep bir komisyon teşkili ile ihtilâfâtı sür’atle izâleye çalışmak ve kendi aralarında tesviye olunamayan hususatı süferâ ile bil-müzakere kendi tarafımdan bitirmek ve en mühim ihtilâfâtı en nihayet Meclis-i Vükelâya koyarak fasleylemek idi.
Saat ikide Rusya Baştercümanı Mandelstam beni ziyaret etti. Bulgar Reis-i Vükelâsı Mösyö Geshovün mütareke değil, iki ordu beyninde tatil-i muhasamat edildiğinin ilân olunmasına muvafakat ettiğini sefaretin Sofya’dan aldığı tebligat üzerine tebliğ etti. Bunu söyledikten sonra Erzincan’da, Bitlis’te ve Haçin’de zuhur eden ve- kayi hakkında sefir beyin celb-i nazar-ı dikkat ettiğini söyledi. Erzincan’da bir Ermeni’nin hanesinde bir humbara paralanmış ve haneyi tahrip etmiş idi. Tetkikat neticesinde hanede humbara imal edildiği, mevcut alât ve edevâtın ve bir hayli humbaralardan anlaşılmış idi. Bu hususta celb-i nazar-ı dikkatten ne çıkar? Ruslarin bunu yap-
tındıkları zaten şüphesiz idi. Bitlis’te dokuz Ermeni, bir Müslüman’ı öldürmüşler idi. Ahali hükümetten kısas talep etmiş ve cenazeyi hükümet konağına götürmüş idi. Dokuz Ermeni’den biri firar etmiş ve fakat yolda maktulün akrabasından iki kişi ile bir hatuna rastgelmiş, bunlar tarafından yaralanmış ve ancak kendisi de yaralanmış idi. Bu Müslümanlar’dan yalnız biri tutulamamış, bâkîsi katil ve cârih Ermeni ile beraber tevkif olunmuş idi.
Haçin’de ne olduğunu bilmiyordum. Tercümanın azimetinden sonra Dahiliye Nâzın’ndan hakikati sorduğumda iki jandarmanın serhoş olduğunu ve ahaliyi tahkir eylemelerinden dolayı ahali tarafindan tecavüzata düçar olduklarını ve keyfiyet memurin-i âidesi tarafindan haber alınması üzerine jandarmaların derdest olunduklarım anladım. Dersaadet pişgâhında duran Rus sefain-i harbiyesi tayfası bu sırada ikidebir Beyoğlu’na çıktıklarında serhoş olarak türlü türlü vekayi zuhuruna sebep oluyorlardı. Rusya Sefiri’nin bunu olsun derhâtır edip de bu mes’ele hakkında celb-i nazar-ı dikkat etmesi pek acîbdir. Bu hal, Rusya Hükümeti’nin Anadolu vilâyat-ı şar- kiyesi hakkında beslediği fikri vâzıhan meydana koymakta idi. Bu da vilâyat-ı şarkiye ve alelumum Anadolu ıslahatına Kıbns Muahede- si’ne tevfikan îngilizler’i iştirak ettirmekteki fikrimde ne kadar haklı olduğumu gösterir.
Mandelstam’dan sonra Avusturya Sefiri Pallaviçini beni ziyaret etti. Tatil-i muhasamat edildiğini işiterek bunu merak etmiş ve ha- kikat-i hâli öğrenmek için gelmiş idi. Tatil-i muhasamattan dolayı beyan-ı memnuniyet etti ve sulh işinin artık yoluna girdiğine beyan-ı emniyet eyledi. Bu işte Ruslarin hidemat-ı sebkat ettiği hakkında malûmatı olduğunu imâ etti. Müşarileyh ile Devlet-i Aliyye’nin va- ziyet-i müstakbelesi hakkında dahi mûdavele-i efkâr edildi. Vazi- yet-i askeriyenin pek muhkem olacağını söyledi, doğrudur. Boğazlar tahkim, Tekfurdağı’nda, Çatalca’nın ilerisinde, Çatalca’da ve belki de İstanbul etrafında ve Üsküdar cihetinde tahkimat icra olunursa Devlet-i Aliyye hiçbir taraftan gayri kabil-i takarrüb bir başa malik olacaktır. Bu başın sıhhatine ne kadar hizmet olunursa devlet o derecede metanet kesbeder. Müşarileyh, Devlet-i Aliyye’nin çalışılacak olursa ba’de-s-sulh az bir zamanda hatın sayılır bir âmil-i askeri ve siyasî olacağım temin eyledi. Bu da doğrudur. Bu âmil-i askeri ve siyasî bilhassa Avusturya için kıymetdardır. Fakat Avusturya için yalnız askerî ve siyasî olarak kalmayacak, aynı zamanda bir âmil-i iktisadi de olabilecektir. Halbuki, Almanya için en ziyade bir âmil-i İktisadî olacaktır. İtalya’nın da nazar-ı dikkati bu âmile ez-her-cihet müteveccih olacaktır. İngiltere’nin de hüsnüniyeti inzimam eder ve alelhusus Kıbns Muahedesi ihya edilecek olursa Devlet-i Aliyye’nin ehemmiyeti artmak derecesinde esbâb-ı müdafaası da tamamen te-
min edilmiş olacaktır. Pallaviçini ihtimal ki buralarını düşünmüştür ve belki de tamamen benim düşündüğüm gibi düşünmüştür.
Ondan sonra İngiliz baştercümanı Fitzmaurice 67 geldi. Bu adamdan herkes müştekidir. Entrikacılığıyla müştehirdir. Lâkin bana karşı câlî olsun bir samimiyet gösteriyordu. Böyle bir adamı idare etmek benim için lâzım idi. Mümâileyh, Nureddin Efendi Hazretleri’nin de validesini hanesine gönderdiklerini söyledi. Müşarileyhâ Maslak Köş- kü’ne gitmiş, hattâ bekçiyi de darbederek orada yerleşmiş idi. Bunu evvelce haber almış idim. İngiliz Sefiri’ne Maslak Köşkü’nün şimdiden oğlu namına ferağ edilmesini de söylemiş imiş. Halbuki Maslak, AUahuâlem cmlâk-i hâkaniyeden olduğu için başkasına ferağ edilemez idi, lâkin mâdâm-el-hayat orada ikamet edebilir idi. Burasını kendisine anlattım. Anladı. Badehu ahibbasından birinin Hadımkö- yü’ne gitmesine müsaade istedi. Verdim. İzmir’de Patersler’e mahsus ve onbeş seneden beri münazâun-fih bir maden işinin bitirilmesini rica etti. Kanunun müsaadesi olduğu halde bu işi hemen yapacağımı söyledim.
Mûmâileyhin infikâkini müteakip nuzzârdan bazılan ve İbnürre- şid’in adamı Reşid Paşa beni ziyaret ettiler. Reşid Paşa harcırahını henüz alamadığından şikâyet etti. Cumartesi günü verdireceğimi temin ettim.
Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. O gün bazı mesâlih-i cariye ile iştigal ettik. Ehemmiyetli işler yapmadık. Saat yedide, yani pek erkenden dağıldık. O gün Bâbıâlî’ye gitmeden saraya gitmiş idim. Burasım, unuttuğumdan o günkü vukuatın nihayetine yazıyorum:
Cuma günü Avusturya baştercümanının haremi tarafindan saat beşte çay ziyafetine davet edilmiştim. Bu kadın bu daveti defaatle tekrar etmiş idi. Zevci Mösyö Para, Üsküp’te ve Selânik’te konsolos bulunduğu zamandan beri ahibbam sırasına geçmiş idi. Hatırını kırmak istemedim, kabul ettim. Fakat iki haftadan beri yıkanmamış olduğum için bir banyo dahi yapmaya ihtiyacım var idi. Binaenaleyh, Cuma gecesi haneme gitmeyi münasip görmüş idim. Binaenaleyh, bilvasıta Cuma selâmlığında bulunmamak için zât-ı şâhâneden ruhsat talep ettim ve aldım ve Cuma günü zât-ı şâhâneyi görüp tatil-i muhasamat, vesaire hakkında bizzat arz-ı malûmat edemeyeceğimden o gün Bâbıâlî’ye gitmeden evvel saraya gittim, huzura çıktım. Zât-ı şâhâne alelâde Vahideddin ve Mecid Efendiler hazeratından şikâyet etti. Sertabib Hayri Bey, Mısır’dan avdet ettiğinden oradan zât-ı şâhâneye ne malûmat getirdiğini istidlâl tarikiyle olsun sözü Mısır’a ve Hıdiv’e getirdim ve Kâmil Paşa’dan da biraz bahsettim. Zât-ı şâhânenin yüzünde âsar-ı tebessüm hâsıl oldu. “Aramızda gizli bir-
- 1 İstanbul’daki İngiliz Elçiliği’nin 1907 ile 1914 arasında tercümanlığını yapan Gerald Hcnry Fitzmaurice (1865-1939). Metinde Fiç Moris diye yazılmış.
şey yoktur. Sizden birşey soracağım” diyerek sandalyesini kaldınp bana yaklaştırdı.
Dedi ki:
- Kâmil Paşa sizin için diyormuş ki: ‘Onun bana hürmet-i mahsusa- sı vardır. Onunla beraber çalışarak bu memleketi kurtarabiliriz’. Yâni demek istiyor ki kendisi sadrazamlığı deruhte ederek siyaseti tedvir edecek. Siz de Harbiye Nezâreti’ni deruhte edeceksiniz.
Kâmil Paşa hâlâ sadaret peşinde koşuyor, hâlâ entrikalarla meşgul bulunuyor idi. Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi’nde Şûrâ-yı Devlet reisi iken ondan sadareti almak için türlü türlü entrikalar yaptığı gibi şimdi ta Mısır’dan yine entrikalara devam ile benden de sadareti almak istiyor idi fakat lütfen Harbiye Nezâreti’nde ibka etmek istiyor idi. İktidarsızlığıyla beraber gösterdiği şu hırs âdeta bâdî-i nefret idi.
Buralarını bir lâhzada düşündüm ve zât-ı şâhâneye dedim ki:
- Bu memleketin kurtulması veya kurtanlması için evvel-be-evvel Cenab-ı Hak Kâmil Paşa’mn canını almalıdır. Zira kendisinin hayatı fesat ve entrika ile mâlâmaldir. Bu memleket için en büyük musibettir. Menba-i fesat olan bu adam ölmelidir ki bu memleket kurtulsun. Evvelden, Kâmil Paşa’yı tanımazdım. Tanımadığım bir zât hakkında tabiidir ki birşey diyemezdim. Kendisine vuku bulan tecavüzatin önünü almaya çalışır idim. Bu suretle hareketim kendisine hürmetle tefsir olunabilir. Ona öyle bir eser-i hürmet gösteriyor idim. Lâkin, son sadaretinde kendisini tanıdım. Kâmil Paşa dirâyetsiz, ilimsiz, tahsilsiz eski ihtiyar bir Türk paşasıdır. Fazileti işte bundan ibarettir. Bu zâtin mu’teriz ve müfsid olduğunu da son sadaretinde anladım. Onun için kendisine hiçbir güne hürmetim yoktur ve kendisiyle bir kabinede hiç de çalışamam. Sadrazam olursa başka bir bendesini harbiye nâzın yapsın.
Zât-ı şâhâne bunun üzerine sözü ileriye götürmedi. Meclis-i Me- bûsân’dan intihâbattan bahsetti. Şu sırada bundan bahsin zamanı gelmediğini arzettim. Şimdi mebûsân gelirse memleketi tezebzübden kurtarmak mümkün olmaz. “Sulh olsun, asker dağılsın, para tedarik edilerek dahilde sükûn temin edilsin, ancak o zamanda intihâbattan bahis zamanı gelir” dedim.
Zât-ı şâhâne Kanun-ı Esasî’den ve Küçük Said Paşa’dan da bahsetti. Meclis-i Mebûsân’dan bahsettiğim sırada Kanun-ı Esasî’nin lüzumunu dahi ileri sürmüş idim. Zât-ı şâhâne, Said Paşa’mn bu bâbda malûmatından istifade olunabileceğini ve bir gün müşarileyh- le beraber saraya gelirsek kendisinin -Said Paşa’yı yukarıya çıkmak külfetinden kurtarmak için- aşağı inerek bizimle bu bâbda görüşeceğini beyan buyurdular. Zamanı gelince irade-i padişahîyi infaz edeceğimi arzettim. Zira, Said Paşa ile beraber bu mes’eleyi sarayda mevzubahis edersek intişar edeceğinden emin idim. Halbuki sulh akdedilmezden ve işler oldukça yoluna girmezden evvel öyle mübâ-
hasâtı ortaya koymak istemiyor idim.
5 Nisan 329 (18 Nisan 1913) Cuma:
Öğle taamını evde yedim. Sadrazam olduğum günden beri -takriben üç ay- hanemde birinci defa olarak öğle taamı ediyor idim. Saat ikide istimbot ile Sirkeciye çıktım ve oradan Harbiye Nezâreti’ni azimetle bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ve evrak-ı vârideyi mütalâa eyledim. Bahriye Müsteşan Rüstem Paşa, Armstrong-Vikers fabrikalan [ ] Mösyö Vir ile beraber evvelce vuku bulan davetim üzerine beni ziyaret ettiler. İngiltere’den fabrika mühendisinin Pazar günü hareket edeceğini söylediler. Kruvazör, keşşaf, torpidogeçer ve tahtelbahirlerin fiyat-resim vesairelerini dahi birlikte getirmelerini tenbih ettim. Haliç’teki tersanenin Armstrong-Vikers ile müştereken bir şirkete tahvilini ve İzmit’te hükümet için küçük bir tersane inşasım dahi mevzubahis ettik. Bu bâbda evvelce aynı fabrika tarafından vuku bulan teklife dair müdavele-i efkâr edildi. Bu teklife ait projelerle sâire- nin bana tevdiini Bahriye Müsteşan’na söyledim. Sefain-i harbiye sipariş edeceğimizin gayetle mektum tutulmasını da Vir’e tenbih ettim.
Saat beşe doğru Avusturya konsoloshanesine gittim. Oraya birçok med’ûvin geldi. Avusturya Sefiri ile ataşemiliteri ve İran Sefiri dahi med’ûvin meyanında mevcut idiler. İran Sefiri hudud-ı Iraniye işinin yoluna girmesinden dolayı bana beyar.-ı teşekkürat etti ve bu bâbda benimle uzun uzadı görüşmek istediğini söyledi. Ne vakit arzu ederse görüşebileceğimizi ve tahdîd-i hududun bu sene içinde ikmali lâzım- geleceğini tavzih ve beyan ettim.
Avusturya ataşemiliteri Viyana’ya vaziyet-i hâzıra hakkında uzun bir rapor yazdığını söyledi. Bu raporda ba’de-s-sulh vaziyet-i askeri- yemizin hâsıl edeceği metanet ve emniyetten ve Avusturya Hüküme- ti’nin muavenet-i askeriyemizden edeceği istifadeden bahsettiğini ve bizim Bulgarlar ve Yunanlılar ve RomanyalIlarla bil-ittifak ittifak-ı müsellese iltihakımız halinde ittifak-ı mezkûrun kesbedeceği kuvvet ve fayda hakkmda icâle-i kalem eylediğini söyledi. Mûmâileyh, Sırplı- lar’ı hariçte tutuyor idi. “Vakıa Bulgarlar halis Slav olmayıp üçte iki kısım Türk’türler. Yunanlılar ve RomanyalIlar ise Slav muhalifidirler. Şu halde güzel bir hey’et-i ittifakiye hâsıl oluyor. Acaba öyle bir ittifak vücut bulabilir mi?” [dedi]. Yunanhlar’ın bizimle ittifaka meyyal oldukla- nnı söyledim. “RomanyalIlar da öyle. Yalnız Bulgarlar kalıyor ki, onla- n da biz elde etmeye çalışırız. Bulgarlar hiç Ruslarla elele veremezler. Ruslar bundan böyle İstanbul’u almaya çalışacaklar. Halbuki buna muvaffakiyetlen halinde Bulgaristan’ın artık istiklâli mevzubahis olamaz. Bu sebepten Bulgarlar sizinle ittifaka mecburdurlar” dedi.
Saat altı buçukta oradan çıktım. Yedide, Üsküdar’a istimbotla
geç-
tim. Gece Cafer Paşa, Çürüksulu Ahmed Paşa beni ziyaret ettiler. Daha bazı zevât da var idi. Misafirler gittikten sonra Ahmed Paşa’dan Mizan sahibi Murad Bey’in bir Cuma günü beni ziyaret etmek istediğini öğrendim. Cevab-ı muvafakat verdim. Vahideddin Efendi Hazretleri, Murad Bey’i davet etmiş ve o da gideceğine söz vermiş imiş. Bunu da haber verdi. Vahideddin Efendi köşkünün abluka edilmiş olmasına rağmen bu gibi harekâttan vazgeçmiyor idi. Murad Beyle bir iş göremeyeceğini acaba bilmiyor muydu, yoksa biliyordu da bizi korkutmak için mi böyle yapıyor idi? İkisi dc muhtemel. Fakat şıkk-ı evvel daha ziyade melhûz.
Cafer Paşa ise Ittihad ve Terakki Cemiyet-i Merkeziyesi’nin hükümete yardım etmek istediğini, fakat hükümet birçok iş gördüğü halde cemiyete hiç haber vermediğini, halbuki cemiyetin bu bâbda propagandalar icrasiyle icraat ve mesaî-i hükümeti enzâr-ı umumîyeye arz ile hükümet lehinde cereyanlara sebep olabileceğini ve muhalif fırkanın hükümet aleyhinde birçok müfteriyât ve işaatı mevcut olup buna karşı cemiyetin böyle seyirci bakması caiz olmadığım söyledi. Cemiyet-i merkeziyenin idaresini dahi elime almaklığımı tavsiye ediyordu. Cemiyetin beni bir lider yapmak istediğini istişmam eder gibi oldum. En nihayet, gelecek Cuma günü Talât ve Babanzade İsmail Hakkı Beylerin beni ziyaret etmelerini söyledim.
6 Nisan 329 (19 Nisan 1913) Cumartesi:
Bir gün evvel Harbiye Nezâreti’nde iken Almanya ataşemiliteri Binbaşı Strempel’den aldığım tezkerede bugün İstanbul’dan müfarekati mukarrer olan Goben zırhlısı amiralinin beni bugün on birde davet eylediğini ve vakt-i mezburda Tophane’de bir istimbotun bana muntazır olacağını yazıyor idi. Daveti kabul etmiş idim. Binaenaleyh sabah saat sekizde Harbiye Nezâreti’ne azimetle orada bir müddet iştigalâtta bulunduktan sonra Goben’e gittim.
Goben’e gitmek için Tophane rıhtımında muşa binecek idim ve saat onbirden evvel geldiğim için Tophane'ye uğradım. Küçük çaplı Martini tüfeklerini gözden geçirdim. İmalât yüzbini geçmiş idi. Ordu tüfeklerini zayi ettiği cihetle ikiyüz bin mavzer tüfeği sipariş etmek istiyor idim. Ancak mavzer fabrikası tüfek başına 325 kuruş istiyor idi. Halbuki, Meşrutiyet’ten evvel 316 kuruşa yapmış idi. Hem o vakit bundan sirkat dahi vuku bulmuş idi. Halbuki bu defa sirkat yok idi. Bununla beraber fabrika fiyatı daha ziyade tenzil etmekte taannüd ediyordu. Bu sebepten mavzer tüfeklerini İstanbul’da yapmak istedim. Namlu ve mekanizma kovanlarım hariçten celbettiğimiz halde günde ne kadar yapacaklannı sordum. Nihayet günde yüz tüfek. Bu bâbda bir karar-ı kati veremedim. Maamafih bu işle sarf-ı fikir etme-
lerini tenbih ettim.
Nihayet, Goben’e gittim. Bütün asker selâm durmuş idi. Askerin önünden geçtik. Vaziyeti pek iyi idi. Nihayet talim yapmaya başladılar. Talim pek mükemmel idi. Efrad makine gibi hareket ediyor idi. Vapurun intizamı pek fevkalâde idi. Zırhlı dokuz ay evvel denize inmiş idi. En yeni bir vapur idi. 21 bin ton cesametinde 28 mil sür’atinde idi. Çarkçıbaşı 30 mil sür’atle hareket ettirmeyi deruhte ediyordu. Gemide 1040 nefer mevcut idi. Buna mukabil mühendis ve kâtipler dahi dahil olduklan halde 32 zâbit var idi. Bizim küçük Barbaros, Turgut Zırhlılan’nda 70’i mütecaviz zâbit bulunuyor. Amiral, Trommel nâmında bir zattır. Zahiren pek zeki ve faal görünüyor idi. Bir buna bakıyor bir de bizim donanma kumandanlığında bulunan Tahir ve Ramiz Beyler’i gözden geçiriyor idim. Ne büyük fark. Zırhlı, azîm bir fabrika idi. Bunu kullanacak muktedir zâbitâna, muallem efrada ihtiyaç var idi. Her taraf gayet temiz idi. Doğrusu Almanlar’ın çalışkanlığına hayran olmamak kabil değildir. Saat ikide oradan çıktım.
Bâbıâli’ye geldiğimde birçok zevât beni bekliyor idi. Cümlesiyle birer birer görüştüm. Nuzzârdan ekserisi de geldi. Onlarla da mesâlih-i cariye hakkında görüştük. İstanbul Muhafızı Cemal Beyle de zapt u rapt-ı belde hakkında müzakeratta bulundum.
Garp Ordusu Kumandanlığı’ndan Roma Sefareti vasıtasiyle alınan telgrafnamede erzaksızlık ve parasızlıktan fevkalâde şikâyet olunuyor idi. Viyana Sefareti vasıtasiyle para yetiştirilmeye gayret olundu. Paraca fevkalâde müzayaka var idi. Fenerler İdaresi’nden alman beş- yüz bin liralık avans ile bir aylık tamam olarak verilemedi. Daha 250 bin liraya ihtiyac-ı şedîd var idi.
Deutsche Orient Bank Direktörü Mösyö Hoffman geldi. İngiltere’deki zırhlılardan bahsetti. Fiyatta yanlışlık yapıldığını söyledi. İki zırhlı için 79 milyon frank istiyor idi. Ben 72 milyon vermiş idim. Fakat şüpheye düştüm. İki zırhlı için 79 değil 69 istemiş olmasına kani olur gibi oldum ve 72 milyon verdiğime pişman oldum. Fakat yüzde altı faizli hazine tahvilâtı istemekte iken yüzde beş faizli verdim. Yüzde altı faizliyi başkaları seksensekizi yüze alırken bunun doksaniki- sini yüze teklif ettim. Kabul eder gibi oldu ve Pazartesi günü cevab-ı kati getireceğini söyledi.
Adalar mes’elesi hallolunmazdan evvel iki dritnot ile dört torpi- dogeçer elde edilirse pekçok istifade edileceği derkârdır. Ancak bir saat sonra Londra’da Tevfik Paşa’dan alınan bir telgrafname beni ziyadesiyle düşündürdü. Ingiltereden Armstrong-Vikers fabrikası adamı Mösyö Vir’i istemiş idim. Kendisiyle sefain-i harbiye işini, tersane işlerini bitirecek idim. Mûmâileyh sefir Tevfik Paşaca müracaatla “Sadrazam Paşa benim hafiyen Dersaadet’e azimetimi talep
etmiş. Ben İstanbul’a gidince herkes niçin gittiğimi derhal anlayacak Osmanlılar’m sefain-i harbiye sipariş edeceklerini tahmin edecek Bu ise Paris’te içtima edecek maliye konferansı üzerinde pek fena tesirat icra edecek. Balkanlılar bunu devletin istitâat-ı mâliyesi için bir senet olarak ileri sürecek Maamafih, Sadrazam Paşa nasıl isterse öyle hareket ederim” demiş. Bu mes’ele zihnimi tırmaladı. Bir fabrikacının bizi bu kadar düşünmesi acaibime gitti. Acaba bunda İngiliz parmağı yok mu? İngiltere hâlâ donanma tedarik ettiğimizi istemiyor mu? Şu ahvâl Mösyö Vir’in gelmemesini, sefain-i harbiye fiyat ve plânlarım sefarete vermesini, şimdilik onları göndermesini sefarete yazdım ve artık Brezilya'nın iki zırhlısının yüzde beş tahvilât mukabilinde mü- bayaası daha münasip olacağına tamamen karar verdim.
Meclis-i Vükelâ’da hayli mühim işler müzakere edildi. Hariciye Nâzın Said Paşa ikiyüz bin lira mesture istiyor idi. Besarya, Oskan Efendiler buna en ziyade muarız idiler. Bu parayı hem istiksâr ediyor ve hem ümit olunduğu gibi Fransız matbuatının elde edilemeyeceğini iddia eyliyor idiler. Ben bunu şiddetle müdafaa ettim. “Bizim hükümetlerimize dört-beş seneden beri atfolunanlann [atfolunan] kusurun en büyüğü matbuatı elde etmemesidir. Ne zaman kabinece öyle bir teşebbüse kıyam edilirse işte bu gibi mütalâat ile tehir olunuyor. Besarya Efendi bundan kabinemize isnad-ı sirkat olunacağını söylüyor. Hükümeti deruhte edenler öyle iftiralara dûçar olmayı da göze almalıdırlar. Biz çalmadığımız halde bize hırsız dediler. Fakat, muanzlanmız altı-yedi ay hükümeti elde etmiş olduktan halde beş para hırsızlığımızı bulamadılar. Balaydılar bizi hapishanelerde mahvederlerdi. Ben memleketi kurtarmak için her şeyi göze almışım. Ölümü dahi” dedim. Son sözümden Küçük Said Paşa’nın memnun olmadığını hissettim. Çünki bu sözleri müşarileyhin “Besarya Efendi bizim halkın hâlet-i ruhiyesini iyi öğrenmiş” demesine mukabil söyledim. Bu bâbdaki müzakere ertesi güne tâlik olundu.
Muhacirin mes’elesi de müzakere edildi. Yunanlı, Selânik’te bulunan üç bin muhaciri Kuşadası’na götürmeyi deruhte ediyorlar idi. Hariciye Nezâreti muhacereti teşvik ve tergip mi, yoksa mahallerinde bırakarak ora hükümetleri üzerinde siyaseten ihrâz-ı nüfuza mı sayetmek mes’elesini ileri sürmüş idi. Ben muhacereti tergîb taraf- dan idim. Bilhassa ahalî-i Islâmiyesi seyrek mahallerde. Çünki, bun- lann Hristiyan olmalarından korkuyor idim. Bu mes’ele uzun uzadı münakaşata sebebiyet verdi. Muahede-i sulhiyede vaz’ olunacak şerâite göre nazar-ı dikkate alınmak üzere -Küçük Said Paşa’nm teklifi- üç bin muhacirin kabulüne karar verildi.
Necd’de Zahnuniye Adası’nm üst tarafindan hududun geçirilmesine Ingilizler’ce muvafakat edildiği ve Zahnuniye Adası’m da taht-ı hâkimiyetimizde bırakmak için Bahreyn Hâkimi’nin oradaki bazı
müddeiyatına mukabil bin Ingiliz lirası tazminat itâ olunması teklif edildiği iş’ar olunuyor idi. Tervic-i iş’ar edildi.
Daha bazı mesâlih-i âdiyenin tesviyesinden sonra mahâkim-i şeri- ye ve hükkâm-ı şer’ kanununun tedkikine başlandı. O gün tedkikat ikmal olunamadı.
Meclisin hitanımdan evvel Besarya Efendi izin aldı. Mûmâileyh en ziyade tenbellik gösteriyor idi. Oskan Efendi ise aksine idi.
Akşam, Talât Bey geldi. Kendisini istemiş idim. Necmeddin Mol- la'yı ikna etmesini tenbih ettim. Çünki, Necmeddin Molla üzerinde bir nüfuza malik idi. Nakibzade Talib Bey hakkında nazar-ı dikkatini celbettim. Mûmâileyhin Bağdat’ta tahrikatı hadd- mârufu geçmiş idi. Araplık fikrini Irak’a sokuyor idi. “Ben Suriye’den korkmam, İraktan korkarım. Çünki orada aşar çoktur ve müsellâhtır” dedim. Padişahtan, veliahddan, Vahideddin Efendi’den bahis açtım. Hıdiv-i Mısır’a Sertabib Hayri Bey vasıtasiyle gönderdiğim haberi söyledim. Zât-ı şâhânenin Perşembe günü Kâmil Paşa hakkındaki sözünü anlattım.
7 Nisan 329 (20 Nisan 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Kont Ostrorog beni ziyaret etti. Anadolu’da icra olunacak ıslahat hakkında dür ü dırâz bast-ı makal etti. Idare-i Vilâyat Kanunu’ndan, müfettişliklerden, bunlann vezâifinden, İstanbul’da teşkil olunacak hey’et-i teftişiyeden bahsetti. Ancak nevâhî teşkilâtından, mahâkim-i sulhi- yeden -ki esas teşkilâttır- bahsetmedi. Bunlardan da ben bahsettim.
Mösyö Salem dahi beni ziyaret etti. Seyyid Ahmedü’s-Sünusî’ye İtalya hâkimiyetini tanıttırdıktan sonra kendisine bazı hukuk ve im- tiyazat itâ edecek surette tertip olunan İtalya projesinden, bunu Enver Bey’e gönderdiğimden, Enver Bey’den gelen cevapta İtalyanlar’m evvelemirde hâkimiyetten bahsetmemelerini ve Ahmed Sünusî'ye kendi harekâtında serbestî-yi tam bahşedecek surette muhtariyet itâsım ve kendi ilhakında bulunan Bingazi tarikiyle münakalâtta bulunmaya müsaade edilmesini mümâileyhe tavsiye ediyor idi. Bu mektubu Salem Efendice okudum. Muvafık gördü. Hattâ mektubun kopyasmı dahi aldı ki bunu İtalya Sefiri’ne gösterecek idi.
Badehu, sıhhiye reisi geldi. Tebdili hava suretiyle Yemen’den gelmiş birkaç tabibi beraber getirdi. İçlerinde yalnız birisi kaviyyül-bün- ye idi. Diğerlerinin hasta olduklan j'üzlerinden, hallerinden anlaşılıyor idi. Bilâ-mezuniyet gelen ikisi hakkında hemen muamele-i kanuniye ifâsını söyledim.
Bunlardan sonra Levazım Reisi İsmail Hakkı Paşa geldi. Garp Ordusu Kumandanı Ali Rıza Paşa’dan mevrud bir telgrafı kendisine gösterdim. Müşarileyh, Garp Ordusu’nun altı bin küsur müsellâh ve
onbeş bin kadar gayri müsellâh ve zuafâdan mürekkep kaldığını ve Avlonya civarına geldiğini yazıyordu. Cavid Paşa’nm Avlonya’yı zapt ve oradaki Arnavut hükümet-i muvakkatesini istisal ederek Arnavut bayrağım aşağı aldığını o esnada gazeteler yazıyordu. Ali Rıza Paşa’mn telgrafnamesinde buna sarahat yok ise de fakat kuvve-i as- keriyenin Avlonya civarına geldiğinin beyanı havadis-i muahhare-i mezkûrenin sıhhatine delâlet ediyor idi. Bunlar erzaksız, parasız idi, İsmail Hakkı Paşa bir-iki gün içinde Avlonya’ya kâfi mikdarda erzak yetiştireceğini deruhte etti. Yunanlılar ablukayı kaldırmışlar idi.
İsmail Hakkı Paşa dedi ki:
- Geçen, Evkaf nâzır-ı sabıkı Hayri Bey’i gördüm. Geçenlerde sarayda huzur-ı hümâyuna çıkmış idi. Zât-ı şâhâne sizi sena ettiği esnada hem sadaret ve hem de Harbiye Nezâreti’nin sizi yoracağından ve hasta olacağınızı merak ettiğinden bahsetmiştir ki, bunu câlib-i dikkat buluyor. Hayri Bey diyor ki: ‘Paşa hiçbir kimsenin sözüne kulak asmasın, istediğini, münasip gördüğünü yapsın’. Hayri Bey, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin en ileri gelen âzâsındandır’.
BabIâli'ye gittiğimde Paris Maliye Komisyonu’na birinci Osmanlı delegesi tayin olunan Nail Bey geldi. Talimat istedi. “Ne gibi talimat?” dedim. “Nasıl hareket edeceğimize dair talimat” dedi. “Rumeli vâri- dat-ı umumîyesi 5,6 milyon lira olup bunun 1,6 milyon lirası vâridat-ı metrüke ve mevdüadan -Düyün-ı Umumîye İdaresi’ne- ibaret olduğundan 1,6 milyon lira sermayeye tahvil olunarak Balkanlılar’a tahmil olunur. Bunu defaten tediye etmeleri en münasiptir. Tazminat-ı har- biyeye gelince: Bu bâbda Avrupa düvel-i muazzamasından, Almanya, İngiltere, İtalya bizi müdafaa edeceklerdir. Bizi müdafaa etmek Fransa’mn da menâfii icabındandır. Fransa, Rusya’ya mütemâyil ise de kendi menfaati nazannda bittabîi daha kıymetlidir, Avusturya’nın da bizi müdafaa edeceğine söz aldık Avusturya’nın Bulgarlar’ın yüzüne gülmek üzere onları himaye etmesi vârid-i hatır olur ise de fakat tazminattan Sırplar ve Karadağlılar dahi müstefid olacaklanndan bizi tabiidir ki onlara tercih eder. Şu halde muarız olarak bir Rusya ile Balkan hükümat-ı müttefikası kalıyor. Bu kadar müdafi ile beraber onlara da karşı koyabilirsiniz. Evvelâ sermayeye tahvil olunacak meblâğın mümkün olduğu kadar yüksek tutulmasına, saniyen bunun bir istikraz ile veya tahvilâtın tebdili suretiyle Balkanlılar’a defaten tahmiline, sâlisen tazminat-ı harbiye verilmemesine çalışırsınız. İşte talimat bundan ibarettir”.
“Bunu kâğıt üzerine koyunuz” dedi. Ben de “Peki” cevabım verdim.
Mûmâileyhten sonra bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Badehu, Adliye Nâzın ile Edirne vali-i sabıkı Halil Bey beni ziyaret ettiler. Bu esnada Hariciye Nâzın da geldi. Halil Bey, Edirne müdafaasının hakkiyle ifâ olunmadığım söyledi. Zaten benim tahminim de bu mer-
kezde idi. Hattâ o sırada Şükrü Paşaca çektiğim bir telgrafta “Böyle cebin bir ordunun harbiye nazırlığını ifâ etmekten hayâ ediyorum’’ demiş idim. Halil Bey bu telgrafımdan da bahsetti. Son Edime mu- harebatında Bulgarlar’ın telefatı maktul ve mecruh altı bin kişiden ibaret imiş. Plevne’nin ikinci muharebesinde Ruslar onbeş bin telefat vermişlerdi. Edirne'yi zapteden Bulgar Generali İvanof, Şükrü Paşayı şiddetle muaheze ediyormuş. “Ben bunun böyle iktidarsızlığını bilseydim daha dört ay evvel hücum ederdim” diyerek başına vuruyormuş. Şükrü Paşa tabyaları ziyaret etmez ve askere hiç güvenmez imiş. Halil Bey bir gün Maraş istihkâmına gitmesiyle asker “Vali bey geldi” diyerek cesaretlenmiş imiş. ‘Ya kumandan gitse ne olacak?” diye bunu Şükrü Paşaya hikâye etmiş imiş. Şark Cephesi, kalenin en zayıf cephesi iken oraya Babaeski sınıf-ı sâni bir redif fırkasını memur etmiş ve Nizamiye Onuncu Fırkayı ihtiyatta bırakmış imiş. “Nizamiye Fırkası birinci hatta olsaydı ben burasını alamazdım” diye General İvanof, idare-i lisan ediyormuş. Topçu lîvâsı İsmail Paşa de- faatla Şükrü Paşaya yazdığı mâruzâtta o cepheye muktedir bir zâta tayinini bildirmiş ise de Şükrü Paşa, Şefik nâmında serhoş bir kaymakamı oraya memur etmiş imiş. Babaeski Fırkası ric’at etmiş ise de Bulgarlar bunlann kısm-ı âzamini telef etmişlerdir. Hücuma Garp Cephesi’nden başlanmış fakat mütareke zamanından beri Bulgarlar Şark Cephesi’ne ziyadesiyle ehemmiyet verdiklerinden hücum-ı hakikinin oradan icra olunacağı malûm imiş. Babaeski Fırkası ric’at ederken şâir cephelerde bulunan kıtaâtımız ilerlemekte imişler cihetinde askerimiz Bulgarlar’ı bir kilometre kadar geri sürmüşler. Edime, Bulgarlar tarafından zaptolunduğu gün Edirne’nin daha yirmi günlük erzakı var idi.
Sadarete geçtiğim vakit Kânunsâni’nin yirmibeşine kadar erzak var idi. Sonra nasıl oldu da kalede birçok erzak elde edilebildiğini sordum. “O gün cihet-i askeriyenin altı bin çuval dakîki ve bir hayli peksimeti mevcut olduğunu ve firkalann da sekiz-on günlük ihtiyat erzak bulunduğunu haber aldım. Bunu saklıyorlardı. Altı bin çuval dakike bir o kadar arpa unu kanştınlınca oniki bin çuval olacağını ve bu halde askerin 36 günlük erzakı tedarik edilmiş olacağını Şükrü Paşa’ya söyledim ve en nihayet böyle harekete muvafakati aldım. Taharriyata başladım, köylüler ve ahali zahireyi ihfâ ediyorlardı. Buğdayın kıyye- sine peşin para olarak 60 para veriyor idim. Hiçbir galâ’ zamanında Edirne’de buğdayın kıyyesi 60 paraya çıkmamıştır. Bununla beraber ahali erzakım ihfâya devam eylediğinden taharriyatta iltizâm-ı şiddete mecbur oldum. Ahali abdesthane altını kazıyor ve zahireyi oralarda ihfâ eyliyor idi. Abdesthane altlanndan birçok erzak çıkardık. Bir hayli hayvanatımız dahi var idi. Asker etsiz kalmadı. O derecede ki etıbba gebe koyurilan mugayir-i hıjz-ı sıhhadır diyerek kabul etmiyorlar idi.
Elli bin teneke peynirimiz dahi var idi. Askere günde yüz gram peynir veriliyor idi. Beher tenekede yirmi kıyye peynir var idi. Tuzumuz kalmadı ise de peynir sulan tuzlu olduğundan bundan istifade ettik. Hâsılı, asker me’külât hususunda sıkıntı çekmedi. Maamafih kalenin zaptından sonra açlıktan iki-üç bin kadar askerimiz vefat etti” [dedi],
“Şükrü Paşa erzak ambarlannı yaktığı ve Arda Köprüsü’nü tahrip ettiği için bu askerlerin sebeb-i mevti oldu” diyerek General tvanof şikâyet ediyor imiş. Umûr-ı askeriye Fuad Bey nâmında bir erkân-ı harp binbaşısı ile bir yüzbaşının elinde kalmış. Bombardıman esnasında Şükrü Paşa hiç çıkmaz, “Boku bokuna ölmekte mâna yoktur” der imiş. Mütareke esnasında Bulgarlar pek çok çalışmış ve kalenin karşısında bir kale vücuda getirmiş oldukları halde bizimkiler vakitlerini boşu boşuna geçirmişler imiş. Kumandanlıkta topçu feriki âyandan Rıza Paşa veyahut İşkodra’daki Haşan Rıza Bey bulunsaydı emr-i müdafaa bambaşka olur idi. Şubat’ın onbeşine kadar erzakın mevcut olduğunu Şükrü Paşa"ya güçlükle yazdırmak kabil olmuş. Müşarileyh bu derecede mütereddit imiş. Harb ü darba muktedir yirmi bin kadar muhacir mevcut olduğu ve bunlar muharip olup harbe gitmeye de talip oldukları halde Şükrü Paşa bunlardan istifade etmek istememiştir. Bunlardan altı bini Şark Cephesi’nde bulunsaydı Bulgarlar orasım zaptedemezler idi. Sofya ataşemiliterleri Edirne'yi gözden geçirdiklerinde müdafiîni pek ziyade muaheze etmişler imiş.
Hâsılı, Halil Bey, Şükrü Paşamı pek ziyade muâheze etti.
Halil Bey’in Şükrü Paşa ile güzel geçinememesi tesiratınm bu suretle idare-i Usan etmesine bâis olması vârid-i hatır olur ise de, Edime ile muhaberatından emr-i müdafaanın yolunda olmadığım ve Şükrü Paşa’nın harekâtında mütereddit bulunduğunu zaten anlamış idim. Hattâ, Edirne düştüğü gün ihtiyatlann Şark Cephesi’ne vaktiyle yetiştirilemediğini ve müdafaada kusur edildiğini vükelâdan bazılanna söylediğim gibi Edirne’ye de muâhezekârane telgraflar çekmiş idim. Çektiğim telgrafnamelerin suretleri evrakım meyanında mevcuttur. Bunlardan da keyfiyet vâzıhan anlaşılabilir.
Şükrü Paşa tab’an asker değil idi. İtalya muharebesi esnasında Çanakkale’de teşkil kılman ordu kumandanlığını kendisine teklif ettiğim vakit izhar-ı acz etmiş idi. Kendisi vaktiyle Edirne’de bulunmuş ve o esnada bazı kafiyeler tarafindan jurnal edilerek oradan kaldırılmış olduğundan zâbitân arasında kesb-i mârufîyet etmiş idi. Yoksa onu Edime Kumandanlığı’na tayin etmek kimsenin hatınna gelemez idi. İşte, memleket bu işte dahi Sultan Hamid’in fenahğından müteessir olmuştur. Ordunun iktidarsızlığı, cebâneti de zaten o sayede idi.
O gün Meclis-i Vükelâ’da Hariciye Nezâreti[ne] 200 bin lira masâ- rif-i
mesture kabul edildi ve mahâkim-i şer’iye ve hükkâm-ı şer’ hak-
kındaki kanunun tedkikatı dahi hitam buldu.[68]
8 Nisan 329 (21 Nisan 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim.
Avusturya ataşemiliteri ile görüştüm. Mûmâileyh, Avusturya General Konsolosu’nun hanesindeki muhâvereyi itmâm ettiğimizi beyan etti. Balkan müttefikleri arasındaki ihtilâfattan, Yunanistan’ın Selanik’te, Sırbistan Vardarin sağ ve Bulgaristan’ın sol sahilinde asker cem’ etmelerinden bahisle bunların arasında müsademat vukuu takdirinde ne yapacağımızı sordu. “Seyirci durmak icap etmez mi?" dedim. “Hayır. Bulgarlar’a yardım etmeniz ve onlardan Avrupa’da daha müsait bir hudud istihsali ile beraber Adalar’ı kurtarmanız münasip olur zannederim” dedi. Bu mütalâa doğru idi. Lâkin, ahvâl-i siyasiye buna müsait olur mu? Avrupa’ca ne yolda telâkki olunur? Vilâyat-ı şarkiye ve Suriye ahvâli buna müsaade eder mi? Buralan şâyan-ı tedkik idi. Binaenaleyh ceffelkalem münasiptir denemez idi. “Bulgarlar’ın zayıf düşmeleri bizim için daha faydalıdır. Onun için seyirci kalmalıyız” dedim. “Fakat sizin müstakbel müttefikinizin zayıf düşmesini ister misiniz?” dedi. “Zayıf düşmelidir ki iyi müttefik olsun’ dedim.
Bulgarlar’ın atiyen[69] iyi geçinmeyeceklerini, Avusturya ve bizimle iyi geçinmeye ve belki ittifak etmeye mecbur olduklannı söyledi. “Çünki, Sırplar büyürlerse on milyonu geçerler. Halbuki Bulgarlar beş milyonda kalırlar” dedi ve Bulgarlar’ın istiklâllerini muhafaza için Ruslarla birleşemeyeceklerini iddia etti. “Öyledir fakat Auustur- ya-Macaristan tâbiiyyetinde bulunan Slavlar onun tâbiiyyetinde kala- caklanna Ruslarla birleşmeyi arzu ederler” dedim.
Badehu, saraya gittim. Cülûs-ı hümâyun günü yapılacak merasim hakkında icap edenlerle müzakere ettim. Zât-ı şâhâne büyük merasim ve şenlik icrasını arzu buyurmuyorlar idi. Muhtasar bir program tertip edildi.
Yıldız’da bulunan polis mektebinin saray için terki emir buyurul- duğundan ve başka bir bina mevcut olmadığından Valdebağı’ndaki[70] köşkün muvakkaten terkini istirham ettim.
Huzur-ı hümâyunda emlâk-i hâkaniyeden bahsedildi ve emlâk-i mezkûrenin bir listesi Sabit Bey’e kıraat ettirildi. Ahvâl hakkında da
arz-ı malûmat ettim.
Oradan veliahda uğradım. Mecid Efendi’nin İngiltere Sefarethane- si’ni ziyaret etmesi mevzubahis oldu. Şehzadegânın böyle sefirlere gitmeleri caiz olmadığım, ben memlekete ve dolayısiyle hanedana çalıştığım ve onlara sadakat ve ubûdiyetim malûm olduğu halde on- lann bana yardım etmemeleri insafsızlık idüğünü izah ettim. Müşa- rileyhin nazar-ı dikkatini celbedeceğini vaad etti. Badehu, Bâbıâlî’ye gelerek süferâyı kabul ettim.
Avustuıya Sefiri: Balkanlılar beynindeki ihtilâfattan, bunlann arasındaki rekabetten istifadeye kalkışmamaklığımızdan askerimizi terhis ile hemen ıslahata başlayarak ahvâl-i dâhiliyemizi tarsîn etmeye gayret etmekliğimizden, yapılacak büyük istikrazda şimendiferler inşası için para istikraz eylemek lüzumundan bahsetti.
İngiltere Sefiri: Ma’hûd petrol mes’elesinden, Muhammere hududundan, Nureddin Efendi’nin validesinin yolsuzluğundan, Levant Herald’ın tatili biraz şiddetli olduğundan bahsetti. Petrol madeni imtiyazında İngilizler’e, Almanlar’a nisbeten daha büyük bir mevki vermeye çalışacağımı, Muhammere hududu işinde daha müsaadekâ- rane davranacağımızı, Levant Herald mes’elesini de düşüneceğimizi söyledim.
Almanya Sefiri: Vilâyat-ı şarkiyede Ingilizler’in istihdamı pek iyi bir tedbir olduğunu, Goben sefinesini Beyrut’a gönderdiğini, Düyün-ı Umumîye idaresi’nden dahi Paris Maliye Komisyonu’na bir memur gönderilmesi münasip olacağını söyledi.
Fransız Sefiri: Düyün-ı Umumîye İdaresi’nden memur gönderilmesinin faydası olduğunu, çünki en ziyade alâkadar taraf bizim olduğumuzu, Balkanlılar arasında ihtilâfât varsa da bunun beynlerin- de harbi mûcib olacağına zâhib olmak hatâ olup bilâhare herhalde uzlaşacaklarını yani bundan istifadeye kalkışmaklığımız münasip olmayacağım temhîd etti.
İtalya Sefiri: Sünusî’nin İtalyanlar aleyhinde bir beyanname neşrettiğini ve bunun gerek İtalyanlar ve gerek menâfiini muhafaza menfaatimiz icabından olduğu için bizim için muvafık olmadığım beyan etti. Sünusî işi için Salem Efendi ile görüştüğümü ve bu bâbda mûmâileyh tarafindan kendisine izahat verileceğini ve Karasu Efendi boşboğaz olduğu için ona çok itimad etmemesini söyledim.
Rus Sefiri: Aym onunda tatil-i muhasamat müddeti münkazi olacağından hemen yarından itibaren tecdidi münasip olacağını beyan etti. O yolda İzzet Paşaca şifre yazdım. Rus Sefiri gazetelerde Anadolu şimendiferlerinin mevzubahis edildiğini ve halbuki bu bâbda aramızda başka suretle sözleşildiğini temhîd etti. Gazetelerdeki malûmatın doğru olmadığmı, Ankara-Sivas hattının inşası esasen Almanlar’a ait olduğunu söyledim. Ankara-Sivas değil, Ankara-Kayseri-Sivas hattının
Almanlar’a ait olduğunu cevaben beyan eyledi ki, doğrudur.
Badehu, Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ve Amiral Limpus Paşa ile müzakeratta bulundum. Brezilyalılar’ın füruht etmekte olduklan iki dritnotu mübayaa etmeyi münasip olup olmadığını sordum. Bunlarda onikişer adet 30.5 ve yirmiikişer adet 12 santimetrelik toplar mevcut olup her iki çapm bugünkü makasıda kâfi olduğunu ve binaenaleyh bunların mübayaası -yenilerinin siparişi daha muvafık olmakla beraber zaman kazanmak itibariyle- daha münasip olacağını beyan etti. Badehu müşarileyh ile tersanenin ıslahı hakkında müdavele-i efkâr ettik. Armstrong ile müttefikan Haliç’teki tersanede bir şirket-i inşaiye teşkili ve hükümet için İzmit’te bir tersane inşası münasip olacağım söyledi ve tersane cihetinde nhtım kumpanyasiyle şâirlere füruht olunacak arazi esmânı ile İzmit tersanesinin meydana getirilebileceğini izah eyledi.
Akşam taamım ettiğim esnada Sabah Sermuharriri Diran Kelek- yan Efendi ile görüştüm. Mûmâileyhi celbetmiş idim. Hükümetin politikası hata-âlûd olduğunu ve Suriye mes’elesinin Cemiyet-i İslahiye’nin şeddinden sonra bir mes’ele-i siyasiye şeklini aldığını, çünki şimdiye kadar Fransızlar’ın buna bir mes’ele-i dahiliye nazariyle baktıklarım, lâkin şimdi hükümetin aldığı vaziyet hasebiyle işin rengi değiştiğini, vilâyat-ı şarkiye mes’elesinin de öyle olduğunu söyledi. Mûmâileyhi hayli vakitten beri görmediğim ve davet etmediğim cihetle dolmuş olduğunu anladım.
Hükümet ıslahat yapacaktır fakat ahaliyi vazifeleri haricinde işlere müdahale ettirmekle memlekette tezebzübü istemiyor idim. “Cemiyet-i İslahiye âzasından bir hey’eti Dersaadet’e celb ile müzakeratta bulunulsaydı onlann programlarında mevcut olan muzırr birkaç maddenin icrasından zaten kendileri de ümidvar olmadıklarından onlarla işi bitirmek kabil olur idi” dedi. “Evet, ben öyle yapsaydım bu adamlar memleketlerine avdet ettikten sonra hâkim-i mutlak olur, valiyi, vesair memurlan nüjuzlan altına alır ve işte ıslahatsızlık o vakit başlar idi. Onlann hiçbir niyatı yoktur. Islahatı yapacak onlar değil, hükümettir. Hükümet yaptıktan sonra onlara diyecek hiçbirşey kalmaz. Onlar vasıtasiyle yapılacak ıslahatın arkası kesilemez” dedim ve hükümetin bazı teşebbüsatı hakkında kendisine izahat verdim. Hükümetin mesleğini takdir ettiği halinden anlaşılıyor idi. Fakat vilâyat-ı şarkiye ıslahatı mes’elesinde kendisine bir ehemmiyet-i mahsusa verilmediği için sıkılıyor idi. Mes’ele, muhalefet, bundan ibaret idi.
Müfarekat ederken Mecid Efendi’nin İngiltere Sefarethanesi’ni ziyaret ettiğine dair olan havadisin yalnız Sabah Gazetesinle neşredilmesinden dolayı kendisini muâheze ettim ve şehzadegânın umûr-ı siyasiye ile iştigal etmelerine nazar-ı müsamaha ile bakılamayacağını ve binaenaleyh bâdema gazetesinde bu gibi hava-
disâtı dercetmemesi münasip olacağım söyledim.
9 Nisan (22 Nisan 1913)329 Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iştigal ettim. .Almanya’ya sipariş olunacak dritnot işi için Mösyö Huber beni ziyaret etmiş idi. Brezilya dritnotlarım mübayaa edeceğimizi haber almış idi. Bu sırada elime geçecek iki dritnot ve dört torpidogeçerin işime pek ziyade yarayacağını ve vaziyet-i hükümeti başkalaştıracağım ve binaenaleyh ancak iki sene soma elde edilecek Almankârî dritnota nisbetle haiz-i rüç- han-ı azîm olduğunu anlattım. Kalktı gitti.
Arkasından, Deutsche Orient Bank Direktörü Hoflman ile Suzer- man (?) nâmında bir Alman beni ziyaret ettiler. Sebeb-i ziyaret mezkûr dritnotlar işi idi. İki dritnot için 72 ve dört (biner tonluk) torpidogeçer için de 15 milyon frank talep ettiler. Bu fiyat son fiyat idi. Ben de muvafakat etmeye mecbur oldum. Lâkin nakden 800 bin lira talep edip bâkî üç milyonu hazine tahvilâtı olarak kabul ediyorlardı. Lâkin bunun msfi ilk büyük istikrazda tediye olunacak ve mütebaki bir buçuk milyon da beş senede verilecek idi. Tahvilât yüzde beş faizli olduğundan yüzüne seksenûç veriyor idi. Cihet-i mâliyeyi Bâbıâlî’de Maliye Nâzın’nın muavenetiyle görüşeceğimi söyledim. Gittiler. Ben de hudud-ı Iraniye işi ve daha bazı yevm-î mesâlihi tesviyeden sonra Bâbıâlî’ye gittim.
Bâbıâlî’de vükelâdan bazısının iltihakiyle dritnot işi tekrar müzakere edildi. Hoffman ile beraber bu kere Devlet Efendi de gelmiş idi. Tophane’nin terhini ve Galata’daki Bursa Hanı nın 130 bin liraya fü- mhtu suretiyle nakden tediyesi lâzım gelen 800 bin liranın karzan Deutsche Orient Bank’tan istikraz edilmesi takarrür etti. Tahvilât mes’elesinin ertesi gün mâliyede müzakeresi tensîb edildi. Zırhlıla- nn Amerika’dan Çanakkale’ye getirilmesi pekçok müzakerata sebep oldu. En nihayet şimdiden 15 Osmanlı zâbitinin Amerika’ya izâmı ve dritnotlann kabiliyet-i harbiyeleri tasdik olunduktan sonra hemen Avrupa’ya ve ol vakte kadar mukaddemat-ı sulhiye akdolunacağın- dan gemilerdeki Brezilyalı tayfa ve memurin Almanlar bunlar vasıta- siyle Çanakkale'ye kadar getirmeleri takarrür etti.
Ondan sonra Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. Mecliste cülüs-ı hümâyun merasimi programı tertip edildi. Sefaretlerden gelen bazı telgraflar okundu. Necip Asgarin son teklifi tedkik edildi. Sen teklif iki suretle vâki idi.
Birinci suret: Şirket 10-20 milyon frank avans verecek ve bir veya iki çiftliği evvelemirde tecrübeten imar edecektir.
İkinci suret: Yine 10 ilâ 20 milyonluk bir avans verecek, ba’de-s- sulh bunu 100 milyon istikraza tahvil edecek, evvelâ bir ilâ iki çiftliği imar edecek, badehu diğer çiftlikleri dah: birer birer keşfederek her
birine mahsusan tekâlif temhiri edecek, bu tekâlif kabul olunmazsa o çiftlik müzayedece çıkarılıp en müsait şerâit teklif eden talip uhdesinde kalacaktır.
İkinci suret birçok münakaşattan ve Hariciye Nâzın Said Paşa’nın iknaından sonra umumen kabul edildi.
Bu esnada Rusya baştercûmanının beni görmek istediği haber verildi. Tercüman dedi ki:
- Sefir bey selâm ediyor. Dün. Rusya bahriye zâbitânmdan birisi, bir silâhçı dükkânından bir revolver ve biraz fişek mubayaa etmiş. Dükkândan çıkınca iki polis tarafindan yakalanmış. Eminönü Polis Mer- kezi’ne götürülmüş. Oradan polis müdiriyetine gönderilip otuz kadar mahbusîn meyanına idhâlen hapsedilmiş ve ancak sabah salıverilmiştir. Sefir bey polislerle komiserlerin tebdilini, İstanbul Muhafizı’nın mümâileyh zâbit ile Rusya amiraline tarziye vermesini ve Hariciye Nâ- zın’run da sefarethaneye gelerek beyan-ı itizar etmesini talep ediyor.
Baştercümana vak’adan dolayı teessüf ettim ve mes’eleyi tedkik ederek icab-ı hali ifâ edeceğimi vaad eyledim. İstanbul muhafızını celb ile Dahiliye Nâzın vasıtasiyle tedkikat icra edildikte zâbitin üstünde üniforması varsa da üniforma üstüne uzun bir sivil kapot giymiş olduğundan zâbit olduğunun farkına vanlmaksızm hakkında bu muamelenin yapıldığı anlaşılmıştır. Binaenaleyh icap eden polis ve komiserler mücazat edilip İstanbul muhafızının da ber-vech-i talep tarziye vermesi ve keyfiyetin sefir ile görüşülerek ve beyan-ı itizar olunarak bertaraf edilmesi için ertesi sabah Hariciye Nâzın’nın sefarethaneye uğraması takarrür etti.
Rumeli’de zâbitân ve memurin ailelerinin ve ortada kalan eytâm ve erâmilin tesviye-i ihtiyâcâtı, memâlik-i şâhâneye celbleri vesâilinin istikmâli zımnında bir komisyon-ı mahsus tarafından kaleme alınan talimat okunarak ve bu memurlara şimdilik onbeş bin hra tahsis olunarak kabul edildi.
Üsküp’te Mozel nâmında tanıdığım bir Alman bu sabah Üsküp’te familyasından aldığı bir mektubu bana okumuş idi. Mektup münde- ricatına nazaran Üsküp’te sekizyüz kadar biçaregân sokak ortasında kalmış ve birçok eytâm Avusturya konsolosunun himayesinde bir mahalde iaşe edilmekte bulunmuş ise de halleri pek perişan olduğundan bunlara Avusturya konsolosu vasıtasiyle muavenette bulunulması rica olunuyor idi. Rumeli’nin her tarafında bu hal meşhut olduğundan mezkûr talimat mucibince icap eden mahallere Almanya Sefarethanesi vasıtasiyle memurin-i lâzıme izâmiyle biçaregânın imdadına koşulması ihtiyacı kendini cidden göstermiştir.
Ba’de-s-sulh her taraftan Memâlik-i Osmaniye^ye tehacüm vâki olacağma ve mesaib-i harp ancak o zaman hissolunacağma mebni Necip Asgar lâyihasının kabulüyle ba’de-s-sulh yüz milyon frangın
elde edilmesi pek iyi olacağı bu surede de anlaşılmıştır.
Beyrut Valisi’nden alınan şifrede Beyrut divan-ı harp âzâsmın ahaliyi himayetkârane muamelâtından ve Erkân-ı Harbiye Reisi Miralay Nuri Bey’in Beyrut’a gelerek divan-ı harp âzâsiyle görüşmesi akabinde âzâda derdest ve divan-ı harbe sevkolunan beş gazeteci hakkında afivkârane muamele için bir meyil hâsıl olmasından şikâyet olunuyor idi. Nuri Bey’in Beyrut’a sebeb-i azimeti kumandanlıktan soruldu. Alınan cevapta Beyrut vak’asuu yakından tedkik etmek ve Beyrut’taki ahibbasına nasâyih itâsiyle mes’eleyi bertaraf eylemek için Beyrut’a azimet ettiği anlaşıldı. Erkân-ı harbiye reisinin bu gibi işlere müdahalesi caiz olmayıp bu hal mûmâileyhin hâlet-i ruhiyesini kâfi derecede irâe eylediğinden Onuncu Kolordu açığına memur edildiği beyaniyle hemen Dersaadet’e izâm-ı lüzumu Sekizinci Kolordu Kumandanlığı’na yazıldı.
Nuri Bey, Yıldız’daki kadîm İkinci Fırka Kumandam Şevket Pa- şa’nın damadıdır. Binaenaleyh kendisinden fesad-cûyâne harekât me’mûl olduğu gibi Istabl-ı Âmire müdir-i sabıkı olan kumandan Faik Paşa dahi bu işte sağlam olmadığından onun da tebdili icap etmiş ve bu sebepten Mürettep İkinci Kolordu Kumandanlığı’na inha olunmuştur. Bu esnada mümâileyh Süleyman Paşa, Ferik Hamdi Paşa’mn yerine Çatalca’daki İkinci Kolordu Kumandanlığı’na İzzet Paşa tarafından inha olunmuş idi.
10 Nisan 329 (23 Nisan 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Anadolu Şimendiferi İkinci Direktörü Mösyö Günter geldi. “Berlin’de karar verdik ki biz müstağni davranalım. Zira biz İngilizler’e takarrüb etmeye kalkışırsak onlann burnu havada olur. İngiliz tabiatı öyledir. Lâkin onlar bize takarrüb edince biz her güne teshîlâtı göstereceğiz. Lynch gemilerinin adedini tezyîd etmemelidir. Lynch bunu görünce Osmanlı-Alman-İngi- liz sermayelerinden bir şirket teşkiline muvafakat eder” dedi. Kâmil Paşa zamanında Osmanlı-lngiliz sermayesinden mürekkep bir şirket teşkil edilmek üzere muamele yapıldığını, Meclis-i Vükelâ karan verilmek üzere olduğunu hikâye ettim. Müteaccip kaldı.
Badehu, Levazımat Reisi İsmail Hakkı Paşa geldi. Garp Ordusu için
Avlonya\-a bir vapur erzak çıkarılması için teşebbüsatta bulunduğunu
söyledi. Bu vapur Triyeste’den hareket ettirilecek idi. O gün Roma
Sefiri’nden alınan bir telgrafnamede Osmanlı askerinin Draç cihetlerine
gitmemesi şartiyle İtalya Hükümeti’nin 6.000 müsellâh ve 15.000 zuafâdan
mürekkep olan Garp Ordusu bakiyesini Avlon- ya’dan kendi vapurlariyle
nakletmeye hazır olduğunu yazıyor idi. Bu teklif Dersaadet İtalya
Sefareti vasıtasiyle de tekid edildi. Bizce de
muvafık görüldü.
İsmail Hakkı Paşa, İtilâfçılar ile Ermeniler’den Hınçak tayfasının kabine aleyhinde ittifak ederek bir darbe-i hükümet yapmak fikrinde olduklarını ve muvaffakiyet halinde Taşnaksutyunlar’ın da bunlara iltihak eyleyeceğini haber verdi. Ben de bunu İstanbul Muhafızı Cemal Bey’e bildirdim.
Henüz Harbiye Nezâreti’nde bulunduğum esnada askeri sansür memuru İşkodra Kalesi’nin sukutu haberini verdi. Rusya’dan mâada devletler Karadağ sevâhilini abluka etmiş ve kalenin ref-i muhasa- rasım Karadağ Kralı’na teklif etmiş idi. Suplar bilâhare bu teklifi kabul ile muhasarayı refettiler ve Şengin’den vapura bindiler. Bunlan taşıyan sefain-i nakliyeye dokunulmaması için İngiliz Sefiri tavassut etmiş ve benden söz almış idi. Lâkin, Karadağ Kralı taannüd ederek muhasarayı kaldırmadı. Avusturya asker çıkarmayı teklif etti ise de İngiltere razı olmadı. Ancak, Karadağlı İşkodra’yı zaptettiği halde dahi kalenin kendisinde bırakılmayacağı hakkında İngiltere, Avus- tuıya*ya bir vaadde bulunmuş olmalıdır. Aksi takdirde Avustuıya razı olmaz idi. İşte bu ahvâl içinde, kral İşkodra’yı behemehal zapta karar verdi. Aksi hal hanedanının sukutunu mûcib olabilir idi. Bu iş onun [için] bir haysiyet mes’elesi de olmuş idi. Yunanlılar Yanya’yı, Bulgarlar Edirne'yi zaptettikten sonra Karadağlılar ’m Sırplar’ı dahi kendi taraflarına aldıklan halde İşkodrayı zaptedememeleri kendileri için bâdi-î hacâlettir. İşkodra’da bulunan Mahmud Kâmil Beyi düşündüm. Kaymakam Mahmud Kâmil büyük bir adam olmak kabiliyetine malik idi. Şehid olduysa İşkodra sukutundan ziyade büyük bir zayiat teşkil eder. İşkodra’nın bizce bir haysiyet mes’elesinden başka bir ehemmiyeti kalmamış idi, yalnız Arnavutluk için ehemmiyetli idi. Halbuki Arnavutluk ne kadar büyük olursa bizce o kadar iyidir. İşte bu dolayısiyle İşkodra bizim için haiz-i ehemmiyet bulunuyor idi.
İki sene evvel İşkodra’da birşey yok idi. Malisor ihtilâlinden sonra İşkodra’nın ehemmiyetini takdir ettiğim için tahkimine başlamış idim. Bir buçuk sene kadar tahkimiyle uğraştım. Birçok mühimmat ve erzak dahi orada yığdım. Haşan Rıza Bey bu bâbda pek çok mesai sarfetmiş idi. Kendisinden pek memnun idim. Yalnız kendisi gayet hasis olduğu halde devlet işinde pek müsrif idi. Mûmâileyh, Edime Kalesi’nde olsaydı hârikalar gösterebilirdi.
BabIâli’ye gittiğimde Paris’ten avdet eden Halid Ziya Bey beni ziyaret etti. Fransa ahvâli hakkında birçok tafsilât verdi.
Hülasası: Fransa gazeteleri, hükümeti, aleyhimizde olmakla beraber
Fransızlar esasen an’anat-ı kadîmeye tebaan bizi seviyorlarmış. Mösyö
Pişon bizim için en iyi bir hariciye nâzın imiş. (Vâkıa da öyle
hissediyor idim). Fransızlar, Rus politikasının zebunu olmuşlar ise de
Ruslar’ın bu tahakkümünden pek müteneffir bulunuyorlar. On-
larla müttefik olmaktan başka çareleri kalmamış. Uçuruma doğru gittiklerini biliyorlar ise de kendilerini bir türlü tutamıyorlar ve tutamayacaklardır. Komite Oryantal nâmında lehimizde bulunan bir komite, Fransa Meclis-i Mebûsânı’nda bizim tahvilât hâmillerinden mürekkep bir Osmanh Partisi teşkil edeceklermiş, Yunan ve Bulgar partilerine mukabil. Fransızlar esasen bizim mağlûbiyetimizden memnun değiller imiş. Yalnız, Alman kucağına atıldığımız için Alman politikasının mağlûbiyetinden memnun oluyorlarmış. Fransızlar, Suriye’yi zaptetmek istemiyorlarmış. Çünki İngiltere’nin mâni olacağını veyahut o sayede İngiltere’nin orasım zaptetmesine hizmet etmiş olacaklarını biliyorlar imiş.
Cavid Bey onun vasıtasiyle bana gönderdiği haberde diğer süferâyı danltmaksızın Alman Sefiri’ni tazminat işi için behemehal elde tutmaklığımı tavsiye ediyor. Çünki bilâhare Ruslar’ın tazyiki ile Fransız- lar’ın bu işte bize zahir olmayacakları muhakkak imiş.
Said Halim Paşa, Rusya Sefarethanesi’ne uğradıktan sonra yam- ma geldi. Mes’elenin sür’atle kapatılmasından dolayı sefirin pek ziyade beyan-ı teşekkür ve memnuniyet ettiğini söyledi.
Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. Necip Asgar işine ait zabıt okundu. Birçok müzakerattan sonra ikinci suretin kabulü ile beraber yüz milyon istikraz şerâitinin evvelemirde bilinmesi lüzumu zabıtta beyan edildi.
Badehu, vilâyat teşkilât-ı sıhhiyesi hakkmda yapılan nizamname mütalâa ve tasdik edildi. Ondan sonra iskân-ı muhacirin nizamnamesinin tedkikatına başlandı. Bu nizamnamenin esası 326 senesinde yapılmış fakat o vakitten beri Şûrâ-yı Devlet’te kalmış idi. Bu kere de bütün nizamnameyi oradan çıkarmak mümkün olmamış idi. Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa, Şûrâ-yı Devlet’in çalışmadığını söyledi. “Şûrâ-yı Devlet yalnız Meclis-i Vükelâ’da çalıştığımız kadar çalışsa kâfidir. Ben öğleye kadar Harbiye Nezâreti’nde umûr-ı askeriye ile iştigal ediyorum. Öğleden sonra saat üç-dörde kadar sadaret işleriyle meşgul oluyorum. Ancak ondan sonra Meclis-i Vükelâ’da çalışıyorum. Şâir vükelâ da öyle. İşte bizim yalnız meclisteki sa’yimiz kadar sâ’yet- se kâfidir” dedim.
Brezilya dritnotlan işini müzakere edemedik. Ertesi güne kaldı. Cavid Bey’den Maliye Nâzın’na gelen hususî bir mektupta sefain-i harbiye mübayaa etmekliğimizin Paris Maliye Konferansı’nda bizim için iyi bir netice vermeyeceğini yazıyordu. Eskiden ne zaman zırhlı mübayaasına kalktık ise Cavid Bey bu gibi mütalâat serdiyle mâni olmaya çalışmış idi. Hattâ kendisinin Avrupa’da bulunmasından biTistifade Barbaros ve Turgut’u almış idik. Bunun mahzurunu bu muharebede gördük. Bununla beraber Cavid Bey uslanmadı. Sebep, mesai ve mütalâatında yalnız kendi muvaffakiyetini hedef ittihaz etmesidir. Halbuki hükümet adamı öyle düşünmekle hükümetin de
muvaffakiyetini düşünmelidir. Devlet muvaffak olmazsa bir insan kendi muvaffakiyetinden dahi müstefid olamaz. Asıl odur. Onun için asıl mesai oraya masruf olmalıdır, zeki Cavid Bey’in hâlâ bunu takdir edemediğine müteessif oldum.
Meclisten sonra vilâyat mecâlis-i umumiyesinin içtimaim Dahiliye Nâzın ile müzakere ettik. Basra’dan gelen telgrafta meclisin behemehal cem’i talep olunuyor idi. Son Meclis-i Mebüsân intihabındaki münte- hib-i sânîler tarafindan âzânın intihabına karar verdik. İntihap olunacak âzânın bize mütemâyil olup olmayacağından kabinemiz baklandaki efkâr-ı ahalinin de tebeddül edip etmediğini öğrenecek idik.
Gece Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde İzzet Paşadan bir telgrafhane buldum. Erkân-ı Harbiye Mirlîvâsı Ziya Paşa ile Bulgar Birinci Liva Kumandam General Popof, Çatalca hattı üzerinde mülâki olarak Ni- san’ın yirmibirinci gününe kadar tatil-i muhasamatın şerâit-i sabıka dairesinde tecdit edildiğini haber veriyordu. Ziya Paşa tatil-i muhasamatın tahriren yapılmasım teklif etmiş ise de Bulgar murahhası başkumandanlıktan emir almadığım ve fakat yann için müracaatla cevap vereceğini söylemiş. Rusya Sefareti, Kişofun tatil-i muhasamatı daha on gün temdîd etmeye muvafakat ettiğini evvelce bana bildirmiş idi.
Yirmisekizinci Nizamiye Fırkası’nın şimdilik kısmen Trabzon’da ve kısmen de içerilerde tevkif edilmesiyle hakkındaki mütalâasını İzzet Paşadan sormuş idim. Gelen cevap tıpkı devr-i sabık muamelâtı gibi idi. Birkaç “ise”den sonra yine iş reyime terkolunuyor idi. Vilâyat-ı şarkiye ahvâli hoşuma gitmiyor idi. Ruslar’ın oradaki tahşidatımıza hiç itiraz etmemeleri de nazar-ı dikkatimi celbetmiş idi. Binaenaleyh mezkûr fırkayı oralarda tevkife karar verdim. Karargâh şubesine o suretle havale-i keyfiyet ettim.
11 Nisan 329 (24 Nisan 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile meşgul oldum. Badehu Maliye Nâzın, Deutsche Orient Bank Direktörü, Mösyö.................................................................... geldiler. İki dritnot ve dört torpidogeçer mübayaası için yapılan mukavele tedkik ve bazı tâdilât icrasından sonra kabul olundu. Bir komisyon zırhlılan gösterilecek bir limanda muayene edecek ve netice-i muayene matluba tevafuk eylediği halde kabul olunacak. Bu halde sekizyüz bin lira peşin verilecek, bâkisinin nısfı birinci büyük istikrazda ve bâkîsi de beş senede tesviye olunacak idi. Üç milyon için faiz yüzde altı olup bankaya 3.800.000 lira yüzde beş faizli tahvilât yatırılacaktır. İki dritnot alınmazsa torpidogeçerler de alınmayacak idi. Mukavelenamenin Türkçe’sini kısmen ben tercüme ettim.
Badehu, mesâlih-i cariye ile meşgul oldum. Sekizinci Kolordu Erkân-ı Harbiye Reisi Nuri Bey’in ibkası hakkında Şam’dan gelen
telgrafnameye cevab-ı red verdim. Oraya göndermek istediğim Süleyman Şefik Paşa’nın Halep’te geçirdiği bazı sergüzeştlerden dolayı onun oraya izâmı münasip olmayacağım Bahriye Nâzın Mahmud Paşa, Hadımköyü’nden yazıyordu. Oraya âyandan Rıza veya Salih Pa- şalan veyahut terfian Sağır Abdülhamid Paşa veyahut Fahri Paşamı münasip görüyordu. Halbuki Süleyman Paşa bunlann kâffesinden iyidir. Lâkin sert olması karargâh-ı umumîce nazar-ı dikkate alınmış olmalıdır. Bu hal de karargâh-ı umumînin hâlet-i ruhiyesini irâe eder.
Dâbıâlîyc geldiğimde Almanya baştercümanı geldi. Yunanhlar’ın Mersin’e çıkaracaklarını vaad ettikleri beş bin Osmanlı esirinin esir olmayıp muhacir olduğunu söyledi. Halbuki bir-iki günden beri bunlann asker olduklan iddia olunuyor idi. Mümâileyh, Kâmil Pa- şa’nın Dersaadet’e adem-i kabulü hakkında bir karar ittihaz olunup olunmadığını sordu. Bu esnada Kâmil Paşa, İskenderiye’den bana bir telgrafname çekip adem-i kabul hakkındaki karann sıhhatini so- myor idi. Hariciye ve Dahiliye Nâzırlan ile bil-müzakere şu sırada Dersaadet’e gelmemesi münasip olacağına dair cevap yazmaklığım takarrür etmiştir. Maamafih baştercümana öyle bir karardan malûmatım olmadığım söyledim. Çünki kendisine emniyetim yok idi.
Cebel-i Lübnan Mutasarrıfı Ohannes Paşa’dan alınan bir telgraf- namede Cebel jandarmasmdan 120 kişinin ihtilâl ederek merkez-i lîvâya gelmekte olduklan yazılıyordu. Biraz sonra alman telgrafna- mede merkez-i lîvâya gelerek hükümet konağını işgal ve camlan şikesi ve meclis-i idare âzâsı aleyhine idare-i lisan eyledikleri ve lîvânın şâir mahallerinde sükûn hüküm-fermâ olduğu ve bir üçüncü telgraf- namede dahi ifâ olunan nasâyih üzerine “Padişahım, çok yaşa” diye bağırarak dağıldıklan ve lîvânın açığı olan yirmibeş bin liradan bunlann maaşlarmın tezyidi ve jandarma mualliminin dahi izâmı lâzım geleceği bildiriliyor idi.
Mes’elenin iki ciheti vardır. Biri siyasî, diğeri de millîdir. Mutasarrıf âhiren Bâbıâlî’de süferânın tavassutu üzerine yapılan protokol mucibince jandarmanın tensiki için Lübnan’a bir ecnebi muallim izâ- mı muktezi olup bunun Fransız olarak adem-i izâmı halinde Fransa Hükümeti’nin dilgîr olacağı ve belki Fransız olmasını talep eyleyeceği evvelce mutasarrıf tarafindan iş’ar olunuyor idi. Bu suretle Fransız politikasına revaç verilmek isteniliyor idi. Şimdi jandarmaya ihtilâl yaptırılıyor, bu suretle hem hükümet açığının kapatılmasına davet ve hem de jandarma muallimi tayin etmesi tacil edilmiş olmak arzu olunuyor. Şu haller, mutasarrıfın orada bulunan bazı zevât yedinde mel’abe olduğunu da gösteriyor.
Bunu derhal anladım. Biraz sonra Beyrut Valisi’nden alman telgrafnamede lîvâca bu maksadm takip edildiği açıktan açığa yazılıyor idi. Bu işte biraz intizar münasip görüldü.
Meclis-i Vükelâ’da bulunduğum esnada Çetine tarikiyle İşkodra’da Esad Paşa’dan aldığım bir telgrafnamede erzaksızlıktan dolayı kalenin teslim olmaya mecbur olduğu ve fakat nizamiye, redif ve müstahfiz kıtaatının seri ateşli cebel ve sahra toplan ve kâffe-i mühimmat ve le- vazımatiyle kaleden çıktığı ve Şengin ile Tiran’a doğru hareket eylediği bildirilmekte idi. Şu halde, kalenin harben zaptolunduğuna dair şayi olan havadisin aslı olmadığı anlaşıldı. Işkodra Kumandanlığında Ha san Rıza Paşa var idi. Telgrafın ondan gelmemesi mûmâileyhin ahiren şüyu bulduğu veçhile şehadetini müeyyid idi. Gazeteler mûmâileyhin bir gece Esad Paşa tarafından taama davet ve ba’de-t’taam mahall-i ikametine hîn-i azimetinde üç malisor tarafindan şehid edildiğini yazıyorlar idi. Gazeteler Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Mahmud Kâmil Bey’in dahi Amavutlar’ın ihanetiyle şehid edildiğini neşretmişler idi. Gerek Haşan Rıza Paşa ve gerek Mahmud Kâmil Bey değerli zatlardır. Birincisi gayet iyi bir asker çalışkan, vazifeşinas bir zat. Her ne kadar biraz mağrur ve eksantrik ise de mürûr-ı zamanla bu kusurdan dahi teberri edecek bir liyakatte idi. Mahmud Kâmil Bey ise büyük bir adam olmak istidadına mali[k] idi. Haber-i şehadetleri doğru ise doğrusu memleket ve ordu için pek büyük zayiattır.
Esad Paşa ahlâksız bir adam olduğundan bu iki muktedir askeri istirkab ile katlettirmiş olması akva-yı ihtimalâttandır. Âti bize hakikati öğretecektir.
Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariye çıkarılmakla beraber is- kân-ı muhacirin nizamnamesinin bakiyesi de ikmal edildi.
12 Nisan 329 (25 Nisan 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde iken Van Valiliği’ne tayin olunan Tahsin Bey, İstanbul Muhafızı Cemal Bey beni ziyaret ettiler. Tahsin Bey’e, Van Gölü’nde vapur işletmeye, gölden Diyarbakır ve Harput’a giden yollan behemehal inşa ettirmeye itina eylemesini tenbih ettim. “Rusya yakında şimendiferlerimizi Van’a götürtmek istemiyor. Şu halde gölde vapur işletmek, yol yapmakla şimdilik idare-i maslahat etmek lâzımdır” dedim. Cemal Bey’e, ordu zâbitânı meyanında hükümet aleyhinde vuku bulan bazı tahrikattan dolayı başkumandan vekili ile Çatalca’da görüşmesini ve hey’et-i askeriye aleyhinde (yalnız küçük rütbeli zâbitâ- run istisnasiyle) Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde yazılan bendden dolayı mezkûr gazete aleyhinde orduda cereyan mevcut olduğundan müca- zat edilmesini ihtar ettim.
Bahriye Nâzın Mahmud Paşa’dan aldığım mektupta, Tanın aleyhinde cereyan mevcut olduğu yazılıyor idi. Sebebi de Edime Vali- si’nin ifadesine atfen Bulgarlar Edirne’de tecavüz etmedik ırz ve namus bırakmadıklan hakkında vuku bulan neşriyat imiş. Buna
şaştım. “Bulgarlarin mesâvisini neşretmek, de mi orduya dokunuluyor?” dedim. Herhalde bu hal başka bir hâlet-i ruhiyeye delâlet eder. O da muhalifinin eser-i ilkaatı olsa gerektir. İzzet Paşa karargâhı işte bu efkânn mâkesi olmaya başlamış idi. Muhalifinin âdetidir. Daima orduda böyle mâkesler ararlar. Bunun acı bir tecrübesini yaptılar, uslanmadılar. Bu da hamiyyetsizlikten ve iz’ansızlıktan neş’et eder.
Divan ı harp mücrimini tarafında taklîb-i hükümet mcs’clcsinde isticvabına lüzum görülen Sabahaddin Bey hakkında ihzar müzekkeresi çıkmış iken Ikdam’da mûmâileyhin üç-dört satırlık bir tezkeresi görülmüş ve bunda iddia olunduğu veçhile Mısır’a gitmeyip İstanbul’da bulunduğu beyan olunmuştur. İdare-i örfiye tahtında bulunan bir memlekette aleyhinde ihzar müzekkeresi çıkan bir adamın gazetelerle böyle beyanatta bulunması hükümetle istihza demek olduğunu izah ile Cemal Bey’in nazar-ı dikkatini celbettim.
Cuma selâmlığından sonra huzura kabul edildim. Zât-ı şâhâne, Mecid Efendi’nin İngiltere Sefarethanesi’ne gitmesinden bahsetti ve müşarileyhi muâheze etti. Eskiden bana fevkalâde hürmet ederken son zamanda baştan savma bir temenna ile ifâ-yı resm-i selâm ediyor dedi. Bu mes’elenin veliahd tarafindan zât-ı şâhâneye telkin edildiğini istidlal ettim. Veliahd müşarileyh ile zaten son ziyaretimde bundan bahsettim idi.
Selâmlıktan haneye avdetimde, hanede Halil, Hüseyin Cahid, Talât, Baban İsmail Hakkı Beyler’i ve Halaçyan Efendi "yi buldum. Bunlan tenvir için vuku bulan ricalar, üzerine davet etmiş idim. Kendilerine politikam ve ittihaz ettiğim tedâbir hakkında izahat verdim. Şu mes’eleleri mevzubahis ettim: 1- Siyaset-i hariciye, 2- Neşrine lüzum görülen kavanin ve nizamat ve ıslahat-ı dahiliye, 3- tskân-ı muhacirin, 4- Kuvve-i bahriye, 5- Kuvve-i berriye, 6- Arabistan hakkında ittihaz kılman meslek-i hükümet (yani Hicaz, Asir, Yemen).
Oç buçuk saat kadar söz söyledim. Vilâyat-ı şarkiye için ecnebi vali celbini mevzubahis ettiler. Bunu tabii reddettim. Bu fikrin Halaçyan Efendi’ye ait olduğunu muahharen anladım.
Onlar çıktıktan sonra Şerif Cafer Paşa beni ziyaret etti. İbnürreşid adamı Reşid Paşa’mn Ibnissuud ve Sadunîler ve harp urbam tarafindan dahi devlete sadakat ve evâmir-i hükümete itaat hakkmda teminat itâsına vesatat edilebileceğini söyledi. Kabul ettim. Bunun Suriye mes’elesi üzerinde tesirat-ı hasenesi olacağı şüphesizdir.
13 Nisan 329 (26 Nisan 1913) Cumartesi:
Saat sekizde İstanbul’a geçtim. Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i âdiye ile iştigal ettim. Badehu, Almanya Sefiri’ni ziyaret ettim. Bâbıâlî’ye tebligat ifâsı için süferânm kabinelerinden telgraf aldıklannı ve yalnız
Rusya Sefiri’nin henüz almadığını ve Fransız Sefiri’nin tebligatı ifâda biraz taallül göstermekte olduğunu sefirden haber aldım. Vuku bulacak tebligatın esâsât-ı sulhiye tarafeyn muhasimince kabul edilmiş olduğundan tarafeynin terk-i muhasama ederek murahhaslannı tayin etmeleri ve konferans mahallini tayin etmeleri lâzım geleceğine dair olduğunu öğrendim. Sefir, Londra'yı tavsiye ediyor ve bu suretle müşkilât zuhurunda yine süferâ konferansının tavassutu temin edilmiş olacağım ileri sürüyor idi. Sefir vilâyat-ı şarkiyeye İngiliz zâbitân ve memurlarının celbolunacağını Berlin’e bildirmesi üzerine tâvizen garbi Anadolu vilâyetine de Alman memurlarının celbi ümid edildiği cevabını aldığını ve ordu zâbitânı ile maarif memurîn-i ecnebiyesinin Almanya’dan celbolunacağına dair iş’aratta bulunduğunu söyledi ve ittihaz ettiğim meslek-i siyasî hakkında -ki şarkta Almanya ve İngiltere’nin husul-i itilâfına gayrettir- mufassal bir raporu yazıp Berlin’e gönderdiğini haber verdi.
Sefirden bir mühim haber daha aldım. Deutsche Bank iki dritnot mübayaa etmek istediğimizi işitmiş, düyûnâtm tezayüd edeceğinden nâşi telâş etmiş ve Anadolu şimendiferleri ikinci direktörü Mösyö Günter bu mes’ele hakkında bana itirazatta bulunmak üzere benimle görüşmeyi tasmîm etmiştir. Sefir “Bilâkis bu suretle yani dritnot mübayaasiyle dúyúnátiniz tezáyüd edeceğinden tazminat-ı harbiye tediyesinden tahlîs-i giribân etmeniz medan olur” dedi.
Sabah, Cavid Bey’e yazmaya başlayıp fakat gayet mufassal olmaktan dolayı itmâm edemediğim mektupta ayni mütalâayı temhid etmiş idim. Deutsche Bankin tesvilâtiyle dritnotlan alamazsam diye merak etmeye başladım. Bâbıâlîye geldiğimde Orient Deutsche Bank direktörlerinden Devlet Efendiyi celb ile kendisine keyfiyeti izah ettim ve dritnotlann mübayaasında Deutsche Bank’ın entrikasına zinhar ha- vale-i sem’-i itibar edilmemesini tenbih eyledim.
Bâbıâlî’de Hariciye Nâzın beni ziyaret etti. Devletlerin yapacakla- n tebligat hakkında Paris Sefiri’nden aldığı telgrafı gösterdi. Alman Sefiri’nin söylediği tarzda olduğu anlaşıldı. Rifat Paşaya çektiğimiz telgrafnamede derakap terk-i muhasamatı devletlerin tebliğ etmesini ve bizi Balkanlılarla yalnız olarak karşı karşıya koymayıp sulhün sürüncemede kalmaması için icabmda derhal devletlerin tavassut etmeleri münasip olacağını beyan ettik. Meclis-i Vükelâ’da süferâdan gelen telgrafnameleri okudum. Bir müddet mesâlih-i hariciye ile iştigal olunduktan sonra Hariciye Nezâreti’nce tertip kılınan muahede-i sulhiye projesini tedkike başladık.
Avusturya baş tercümanı esna-yı mecliste beni ziyaretle 15 santimetrelik obüslerin gelip gelmediğini sordu. Obüsler yann gelecek idi. Fakat mühimmatı az idi. Bu sual nazar-ı dikkatimi celbetti. Avustuıya’nın münferiden hareket etmesi halinde Bulgaristan’ın Ça-
talca hattını yarmaya başlaması ihtimali vârid-i hatır olacağından sefirin bunun için Çatalca’da esbâb-ı müdafaamızı anlamak istediğine zahib oldum. Sefirin suret-i mahsusada bunu sordurmaktan maksadı bundan başka bir şeye hamlolunamaz. Rusya Sefiri’nin Londra Konferansı mukarreratını tebliğ için henüz emir almamış olması, Fransız Sefiri’nin bazı mertebe taallül göstermesi dahi böyle bir ihtimale nazarımda kuvvet vermiştir. Binaenaleyh müteyakkıza- ne hareket için başkumandanlık vekâletine evâmir-i lâzime itâ ettim.
14 Nisan Pazar 329 (27 Nisan 1913):
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i âdiyenin tesviyesinden sonra büyük üniformayı lâbis olduğum halde on buçukta saray-ı hümâyuna gittim (Beşiktaş’ta). Vükelâ müctemi’ idi. Yalnız, Şûrâ- yı Devlet Reisi ile Ñafia Nâzın gelmemişlerdi. Bir müddet sonra be- ra-yı tebrik huzura çıktık. Arz odasma muttasıl olan büyük salonda mâbeyn-i hümâyun erkânı duruyorlardı. Biz de onlara kaimen bir cephede durduk. Zât-ı şâhâne kapıdan çıkıp mâbeyn erkânınm önünden geçerek yanıma geldi. Arz-ı tebrikat için ileri çıktım. Mağlû- bâne bir sulh muahedesinin arifesinde bulunuyor idik. Suret-i tebrikte mûşkilâta düçar oldum, biraz sıkıldım.
Nihayet dedim ki:
- Velînîmet-i bî-minnetimiz padişahımız efendimiz hazretlerinin idrakiyle mübâhî olduğumuz cülüs-ı hümâyurilannın beşinci sene-i dev- riyesi mülâbesesiyle atebe-i seniyyelerine arz-ı tebrikat-ı sadakat-ı gayât eder ve inşallahu tealâ muazzez vatanımızın felâket-i âhiresi mübeddeh[71] saadet ve bahtiyarı olduğu halde padişahımız efendimiz hazretlerinin kemâl-i izz ü şeref ve sıhhat ve afiyetiyle bu yevm-i pür meymeneti daha birçok seneler idrâk buyurmalannı Cenab-ı Hakk’tan tazarrû ve niyaz eyleriz.
Zât-ı şâhâne beyan-ı mahzuziyet buyurdular ve hey’et-i vükelânın çalışmakta olduğunu beyan ile saadet-i müstakbelemizden ümidvâr olduklarını ityân ettiler ve akabinde geri çekildiler.
öğle taamım sarayda ettik. Ba’de-t-taam taraf-ı şâhâneden İkinci Mâbeynci Tevfik vasıtasiyle Abdürrahim Efendi Hazretleri’nin bir arizası tevdi edildi. Müşarileyh yirmi yaşını ikmal ettiği cihetle şâir padişah evlâdlan gibi elli bin kuruş maaş tahsis kılınmasını istida ediyordu. Düşmarun tam kapıya gelmiş olduğu bir zamanda bu şehzadenin şu istidası pek acaibime gitti. İki gün evvel Behice Sultan (Salâhaddin Efendi’nin kerimesi) tarafindan maaşına zam icrası için bir istida verilmiş idi. Fakat bu sultan ikinci derecede verem olup
on bin kuruştan ibaret olan maaşı hakikaten kendisine kifayet etmiyordu. Biraz evvel sarayda bundan bahseder ve bunun için bir çare ararken Abdürrahim Efendi’nin arizası beni cidden derin olarak düşünmeye ve âkıbeti teemmüle mecbur etti...
Bâbıâlî’ye geldiğimde Edirne Valisi Halil Bey beni ziyaret etti. Bunu ben celbetmiş idim. îfâdâtına rağmen Tanin Gazetesi sermakalesinde Edirne’de bulunan bütün ailelerin haneleri asker firarâsi taharrisi bahanesiyle taharri olunurken bütün kadınların ırzına geçildiğini ilân etmiş ve bu ise Çatalca ordusundaki zâbitân arasmda heyecanı mûcib olmuş olduğundan başkumandan vekili bunun tekzip ettirilmesini talep etmiş idi. Vesâya-yı vâkıa üzerine bu tekzibe muvafakat etti. Bu esnada Edirne ahvâlini tekrar tasvire ve Şükrü Paşa’nın beceriksizliğini tarife başladı. Edirne’deki paşalardan birinci derecede Şamlı İbrahim Paşayı senâ etti. Askere bakmak ve askerine tahsil ettirmek itibariyle ikinci derecede Aziz Paşayı medhetti. Hüsameddin Paşa’nm muktedir olduğu söylenmekte ise de canını biraz ziyade sevdiğini ve Şükrü Paşa’nm yarımdan ayrılmadığını söyledi. Edirne’de birçok zâbitânın hırsızlık ettiğini de iddia etti. Şükrü Paşa’mn sağlam olmadığmı izah etti. Refet Bey nâmında Edimeye geçirilen Bulgar trenlerine memur bir binbaşımn para mukabilinde nâmındaki Bulgar polis müdürünü Edimeye sokarak Edirne’nin her tarafını ona gezdirdiğini ve mûmâileyh Refet Bey’in Sabah Gazetesi muhbiri Nazmi Efendi’nin biraderi olduğunu ve bu haberi 20 Hra mukabilinde Bulgar generallerinden birinin yaver-i harbi bir mülâzımdan öğrendiğini ve Bulgar zâbitlerinin de hırsızlıkta bizimkilerden geri kalma- dıklannı söyledi.
Halil Bey vaktiyle şark ordusunun Kabakçaya kadar ilerlediğini, on Hra mukabilinde yine o mülâzımdan öğrenmiştir. Halil Bey ümerâmız meyanında istihkâm kumandanı Rıza Bey ile nişancı alayı kumandanım senâ etti. Topçu zâbitânının en ziyade fedakârlık gösterdiklerini dahi kalenin zaptı günü bir topçu zâbitinin efradı ve zâbit arkadaşlan firar ettikleri halde top doldurmakla meşgul iken Bulgar- lar tarafından esir edildiğini hikâye etti. Halil Bey daha birçok tafsilât verdi.
Meclis-i Vükelâya girmeden evvel Dahiliye Nâzın yanıma geldi. Basra mes’elesini müzakere ettik. Basralılar idare-i vilâyat kanununu kabul etmeyerek mecHs-i umumînin içtimaim ve takdim edeceği ıslahat projelerinin Bâbıâli’ce derhal kabulünü istiyorlardı. Bana da telgraf çekerek cevap istiyorlardı. Buna mukabil orada
kuvve-i askeriye mikdannı vah vekih erkân-ı harbiye mirlivâsı ve 13.
Kolordu Kumandam Ah Rıza Paşa’dan sordum ve bu suretle hükümetin
icabında te’dibâtâ kıyâm edeceğini ihsas eyledim. Gelen telgrafta Basra’da ûçyüz mevcutlu iki tabur, yüz jandarma ve dört top mevcut olduğu
iş’ar olunuyor idi. Ali Rıza Paşa beş aydan beri Basra’da muhafaza-i intizâm etmiş ise de iş’arat-ı sabıkası veçhile âyanlık Nakipzade Talib Bey’in oradan alınmaması halinde vekâletten affını rica ediyordu. (Dahiliye Nâzın’ndan) Talib Bey’in maksadı şimdilik ıslahat vesaire olmayıp meclis-i âyan âzâhğını elde etmek ve bu suretle lâ-yûs’el-am- mâ yefal olmaktı. Tertibat ve âmal-i müstakbelesi için bunu istihsal lâzım idi. Dahiliye Nâzın’na zaaf göstermemesini tenbih ettim. Vali vekili, jandarma kumandanının oradan kaldınlmasım yazıyordu. Belediye reisi ile daha birkaç yerli dahi onun kaldırılmasını istiyorlardı. Bağdat Valisi de bu fikirde idi. Halbuki jandarma kumandanı, fikren tesemmûm etmemiş bir zâbit idi. Onun için kaldınlmaması, hiç olmazsa vali-î cedidin vusûlûne kadar orada ibkasmı Dahiliye Nâzı- n’na söyledim. Vali-î cedîd Alâaddin Bey on altı gün evvel hareket etmiş ve on dört gün sonra oraya muvasalatı mukarrer bulunmuş idi. Valinin vürûdundan evvel Tahb Bey bir külâh kapmak istiyordu. Ali Rıza Paşa da ona temayül eylemiş idi. Mûmâileyhin ne derecede şâyan-ı itimad olduğunu artık anladım. Kendisi Şamlı idi.
Meclis-i Vükelâca giderken Şerif Ali Haydar Bey geldi. Evkaf nâ- zır-ı esbakı Hayri Bey ile beraber huzura çıkmış. Zât-ı şâhâne Hayri Bey’e Evkaf Nezâreti’ni teklif etmesi üzerine Hayri Bey de kabul etmiş imiş. Hayri Bey evvelce tarafımdan Evkaf Nezâreti’ne ir.tihâb ve tayin edildiği halde kabul etmemiş idi. Bu kere kabulü pek acaibime gitti. Bidâyette kabinenin muvaffakiyeti pek meşkûk idi. Ancak üç ayda kabine hayli iş görerek tehlikeyi oldukça atlatmış idi. Hayri Bey’in bu kere kabulünü buna atfettim. Maamafih yann için Hayri Bey’i bâ-telgraf davet ettim.
Meclis-i Vükelâ’da hukuk müşavirleri Reşid Bey ile Ebro Efendi dahi meclise celb ile muahede-i sulhiye projesi mütalâa ve tedkik edildi.
Badehu, emlâk-i hâkanî hakkmda Defter-i Hâkanî Nezâreti tezkeresi mütalâa edildi. Emlâk-i hâkaniyenin ikamete tahsis olunacağı ve bâ-senet kimseye verilemeyeceğinden bunlar hakkmdaki daâvînin mahâkim-i şer’iye ve nizamiyede istima’ olunacağı ve fakat emlâk-i hususîyenin istenildiği gibi tasarruf olunabileceği tezkerede beyan olunuyor ve bu veçhile bir karar ittihaziyle Bâb-ı Meşihat’a ve Adliye Nezâreti’ne iş’an teklif olunuyor idi.
Hanedandan bazıları emlâk-i hâkaniyeden bazısını bâ-senet tasarruf ettiklerinden bu karar onlar hakkmda gadri ve bu cihetle onların hükümet aleyhinde infiâlini mûcib olacağı derkâr idi. Binaenaleyh şimdiye kadar bâ-tapu mutasarrıf olanlann istisnasiyle badehu emlâk-i hâkaniyenin bâ-senet hanedandan kimseye verilmemesini teklif ettim. Bu teklif kabul edildi. Bu suretle bana tezkerelerle müracaat eden Münire Sultan Hazretleri’nin arzusu yerini bulacaktır.
İtalya bankasından 320 bin İngiliz lirası raddesinde bir istikraz akdedildi.
15 Nisan 329 (28 Nisan 1913) Pazartesi:
Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan gelen telgrafnamede Hakkı Paşa’mn Londra Sulh Konferansı’na murahhas tayin olunduğunu gazetelerde gördüğünü ve halbuki mukaddemat-ı sulhiye düvel-i muazzama tarafından tayin olunup Balkan murahhaslariyle yapılacak müzake- ratta mevadd ı gayri mühimmenin mevzubahis olacagmı ve kendisi esasen enzar-ı halkta müttehem olup mağlûbiyetle akdolunan bir muahede neticesinde ise ithamat-ı vakıanın bigayrihakkın bir kat daha iştidâd edeceği fikrinde bulunduğunu beyan ile murahhaslıktan affını rica ettiği ityân olunuyor idi.
Petersburg Sefiri’nden gelen bir telgrafnamede ise devletler ewelce beyan olunduğu veçhile tarafeyn muhasimine muahede-i sulhiyenin müzakeresi için tebligat-ı müştereke ifâsına karar vermişler ise de bu işi muhasimine terketmek akd-i sulhü sürüncemede bırakacağından Rusya Hükümeti, Londra Sûferâ Konferansı’nda müzakerat-ı sulhiyenin icrasiyle işe nihayet verilmesi fikrinde olduğu beyan olunuyor. Rusya’nın bu fikri bizim de nokta-i nazanmıza tetabuk etmekte olduğundan bu fikrin tervici için süferâmıza emir verildi. Çünki, Bul- garlarin kuvvetli ordusu Çatalca ve Bolayır karşısında bulundukça esna-yı müzakerede bizi ikide bir de İstanbul ve Bolayır üzerine yürümekle tehdit ederek hem müzakeratı uzatacaklan ve hem de sulhü tehdit eyleyecekleri şüphesiz idi. Biz ise bir an evel sulhün akdine muhtaç idik. Zira, Beyrut ahvâli iyi gitmediği gibi Basra’da Talib Bey’in ve vilâyat-ı şarkiyede Rusya’nın tahrikatı her lâhza bizi bir mes’ele-i mûhime-i dahiliye karşısında bulundurabilir idi.
Basra Valisi’nden orada ne kadar asker bulunduğunu bâ-telgraf sormakla icabında Talib Bey’in te’dip olunacağım imâ ettiğim gibi Beyrut’a da Arnavutluk’tan Avusturya ve İtalya’nın teklifi ile on bin kişi çıkarılacağını bildirmekle Beyrutlular’ı ve bilhassa muhaliflere mütemâyil olduğu anlaşılan Sekizinci Kolordu Kumandanı’nı ihâfe ettim. Vâkıa, Arnavutluk’ta 20 bini garp ordusu bakiyesi ve 20 bini de Işkodra asâkir-i muhafızası olmak üzere kırk bin kişi mevcut olup bunların gemilerle memâlik-i bâide-i Osmaniye ye şevki Avustuıya ve İtalya tarafından teklif olunmakta ve buna bizim tarafımızdan da muvafakat edilmekte idi.
Yevm-i mezkûrda sabah Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Almanya’dan gelen 36 kıt’a 15 santimetrelik obüslerle 9 cebel topunun hemen Hadımköyû’ne irsalini icap edenlere tenbih ettim. Bunlarla beraber Krupp fabrikasından 20 bin kadar sahra ve
cebel mermiyatı dahi gelmiş idi.
Leş’te72 bulunan Esad Paşa’dan Fransızca bir telgrafname geldi. Bunda refakatindeki askerle salimen Leş’e geldiğini ve orada bulunan Sırp kumandan, zâbitân ve asâkiri tarafindan selâmlandığım ve oradan vapurlara râkiben Draç’a ve buradan da Mat’a gideceğini ve toplan Leş’in cenubunda bırakıp badehu vapurlarla bunların da Şengin’den Draç’a[73] götürüleceğini ve erzak ve paraya ihtiyacı olup sür’atle kendisine isâl edilmesini ve nezdindeki askerin meyanında redif asâkiri dahi mevcut olduğu nazar-ı dikkate alınarak harekât-ı âtiyesi hakkmda evámire intizar eylediğini iş’ar ediyor idi.
Mûmâileyhin bu telgrafinı beğenmedim. Sırplılar ve Karadağlılar ile uyuştuğunu ve Avusturya için bu yüzden dahi müşkilât çıkacağını kestirdim. Esad Paşa ahlâksız bir adam olduğundan kendisinden her güne mel’anet memuldur. Haşan Rıza Paşamı katlettirdiğinde kat’iyyen şüphem yok idi. Zaten bu cinayeti işte öyle bir günde serbest kalmak için yapmıştır. Binaenaleyh mes’elenin evvelemirde Avusturya Sefiriyle müzakere edilmesini münasip gördüm.
Sefarethaneye giderek müşarileyhe dedim ki:
- Arnavutluk'tın büyük olması Türkiye’nin menfaatine tamamen muvafiktır. Bunun için çalışmayı vazife addederim. Lâkin Amavut- luk’un taht-ı hâkimiyet-i Osmaniye’de kalmasını Osmanlı menfaati nokta-i nazarından muzırr görürüm. Buna hiç çalışmam.
Bundan sonra telgrafı müşarileyhe gösterdim. Harita üzerinde kendisiyle beraber bazı tedkikat icra ettik. Keyfiyeti bâ-telgraf Viya- naya bildirdi.
Bâbıâlîye geldiğimde mezkûr telgrafin İngilizcesini dahi aldım. Bu da limanda bulunan Ingiliz gemisinden geliyor ve oraya Şengin önünde bulunan ablukaya memur düvel-i muazzama donanması tarafindan çekiliyor idi. Mezkûr gemi kumandanı verilecek cevabı telsiz telgrafla mahalline isâl edebileceği haberini göndermiş idi.
Esad Paşaya cevap vermeyi münasip gördüm. Fakat Tiran’a gitmesi halinde orası kendi memleketi olduğundan orada bütün taraf- darânını başına cem’ ile kendini prens ilân edeceğinde şüphe etmiyordum. Binaenaleyh bu maksadına mâni olacak surette kendisine cevap itâsı icap ediyor idi.
Verdiğim cevapta yerli efradın silâhlan alınarak terhis edilmelerini ve mütebaki askerin Beyrut’a çıkanlmasım ve buna düvel-i muazzama donanması tarafından müsaade olunmadığı halde askerin Av- lonyaya çıkarılmasını ve oradan Avlonya ile Berat arasında bulunan garp ordusu bakiyesiyle birleşmesini iş’ar ettim. Avlonya tarikiyle para ve erzak yetiştireceğimi de yazdım. Bu telgrafın bir suretini de
malûmat olmak üzere Avusturya Sefiri’ne gönderdim.
Bu esnada Evkaf nâzır-ı sabıkı Hayri Bey geldi. Fikrini istimzaç ettim. Nezâreti kabul edeceğini anladım ve binaenaleyh hemen nezârete kendisini inha eyledim.
Hayri Bey’den sonra Alman Sefiri geldi. Esad Paşa mes’elesini kendisine hikâye ettim. Cevabı pek ziyade takdir etti. Berlin’den aldığı telgrafnameyi okudu. Almanya’nın Epir mes’elesinde müttefiki olan İtalya’ya karşı bile Yunanistan’ı iltizâm ettiği doğru olmayıp yalnız Epir hakkında müttefikinin nazar-ı dikkatini celbettiğini ve şimalde Avusturya’ya ettiği muaveneti cenupta dahi İtalya’ya diriğ etmeyeceği ve Adalar mes’elesindeki nokta-i nazanrun kat’iyyen tebeddül etmediği yazılıyor idi.
Alman Sefiri tazminat-ı harbiyeden dahi bahsetti. Tazminat vermemek için tekrar muharebeyi göze aldınp aldırmayacağımı sordu. Tazminat yerine Düyûn-ı Umumîye hissesinden bazı tenzilât icrasiy- le tekrar muharebenin önü alınmak mümkün ise münasip olacağını ve serbestî-yi iktisadimiz bütün mânâsiyle Avrupa’ca tasdik olunduğu halde Düyûn-ı Umumîye hissesi müttefiklere yüklenmekten sarf-ı nazar dahi edebileceğimizi îmâ ettim. Zırhlılardan dahi bahsedildi. Zırhlıları elde edersem tazminattan dahi kurtulacağımı söyledim. Zırhlıları tedarik hususunda bana yardım edeceğini vaad etti.
Ondan sonra, Fransa Sefiri beni ziyaret eyledi. Müşarileyh, Esad Paşa’nın ahlâksızlığından ve bir gün altı devlet sefirinin taht-ı hû- kümrânî-i Devlet-i Aliyye’de olarak Arnavutluk muhtariyeti için nez- dimde teşebbüsatta bulunacakları ihtimalâtından bahsetti ve Cavid Paşa’ya isnat olunan hareketin doğru olup olmadığım sordu. Doğru ise Cavid Paşa’nın fikren mahdut bir adam olduğuna hükmolunmak lâzım geleceğini ityân etti. Badehu, gümrük için tarife tertibinden bahsetti. Tarife-i mütefâvitenin tatbiki için gümrük dairelerinde pek çok ecnebi mütehassıslar istihdamı lâzım geleceğini temin etti.
Rus Sefiri bizimle Bulgarlar arasında temdîd olunan terk-i muhasamat şerâitini anlamak istedi. Eski şerâitten ibaret olduğunu söyledim. Mûmâileyh hudud-ı îraniye’ye dair verdiğimiz notaya henüz cevap verilmemiş ise de iki gün sonra behemehal verileceğini vaad etti. Anadolu şimendiferleri mes’elesini dahi fasletmek zamanı geldiğini beyan eyledi. Rus Sefiri çıktıktan sonra Selânik Bankası’ndan Salem Efendi geldi. Mûmâileyh, Italyalıdır. Sünusî hakkında İtalya Sefiri ile görüştüğünü ve Enver Bey’in mektubunu kendisine tercüme ettiğini söyledi. Sefir, İtalya hâkimiyeti mes’elesini şimdilik meskûtuanh bırakmak mümkün olduğunu ve Sünusî’yi Küfre ve havalisinde umûr-ı zabıtaya memur ederek ora umûr-ı idaresini kendisine tevdi suretiyle kendisine bir muhtariyet-i idare bahşetmek de kabil olacağını söylemiş imiş. “Bu halde şu dediğiniz şekle bir suret-i tesviye kaleme altn-
sın. Enver Beyle beraber müzakere ederiz” dedim. Buna muvafakat etti ve çalışacağını vaad eyledi. İtalya Sefiri’nin Sünusi[’nin] adamı misafir-i padişahı Şeyh Abdülâziz’in bir an evel memleketine iadesini arzu ettiğini söyledi. İki-üç gün sonra Mısır’a gideceğini ve oradan Suriye’de bir cevelân yaptıktan sonra Medine’ye azimet eyleyeceğini ve ondan sonra da Sünusî nezdine memleketine avdet eyleyeceğini cevaben haber verdim. Filvaki bir gün evvelki Meclis-i Vükelâ’da Şeyh Abdülâziz’e beşyüz lira harcırah itâsı takarrür etmiş idi. Mümâileyh Medine’den avdet ettikten sonra Sünusî nezdine gitmeden bana haber verilmesini kendisiyle beraber gidecek zâta tenbih ettim ve o vakit taraf-ı şâhâneden Sünusî Hazretleri’ne verilecek hedayânın orada kendisine isâl edileceğini anlattım. Hedayânın başlıcasını birkaç bin lira teşkil edecek idi. Çünki, Sünusî için paradan kıymetdar bir hediyenin olamayacağını Enver bana hikâye etmiş idi.
O gün Cavid Bey ile Hüseyin Hilmi Paşa hazretlerine birer mufassal mektup yazdım. Bu mektuplan müsveddesiz yazdım ve başkasına birer kopyasının çıkanlmasmı da münasip görmedim. Binaenaleyh bunlann kopyalan evrakım meyanmda yoktur. Bu sebepten burada her ikisinin muhtasaran muhteviyatım dercediyorum.[74]
Cavid Bey’e yazdığım mektupta, Erzincan’dan Erzurum’a yedi sene sonra inşa olunacak şimendifer için Fransızlar’a hakk-ı rüçhan verilmek caiz olduğunu, donanma tedarik etmekliğimiz hakkında iti- razına mukabil donanmanın derece-i lüzumu izah olunarak bunun borç ile alınacağım ve binaenaleyh Bulgarlar’ın bunu paramız mevcut olduğuna hamledemeyeceklerini, bilâkis borcumuz çoğalacağından tazminat-ı harbiye ifâsından büsbütün kurtulmaklığımıza medâr olacağmı beyan ettim. Ve, Balkan hükümatımn bizden harb-i âhirde zaptettikleri esliha ve levazımat-ı harbiye mikdar ve kıymetine dair malûmat verdikten sonra Rumeli’de Selânik, Üsküp ve Manastır kolordulariyle Yanya ve îşkodra müstakil fırkalarının ve ondört redif fırkasının lâğvmdan dolayı edilecek tasarruf mikdannı bildirdim.
Bu tasarruf, harbiye bütçesi 9 milyon olduğuna göre âzami olarak iki milyon liradan ibaret olacaktır. İstanbul, Boğazlar, Tekfurdağı ve Gelibolu mevâkîinin tahkimi ve bu suretle Avrupa’da kalacak olan başımızın demirden bir baş haline konması için 15-16 milyon liraya ihtiyacımız olduğunu bildirdim.
Şimendifer mes’elesi hakkında ittihaz edeceği mesleğe dair kendisine izahat verdim. Müttefiklerin ganâim-i harbiyesine dair olan cedvel suretini ehemmiyetine mebnî zîre dercediyorum:
Lira-yı Osmanî
Beş yüz bin tüfenk, beheri 3,5 liradan Beher tüfenk için beşeryüz fişenk hesabıyla, |
1.750.000 |
250 milyon fişenk, beher bini beş buçuk liradan 700 kıt’a seri atışlı sahra ve cebel topu, beheri |
1.375.000 |
birbiri üstüne 1500 liradan 1100 kıt’a sahra topu cephane arabası, |
1.050.000 |
beheri 435 liradan |
478.000 |
|
4.653.000 |
Yirmi bin süvari ve topçu hayvanı, beheri 33 liradan |
660.000 |
Kırk bin mekkâri hayvanı, beheri yirmi liradan |
800.000 |
On beş bin envai araba, beheri birbiri üstüne otuz liradan |
450.000 |
700 seri ateşli toptan beheri için 500 mermi hesabiyle 350 bin mermi, beheri iki buçuk liradan |
875.000 |
|
7.438.000 |
Otuz bin büyük çadır, beheri dört liradan Depolarda terkolunan yüz bin takım elbise, |
120.000 |
beher takım altı liradan Depolarda terkolunan erzak ve mekulât |
600.000 |
kıymet-i muhammenesi |
500.000 |
8600 takım koşum, beher takımı 60 liradan Edirne’de terkolunan top ve mühimmat |
516.000 |
kıymet-i muhammenesi |
2.500.555 |
|
11.674.000 |
Yanya ve İşkodra’da terkolunan top ve mühimmat kıymeti |
500.000 |
Selanik’te terkolunan sahil toplarıyla mühimmatının kıymet-i muhammenesi |
100.000 |
|
12.274.000 |
Rumeli’de terkolunan mebânî-i askeriye kıymet-i muhammenesi |
3.500.000 |
|
15.774.000 |
Müttefikler birçok hükümete ait emvâl-i gayrımenkule ile çiftlikat
ve mal ve ziraat sandıklariyle askeri idarelerin de sandıklarında dahi bir hayli nukut elde etmişlerdir.
Hüseyin Hilmi Paşaca yazdığım mektupta, İngiltere ve Ruslarla olan hudud müzakeratiyle vilâyat-ı şarkiyeye Ingiliz memurlan celbine ve Asya-yı Osmani’deki teşebbüsat-ı sâire-i ıslahiyemize dair malûmat verdikten sonra müfettiş-i umumîlerin vezâifine dair bir talimat kaleme alınmasını rica ettim ve kendisine Suriye Mûfettiş-i Umumîliği’ni teklif eyledim ve sadarete geçtiği vakit benim bu müfettişliği kabul edeceğimi, bunu bana vermek istemezse göndereceği mahalle gideceğimi yazdım.
Haşiye: Cavid Bey, Paris Maliye Komisyonu’nım hîn-i in’ikadında Salem Efendi’nin Paris’te bulunmasını tensîb etmiş ve bunu bana yazmış idi. Salem Efendi’ye Paris’e gitmesini teklif ettim, o da kabul etti.
16 Nisan 329 (29 Nisan 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Anadolu demiıyolu direktörlerinden Gûnter, Pertev Paşa, bahriye müsteşan, Mösyö Vir, Süreyya Bey ve daha birçok zevat beni ziyaret etti.
Mösyö Gûnter zırhlılar siparişi mes’elesini açtı. Alman Sefiri’ne söylediğimi tekrar ettim. Mâkul bir adam olduğu cihetle bana hak verdi. Pertev Paşa, Almanya’dan avdet ediyordu. Sözde obüslerin tedariki için gitmiş idi, halbuki Osman Nizami Paşa bunlan tedarik etmiş ve Goltz Paşa’nm da bu bâbda hizmeti sebkat eylemiştir. Süreyya Bey dahi Almanya’dan geliyordu. Kabil-i sevk balon mübayaa- sma memur edilmiş idi. Balon mübayaa ve muayene edilmiş ve dört gün sonra Köstence’ye vürûdu me’mûl bulunmuş idi. 4 bin metre mik’âbında küçük bir balon olup adam yetiştirmek için tarafımdan celb ve sipariş edilmiş idi. Bezden hangan ile beraber balona 26 bin lira masraf yapılmıştır.
Skoda fabrikası müdürü de 10,5 santimetrelik obüs kontratı tanzimi için celb edilmiş idi. İngiltere’ye siparişi mutasavver sefain-i harbiye ile tersanenin ıslahı için Londra’dan davet olunan Mösyö Vir’in evvelemirde Limpus Paşa ile müzakere etmesini tenbih ettim. Mûmâileyh, Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan selâm getirmiş ve şu sırada donanma tedariki tazminat-ı harbiye mes’elesi üzerinde sû-i tesir hâsıl eyleyeceği hakkında müşarileyhten haber getirmiş idi. Her zaman sefain-i harbiye sipariş etmek istediğimizden bu ve emsali mûtalâat ile sipariş itâsına cesaret etmemekliğimizden dolayı Yunanlılar’dan dayağı yedik ise de yine uslanmadık.
Trablusgarp muharebesi esnasmda oraya fişek isâlini deruhte eden
Hirtenberg fabrikasına dahi 25 milyon fişek sipaı iş edilmek is-
teniyor idi. Haberim olmaksızın iş yürütülüyor idi. Maliye Nâzın’nın İhtan üzerine işe vâkıf olarak tuttum. Sipariş vaktine daha sekiz ay var idi.
Daha birçok ziyaretler kabulünden sonra saraya gittim. Orada bazı mesâlih ile meşgul olduktan sonra huzura kabul edildim. Zât-ı şâhâne cülûs-ı hümâyun mülâbesesiyle arz-ı tebrikata gelen Mecid Efendi’nin infialâtı âsânnı hikâye buyurdular. Bir hocaefendi tarafından müşarileyhe bazı nasâyih ifâ edilmiş ve o da bunu hüsn-i telâkki etmiş imiş. Vahideddin Efendi’nin de idaresizliğinden bahis buyurdular ve sulhün zaman-ı akdini sordular. Çünki, Mayıs ibti- dasmda Yıldız’a nakil buyurmak istiyorlardı. Halbuki kable-s-sulh nakletmeyi münasip görmüyorlardı. Huzurda iken Halaçyan Efen- di’yi dahi celb buyurdular. Paris Maliye Komisyonu’na memur olan mûmâileyhe iltifat ettiler.
Bâbıâlî’ye avdetimde birçok zevâtın ziyaretini kabul ettim. İstanbul Muhafızı Cemal Bey, donanma zâbitâm meyamnda sefain-i harbiye tedariki için bir hareket mevcut olduğunu haber almış idi. Donanma Kumandanı Tahir Bey’in celbi ile tahkik-i keyfiyet münasip görüldü. Bolayır’da bulunan 25. Fırka zâbitânı arasmda Araplık fikrinin pek ilerlediğini haber verdi. Bu fırka zâbitâmndan bazısının hîn-i terhiste Suriye’ye gönderilmemelerini taht-ı karara aldım. Şam’da İttihad ve Terakki Merkezi’nden aldığım telgrafnamede Beyrut Valisi Hazım Bey’in azli talep olunuyor idi. Telgrafı Âdil Bey’e verdim. Bu rezaletlere nihayet verdirilmesini tenbih ettim. Meclis-i Vükelâ in’ikad etti. Ondan evvel İngiltere baştercümamnın da ziyaretini kabul eyledim. Mümâileyh, İngiliz gemisi vasıtasiyle alınan telsiz telgraf hakkmda görüşmeye gelmiş idi. Esad Paşa’nın telgrafım İngiliz gemisi bize İstanbul’a çektiği halde bizim Dersaadet’ten çektiğimiz telgrafı kabul etmemiş idi. Anlaşılan bu bâbda beyan-ı itizar ve daha doğrusu ted- kik-i keyfiyet etmek için gelmişti. Arnavutluk hakkındaki politikamı açıktan açığa kendisine izah eyledim. Kendisi hidâyette bu fikirde değil imiş. Çünki, Arnavutlar’m 400 seneden beri bize merbut olduk- lannı düşünerek aramızda bir rabıta ibkası cihetini münasip görür imiş. Kâmil Paşa budalasmın da politikası bu idi. Hattâ, Mecid Efen- di’yi Arnavutluk’a prens yapmak istiyor ve bu suretle devletin başma bir belâ alıyor idi.
Meclis-i Vükelâ’da mesâlih-i cariye ile vakit geçirildi. Zira çok kâğıt toplanmış idi.
17 Nisan 329 (30 Nisan 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde meşgul oldum. Cavid Bey’den mufassal bir mektup almış idim. Bizim siparişât ve masârifât-ı âtiyemizi
soruyordu. Bu bâbda yazacağım mektup için icap eden cedveli sabah erkenden hazırladım. Badehu ziyaretler kabul ettim. Tabip Miralay Süleyman Numan Bey, Yanya’dan geliyordu. Oradaki hastegân hakkında ve Yanya’mn sukutunu istilzâm eden iki günlük muharebata dair malûmat verdi. İsmail Kemal Bey’in Arnavutlari suret-i iğvâsmı hikâye etti. Bununla İsmail Kemal Bey, Arnavutluk’a ihanet etmiş oldu. Çünki Amavutlar bilâkis teşci edilseydi Yanya belki de sukut etmez ve bu sayede Arnavutluk meyamnda ibkası temin edilmiş olurdu. İsmail Kemal Bey’in iğvaâtı ise Yanya’mn sukutunu tesri etti.
Süleyman Numan Bey, Yanya’da bulunan zâbitân ailelerinin ih- tiyac-ı azîm içinde olduğunu ve bunların bazısı buralara gelmek arzusunda olup halbuki masârif-i rahiyeleri bulunmadığını ve Esad Paşa’nm bile zaruret içinde idüğünü, çünki mûmâileyhe 525 frank maaş-ı şehrî verilip bu ise otel parasına kifayet etmediğini beyan ile Yanya Bank-ı Osmanî şubesinde bulunan 4500 Lira-yı Osmanî’nin -ki Hükümet-i Osmaniye’ye ait mebâliğ bakiyesidir- Esad Paşa’ya itâsı halinde aileler ihtiyâcâtı ile masârif-i sâireye mûmâileyh tarafindan sarfolunacağını ve mûmâileyhin istirhamı da bu merkezde idüğünü ifade etti. Hemen Maliye Nezâreti’ne mebâliğ-i mezburenin Esad Paşaca verdirilmesi için bir tezkere yazdım. Süleyman Numan Bey, Arnavut olduğu halde Arnavutlar’m ihanetinden uzun uzadıya bahsetti ve bizim her şeyimizin Yunanlılar’dan iyi olduğu halde mağlûp olduğumuzdan nâşi teessüfler beyan etti ve Yanya’da pek çok levazımat-i sıhhiye cem’ edilmiş olduğunu beyan ile bana teşekkürde bulundu. Nihayet Esad Paşa bana bir sır tevdi etti. Onu da arze- deyim diyerek Venizelos’un Esad Paşayı birkaç kere ziyaret ettiğini, vesair prenslerin dahi mûmâileyhle görüştüklerini ve cümlesinin arzusu bizimle kable-s-sulh bir itilâf akdi olup Slavlar’dan tahlîs-i giribân etmek için başka bir çareleri kalmadığına kani olduklannı ve şimdi istenirse umum üserâ-yı harbiyemizi terhis edebileceklerini söyledi. Esad Paşa’mn bana bir mektup yazmış olduğunu da ilâve etti. Halbuki Esad Paşa’nın bu mealde bir mektubunu almamış idim. Lâkin biraderi Takiy Bey’i celbetmiş ve mûmâileyh oraya gitmezden evvel beni görmüş idi. Biraderi henüz avdet etmediğinden bununla daha ziyade tafsilât vereceğine kani oldum.
Ondan sonra Levazım Reisi İsmail Hakkı Paşa geldi. Viyana ata- şemiliterinden aldığı mektupta Avusturya'nın Bulgarlar’a tazminat-ı harbiyeye müsait olduğunu bildirmiş olduğundan bunu bana söyledi. Burası bence zaten malûm idi. Avusturya, Bulgarlari kendi tarafına celbetmek için bunu yapıyor idi. Esad Paşa’dan dahi bahsetti. Bunun Cavid Paşayı da katletmeye tasaddi edeceğini ve binaenaleyh Cavid Paşaya keyfiyetin suret-i hususîyede bildirilmesi lâzım geleceğini kendisine tenbih ettim.
Daha bazı hususat ile iştigalden sonra Tophane’ye gittim. Orada Almanya’dan gelen 15 santimetrelik obüsleri gördüm. Bunlan bir vakit pek çok fena göstermişler idi. Halbuki sistem biraz eski ise de toplar kamilen yeni idi ve zamaneye göre kâffe-i ıslahat-ı cedîdeyi cami’ idi. Bunlardan bir o kadar olsaydı tekrar alır idim.
Bâbıâli'ye geldiğimde Hariciye Nâzın beni ziyaret etti. Hüseyin Hilmi Paşa’dan aldığı telgrafı gösterdi. Müşarileyh Suriye Müfettişliği’ne tayin edildiğini, yerine Rlfat Paşa’nın geleceğini, onun yerine de Halid Ziya Bey’in geçeceğini gazetelerde okuduğunu, kendine malûmat verilmeden bu suretle bi’t-tebdîl Suriye Müfettişliği’ne tayini haysiyetini muhil bulunduğunu dür ü dırâz telgrafnamede hikâye ediyordu. Müşarileyhe yazdığım hususî mektup muhteviyatım Hariciye Nâzı- n’na söyledim. “Herkes Hilmi Paşa’run Suriye Müfettişliği’ne tayinini münasip görmektedir. Bittabii bu suretle onun tayini cihetine gitmenin mazur görürüm. Ancak Hüseyin Hilmi Paşa, Suriye’ye gittikten sonra orada Fransızlar’a dayanarak bir mevki ihrazına çalışacak ve kendisini Suriye’ye gönderdiğinize sizi pişman eyleyecektir” dedi. Hariciye Nâzın’nın bu sözünü muhikk gördüm. Fakat ne çare ki Suriye’ye müfettişliğe birini göndermek icap ediyordu. Herkesin orası için biçilmiş kaftan gördüğü Hüseyin Hilmi Paşa’dan gayrını gönderdiğim halde göz doldurmayacak, itirâzâta hedef olacak, bu da adem-i muvaffakiyetine belki bâdi olacak idi. Hariciye Nâzın tarafından asabiyetle bu işte biraz isticâl gösteren Hüseyin Hilmi Paşa’ya o yolda bir cevap verildi.
Ondan sonra, İstanbul Muhafızı Cemal
Bey geldi. Sabah, Harbiye Nezâreti’nde beni ziyaret eden Mustafa Kemal Bey ile beynimizde cereyan eden müzakere neticesini kendisine söyledim. Binbaşı Mustafa Kemal Bey, Başkumandan Vekili İzzet Paşa’run bir tahriratım getirmiş idi. Bu tahriratta müşarileyh Bolayır’daki 27. Nizamiye Fırkası zâbitâm arasındaki Araplık propagandası hakkında malûmat veriyor ve bunlar hakkında tedâbir-i leyyîne ittihaziyle şimdilik mes’elenin bertaraf edilmesi ve badel-harp fırka hakkında başka bir tedbir ittihaz olunması teklif olunuyor ve iş benim başıma sarılıyor idi. Zabitan içinde başlıca muharrikler Erkân-ı Harp Binbaşısı Rüştü Bey, fırka Erkân-ı Harp Kolağası Ali Rıza Efendi, Baytar Yüzbaşısı Ali Efendi, Alay Kumandanı Miralay Zeki Bey idi. Bunlardan birincisinin şimdilik Almanya veya Avusturya’ya esliha ve mühimmat muayenesine, İkincisinin Anadolu’daki merâkiz-i cedîde-i askeriye
hakkında keşfi- yat icrasına, dördüncüsünün dahi Van Jandarma
Kumandanlığı’na tayini, Van Valisi Tahsin Bey’in hîn-i vedâda rica
ettiği Erkân-ı Harp Binbaşısı Halil Bey’in yerine olarak Adalar Denizi
sevâhilindeki mın- takalardan birinin kumandanlığına tayini tensîb
edildi ve bunların birer birer oralardan aldınlmalan ve ba’de-s-sulh
umum fırka zâbitâ-
nının başka mahallere tayinleri muvafık görüldü. İzzet Paşaca bu karan şifahen tebliğ ettirmeyi münasip gördüm. Cemal Bey bu te- dâbiri pek muvafık buldu.
Meclis-i Vükelâ’da bulunan jandarma mes’elesi müzakere edildi. Düvel-i muazzama konsoloslarına suret-i gayr-i resmîyede müracaatla Sekizinci Kolordu’dan büyük rütbeli bir zabit vasıtasiyle jandarmalar hakkında -ki tezayüd-i maaş için ihtilâl etmişlerdi- tahkikat icrası için konsoloslann müsaadesini aldığım yazan Cebel-i Lübnan Mutasamfı’nın iş’aratı kendisinin de meclis-i idare âzâsiyle mütte- fikan entrikalar çevirerek Lübnan bütçesine hazine-i devletten bir mikdar zammiyat icrası maksadım teminden başka bir maksada hadim olduğuna ve binaenaleyh biraz daha sabır ile akd-i sulhten sonra hall-i mes’eleye çalışılmasına karar verildi. Lâkin, Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde Cebel-i Lübnan mutasarrıfı bir şifre yazıyordu ve bunda jandarmalar maaşatının tezyidi için hazine-i devletten Lübnan bütçesine 12 bin lira zam icrasını talep ediyordu. Bütün oyunun bunun için oynandığı tamamen anlaşıyor idi.
O gün meclis-i bahriyeden Avrupa’ya izâm olunacak bahri zâbitân hakkında Bahriye Nezâreti’nce tertip ve Şürâ-yı Devlet’çe tedkik olunan nizamnamece de tedkik ve bazı tâdilât ile tasvip edildi.
Evkaf Nâzın Hayri Bey birinci defa olarak Meclis-i Vükelâ’ya gelmiş idi. Sabah, Harbiye Nezâreti’nde beni ziyaret etmiş idi. Kendisine birinci iş olarak Üsküdar-Alemdağ şimendiferinin Evkaf Nezâreti hesabına olarak inşasını teklif etmiş idim. Üsküdar’da evkafa ait iskele kurbünde han ve civanndaki ebniyenin dahi hedmiyle orada istasyon ve mebani-î cedide vücuda getirilmesini de tenbih etmiş idim. Alemdağ ormanı vakıf olduğu gibi Taşdelen Suyu da evkafa ait idi. Şimendifer su ve odun nakliyatından dahi pek çok müstefîd olacak idi. Hayri Bey o gün Meclis-i Vükelâ’da bahsi açtı. Nafıa Nâzın şiddetle itiraz etti. Bir Fransız kumpanyasının talip olduğunu ve şu sırada Fransızlar’ı kırmak caiz olmadığım ileri sürdü ve evkaf bir müessese-i resmiye olup ona imtiyaz itâsı da mümkün olamayacağım beyan etti. “Fransız kumpanyası esasen Üsküdar-Haydarpaşa-Kadıköy Tram- vayı’na talip olup Üsküdar-Alemdağ Tramvayı’nı dahi ihtiyarî olarak inşa edecektir. İşte şu ihtiyarî olan hattı Evkaf Nezâreti yapacaktır. Bunun için imtiyaza hâcet yoktur. Ruhsat kâfidir. Hattâ bir müessese değil, devlet yapacaktır. Devlet için vâkıa imtiyaza hâcet yoktur” dedim. Âzâ-yı şâire de bu fikirde bulunduğundan Nafıa Nâzın sükûta mecbur oldu.
Meclisten sonra Bağdat Valiliği ve Basra ahvâli hakkında dahi Dahiliye Nâzın ile müzakeratta bulundum. Valiliğe Diyarbakır Valisi olup ehliyet ve dirâyeti anlaşılan Celâl Bey inha edildi. Onun yerine Erzincan mutasarnfı tayin olundu. Basra fırka kumandanlığına
da Bağdat’ta Müfettişlik Erkân-ı Harbiyesi Reisi Ferid Bey’in tayinini münasip gördüm.
18 Nisan 329 (1 Mayıs 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde donanma kumandanı Tahir Bey’in ziyaretini kabul ettim. Tahir Bey tersanenin ve donanmanın ıslahını herkesin arzu ettiğini ve hattâ ba’de-s-sulh kendisinin dahi bu bâb- da bir lâyiha takdim edeceğini fakat hükümet-i hâzıraya muhalefet kimsenin hatandan geçmeyip böyle bir fikir varsa bunu donanmaya memur zâbitân arasında değil, İstanbul tersanesindeki zâbitân ara- smda taharri edilmesi lâzım geleceğini ifade etti. İfadesi mahiyet-i kat’iyyeyi haiz idi.
Ondan sonra, Mösyö Günter geldi. Hakkı Paşadan aldığım telgraf- namede Şattülarap-Basra körfezi ve sevâhili ve Muhammere hududu ve Bağdat-Basra şimendiferi mesâilini hallettiğini fakat nehirlerde seyr-i sefain hakkında İngiltere’nin yeni projesi; sermayesi münasa- feten İngiliz ve Osmanlı olmak ve meclis-i idare riyâseti münavebe- ten İngiliz ve Osmanlıda kalmak üzere bir Osmanlı şirketi teşkili, hukuk-ı haziranın muhafazası, idare-i nehriyenin ve Bağdat şirketi levazımatını nakil için şirket-i mezküreye verilen hakkın ibkası merkezinde olduğu yazılıyor idi. Bunu suret-i mahremânede Mösyö Günter’e anlattım. Bağdat-Basra şimendiferinin Almanlar tarafından inşasına îngilizler’ce muvafakat olunmasına mukabil seyr-i sefain şirketinin bu suretle teşekkülüne birşey denmemek lâzım geldiğini ve bizim kendilerine bu hususta zaten bir taahhüt altında olmadığımızı anlattım. Basra Körfezi-Basra arasındaki hattın yeni proje mucibince kendi taraflarından inşa olunmayacağına mebni bir zarar ve ziyan iddiasmda bulunmaları hukukan musaddak ise de bunu da şimdi mevki-i müzakereye vaz’etmeye hâcet olmadığım beyan ile keyfiyeti yalnız sadece Berlin’e bildireceğini söyledi.
Meclis-i Vükelâ’da bu bâbda şöyle karar verildi: Evvelce Meclis-i Mebûsân’da sermayesi münasafeten Osmanlı ve Ingiliz olmak ve mevcut idare-i nehriye vapurlan sermaye olarak şirkete verilmek ve Lynch vapurlan da sermayenin yüzde otuzyedisini teşkil ve bâkî yüzde onüç de İngiliz sermayedaranından alınmak ve 75 sene müddeti olmak ve 37 sene sonra istenirse cânib-i devletten mübayaa oluna- bilmek şartiyle bir şirket teşkili hakkında yapılıp kabul olan proje şimdiden veyahut Almanlar’ın hakk-ı nakliyatının inkızası akabinde mevki-i tatbike konmak ve bu işe mümkün ise Almanlar da teşrik olunmak ve îngilizler ısrarda bulundukları takdirde teklifleri menâfi-i memlekete mümkün olduğu kadar takrib olunarak kabul edilmek üzere Hakkı Paşa’ya tebligatta bulunulması.
Mösyö Günter ile Van Gölü için mübayaa olunacak iki vapurun tedariki zımnında seyr-i sefaine 15 bin lira ikrazı hakkında dahi görüşüldü. Seyr-i sefaine 150-175[75] bin ikrazma dahi hazır olduklarım söylediklerinden bu işi takibe karar verdim.
Badehu, Halep vali-î sabıkı Mazhar Bey geldi. Ben davet etmiş idim. Mamuretülâziz Valiliği’ni teklif ettim. Hareminin hastalığım ileri sürerek itizar etti. İstanbul Valiliği’ni istedi. Halbuki, İstanbul Valiliği lâğvolunmak mutasavver idi.
Basra’da Talib Bey ortalığı karıştınyor, jandarma alay kumandanım kaldırmak isliyor. Jandarma kumandam, Talib Bey’in hasmı Acemi Bey (Sadunîler’den) ile müttefik görünüyor. Basra Vali Vekili Ali Rıza Paşa (Şamlı), Talib Bey’i sahabet ediyor, âyanlığa tayinini tavsiye ediyor ve bu suretle memleketin başına bir belâ çıkarmak teşebbüsünde bulunuyor. Basra Valisi yolda, vusûlüne on gün var. Şu ahvâl içinde daha on gün kazanmak lâzım. Basralılar meclis-i umumînin toplanmasma ve bunun bir ıslahat lâyihası tanzim etmesi için müsaade ifâsına musırren talip. Meclis-i umumî için intihâbât icrasma müsaade verildi. Ruznamesi zaten vali tarafindan tertip edileceğinden iştigalâtı o vakit tayin olunmak tabiî. Basra kuvvetinin mikdannı sual ettim. Bu suretle gerek vali vekilini ve gerek Talib’i tehdit ettim. Basra Fırkası’na Miralay Ferid Bey’i tayin ettim. Bununla Jandarma Alay Kumandam Akif Efendi’nin Talib Bey işini yoluna koyacaklarım İstanbul Muhafızı Cemal Bey temin etti. Bağdat’a Diyarbakır Valisi Celâl Bey tayin edildi. Tayini mahrem tutuldu. Hareketi için hemen emir verildi.
Bâbıâlî’ye gittiğimde Avusturya Sefiri Pallaviçini beni ziyaret etti. Hariciye Nâzın’na devletlerin notasmı vermiş idi. Devletler mahall-i müzakeratın ve murahhaslarımızın tayinini ve muhasamatın tatilini teklif ediyorlardı. Biz mukaddemat-ı sulhiyenin devletler tarafından tayini ile tarafeyne bera-yı imza verilmesini istiyor idik. Fransa bu fikri terviç etmiyordu. Paris Sefiri Rifat Paşa hidâyette bizim fikrimizi takdir ve hattâ Mösyö ................................. ’a söyleyerek onun da maattakdir muvafakatini istihsal eylemiş olduğu halde Londra Sefiri Kambon’un bir telgrafı üzerine her ikisi de fikirlerini tebdil ettiler. Rifat Paşa hukukumuzu kendimizin müdafaa etmekliğimiz lâzım geleceğini, aksi takdirde zayi edeceğimizi ileri sürdü. Halbuki fikir müdafaası için kuvvet lâzım. Düşman payitaht civanna gelmiş. Orduda ve alelhusus kumandanlarda maneviyat kalmamış. Böyle bir zamanda fikir müdafaası ne kadar müşkil! Bunu, Rifat Paşa takdir edemiyor. Bulgarlar da bizim fikrimizde bulunuyormuş. Onlann bu fikirde bulunması bizim fikrimizin menfaatimize muvafık olmadığmı mulîn imiş. Halbuki Bulgarlar bir gün evvel artık sulhü istiyorlardı. Çünki madem ki Is-
tanbul üzerine yürümelerine Rusya müsaade etmiyor, muharebede ne kazanmak mümkün ise kazandılar. Temdîd-i mes’eleye ne hacet kalır. Azîm bir kuvve-i askeriye silâh altında bulunduruyorlar, azim masraf yapıyorlar. Yunanistan ve Sırbistan ile de aralan açık. Rumeli’de görecek hesaplan çok. Karadağlılar ile Sırplar’ın harbi uzat- malanndan, mes’ele üzerine mes’ele çıkarmalanndan bıkmış. Hîn-i müzakerede hâl-i meşkükiyeti temdîd, Arnavutluk’ta anarşiyi idâme eylemek onlann menâfîi icabından. Şu ahvâl içinde Bulgarlarin da bizim fikrimize iştirak ile bizimle sulhün bir gün evvel akdini isteme leh ve mukaddemat-ı sulhiyenin düvel-i muazzama tarafindan tayini arzusunda bulunmalan tabiîdir.
Fransa fikrinin galebe ettiği anlaşıldı. Devletler notayı vermekte istical ettiler. O gün notaya Bâbıâlî tarafından verilecek cevap Meclis-i Vükelâ’da müzakere edildi. Mahall-i içtimain Londra olması tabii idi. Muhasamatı zaten Bulgarlarla terketmiş idik. Diğerleriyle de zaten pek cüzî kalan muhasamatı da terke âmâde idik. Fakat murah- haslann tayininde müşkilât tahaddüs etti. Çünki, Hakkı Paşa kabul etmiyordu. Hariciye Nâzın tekrar kabulü için tel çektiği gibi ben de çektim ve irade-i seniyye iktizasından olduğunu da ilâve ettim. Hakkı Paşa böyle mağlubâne bir muahedenameye imza atarak zaten aleyhine mevcut olan tecavüzatı bir kat daha arttırmak istemiyor idi. Fakat kendisi Londra’da iken murahhaslığı kabul etmemesi hakkında birçok tecavüzata sebep olacağını takdir etmiyordu. Menfaat-i memleket için ricâl-i siyasiyenin enzâr-ı âmmeden muvakkaten sukutu göze aldırmalan lâzım geleceğini de düşünmüyordu. Bunun için notaya Cuma günü cevap verilirse murahhaslann yalnız tayin edildiğinden bahisle isimlerinin teşrih olunmaması karargîr oldu.
Avusturya Sefiri beni ziyaret ettiği vakit nota hakkındaki müdave- le-i efkârdan sonra kendisine dedim ki:
- Avusturya’nın Karadağ’a tecavüze azmettiğini anlıyorum, Rusya’nın bundan dolayı ilân-ı harbe kıyam etmeyeceği cümle-i mahsu- satımdandır. Rusya harp istemiyor. Fakat Avusturya az askerle Karadağ’a tecavüz eder de küçük bir mağlûbiyete duçar olursa Slav efkârı heyecana gelerek Rusya’nın istemediği halde muharebeye sürükleneceği derkârdır. Binaenaleyh tecavüze büyük bir kuvvetle ibtidar etmeli ve işi kısa bir zamanda bitirmelidir.
Müşarileyh mütalâatımı tasdik etti ve bunun Avusturya ricâlince nazar-ı dikkate alındığını temin eyledi.
Badehu müşarileyhe dedim ki:
- Avusturya’nın Bulgarlar’a tazminat vermekliğimize muvafakat ettiklerini işitiyorum. Avusturya’nın Bulgaristan'ı okşaması icab-ı siyasetten olduğunu tasdik ederim. Fakat Avusturya bu işte böyle hareket ediyorsa yalnız Bulgaristan’ı değil belki Karadağ ve Sırbistan’ı
ve Yunanistan’ı dahi okşuyor. Hele Karadağ'la Sırbistan’ı okşayarak Türkiye menâfimi gözetmemesini muvafik-ı akl ü hikmet bulmuyorum. Bu sözlerimi Kont Brehtold’a yazmanızı rica ederim.
Müşarileyh yazacağını vaad etti.
Badehu, Sünusî’nin adamı Şeyh Abdülâziz geldi. Mısır’a, oradan Suriye ve Medine’ye gidecek ve badehu memleketine avdet eyleyecek idi. Kendisine beşyüz lira harcırah verildi. Maiyetine Gazzeli Cemal Bey terfik olundu. Bingazi’ye Enver Bey’i veyahut diğer bir zâtı göndereceğimi söyledim. Bundan dolayı çok memnun oldu. “Bu sözünüz bizi unutmayacağınıza ve memleketimizin daima hilâfete merbut kalacağına delâlet eder. Biz memleketimizi küffara vermeyecek, nihayete kadar müdafaa-i mülk eyleyeceğiz” dedi. Enver Bey’i oraya mücerred Sünusî ile İtalyanlar arasında bir itilâf husulüne hizmet için gönderecek idim. Bu suretle hem Sünusî’nin hukuku muhafaza edilecek ve hem de bu sayede Italyanlar’a bir cemile ibraz etmekle onlarla da bir itilâf zemini ihzar edilmiş olacaktır. Zaten evvelce bu madde hakkında Enver Bey ile beraber aramızda bu yolda müzakerat icra edilmiş idi.
Şeyh Abdülâziz’den sonra Devlet Efendi geldi. Deutsche Orient Bank’ın zırhlılar için talep olunan 800 bin liralık avans ve 3 milyon liralık tahvilât mukabilinde taahhüdat-ı mâliyeye gireceğini söyledi. Mahmud Muhtar Paşa’dan alman telgrafhamede zırhlılar için müd- det-i mukavele-i ibtidaiyenin 14 gün temdidi müteahhit Süzerman tarafından teklif olunduğu yazıldığından bu müddeti on gün tem- dîd ettim. Fakat zırhlıların muayenesiyle Çanakkale’ye isâli için de müddet koydum. Mukavele-i ibtidaiyenin inkizasmdan on gün sonra komisyona muayene için arzedilmeleri ve on beş gün sonra Çanakkale’ye götürülmeleri şerâitini ilâve ettim.
O gün Berlin Sefiri’nden gelen bir telgrafhamede Almanya Hariciye Nâzın Von Yakov’un bizim iki dritnot mübayaa etmek istediğimizi işittiğini ve kendisince bu teşebbüsümüzün pek geç ve fakat pek de erken olduğunu söylediği iş’ar olunuyor idi. Almanya Sefiri iki zırhlının mübayaası hakkında söylediğim mütalâatı istima ettikten sonra bana hak vermiş idi. Bu bâbda tabiidir ki hükümetine dahi malûmat vermiştir. Lâkin Almanya Hariciye Nâzın, Paris Maliye Ko- misyonu’nda tazminat-ı harbiyeden bizi kurtarmak için Almanya tarafından serdolunacak delâili çürütmemek maksadiyle dritnotlann mübayaası zamanı olmadığına hükmetmiş olmalıdır İd hu madde Almanya’nın tazminat mes’elesindeki fikrini tamamen irâe ettiğinden mucib-i memnuniyetim oldu. Lâkin akşamüstü sefir-i mûşari- leyhten aldığım ikinci bir telgrafnamede imparator hazretlerinin dahi bu niyetimizi işittiğini ve ancak bu zırhlılar pek de matluba muvafık olmadığına dair itimadnamesini hîn-i takdimde kendisine mütalâat-
ta bulunduğunu yazıyor idi. imparatorun gönlünü yapmak ve daha doğrusu itilâf-ı müselles hükümetleriyle her türlü hüsn-i âmizişe rağmen aleyhimizde bir hareket vukuunda İngiltere’ye sipariş olunacak gemilerin derhal zaptı cihetine gidilmesi veyahut türlü bahanelerle bize verilmemesi ihtimalâtı derpiş olunmuş bulunmak hasebiyle sipariş olunacak sefainden bir kısmını ve ezcümle bir dritnotu Almanyaya sipariş etmek istiyordum. Ataşemiliter buna vâkıf idi ve bunu derhal imparatora yazdığı da derkâr idi. Von Yakov başka bir mütalâaya mebni dritnotlar mübayaası aleyhinde idare-i lisan etmiş ise imparator hazretleri herhalde bu siparişi Almanya’ya temin etmiş olmak için serdeylemiştir.
Mukavele-i ibtidaiyenin temdidi için Berlin’e vermiş olduğum emri tebdile lüzum görmedim. Bu işte ileride hayli müşkilâta tesadüf edeceğimi anladım ise de bunu iktihâma karar verdim.
Meclis-i Vükelâya girmezden evvel Talât Bey geldi. Enver Bey’den aldığı bir mektupta Sünusî için bir kürk ve Şeyh Abdülâziz’e daha az kıymette bir kürk daha ihda edilmesini ve Sünusî adamlarından bazı zevâta nişanlar verilmesini yazdığım söyledi. Bunu defterime kaydettim. Şeyh Abdülâziz’in Medine’den avdetinde Sünusîye bera-yı tevdi gönderilecek nâme-i hümâyun ile beraber kürkün irsâlini derpiç ettim.
Ondan sonra, Donanma Cemiyeti Reisi Şefik Bey geldi. Bir istida verdi. Reji mukavelesinin tecdidi derdest olduğundan paket başına bir para olsun donanma ianesinin Rejiye kabul ettirilmesini teklif etti, istidayı kalben terviç etmemekle beraber Meclis-i Vükelâya havale ettim.
Meclis-i Vükelâ’da yukarda dahi beyan olunduğu üzere Hakkı Paşaya verilecek cevap hakkmda müzakerat icra edildiği gibi cevabî nota hakkmda da müdavele-i efkâr edildi. Süferâdan gelen telgraf- nameler okundu. Hüseyin Hilmi Paşa’nın gayet mufassal telgrafna- meleri vardı. Hep sefirlerden biri veya diğeriyle icra ettiği mübâhasâtı hâki idi. Haiz-i kıymet hiçbir şey ihtiva etmiyordu. Halbuki bu telg- rafnameler için herhalde birkaç yüz lira sarfedilmiş idi. Süferâmı- zm böyle masalcılıkla şöyle bir müzayakamız zamanmda tasarrufu düşünmediklerine ve bilhassa bu hareketin Hüseyin Hilmi Paşa’dan vâki olmasına hayret ettim.
Müşarileyh bir telgrafında Gulner (?) nâmmda bir zat, sabık kabinenin yaptığı mukavelenamenin tarafımızdan tanınmamış ve bu zâtın bize teslimini deruhte ettiği iki dritnotun muayenesi için memur gönderilmemiş olduğundan bahisle bizi muâheze ediyor idi. Avnıpalılardan her öğün böyle birkaç serseri zuhuruyla bizi aldattığı halde ricalimiz bile bunlara derhal itimad etmekten kendilerini alamıyorlardı. Böyle bir fırsatı geçirmeyeceğim hakkında bu kadar
zamandan beri beni tanıyan Hüseyin Hilmi Paşa kani olmalı idi. Bir küçük kusur buldum diye bizi muaheze etmek hevesi bunu nazar-ı dikkate almak için müşarileyhe fırsat vermemiş olmalıdır.
Meclis-i Vükelâ’ya girmezden evvel başmabeyinci de gelmiş ve taraf-ı şâhâneden Salâhaddin Efendi Hazretleri hin bir arizasını getirmiş idi. Müşarileyh Salâhaddin Efendi tezkeresinde hemşiresi Fe- hime[76] Sultan Hazretleri tarafindan Haydarpaşa’daki arazinin tevarüsü mes’elesinden dolayı ikame olunan davadan ve Pazartesi günü mahkemeye celbedilmiş olduğundan bahisle şimdiye kadar Âl-i Osman arasında vâki olmayan ahvâle meydan verilmiş olmasından nâşi bast-ı şikâyât ediyor idi. Tabiidir ki bu kabahati hükümete tahmil ediyor idi. Hanedanın birbiri aleyhinde vuku bulan tecavüzat veya daâvînin de hükümete isnadı pek acîbdir, ne çare. Adliye Nâzın ile bil-müzakere evrakın mahkemeden celbiyle tedkikına karar verildi.
O gece Üsküdar’a geçerek bir banyo aldım ve geceyi Üsküdar’da geçirdim.
19 Nisan 329 (2 Mayıs 1913) Cuma:
Sabah sekiz buçukta karşıya geçerek Harbiye Nezâreti’ne gittim. Bazı mesâlih-i cariyeyi rü’yet ettim. Paris’e izâmını istediğim Selânik Bankası’ndan Salem Efendi geldi. Derhal Selânik’e ve oradan Paris’e gideceğini ve sekiz güne kadar Paris’e muvasalat edeceğini söyledi. Masrafını tesviye edeceğimi söylemiş idim. “Masraf istemem, yalnız bir ricam var, bunun is’afiru isterim” dedi. Ricası, yedine hükümete ne zaman istenildi ise hizmet ve muavenette bulunduğuna ve bu defa dahi Paris’e gitmeyi kabul etmesinden kendisine küçük bir teşekkürü hâvi bir kâğıt verilmesine dair idi. Itasmda bir beis görmedim, verdim.
Badehu saraya geldim. Orada taam ettim. Saraya ait bazı işleri gördükten sonra Dolmabahçe cami-i şerifine gittim. Namazdan sonra huzura kabul edildim. Devletlerin notasiyle sulh hakkında arz-ı malûmat ettim. Salâhaddin Efendi Hazretleri’nin celbnamesi hakkında yaptığımız muameleyi de hikâye ettim.
Camiden sonra veliahda gittim. Veliahd, Mecid Efendi Hazretleri’nin kendisini ziyaret ettiğini ve İngiltere Sefarethanesi he yaptığı vizitenin politik olmayıp monden olduğunu hikâye eylediğini ve fakat Ittihad ve Terakki Cemiyeti’ne meclûbiyetinden dolayı müşarileyh tarafından serzenişte bulunulduğunu söyledi. Veliahda vaziyet-i hâ- zıra-i siyasiye ile İngiltere ve Almanya’ya karşı ittihaz etmekliğimiz lâzım gelen siyaset hakkında izahat-ı mufassala verdim. Müşarileyh ahvâl-i maziyeden bahsetti. Bir gün Sultan Hamid tarafindan Yıl-
dız’da küçük tiyatroya davet olunduğunu, o esnada şimdiki padişahımız Reşad Efendi Hazretleri ile Gazi Osman Paşa’mn da hazır bulunduğunu söyledi. Sultan Hamid, sadr-ı esbak Hayreddin Paşa’mn iktidar ve liyakatinden bahsetmiş. Gazi Paşa müşarileyh Hayreddin Paşa’nm en ziyade takdiratını celbeden hasleti zât-ı şevketsimât-ı pa- dişahiye olan sadakat ve ubüdiyeti olduğunu beyan etmiş, -Gazi’nin bundan maksadı Hayreddin Paşayı Sultan Hamid’in gözüne sokmak olacak- buna mukabil Yusuf Efendi, Hayreddin Paşa’mn zât-ı şâhâneye sadık olduğuna ve onu sevdiğine inanmayacağını söylemiş, sultan “Niçin?” demiş. İzzeddin Efendi, “Hayreddin Paşa’nm erbâb-ı namustan olduğunu işitiriz, muhakkaktır ki erbâb-ı namus zât-ı şahanenizi sevmezler” demiş imiş.
Mübahasa hayli uzadı. İki saate karib bir zaman veliahdm yanında bulundum. Bu esnada Hariciye Nâzın telefonla nerede olduğumu sordu. Kendisi, Pera Palas’ta idi. O gün cevabî notamız verilecek idi. Buna ait bir iş için beni görmek istediğine hükmettiğimden kendisini ziyaret edeceğimi söyleyerek Pera Palas’a gittim. Hakkı Paşa’dan cevap gelmiş. Suret-i kat’iyyede murahhaslığı kabul etmiyor. Hakkı Paşa, Londra memuriyetinden sonra tekaüd olacağım ve hâtime-i memuriyetinin böyle bir muahedeye imza vaz’ı dairesinde olduğunu istemediğini söylüyordu. Acîb bir hâlet-i ruhiye ibraz ediyordu. Bundan dolayı uğrayacağı ithamatı anlamıyordu. Yerine kimi göndereceğimizi müzakere ettik. Birkaç isim hatırladık. Kendilerinden sorulmasım tensîb ettim. Notaya verilecek cevabm ertesi gün itâsına karar verdik. Oradan çıktıktan sonra Dolmabahçe’de istimbota binerek Üsküdar’a geçtim. O geceyi de Üsküdar’da geçirdim.
Gece Ahmed Paşa, Abdullah Bey, Doktor Süreyya Bey geldiler. Süreyya Bey ile sıhhiye projesinden bahsettik. Bu projenin mevki-i tatbike vaz’ı için (yalnız dokuz vilâyette) yirmi bin liraya ihtiyaç gösteriyor idi. Tedkikini vaad ettim.
20 Nisan 329 (3 Mayıs 1913) Cumartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bir hayli mesâlih-i cariyenin tesviyesiyle iştigal ettim. Badehu, Bâbıâlî*ye gittim. Orada da birçok ziyaretler kabul ettim.
Kont Ostrorog, Adliye Nâzın’ndan şikâyet etti. “Bunlarla umûr-ı adliyeye dair mübâhasatta buhınmak, yeniçeri ağasıyla yeniçeri askerine tabiye ve sevkulceyş hakkında müzakeratta bulunmak kabilin- dendir” dedi. Müfettişliği kabul için Fransızca uzun bir varaka verdi. Beş sene kontrato, Meclis-i Mebüsân encümenlerinde müzakerata iştirak, kavanin encümenlerinde iştirak cümle-i şerâittendir. Türkçe bir istidanın Adliye Nâzın’na verilmesini tenbih ettim. Hüseyin Cahid
Bey bunu iltizâm ediyor ve Kont Ostrorog’a gösterilen muameleden dolayı birkaç günden beri umûr-ı adliyeyi tenkid eyliyor idi. Tanin yine başladı.
Akşam, Hüseyin Cahid Bey beni ziyaret etti. Bu muhâcemattan dolayı beyan-ı itizar etti. Bana hürmet-i mahsusası olduğunu söyledi. Filipin Adalan’ndan gelen Kinley nam zâtın işinin bir an evvel ikmalini rica etti. Kabine âzâsını muaheze eyledi, tttihad ve Terakki mensûbîni arasında yine ihtilâfât tahaddüs eylediğini hissettim. Cemal Beyîn Dahiliye Nezâreti’ne getirilmesini teklif etmek istedi. “0 halde ordu zâbitânı arasında yine birçok dedikodu çıkar” dedim. Buna karşı sükût etti.
Mezbur Mösyö Kinley, Rıza Tevfik Beyle beraber geldi. Bizimkiler Amerika Hükümeti’nin taaddüd-i zevcâta kail olanlar hakkmda kabul ettiği muamelât-ı tahkiriyenin lağvı halinde Filipin Adalan’na Müslümanlara bera-yı nasihat ve talim hocalar izâmını taaahhüt etmek istiyorlardı. Washington Sefiri, Amerika’dan bu sayede yüzde dört gümrük resmiyle patent resmini dahi istihsal edeceğimizi ümit eyliyor idi. Mes’eleyi tedkik edeceğimi vaad ettim.
Hariciye Nâzın, Asım Bey’in murahhaslığı kabulde nazlandığını söyledi. Tevfik ve Hüseyin Hilmi Paşa’ya da birer telgraf keşidesiyle murahhaslığı teklife lüzum gördük ve keşide ettik. Tarafımdan, mu- rahhaslan tayin ettiğimizden bahisle notayı verdik.
Tevfik Paşa’dan gelen telgrafnamede Londra Konferansı’nın kaleme aldığı müsalâhaname metni tebliğ olunuyor idi. Tarafeyn mu- rahhaslanmn bunu yalnız imza edecekleri beyan olunuyor idi. Bu metinde Devlet-i Aliyye-Bulgaristan hududu Midye-înoz hattı diye yâdolunuyor ve bunun tarafindan tahdit olunacağı zikrolunu- yor idi ve yedincide de muahedenamede mesâil-i kazaiyeden dahi bahsolunacağı ilâve ediliyor. Hattan hatt-ı müstakim anladığımızı ve mesâil-i kazaiyeden bizimle müttefikler beyninde mevcut muahedelerde bulunan mesâil-i kazaiyeyi anladığımızı Tevfik Paşaca çekilen telgrafnamede izah ettik ve bu bâbda Sir Edward Grey’in nazar-ı dikkati celbolunması lüzumunu da bildirdik.
Osman Nizami Paşa dahi beni ziyaret etti. Reşid Paşa’dan şikâyet etti ve onun murahhas tayin olunmaması iyi olduğunu söyledi. Gündüzleri ancak badezzuhr ikide kalkan ve dörtbuçuğa kadar tuvaletini yapan bir adam olduğunu ifade eyledi. Hakkı Paşa’nm şimdi Londra’da zamparalık etmekte olduğunu ve bu halde bulunan adamların Londra’da mazhar-ı ihtiram olmayacaklarını bildirdi. Maksadı bu suretle Hakkı Paşa’nm Londra Sefareti’ne mâni olmak ve kendisi oraya gitmek idi. Benden bir nezâret vaadi almak için çok çalıştı. “Bir iki aya kadar tebeddül-i süferâ olması muhtemeldir, o vakit icabına bakarız” dedim.
O gün Meclis-i Vükelâ’da mesâlih-i cariyenin tesviyesiyle iştigal ettik. Defter-i Hakanı Nezâreti’nin emanet namiyle yâdolunmasına ve muamelâtına dâir Maliye Nâzın tarafından getirilen nizamname bi’t-tedkîk kabul edildi. Meclisten evvel gelenler içinde Rusya Sefiri dahi var idi. Sefir, Zuhab Sancağı’nda yapılacak tâvizât-ı arziyeye dair Hariciye Nezâreti’ne bir nota verdiğini ve bizimle suret-i gayr-i resmîyede anlaşıldıktan sonra Tahran’da teşebbüsat-ı lâzimeye ib- tidar olunacağım ve ondan sonra bizim tarafımızdan yapılacak şeyler hakkında karar verileceğini söyledi. Ingilizler’in Zuhab’daki petrol imtiyazını yine zikretti. Bu bâbda biraz müşkilât hudus ettiğini ve badehu bertaraf edildiğini ve çünki imtiyaz sahiplerinin idare-i mülkiye tebeddülâtını pek de arzu etmemeleri tabiî idüğünü söyledi. Hariciye Nâzın, Ingiliz Sefiri’nin bu bâbda bir nota itâ ettiğini ve notayı henüz kıraat etmemiş ise de Rus notasmın aynı olacağını tahmin eylediğini beyan ile her iki notayı bana verdi. O gün o kadar işim vardı ki bu notalan okumadan çekmeceme koydum.
21 Nisan 329 (4 Mayıs 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde çalıştım. Bir hayli mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Birçok ziyaretler kabul ettim.
İzzet Paşa’dan gelen bir telgrafnamede tatil-i muhasamat müddetinin Pazartesi günü öğle vaktinden itibaren daha on gün temdîd edildiği bildiriliyor idi. İlân ettim. Müteakiben karargâh-ı umumîden Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Salâhaddin Bey geldi. İzzet Paşa’nm bir tahriratmı hâvi idi. Evvelce talep ettiğim tensikat ve ıslahat-ı askeriye projelerini gönderiyordu. Bu projelerin birincisi kolordu ve fırka ve alay merâkizini gösteren bir dislokasyon ile bunlann devâir-i hududunu gösterir bir harita ve bu dairede kıtaâtın her sene alacakları efrad mikdar ve hesâbâtmı irâe eder bir tarifnameyi havidir. Kuvve-i hazariye ikiyüz bin kişi itibar olunuyor ve kolordular onikiye ve müstakil fırkalar beşe tenzil ediliyor ve masârif-i askeriye altı milyon lira itibar ediliyor idi. Kolordu merkezleri: İstanbul, Konya, Ankara, İzmir, Halep, Şam, Erzurum, Erzincan, Van, Musul, Bağdat, San’a ve mü[s] takil fırka merkezleri: Çerkesköy, Tekfurdağı, Gelibolu idi. Sivas’ta ve Adana’da birer fırka teşkili ile Halep ve Erzincan Kolordulan’na ilhak olunuyor idi. Umum nizamiye fırkaları adedi 36 itibar olunuyor idi. Eskiden mevcut olan 456 tabur 267ye tenzil ediliyor ve fakat bunlar vakt-i seferde taz’if olunarak 488 tabur teşkil olunuyor idi ve taburlar mevcudu biner kişi itibar olunduğundan yalnız kuvve-i nizamiyenin piyadesi 488 bin kişiye iblâğ olunuyor idi. Eskisinden çok fazladır. Çünki eskiden taburlar 800 itibar olunmuş idi.
Bu tensikat en nihayette memâlik-i bâidede bulunan dört fırka-
nın tayyı ile mütebaki 32 nizamiye fırkasma mukabil 32 redif fırkası teşkilâünı da ihtiva etmekte ve bu 64 fırka için icap eden efradı bulmakta idi. Bunun tamamiyle mevki-i tatbike vaz’ı halinde devlet bir milyon ikiyüz bin kişilik bir ordu çıkarabilecektir.
Diğer bir proje mükellefiyet-i askeriye kanununda aranılacak tâdilâtı ihtiva etmektedir. Hizmet-i askeriye iki sene imtihan verenler ve muayyen bir vergi itâsiyle yine imtihan itâ edenler için bir sene gönüllü sınıfı teşkil olunacak. Muinsizler dahi askere alınacak. Bedel-i nakdî ref ve lâğvedilecek. Efrad fazla gelirse kur’a ile kurtulanlar mezun addolunup bir askerî vergiye tâbi olacak. Her sene efrad 2,5 mâh müddetle talim ettirilecek, iki taburdan 400 mevcutlu bir tabur teşkil olunacak.
Muinsizlerin kâmilen silâh altına alınmayıp Bulgaristan derecesinde istisnâat kabul edilmesini tenbih ettim, iki komisyon teşkil ettim. Biri tensikat ile merâkiz-i askeriyenin keşfiyle, diğeri mükellefiyet-i askeriye kanununun ihzariyle uğraşacak.
Masârif-i askeriyeyi altı milyon lira tahmin ediyorlardı ki doğru değil. Ben 7,2 milyon tahmin ettim. Tabiî, ilk sene ne ikiyüz bin silâh altoda bulundurulur, ne de topçu ve süvari mükemmel bulunur. Bundan dolayı yine altı milyon. Bu sene hemen askerin kâmilen terhisini tasavvur ettim. Tasarruf edilecek para ile emâkîn-i askeriye inşasını istedim. Bu sene bir ve gelecek sene bir buçuk milyon lira sarf edersem askeri çatı altına koyabileceğimi düşündüm. Bu suretle tertibat yapılmasını emrettim.
Badehu, Bâbıâli’ye gelerek bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Yirmi dakika kadar öğle uykusundan sonra hasta bulunan Said Pa- şa’ya giderek hatınnı istifsar ettim. Zavallı ağır hasta idi. Allahuâlem, yaşayamayacak.
BabIâli’ye avdetimde Hariciye Nâzın geldi. Tevfik ve Hüseyin Paşalar murahhaslığı kabul etmemişler. Nihayet Osman Nizami Paşa, Be- sarya Efendi ve hukuk müşaviri Reşid Bey murahhas tayin edildiler. Fermanlan yazıldı. Sah günü hareket etmeleri için emir verildi.
Tevfik Paşa’dan gelen bir telgrafnamede sulh muahedesinin yedinci
maddesinde ticaret, hakk-ı kaza ve üserâ-yı harbiye hakkında muahharen
ayn ayn mukavelenameler akdolunacağı dercolunduğu ve evvelki maddenin
refedildiği iş’ar olunmuştur. Bu da mes’eleyi hemen bitirmek için
yapılmıştır. Badehu, Maliye Nâzın geldi. Yanında Berberyan Efendi de
beraber. 329 ve 330 seneleri bütçelerini tedkik ettik. Berberyan Efendi
329 senesi için on ve 330 senesi için 6,5 milyon açık gösteriyor.
Hesâbâta giriştik, neticede 329 senesinde altı milyon lira istikraz
ettiğimiz halde idare edebileceğimizi ve 330 senesi için yüzde dört
gümrük ve patent resimleri kabul ettirileceğine göre 600 bin lira
raddesinde fazla-i vâridat hâsıl olacağını işaret ettim.
Berberyan Efendi şaşırdı. 330 bütçesine 25 milyon liralık büyük bir istikraz faizini de dahil ettim.
Badehu, Cebel-i Lübnan bütçesini hesap ettik.
Berberyan Efendi gittikten sonra Maliye Nâzın ile yapılacak ıslahat için tahsis olunacak mebâliğ mikdan hakkında müzakerata başladık. Vilâyat-ı şarkiye için arazi münazaatına tahsis olunacak 130 liradan mâadâ ıslahat için 329 senesinde 500 bin lira sarfına karar verdik. Nafıayı bundan istisna ettik. Ona mümkün olduğu kadar para itâsını tensîb ettik.
Binaenaleyh Dahiliye, Ticaret ve Ziraat, Posta ve Telgraf ve Maliye ve Maarif Nezâretleri’ne birer tezkere yazarak bu sene içinde ıslahat için ve Avrupa’dan celbolunacak mütehassıs masârifi olarak ne mikdar paraya ihtiyaçları olduğunu sordum. En ziyade semere gösterecek mahallere sarfolunmak ve bu sene içinde mevki-i tatbike konmak şartiyle.
Akşama doğru Kelekyan Efendiyi çağırdım. Ahvâl ve bilhassa Arnavutluk hakkında kendisiyle müdavele-i efkâr ettim. Arnavutluk artık Balkanlar’da muvazeneyi temin edecek bir unsur teşkil edemeyeceklerinden Avusturya ve İtalya’nın orasmı istilâ etmesini arzu ettiğimi söyledim. Kelekyanîn hoşuna gitmedi. Çünki Amavutlarîn inkisar-ı hayali Ermeniler’in de meyusiyetini mücib olacaktır. Onun takip ettiği gaye başka. Halbuki, Avusturya ve Italyanlar’ın Balkanlar’da yerleşmeleri velev bir köşesinde olsun, hükümet-i Osmaniye için pek ziyade nâfidir.
22 Nisan 329 (5 Mayıs 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde Anadolu Demiıyolu müdürlerinden Günter ile Seyr-i Sefain İdaresi için 170 bin liralık bir istikraz hakkında icra-yı müzakerat ettim. Yüzde altı buçuk faiz ve şehri iki lira resülmâl tediye ve Adalar için şerâit-i mütesaviye dahilinde hakk-ı rüçhanı haiz olmak üzere sipariş olunacak üç vapur Almanya ya sipariş olunmak şartiyle meblâğ-ı mezburun akdi için Almanyaya yazılmasına karar verildi. Haydarpaşa’da hazine-i hassadan Demiryolu Kumpanyası’mn istimlâk edeceği 108 bin dönümlük arsa hakkında dahi görüşüldü.
Ondan sonra Kont Ostrorog geldi. Ecnebi müşavirler hakkında bir talimat verdi. Fena değil idi.
Badehu bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim ve on birde saray-ı hümâyuna gittim. Huzurda, Yıldız’a nakl-i hümâyunda kadınların çarşı ve sokaklardan geçirilmemesi, Beşiktaş Sarayı’ndan Yıldız’a kadar bir yol yaptırıldığından ve kadınlann saray-ı mezkûre nakliyle oradan Yıldız’a götürülmelerinden ve ba’de-s-sulh taraf-ı şâhâneden
yapılacak iane ile hizmetçi kızlar yetiştirmek üzere bir mektep küşa- dından, hâkan-ı sabıkın hastalığı sahih olup olmadığmdan, mahdumu Abdürrahim Efendi Hazretleri ile sinn-i rüşde baliğ olmasmdan nâşi maaş tahsisinden, veliahdın lalasının Medine'ye izanımdan ve en nihayet sulh mes’elesinden bahsolundu.
Bâbıâlî’ye avdetimde Londra murahhaslan Osman Nizami Paşa ile Besarya Efendi geldi. Uzun uzadıya görüşüldü. Londra Konferan- sı’nın mukaddemât-ı sulhiye ahidnamesi namiyle tertip ettiği metin tedkik olundu. Nazar-ı dikkati calip hakk-ı kaza, ticaret mukavelesi, İnoz-Midye hattı hakkındaki mütalâatımı tebyin ettim. Osman Nizami Paşa âyanlık istedi. Maaşının nereden verileceğini sordu. Harbiye- den maaş ve muayyenatınm tesviye ettirilmesi için Harbiye müsteşa- nna tezkere yazdırttı. Nihayet hangi sefarete tayin olunacağım sordu. İşte böyle... Bundan sonra da süferâ ziyareti başladı:
İtalya Sefiri: Kaymakam Marki Daklito’nun (?) hizmet-i Devlet-i Aliyyeye ahzını tavsiye etti. Suriye için İtalya pek iyi idari memurlar verebileceğini söyledi. Sünusî adamı Şeyh Abdülâziz’den bahsetti. Bu zâtın beni sevmediğini beyan etti.
Avusturya Sefiri: Arnavutluk’un İtalya ve Avustuıya tarafından istilâsı mevzubahis ise de pek de me’mül edilmediğini, bunu Avusturya yapsa dahi istemeyerek yapacağım, Karadağ Kralı İşkodra’yı tahliye etmezse Avusturya’nın ilerlemeye mecbur olacağını söyledi. Bâbıâlî’nin politikasını takdir etti.
Kendisine dedim ki:
- Devlet-i Aliyye için büyük bir Arnavutluk teşkili nâfidir. Çünki, Balkan’da yeni bir muvazenet tesisine yardımı olur. Şimdiki Arnavutluk, Adriyatik sahilinde bir şeritten ve gayr-i münbit araziden ibaret kalıyor ki bunun emr-i muvazenece bir tesiri olmayacağı derkârdır. Şu hale göre Avusturya ve İtalya’nın Amavutluk’u zaptetmeleri Devlet-i Aliyye menâfiine daha muvafiktır. Çünki, Balkan muvazenesi bu halde bize müsait bir şekil alır; ancak şâir devletler başka mahallerde hesabımıza tâvizâta kalkışmazlar ise. Bunun başka bir faydası da vardır. Araplar ile Ermeniler için güzel bir misal olur. İstiklâl dâiyesiyle ihtilâl edenler ebedî olarak istiklâle vedâ edecekleri sabit olur. Çünki, Araplar ile Ermeniler bunu anlamaktan âcizdirler”. Fakat kendisine söylemedim.[77]
Ondan sonra Fransız Sefiri geldi. Belki bir saat oturdu. Ingiliz ve Alman sefirleri salonda bekliyorlardı. Müşarileyh ile oktruva[78], uhûd-ı atîka, Yemen şimendiferi mesâilinden bahsedildi. Yemen şimendiferi hakkındaki evrakın Cavid Bey’e gönderilmesini her ne ka-
dar emretmiş isem de Nafia Nezâreti memurları tarafından gönderilmediğini söyledi. Oktruva resminin fena bir resim olduğunu, ahaliyi ve bilhassa fukarayı tazyik eyleyeceğini, birçok kil ü kaale, tüccarın emtiayı birkaç misli gali satmalarına ve bu suretle hilelerine, tahsilinde dahi çok hırsızlık olacağını, velhasıl fena bir vergi olduğunu söyledi. "İstanbul Gümrüğü’ne küsurat-ı munzamma zammolunursa bu vergi İstanbul ahalisine değil bütün memâlik-i Osmaniye’ye teşmil edilmiş olur. Zira İstanbul’a giren eşyanın kısm-ı âzami taşraya sevko- lunur” dedi ki, doğrudur. Belediye için emlâk ve temettü vergilerine zamâim icrası lâzım olduğunu beyan etti. Patent resminden, tevkif olunan ecânihin hapishanelerimizde darbcdildikleı inden, umur-ı adliye ve hapishanelerimiz ıslah olunursa uhud-ı atikanın tedricen kaldınlacağmdan bahsetti.
Ondan sonra Ingiltere Sefiri geldi: Şam Konsolosu’na gelen Meşrutiyet Gazetesi’nin tevkif edilmiş olduğunu söyledi. Levant Herald’ın tatilinden bahsetti. Bağdat ve Basra vilâyetlerindeki petrol mes’e- lesini de mevzubahis etti. Levant Herald’m yazdığı 12. Konstantin bendini okuyacağımı söyledim. Cemal Bey’in Levant Herald sahibine beyan-ı mazeret ettiğini, gazeteyi çıkartacağını söyledi.
Badehu, Almanya Sefiri geldi: Bir jurnal okudu. Kendi hafiyeleri tarafından yapılmış idi. Polis müdürünün sefarethanelerde edindiği bazı casuslannın jurnallerine benziyor idi. Alman Sefiri’nin gösterdiği muhteviyatı serâpâ tasniattan ibaretti. Rusya Sefiriyle benim aramızda cereyan eden bir muhâvere ve onun üzerine Meclis-i Vükelâ’da bi’t-tezekkür ittihaz olunan mukarrerattan bahis tasniattan ibaretti. Rusya Sefiri’nin hiç kendisinden bahsetmediğini ve ihtimal ki Alman tarafdan olduğuma hükmile bundan içtinap ettiğini izah ettim. İngi- lizler’in Bağdat ve Musul vilâyetlerinde istihsal etmek istedikleri imtiyaz işinde Almanlar’a takarrüb etmek istediklerini söyledi. Halbuki kendisinden evvel beni ziyaret eden İngiliz Sefiri, imtiyazı münhasıran İngilizler için almaya çahşıyor idi veyahut Bağdat vilâyeti maâ- dinini Almanlar’a ve Musul vilâyetini kendilerine almak hususuna çahşıyor idi. Ben Ingilizler’i Almanlar’a yaklaştırmaya ne kadar çalışıyorsam İngilizler o kadar uzağa kaçmak arzu ediyorlar idi. Almanlar ise aksine yaklaşmak fikrinde idiler.
Alman Sefiri’nden sonra Rum Kapı Kethüdası geldi: Kalikra- ta’da 250 Rum ailesinin erkeksiz oldukları halde sefalet içinde kaldıklarmdan ve Patrik’in bunları İstanbul’a celbetmek istediğinden ve halbuki burada cihet-i askeriyece müsaade olunmakla beraber Kalikrata’daki kumandan tarafından mümanaat olunduğundan bahsetti. Erkekleri öldürülmüş ailelere acıdım. Zaten buna ihtimal verdim (?). Başkumandanlık Vekâleti’ne kendim telgraf yazdım. Bundan dolayı mumaileyhte derunî bir eser-i memnu-
niyet hâsıl olduğunu hissettim.
Adana Valisi’nden o gün gelen bir telgrafnamede üç Alman sefîne-i harbiyesinin Mersin’e geldiğini, oraya bir İtalyan gemisinin gelmek üzere bulunduğunu, Karaman sevâhilinde Avusturyahlarin bazı menâfi-i iktisadiye istihsali arzusunda bulunduklarını, İtalyanlar’ın Mersin, Antalya ve Rodos arasında haftada bir vapur işlettiklerini yazıyor ve Rus Konsolosu’nun Almanlar tarafından Adana havalisinde vuku bulan bazı teşebbüsat hakkmda celb-i nazar-ı dikkat eylediğini bildiriyor idi.
0 gün Alman Sefiri muhâvere esnasında Rus Sefiri Mösyö de Giers’in bir gün kendisinden Anadolu mes’elesinde Almanlar’ın ne gibi menâfi mukabilinde Ruslarla itilâf etmeye müsait olduklarını öğrenmek istediğini söylemiş idi. Üç sefîne-i harbiyenin Mersin’e gideceklerini ve Adana’daki Almanya Konsolosu’nun Ermeniler’i himaye etmesi onlan Ruslar’dan rû-gerdân etmeye matuf olduğunu bir gün esna-yı muhâverede Alman Sefiri bana söylemiş idi. Bu ahvâl Almanya’nın dahi Anadolu’da bazı âmal beslediğini imâ ediyor idi. Ancak, Wangenheim, Rus Sefiri’ne Almanya’nın Anadolu’da Osmanlılar’ın bekasından başka birşey düşünmediklerini ve başka bir politika takip etmelerinin imkânı olamayacağım bana izah ettiğinden bunun da sıhhatine kail oldum. Fakat tabiidir ki, Hükümet-i Osmaniye’nin Anadolu’da kuvvetli bir hükümet teşkili tezebzüb-i hâzıra nihayet vermesine mütevakkıf idi. Anarşi devam ettiği halde bilâhare ilca-yı ahvâl ile Almanya’run dahi Anadolu’dan bir parça almaya kalkışacağı ve bu suretle diğer devletlerle uyuşacağı derkârdır. Yalnız, Almanlar dehşetli bir kavim olup bir kere Anadolu’ya ayak bastıktan sonra her sene 900 bin raddesinde tezâyüd eden nüfuslanndan iki-üçyüz bin kişiyi Anadolu’ya döktükleri halde az bir zamanda Şark’ta azîm bir hükümet teşkil edebilecekleri ve bunun ne İngiltere ve ne de Rusya’nın işine gelmeyeceği, binaenaleyh bu iki hükümetin Anadolu’yu taksim halinde Almanlar’a bir hisse çıkarmaktan müctenip buluna- caklan ve bu halde ise taksimin gayr-i kabil-i icra olacağım düşündüm. Ancak dünyada hiçbir müşkil yoktur ki zaman ile ona çare-i hal bulunmasın. İşte bu mütalâat dahi ıslahat-ı ciddiye icrasiyle tesadüf olunacak mevânîin her türlü fedakârlık ihtiyâr olunarak bertaraf edilmesiyle memleketi kurtarmak azmini bende teşdîd ediyor idi.
Rifat Paşadan (Paris Sefiri) aldığım bir telgrafta İstanbul’da bazı mezalim icra edildiğinin muhalifler tarafından işaa edildiğini, hafiyeliğin devr-i sabık derecesini bulduğunun rivayet olunduğunu ve bu şeyler kuvvetli bir hükümet teşkili için yapılıyorsa buna diyecek olmayıp ancak fırkacılık sebebiyle yapılıyorsa mahzurlu olduğunu iş’ar ediyordu. Yazdığım cevapta İstanbul’da hükümetin kuvvetli olduğunu ve fırkacılık dâiyesi olmayıp mücerred kuvvetli bir hükümet
teşkiline sarf-ı mesai edildiğini bildirdim. Abdülmecid Efendi Hazret- leri’nin İngiltere Sefarethanesi’ne iltica ettiği havadisinin işaa edildiğini de bildiriyordu. Bunun da aslı olmadığını yazdım.
Müşarileyh İngiltere Sefiri’ni yalnız ziyaret etmiş ve ihtimal ki kendi aklınca ahvâl-i siyasiyeyi öğrenmek istemiştir. İngiltere tarafdar- lığını bilmeksizin yapan müşarileyhin İngiltere Sefarethanesi’ne azimetinden dolayı kendisini gerek nezd-i şahanede ve gerek veliahd yanında şiddetle muâheze etmiş idim, işte bir ziyaret Avrupa’da iltica suretiyle işaa ediliyor ve bu suretle ahvâlimiz muzlim gösteriliyor.
23 Nisan 329 (6 Mayıs 1913) Salı:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde İngiltere ve Rusya sefirlerinin hu- dud-ı İraniye'ye dair verdikleri notaları tedkik ettim. Badehu, Skoda fabrikasına 36 kıt’a 10,5 santimetrelik obüs kontratosunu imza ettim. Obüsler biner atım cephane ile sipariş olunmuştur. Badehu bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ve reji direktörünü kabul ile reji imtiyazının temdidi hakkmda kendisiyle müzakere eyledim.
Bâbıâlî’de İran Sefiri’ni kabul eyledim. İran teb’asından harp vergisi olarak temettü vergisine zammolunan yüzde yirmibeş zammın istifa olunmasından dolayı bazı İraniler’in Rus tabiiyetine geçmekte olduklarından şikâyet etti. Bu, mes’ele-i hukukiye olduğundan tedkiki lâzım geliyordu. Tedkikini vaad eyledim. Badehu, Defter-i Hâkanî Nâzın Mahmud Esad Efendi geldi. Defter-i Hâkanî İdaresi’nin Maliye Nezâreti’ne tamamen raptedümesinden nâşi şikâyet etti. Fransa’da bu müessese müstakil olup Almanya’da Adliye Nezâreti’ne merbut olduğunu söyledi. Meclis-i Mebûsân’ca defter-i hâkaninin yalnız ci- het-i mâliyesi Maliye Nezâreti’ne raptedilmiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine Maliye Nezâreti’nce Defter-i Hâkani Emaneti’nin suret-i idaresi hakkmda yapılan nizamnameyi tehir ettirdim.
Badehu, Almanya baştercümanı geldi. Mersin’de içtima eden üç harp sefinesinden mürekkep filo kumandamnın gezinti yapmak istediğinden, Yunanlılar’m Selânik’ten Kuşadası’na çıkartmak istedikleri 2-3 bin muhacirden, elektrikli tramvay kumpanyasının bazı şikâya- tından bahsetti. Filo kumandanının Alman zâbitâniyle beraber Adana vilâyetinde seyahat etmeleri zaten beyne 1-ahali Adana’mn Alman- lar’a satıldığı havadisi işaa edilmekten dolayı caiz olmadığından bu seyahatin münasip olmadığını söyledim. Muhacirini hâmil gemiler refakatinde gelecek torpidolara birşey yapılmaması için Başkumandanlık Vekâleti’ne emir verdim.
Osman Nizami Paşa, Londra’ya azimet edeceğinden vedâ için geldi. Mahmud Muhtar Paşa, Almanya İmparatoru kerimesinin kari- bü’l-vuku izdivacı hasebiyle ve iki ay sonra 25. sene-i cülûsu dolayı-
siyle imparatora hedayâ takdimini yazıyordu ve bir madalya ihdasiyle bunun birincisinin imparatora takdimini tavsiye ediyor idi. Hedâyâ için şâir sefaretlerden sorulması ve şâir devletler ne yapıyorsa bizce de yapılması takarrür etti. Madalya mes’elesi tabii kabil-i terci’[79] olamaz idi. Osman Nizami Paşa yine Londra’dan avdetten sonra nereye tayin olunacağını öğrenmek istedi. Yine aynı nagamâtı terennüm eyledi. Oda kapışma kadar kendisini teşyi ettim ve memuriyetinde muvaffakiyet temenni eyledim.
Almanya ataşemiliteri de bugün beni ziyaret edenler meyanında bulundu. Mahmud Muhtar Paşa’mn kendisine yazdığı hususî bir mektubu gösterdi. Enver Bey’in artık Berlin’e gelmeyeceğini İmpa- rator’a söylediğini yazıyordu. Kendisine öyle birşey söylenmemiş idi, bunu kendi hesebma yapıyor idi. Almanya’dan celbolunacak generalin vazifesi mevzubahis oldu. Kendisine “muallim-i umumî” namım vermeyi münasip gördüm. Vazifesi hakkında birşey yazmasını tenbih ettim.
Badehu, Hariciye Nâzın geldi. Londra Sefiri’nden hizmete alınacak İngiliz memurlan hakkmda uzun bir tahrirat almış idi. Meclis-i Vükelâca havale olunmak üzere tercüme ettirilmesini söyledim. Kendisiyle mesâlih-i cariye hakkmda bazı müzakerat icra edildi.
Ondan sonra Adliye Nâzın geldi. Ermeniler, Ermeni patrikhanesinde içtima etmişler. Vilâyat-ı şarkiye ıslahatını mevzubahis eylemişler. Bâbıâlî’ye bu bâbda bir muhtıra takdimini taht-ı karara almışlar. Mezalimden bahsedenler de olmuş. Bunlann içinden mahkeme-i temyiz âzâsından Ermeni Efendi de varmış. Bundan izahat talep etmeyi münasip görmüş. Bunu istizan ediyordu. “Sulh âkdolunmak üzeredir. Sıkıntılı günlerimiz geçmek üzeredir. Şimdi bu gün geçinceye kadar biraz göz kapamayı, kulağı sağır yapmayı muvafık görmeliyiz. Muhtıra da henüz verilmedi. Yine bir vesile-i kil ü kaal icat etmemek üzere şimdi sükût ediniz” dedim.
Badehu, Evkaf Nâzın geldi. Londra Konferansı’nda hukuk-ı evkafın müdafaası için yaptığı projeyi verdi. Derhal murahhas-ı sâlis hukuk müşaviri Reşid Bey’i celb ile kendisiyle müzakere-i keyfiyet edildi. Üç madde kaleme alınmış idi. Bununla müttefiklerle evkaf işinde bir zemin-i itilâf ihzar edilmiş, vilâyat-ı metrûkedeki evkaf vâridatına göre müttefiklerin bize bir milyon altıyüz bin vermeleri teklif olunuyor. Bu halde Rumeli’deki bazı cevâmîin Dersaadet’çe bakılması kabul olunuyor ve para alınarak Evkaf Nezâreti’nin hukukundan sarf-ı nazar olunuyor. Yalnız mütevelliler idaresinde olan vakıflar yine onlara terkolunuyor idi. Kabul edilirse ne iyi. Lâkin bunun Londra Konferansı’ndan ziyade Paris Maliye Komisyonu’na
taallûku olduğundan bir nüshanın Paris Sefareti’ne de irsâlini ten- bih ettim. Evkaf Nâzın Hayri Bey, Üsküdar-Alemdağ tramvayından dahi bahsetti. Bunun inşası için ruhsat itâsı hakkında verdiği istida Şûrâ-yı Devlet’e havale olunmuş idi. Oraca çıkanlmayarak Na- fia Nezâreti’ne gönderilmiş idi. Evkaf Nâzın, Şûrâ-yı Devlet âzâsının rüşvet almakta olduğunu söyledi. Benim de kanaatim bu merkezde idi. Şûrâ-yı Devlet’in ıslahı lüzumu bu suretle de tahakkuk etmiştir. Hayri Bey, İstanbul muhafızlığınca bir hayli kesânın nefyedilmekte olduğundan da bahsetti.
24 Nisan 329 (7 Mayıs 1913) Çarşamba:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i cariye ile iştigal ettikten sonra Düyûn-ı Umumîye Müdürü Mösyö Pikar’ın ziyaretini kabul ettim. Mûmâileyh Avrupa umûr-ı mâliyemizin kontrol altına alınacağı zannmda bulunuyor ve bunun önünü almak için devletçe şimdiden bazı tedâbire müracaat edilmesi lüzumunu gösteriyor idi. ittihaz olunacak tedâbirin fiilen beş-on sene kadar bir müddetle bazı rüsûmun Düyûn-ı Umumîye vasıtasiyle cibâyetini kabul etmekten ibaret olduğunu ve Düyûn-ı Umumîye bir idare-i Osmaniye olduğundan bunun izzetinefse dokunacak bir ciheti olmadığmı ve bu suretle hareket olunursa hem emr-i cibâyette intizam ve emniyet hâsıl olacağını ve hem de vâridatın az bir zamanda birkaç misli tezâyüd eyleyeceğini söyledi. Cavid Bey iki-ûç sene evvel Düyûn-ı Umumî- ye’den kurtulmak için her türlü vesaite müracaat ediyor idi. Belki şimdi Cavid Bey de tashih-i fikir etmiştir. Ben daha o vakit bunun bahsolunduğunu söylüyor idim. Çünki memleketimizde muntazam bir idare-i Osmaniye varsa o da Düyûn-ı Umumîye idaresi idi. Hiçbir dairemize o intizamın yansım bile sokamadık. Ilân-ı meşrutiyetten sonra bilâkis tezebzüb-i idare tezâyüd etmiş idi. Çünki söz ayağa düşmüştür. Mösyö Pikar’ın bu mütalâasım kendi hesabıma iyi buldum. Bilhassa patent ve gümrük rüsûmu için cibâyetin Dü- yûn-ı Umumîye’ye havalesi işimizi hayli teshil edecektir. Ben aşar ve ağnamm tahsilini de Düyûn-ı Umumîye’ye beş-on sene için havale etmekte beis görmüyorum. Mösyö Pikar’a bu mes’eleyi tedkik edeceğimi söyledim ve reji işini bir gün bitirmelerini tenbih ettim. Çünki reji şirketi ile Düyûn-ı Umumîye İdaresi, şirket imtiyazının tecdidi hususunda bir türlü uyuşamıyorlar idi. Perşembe günü bu işe bir netice vereceklerini söyledi. Daha geç olursa bu işi yapamayacağımı söyledim. Çünki şimdi Meclis-i Mebûsân’dan ruhsat almaksızın bu işin yapılması mümkün ise de hâl-i harbin zevali halinde bu bâbda pekçok düşünmeye mecbur olacağım derkârdır.
Ondan sonra Mösyö Gûnter geldi. Haydarpaşa’dan hazine-i has-
sadan şimendifer istasyonu için istimlâk olunan arsa bedeli olan kırk bin liranın kumpanyaca tamamen tesviye olunacağını haber verdi. Bu para ile bir iplik bir bez fabrikası tesis edeceğime ve Hereke Çuha Fabrikası’m da tevsi’ eyleyeceğime mebni memnun oldum. Ondan sonra Cemil Paşa geldi. Kendisini celbetmiş idim.
Mûmâileyh ile İstanbul şehrinin vâridati hakkında dür ü dırâz mübadele-i efkâr ettim. 288 bin lira açık vardı. Bunun 88 bin lirası ahiren ilâve olunan küsurat-ı munzamma vesaire ile hâsıl oluyordu. Bakî 200 bin liranın suret-i tedariki müzakere edildi. Kantar resmini mecburi yapmak istiyordu ki bundan 60 bin ve mezbaha rûsû- munun cibâyetini yoluna koymak istiyordu ki bundan da 60 bin ve İstanbul şehri için bir piyango tertip etmek fikrinde bulunuyordu ki bundan da 40 bin lira hâsıl olacak idi. O halde dahi 60 bin[80] lira açık kalacak idi. Kendisine muavenet edeceğimi vaad ettim. Devai- rin umumen Şehremaneti’ne hasım olduklannı makam-ı şikâyette söyledi. Ben de bunun da farkında idim. Meselâ o gün bir mahkeme bera-yı iltimas Şehremaneti’ni ondört bin lira tediyesine mahkûm ettiği gibi Şûrâ-yı Devlet de gaz depolan için Şehremaneti’nin arazi istimlâk edemeyeceğini ve çünki bunda menâfi-i umumîye olmadığını tefsir tarikiyle taht-ı karara almış idi. Şûrâ-yı Devlet bu tefsir silâhını kullanarak memlekette hükümet içinde hükümet teşkil etmiş idi. Her gün bu Şûrâ-yı Devlet’e şu makbere-i muamelât-ı hükümete bin lânet okuyor idim.
BabIâli'ye avdetim akabinde gaz depolan evrakının hemen çıkanl- masını tenbih ettim. Şûrâ-yı Devlet bu istimlâkte menâfi-i umumîye olmadığım iddia ediyordu. Halbuki gaz tenekeleri şehirde muhafaza olununca tehlike derkâr olup muhafazalan için mağazalar yapmak ve bu mağazalar şerâit-i lâzimeyi hâiz mahallerde inşa olunmak zarurîdir. Sami Bey nâmında (Suphi Paşazade) bir zâtın Şûrâ-yı Devlette bulunması ve bunun bu işle alâkadar bulunması bu neticeyi intaç eylemiş idi. Sami Bey bin lira kazanmak için şehri senede 22 bin lira vâridattan mahrum etmek istiyor idi. Çünki, istimlâk olunan arsalar meyanında güya kendi hareminin de bir arsası varmış.
Posta ve Telgraf Nâzın, resmî telgraflann mufassal olmasmdan ve olur olmaz şeyler için telgraflar keşide edilmekte olmasmdan şikâyet eyledi. Bu bâbda tarafımdan vülâta bir tamim yazılmasını rica eyledi. Yazdım. Birkaç mahalle telsiz telgraf koymak ve Fad (?) ve Mısır telgraf hatlannı serbest bırakmak istiyordu. Bu suretle vâridati iki misli yapacağını söylüyordu.
Badehu, Çelebi Efendi tarafından dört kişiden mürekkep bir hey’et
geldi. Emvâl-i gaynmenkule kanununun neşrinden ve bu suretle hu- kuk-ı
vakfın ziyamdan şikâyet olunuyor idi. Maliye Nezâreti’nin Ev-
kaf-i Celâliye’yi zaptettiği de ma’raz-ı şikâyette söyleniyor idi. Çelebi Efendi’nin bir arzuhalini verdiler. Maliye Nezâreti’ne havale ettim.
1328 senesi bütçesinde rüsûmat emaneti ganbot esmânı olarak 50 bin lira konmuş idi. Bunların sipariş olunup olunmadıklannı sordum. Rüsûmat emini telefonla henüz sipariş olunmadıklannı söyledi. Hemen sipariş olunmaları için emir verdim.
Bazı mesâlih-i cariyeye evrak-ı âdiyenin tesviye ve tedkikinden sonra Hariciye Nâzın geldi. Müşarileyh ile hayli mûdavele-i efkâr eyledim. Patent ve gümrük rûsûmunun Düyûn-ı Umumîye’ce cibâyeti mes’elesini mevzubahis ettim. Biraz düşündü. Mısır’daki Düyûn-ı Umumîye’nin muamele i nâ-revâsı gözünü korkuttu. Faydalanın gösterdim:
1- Ecnebi kontrolünün önünü almak.
2- Vâridatın az bir zamanda tezayüdüne hizmet etmek.
3- Bunlan sür’atle ecânibe kabul ettirmek.
Beni dinledikten bir hayli sonra bu iki resmin cibâyetini Düyûn-ı Umumîye’ye havale etmeye muvafakatini beyan etti. Ben aşar ve ağnamın da idare-i mezküreye cibâyetini vermek tarafını iltizâm ettim ise de şimdilik bununla da iktifa edebileceğimi söyledim.
Tevfik Paşa’nm Sir Edward Grey’e celbolunacak İngiliz memurları hakkında verdiği note verbale ile bu bâbda kendi mütalâatını hâvi mufassal bir tahriratı tercümelerini irâe etti. Tevfik Paşa her mıntaka için diğer devletlerden memur celbiyle memleketin ayn ayrı menfaat mıntakalanna taksimi gibi bir hatadan tevakki edilmesini ve idare işleri ve jandarma tensiki için münhasıran İngiltere’den memur celbiyle ordu için Almanya’dan ve umûr-ı maliye için Fransa’dan zâbit ve memur getirilmesini teklif ediyordu ki pek doğru bir mütalâadır. Ben de zaten bu fikirde idim. Müşarileyh, Sir Edward Grey’e verdiği varakanın nihayetinde hûkümet-i seniyyenin böyle İngiliz memurlan celbetmesiyle Kıbrıs Muahedenamesi ahkâmına tevfik-i hareket etmekte olduğunu söylüyordu. Kendisine verilen talimatta İngilizleri buna müsait görürse o yolda idare-i lisan eylemesi iş’ar kılınmış olduğundan İngilizler’in Kıbns Muahedenamesi’ni ihyaya razı oldukla- n anlaşıldı. Benim için bu büyük bir muvaffakiyet idi. Bu tahriratı mütalâa etmekle pek ziyade mûnşerihû’l-kalp oldum. Bedbin değil idim, bu suretle felâket-dîde vatanımın istikbalini emin görmeye başladım.
Müşarileyh ile Almanya imparatoru için tertip olunacak hedâyâ hakkında dahi görüştüm.
Ondan sonra, Osmanlı Ajansı Salih Gürci geldi. İki gün evvel
veliahdı ziyaret ettiğini ve mûşarileyhin Ermeniler ve Ermenistan hak- kmda bazı ifâdatta bulunduğunu ve bunu ilân etmesini
tenbih eylediğini söyledi ve istizan ı keyfiyet etti. Bir hafta evvel
veliahdm Suriye
hakkında bazı ifâdatta bulunduğunu ve bunun ilân dahi edildiğini ilâve eyledi. Veliahddan böyle bir söz koparmak için müşarileyhi ziyaret ettiğini anladım. Kendisi inkâr etti. Fakat hakikat bu merkezde olduğu cihetle mûmâileyhi tekdir ettim ve müşarileyhin beyanatmı ilân etmemesini tenbih eyledim.
Akşama doğru hizmetçim Kâzım havanın güzel olduğunu, Bâbıâlî bahçesinde gezersem istifade edeceğimi söyledi. Vâkıa çok söylemekten, dinlemekten, yazıp okumaktan başımda bir ağırlık vardı. Bahçede biraz gezmeyi pek münasip gördüm. Hizmetçimin sözünü dinleyerek Bâbıâlî bahçesine çıktım. Arkamdan birkaç yaver, polis ve hizmetçi geldi. En sadık yaverlerimden Eşref ve Şinasi Beyler arkamı bırakmadılar. Bahçeyi pek muntazam gördüm. Fakat bahçeden Bâbıâlî bir harabezâra benziyordu. Orta yeri yanmış idi. O yangın yeri bir kat daha irâe-i harabiyet ediyordu. İki sene sadrazam kahr- sam acaba burasım nasıl göreceğim diye düşündüm. Orada mâmur, muntazam ve muhteşem bir Bâbıâlî tasavvur ettim. Fakat bunun için iki sene sadarette kalmalıyım ki bunu göreyim. Acaba kalacak mıyım? Acaba, Devlet-i Aliyye iki sene daha berdevam olacak mı? Bu suallere kim cevap verebilir? Herhalde cevabı müsbet vererek çalışmaya devam edeceğim.
25 Nisan 329 (8 Mayıs 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde Erkân-ı Harbiye Miralayı Şükrü Beyle müttehidülmeâl Ingiliz ve Rus notalan -ki hudud-ı îraniye’den Zuhab’da bize terkolunacak arazi hakkındadır- tedkik edildi. 1852 senesinde mutavassıt hükümet komiserlerinin orası için teklif ettikleri hudud ile daha bazı hususat hakkmda Derviş Paşa lâyihası üzerinde bazı tedkikata ve mahallerinden istilâmata lüzum görüldüğünden bunun icrası Fikri Bey’e havale edildi.
Badehu, Almanya ataşemiliteri Strempel geldi. Hizmet-i Devlet-i Aliyye’ye alınacak Alman generalinin vezâifine dair Türkçe olarak kaleme aldığı projeyi verdi. Tedkikini vaad ettim. Bu tedkikat neticesini ileride muhtıra yazacağım.
Bundan Bahriye Müşaviri Ferik Limpus Paşa geldi. Sipariş olunacak sefain-i harbiye ile Haliç Dersaadet ve İzmit tersaneleri hakkında mütalâatını kısmen şifahî ve kısmen tahrirî olarak verdi. Tahriri kısmın tercümesini sadaret tercümanlığına havale ettim. Şifahen icra kılınan tedkikat neticesinde kendisinin küçük rütbede iki Osmanlı zâbiti ile iki hafta müddetle Londra’ya azimet ederek orada hafiy- yen fabrikalarla icra-yı muhaberat etmesine ve Sah günü hareket eylemesine karar verildi. Londra’da sefir Tevfik Paşa Hazretlerimle de icabına göre müzakeratta bulunacaktır.
Limpus Paşa’dan sonra Rusya ataşemiliteri General Holmzen beni ziyaret etti. Mûmâileyh, Moskova’da bir liva kumandanlığına tayin olunduğundan yedi sene ikametten sonra Dersaadet’i terkediyordu. Benimle vedaya gelmiş idi. Mûmâileyh terbiyeli bir zattır. Benden fotoğraf istedi, verdim.
Bazı mesâlih-i cariye ile fevkalâde meşgul olduğum bir sırada Pre- veze mebus-ı sabıkı ve Görice mutasarnf-ı lâhiki Hamdi Bey -alâ-ri- vayetin Kâmil Paşa Kabinesi’nin nasbettiği paşa- beni ziyaret etti. Bu zât Arnavut mebuslar içinde en ziyade edepsizliğiyle iştihar edenlerden idi. Meclis-i Mebûsân’da hayli rezaletler yapmış idi. Esasen denîyü’t-tab’ bir adamdır. Riyakârane sözlere ve gösterdiği kahra- manlıklara dair beyanata başladı. Bağıra bağıra memleketi şu hale koyduklannı ve artık bağırmak zamanının geçtiğini kendisine ihtar ettim. Yüz bulamaymca mânâsız sözlerine devam edemedi.
Seyr-i sefain hesabma Van Gölü için sipariş olunacak iki küçük vapurun hemen sipariş olunmasını Binbaşı Sadeddin Bey’e tenbih ettim. Bu vapurları Bakû’deki inşaat şirketi yapmak istemiyor idi. Avrupa’ya sipariş etmek ve bunları Trabzon tarikiyle Van Gölü'ne nakleylemek icabeyliyor idi.
Bâbıâlî’de Hariciye, Evkaf, Ticaret, Adliye Nâzırları beni ziyaret ettiler. Badehu, Meclis-i Vükelâ’ya gittik.
Orada hukuk müşaviri Hırant Bey’i celb ile evvelemirde Patent Kanunu hakkında sefaretlerin müttehîdü’l-meâl notasına verilecek cevabı tedkik ettik. Bu cevap ile sefaretlerin iktifa edeceklerini zannetmiyordum. Bilâhare temettü vergisinin cibâyetini Düyûn-ı Umumîye İdaresi’ne havale etmekle bu işi fasletmekten başka çare olmayacağını teemmül ettim. Bu mecliste Üsküdar-Çamlıca-Alemdağ elektrikli tramvay hatt-ı imtiyazının Evkaf Nezâreti’ne itâsma karar verildi.
Badehu, müterakim evrak çıkarıldı. Arnavutluk’taki askerimizin Asya-yı Osmanî’ye nakli için Yunan Hükümeti nezdinde icra kılınan teşebbüsata cevab-ı muvafakat geldi. Derhal levazımat dairesine ve karargâh şubesine tebliği keyfiyetle vapurların ihzarım tenbih ettim. Hazırlanan vapurlarla defaten 36 bin kişi nakli kabil idi. Fakat, Yunan Hükümeti askerin defaten naklolunmaması ve nakliyata tahsis olunacak vapurların beylik olmayıp yerli veya ecnebi tüccar vapurlan olmasını şart koşmuş olduğundan vapurların önümüzdeki Perşembe gününden itibaren her iki günde iki vapurun nakli karargir oldu. Bu suretle vapurlar esâmisi, vakt-i hareketi, uğrayacağı iskeleler hakkında sefarâta malûmat itâsı için dahi vakit kazanılması imkânı hâsıl oldu.
Osmanlı Ajansı Salih Gürci Bey veliahda gitmiş, kendisiyle Ermeni mes’elesi hakkında mülâkat etmiş idi. Mülâkatın neşri güya mû- şarileyh tarafindan emir buyuruldugundan benden müsaade alızı
için geldi. Bir hafta evvel Zeki Efendi nâmında bir Suriyeli de Suriye hakkında veliahd ile mülâkatta bulunduğunu ve veliahd ile mülâ- katını neşreylediğini söyledi. Herhalde, Salih Gürci bunu görmekle onu taklit etmek istemiş idi. Şâir memleketlerde veliahdlann böyle mülâkatlarda bulunup bulunmadıklarım sordum. Bulunmadıklarını söyledi. Şu halde bizde niçin aksi olsun! Bunun böyle oluşu anarşiye delâlet etmez mi? Bahusus kendisi resmî bir mevkii haiz idi. Onun öyle yapışı diğer muhbir ve ajanslar için suimisal teşkil etmez mi? Buralannı izah ile o gibi neşriyattan kendisini bihakkın meneyledim.
26 Nisan 329 (9 Mayıs 1913) Cuma:
Geceyi hanemde geçirdim. Sabah sekiz buçukta istimbotla Sirkeciye ve oradan Harbiye Nezâreti’ne gittim. Başkumandan vekilinden tarafeyn sefain-i nakliyesinin Marmara’da 2-4 kilometreden ziyade sahile takarrüb etmemeleri veyahut oradan tebâüd etmemeleri baklanda Bulgar ve Osmanlı delegeleri arasında vuku bulan mülakatı tebliğ ediyordu. Ona göre muvafakat cevabı itâ ve tebligat icra edildi. Levazımat reisi ile Arnavutluk nakliyatı hakkında müzakeratta bulundum. Müsteşar Fuad Paşa ile konuştum. Bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettikten sonra saraya geldim.
Orada mefruşat müdürü Hacı Akif Beyle Hereke’de yapılacak tev- siat ve inşa kılınacak bez fabrikası hakkmda görüştüm. Badehu huzura davet olundum.
Cumaları cami-i şerifte huzura kabul olunurum. Evkaf Nâzın Hayri Bey dahi orada idi. Onu terk ile huzura çıktım. Maamafih bu müstesna hareket nazar-ı dikkatimi celbettiğinden mutlaka fevkalâde birşey vâki olduğuna hükmettim. Bunu, Hayri Bey’e de söyledim. Huzurda şundan bundan ve Şehzade Necmeddin Efendi Hazretle- ri’nin hastalığından bahsolundu. Müşarileyh gayet mülâhham idi. Kalbi yağlanmış ve bundan fevkalâde muztarip bulunmuş idi. Es- vapçıbaşı taraf-ı şâhâneden çağrılarak bu bâbda kendisiyle de görüşüldü. Mûmâileyh hastalığın tehlikeli olduğunu ve efendinin bir haftadan beri uyku uyumayıp bir kanepe üzerinde şiddet-i evcâdan muztarip vakit geçirdiğini söyledi. Böyle bipervâ hikâye-i hal edişi nazar-ı dikkatimi celbetti. Pazartesi günü efendi hazretlerinin kendi sahilhanesine nakletmek istediği ve fakat evvelce arzusu zât-ı şâhâne ile beraber Yıldız’a nakletmek idüğü ve ancak zât-ı şâhâne sulhün akdinden evvel nakli arzusunda bulunmadıklanndan buna imkân olmadığı söylendi. “Şimdilik efendimiz nakil buyurmak arzu buyurmazlarsa yalnız efendi hazretleri Yıldız’a nakledebilirler”dedim. Buna mukabil “Yıldız’da yalnız ikamet edemez” cevabı verildi. Nihayet zât-ı şâhâne buyurdular ki:
- Hastalandığı vakitten beri kendisini görmedim. Bu halde kendisini görmek elimden gelmez. Lâkin, Pazartesi günü kendi sarayına naklettiğinde gidip ayakta kendisini görür ve ‘Merak etme oğlum, sende birşey yoktur, hekimlere inanma, sapsağlamsın’der ve kendisine tesliyet veririm. ‘Sen hemen sarayına git, orada iyileşirsin’ derim.
Bunun üzerine Sabit Bey dedi ki:
- Evet efendimiz, ‘Sarayına git de istersen ondan sonra öl’ buyurursunuz.
Buna padişahın hiddet etmesi lâzım gelir idi. Ona muntazır idim. Fakat zât-ı şâhâne buna kahkaha ile güldü. Bundan dolayı pek mü- teaccip ve müteessir oldum. Evlâda karşı olan bu merhametsizlik pek şayân-ı dikkat idi. Evlâd böyle bir muameleye mazhar olursa başkalan ne bekleyebilirler?
Bu muhâvereye nihayet verildikten sonra zât-ı şâhâne Sabit Bey’e hitaben, “Haniya o matbuat hülâsası nerede? Onu sadrazam paşaya getir göster” buyurdular. Nihayet matbuat hülâsasını getirdi. Matbu- at-ı ecnebiye ve dahiliye kaleminde her gün vükelâya mahsus olarak tab’edilmekte olan bu varakparede bir Rus gazetesinden naklen verilen havadis bana gösterildi. Bunda zât-ı şâhânenin veliahd ile görüşerek ona terk-i saltanat etmek istediği ve hükümetle İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin muin ve zahiri olan veliahd Yusuf Efendi Haz- retleri’ni tahta geçirmek istedikleri yazılıyor idi. Beni böyle fevkalâde kabulün esbâbını anladım. Bu havadisin yanlış olduğunu, zaten düşmanlarımızın aleyhimizde ne yalanlar söylediklerini anlamak ve ona göre tedâbir-i lâzime ittihaz eylemek üzere bu nevi havadisâtı tercüme ettirmekte olduğumuzu izahat-ı kâfiye itâsiyle arzettim. “Benim için bugün arzu olunacak hiçbir mevki ve takip olunacak hiçbir emel-i harisâne yoktur. Veliahd hazretleri bana başka ne yapabilir, onun padişahlığını niçin isteyeyim? Size ihanet edip de kendisini tahta geçirirsem acaba kulunuza zât-ı şâhânenizden ziyade emniyet ve İH- mad mı eder? Kulunuz için en büyük şeref zât-ı şâhânenize sadıkane hizmet etmektedir ki bundan başka bir fikir taşımadığıma efendimizi her suretle temin ederim” dedim. Sabit Bey de bana yardım etti. Zât-ı şâhâne bu havadise inanmadığını fakat bana göstermek istediğini beyan buyurdular.
Huzurdan çıktıktan sonra bana emlâk-i hâkaniye esâmisini hâvi bir liste göndermişlerdi. Bunu Sabit Bey getirdi. “Bu gibi yalan şeyleri niçin zât-ı şâhâneye gösteriyorsunuz da kendisini rahatsız ediyorsunuz?" diyerek Sabit Bey’i tekdir ettim. “Ben göstermedim. Yalnız dün gaybubet etmiştim. Gaybubetimden bil-istifade gösterdiler” diye itizar etti. Acaba doğru mudur? Herhalde matbuun saraya da gönderilmesi ya bir eser-i mel’anet veya büyük bir gaflettir. (Ertesi günü Matbuat Müdürü Rauf Bey’i nezdime celb ile matbudan kimlere gönderilmek-
te ise onların esâmisini hâvi bir liste istedim ve bu listede isimleri mukayyet olanlardan mâadâsına bundan gönderilmemesini ve daha ziyadesinin tabolunmamasmı tenbih ettim ve aksi harekette bulunacak olanlan divan-ı harbe teslim edeceğimi söyledim). Geceyi Üsküdar’da hanemde geçirdim.
27 Nisan 329 (10 Mayıs 1913) Cumartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’ne azimetle hudud-ı traniye ile meşgul oldum. Badehu, Anadolu Demiryolu direktörlerinden Mösyö Günter geldi. 170 bin lira ikrazına Berlin[’deki] hey’et-i murakabenin muvafakatini söyledi. Sadullah Beyle de müzakere edildi. Çarşamba gününe cevab-ı kati verileceği bildirildi. Anadolu şimendiferleri hakkında kendisiyle uzun uzadı müzakeratta bulundum. Kendilerinin Van’a kadar gitmelerinde Almanya Hükümeti’nce bir mahzur-ı siyasî olup olmadığının bir suret-i münasibede Berlin’den öğrenilmesini kendisine tavsiye ettim. Mahzur olmadığı halde Van’a üç-dört sene içinde kendilerine şimendifer inşa ettirilmesini tasmîm ettim. Aym zamanda Trabzon’dan Erzurum’a kadar da bir şimendifer (Fransızlar tarafindan) inşa ettirilirse şimdilik Erzincan ve Erzurum şimendiferinden istiğna hâsıl olabileceğini ve şimdilik Ruslar ile uğraşılmayacağım teemmül ettim.
Ondan sonra şimendiferler müdürü (Nafia Nezâreti’nde) Muhtar Bey geldi. Paris’e gidiyordu. Anadolu şimendiferleri hakkında efkârımı Cavid Bey’e şifahen tebliğ olunmak üzere mümâileyhe söyledim. Fransızlar’a: Samsun-Sivas-Erzincan (yedi senede), Trabzon-Erzurum- (üç senede), Havza-Kastamonu-Bolu. Almanlar’a: Anka- ra-Kayseri-Sivas-Harput ve Nusaybin-Diyarbakır-Harput-Van. Suriye’de Hicaz şimendiferi ile aym tarife.
Ondan sonra Almanya ataşemiliteri Strempel geldi. Edirne’de sahra toplanmızın kâmilen ve 18 kıt’a 10,5 santimetrelik toplar 15 santimetre, kezâ 18 kıt’a obüsün Bulgarlarin yedine amelden ıskat kılın- maksızın geçtiğini ve Bulgarlar’ın Sırplarla beraber Edirne önünde 130 kıt’a muhasara toplarım (15 ve 12 ve 10,5 santimetrelik) ve 70 kıt’a da seri ateşli sahra toplan mevcut olduğunu evvelce vuku bulan iltimasım üzerine bilvasıta Sofya’dan tahkik etmiş olduğunu söyledi. Hadımköyü’ndeki karargâh-ı umumîye keyfiyeti bildirdim.
Badehu, Ziçini Paşa (itfaiyeye memur Macarlı) gelip hareminden bir istida getirdi. Kendisiyle kerime ve mahdumlanna nişan verilmesini istiyordu. (Hilâl-i Ahmer hidematında bulunduğu için). Bir müddet sonra icabına bakacağımı söyledim.
İmalât-ı Harbiye Müdürü Nâzım Paşa, 1328 senesi vâridat ve masârifini mübeyyin bir cedvel verdi.
Atina Ataşemiliteri Zeki, Fransa tarafından Yunanistan’a gönderilen hey’et-i ıslahiyenin vezâifine dair yazdığı raporu talebim üzerine getirdi. Almanya’dan celbedeceğim Alman muallimi ile maiyeti için şâyeste ise bunu nümüne ittihaz edecek idim.
Jandarma kumandam vekili ile ba’de-s-sulh elimizde kalan Rumeli aksammda inzibatı temin için bir mikdar jandarma bulundurmakla Suriye ve şarkî ve şimali Anadolu mıntakalanna elde hazır jandarma bulundurulmasını tenbih ettim. Daha bazı mesâlih-i cari- yeyi tesviye ettikten sonra öğleye doğru Bâbıâlî’ye gittim.
Paris Maliye Komisyonu’na birinci murahhas tayin olunan Nail Bey ile hukuk müşaviri tayin olunan Hırant Bey veda için geldiler. Hırant Bey’e irad-ı gayrimenkul kanununun kabulü için sefaratın mutâlebât-ı mesrude-i umumîyeleri hakkındaki mütalâat Meclis-i Vükelâ’ca kabul edilmiş ise de mutâlebât-ı hususiye hakkında da mütalâalan dermeyan edilmiş olup olmadığını sordum. Edilmemiş olduğunu ve fakat Paris’ten bu bâbdaki mütalâatını yazacağını söyledi. Evvelemirde Fransa mutâlebâtını göndereceğimi söyledim ve hemen irsalini Hariciye’den Salih Bey’e tenbih ettim. Temettü vergisinin emr-i cibâyeti Düyûn-ı Umumîye ye havale olunması işimizi daha ziyade kolaylaştıracağı mütalâasını beyan ettim. Her ikisi de bunu terviç etti. Nail Bey aşar ve gümrük vâridatının dahi emr-i cibâyeti Düyûn-ı Umumiye'ye havale olunursa pek çok fazla-i vâridat hâsıl olacağını söyledi. Nail Bey’in tamamen fikrimde olduğunu anladım.
Badehu, Hariciye ve Dahiliye nâzırlan geldiler. Hariciye Nâzın se- farattan gelen telgrafnameleri verdi. Bu telgrafnameler içinde İngiltere Hariciye Müsteşan’nın Meclis-i Mebüsân’da Şark’a dair irâd ettiği nutuk hakkında malûmat veren bir telgraf vardı. Müşarileyh muhacirlerin iskânında Hristiyanlar’a tecavüzat vuku bulmayacağına dair Devlet-i Aliyye’den teminat aldığını ve Adana’da iskân eden birkaç yüz muhacirinin bilâvukuat emr-i iskânlan icra edilip işe de başladıklarım ve Devlet-i Aliyye’nin memâlik-i bakiyesinde kuvvet kes- betmesi umum düvel-i muazzamaca arzu olunmakta olup Ermeni mes’elesinin ba’de-s-sulh devletlerce tedkik olunacağını ve bu bâbda münferiden vuku bulacak müdahalâttan muvaffakiyet husulü ihtimali az olduğunu söylemiştir. Bu nutuk Rusya’ya bir ihtar idi. Lâkin bu mes’elenin ba’de-s-sulh devletlerce tedkik olunacağını da gösteriyor idi. Bu halde bunun önünü almak üzere şimdiden ıslahata mü- baderet lüzumu kendini irâe ediyordu.
Dahiliye Nâzın bir haftadan beri hasta idi. Bir haftalık işler hakkında benimle müzakeratta bulundu. Basra ahvâli iyileşmiş ve Mûntefik meşâyîhinden Acemi Bey, Talib Bey aleyhine yürümekte olduğuna ve vali-î cedîd dahi Basra’ya vasıl olup yeni fırka kumandam da becerikli bulunduğuna binâen mûmâileyh Talib Bey’in ade-
ta himaye talebine kalkıştığı ve binaenaleyh Talib Bey mes’elesinin adeta şimdilik bertaraf olduğu anlaşılıyor idi. Bu esnada Avustuıya ve İtalya baştercümanlan geldiler. Avusturya baştercümam, İşkodra kumandan-ı sabıkı Esad Paşa’nın bir telgrafım verdi. Her ikisi de Arnavutluk’ta askerimizin bilâ mahzur naklolunabileceklerini söylediler. Nakliyatın suret-i icrasmı mübeyyin cedvelin yann verileceğini kendilerine söyledim. Akabinde, Almanya baştercümam geldi. Kuşa- dası’na Selânik’ten gönderilen muhacirler hakkında malûmat verdi. Dört bin muhacir hareket etmiş ve daha bir o kadarın da hareketi musammem bulunmuş idi. Diğer dört bin muhacirin Antalya ya çıkarılması Dahiliye Nâzın ile bil-müzakere tensîb edildi ve mahalline öyle malûmat verildi.
Ondan sonra Fransa baştercümam geldi. Cebel-i Lübnan bütçesini sordu. Derdest-i tertip olduğunu söyledim. Fransa buraca bu işe kanşmaya başladığından bu işin bir neticeye rabtı icap etmekte idi. Binaenaleyh, Meclis-i Vükelâ’da bunu mevzubahis ettim. Jandarma masarifinden bir kısmının hazine-i mâliyeden protokolü mucibince tesviyesi ve kadastro masârifinin de tedricen ve kısmen tediyesiyle üç sene sonra emlâk vergisinden alınacak fazladan bütçe açığının kapatılmasına gayret olunması kararır oldu. Kadastro işi için mühendis Mösyö Şöbliye ile görüştükten sonra bunu mutasamfa bildireceğimi ve bildirmeden evvel bir kere daha Meclis-i Vükelâya koyacağımı söyledim.
Meclis-i Vükelâ’da seyr-i sefain nizamnamesi tedkik edildi. Yalnız askeri komiserinin bazı vezâifine itiraz edildi, itiraz eden başlıca Ticaret Nâzın idi. işin elinden çıkması ve Seyr-i Sefain Meclis-i İdaresi’n- de bulunan Âh Bey nâmında Ticaret Nezâreti memurunun tahrikatı bu bâbda bir sâik idi. Seyr-i sefain işinde birçok entrikalar dönmekten hâli değil idi. Bundan herkes istifade emelinde bulunuyor idi. Komiser mes’elesinin diğer mecliste tedkikini teklif ettim.
Tevfik Paşa’dan gelen telgrafnameler mütalâa edildi. Emr-i ıslahatta yalnız İngiltere’den memur istihdamı hakkındaki mütalâatı, dîr ü dırâz münakaşata sebebiyet verdi. Acaba Suriye ve Bağdat vilâyetlerinde İsveç, Danimarka, Belçika ve İsviçre gibi bitaraf hükümetler memurunun istihdamı hakkındaki mütalâatınm istifsan karargîr oldu. “İngiltere’nin Suriye ve. Irak’ta amal beslemediğinden kanaat-i vicdaniye ile emin olsam oralarda dahi İngiliz memurlannın istihdamı cihetine giderdim” dedim. Bu mütalâama iştirak edildi.
Hariciye Nâzın, Paris Maliye Komisyonu âzâlanndan bazılarına yerilmek üzere yedi buçuk milyon frank sarfına mezuniyet istiyor idi. Evvelce ikiyüz bin liraya mezuniyet verilmiş idi. Fakat bir buçuk sene kadar Fransa matbuatım lehimizde bulundurmak için sarfolunacak idi. Bu defa istenilen yedi buçuk milyon şu şerâit tahtada talep olu-
nuyor idi: Hiç tazminat-ı harbiye verilmez ve müttefikine akall dört- yüz milyon frank tahmil olunursa iki buçuk milyon frank verilecek. Bu mikdarlar yediyüz milyona doğru yaklaştıkça mezkûr iki buçuk milyon dahi yediyüz milyonda beş milyon olmak üzere mütenasîben tezyid olunacak -yüzde dört resm-i[81] gümrük tediyesi temin edilirse aynca iki buçuk milyon verilecektir-. Bu varakanın arkasına “Tensib edilmiştir” diye yazdım. Bunu bütün meclis âzası imzalayarak nâzır-ı müşarileyhe iade ettik ve bu suretle mes’elenin mektum kalmasına itina eyledik.
Mcclis-i Vûkelâ’da o gün bir hayli evrak-ı âdiye de çıkarıldı. Akşam Harbiye Nezâreti’ne geldiğimde İstanbul Muhafızlığı'nın bir hayli evrakı gelmiş idi. Mezkûr muhafızlık evrakı beni en ziyade yoruyor idi. Çünki en ziyade hoşlanmadığım mutâlebât ve iş’aratı mutâzammın idi. Bu iş’aratm birçoğu kanuna ve vicdanıma mugayir idi.
28 Nisan 329 (11 Mayıs 1913) Pazar:
Bu sabah Roma Sefiri Nâbi Bey’in İtalya politikasına dair bir mektubunu okudum. İtalya’nın şarkta bir daire-i nüfuz istihsaline sâi olduğunu söylüyor idi. Bu dairenin Anadolu’nun cenubi sahilinde Antalya’dan Suriye hududuna kadar tevessü edeceğini yazıyor idi. Buralarda sık sık İtalya harp sefinelerinin dolaşması, İskenderun’da Fransız himayesinden Katolik kilisesinin İtalya himayesine geçmesi ve bu hususa İtalya’nın atf-ı ehemmiyet-i fevkalâde etmesi ve bir İtalya memurunun tedkikat-ı ticariyede bulunmak üzere Mersin ve Antalya için pasaport alması, Tribün gazetelerinde neşrolunan bazı makalât buna delil addolunuyor idi. İtalya bunu Fransa’nın Suriye işine vermekte olduğu ehemmiyet-i âhireden dolayı yapmaya mecbur olmak ve Fransa’nın Suriye’de yerleşmesi halinde Bahr-ı Sefid muvazenesinin kendi zaranna olarak bozulmasından ihtirazen bu bâbda sarf-ı mesaiye başlamış olduğunu yazıyordu. Zaten ben de bunun farkında idim. Nâbi Bey, Balkan mes’elesi henüz hitam bulmadan Avrupa devletlerinin Asya-yı Osmanî hakkında böyle fikir seslemeye kalkışmaları alâmet-i hayır olmadığmı ve binaenaleyh şimdiden devletçe tedâbir-i İslahiye ittihaziyle şu hâlâtın önünü almaya çalışılması icabettiğini iş’ar ediyor idi ki pek doğru idi.
Atina Ataşemiliteri Zeki Bey’den Yunanistan’a Fransa’dan celbo- lunan Fransız hey’et-i askeriyesinin vazifesine dair malûmat istemiş idim. Iki-üç sayfalık bir kâğıt verdi. Kabinenin nasıl teşekkül etmek lâzım geleceğine, nasıl kuvvetli hükümet teşkili icap edeceğine dair bir hayli mütalâattan bâhis bir varaka idi. Zabitanın siyasiyatla iştigali caiz olmadığım ve bunun için lâzım gelen tedâbirin ittihazı lâ-
zım geleceğini lâyihasında bertafsil hikâye ettiği ve kendisinden yalnız mezkûr hey’etin vazifesi sorulduğu halde siyasiyattan kendisini alamayarak ve bu hey’etin vazifesinden hiç bahsetmeyerek siyasî mûtalâat serdine başlaması, zâbitânımız arasmda fikr-i siyasetin ne derece yerleşmiş olduğunu irâe etmiştir.
Lâzistan mebusu Ziya Molla, Bağdat ve Musul vilâyetleri petrol madenleri hakkındaki fikrimi sordu. İngiliz ve Almanlar in teşebbû- saüm söyledim. Kendisinin bazı zevâta -ki oralarda petrol taharrisi için vaktiyle taharri ruhsatnamesi aldıklarını iddia ediyorlar idi- avu katlık etmek istediğini işitmiş idim, izahatı dinledikten sonra o bâbda birşey söylemedi. Bu hal mûmâileyhin olduğuna delâlet etmiştir.
Miralay Şükrü Bey ile beraber hudud-ı Iraniye mesâili hakkında da iştigalâtta bulundum.
Umum jandarma kumandam vekili, kendisinden talep etmiş olduğum noksan cedavilini getirdi. Yalnız vilâyat-ı şarkiye ile Suriye için 260 zâbit ve 1700 nefer talep etmekte idi. Ba’del-müsalâha bunlann Garp Ordusu’ndan avdet edeceklerle ikmal olunabileceği tedkikattan anlaşıldı. Bu sene içinde behemehal jandarmanın suret-i muhkeme- de teçhiz ve tensikine karar verdim. Memleketimizde filhakika en evvel yapılacak şey bu idi.
Hüseyin Kadri Bey beni ziyaret etti. Fatih’te yaftalar yapıştırılmakta olduğunu ve bunun iyi bir alâmet olmadığını anlattı. Polis Müdürü Azmi Bey’in 16 merkez memurunun inkisarım mûcib olacak surette istifalanna sebebiyet vermiş olduğunu ve bunun valilikle olsun bir mahalle izâmı ile polis müdüriyetine daha münasip bir zâtın tayini lâzım geleceğini söyledi. Mûmâileyh şunun bunun ifâdâtına çabuk inanır bir zât olduğundan bu ifadesine pek de ehemmiyet atfetmedim. Maamafih mes’eleyi biraz sonra gelen İstanbul Muhafızı Cemal Bey’den sordum. Yafta mes’elesinin kat’iyyen haiz-i ehemmiyet olmadığını ve Azmi Bey’in bazı kusurlan olmakla beraber ondan iyi bir polis müdürü tanımadığım temin eyledi.
Mülâzım Hakkı Beyle (sabık yaverim) beraber Samsun mutasarrıfı beni ziyaret etti. Samsun’da Hristiyanlar’ın askerden yüzde altmış nisbetinde firar etmekte olduklarım ve köylere bera-yı taharri giden jandarmalar aleyhinde köy halkının her tarafta mûttehid bir surette şikâyatta bulunmalarının şâyan-ı dikkat olduğunu ve köy bekçileri için silâha ihtiyaç bulunduğunu ve mezkûr bekçilere tevzi olunan esliha üzerine asayişin kesb-i mükemmeliyet ettiğini beyan etti. Bu söz nazar-ı dikkatimi celbetti. Derhal Dahiliye Nâzın’na bir tezkere yazdım. Islahat-ı mukarrere meyamnda köy ve orman bekçilerinin dahi ikmal-i teşkilâtım ve bunlara muktezi esliha mikdannın vilâyetlerle bil-muhabere tayinini tenbih ettim.
Badehu, İtalya Sefiri geldi. Arnavutluk hakkında dedi ki:
- Arnavutluk'tan Devlet-i Aliyye’nin büsbütün kat’-ı alâka etmek istediğini anlıyoruz. Halbuki, Rusya Hükümeti Amavutluk’un taht-ı hâkimiyet-i Osmaniye’de kaldığını arzu ediyor. Bunu niçin arzu ettiği elbette malûmunuzdur. Makedonya’yı ve Epir’i sizden alıyor. Oraları için lâyık olmadığını söylüyor. Lâkin Arnavutluk’tan büsbütün çıktığınızı istemiyor. Bunun esbâbı malûmdur. O dererecede ki onu tarife hacet yoktur. Şimdi Hükümet-i Osmaniye de bu fikirde ise buna bizim diyeceğimiz yoktur. Yok eğer bizim mahsusâtımız veçhile büsbütün kat’-ı alâka etmek istiyorsa bunu devletlere tebliğ etsin.
Buna mukabil dedim ki:
- Arnavutluk'tan kat’-ı alâka etmeyi arzu ederiz. Arnavutluk'la iştigal edecek artık vaktimiz yoktur. Fakat bu bâbda devletlere beyanatta bulunmak bizim için gayr-i mümkündür. Bunun esbâbını zannederim ki tarif etmeye hâcet yoktur.
Sefir cevaben dedi ki:
Dedim ki:
-İhsas da o mânayı mutazammındır. Haricen şüyu bulur.
Bunu burada bıraktık. Ancak Arnavutluk’a Hristiyan prensi tayini Arnavutlar’ın az bir zamanda tanassur etmelerini mûcib olacağından Arnavutluk’a tayin olunacak prensin Müslüman olduğu arzusunda bulunduğumuzu da sefire anlattım. Sefir bana hak verdi ve İtalya'nın buna muhalif olmadığım temin eyledi. Mûmâileyh, badehu Bingazi’ye nakl-i kelâm ile orada kendilerine vuku bulacak muavenetten İngilizler’in mütevahhiş olmayacaklannı ve İngilizler’in esasen Mısır hilâfeti tarafdan olmadıklannı beyan ile bu bâbda Sir Edward Grey’den aldıkları mezuniyet üzerine bize teminat vereceklerini ve istersek İngiltere’nin bu hususta tarafımızdan istimzacı kabil olduğunu söyledi.
İtalya Sefiri’nden sonra, Avusturya ve İtalya baştercümanlan geldiler. Bir gün evvel Avlonya ve Draç’a sevkedeceğimiz sefain-i nakli- yeye dair kendilerine itâsım vaad ettiğim cedveli verdim.
Badehu bazı mesâlih ile meşgul idim.
Dahiliye Nâzın ile bazı umûr-ı dahiliye hakkında müzakeratta
bulundum. Ondan sonra ini- kad eden Meclis-i Vükelâca gittim.
Mecliste o gün polis nizamnamesi ile Posta Nâzın’nın tevzi-i mekâtip hakkında tertip ettiği nizamnameler ve Ziraat Bankası için istikraz olunacak üç milyon liranın Ziraat Bankası tarafından suret-i tevzi ve itâsı hakkında bir nizamname kabul olundu. Badehu bazı mesâlih-i cariye tesviye olundu. İtalya Sefi- ri’nin beyanatım meclise beyan ile bu bâbda müzakerat icra olundu. Şûrâ-yı Devletin tefsiri ne derecede suiistimal ettiği yine mevzubahis edildi. Tahrik vuku bulmadıkça Şûrâ-yı Devletin tefsire kıyam etmemesi ve etse dahi bunun tefsir telâkki edilmeyip içtihat nazariyle bakılması hakkında müdavele-i efkâr edildi ve bu işin lâyıkiyle tedki-
kiyle gelecek mecliste malûmat itâsı için Adliye Nâzın ile Evkaf Nâzın memur edildi. O gün mecliste bir hayli evrak-ı âdiye de çıkanldı.
29 Nisan 329 (12 Mayıs 1913) Pazartesi:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde hudud-ı îraniye işiyle bir nebze meşgul oldum. Badehu, Kont Ostrorog geldi. İngiltere üe yapılan itilâftan dolayı beni tebrik etti. Bunun büyük bir muvaffakiyet-i siyasiye olduğunu ve dahilen dahi muarızların ağzım kapatacağı cihetle hüsn-i tesiri görüleceğini söyledi.
Balkan hükümat-ı muahedename projesine bazı kuyud-ı ihtiyatiye ile cevap verdiklerinden bizim taraftan da süferâya bir telgraf keşide ettim. Muahedenameye evkaf işine, Müslümanlar’ın akvam-ı şâire ile seyyanen muamele göreceğine dair maddeler ilâvesini ve mesâil-i kazaiye tabirinin hazf-ı lüzumunu beyan ettim. Hüseyin Hilmi Paşa da keşide ettiği bir telgrafnamede bunu tavsiye ediyordu. Bundan başka muhacirinin terkettikleri emvâl ve menkulenin kendilerine iadesine ve Rumeli’de bulunan Müslümanlar’ın muhacerete salâhiyetleri olduğuna ve emlâklerinin muamele-i mütesaviye göreceğine ve evvelce Rumeli’den hicret edenlerin hukuk-ı müktesebe riayet olunacağına dair fıkra ilâvesi için dahi Osman Nizami Paşa’ya da bir telgraf keşide ettim.
Badehu saraya gittim. Esna-yı râhda Almanya Sefarethanesi’ne uğradım. Sefirden, Almanya Hükümeti’nin mûbayaa etmek istediğimiz dritnotlann mübayaasma mümanaat etmemesi için teşebbü- satta bulunmasını rica ettim. Zira, Deutsche Orient Bank Müdürü Hartman bir gün evvel beni ziyaretle Almanya Hükümeti’nin bu fikrini bana anlatmış idi. Almanya Hariciye Nâzın sefirimize bunlardan bahsettiği zaman, “Şimdi dritnot mubayaası teşebbüsü hem pek geç ve hem de pek erkendir” demiş idi. Bizim sefirimiz de bu fikirde bulunmuştur. Bu fikrin yanlış olduğuna ve Almanya para vermezse başka yerden para bulmaya mecbur olacağımıza dair kendisine bir telgraf çekmiş idim ve tashih-i fikir edilmesini talep eylemiş idim. Bu- ralannı da sefire izah ettim. Bu bâbda Almanya’ya bir telgraf keşide edeceğini vaad etti.
Sarayda huzur-ı şâhâneye çıktım. Salâhaddin Efendi Hazretle- ri’nin bera-yı tedavi Avusturya’ya gideceğini ve maiyetine münasip bir zâtın terfiki icap edeceğini ferman buyurdular ve sulh hakkmda istizahatta bulundular. Bilâhare teşrifat müdür muavini Fuad Bey intihab olundu. Zât-ı şâhâne mahdumunun hastalığından dahi bahsetti.
Bâbıâlî’de süferâyı kabul ettim.
Rusya Sefiri: Hudud-ı İraniye işinin bir an evel bitirilmesini talep
etti ve kendilerini (süferâyı) askerce iş görmeye alıştırmış olduğumdan bu itiyadı terketmemeyi rica etti.
Avusturya Sefiri: Bir gün evvel İtalya Sefiri tarafından vuku bulan beyanatı hususi olarak tekrar etti.
Fransa Sefiri: Temettü vergisinin kabulüne vabeste olmak üzere kabulünü talep ettiği tekâlifin bir gün evvel tedkiki ve kabulünü rica etti. Bir hayli zaman şundan bundan bahsetti.
Seyahate çıkıp bugün İzmir’de bulunan Numan Paşa’dan bir telgraf aldım. Bunda, Tayyar Bey’in Lübnan’a izâmına hâcet olmayıp kendisinin oraya gideceğini yazıyordu. Tayyar Bey’in hareket ettiğini ve kendisinin Cebel-i Lübnan’a azimetine ihtiyaç olmadığım bildirdim.
Ermeni Patriki beş kişiden mürekkep bir hey’et-i mahsusa ile beni ziyaret etti. İbtida, Patrik Efendi ve badehu meclis-i cismani âzasından Efendi söze başladılar. Ermeniler’in devlete olan sadakatlerinden, şimdiye kadar sabr ü tahammül ettiklerinden, fakat artık son kerteye gelmiş olduklanndan ve bir katliâm arifesinde bulundukla- nndan ve binaenaleyh re’s-i kârda bulunan hükümete müracaata lüzum-ı kafi hissettiklerinden dir ü dırâz bahsettiler ve ahalî-i İslâ- miye’de Ermeniler’in Balkan Muharebesi’ne sebep olduklan hakkında husule getirilen itikat ile bu yüzden mütehassıl heyecandan dahi dem vurdular. Memurinin müsamahasını ve ashâb-ı ceraimi takipte gösterdikleri rahavet ve lâkaydiyi de tezkâr ettiler.
Ermeniler’in haklan var idi. Lâkin gerek şifahen ve gerek verdikleri muhtırada tahriren kullandıklan lisan mahirane değil idi. Muhtırada dermeyan ettikleri vakayî ekseriyet üzere esassız ve mürettep idi. Maamafih zamanı derpiş ederek bunu yüzlerine karşı söylemedim. Zaman-ı münasibinde söylemek için sakladım. Muhtıra memurunun bâdema mesül tutularak mücazat edileceklerini kendilerine suret-i kat’iyyede ihsas edilmesini ve Ermeniler aleyhinde müteheyyic olan efkâr-ı ahaliyi teskin için cânib-i hükümetten bir beyanname neşrolunmasını talep ediyorlardı. Kendileriyle âdeta dertleştim. Haklarım teslim ettim. Fakat bu illete birlikte derman bulmaklığımızı tavsiye eyledim. Çok söz söylemeyeceğimi, ancak fiiliyat ile isbat-ı müddeaya çalışacağımı beyan eyledim.
Onlar çıktıktan sonra Dahiliye Nâzın’nı celbederek kendisiyle mü- zakere-i keyfiyet ettim. Kendisine bir tezkere ile beraber muhtıranın gönderilmesi ve evvelemirde kendi tarafından vakayî-i mahalliye hakkında tahkikat icrası ve beyanname neşri münasip
görülmediğinden o akşam Osmanlı Ajansı ile bu bâbda tarafımdan bir mülâkat ilanı ve orada Ermeniler’in muharebe-i âhirede müdafaa-i vatan hususunda gösterdikleri kahramanlık ve fedakârlık gösterilerek bu
suretle tes- kin-i efkâra gayret ve husul-i meramlarına hizmet
edilmesi karargîr
oldu. Derhal, Osmanlı Ajansı Salih Gürci Bey’i celb ile o dairede uzun bir mûlâkat neşrettim fakat Kürtler’in dahi mazlum olduklannı beyan ile onları da okşadım.
Gece, Harbiye Nezâreti’ne avdetimde bazı telgrafları mütalâa ve cevaplannı itâ ettim ve Müsteşar Fuad Paşa ile yine umûr-ı cariye hakkında müzakeratta bulundum.
30 Nisan 329 (13 Mayıs 1913) Salı:
Sabah Anadolu şimendiferleri direktörü Günter geldi. Muhacirin için istikraz etmekte olduğumuz üç milyon lira ile nihayet ûç milyon muhacir iskân ettirebileceğimizden ondan fazla gelecek muhacirler yine sefalette kalacaktır. Binaenaleyh Anadolu demiıyolu boyunca kumpanyanın muhacir iskânına teşebbüs edebileceğini düşündüğümden mümâileyhi bera-yı müzakere celbetmiş idim. Mûmâileyh kumpanyanm buna hazır olduğunu ve fakat hükümetin şerâit-i ik- raziyesini bilmek ve kendilerinin de ona göre ikrazda bulunmalarını temin için teşebbüsatta bulunmak lâzım geleceğini söyledi. Üsküdar ile İzmit arasındaki kıt’a meyve yetiştirmek için en müsait bir iklim olduğundan orada hat boyunca iskân olunacak muhacirin vasıtasiy- le orasını bütün Fransa’ya meyve yetiştirmek üzere bir bahçe haline koymak mümkün olduğunu beyan eyledi. Binaenaleyh bir gün evvel Ziraat Bankası’nın muhacirine suret-i ikrazma dair kaleme alman kanun lâyihasının bir sureti mûmâileyhe verilmek için icap edenlere emir verildi.
Badehu, İran hududuyla biraz iştigal ettim. Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Bağdatlı Sabih Bey bu bâbda sahib-i vukuf olduğu için mûmâi- leyhi Çatalca’nın sol cenahmda bulunan Onuncu Kolordudan cel- beylemiş idim. Bugün onunla müzakeratta bulundum.
Crédit Foncier[82] hakkında Mısır’a izâm olunacak hey’et Vitalis Efendi delâletiyle beni ziyaret etti.
Yemen için kur’a efradından zâbit yetiştirmek için bir talimat tertip ettirmiş idim. Bu talimat Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Riyâseti uhdesinde bulunan İzzet Paşaca bera-yı tedkik gönderilmiş idi. İki ay mürûr ettiği halde henüz cevap gelmemiş idi. Nihayet telefon vasıta- siyle sual edildi. Ondan sonra alelâcayip bir cevap geldi. Bunun üzerine oraya bir erkân-ı harbiye zâbiti izâm olunarak izahat-ı şifahiye verilmiş idi. İzzet Paşa umum ordu için zadegân evlâdından binbaşı rütbesine kadar terakki etmek üzere alaylı zâbit yetiştirilmesini teklif ediyor ve Yemen için yine eskisi gibi biTintihab zâbit izâmını tensîb ediyordu. Bunlara yalnız kıdem zammı verilecek idi. Halbuki kıdemin daima tebeddülâta dûçar olmasından nâşi zâbitân arasında büyük
bir adem-i hoşnudi vardır. İzzet Paşa burasını nazar-ı dikkate almadığı gibi meşrutî bir hükümette zadegandan zabit yetiştirilmesine de kalkmış idi. Bunu Meclis-i Mebûsân’a nasıl kabul ettireceğimizi hiç düşünmüyor idi. İzzet Paşa ile ordunun yeniden tensiki işinde uyu- şamayacağımızı tamamen anladım. Müşarileyhe ba’de-s-sulh başka bir memuriyet vermekliğim icap ediyordu.
Bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim, öğleye doğru Bâbıâlî’ye gittim. Vükelâdan bazdan beni ziyaret ettiler. Mesâlih-i cariyeyi tesviyeden sonra Meclis-i Vükelâya gittim. Bidâyette mesâlih-i cariye ile meşgul olduk ve birçok iş çıkardık.
Meclisin sonuna doğru Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan mevrud bir telgrafhameyi meclise kıraat ettim. İngiliz memurların biran evel İngiltere Hükümeti’nce tayinine ve Suriye ve Irak gibi mahaller için bitaraf hükümetlerden ecnebi memurlan celbine dair müşarileyhe keşide ettiğim telgrafnamenin cevabı idi. Tevfik Paşa o gibi mahallere nereden memur getirileceğini yine Ingilizler’e terketmek münasip olacağım ve paskalya münasebetiyle şimdiye kadar memurların tayinine muvaffakiyet elvermediğini iş’ar ediyor idi. Bundan başka ıslahata da bir gün evvel başlanması lüzumunu dermeyan eyliyor idi.
Islahata evvelâ şarkî ve şimalî Anadolu mıntakalanndan başlamak lâzım geldiğinden bu iki mıntakaya kimlerin müfettiş-i umumî tayini hususunda meclisten istifsar ettim. Hüseyin Hilmi Paşa, Hakkı Paşa, Necmeddin Bey isimleri geçti. Halbuki o gün Hüseyin Hilmi Paşa’dan aldığım cevapnamede Suriye Müfettiş-i Umumî- liği’nin kabulünü kendisi için bir mes’ele-i vataniye addetmekte ise de Meclis-i Mebüsân bi’l-ictima memâlik-i Osmaniye’nin müfettiş-i umumîliklere taksimini kabul ile bu bâbda icap eden levâyih-i kanuniyeyi tasdik ettikçe[83] bu memuriyeti kabul etmeyeceğini ve bundan başka gerek kendisinin ve gerek refikasının birkaç mâh tedaviye ihtiyaçlarından dolayı Eylül’den evvel Avrupa'yı terk dahi edemeyeceğini yazıyor idi.
Kanun-ı Esasî’nin şimdiki hal-i esef-iştimale vaz’ma sebeb-i yegâne Hüseyin Hilmi Paşa’dır. Zira, tâdilât-ı âhire onun zamanında yapıldı. Buna karşı kendisi hiçbir güne muhalefette bulunmadı. 0 tâdilât ise tezebzübât-ı âhireye sebep olmuştur. Şimdi de ıslahat işini Meclis-i Mebûsân’ın ictimaına terketmeyi tavsiye ediyor ve Mechs-i Mebüsân’m ıslahata muktedir olacağı zannında bulunuyor. Halbuki bu ıslahat ancak yegâne bir demir el ile yapılabilir idi. Ben buna azmetmiş idim. Halbuki Hüseyin Hilmi Paşa gibi ricâl-i zamaneden tanınmış zevât yine avampesendâne mütalâat ile bana mâni olmak istiyorlardı. Tâdâd ettiğim isimlerin hiçbiri ne sulh konferansı murahhaslığını, ne müfettiş-i umumîliği kabul etmiyor-
lardı. Kimi kendini tarihte lekelememek, kimi işini gücünü terket- memek endişesiyle seyirci durmak istiyordu. Halbuki memleketin sabra tahammülü yok idi. Memleket batıyordu. Bu halde bulunan bir memlekette Meclis-i Mebûsâni toplamak, onun yapacağı kava- nin lâyihasiyle memleketin kurtarılacağı zannmda bulunmak pek müskit bir iş, tevehhümattan ibaret birşey idi. Bereket versin ki o günkü Meclis-i Vükelâ’da gördüğüm hâlet-i ruhiye bana yine taze hir ümit verdi. Meclis şarkî ve şimalî ve cenubî Anadolu mmtakala- nna birer İngiliz müfettiş-i umumînin celbine karar verdi. Temettü vergisi emr-i cibâyetinin Düyûn-ı Umumîye’ye terkiyle bunun ecâ- nibçe kabulünde gördüğümüz müşkilâtın izâlesi lüzumu hakkında muhterizane dermeyan ettiğim mütalâaya karşı gümrüğü, âşân dahi Düyûn-ı Umumîye İdaresi’ne terketmek münasip olacağmı söyleyenler oldu. Meclisin şu hâlet-i ruhiyesi artık her şeyi yapabileceğime bana ümit verdi.
Almanya’dan getirilecek generalin İzzet Paşa tarafından muhalefete düçar olacağım teemmül ediyordum ve İzzet Paşamı müfettiş-i umumîliklerden birine tayin etmeyi ve bu suretle orduyu elinden kurtarmayı düşünüyor idim. Mecliste gördüğüm şu hâlet-i ruhiye ordunun Alman generali vasıtasiyle tensiki için ona kolaylıkla bir lâyiha-i kanuniye kabul ettirebileceğim ümidini bahşediyor idi. Ordu dağılıncaya, kıtaât yerli yerine gidinceye kadar İzzet Paşa’ya bu bâbda birşey açmamayı ve ondan sonra yapacağımı birden yapmayı tasmîm ettim ve Tevfik Paşa’ya verilecek cevabı yarma tâlik ile meclise hitam verdim.
0 günkü Sabah ve Tanin gazeteleri hükümet-i seniyyenin iki Brezilya dritnotu ve dört Fransız torpidogeçerini mübayaa edeceği hakkında Times’dan naklen bir havadis neşretmişlerdir. Times, Devlet-i Aliyye’nin bu gemileri Adalar mes’elesinin hîn-i hallinde kuvvetli bulunmak için tedarik etmek istediğini de yazıyordu. Es- ranmızın bu suretle fâş olmasma müteaccip kaldım. Mukaveleyi, Harbiye Nezâreti Tercüme Kalemi’nde tebyiz ettirmiş idim. Bunun oraca veyahut bankalarca fâş edilmiş olması icap ediyordu. Bu havadisi gazetelere kendiliklerinden tekzip ettirmekten başka bir çare bulamadım.
O gün sei asker-i esbak Rıza Paşa’nın mahdumu Süreyya Bey bana müracaatla bir Osmanlı sermayedaran hey’etinin seyr-i sefain idaresi vapurlarım mübayaa ile bir şirket teşkil etmeye ve Samsun-Sivas şimendiferini inşa eylemeye talip olduğunu söyledi. Her ikisi hakkındaki teşebbüsatı kendisine hikâye ettim. Veya ona demiryollarına müntehi dar hatlar veya sevâhilde birtakım dere ve vadileri takip eden şimendiferler inşasında kendilerine her güne muavenette bulunacağımı mûmâileyhe temin
eyledim. Memnunen yanımdan ayrıldı.
1 Mayıs 329 (14 Mayıs 1913) Çarşamba:
Sabah, Mösyö Günter geldi. Muhacirin iskânı ve seyr-i sefain için istikraz olunacak 170 bin lira hakkında kendisiyle müzakeratta bulunuldu. Hudud-ı İraniye’ye dair Miralay Şükrü ve Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Sahih Reyler ile görüşüldü. Bu esnada Üsküp Müftüsü Arslan Efendi refakatinde diğer bir Üsküplü olduğu halde beni ziyaret etti. Zavallı müftü İstanbul’a hicret etmiş idi. Üsküp’teki ahvâli hikâye etti ve Priştineli Haşan ve Necip Draga ile Said Hoca’nın ve Şaban Paşa’nın yeis ve kederlerini tavsif etti. Ben de onlann memlekete ve Arnavutlar’a ettikleri fenalığı izah ile kendilerine ve kendi gibilerine lânethân oldum. Mümâileyh müftü, bâb-ı fetvâda bir memuriyet istiyordu. Başımda kendisi gibi yirmi bin kişi mevcut olduğunu söyledim ve devletin verdiği nısıf maaş ile iktifa etmek icap eylediğini anlattım.
Bu esnada Başmabeyinci Halid Hurşid Bey geldi. Yüzü sapsan kesilmiş, soluyor idi. “Affedersiniz bugün sizi kendi hususî bir işim için taciz ettim” dedi. Cebinden bir mektup çıkardı. Ekrem Bey nâmında bir mülâzım tarafından yazılmış ve hareme verilmezden evvel eline geçmiş idi. Mektup âşıkane bir mektup idi. Birtakım kitaplann hediye edildiğinden bahis idi. Ekrem Bey bu mektubu Halid Hurşid Bey’in kerimesine yazıyor idi.
Hurşid Bey’e dedim ki:
- Zabit edepsizlik yapmıştır, cezasını bulur Ancak bunda namusa müteallik birşey yoktur. Kerimeniz elbette teehhül edecek. Ekrem Bey ona arz-ı muhabbet ediyor ve hediye olarak kitaplar takdim eyliyor. Kitaplar neye dairdir?
Kitaplann teehhül edecek kızlara mahsus resâilden olduğu cevabım verdi. “İşte maksat bununla da anlaşılıyor” dedim. Bu suretle mahcubiyetini izâle etmek istedim. Kalktı gitti badehu kitaplan da gönderdi.
Bu iş bittikten sonra bazı mesâlih-i cariye ile meşgul olduğum sırada Hariciye Nâzın beni ziyaret etti. Bulgarlar’ın Arnavutluk’tan gelecek askerleri Çatalca’da istihdam edeceğimizden havfen nakliyata itiraz ettiklerini ve fakat askerleri Beyrut’a ve hastalan İstanbul civa- nna nakledeceğimiz hakkında teminat verirsek işin yoluna gireceğini söyledi. Birgün (?) bu teminatı verdiğim cevabmı itâ ettim. Birlikte Bâbıâli’ye gittik.
Burada evvelâ Bank-ı Osmanî başdirektörü beni ziyaret etti. Üç milyonluk muhacirin istikrazım banlan vermek istediğini ve fakat şifre ile muhabereye telgrafhanece müsaade olunmadığını söyledi. Lâ-
zım gelen müsaadeyi itâ edeceğimi cevaben beyan ettim. Kalktı gitti.
Arkasından mühendis Mösyö Şöbliye geldi. Bununla Cebel-i Lübnan kadastrosu hakkında konuşacak idim. İşe tamamen haberdar değil idi. Paris’e yazıp on gün sonra cevabını getireceğini söyledi.
Osmanlı Ajansı Salih Gürci, Ermeni Patriki’nin beni ziyareti üzerine verdiği muhtıra muhteviyatından bahisle vuku bulan ve gazetelerle ajans tarafından neşrolunan beyanatımın gerek mahafil-i ec- nebiyede ve gerek Ermeniler nezdinde pek ziyade hüsn-i tesir hâsıl eylediğini haber verdi. Aynı zamanda her gün Beyoğlu’nda Ermeniler aleyhine icra kılman kıtal ve mezalime dair Anadolu’dan mevrud telgrâfname şeklinde hususî varakalarla vuku bulan neşriyattan bahisle bu varakalardan birini bana irâe eyledi. Ben de bunu Dahiliye Nâzm’na verdim. Mümâileyhin bundan haberi yoktu. Bu varakalar her gün neşrile sefaretlere vesair mahafil-i ecnebiyeye tevzi edildiği halde bundan Dahiliye Nâzırı’nın haber almaması polisimizin dere- ce-i faaliyeti için güzel bir mizandır. Böyle bir polis ile her taraftan entrikalara mâruz kaldığımız şu memlekette nasıl idare-i umûr edilebileceğini artık düşünmelidir. Mezkûr varaka üzerine bizzat icra-yı tahkikata mecburiyet hissedildi.
Başmabeyinci Hurşid Bey bugün ikinci defa olarak beni ziyaret eyledi. Esvapçıbaşı Sabit Bey ile beraber taraf-ı şâhâneden gönderilmiş ve Almanya İmparatoru hazretlerine 25. sene-i devriye-i cülû- sunda cânib-i şâhâneden yapılması mazhar-ı tensîb-i şâhâne olan bir kâr-ı kadîm murassa kâse ve bir de yine kâr-ı kadîm dürbün irsal buyurulup bunlardan hangisinin irsâli münasip olacağı istifsar buyrulmuştur. Bizce kâse tercih edildi. Aynı zamanda Damad Ferid Paşazade Sami Bey’in zât-ı şâhâneye bir arzuhali irâe olundu. Bu zât askere alınmış ve kendisine mûlâzımlık rütbesi tevcihiyle beraber fahri yaveran silkine de ithal kılınmış idi. Lâkin hükümet aleyhinde ötede beride daima söylenip duruyor idi. İstanbul Muhafızı Cemal Bey, Garp Ordusu’ndan vürud ederek Derince îstasyonu’nda karaya çıkanlacak zuafâ-yı askeriyenin temin-i istirahatı için memleketlerine isâline memur zâbitân meyanına Sami Bey’i dahi ithal ile kendisine bu bâbda bir tezkere yazmış idi. Bu muamele Sami Bey’in gücü giderek nezd-i şâhânede şikâyetle izâmında ısrar edildiği halde askerden istifaya müsaraat eyleyeceğini arzetmiş idi. Askerden istifa etmesi pek muvafık olduğundan şikâyetnamesine bir cevap verilmemesini istirham eyledim.
Saat beşte Meclis-i Vükelâya dahil oldum. O gün Meclis-i Vükelâda nevahî kanunu müzakere olundu ve kanunun 36. maddesine kadar olan muhteviyatı tasdik edildi. Meclisin nihayetinde Filipin ahali-i İslâmiye’sine Finley nâmında Filipin vali-i sabıkının delâletiyle cânib-i hilâfetpenahîden istirham olunan vasaya ve nasâyih-i dinda-
raneye dair cânib-i meşihat-ı Islâmiye’den yazılacak mektup suretinin leffiyle atebe-i hilâfetpenahiden icrası tabii olan istizana dair bir mazbata kıraat ve imza edildi. Filipin’de sekizyüz bin kadar ahali-i İslâmiye mevcut olup bunlara hitaben cânib-i meşihattan katil, sirkat ve serhoşluk gibi ahvâlin mugayir-i şer’-i şerif olduğu yazılarak temin-i maişet-i dünyeviye için kendilerine bazı nasâyih-i dindarane icra olunuyor idi. Sultan Hamid zamanında bu yolda icra kılınan nasâyihten çok fayda görüldüğü için bu kere Finley’in talep ve müracaatı üzerine bunlar tekrar olunmuştur. Aynı zamanda masârifi Amerika Hükümeti tarafından tesviye olunmak üzere Filipin için dört hocaefendinin dahi izâmı takarrür eylemiş idi.
O gün meclis mün’akit iken evvelki günkü mecliste Anadolu için celbolunacak Ingiliz memurlar hakkında Londra Sefiri Tevfik Paşa’ya bir telgrafname yazdım. Taşralarda mıntakalara memuren istihdam olunacak müfettiş-i umumînin vazifesi hikâye edildikten sonra serâ- medan-ı memurinden şarkî ve şimalî ve cenubî Anadolu mıntakası için bir müfettiş-i umumî ile üç jandarma alay kumandanı ve birer jandarma, nafıa, ziraat ve adliye müfettişi daha talep ettim.
2 Mayıs 329 (15 Mayıs 1913) Perşembe:
Sabah, Düyûn-ı Umumîye Müdir-i Umumî’si Mösyö Pisar geldi. Kendisini ben celbetmiş idim. Temettü, gümrük, aşar, ağnam ve belki de emlâk vergilerinin emr-i cibâyetini mütalâası veçhile Düyûn-ı Umumiye’ye havale etmek fikrinde olduğumu ve birçok tedkikat ve teemmülâtta bulunduktan sonra buna karar verdiğimi söyledim. Lâkin işe nasıl ve ne vakit ve ne gibi şerâitle başlanacağım bilmek istediğimi beyan ettim. Düyûn-ı Umumîye Ingiliz ve Felemenk Dâyinler Vekili Sir Adam Block ile bu bâbda müzakere edebilmek için mûmâi- leyh benden mezuniyet talep etti. Muvafakat ettim. Müzakerat mah- remâne ve suret-i hususîyede icra olunmak meşruttur.
Badehu, Cemal Bey geldi. Meclis-i
Sıhhiye Reis-i Sânîsi Namık Bey’i nefyetmeye karar vermiş olduğunu Almanya baştercümanın- dan işitmiş idim. Sıhhat ve adem-i sıhhatini sordum. Sahih olduğunu söyledi. Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdiğimizde hâkan-ı sabıkın hafiyelerini bile muhakemesiz nefyetmediğimizi ve şimdi bir memurun olmadığı halde nefyedilmesi acaip olacağım söyledim. Ancak bu suretle idare edebileceğini, aksi takdirde istifa eyleyeceğini söyledi. O halde bırakalım dedim. Benim tecrübe veya süferâ ile temasım kendisine nisbetle daha ziyade olmaktan dolayı bu gibi hususatta vesâyâma iktifa olunmak lâzım geldiğini ve bunu talep etmek hem vazifem ve hem de hakkım olduğunu kendisine izah ettim. Yumuşadı. Tevilâta ve Namık Bey’e suret-i kat’iyyede emir
vermediği-
ne dair beyanatta bulundu. Yeni teşkilâtta kıtaât kumandanlıklanna tayin olunacak erkân ve ümerâ hakkında İzzet Paşa ile müzakeratta bulunmak ve bu işi Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ve Enver Beyle kendisinden mürekkep bir komisyonca yapmak lüzumundan bahsetti. Bunu muvafık gördüm. Evvelemirde, İzzet Paşa ile görüşmesini söyledim. Müşarileyhe bu bâbda bir tezkere yazılmasmı istedi. Yazdım, kendisine verdim.
Garp ordusu kumandanlığına yazdığım bir telgrafnamede Yu- nan’ın sözünden nükûl ile askerin nakline mümanaat ettiğini ve fakat bu bâbda devletlerle muhaberat icra edilmekte olduğunu yazdığım sırada kıtasiyle beraber Dersaadet’e gelmek arzusunu izhar eden Esad Paşa’run oyalandırılarak şimdilik orada alıkonulması lüzumunu bildirdim.
Kuveyt itilâfı şâyî olmuş. Almanya’nın da menâfii muhafaza edildiği ve itilâfın Osmanlı-İngiliz-Alman itilâfı olduğu gazetelerde mevzubahis olmaya başlamış olduğundan Fransız gazeteleri Fransa’nm Memâlik-i Osmaniye’nin taksiminde geri kaldığı beyaniyle Fransa Sefiri Bompard’a ve Fransa Hükümeti’ne saldırmaya başlamışlardı. Binaenaleyh, Fransa Sefiri’ni görerek bu bâbda kendisine tesliyetâ- miz mütalâatta bulunmak istedim. Fransa Sefarethanesi’ne gittim ise de sefiri orada bulmadım.
Bâbıâli’ye avdetimde Avusturya Sefiri beni bekliyor idi. Müşarileyh çay ziyafeti vermiş iken Viyana’dan bir telgrafname almış ve beni görmek için gelmiş idi. Bu telgraf Adakale’nin Avusturya ve Macaristan tarafindan işgal edildiğine dair idi. Devlet-i Aliyye, Midye-İnoz hattının garbinde bulunan memâliki Arnavutluk müstesna olmak üzere düvel-i müttefikaya terkettiğinden Adakale’nin de bu meyanda addolunarak Sırplar tarafından işgaline mübaderet olunacağım ve buna meydan vermemek için Macar Hükümeti tarafından işgal olunduğunu haber verdi. Bundan dolayı Avusturya ya ilân-ı harp etmeyeceğimizi, ancak mes’elenin Meclis-i Vükelâ’da tezekkürü ile neticesini bildireceğimi söyledim.
Hariciye Nâzın geldi. Bu bâbda kendisiyle de müzakere ettim. Sûferâya, Arnavutluk’tan gelecek askerimizi harp olursa meydan-ı harpte istihdam etmemeyi müteahhit olduğumuza ve yalnız [84] İzmit’e şevkiyle bakiyesinin Beyrut ve Mersin’e çıkarılacağına dair bir telgrafname keşide ettik.
Gulner nâmmda bir serseri Viyana’da Hüseyin Hilmi Paşaya müracaatla dritnotlar hakkında evvelki kabine zamanında yaptığı mukavele müstemirr olduğunu beyan etmiş olduğundan tedkik-i keyfiyet edildikte merkumun ileride bizi uğraştırabileceği anlaşıldı. Binaenaleyh, Süzerman’ın kendisine müracaatla Brezilya dritnotla-
mu mübayaa için beşyüz bin frank vaadiyle kendisini tavsit ettiği baklandaki iddianın Süzerman’a beyaniyle mütalâasının iş’an Berlin’e yazıldı. Maksat, Süzerman’ın fikrini anlamak ve Gulner’e on gün vade itâsiyle bu müddet zarfında Londra’daki memurlar da dritnot- lan muayene ettirmediği halde kontratın mefsuh olduğunu tasdik ettirmekten ibaret idi.
Perşembe günü yedi buçukta Üsküdar’a geçtim. Geceyi orada geçirdim.
3 Mayıs 329 (16 Mayıs 1913) Cuma:
Cuma selâmlığından saray-ı hümâyuna azimetle orada taam ettim. Behiye Sultan’ın, Abdurrahim Efendi’nin maaşâtı ve surre emaneti gibi saraya ait işlerle iştigal ettim. Selâmlıktan sonra huzura kabul edildim. Huzurda yine sulhten, Yıldız tamiratından bahsedildi. Bu esnada karnıma bir vecâ geldi. Zât-ı şâhâne ne olduğunu sordu. Hakikati söyledim. Telâş etti ve beni terhis etti. Badehu, saraya gittim. Bir amel oldu. Vükelâ odasına geldim. Birinci ve ikinci mabeyinciler kolonya şişesiyle beraber bekliyorlardı. Karnıma kolonya sürmek istediler. İstemedim. Cemil Paşayı zât-ı şâhâne gönderdi. Muayene etti. Yelden ibaret olduğu anlaşıldı. Badehu, veliahdı ziyaret ettim. Müşarileyhle uzun uzadı sözler söyleştik. Nihayet, Kanun-ı Esasi mevzubahis oldu. Bunu tebdil lüzumunu ileri sürdüm ve bana muavenette bulunmalarım istedim. Muvafık gördü ve vaad-i muavenet eyledi.
Üsküdar’a geçtim. Evde birçok zevât bekliyorlardı. Bu meyanda Sabah sahibi Mihran Efendi dahi vardı. Müsadere olunan bir vapuru -ki, Yunan bandırasını hâmil olmak itibariyle bidâyet-i harpte müsadere olunmuş idi- hakkında bir istida yazmış, tervicini istiyor idi. Bu esnada hünkâr yaveri Fuad Bey geldi. Taraf-ı şâhâneden keyfimi sual için gelmiş idi. Teşekkür ve dua ettim.
4 Mayıs 329 (17 Mayıs 1913) Cumartesi:
Geceyi evimde geçirdikten sonra sabah sekizde İstanbul’a geçtim ve Harbiye Nezâreti’ne giderek bazı mesâlih-i âdiye ile meşgul oldum. Bir müddet müsteşar paşa ile müzakeratta bulundum. Jandarma Umum Kumandan Vekili geldi, onunla da görüştüm. Hüseyin Kadri Bey geldi. Jandarma Zâbitân Mektebi’ne talebe alınması lüzumundan ve bilâhare Çester Projesi’nden bahsetti. Badehu, bir hayli hu- dud-ı İraniye işiyle meşgul oldum. Rus ve İngiliz notasına verilecek cevabı hazırlamaya başladım. Badehu, reji müdürleri geldiler. İki gün sonra rejinin tecdidi hakkında kendileriyle görüşeceğimi söyledim.
Bâbıâlî'ye geldiğimde Dahiliye Nâzın geldi. Bu esnada bahriyeden alınan bir tezkerede İbnissuud’un .... ve iskelesi olan El Acirî zaptettiğini ve oradan El Katif üzerine yürüyeceğini bildiri[li]yordu.
Bahr-ı Ahmer’de bulunan Hamidiye kruvazörünü oraya göndermek istedik. Lâkin orada Seyyid İdris mes’elesi vardı. Oradan gaybubeti caiz değil idi. Müzakere-i keyfiyeti Meclis-i Vükelâya tâlik ettik.
Mahmud Muhtar Paşa’dan alınan telgrafnamede Süzermanla görüşmediğini, merkumun mukavelesinin münkazi olduğunu, zırh- lılann pahalı alındığmı, işin içinde para oyunu olduğunu ve maa- mafih Süzermanla görüşmek için bir emre daha muntazır idüğünü yazıyordu. Görüşmesi emrolundu.
Tevfik Paşa’dan (Londra Sefiri) gelen telgrafnamede müfettiş-i umumîler ve cenubî Anadolu mıntakası için de memurlar hakkındaki telgrafname üzerine Hariciye Müsteşan dahi hazır olduğu halde Sir Edward Grey ile görüştüğü ve mezkûr telgrafname hûkûmet-i seniy- yenin ıslahat hakkındaki niyet-i halisânesini İngiltere nezdinde tamamen isbat eylediğinden ve bilhassa yalnız Rus hududundaki vilâyata değil, diğer vilâyetlere de Ingiliz memurları celbiyle Rusya’nın haset ve istirkabı bu suretle izâle edilmiş olduğundan dolayı fevkalâde hûsn-i tesir hâsıl eylediği iş’ar olunuyor idi. Bu telgrafname üzerine Hariciye Nâzın Said Paşa ile müzakere ettiğim esnada Alman Sefiri’nin ziyaret için geldiği haber verildi. Müşarileyhi diğer bir odada kabul ettim.
Alman Sefiri, Berlin’den aldığı bir telgrafnameyi suret-i mahremâ- nede okudu. İtalya’nın Epir’de Arnavutluk hududunu tevsi’ ile Korlü Boğazı’nı Yunanlılarîn yedinden almak için bilûmum Adalar’m Yunanlılar’a verilmesi cihetini iltizâm ettiği ve Avusturya’nın dahi İtalya’yı bu hususta iltizâm edeceği ve itilâf-ı müsellesin zaten bu fikirde olduğu ve binaenaleyh Almanya’nın Adalar işinde yalnız kalacağı beyaniyle Adalar’m askerî surette bîtaraflığı istihsal olunmasiyle BabIâli’nin iktifa edip etmeyeceği istifsar olunuyor idi. Askerî bîtaraflığından maksat Adalar’da tahkimat yapılmamak ve orada askeri liman ittihaz olunmamaktan ibaret idüğû vuku bulan istizahım üzerine müşarileyh tarafindan ilâve edildi.
O gün Roma Sefiri Nâbi Bey’den gelen bir telgrafnamede ittifak-ı müselles her ne kadar Adalar’m elimizde kalmasına sâi ise de İngiltere’nin ba’de’t-tahliye ahali-i mahalliyenin tarafımızdan su-i muamele göreceği zehâbiyle Adalar’m Yunanlılar yedinde bırakılması fikrini iltizâm ettiği ve binaenaleyh Ingiltere’de bu bâbda teşebbüsatta bulunmaklığımız icap edeceği iş’ar ve ancak Epir’de bazı tâvizât mukabilinde İtalya'nın dahi Adalar’m Yunanlılar yedinde kalmasını iltizâm etmesi fikrince melhûz olduğundan bu bâbda Dersaadet İtalya Sefiri nezdinde cânib-i Bâbıâlî’den icra-yı teşebbûsat edilmesi tavsiye olunuyor idi.
İngiltere’nin Adalar’m elimizde kaldığım arzu etmemesine Anado-
lu’nun elimizde kalacağmdan kat’-ı ümmid etmesi ve binaenaleyh şimdiki fırsatı fevtetmeksizin mezkûr Adalar’ın küçük Yunan Hükü- meti’ne itâsiyle bunların müstakilen bir hükûmet-i muazzama canibinden istilâsı önünün alınması arzu eylemesi dahi sebep olarak Cavid Bey’den aldığım bir mektupta hikâye olunuyor idi. Bu sebep bence daha mâkul idi. Almanya Sefiri’ne buralannı hikâye ederek hükûmet-i seniyyenin hem Anadolu’nun istikbalinden İngiltere’yi ûmidvâr etmek ve hem de ahalinin su-i muamele göreceği zehâbını izâle eylemek üzere Bâbıâli’nin cenubî Anadolu mmtakasına da İngiliz memur ve müfettişleri celbine karar verdiğini hikâye ettim ve keyfiyeti Londra Sefirimiz’e de yazdığım cihetle oradan gelecek cevaba intizaren şimdilik bu bâbda birşey söylemeyeceğimi söyledim.
Müşarileyh biraz telâş etti. Bağdat hattı İngiliz memurlannın taht-ı nezâretinde bırakılacak olursa Almanya efkâr-ı umumîyesinin pek ziyade müteheyyic olacağını ve bu halde Almanya ve İngiltere'yi şarkta barıştırmak için takip ettiğim meslek i siyasinin adem i muvaffakiyete iktirân ederek Almanya'nın aleyhimizde bulunacağım iddia eyledi.
Almanya’dan bir general ve bir hey’et celbiyle orduyu ona vereceğimi ve maarif umûrunu da Almanlar’a tevdi eyleyeceğimi beyan ile Almanlar’ın bun[dan] ziyade bir talepte bulunamayacaklarını ananesiyle izah ile kendisini iknâya çalıştım. Bunun şimdiden hâniyle Alman efkâr-ı umumîyesinin okşanmasını teklif etti. Ordu Çatalca’da iken bunu ilân etmek caiz olmadığını ve çünki başkumandan vekili İzzet Paşa’mn Almanlar’ın celbi aleyhinde bulunduğunu söyledim. Bu mütalâamın isabetini tasdik etti. Bu zemin dairesinde Berlin’i iknâya çalışacağını vaad etti.
O gün Yunan ordusunda istihdam olunan Fransız generali ile Yunan Hükümeti beyninde Fransız hey’et-i askeriyesinin suret-i istihdamı hakkında mün’akit mukaveleyi tedarik etmiş idim. Bunu sefire gösterdim. îfadatımm samimiyetine kail olmuş idi.
O gün Dahiliye Nâzır-ı esbakı Talât Bey de beni ziyaretle İzzet Paşa’nm notlannı temhîd ve binaenaleyh kendisine Irak müfettiş-i umumîliğinin tevcihiyle ordunun başından fekki münasip olacağını izah etmiş idi. Benim de bu fikirde olduğumu kendisine söyledim.
Meclis-i Vükelâ’da Yunan ve Bulgar ittifakı tarafımdan mevzubahis edildi. Zira ileride bana bu bâbda edilen müracaat duyulursa ihtimal ki vükelâ-yı hâzıra tarafından dahi muâheze olunurum. Yanya Kumandam Atina’da esir-i harp Esad Paşa’nm biraderi Vehib Bey’den aldığım mektupta Yunanlılar’ın bizimle ba’de-s-sulh ittifaka talip oldukları ve müzakerat icrası için şimdiden Atina’ya bir mutemedin ızâmı lüzumu iş’ar olunmuş ve bir şifre gönderilmiş idi. Şifre ile muhabereye Yunan Hükümeti’nin müsaade edeceği ilâve olun-
muş idi. Keyfiyeti izah ettiğimde ekseriyet fikrimi iltizâm [ile] şu sırada Yunanla ittifak müzakeratma girişmemeye karar verdi. Adalar mes’elesinde bize müsaadekârane davrandıkları halde ba’de-s-sulh ittifak müzakeratma mübaşeret edebileceğimizi beyan etmekliğimiz cihetini iltizâm edenler olduysa da şimdilik ne gibi şerâitle ittifaka talip olduklarının istifsarı ile oyalandınlmaları recinde bulunanların fikri galebe etti ve bu suretle karar verildi. Hüseyin Hilmi Paşa, Viyana Bulgar Sefiri’nin kendisiyle ittifakımız hakkında görüşmeye talip olduğunu yazıyordu. Görüşüp fikrini öğrenmesi lüzumu kendisine bildirildi. Adakale’nin işgali mes’elesi de mevzubahis edildi. Adakale otuz seneden beri Avusturya ve Macaristan işgal-i askerisi altında olarak bir idare-i hususîyeye tâbi olmak hasebiyle Midye-înoz hattı- mn garbında olup müttefikine terkolunan arazi meyanına ithal olunamayacağı beyaniyle statükonun muhafazası hem bizim ve hem de Avustuıya ve Macaristan’ın menâfiine tevafuk edeceği Viyana Sefi- ri’ne yazılarak evvelemirde Viyana Hükümeti’ne bu suretle tebligatta bulunması ve verecekleri cevabı bildirmesi lüzumunun müşarileyhe iş’an takarrür etti.
Badehu, Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariye rüyet edildi. Seyr-i sefain nizamnamesi tasdik edildi.
5 Mayıs 329 (18 Mayıs 1913) Pazar:
Sabah erkenden Bahriye Nâzın Mahmud Paşa beni ziyaret etti. Meclis-i Mebüsân’ın küşadı, Kanun-ı Esasî’nin tâdili gibi hususat hakkında kendisiyle dîr ü dırâz müzakere edildi. Bahriye projesi ve sipariş olunan dritnotlar mes’elesi de mevzubahis edildi. Badehu, bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Ondan İtalya Sefiri’ni ziyaret etmek istedim. Esna-yı râhta Askerî Müzesi’ne uğradım. Müzeyi gezdim. Müze haricinde Tophane’den naklolunan dörtyüz kadar eski toplan da gözden geçirdim. Mün’akid mukavele mucibince bu toplar bir Alman’a füruht edilmiş ise de müze müdürü bunlan âsâr-ı atîka- dan itibarla müzeye nakletmiş idi. Vakıa, âsâr-ı atîkadan idiler. Lâkin bir kıymet-i mahsusayı gayr-i haiz idi. Binaenaleyh pek âdilerinin müteahhide itâsiyle imkânını (?) memur-ı mahsusuna tenbih ettim. Almanya Sefareti vasıtasiyle müteahhit bana müracaat etmiş idi.
İtalya Sefiriyle şundan bundan bahsettim. Müşarileyh kabinenin faaliyetini senâ etti. “Meclis-i Mebûsân’ı cem’ ettiğim vakit okuyacağım programda şunu bunu yapacağım demeyip bilâkis şunu bunu yaptım diyeceğim” dedim. Bu programın askerâne olacağını söyledi. Badehu, sebeb-i ziyaretimi ileri sürdüm. Adalar mes’elesinde İtalya’nın mev’ud müzâheretinin hükümsüz kalacağının bazı alâimden istidlâl edilmekte olduğunu beyan ettim. “Zira İtalya ve Avusturya
hükümetleri, Amavutluk’un tevsii için Yunanlılar! irzâ etmek maksa- diyle Adalar! kendilerine vermesi melhuzdur. Yunan Hükümeti’nin henüz mukaddemat-ı sulhiyeyi imza etmeye muvafakat etmemesi zannederim ki bu bâbda teşebbüsatta bulunmasından ileri geliyor" dedim ve İtalya'nın vaadine sadık kalmasını rica ettim. İfadatımı San Culyano’ya yazacağını ve fikrimi şiddetle terviç eyleyeceğini vaad etti. Bizim memurlann Trablusgarp için verilen bir vekâletnameye eya- let-i mümtâze tabirini kullandıklannı ve halbuki Trablusgarp'in artık eyalet-i mümtâze olmadığım söyledi ve bu muamelenin tashihini rica etti. Bu bâbda Hariciye Nâzın ile görüştüm. Hariciye’de Tunus ve Cezayir’e de böyle muamele edilmekte olduğunu ve Fransa’nın patent kanununu kabul için dermeyan ettiği metâlib-i hususîye meyanında bu maddenin dahi mevcut idüğünü ve binaenaleyh bu mes’eleyi ted- kik ile buna bir şekl-i mahsus itâsı için bir komisyon teşkili muktezi bulunduğunu söyledi. Muvafık olacağını beyan ettim.
O gün Londra Sefiri Tevfik Paşa’dan mevrud bir telgrafnamede Times’m nîm-resmî olarak neşrettiği bir makalede Bağdat-Basra şimendiferi müzakeratının her tarafı memnun edecek bir surette nihayet bulduğunun ve Türkiye’nin de umür-ı sulhiyede muavenete ve serbesti-yi iktisadiye[ye] nail olacağının yazıldığı iş’ar olunmuştur.
Petersburg Sefiri’nden gelen diğer bir telgrafnamede Mösyö Saza- nof tarafından vuku bulan teminata göre düvel-i müttefikaya uhud-ı atikadan istifade hakkının verilmesi düvel-i muazzamada mevzubahis olamayacağını söylediği yazılıyordu. Müşarileyhin diğer bir telg- rafnamesinde güya bizim onbeş bin kişiden ibaret bir kuvve-i aske- riyemizin İran’a tecavüzle bir karyeyi işgal ettiği ve İran’a ait Niftu karyesinin teb’a-i Osmaniye tarafından zer’edildiği hakkında bir telgraf aldığım beyan ile bu gibi harekâttan artık feragat edilmesinin ve Rusya devletinin hükümet-i Osmaniye’ye dost olup terakkisini cidden arzu eylediğinin ve bu bâbda diğer suretle vuku bulan beyanata itimad olunmasımn dermeyan olunduğu iş’ar olunuyordu. Oralarda onbeş bin değil bin beşyüz askerimiz bile yok idi. Bu havadis uydurulmuş idi. O havaliden aldığımız havadisât dahi bu kabilden uydurma idi. Lâkin merâkiz bunun farkında olmadığından maiyet memurlarının şu suretle bâzicesi oluyor idi. Maamafih mahallinin bu bâbdaki mütalâasını sordum.
Meclis-i Vükelâ’da evvel-be-evvel ihsâ mes’elesi müzakere olundu. Bu meyanda bulunan Marmaris vapurunun tamiratı hitam bulduğundan hareketine ruhsat itâsı için Londra Sefiri’ne telgraf çekildi. Bunun dârül-harekâtta kullanılmayacağı hakkında teminat verilmesi de mümkün idi. İngiltere’nin buna müsaade edeceği me’mûl olunuyor. Bu ganbot -ki altı top ile mücehhez ve 14 mil sür’atinde ve 500 ton cesametinde idi- Katif önünde zuhur edince İbnissuud’un
KatiPi istilâ edemeyeceği derkâr idi. Luhyeye avdet eden Yemen Valisi Seyid İdris’in cahil bir adam olduğu ve İtalya’dan silâh ve para almış olduğunun şüyuu üzerine nüfuzunun tenakus ettiği ve İmam Yahya’ya beyan-ı husumet edip onun aleyhine devletle ittifaka talip olduğunu ve verdiği varakada umum Yemen ve Asir Valiliği’ne tayini ve kaymakamların kendi tarafından nasbolunacak nüfuzunun oralarda cari olmasını istediğini ve maamafih askerin vesair memurla- nn dahi mahallerinde bulunmalarına müsaade edeceğini ve İtalya ve İngiltere hükümetlerinin kendisini iltizâm eyledikleri dairesinde ida- re-i lisan eylediğini ve merkumun kışa kadar oyalandırılarak badehu üzerine yürümek olacağını yazıyor idi. Şu hale nazaran Hamidiye’nin dahi Basra Körfezi’ne izâmı mümkün idi. Katar’daki askerin -İd İngiltere ile yaptığımız itilâf mucibince zaten tahliye olunacak idi- Katife şevki de teklifim üzerine tensîb olundu. Hâsılı, bu bâbdaki icraat bana havale olundu.
Mecliste Sabah sahibi imtiyazı Mihran Efendi’nin İtalya muharebesi esnasmda muvazaa suretiyle bir Yunanlı’ya ferağ edip Yunanistan tarafından seferberlik icrası akabinde müsadere olunan vapurunun yine kendisine iadesine karar verildi. Mihran Efendi meclisten evvel nezdime gelerek bunu rica etmiş ve elimi de öpmüş idi. Bununla beraber gazetesinde hükümeti inceden inceye tenkitten hâli kalmazdı.
Badehu, nevâhî kanunu tedkik edildi.
Akşam, Harbiye Nezâreti’ne avdetimde müşir Zeki Paşa’nın vilâyetten vuku-ı infisah üzerine askerî müfettişliğinden dahi infikâki lâzım geleceğine ve binaenaleyh vekâleti Mehmed Fâzıl Paşaya tevdi ile Dersaadet’e avdet eylemesine dair bir telgraf keşide ettim. Mehmed Fâzıl Paşaya da memuriyetini tebliğ ettim. Basra Fırkası Kuman- danı’na çektiğim telgrafnamede Marmaris Ganbotu’nun Bombay’dan ve Hamidiye’nin Hudeyde’den o tarafa geleceklerini ve şimdiden Katardaki askerin Katife nakliyle Katar’ın tahliyesini ve Elhufuf................................................................................ eden askerin de Katife şevkiyle orasının müdafaasını emrettim ve para da gönderdim. Hamidiye’nin hemen Basra’ya izâmı için de baş- kumandanlık vekâletine yazdım.
6 Mayıs 329 (19 Mayıs 1913) Pazartesi:
Sabah biraz rahatsız idim. Bir müshil aldım ise de yine sökmedi. Üç gündür tabiatım gelmiyor idi. Bu sıkıntı ile işe koyuldum.
Şükrü ve Sabih Beyler ile hudud-ı Iraniye işini tedkik ettim. Badehu, Garp Ordusu’ndan gelen mektuplan mütalâa ettim. Esad Paşadan gelen ve ona yazılan mektuplar sureti de var idi. Esad Paşa, Karadağ veliahdı Danilo, îşkodra Kalesi’nin teslimi hakkında akd-i mukavele sureti Garp Ordusu Kumandanı Ali Rıza Paşaya göndermiş
ve ondan da bir sureti leffen irsal kılınmış idi. Askerin eslihasiyle ve mühimmatiyle beraber kaleden çıkması hülâsa-i mukavelenameden ibarettir. Birkaç gün içinde nerelerinin teslim olunacağı da gösteriliyor idi. Esad Paşa Tiran’a geldiğini, parası ve erzakı olmadığını beyan [ile] Arnavutluk hükümet-i muvakkatesine karşı vaziyetini sual ediyordu. Garp Ordusu Kumandanı da Garp Ordusu’ndan firar eden bazı zâbitânın Dersaadet’te memuriyetlerde istihdam olunduklarını ve Cavid Paşa’ya yalandan bazı harekât-ı askeriye isnat edildiğini beyan ile şikâyet eyliyor ve bu halin zâbitân arasında tefrikayı mûcib olduğunu yazıyor idi. Levazımat Dairesi Reisi’ne bu kâğıdı verdim. Ekserisi levazımda istihdam olunduklan beyan olunan bu zâbitân hakkında tahkikat icra etmesi lüzumunu kendisine söyledim.
Badehu, bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettikten sonra Tophane’ye gittim.
Almanya’dan celbolunan 18 kıt’a 10,5 santimetrelik obüsleri gözden geçirdim. Pek yeni ve âlâ toplar idi. Tophane avlusunda bine karib cephane arabası ve bir hayli sıhhiye arabalan dahi var idi. Bunlan da gözden geçirdim.
Oradan saray-ı hümâyuna gittim. Hazine-i Hassa Nâzın, Haydarpaşa’da satılan arsa fiyatiyle -kırk bin lira- Sirkecide apartman yapmak istiyordu. Fabrika yapılırsa makine alınacak, halbuki kanun emlâk-i hâkaniye satılırsa esmâniyle yine emlâk mübayaa edilecek diyormuş.
Buna dedim ki:
-Zamanımızda elde edilen para ile apartman edinmeyi kocakanlar dahi yapabilir. Fabrika inşası için başka fikir lâzımdır.
Bunun üzerine mümâileyh çok durmayarak savuştu. Mefruşat Müdürü Akif Bey, Hereke fabrikasının tevsî’ini istiyor idi. “Bu fabrikayı üzerimden alınız” diyor idi. Bu da fabrikayı istemiyor imiş. Başkâtipten zât-ı şâhânenin ne fikirde olduğunu sordum. “Bahsi geçmedi, bilmiyorum” dedi. Saray adamlan arasında bir kumpanya teşkil ettikleri istidlâl olunuyor idi. Kumpanyanın başını başmabeyinci teşkil eyliyor idi. Başkâtip kendi halinde bir adam idi. Zaten sarayın halini beğenmiyor idim. Bakalım ne yapacağız.
Huzur-ı şâhâneye çıktım. Alelade sultan maaşatından, ebniye tamiratından ve nihayet Eyüp’te taraf-ı şâhâneden inşa edilmekte olan türbe ve mektepten bahis buyruldu ve bir gün mektebi ziyaret etmekliğim arzu edildi. Badehu, sultanzade Fahreddin Bey’in intihan mevzubahis edildi. Tecennün ettiği anlaşıldı. Zât-ı şâhâne, Sultan Aziz’in dahi kabl-el intihar tecennün ettiğini ve hattâ intihardan evvel Yıldız’a gitmek üzere bir hayvan ihzar edilmesini emrettiğini -kendisinin mahpus olduğunu tahattur etmeksizin- badehu hamama koştuğunu ve hamamda kalması validesi tarafından menolunması üzerine
odaya çıkarak ve kimse haberdar olmaksızın oda kapışım kapayarak kolunun damarlarını kestiğini müşarileyhin Midhat Paşa tarafından katledildiği hakkındaki rivayetin iftirayı mahz idüğünü hikâye buyurdular. Çünki zât-ı şâhâne, Sultan Aziz’in Napolyonün Prusya Kralı’na teslim olmasına hiddetle intihar etmemiş olduğundan dolayı onu ta’yîb ettiğini defaatle müşarileyhten işitmiş ve hattâ en sühûlet- li surette intihar hakkında Marko Paşadan -tabîb-i şehriyâri- vuku bulan suali üzerine kabl-el intihar sıcak bir banyo yapmak ve badehu ayaklan ile kollarım ustura ile çentiklemek halinde hiç hissedil- meksizin teslim-i ruh edileceğini istima etmiş imiş.
Bâbıâlî’ye geldiğimde süferânın ziyaretini kabul ettim.
Rus Sefiri: Hudud-ı İraniyede Mösyö Sazanofun Turhan Paşa’ya söylediği vak’ayı hikâye etti ve bundan dolayı şiddetle protesto ederek bir gün evvel hudud işinin bitirilmesiyle bu gibi vukuata önü alınması lüzumunu temhid etti. Protestoya hâcet olmadığını ve hududda bu gibi vakayîin zuhuru bence de arzu olunmadığını ve bu vukuatın aslı olup olmadığının da bir başka mes’ele idüğünü ve çünki tarafeyn hudud memurlannın vakayii daima mübalâğa ettiklerini ve ekseriya da yanlış malûmat verdiklerini söyledim ve protestoya karşı biraz adem-i hoşnudî irâe ettim. Badehu şimendifer mes’elesini açtı ve Erzincan’a oniki senede gidilebileceğini söyledi. Bunun için fevkalâde bir eser-i infial gösterdim. “Demin bana hudud vukuatından ve Ermeniler aleyhinde tecavüzat icra olunmasından bahsediyordunuz ve bunun bir an evel önünün alınmasını talep ediyordunuz. Şimdi de oralarda oniki seneden evvel şimendifer yapmayınız diyorsunuz. Bu iki talep birbirinin zıddıdır. Mösyö Sazanof Turhan Paşa’ya Rusya’nın Türkiye’yi müterakki ve kuvvetli görmek istediğini söylemiş. Tara- fimdan Mösyö Sazanof a yazınız. Türkiye’yi böyle görmek isteyenler onu şimendifer inşasında serbest bırakırlar. Sefir hazretleri, Türkiye’yi muhafaza etmek menfaatiniz icabındandır. Oraya başkalan yerleşirse en ziyade siz zayi edersiniz. Bunu da böylece Mösyö Sazanof a yazınız” dedim. Mûmâileyh tevilâta kıyam etti ve şimendiferlerin Ruslar tarafından inşası hakkındaki sözümü de bana derhâtır ettirmek istedi. “Evet, sizinle gayriresmî ve tamamen hususî olarak öyle birşey konuşmuş idim. Fakat şimdi de sizin dostunuz Fransızlar yapıyorlar. O da siz demeksiniz” dedim. İleride şimendiferler hakkında benimle görüşmek istediğini söyledi.
Fransa Sefiri: Mutâlebât-ı nakdiye, mekâtip, Tunus ve Fas ahalisinin tabiiyeti ve şimendiferler hakkındaki Fransa mutâlebât-ı hususî- yesinden uzun uzadıya bahsetti. Bu hafta içinde bununla meşgul olacağımı kendisine söyledim.
Avusturya Sefiri: Mahrem olarak Bulgarlar’ın bizimle doğrudan doğruya akd-i sulh etmek istediklerini haber verdi ve fikrimi sordu.
“Bulgarlar şerâit-i sulhiyeyi vazıh bir surette beyan eder de bu da tarafımızdan kabul edilirse doğrudan doğruya kendileriyle akd-i sulhe yanaşırım. Çünki aksi takdirde düvel-i muazzamanın tavassutu gibi bizim için büyük bir faydayı zayi etmiş oluruz. Bundan başka Bulgarlar bizimle sulh işini pamuk ipliğine bağladıktan sonra bütün kuvvetlerini Sırplar ve Yunanlılar üzerine -çünki bu aralık müttefiklerin arası pek ziyade açılmış idi- galebe çaldıktan sonra daha ziyade kuvvet kesbederek bize yüklenir ve o vakit birtakım tahammülfersâ teklifte bulunurlar” dedim. Mütalâamın selâmetini tasdik etti ve Sofya’dan Bulgarlarin şerâit-i sulhiyesini soracağım vaad etti.
İtalya Sefiri: Şundan bundan bahsetti.
İngiltere Sefiri: Kuveyt itilâfına dair bugün Londra’dan mufassal bir mektup aldığını, lâkin henüz okumadığını söyledi. Bu mes’elenin hüsn-i suretle tesviyesinden dolayı beyan-ı memnuniyet etti. Bizi terkedeceğinden dolayı beyan-ı teessüf ettim. Beş sene için İstanbul Sefareti’ne memur edildiğini ve bu müddetin hitam bulduğunu söyledi. İtilâfın daha evvel akdolunmamasından dolayı Hakkı Paşayı muâheze etti. Bu hal tekmenin Hakkı Paşa’dan geldiği hakkındaki kanaatimi teyit eyledi. Cevaben: bu itilâfın akdinden dolayı kendimi bahtiyar addettiğimi ve mes’elenin e aidiyeti hasebiyle de bahti- yarlığımın derecesini büyük hisseylediğimi ve şimdiye kadar itilafın adem-i akdine sebep Hakkı Paşa olmayıp bizde umumiyet üzere ce- saret-i medeniyenin fıkdanı idüğünü ve herkesin muâheze olunmaktan ve efkâr-ı umumîyede sukut etmekten içtinap etmeye mütemâyil olmasından neş’et eylediğini izah eyledim. Bu mütalâamı tasdik etti.
Badehu, Levant Herald'ın neşrine müsaade edilmesini talep etti. Beşyüz lira verirse neşrolunacağını ve tatilin cezasının muhik olduğunu ve çünki Yanya’nın sukutu akabinde Yunan Kralı’nı senâ ettiğini, bundan dolayı umum Türk gazeteleri tarafından tecavüzata düçar olduğunu söyledim. Vaktiyle, Selânik’te bir gazetenin İngiltere Kralı’na tecavüzatta bulunmasına binâen Rifat Paşa nezdinde vuku bulan şikâyeti üzerine mahkemeye müracaat etmesinin kendisine söylendiğini ve halbuki şimdi ehemmiyetsiz birşey için Levant He- rald’m tatil edildiğini söyledi. Selânik’te o vakit matbuata serbest idüğünü ve halbuki şimdi Dersaadet’te idare-i örfiye mevcut olduğunu hatınna getirdim. Bilâhare işi yine tatlılığa vurdu ve Kuveyt itilâfından bahsetmeye başladı.
7 Mayıs 329 (20 Mayıs 1913) Salı:
Sabah, Anadolu demiryolları müdürü Günter’in ziyaretini kabul ettim. Anadolu’da Almanlar ile Fransızlar’a verilecek şimendifer imtiyazı hakkında görüştüm. Fransızlar, Almanlar’ın Sivas’a gelmemde-
rini ve Almanlar da Sivas’a gitmek haklan olduğunu iddia ediyorlar idi. Bağdat Demiryolu mukavelenamesinde bu bâbdaki Alman hukukunu irâe eden maddelerin işaretle bana irâesini mûmâileyhe tenbih ettim ve seyr-i sefain idaresi için 170 bin liralık istikraz hakkında da kendisiyle görüştüm.
Miralay Şükrü Bey ile Musul ve Bağdat’tan mevrud telgrafnameler üzerine hudud-ı Iraniye hakkında müzakeratta bulundum. İnşaat Şubesi Müdürü Kaymakam Suphi Bey bana Eyüp’te tâlik edilmiş yaftalardan birini irâe etti. Hükümet-i hâzıra aleyhinde bazı esassız ve mânâsız hezeyanlardan ibaret idi.
Bazı mesâlih-i cariyenin tesviyesinden sonra Bâbıâlîye gittim.
Reji müdürleri beni ziyaret ettiler. Kendileri rejiyi 15 sene temdîd etmek istiyorlardı. Maliye Nâzın on seneden ziyadesine muvafakat etmiyordu. Ben 12 sene verdim. Kabul etmediler. “Gidiniz, Maliye Nâzın ile uzlaşınız” dedim. Gittiler. Hariciye’den kalem-i mahsus müdürü Salih Bey’i istedim. Edhem Bey geldi. Fransa Sefareti’nin matalib-i nakdiyesi hakkında vaktiyle Rıfat Paşa’mn Hariciye Nazırlığı zama- mnda yapılan mukavele projesini ve Anadolu şimendiferleri hakkında Asım Bey zamanında Rusya Hariciye Nezâreti’ne yazılan notayı ve buna mukabil gelen cevabı istedim. Badehu, Salih Bey mukavele projesini ve daha bazı evrakı getirdi.
Tabip Lütfullah Bey ile Benayad nâmında Mısırlı bir prens beni ziyaret ettiler. Evvelkisi Hristiyan idi. Suriye’de Bisan çiftliğini mü- bayaa etmek istiyor idi. Necip Asgar ile yapacağımız mukavele mucibince her çiftliği kendisi keşfederek onunla uzlaşamadığımız halde çiftliği müzayedeye koyacağımızdan o vakit kendisinin talip olabileceğini bir hayli müzakereden sonra teklif ettim. Bundan dolayı pek ziyade memnun oldu.
Badehu, Alman Sefiri beni ziyaret etti. Berlin’den aldığı bir telgraf okudu. Cenubî Anadolu mıntakasına İngiliz memurlan celbetmek- liğimiz Berlin’de pek ziyade sü-i tesir hâsıl etmiş idi. Alman Sefiri, “Siz, îngilizler ile Almanlar! barıştırmak isterken bu suretle bozuştu- myorsunuz. Bugün Berlin’de itilâf müzakeratında bulunan Morley’in müzakeratı bu suretle neticesiz kalacaktır. Benim mevkiim fevkalâde mütezelzil olacaktır. Burada artık kalamayacağım” dedi. Bu mes’ele beynimizde uzun uzadı mübâhaseye sebebiyet verdi. Îngilizler şarkî ve şimalî Anadolu mıntakasına memur vermekle Ruslar’ın istirka- bını celbetmektedirler. Fakat cenubî mıntakaya da memur verirlerse bu istirkabın önü alınır. Vükelâdan ekserisi umum mıntakalara İngiliz idare memurlan celbetmek istiyorlardı. Londra Sefiri Tevfik Paşa da bu fikirdedir. Ancak ben yalnız üç mıntaka ile şimdilik iktifa olunmasım münasip gördüm. Halbuki, Alman zâbitâm memâlik-i Osmaniye’nin umum mıntakalannda istihdam olunacaklardır. Maa-
rif memurlan kezâ. Bu yolda verdiğim izahat üzerine reyimde haklı olduğumu tasdik etti.
Bidayette demiş idi ki: “Sadrazam, olduğunuz zamandan beri ilk ettiğiniz hatâ bu oldu. Bütün Almanya efkâr-ı umumîyesi şimdi hükümet aleyhine yürüyecektir. Ben ve Almanya Hükümeti müşkil mevkideyiz” diyordu. Şimdi efkâr-ı umumîye bahsinde yine fikr-i sabıkmda bulunuyor idi. Lâkin hakikatte benim haklı olduğumu tasdik eyliyor idi. En nihayet cenubî mıntaka yerine İzmir, Bursa ve Bağdat vilâyetlerinden mürekkep olan garbi mıntakanın İngiliz müfettişleri nezâretine verileceğini esbâb-ı mebhuseyi izahan Londra'ya yazacağımı söyledim. Bunun için teşekkür etti ve kendisi de fikrimi tamamen izah ederek Berlin’e yazacağını vaad etti. Almanya Hükümeti üçüncü mıntakanın dahi îngilizler’e verilmesinden dolayı bunların Adalar mes’elesindeki fikirlerini tebdil etmeyeceklerini iddia etmiştir. Ben henüz bunun bir hüsn-i tesiri olacağı itikadım taşıyor idim. Tevfik Paşaca o tarzda mufassal bir telgraf çektim.
Alman Sefiri: Sofya’da Bulgar Başvekili Geshov tarafından Alman Sefiri’ne vuku bulan tebligat üzerine keşide kılınan bir telgrafname- yi de okudu. Geshov, Naçoviç’i Dersaadet’e bazı mesâlih-i zâtiyesini tesviye için göndereceğini ve bu sırada Naçoviç’in bazı ricâl-i Osmaniye ile de görüşebileceğini ve binaenaleyh Almanya Sefiri tarafindan hükümet-i Osmaniye’nin Naçoviç’e müşkilât çıkarılmamasına himmet olunmasım Alman Sefiri’ne söylemiş imiş. Bundan Bulgarlar’ın suret-i hususîyede bizimle görüşmek istedikleri anlaşılıyor idi. Naçoviç’in tebdil-i nam ve Sofya’daki Alman Sefiri’nden pasaport ahziyle Dersaadet’e gelmesi daha münasip olacağım ve şu halde mes’elenin tamamen mektum kalacağım beyan ettim ve bu suretle harekete karar verildi.
Yunanlılar’ın bizimle ittifak arzusunda bulunduklanm Alman Sefiri’ne söylemiş idim. O da Berlin’e yazmış idi. Berlin’den gelen cevabı da bana okudu. Böyle bir ittifak akdi halinde Adalar’m kurtanlabi- leceği Berlin’den yazılıyor idi ve binaenaleyh ittifak tavsiye olunuyor idi. Alman Sefiri bunun Almanya Imparatoru’nca da mültezem olacağını ve belki bu tesir altında yazıldığım söyledi. Yunanlılar’ın sulhten sonra bizimle ittifak talebinde bulunmalariyle Adalar işinin hariçte kalacağı ve bu vârid olmasa dahi şimdi tarafımdan Atina'ya bera-yı müzakere birisinin izâmı hayli vakte mütevakkıf olup halbuki mukaddemat-ı sulhiye katiben akdolunmak üzere bulunduğu tarafımdan beyan olunmuş ve Yunanlılar’ın ittifakımn vaziyetimizi ne derecede fenalaştıracağı izah kılınmış olduğu cihetle sefir bana hak vermiştir. Maamafih şartlarımn neden ibaret olduğunun Atina Alman Sefareti tarafindan istifsan münasip görülmüştür.
Alman ve İngilizlerle memurin ve zâbitâmn celbi için muhaberat
ve müzakerata başlanmış, vesair devâir için de diğer devletlerden bazı memurîn-i mütehassısa celbiyle onlann istirkabına mahal bırakılmaması veyahut diğer mıntakalar içir, de düvel-i mütebakiyeden ve meselâ İtalya, Avusturya ve Fransa’dan memurin celbi teemmül lalınmış ise de bu suretle devletler için birer daire-i nüfuz teşkil olunacağı ve her devletten daire-i nüfuz teşkiline sâi olduğu mahallerin gayrisi için memur celbinin de çirkin ve yolsuz olacağı düşünülmüştür. Londra Sefareti’nden alınan telgrafnamede bu mütalâayı müey- yid olduğu cihetle Avusturya ve İtalya’dan memur celbinden sarf-ı nazar olunmuş ise de para istikrazı için Fransızlar’ı okşamak da zaruri bulunmakta idi. Binaenaleyh maliye müşavirliğinde bulunan İngiltereli Cravfortün rüsûmat müdüriyet-i umumîyesine nakliyle oraya bir Fransız müşavirin ve maliye ıslahat komisyonumda bulunan Mösyö Lejonün defter-i hakâni müfettiş-i umumîliğine nakliyle oraya da bir Fransız mütehassısının ve Ziraat Bankası’na da bir müdür-i umumînin celbi Meclis-i Vükelâ’da tezekkür olunduğundan bu bâb- da Paris Sefiri Rifat Paşa’ya bâ-telgraf talimat-ı lâzime itâ kılınmıştır.
O gün Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariyenin tesviyesinden sonra nevâhî kanununun tedkikatına devam olunmuştur.
8 Mayıs 329 (21 Mayıs 1913) Çarşamba:
Sabah, Düyün-ı Umumîye Müdürü Mösyö Pisar beni ziyaret etti. Mösyö Adam Blok ile görüştüğünü ve Düyün-ı Umumîye İdaresi’nin Maliye Nezâreti’nin izzet-i nefsini ihlâl etmeyecek surette gümrük, temettü, âşâr ve ağnam tahsilatım deruhte etmeye hazır olduğunu ifade etti ve önümüzdeki Salı günü hey’etçe Paris’e azimet olunacağından Pazartesi günü beni ziyaret edeceğini ve benden talimat telâkki eyleyeceğini söyledi.
Badehu hudud-ı îraniye işiyle iştigal ettim. Bu iştigal akabinde Mekteb-i Tıbbiye Müdürü Binbaşı Galib Bey beni ziyaret etti. Mek- teb-i Tıbbiye’deki Türk talebenin Arnavut talebeyi istemediklerini ve bunlar mektepten çıkarılmazlarsa mektebe devam etmemek arzusunda bulunduklannı işitmesi üzerine mektebe azimetle tedâbir-i lâzimeye tevessül edip önayak olanlan hapseylediğini haber verdi. Hadise bertaraf edilmiş ise de mektep zâbitânınm orduya alınma- lan hasebiyle mektebin zâbitsiz kaldığını beyan etti ve zâbitânın bir an evel mektebe iadelerini talep eyledi. Muahede-i sulhiyenin imzası akabinde zâbitânın mektebe gönderilmeleri için icap edenlere eva- mir-i lâzime verdirdim.
Akabinde Üsküplü Salih Bey beni ziyaret etti. Ailesini Bursaya götürdüğünü ve İstanbul Polis Müdüriyeti’nce celbolunup memâlik-i Osmaniye haricine çıkarılmak istenildiğini beyan ile affını istirham
etii. Mûmâileyh, Üsküp müfsidlerinden idi. Arnavutluk’ta daima müşevvik-i isyan idi. Polisin hakkı vardı. Felâkete sebep olanlardan biri de kendisi idi. Mûmâileyh zayıflamış ve bozulmuş idi. Oldukça sahib-i servet olduğu halde üstü başı pejmürde idi. Kalben kendisine acıdım. “Bu bir gayz-ı millîdir, buna karşı konulamaz. Şimdi bir müddet için gözden nihân olun. İleride Osmanlı memleketi sizi yine alır. Onda şüphe etmeyiniz” dedim. Fakat eyyâm-ı mefsedetini de kendisine biraz hatırlattım. Gaz tenekesine kırk para duhuliye vaz’ edilmesi üzerine ayaklanmış ve ahaliyi de ayaklandırmış idi. Halbuki, Sırplılar Üsküp’e girdikten sonra Selânik’te yirmi kuruşa satılan gaz tenekesini 68 kuruşa sattıracak surette duhuliye yani oktruva almaya başladılar. İkisi beynindeki fark bu derece azîm iken bu Salih Bey ile hempası yine hükümetten hoşnut değil idiler. Şimdi işte ceza- lanm çekiyorlar idi. Lâkin kendileriyle hükümet dahi felâkete duçar olmuştur.
Badehu, Divan-ı Harb-i örfi Reisi Mirlîvâ Tevfik Paşa beni ziyaret etti. İstanbul Muhafızı Cemal Bey’den şikâyet etti. Küçük rütbeli zâbitân yanında kendisine tahakküm eylediğinden ve şimdi divan-ı harb-i örfi âzâsı üzerinde icra-yı tesirat etmekte bulunduğundan bahsetti. İstifasını verdi. İstifaname alelâde, sıhhatinin adem-i müsaadesinden bahis idi. Kalebentlik cezasiyle iktifa olunmayıp idam cezası istemekte olduğunu ve bu ise mugayir-i vicdan olacağım anlatıyordu. Vazifesine devam etmesini ve vicdar.-ı hilâfında hüküm vermemesini ve aksini kendisinden kimsenin iddia edemeyeceğini söyledim.
Ondan sonra birçok zevât beni ziyaret etti. Her biri bir iş için.
Öğle vakti Bâbıâlî’ye gittim. Evvelemirde, Avusturya Sefiri’nin ziyaretini kabul ettim. Adakale mes’elesinden bahsedeceğini bekliyor idim. İstanbul Elektrik Kumpanyası’nın getireceği levazım-ı ibtidai- yeden resm-i gümrük istifa olunmaması için Şûrâ-yı Devlet’te müzakere olunmakta bulunduğundan bahsetti. Şûrâ-yı Devlet ikiye ayrılmış, yansı lehte ve yansı aleyhte idi. Reisi, “Benim bulunduğum taraf hâkimdir” diye iddia ediyor; hey’et-i umumîye, Şûrâ-yı Devlet nizamnamesinde reisin iki reye malik olduğuna dair bir sarahat olmamak hasebiyle bunun doğru olmadığını ileri sürüyor idi. Şürâ-yı Devlet âdeti veçhile işe yine bir tefsir şekli vermiş olduğundan hey’et-i icrai- ye de buna birşey yapamıyordu, işte böyle bir işi iltimas için sefir bey beni ziyaret etmiş idi. Mes’eleyi anlattım. Söz anlar bir zât olduğu için intizara karar verdi. Tâ ki, Şürâ-yı Devlet bir ekseriyet hâsıl etsin.
Badehu, Fransa Sefiri ziyaret etti. Bu da Perrier Bankası’nın Şeh- remaneti’ne vermek istediği istikrazı mevzubahis etti. Bunda hükümet haksız idi. Çünki, altı aydan beri bu banka ile müzakerat icra ediyor idi. İş bir kere Meclis-i Vükelâya geldi, şerâitin tâdili talep
edildi, şerâit tâdil edildi. Şimdi millî banka .............. parayı ....... istiyor. Lâkin şerâiti daha aşağı olduğu halde daha iyi olduğu iddiasında. Nuzzârdan birçoğu millî bankayı iltizâm ediyor. Para işi olduğu için âdetim veçhile ben de bir emir ve rey-i kati ile işi halletmiyor idim. Ara yerden evkaf çıktı. “Ben, Şehremaneti’ne para veririm” dedi. Kırk bin lira verdi, istikraz işi de yattı. Lâkin muvakkat. Üç-dört hafta sonra Şehremaneti yine “para” diyecek.
Fransız Sefiri’ne mes’eleyi izah ettim. Üç-dört hafta beklemesini söyledim. Paris Sefiri bankanın iktidarsızlığından bahisle istifsar-ı vakıa cevap verdiğinden nuzzâr bunu ileri sürerek tehir-i istikrazı münasip görüyorlardı. Fransa Sefiri banka hakkında işe girişmez- den evvel tahkikat icrası lâzım geleceğini iddia ediyordu ki doğrudur. Hâsılı, beklemesini söyledim. Badehu, sefir ile Anadolu şimendiferlerinden bahsedildi.
İtalya baş tercümanı Avlonya’daki ......... -yı askeriyenin sevkiyatına ait bir iş için beni gördü. Akabinde, Almanya ikinci tercümanı geldi. Sefir tarafından Adalar mes’elesi hakkında bana tebligatta bulunmak üzere gönderilmiş idi. Iş mühim idi. Sefir kendisi gelmek icap ederdi. Lâkin hoşa gitmeyecek bir mes’ele olduğu için sefir bizzat gelmemiş idi.
Almanya Hükümeti diyordu ki:
“İtilâfı müselles ve bilhassa İngiltere Hükümeti, Adalar’ın Yunanistan’a terkini talep ediyor. İttifak-ı müselles şimdiye kadar muhalif vaziyet almış idi. Halbuki, Korfu Kanah’nın iki sahilini de Yunanistan elinde bulundurmamak için İtalya Hükümeti, Yunanin Korfu Adası’rıa kadar çıkmasını istemiyor ve orasının Arnavutluk’ta bırakılmasını teklif eyliyor idi. Yunan buna muhalefet ettiğinden kesr-i muhalefeti lâzım idi. Bunun için de bir ikinci İşkodra mes’elesi tahaddüs edecek idi. Bundan içtinap eden İtalya da Adalar! Yunan’a terke meyletti. Avusturya ise bu işte bittabîi İtalya’ya müzaheret ediyor. Şu halde Adalar mes’elesinde bizim tarafta yalnız Almanya kalmıştır. Şu vaziyet-i münferidesinde yapabileceği muavenet; Adalar’ın askerî bîtaraflığını temin etmekten ve propaganda ile eşkıya tertibatının adem-i vukuuna nezâret etmek üzere cânib-i hükümet-i seniyyeden Adalar’da bir komiser bulundurmaktan ibarettir. Bundan başka birşey yapmaya Almanya muktedir değildir”.
İkinci tercüman bunun için benden cevap istiyor idi.
“Hariciye Nâzın ile görüştükten sonra cevap veririm” dedim, gitti. Akabinde Hariciye
Nâzın geldi, görüştük. Mukavemete ve devletleri protesto etmeye karar verdik. “Maamafih bir kere Almanya Sefiri’ni de
görmek lâzımdır”
dedim. Sefarete gidip kendisiyle bir saat kadar görüştüm. Bu bâbda cereyan eden muhaberat-ı telgrafiye dosyasmı
getirerek bana okudu. İtalya’nın ne derecede namert olduğunu anladım.
Bir
taraftan Adalar işinde bize muavenet edeceğini vaad ediyor, Lozan Muahedesi’nce Rodos ile etrafındaki Oniki Ada’yı bize iadeye mecbur olduğu halde bunları Yunan’a teslim etmeye kalkışıyor. Bu bâbda itirazatta bulunan Almanya’mn Roma Sefiri’ne Marki San Culyano, “Ne yapalım, Türkiye mağlûptur, mağlûp olan yükü taşır” diyor. Sonra, İtalya Sefiri gelip Sünusî hakkında bizimle itilâf yapmak ve bu halde İtalya’nın bizimle ittifak-ı müselles ve İngiltere arasında Anadolu hakkında bir itilâf vücuda getireceğini söylemek cesaretinde bulunuyor. Bizimkiler buna itimad ile bir gün evvel İtalyanlarla uzlaşmak için bana ve Hariciye Nâzın’na sık sık müracaat ediyorlar idi. Nihayet devletlere, evvelce verdikleri notada Girit Adası’m Yunan’a terk ve Adalar’m mukadderatım bizzat tayin edeceklerini beyan ettikleri halde şimdi Adalar’ı da terketmeye kıyam etmeleri vaad-i sabıklarına mugayir olduğunu hatırlarına getirerek ve Adalar’m bizim için ehemmiyetini bir kere daha kendilerine teşrih eyleyerek şu suretle akd-i sulh edecek yerde Yunan ile nihayete kadar hâl-i harpte kalmayı tercih edeceğimizi mulîn tebligat icrasma karar verildi.
Hüseyin Hilmi Paşa’dan müfettiş-i umumîlerin vezâifine dair bir talimat ile bir de muvakkat kanun lâyihası gelmiştir. Bunu da Mec- lis-i Vükelâ’da okudum. Bera-yı tedkik Dahiliye Nâzın’na verdim. Umum müfettişlerin dahi vezâif-i mahsusalanna dair birer kanun lâyihası yapılması nezâretlere tenbih edildi. Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariye dahi tesviye edildi.
9 Mayıs 329 (22 Mayıs 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Tevfik Bey beni ziyaret etti. Fransa’ya gönderilmesini arzu ettiğim on zâbiti intihab etmesini kendisine tenbih ettim. Bu zâbitân levazımat-ı askeriye müfettişliği vezâifini Fransa ordusunda altı mâh müddetle tahsil edeceklerdir. Bizde mülkiyeden olan bu müfettişler hiçbirşey yap- madıklan cihetle bunlan lâğvettim. Yerlerine Fransa’da olduğu gibi doğrudan doğruya Harbiye Nezâreti’nin taht-ı emrinde askerden bir hey’et-i teftişiye teşkilini münasip gördüm.
Badehu, Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Sabih Bey beni ziyaret etti. Bağdat’ta jandarmaya kuvvetü’z-zahr olarak şübbâne namiyle eskiden mevcut bir sınıf mahallî jandarmasının ez-ser-i nev teşkili için bana bir nizamname kaleme almış idi. Bu sınıf jandarmanın fevaidi- ne kanî idi. Kendisi Bağdat’a gitmeye ve bu teşkilâtı yapmaya razı idi. Bu nizamnameyi bana verdi.
Ondan sonra Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Halil Bey, Anadolu’da yapılacak teşkilât-ı cedîde-i askeriye hakkında bana bir buçuk saat kadar izahat verdi.
Badehu, Divan-ı Harb-i örfi Reisi Tevfik Paşamı celb ile taklîb-i hükümet komitesi hakkında kendisinden malûmat istedim. Veremedi. Evrakı getirttim. Lütfi Bey nâmında bir mülâzımın -ki Erkân-ı Harbiye Mirlîvâsı Zeki Paşa’nm mahdumudur- hanesinde mevadd-ı in- filâkiye bulunmasından dolayı bu da muhakeme olunmuş, mûdde-i umumî ithamnamesinin bu mevadd-ı infilâkiyeyi bana ve daha şâir ricâle suikast icrası için komitenin vukufu tahtında istimal edeceğine dair bir delile destres olunamadığını ve fakat mümâileyhin komite ile münasebatta bulunduğunun sabit olduğunu iş’ar ediyordu. Bu hal mümâileyhin idamım istilzam edemeyeceğine kanaat getirdim. Mes’ele de bunun idamından tahaddüs ediyormuş. Bîtarafâne mu- hakemat icrası lüzumunu divan-ı harp reisine tavsiye ettim.
Garp Ordusu Kumandanı Ali Rıza Paşa’dan gelen telgrafnamede Sabah Gazetesi’nin Garp Ordusu Kumandanlığının Cavid Paşaca verildiği yazıldığından ve Tanin Gazetesi’nin bir Rus gazetesinden naklen beyanatıma dair vuku bulan neşriyatta dahi yalnız Cavid Paşa’nm askerinden bahsolunması dahi bunu teyit eylediği iş’ar ve zâbitân arasında tefrika ve fırkacılık hüküm-fermâ olduğu ve Garp Ordusu Kumandanlığı lâğvedilmiş ise karargâhının dahi lağvı lâzım geleceği beyan olunmuştur. Ali Rıza Paşa âdeta Cavid Paşamı kıskanıyor idi. Bütün Avrupa gazetelerinin yalnız Cavid Paşa’dan bahisle kendisinden, yani Ali Rıza Paşa’dan bahsetmemeleri de acaip idi. Bu da Cavid Paşa’nm Arnavutluk’ta şöhreti hasebiyle Arnavutlar tarafindan yalnız mûmâileyh hakkmda ceraid-i ecnebiyeye malûmat verilmesinden neş’et etmekte olduğu ağleb-i ihtimal idi. Ali Rıza Paşa bunu nazar-ı dikkate almıyor ve kemal-i sefalet ve hırmân içinde olduğu halde bilmem nasıl elde ettiği İstanbul gazetelerinin mündere- catiyle it’ab ve işgal-i zihin eyliyor idi.
Doğrusu mucib-i teessüf bir hal. Kendisine açık bir telgraf ile cevap verdim. Kumandanlığın uhdesinde olduğunu ve Cavid Paşa hakkmda merkezce malûmat olmayıp kendisinin nerede bulunduğunun bile malûm olmadığım yazdım ve diğer bir şifreli telgrafnamede zâbitân arasındaki tefrikadan dolayı beyan-ı teessüf eyledim. Siyasiyatla iştigal eden zâbitâmn tardedilmesini iş’ar ettim. Benim de öyle yapmakta olduğumu ve siyasiyatla iştigal eden zâbitân için artık Osmanlı ordusunda ekmek kalmadığım bildirdim. Badehu, Bâbıâlî’ye geldim.
Hariciye kalem-i mahsus müdürüne Hakkı Paşa’dan gelen evrakı bera-yı tercüme verdim.
Paris’e azimet etmek üzere bulunan Hüseyin Cahid Bey’i kabul ile Viyana^a uğradığında Hüseyin Hilmi Paşaca ve Paris’e vusûlünde Cavid Bey’e tarafımdan söylenmek üzere müfettiş-i umumîlik ve şimendifer mes’eleleri hakkında kendisine beyanatta bulundum.
Badehu, Rusya Sefiri beni ziyaret etti. Beş-altı hafta evvel Rusya’nın şimendiferleri inşa etmesini kendisine hususî surette ve mü- cerred ağzını aramak maksadiyle söylemiş idim. Bundan bahsetti. Erzincan ve Diyarbakır’dan sonra Van ve Erzurum havalisinde şimendifer inşaatı Rusya'ya terkolunursa zaman mes’elesini ortadan kaldıracaklarım teklif etti. Bu bâbda bir hayli mübâhasatta bulunduk. En nihayet yine hususî mahiyette olarak Fransızlar’ın bize yalnız para ikraz etmek ve şimendifer inşaat ve işletilmesini tamamen bize terkeylemek şartiyle böyle bir kaideyi esas ittihaz ile mubahasa- ya girişebileceğimi söyledim. “Fransızlarla uyuşmak size aittir” dedi. “Para temin edilmedikçe bu bâbda sizinle görüşmek bizce mümkün değildir. Çünki, devlet müddet hakkında size karşı bir taahhüt altına girmemiştir ve Van ve Diyarbakır’ı istisna eylemiştir. Sizinle yapılacak öyle bir mukaveleyi ben Meclis-i Mebüsân’da müdafaa edemem” dedim.
Badehu, Hariciye Nâzın geldi. Kalem-i Mahsus Müdürü Salih Bey de beraber idi. Cumartesi günü müşarileyh Fransa Sefiriyle müesse- sat-ı hayriye ve mekâtip hakkında müzakerata başlayacağmdan bu bâbda müdavele-i efkâr edildi.
Sefaretlerden gelen telgrafnameler de mütalâa edildi. Hakkı Paşa, Mısır için sanayi-i iktisadiyeyi tezyîd etmek üzere her talep vâki oldukça istikraz akdine müsaade edilmek şartiyle İngilizlerle itilâf edilebileceğini yazıyor idi. Buna mukabil Mısır vergisinin tezyidine İngilizler’in muvafakat etmediğini bildiriyor idi.
Badehu mühürdar ve sadaret müsteşariyle mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. İstimbotla Üsküdar’a geçerek geceyi orada geçirdim.
10 Mayıs 329 (23 Mayıs 1913) Cuma:
Sabah, Harbiye Nezâreti’ne giderek evvelemirde Harbiye Nezâreti müsteşan ile bazı meham-ı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Badehu, Anadolu Demiryollan İkinci Direktörü Mösyö Günter’i davetle Bağdat şimendiferi ve muhacir iskânı hakkında kendisiyle müdavele-i efkâr ettim. Londra’da bulunan Hakkı Paşa’dan Bağdat-Basra şimendiferi, Kuveyt, Katar, Bahr-ı Fars, Bahreyn, Şattülarab’ın seyr-i sefaine sa- lih bir hale vaz’ı mesâili hakkında İngiltere ile derdest-i akit mukavele suretleri gönderilmiş idi. Bunlar Meclis-i Vükelâ’da tedkik ve tasdik edilecek ve üç ay içinde tarafeynden imza olunacak idi. Bağdat-Basra şimendiferi ve Basra Limanı ve Bağdat havzasındaki nakliyat mesâili hakkında evvelce Almanlarla da uyuşmak icap ediyordu. Binaenaleyh Bağdat-Basra şimendiferi ve Bağdat hattında münakalât hakkında kaleme alınan mukavelename sureti suret-i mahremânede kendisine irâe ve itâ ile bu bâbda Almanlar tarafından bize Bağdat
meclis-i idaresinde iki Ingiliz direktör alınacağına ve Basra-Kuveyt hattının inşasından sarf-ı nazar olunduğuna dair Almanlar’dan bir beyanname itâ olunmak lâzım geldiğinden bunun itâsım talep ettim. Paris’te bulunan Helfriç ve Hugnen ile muhabere edeceğini ve badehu ona göre bir beyanname itâ eyleyeceğini söyledi. Anadolu şimendiferleri hakkında da kendisiyle müdavele-i efkâr ettim.
Badehu, Anadolu demiıyolu boyunca muhacir iskâm hakkında- ki teşebbüsata ibtidar edip etmediklerini sordum. Cihet-i mâliyenin Berlin’de müzakere olunmakta olduğunu ve cihet-i fenniyenin tedki- ki için hat boyuna mütehassıslar şevkiyle istikşâfatta bulunulduğunu söyledi.
On buçukta saray-ı hümâyuna azimetle orada taam ettim. Selâmlıktan sonra huzura çıktım. Zât-ı şâhâne taamdan, Yıldız’a nakilden ve bu gibi havaî şeylerden bahsetti ve sabahlan sütlü kahve içtiğini söyledi ve bana da bunu tavsiye eyledi. Selâmlıktan sonra Beyoğ- lu’na gidip saçımı kestirdim. Badehu, Üsküdar’a geçtim. Bazı hususî ziyaretler kabul ettim.
11 Mayıs 329 (24 Mayıs 1913) Cumartesi:
Sabah erken Harbiye Nezâreti’ne gittiğimde Mösyö Hugnen (Anadolu Şimendiferleri Birinci Direktörü) beni ziyaret etti. Yunanlılarla Sırplılar’ın bizden aldıkları 150 mavzer tüfeği ile 100 milyon fişeği bize msıf fiyatla füruht etmek istediklerini ve bil-muayene matluba muvafık olduklan tebeyyün ettikleri halde bunlan bize nısıf fiyatla terkeyleyeceklerini söyledi. Hattâ bu işe vasıta olan ecânib bunlan kontrband için kullanacaklannı ve fakat biz mübayaa edersek birden elden çıkaracaklar cihetle bunu tercih eyleyeceklerini bildirdi. O vasıtanm doğruca bu bâbda müracaat etmelerini tavsiye ettim. İskân-ı muhacirin mes’elesi hakkında nazar-ı dikkatini celb ile bu işe ehemmiyet vermemelerini de söyledim.
Badehu hudud-ı İraniye işiyle meşgul oldum. Bazı hususî ziyaretler kabul ettim ve mesâlih-i cariyeyi tesviye eyledim.
Saat on buçukta Rusya Sefarethanesi’ne gittim. Hudud-ı İraniye hakkmda sefir ile görüştüm. Bitaraf mıntakadan bize yaptıklan ta- vizâtm cüzî olduğunu beyan ile bunun Zuhabîn şimal ve cenubunda tevsî’ini talep ettim. Rus mmtakasmdan evvelemirde bahsetmeyi teklif etti. Ben de bitaraf mıntaka müzakeratı bitmedikçe şimal mın- takasma geçmeyeceğimi, çünki Rus diplomatının beni daima aldatmakta olduğunu söyledim. Bunun üzerine hayli gülüştük. Bize ter- kettikleri arazinin iki üç mislini istiyordum. Nihayet şimale de geçtik. Orada Lâhican ve Vezene'yi terkedeceğimi, lâkin Beytüş’ü terkede- meyeceğimi söyledim. Elimdeki haritanın bera-yı tedkik kendilerine
terki ve Pazartesi günü yanındaki mütehassıs ile beni ziyaretle bu işi tedkik eyleyeceklerini söyledi.
Badehu, Anadolu şimendiferlerinden bahis açtı. Hududdan Diyarbakır ve Erzincan’a kadar Ruslar’m (Rus sermayesiyle teşekkül edecek bir Osmanlı kumpanyasının) şimendifer yapmalarına müsaade edildiği takdirde Karadeniz havzasının şâir mahallerinde şimendifer inşa etmekliğimize muhalefet etmeyeceklerini söyledi. Bu fikri, yani Ruslar’m şimendifer yapmaları şıkkını ağızlarını aramak üzere münhasıran hususî bir mahiyette olarak ben ileri sürmüş idim. Şimdi kendisi ileri sürüyor. Tabii bunu kabul etmedim ve kaçamak bir yol bulmak için Fransızlarin bize yalnız şimendifer inşası için para ikraz ile iktifa ederek şimendifer inşaatına veya işletilmesine kafan müdahale etmedikleri ve Diyarbakır’dan bahsetmeye hakân-ı sabıkın kendilerine verdiği taahhüt mucibince haklan olmadığını ve binaenaleyh yalnız Erzurum cihetindeki istikametin mevzubahis olabileceğini ve zaten İran’da Rus kumpanyasının aldığı şimendifer imtiyaznamesi mucibince Culfa’dan Tebriz’e ve oradan UrmiyeVe kadar şimendifer inşası için on sene talep olunup şu hale göre o istikametten Van’a ancak yirmi senede gelebileceklerini ve binaenaleyh Erzurum istikametindeki şimendiferin ................................ kadar inşasiyle bunun da Osmanlı şimendiferleri arzında olmasiyle iktifa eyledikleri halde belki bunu Meclis-i Vükelâ ve mebûsâna kabul ettirmeye çalışabileceğimi söyledim..................................................... kadar pek az olduğunu beyan ile Erzincan’a gitmek istedi. Ben de veremeyeceğimi söylemekte ısrar ettim. Yine lâtife ederek ay- nldım, yani sefire müdârât ettim.
Fransa Sefiri de beni ziyaret etti. Fransa Sefiri, Hariciye Nâzırinın yanından geliyor idi. Fransa mutâlebât-ı hususîyesini müzakere ediyorlar idi. İşe bir netice verilebileceğinden kendisini ümidvâr gördüm. “Hariciye Nâzın da sizin gibi bürokrat değildir, iş çıkarabilecektir” dedi. Memnun oldum. Zira, Fransızlar’a müdârât etmeye mecbur idim. Bundan başka sefir Fransa’ya göndereceğim on zâbit hakkında ’daki Fransız memuru Monreal’den aldığı haberden pek memnun olarak bunu da benden sordu. Bu bâbda not dahi tuttu. Memnuniyeti âdeta halinden anlaşılıyor idi. Sefir ile şimendifer işini de konuştuk. Almanlarin eski Bağdat hattı istikametinde dahi şimendifer inşa etmek kendi haklan olduğu iddiasında bulunduklannı söyledim. Bunun üzerine küplere bindi. “Almanlar memâlik-i Osmaniye’ye başka kimseyi sokmak istemiyorlar” dedi. Almanlar’ın haksızlığından, devr-i sabık adamlann daima rüşvet almak hasebiyle böyle lâstikli iş yapmış olduklanndan bahsetti. Almanlar’ı haksız çıkarmak için birçok deliller getirmeye çalıştı. Evvelki memnuniyetini bu sözüm izâle etti.
Badehu, İtalya baştercümanı geldi. İtalya’nın Draç’tan bir hastane vapuru ile bizim hastegânı taşıyacağını söyledi. Teşekkür ettim.
Badehu, Avusturya baştercümanı geldi. O da Avustuıya Lloyd va- purlanndan biriyle İşkodra’daki memurin ile bunların ve zâbitân haremlerinin naklolunacağını ve bunlann umumen parasız olduklannı söyledi. Çetine’nin Alman Sefiri’ne dört bin lira gönderildiğini, bunun için onunla müzakere edilebileceğini beyan, nakliyata hemen mübaşeret edilmesini rica ettim.
Rus Sefiri’nden evvel beni Alman Sefiri de ziyaret etmiş idi. Mûmâileyh, Almanlarin Bağdat-Basra arasındaki şimendiferi inşa etmek hakkını -Osmanh-İngiliz itilâfiyle tekrar iktisap etmelerinden dolayı pek memnun idi. Anadolu-yı cenubî mıntakasına getirilecek İngiliz müfettişlerden bahsetti. Bunlann İzmir, Konya ve Adana vilâyetlerine getirilmelerine âdeta muvafakat eder gibi görünüyor idi. Yalnız umûr-ı nafia müfettişi getirilmemesini veyahut bu bâbda bir Türk istihdam olunmasını teklif ediyordu. Bu bâbda kendisiyle haylice mübadele-i efkâr edildi. Şarkî Anadolu şimendiferlerinden ve eski Bağdat hatt-ı istikametinden haylice bahsetti ve hayli müddet oturdu. Mûmâileyh çıktıktan sonra Rus Sefiri gelmiştir.
Badehu müteaddit ziyaretler kabul ettim. Nihayet, Hariciye Nâzın da geldi. Birçok sûferâdan mevrud telgrafnameleri beraber getirmiş idi. Berlin’den mevrud bir telgrafnamede Almanlar’dan Adalar mes’elesinde ciddî bir muavenet intizar olunamadığını ve hattâ şimdiye kadar tazminat-ı harbiye aleyhinde bulunan Almanya’nın son günlerde o tarafa da temayül etmeye başladığım ve Fransayı tazyik etmek için Almanya’nın son günlerde Rusya ve İngiltere’ye fevkalâde surette meylettiğini mulîn idi. İngiltere’ye temayülüne biz de hizmet ettik. Lâkin Rusya’ya karşı son günlerde harekâtında bir fark hâsıl olduğu buraca mahsus değil idi. Ama Almanya öteden beri Rusya ile hoş geçinmeye sâidir. Bununla beraber Ruslar, Almanlar! en büyük rakip addetmekte idiler. Mahmud Muhtar Paşa’mn bu neticeyi çıkarması Almanya İmparatoru Hazretleri’nin kerimesinin izdivacı hasebiyle Rusya İmparatoru ve İngiltere Kralı’nın Berlin’e gelmelerinden istihraç etmiş olması muhtemeldir. Fakat bu işte üç hükûmdann hemşire çocuktan olduklarının unutulmaması icap eder idi. Japonya muharebesinin hemen ertesinde Almanya İmparatoru, Rusya Çan’nı ziyaretle tesliyet-i hatınna hizmet etmiş olduğu halde ondan sonra Almanya aleyhine İngiltere ile itilâf eden Rusya Çan’dır. Almanya’nın Rusya ile itilâfı tabiidir ki Fransa aleyhinde olmak lâzım gelir. Halbuki, Rusya’nm Fransa’ya gerek vaziyet-i coğrafiye ve iktisadiyece ve gerek hususat-ı sâirece ihtiyacı derkârdır. En ziyade korkacak bir düşmanı varsa o da Almanya ve Almanlık'tır. Hattâ ileride bu hususta Fransa’nın dahi Almanya ile Slavlık aleyhine ittifak etmesi ba- idül-ihtimal değildir. Harb tarafdan olmayan Almanya İmparatoru, Balkan muharebesi sebebiyle hâsıl olan gerginliğin bir harbe nihayet
vermemesi mülâhazasiyle Rusya ile öteden beri takip ettiği siyaset-i dostaneye bir siyaset-i muslihane şeklini vermek istemesi akla daha mülâyimdir. Almanya, Japonya muharebesinde büyük bir fırsat kaçırmış idi. O vakit muharebeye yanaşmayan bir devletin bugün harp politikası takip etmesi müstebattir. Almanya kuvvet ve azametiyle sulhü muhafaza etmek tarafdandır. Terakkiyatı fevkalâde olduğundan ve bu terakkinin müntehasına henüz gelmediğinden bir harb-i meş’um ile bunu mahv veya tevkif etmek Almanya’nın işine gelemez. Balkan muharebesi akabinde dehşetli bir askerî lâyihası neşreden Almanya’mn bu tedbire teşebbüsü de şu kuvvet ve azameti muhafaza etmek ve bu suretle harp ihtimalâtım bertaraf etmek arzusundan ileri gelmiştir zannederim. Almanya için harp yalnız Fransa tarafından gelebilir. Fransa'yı ise bu gibi tedâbir ile tutmak kabildir.
Meclis-i Vükelâ’dan sonra Mihran Efendi -Sabah sahib-i imtiyazı- ve Ahmed Ferid Bey -Vazife sermuharriri- beni ziyaret ettiler. Fransa aleyhine yazı yazmamalarını tenbih ettim.
Meclis-i Vükelâ’da msıf maaş itâsına karar verildi. Paris Sefiri Rifat Paşa’dan mevrud bir telgrafname nazar-ı dikkati celbetti. Rifat Paşa, Fransızlar’a yalnız maliye işlerini havale etmek caiz olmadığım, maarifi de Almanlar’a bedel Fransızlar’a vermek daha muvafık olduğunu ve Fransa’dan jandarma zâbitânı getirmek de münasip olacağım yazıyor idi. Maarif için Almanya’dan memur getireceğimizi Almanlar’a vaad etmiş idik. Şimdi bundan dönmek mümkün değil idi. Caiz de değil idi. Çünki terbiye hususunda Almanlar daha ziyade sahib-i meslek idiler. Fransızlar’ın bize dostluğunu bu suretle celbet- mek ihtimali gayr-i vâriddir. Fransızlar, Ruslar’a esir olmuşlardır. Bizim onlardan maarif memurları ve jandarma zâbitleri getirmekliğimiz onlan Rı ıslar’dan rû-gerdân edemez. Ruslar bizim mahvımıza gitmek istiyorlar ve ona çalışıyorlar. Bundan kurtulmak için Ruslar’a karşı Şark’ta bir kuvvet vücuda getirmek lâzımdır. Bu kuvveti Fransızlar siyaset-i hâzıralariyle kat’iyyen teşkil edemezler. Memleketimizdeki menâfi-i iktisadiyeleri Rusya’daki kadar da değildir. Halbuki o kuvveti İngilizler ile Almanlar teşkil edebilirler. Bu iki hükümet bize ez- her-cihet muavenete karar verdikleri halde paraca da Fransızlar’a o kadar minnettarlığımız kalmaz. Rifat Paşa’nm bu telgrafına bir cevap verilmedi. Fransızlar’ı aldatmak lâzımdır. Oraya on zâbit -levazım teftişatını öğrenmek için- göndermek, onların gözlerinde pek büyük görünür. Nafıa için bazı mühendisler celbi de kabil olur. Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariye tesviye edildi.
Yemekten sonra Yunanistan’da esir olan Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Vehib
Bey’in geldiğini haber verdiler. Hemen kendisini davet ettim. Yunanistan
tarafindan gönderilmiş idi. Bizimle ittifak için Atina’ya adam
göndermekliğimizi teklif ediyorlardı. Bizim adam gönde-
receğimize onların göndermesi daha münasip olduğunu söyledim. Elindeki şifre ile ona göre bir telgraf keşidesine karar verildi. Yunanh- lar’ın bizim tarafımızdan memur göndermekliğimizi Bulgarlar’a karşı suiistimal etmeleri vârid-i hatır idi. Zira Venizelos ba’deTmuharebe dahi Balkan ittifakı tarafdarı idi. Bu ittifakm idâmesi için bundan istifadeye kalkışması müsteb’ad değil idi.
Bulgarlarla mı yoksa Yunanlılarla mı ittifak etmek hususunda cidden düşünmeye başladım. Yunanlılarla ittifak halinde bir buçuk milyon raddesinde kalacak olan Rum teb’amızın bize sadakatten ayrılmayacaklarını Yunanlılar bir menfaat olarak ileri sürüyorlar idi. Bu bir faydadır. Acaba Rum ahlâkı buna müsait midir? Yoksa bu ittifak onlann bir kat daha şımarmalarım mı icap ettirecektir? Bunu kestirmek kolay değil idi. Rumlar’ın bize sadakat göstermelerini büyük bir fayda addediyorum. O sayede dahilen Araplar ve Ermeniler dahi tezyîd-i kuvvet etmiş olmazlar. Maamafih, Yunanlılarla ittifak için it’ab-ı fikir etmek ve onlann şerâitini tahlil etmek istiyordum. Gerek Atina’dan ve gerek Sofya’dan gelecek olan memurlarla ayn ayn görüşmek, her birinin teklifatını istima ile bir karar vermek daha münasip idi. Rumlarla ittifakta yalnız kariben yine muharebeye mecbur olacağımız tehlikesi beni korkutuyor idi. Bu tehlikenin önü alınabilirse ileride Bulgarlar’ı da ittifaka almak şartiyle Yunanlılarla ittifak aklıma mülâyim gelmeye başladı.
Harbiye Nezâreti’ne avdetimde bazı evrak-ı âdiyeyi mütalâa ettim ve o işleri de çıkardım.
12 Mayıs (25 Mayıs 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Paris’te Cavid Bey’e üç sayfalık bir mektup yazdım. Anadolu şimendiferleri mes’elesinde Almanlar’ın Ankara-Sivas-Harput-Diyarba- kır’dan mürûr eden birinci Bağdat hattı üzerinde -ikinci mukavele birinciyi iptal etmemek hasebiyle- iddia-yı hukuk ettiklerini ve Fran- sızlar, Almanlar’ın Kayseri tarikiyle Sivas’a ve aşağıdan Diyarbakır tarikiyle de Harput’a gelmelerine razı olurlar ise belki ikna edilmeleri mümkün olacağını yazdım.
Fransız Sefiri’nin devr-i sabıkta işbaşında bulunanların rüşvet ahziyle mukaveleleri lâstikli yazmış olmalarından şikâyet ettiğini ve binaenaleyh Almanlar’ın haklı olduklarım tasdik eylediğini yazdım. Ruslar’ın Fransızlar’ı Diyarbakır’a götürmekle Harput üzerinden Van’a şimendifer inşa etmekliğimize mâni olmak istediklerini ve Erzincan’a kadar Rus sermayesiyle şimendifer inşa etmelerine müsaade edersek kuyûd ve şürûtu ref edeceklerini fakat bunda Ruslar’ın bilâhare Düyûn-ı Umumîye’ye memur koymak istemeye hak kazan-
mak gibi bir mahzur gördüğümü bildirdim.
Devlet-i Aliyye ile Yunan beyninde bir ittifak husulüne imkân görülürse esâsâtının şöyle olmasını düşündüm:
1. Ittifak-ı tedafüi,
2. Diğer bir devlet tarafından âkıdînden birine tecavüz vâki olursa diğerinin bütün kuvâ-yı berriye ve bahriyesiyle muavenete şitâb etmesi,
3. Dârü’l-harekâtın icabat-ı fenniyeye göre tayini,
4. Akallî yedi sene, muharebeden suret-i kat’iyyede ictinab olunması,
5. Yunanistan’ın bu müddet nihayetinde 350 bin ve Devlet-i Aliy- ye’nin 700 bin kişilik seyyar bir ordu çıkarmayı taahhüt etmeleri.
Devlet-i Aliyye’ye tâvizât: Midilli, Sakız ve Anadolu sahiline pek karîb adaların Devlet-i Aliyyeye terki, tazminat-ı harbiyeden sarf-ı nazar olunmakla beraber Paris Konferansı’nda diğer müttefiklerin dahi talep etmemelerine çalışılması, uhud-ı atîkanın Yunan teb’ası- na adem-i tatbikinin taahhüt edilmesi.
Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettikten sonra İngiltere Sefarethanesi’ne giderek istifa etmiş olan Sir Lavj’a[85] bir vizite verdim. Basra ve Kuveyt itilâfından bahsetti. Almanlar’ı çekiştirdi. Zuhab’da bize yapılan tavizâtın hiç kabilinden olduğunu ve Zuhab’ın şimalinde bize Şeceran Nahiyesi’nin verilmesine mukabil cenubunda bizden bazı mevâkiin alındığını kendisine izah ettim. Güldü. Bundan Ruslar’ın bize oyun oynamak istediklerini istidlâl ettim. Zaten bunu hissetmiş idim.
Oradan çıkınca sadr-ı esbak Said Paşaya uğradım. Keyfini sual ettim. Eskisine nisbeten iyileşmiş idi. Müşarileyhe Bulgar ve Yunandan hangisiyle ittifak etmekliğimiz münasip olacağını sordum. Bulgarlar’ı tercih etti. Yalnız, Bulgarlar’ın Slav olmaları mazuru olduğunu ve onlarla ittifaktan Ruslarla ittifak gibi bir mâna istihraç olunabileceğini söyledi. Bu mânayı çıkarmadığımı ve Bulgarlar’ın bilâkis bizimle Ruslar aleyhine ittifak akdedeceklerini izah ettim. Benim de Bulgar ittifakını tercih ettiğimi ve fakat istirahat-ı dahiliye nokta-i nazanndan Yunanla ittifakm belki müfid olacağını ve ancak haricen bu ittifakta az bir zaman sonra harp ihtimali mevcut idüğünü, bunun da menfaatimize tevafuk etmeyeceğini, fakat Yunan ile ittifakm ileride Amavutlar’a da teşmil edileceğini izah ettim. Bulgarlar’ın dört milyonluk bir kavim olup bakî iki milyon teb’alannm Islâm ve Rum’dan ibaret olacağını ve mevkian Ruslar’a mütemayil olmamak lâzım geleceğini ve bu sebepten bilâhare Yunanlılarla aralarında ve
bizim tarafımızdan yapılacak bazı fedakârlıklarla onlann da Osman- lı-Yunan ittifakına ithal edilebileceğini serdeyledim. Bu ifâdâtımı ke- mal-i dikkatle istima ve teyid eyledi ve fikren Yunan ittifakına kendimde bir meyil hissetmeye başladım.
Badehu, Bâbıâlîye geldim. Ziyaret edenler arasında Van vali-i sabıkı Kürt İzzet Bey dahi var idi. Mümaileyh onyedi gün evvel Van’dan hareketle Erzurum tarikiyle gelmiş idi. Niçin infisâl ettiğini dürüş- tane sordu. “Selefiniz niçin infisâl etti, onu da sormalısınız. O da iyi valilik ediyordu”. Biraz kendini topladı, dürüştane evzâı bıraktı. Kendini, icraatım senâ etmeye başladı. Vâkıa sözü, kullandığı tâbirat düzgün idi. Malûmat sahibi olduğu görülüyordu. Mekteb-i Sultani ve hukuktan mezun imiş. Sadr-ı esbak Hakkı Paşa’nın ahbabı imiş. “Beni ondan sormalısınız, onun ikincisiyim” dedi. Van ahvâlini sual ettim. Hiçbir vukuat olmadığım, Ermeniler’in yaygarası kuru gürültüden ibaret bulunduğunu söyledi. Müddet-i memuriyeti olan sekiz buçuk ay içinde yalnız dört Ermeni katledilmiş, bunun yalnız birisi Kûrtler tarafindan vuku bulup bâkîsi yine Ermeniler tarafindan icra olunmuş imiş. Van Fransa Konsolosu buna vâkıf imiş. Şimdiki kabine serkâra geçince hüsn-i tesir hâsıl etmiş, fakat bu yalnız iki devam edip ondan sonra valilerin ve memurinin azline gidilince hüsn-i tesirat azalmaya başlamış. Şimdi yalnız bana itimad varmış, kabine benden ibaret imiş. Çünki herkes benim necip, çalışkan, vâ- kıf-ı umûr olduğuma mutekid imiş.
Esna-yı muhâverede Hariciye Nâzın geldi. Kendisi, Van Kumandam Cabir Paşa’nın mesâvîsini tâdâd ediyordu. Kalkmak istedi, ikmal etmesini rica ettim. Cabir Paşa’nın ayyaş, fâsık olduğunu, valiliği almak için valilerle uğraştığım söyledi. Cabir Paşa vâkıa uğraşım bir adamdır, lâkin mumaileyhin cahil olduğunu dahi iddia etti. Halbuki Cabir Paşa Mekteb-i Sultanî’de tahsil etmiş, askerler içinde malûmat sahibi olmakla maruf olduğu için iddiası gayrisamimidir. Bundan şâir sözlerinin de sıhhatinden bittabii şüphe hâsıl ettim. Kalkıp gittikten sonra Hariciye Nâzın’ndan bunun hal ve malûmatım sordum. “Nasıl gördünüzse öyledir” dedi.
İzmir’de Hacı Davud vapurlarından biri 200 yolcuyu hâmil olduğu halde torpile çarparak battı. 120 yolcu boğuldu. Zavallıların ekserisi muhacir idi. Bir hafta içinde iki vukuat. Bir hafta evvel de bir Fransız vapuru torpile çarpmış idi. Bunda yalnız dört kişi batmış, vapur karaya oturtularak kurtarılmış idi. İzmir kumandam İsmail Fazıl Paşa âdet-i vechi ile yaygara ediyor, kabahati kaptanlara atıyor idi. Halbuki bir akşam evvel İzmir’den gelen Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Vehib Bey torpillerin yerinden oynadıklannı ve evvelki kazanın bundan ileri geldiğini haber veriyordu. “Şu hale göre Fransızlar’a tazminat itasına hazırlanmalıyız” dedim. Haydi bir mes’ele daha! Tahkikat emrettim.
İstanbul’dan dahi bir hey’et şevkini tenbih eyledim.
Hariciye Nâzın, Hüseyin Hilmi Paşa’dan bir telgraf gösterdi. Mü- şarileyh, Bulgar Sefiri ile görüşmüş. Sefir, Devlet-i Aliyye [ile] Bulgar arasında Fransa ve İngiltere arasındaki itilâfa müşabih bir itilâf teklif etmiş imiş. Hüseyin Hilmi Paşa üç saat kadar Bulgar Sefiri’yle müda- vele-i efkâr eyledikten sonra şerâiti sormuş. O da bunun kendi fikr-i hususîsi olduğunu ve Sofya’ya yazarak gelecek cevaba göre kendisine tafsilât vereceğini söylemiş. Halbuki bir hafta evvel Dersaadet Avusturya Sefiri dahi bu bâbda beni istimzaç etmiş ve Almanya Sefiri, Sofya Almanya Sefiri’nden aldığı telgrafhamede kabul olunursa Osmanlı muhibbi olan Naçoviç’in Dersaadet’e gönderileceğini yazmış idi. Viyana Sefiri’nin müracaatı şüphesiz resmî idi. Viyana Sefiri’nin bu işe memuriyeti Almanya ve Avusturya’nın Bulgarlarla aramızda bir itilâf husulüyle birbirimize yaklaştığımızı ve bilâhare ittifak-ı müsellese dahil olmaklığımızı istemelerinden ileri gelmiştir.
Meclis-i Vükelâ’da bundan bahsetmedik. Yalnız, Tevfik Paşa’dan (Londra Sefiri) gelen bir telgrafname mevzubahis edildi. İngilizler bize defaten birçok memur göndermek istemiyorlarmış. Çünki bu halde düvel-i şâire tarafından istirkab edileceklerinden bizi müşkil mevkide koyacaklarmış. Yalnız biz değil kendileri de müşkil mevkide kalacaklardır. Ancak ıslahatımıza muavenet arzu ettiklerinden evvelemirde Anadolu’nun yalnız şimal ve şark mıntakalannda jandarma zâbitleri, jandarma müfettişleri bulundurup bunlarla Dahiliye Nezâreti ara- smda bir rabıta olmak üzere dahi Dahiliye Nezâreti’nde müfettiş-i umumî namiyle yalnız bir zâtın bulunmasiyle iktifa olunmasını tavsiye ediyorlardı.
Bundan anlaşıldığına göre, İngilizler defaten büyük iş deruhte etmek istemiyorlar. Hariciye Nâzın’nın ifadesine göre Mısır’da dahi hidâyette öyle yapmışlar ve badehu memurlannı teksir eylemişler imiş. Islahata yardım etmek istemeleri Kıbns Muahedesi’nin mevki-i fiile vaz’ını arzu ettiklerine alâmet idi. Yalnız şimal ve şark mıntakalanna müfettiş-i umumî göndermemeleri bizi müşkilâta koyuyor idi. Çünki kendi adamlarımız içinde bu memuriyetler için adam bulamıyor idik. Mecliste bu mes’ele dîr ü dırâz müzakere edildi. Nihayet şu karar ittihaz edildi: Zabıta ile adliyenin münasebeti derkâr. Binaenaleyh, o mıntakalar için iki İngiliz adliye müfettişi dahi gönderilmesi. Mezkûr iki mıntaka ahvâli fena olup oradan havadis-i ecnebiyede birçok kîl û kaale bâis olmakta olduğundan şu hale tamamen nihayet vermiş olmak için müfettiş-i umumîlerin ecnebi olması ve meselâ bitaraf olan Belçika veya İsviçre’den getirilmesi, ancak oralarda bulunacak İngiliz memurlarının bunlar idaresinde bulunmalarına İngiltere’ce muvafakat olunup olunmayacağı malûm olmadığından burasının istimzacı, bir de Dahiliye Nezâreti’ne gelecek müfettiş-i umumînin yalnız jan-
darma işlerinde Dahiliye Nezâreti ile oralarda jandarma zâbit ve müfettişleri arasında rabıta olması caiz olmayıp -çünki Fransız Banman Paşa Dersaadet’te jandarma müfettiş-i umumîsidir- evvelce bildirilen memuriyetle yani Dahiliye Nezâreti hey’et-i teftişiye riyâsetiyle celbi. Bu yolda tarafımdan bir telgraf tesvîd olunarak Londra’ya keşide edildi.
Badehu, Meclis-i Vükelâ’da birçok mesâlih-i cariyenin tesviyesiyle iştigal edildi.
13 Mayıs 329 (26 Mayıs 1913) Pazartesi:
Sabah erkenden Bahriye Nâzın Mahmud Paşa karargâh-ı umumîden geldi. Ba’de-1 müsalâha kolordu fırka kumandanlıklarına ve erkân-ı harbiyelerine tayin olunacak zevât listesinin ihzan için müşa- rileyhin taht-ı riyâsetinde bir komisyon teşkilini İzzet Paşaca yazmış idim. İstanbul Muhafızı Cemal Bey kendisiyle Enver Bey’in dahi bu komisyonda bulunmalanm istemiş idi. Bu da kumandanlıklara bize hasım adamlann tayinine mahal bırakmamak için idi ki, doğrudur. Ancak, bunlann ikisinin bu komisyonda bulunduklan şayi olursa fena tesir hâsıl edeceği hakkında Mahmud Paşa’nın dermeyan ettiği mütalâayı doğru buldum. Binaenaleyh komisyonu kendisinin taht-ı riyâsetinde Müsteşar Fuad ve Erkân-ı Harbiye Mirlîvâsı Ziya Paşalardan terkip ettim. Liste bana takdim edildikten sonra onu bir-iki gün nezdimde hıfz ile ben Cemal ve Enver Beyler’e tedkik ettirerek münasip görmediğim zevâtı tebdil etmek mümkün idi.
Akabinde, Anadolu demiıyollan müdürleri Mösyö Hugnen ve Günter beni ziyaret ettiler. Yüzde dört gümrük zammından Bağdat demiryoluna karşılık gösterilmemesini ve Bağdat ve Musul vilâyetlerindeki petrol madeni işlerinin serian bitirilmesini kendilerine teklif ettim. Uzun müzakereden sonra, teemmül edeceklerini söylediler. Fakat, Rumeli için vaktiyle zammolunan yüzde üç gümrük resminin olsun Bağdat hattı için karşılık olarak gösterilmesini talep ettiler. Hükümetin Bağdat hattını inşa etmek arzu-yı katisinde olduğunu ve binaenaleyh karşılık hususunda kendileriyle herhalde uyuşacağını ve şimdi bundan bahsolunursa Fransızlar ile Ruslar’ın yüzde dört gümrük resm-i munzammına muvafakat etmemelerinin melhûz idü- ğünü beyan ettim.
Badehu hudud-ı îraniye hakkında Rusya Sefiriyle müzakeratta bulunmak üzere Bâbıâlî’ye gittim. Evvelce kararlaştırıldığı vech üzere Rusya Sefiri saat on buçukta geldi. Zuhab’ın şimalinde daha küçük bir kıt’ayı bize terke muvafakat ve fakat cenupta eskiden Rusya ve İngiltere tarafından tesbit olunan hududu muhafazada ısrar etti. Bu halde Zuhab’ın cenubunda bize tâvizât verilmedikten başka bizden
bir-iki kabilenin meskeni olan mahaller ile................ Mendeli......... civann- daki neft kuyuları almıyor idi. Halbuki mezkûr kabileler bize vergi verdikleri gibi neft kuyuları senevi birkaç yüz lira vâridat Bunda ben de ısrar ettim. Hattâ “İstifa eder de buna muvafakat etmem” dedim ve gayet şedîd lisan kullandım. Rusya Sefiri’ne bana vaadlerinin hiçbirini tutmadığını ve daima beni aldatmaya çalışüğını söyledim. Biraz dargın olarak mûfarekat etti.
Enver Bey beni ziyaret ederek kendisiyle yukarda beyan ettiğim komisyon hakkında görüştükten ve daha bazı zevât dahi ziyaretle bazı mesâlih-i cariye tesviye edildikten sonra İngiliz Sefiri bir harita ile beraber geldi. Rusya Sefiri hemen kendisine uğramış idi. Zuhab’ın cenubu, Numaniye, İngiliz daire-i nüfuzu dahilinde olduğu anlaşıldı. Ruslar kendi daire-i nüfuzu Zuhab’m şimaline kadar tevessü’ ettiği nazarımda tebeyyün eyledi. Rus Sefiriyle mükalememde dahi bu anlaşılıyor idi.
İngiliz Sefiri’ne hakikat-i hâl-i beyan ettim. Hakkı Paşa’nın iş’an- na nazaran kendisi bizi memnun etmek için talimat almış idi. Hali de onu gösteriyor idi. Mes’elenin hûsn-i suretle hallolunacağı ümidi bende hâsıl oldu. Elindeki haritanın vâzıh olmadığım ve bende mevcut olan diğer bir İngiliz haritasının daha iyi olduğunu ve bu harita ile beraber bir gün kendisini ziyaret edeceğimi söyledim.
Sabah sermuharriri Kelekyan Efendi de beni ziyaret etti. Mûmâi- leyh ile Balkan hükûmâtına karşı ittihaz edeceğimiz meslek-i siyasî hakkında müdavele-i efkâr ettim. Yunan ve Bulgarlarla tesis-i hüsn-i münasebât etmek lüzumunu ileri sürdü ve evvelemirde Yunanla dü- vel-i muazzama vasıtasiyle bir itilâf veya ittifak akdi münasip olacağını söyledi. Ben de zaten muahharen bu fikirde idim. İfadatı tamamen fikrime tevafuk etti. Siyaset ve ıslahat-ı dahiliye hakkında dahi mûmâileyh ile müdavele-i efkârda bulundum.
Badehu, Almanya Sefiri geldi, tngilizler’in üçüncü Anadolu mınta- kasına şimdilik memur vermek istemediklerini kendisine söyledim. Memnun oldu, işin kolaylaştığını beyan etti. Fakat, Adanaya bir İsviç- reli vali muavininin olsun alınmasını teklif etti. Adana Ermenileri’ni Almanlar himaye ediyorlardı. Ruslar’a nev’ama iltica eden vilâyat-ı şarkiyeye İngiliz memurları getirilmesine mukabil kendi mahmileri- nin ecnebi idaresinden mahrum kaldıklarını münasip görmediğini anladım. Bu haller Almanlar oralarını kendilerine bir daire-i nüfuz itibar ettiklerini tamamen ityân ediyor. Fransa Sefiri Bompard bir- gûn bundan bahsettiği sırada Sultan Hamid’in Bağdat Demiryolu’nu Ankara-Sivas-Harput istikametinden cenuba tahvil etmekte hata ettiğini ve birgün bunun sû-i tesiri görüleceğini söylemiş idi. Bunu hatırladım. Acaba sû-i tesirden maksadı nedir, Alman istilâsı mıdır? Almanlar’ın Fransızlarla (Suriye için) uyuşmalarını teshil etmesi midir? Alman Sefiri ile Bulgar ve Yunanlılarla muhasebat-ı âtiyemizden
dahi bahsettim. Yunan hakkındaki fikrimi tamamen tasvip etti.
Badehu, Avusturya Sefiri geldi. Onunla aym zemin dairesinde fakat daha ziyade muhtasar ve ihtiyath olarak mübâhase edildi.
Akabinde, Fransa Sefiri geldi. Fas ve Tunus ahalisinin henüz Fransa tabiiyetine dahil olmadığını, bunlar hakkında ancak hakk-ı himaye mevcut olduğunu söyledi. Biz de “sız/et” değil “ressortissant’*6 olduklarını ve fakat uhud-ı atîkadan müstefîd olacaklannı söylüyoruz. Sözü pekçok uzattı ve tam bir saat yanımda kaldı. Fransa’nın Faslılar üzerinde hakk-ı metbuiyet iddia ettiğinin Berlin Sefirimiz va- sıtasiyle bir kere de Berlin Hariciye Nezâreti’nden sorulmasmı Mösyö Wangenheim teklif etmiş idi. Bu bâbda yalnız Bompard’m fikrini anlamak istedim. Tunus ile Fas beyninde elyevm bir fark olmadığım iddia etti. “Ama Fas’ta şâir devletlerin sefiri nar” dedim. “Tunus’ta da konsolostan mevcuttur” dedi. Ama sefir ile konsolos beyninde bir fark olacaktır. Bunu kendisinden sordum. Bu bâbda başka yerden tahkikat icrasmı münasip gördüm.
İtalya Sefiri ile de Adalar mes’elesi hakkında görüştüm. İtalya’mn fikr-i sabıkında sabit-kadem olduğunu iddia edip durdu. “Her devletten memur getirdiğiniz halde acaba İtalya’dan memur getirmeyecek misiniz, bizde de iyi memurlar vardır” dedi. Biz de “Bunu düşünüyoruz” dedim.
Bugün Almanya İmparatoru’nun kerimesinin yevm-i izdivacı olduğu cihetle mücerred tarafımdan beyan-ı tebrik için Hariciye Müs- teşan Said Bey gönderilmiş idi. Müşarileyh sefir ile hayli müddet konuştuğunu ve sefirin hakkımda pek senâkâr olduğunu ve umum Osmanlı memurlannın sây ve ikdam hususunda beni nümûne ittihaz etmeleri farz idüğüne dair beyanatta bulunduğunu söyledi. Avustuıya Baştercümanı Mösyö Para da İşkodra’daki zâbitân ve memurin ailelerinin bir Avustuıya vapuru ile Şengin’den naklolunacağı haberini getirdiği esnada Avustuıya Sefiri’nin beni pek ziyade senâ etmekte olduğunu ve hattâ Avusturya Hariciye Nezâreti’ne yazdığı bir raporda benim için “Âkil ve tecrübekâr bir recûl-i devlet olduğunu efâliyle isbat etti” dediğini beyan eyledi.
Badehu mesâlih-i yevmiye ile iştigal ettim. Sadaret Müsteşan Âdil Bey, Haydarpaşa’da şimendifer kumpanyası tarafından istimlâk olunacak hazine-i hassamn arsasına ait evrakı yakalamış idi. “Eyvah, bu iş yine uzayacak” dedim. Vâkıa müşarileyh metre murabbaınm 33 kuruşa olduğunu ve halbuki orada arsalann metresi dört-beş lira idüğünü söyledi. 33 kuruş ucuz olabilir, fakat bu zamanda Haydarpaşa çayınnın metresi için dört-beş lira verecek bir mecnun da bulunamaz. Bu zât eski Türk tipindedir. İşte bu gibilerin devleti şu
86 Türkçe’de her ikisi de teb’a mânâsına gelen Fransızca sujet ve ressortisant kavramlarının devletler hukukundaki farklı kullanımlarım kastediyor.
hale koyduklarını düşünerek bunlardan daha ne kadannın hizmet-i devlette müstahdem olduğunu düşündüm.
Ondan sonra Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey geldi. Basra ve Yemen ahvâli hakkında kendisiyle müzakeratta bulunduk. Basra hakkında ittihaz ettiğim tedâbiri kendisine izah eyledim. Mübâhasemiz hayli sürdü. Yemen hakkmda Başkumandanlık Vekâleti’nden gelen tahriratı da okuduk. Yemen’de yerli asker teşkili hakkında müdavele-i efkâr ettik. Öyle beş tabur teşkili için emir verilmiş idi. Vali bunun Cebel’de kabil olduğunu ve fakat Tihame’de ziyade müşkilâta tesadüf olunacağını yazıyor idi. Aym zamanda İmam’ın muhassasatı verilmemekte ve talep ettiği cephane de verilmemekte olduğundan müşari- leyhin münfail olduğunu ve halbuki Mısır’daki Cemiyet-i Arabiye’nin müşarileyh nezdinde pekçok ifsadatta bulunmaktan dolap Tiha- me’den Cebel’e azimetle bir kere imam-ı müşarileyhi ziyaret etmek istediğini ve bu münasebetle Şafiiler ile Zeydîler arasında hâsıl olan ihtilâfın dahi tesviyesine çalışacağını bildiriyordu. Bu bâbda dahi bil-müzakere tedâbir-i mezkûrenin muvafık olduğuna karar verdik.
Badehu, müşarileyh Âdil Bey’e Yunan ittifakı hakkmda izahat verdim. O da benim gibi Bulgar la ittifak tarafdan idi. Lâkin verdiğim izahat üzerine bilâhare yine Bulgarla ittifak edilmek üzere evvelemirde Yunanla ittifaka temayül gösterdi. Badehu, Harbiye Nezâreti’ne geldim. Orada müterakim telgrafları vesaireyi okuduktan ve icabatını tesviye eyledikten sonra saat onbirde odama çekildim.
14 Mayıs 329 (27 Mayıs 1913) Sah:
Sabah erkenden Bahriye Nâzın Mahmud Paşa ve Müsteşar Fuad Paşa [ile] yeni teşkilâta göre tayin olunacak kumandanlara dair ic- ra-yı müzakerat edildi. Mösyö Hugnen, Yunan ve Sırbiya’nın bizden aldıklan 150 bin mavzer tüfeği ile yüz milyon fişek hakkmda tahriri emir istedi. Lâkin, beyin mektum tutulmasını da talep etti. Zira, Rusya’mn mâni olmasmdan korkuyor idi. Kimseye söylemeyeceğimi, beyannameyi ben vereceğimi, bunlan nısıf fiyatına kabul edeceğimi söyledim.
Enver Bey’den aldığım bir mektupta yararlık gösteren bir gönüllünün mülâzım tayinini rica ediyor idi. Mugayir-i kanun bu gibi muamelâtın tecvizi bittabi caiz olamazdı. Merkuma bir madalya itâsiyle beraber ihtiyat zâbit mektebinde bir sene tahsilden sonra onu ni- zamiyeye nakledeceğimi vaad ettim. Bundan başka birşey yapılırsa ibraz-ı şecaat etmiş birçok gönüllüler ve efrad-ı sâirenin arkasını almak kabil olamaz.
Gaz deposu muamelâtında görülen müşkilâttan dolayı müteşebbis olan Amerikalılar şikâyete geldiler.
Avusturya ataşemiliteri teşkilât-ı cedide hakkında malûmat almak istedi. Vermeyi caiz görmedim. Bu bâbda bir askerî gazetesinde yazılmış bir bendi gösterdi. Serâpâ faraziyattan ibaret olduğunu söyledim. Çatalcaya gitmek istedi. Sulhten sonraya taliki lâzım geleceğini bildirdim. Badehu saray-ı hümâyuna gittim.
Saray-ı hümâyunda huzura çıktım. Salâhaddin Efendi hazretlerine 48 bin liralık matlubâtı mukabili olarak itâsı takarrür eden onbeş bin lira kendisine verilirse düyûnâta vermeyip mukarrer olan Avrupa seyahatinde bunu ekleteceğini ferman buyurdular. Bir âdem-i mahsus ile düyûnât-ı makadirine dair bir listenin şehzade-i müşarileyhten talep buyrulmasını ve ashâb-ı matluba onbeş bin liradan tediyatta bulunulmasırun sadarete ferman edilmesini ve bâkî akçayı köşkünün tamirine tahsis için de sadarete emir verilmesini arzettim. Şehzade-i müşarileyhin hüsn-i hâli senâ ve fakat teseyyüp ve israfı muaheze buyuruldu ki, pek doğrudur.
Badehu, Şeyh Sünusî Hazretleri’ne mübayaa olunan kürkü getirdiler. Yalnız kürk 110 liraya mübayaa olunmuştur. Müşarileyhin adamı Abdülâziz Efendiye de kırk liralık bir kürk mübayaa edilmiş idi. Zât-ı şâhâne kendisiyle beraber bana da bir kürk tedarik olunmasını ferman buyurdular. Sünusî ye taraf-ı şâhâneden yazdırdığım bir mektupta şundan bundan, diyanetten filândan bahsettikten sonra ba’dc-s-sulh bir hey’et-i mahsusanın dahi gönderileceğini bildirdim. Bundan maksat Enver Bey’i göndererek ttalyanlar ile Sünusî beyninde muhtariyet esası üzerine bir itilâf vücuda getirmek ve bu suretle İtalya'nın da bize müzâheretini temin eylemektir. Bu mektup iki bin lira ile beraber Beyrut’a gönderilecek ve oraya Medine’den vürûdu mukarrer olan Şeyh Abdülâziz Efendi vasıtasiyle Sünusîye gönderilecektir.
Suriyeli Habib Lütfullah Bey, Bisan çiftliği hakkında bir istida verdi ki Meclis-i Vükelâ’ya havale ettim.
Bağdat’ta Mehmet Fazıl Paşadan Mûntefik Şeyhi Acemi Bey ile İbnissuud nezdine bir hey’et-i mahsusa izâmı ile cânib-i hilâfete te- min-i irtibat ve sadakatlerine çalışılması hakkında vürûd eden telg- rafnameyi de Meclis-i Vükelâ’ya havale ettim.
Muş’ta dokuz Ermeni’nin katledildiğine dair Ermeni Patriği’n- den Muş liğinin iş’an üzerine gönderilen takriri de meclise havale eyledim. Ermeniler her gün bu yolda bazı telgraflar ahziyle bunlan matbuan sefarata tevzi etmekte idiler. Bazı sefirler telg- rafrıamelerin ekseriyet üzere bir saman kümesinin ihrakı, iki-üç koyunun gaspı, bir Ermeni’nin darbı gibi vakayî-i âdiyeden bahis olduklannı makam-ı istihzada bana söylemişlerdir. Maamafih Ermeniler’den bir kısmının olsun propaganda yapmakta olduğu anlaşılıyor idi.
Fransız baştercümanı Şehremaneti ile 650 bin liralık bir istikraz muamelesine girişen Periye Bankası’nın muteber bir banka olduğuna dair Hariciye Nâzın Pichon’dan aldığı bir telgrafı bana gösterdi.
Bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim ve ziyaretler kabul ettim.
Harbiye Nezâreti’nden çıkarken Hariciye Nâzın’na tesadüf etmiş ve Harbiye Nezâreti meydanında gezinerek kendisiyle müzakeratta bulunmuş idim. Müşarileyh, Sırbistan’la ittifaktan bahsetti. Âyan ve mebûsândan iki Sırp vasıtasiyle Sırbiya Hükümeti, Talât Bey’e müracaat etmiş imiş. Sırp ile ittifak gayritabii bir ittifaktır. İleride temadi ettirilmesi gayrikabildir. Fakat, Yunanistan öyle değildir. Onunla ba’de-s-sulh dahi temadi-i ittifak mümkündür.
Bâbıâlî’ye geldiğimde müşarileyh beni tekrar ziyaretle bu bâbda müdavele-i efkâr ettik. Nihayet Meclis-i Mebûsân reis-i sabıkı Halil Bey’i Atina’ya -Vehib Beyle beraber- göndermeye karar verdik. Bu esnada Bahriye Nâzın Mahmud Paşa da geldi. Mes’eleyi ona da anlattık. O da filerimize iştirak etti. İttifakname müsveddesini önlerinde kaleme aldım. Her ikisi de muvafık buldu.
Meclis-i Vükelâ’da İngiltere ile akdolunacak Şattûlarap mukavelenamesi -ki Hakkı Paşa tarafindan gönderilmiş idi- tedkik edildi ve Hakkı Paşa’nm tâdilâtı kabul edildi. Bu suretle sefain-i ecnebiye Kurna’ya kadar girebilecek ve binaenaleyh Şat oraya kadar seyr-i sefaine müsait bir hale konacaktır. Elcezire’nin iman halinde Kuma mevkiine hutut-ı hadidiye temdidiyle mevki-i mezkûr pek ziyade ehemmiyet kesbedece- ğinden İngiltere Hükümeti burasım nazar-ı dikkate alarak gemilerinin oraya kadar girmesine müsaade istihsal etmek istemiştir. Bu hal bizim de menfaatimize muvafıktır. Şattülarap’ta biri hizmet-i Osmaniye'ye dahil bir İngiliz ve diğeri Osmanlı olmak üzere iki komiserden mürekkep bir komisyon teşkili ile tenvirat, şamandıralar vaz’ı ve polis hidematı ve nehrin seyr-i sefaine müsait bir hale vaz’ı keyfiyeti mezkûr komisyon tarafından tesviye olunacaktır. Bir belediye hey’etine verilen salâhiyet dairesinde komisyon hakk-ı kazaya da malik olacak ve mahâkimde kendisine müteâllik davaların rü’yetinde tarafindan bir vekil dahi bulundurabilecektir.
Meclis-i Vükelâ’dan sonra bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim. Gece, Harbiye Nezâreti’nde Halil Bey beni ziyaret etti. Halil Bey, Atinaba gitmeyi kabul etti. Kendisine ittifak şerâitini söyledim. İtiraz etmedi. Bu münasebetle Yemen’de İmam Yahya ile itilâf akdi için vaktiyle Hakkı Paşa kabinesinde bulunduğumuz vakit cereyan eden müzakere esnasmda göstermiş olduğu taassuptan dolayı aramızda cereyan eden şiddetli mübâhasâtı derhâtır ettirerek ne derecede haklı olduğumu kendisine tasdik ettim (?) ve Yunanistan’la ittifak için vaktiyle ne derecelerde çalıştığımı ve fakat kabine reisinden tut da
aşağıya kadar kimse tarafından muavenet görmediğimi izah eyledim.
15 Mayıs 329 (28 Mayıs 1913) Çarşamba:
Sabah erkenden Mekteb-i Tıbbiye Müdürü Galib Bey beni ziyaret etti. Mektep talebesinden onbir Amavutün, “Bizimle ne yapacaksanız yapınız. Biz artık Türkler ile arkadaşlık edemeyiz” demeleri ve bunda taannüd etmeleri hasebiyle bunlann nisbet-i askeriyelerinin kafim talep etti. “Mucibince” dedim. Vâkıa bu biçareler çocuk olup az bir müddet sonra yaptıklarına bin kere pişman olacaklan derkâr idi. Lâkin böyle gayz-ı millî esnasında Amavutlar’ın bu hareketi şâyî olur da hükümetin bunlara karşı lütuf ile muamele ettiği anlaşılırsa iyi olmayacağı gibi Araplar’a karşı hüsn-i misal dahi teşkil edemez.
Ondan sonra Avni Paşa geldi. Kendisine Asir kumandanlık ve mutasamflığını teklif ettim, kabul etmedi. Birçok itizar beyan etti. Kendisini Yemen’e göndermek istemiyor idim. Çünki, kayınpederi Yemen’e gidiyor idi. Biraz oynak olduğu için kayınpederi Şakir Paşa ile beraber kendisini Yemen’e göndermek istemedim, çünki müddeti hitam bulmamış idi.
Vehib Bey dahi geldi, kendisine akşam yazdığım ittifak şeraitini verdim. Bir suretini aldı. Bu bâbda kendisiyle müdavele-i efkâr dahi ettim. Akşam, Halil Bey ile beraber Harbiye Nezâreti’nde beni görmesini tenbih ettim.
Akabinde, İsmail Hakkı Paşa ile levazımat işlerine dair müzake- ratta bulundum. Bazı telgraflar yazdım. Mösyö Josef Huber geldi. Skodaya sipariş vermekliğimden dolayı serzenişte bulundu. Paraca arz-ı hizmet etti. İhtiyacım olmadığını söyledim. Sıkıldı, “Acaba kusur mu ettim, affedersiniz” dedi. Memlekette rüşvetin kalkmadığına işte büyük bir delil. Krupp’a yediyüzelli bin liralık bir sipariş vermiş idim. Krupp fabrikasının bu bâbda haberi olmasa gerektir. Şu teklife nazaran siparişte aldanmış olduğumu anladım. Ne çare! Parasız siparişte aldanmak zarurîdir. Zira bir seneye kadar tediyatta bulunmamak ve ondan sonra da istitaat-ı maliye hâsıl oluncaya kadar yüzde beş buçuk faiz yürütmek şart idi. Peşin birşey verilmiyor idi. Böyle bir siparişte insan elbette aldanır. Bu suretle kendime teselli verdim.
Onu müteakiben Talât Bey ziyaret etti. Kasım Efendi nâmında Cemiyet-i İslahiye rüesasından biriyle Ittihad ve Terakki Fırkası beyninde bir itilâfname akdedilmiş. Bunu bana gösterdi. İptidai, rüşdî, idâdî tahsili Arapça; mekâtib-i âliye Türkçe. Askerlik kolordu ile mücaviri kolordular dairesi dahilinde Yemenle nisbet-i nüfus derecesinde efrad itâsı. Kabineye iki Arap dahil olacak. Şu hale göre benden başka bir Arap daha alınacak. Beni Arap olarak kabul ediyorlar. İşte bu şerait dahilinde Fırka-i İslahiye’nin Ittihad ve Terakki
ile birleşmesi temin olunmuştur. Bununla Fırka-i İslahiye âzası Paris kongresine iştirak edecektir.
Bâbıâlî’de Ayan Başkâtibi Cemal Bey beni ziyaret etti. Kibrit ve sigara inhisarı kendilerine verilirse 300 milyon frank ikrazma talip bir sendika mevcut olduğunu söyledi. “Teklifatını tahriren yapsın”dedim. Sendika, Fransa'nın inhisara muvafakatini temine müteahhit imiş.
Badehu, Çelebi Efendi’nin ziyaretini kabul ettim. Konya’dan geliyor idi. Sözü yerinde, kıyafeti yolunda bir zât idi. Şundan bundan havaî bahisler edildi.
Akabinde, Kâmil Paşazade Şevket Bey beni ziyaret etti. Sabah, Harbiye Nezâreti’nde biraderi Şûrâ-yı Devlet âzâsından Abdullah Bey beni görmüş idi. Kâmil Paşa, Beyrut’tan vapurla İzmir’e gelirken İzmir’de torpil kazasından dolayı vapurun İzmir’e uğramaması hasebiyle bi’z-zarûre İstanbul’a geldiğini ve konağa gelmesi akabinde bir zâbit ile iki polisin konağa gelerek hemen İstanbul’u terketmesi için tenbihatta bulunduklannı söyledi ve bu hâlin önü alınmasını rica etti. Ertesi gün beni görmesini tenbih ettim idi. Bâbıâlî’ye geldiğimde İstanbul Muhafızı’nı istedim. Lâkin o daha gelmeden müşarileyhin diğer mahdumu Şevket Bey geldi. “Efendim şimdi polisler tekrar geldiler ve haneyi sardılar. Paşa’nın behemehal bugün hareket etmesi lâzım geleceğini söylediler. ‘Sadrazam Paşa’ya söyledik, size emir vereceğini vaad etti’ dedik ise de ‘Bizim amirimiz İstanbul muhafizlığıdır’ dediler. Şu hale nihayet verilmesini rica ederiz. Bu büyük bir hakarettir. Siyaset-i hâriciyeye de temas [tesir?] olabilir” dedi ve müsebbiplere lânet etmeye başladı. “Haksızlık ediyorsunuz. Kabahat yalnız onlarda değildir, hepimizdedir. Paşa hazretleri sadaretinde eğer bîtarafâne hareket edeydi cümlemiz gelir elini öper idik. Fakat öyle yapmadı. Budala Sadık Bey’in evâmirini infaz etti. Memleketin en namuslu zevatından yüzyirmi kişiyi hapsettirdi. Beni bile takip ettirdi. îşte men dakka dukka. Şimdi kendisi düçar-ı hakaret oluyor” dedim. Mahmud Paşa, Halil Bey ve daha sâirenin vürûdu üzerine Şevket Bey’e “Biraz öteki odada bekleyiniz” dedim.
Halil Bey dedi ki:
- Benim hatınma birşey geldi, arzedeyim: Balkan hükümatına bizim vaziyetimizin ehemmiyet-i fevkalâdesi vardır. Saplılarla Yunanlılar Bulgarlar’a karşı ittifak ederlerse Bulgarlar belki muharebe etmekten içtinap etmezler. Fakat biz de onlara iltihak edersek Bulgarlar büsbütün ezilirler. Ben Atina’ya gidersem ihtimal ki vücudumu suiistimal ederler ve Bulgarlar’a ‘Türkiye Meclis-i Mebüsânı bizimle ittifaka geldi. Bütün Türkiye elimizdedir’ derler ve bu tehdit ile Bulgarlar! elde ederler. Cümlesi birden bize yüklenirler, işte burası zihnimi hırpalıyor.
Ben de zaten evvelce bu fikirde idim. Fakat Hariciye Nâzın’mn ıs-
ran ile tebdil-i fikre mecbur oldum. Halil Bey’in de fikrimde olduğunu görünce yine eski fikrime avdet ettim. Halil Bey’in izamından sarf-ı nazar ettim. Bilâhare Hariciye Nâzın dahi bunu kabul ile yalnız Ve- hib Bey’in Atmaca izâmına muvafakat etti.
Bu esnada Cemal Bey geldi. Kâmil Paşa bahsini açtı. Zaten ben kendisini celbetmiş idim. Kâmil Paşa’run Dersaadet’ten çıkarılması lâzım olduğunu, aksi takdirde payitaht emniyetinin muhafazasına muktedir olamayacağım dürüstâne söyledi. “Sana emrediyorum, Kâmil Paşa’nın konağından polisleri al ue şimdi vapura bindirilmesinden sarf-ı nazar et” dedim. Askerce selâm verdi ve “Peki efendim” diyerek gitti. Şevket Bey’i çağırdım, polislerin kaldınlacağını söyledim. “Paşa hazretlerinin ellerini öperim, müsterih olsunlar” diye haber gönderdim ve Abdullah Bey’in yann saat dokuzda Harbiye Nezâreti’nde beni görmesini tenbih eyledim. Maksadım, “Paşa’yıİstanbul'da muhafaza edemeyeceğim, yine İzmir’e gitsin” diyerek müşarileyhi İstanbul’dan izâm etmekten ibaret idi.
Az bir müddet sonra iki tezkere geldi. İkisi de İstanbul muhafiz- lığından. Birinde emrimin icra edildiği iş’ar olunuyor idi. Diğeri de Cemal Bey’in ahvâl-i sıhhiyesinin adem-i müsaadesinden bahisle istifasına dair idi. İkisini de sakladım ve akşam Cemal Bey’i celb ile Kâmil Paşa baklandaki fikrimi söyledim. Kabul ile avdet etti.
O gün Meclis-i Vükelâ’da Nâbi Bey ile Osman Paşa’dan gelen iki telgrafname uzun uzadı mübâhasâta sebep oldu. Nâbi Bey, Avusturya ve İtalya tarafindan Arnavutluk için yapılan lâyiha-i esâsiyede Arnavutluk’un ismen zât-ı hazret-i padişahînin zîr-i saltanatında bir devlet-i muhtâre olması teklif olunduğu bildirilmiştir. Arnavutluk’un bize bu suretle olsun lâfzan bir irtibatı kalsın mı kalmasın mı diye pek çok söz söylendi. Kalmamasını arzu edenler oldu. Onlar da tamamen Nâbi Bey gibi hissiyata tebaan tedvir-i siyaset ediyorlardı. Halbuki siyasette hissiyatı değil menfaati düşünmek lâzım idi. Âtiyen Arnavutluk’un menfaati bizimle ve Yunanla müşterek idi. Şu halde velev küçük olsun, bundan niçin istifade kapışım kapamalıdır. Vâkıa bir devlet-i müstakile dahi olsa yine âtiyen bizimle teşrik-i mesaiye mecbur idi. Lâkin lâfzan olsun bize merbut olursa bu maksat daha suhuletle hâsıl olur. Hariciye Nezâretimiz vâkıa bu şekilde bir Arnavutluk ile biraz uğraşacaktır. Fakat zahmetsiz hiçbir fayda istihsali mutasavver değildir. Arnavutluk bize bir meşakkat-i nakdiye tahmil edecek ise ismen dahi merbutiyeti kimse istemiyordu. Amavutlar’a ecnebi teb’ası gibi bakmak bizim için hem müşkil ve hem memleketimizde pek çok Arnavut bulunmak hasebiyle teşevvüşatı mûcib olacak idi. İşte buraları da nazar-ı dikkatten dür tutulmadı. Binaenaleyh lâyiha-i esâsiyede gösterilen şekle karşı ihtiyâr-ı sükût münasip görüldü.
Dîr ü dırâz müzakerata sebep olan ikinci telgrafname de mukad- demat-ı sulhiye muahedesi metninin imza edilip edilmemesi keyfiyeti idi. Londra Konferansı, Sırplar ile Yunanlılar’ın talebi veçhile metn-i mezkûrda tadilâta kıyam olunması müzakerata uzamasını mûcib olacağından metnin adem-i tefsirine karar vermiş. Sir Edward Grey düvel-i muharibe murahhaslannı nezdine davetle “Efendiler metni imza edecekseniz Cuma gününe kadar size mühlet, imza ediniz. Etmeyecek olursanız artık Londra’yı terkediniz. îmza edenlere İngiltere Hükümeti müzâheret-i......... vaad eder” demiştir. Bu halde Devlet-i Aliyye ne yapacak? Hariciye Nâzın imza ederse müttefikler beyninde tahaddüs eden ihtilâftan artık istifade edemeyeceğimiz zannında bulunduğundan tereddüt gösterdi. Fakat etmemek iddiasında da bulunamadı. Zira o halde murahhaslar Londralı terkedecekler idi. Biz de düvel-i muazzamanın gayet kıymettar olan tavassutundan mahrum olarak husamamız karşısında yalnız başımıza kalacak idik. Nihayet bilcümle muharipler tarafından muahede metni imza edilmedikçe pek ziyade arzu olunan maksad-ı sulhün hâsıl olamayacağmdan dolayı beyan-ı teessüfle mücerred düvel-i muazzamaya ettiğimiz vaadi incazen imza etmekte olduğumuzun beyaniyle imza etmeye karar verildi ve karar-ı vâki bâ-telgraf Osman Nizami Paşaca bildirildi.
Akşam Harbiye Nezâreti’nde Halil Bey ile Vehib Bey beni ziyaret ettiler. Bir hayli mubahasadan sonra Esad Paşa -Atina’da esir- ile Vehib Bey’e salâhiyet-i tâmme itâsiyle yalnız Vehib Bey’in Atina’ya izâmı kati surette karargîr oldu. Vehib Bey kendisine verdiğim ittifak şerâitini kâmilen kabul ettirse dahi yine şifreli telgrafname ile bizden istifsar-ı keyfiyet etmeye memur edildi.
16 Mayıs 329 (29 Mayıs 1913) Perşembe:
Sabah erkenden Mamuretilâziz Fırkası Kumandam Bağdatlı (Kürt) Emin Paşa geldi. Asir Fırkası Kumandanlığı ile Asir Mutasamflığı’m kendisine teklif ettim. Biraz tereddütten sonra kabul etti.
Ondan sonra Kâmil Paşazade Abdullah Bey ziyarete geldi. Paşa hazretlerinin karar-ı sabık veçhile İzmir’e azimetleri münasip olacağını ve Dersaadet’te kaldıklan halde kendilerini tahkirat ve tehdidat- tan muhafaza edemeyeceğimi söyledim. İzmir’e zaten azimet etmek fikrinde olduğu ve bir-iki güne kadar hareket edeceğini ve dün polisin konaktan kaldınlmasmdan dolayı bana müteşekkir olduğunu anlattı. Paşa hazretleri gibi şahsiyetleri malûm olan zevâtın etrafına zamaneden hoşnut olmayan birtakım adamların toplanması tabii olup ancak bunlar kendi menfaatlerini temine sâi olduklanndan bunlara yüz verilmemek icap edeceğini ve benim Bâbıâlî vak’asmı evvelce haber almadığımı ve bir emrivâki karşısında kaldığımı ve o
gece sadareti kabul etmediğim takdirde memleketin pek büyük bir hatar ve tehlikede kalacağını izah ettim ve haberim olsaydı vak’anın önünü almaya çalışmaklığım tabii idüğünü de ilâve eyledim. Paşa hazretleri birtakım ipsiz sapsız adamlara iltifat etmediği halde kendisinin şahsiyetinden dahi hükümetin istifadeye kıyam edeceği ve meselâ mutasavver olan müfettişliklerden birine kendilerinin tayini cihetine gidileceğini bildirdim. Paşa’nın İzmir’de bulunan konağını furuht ile Kıbrıs'ta bir hane mübayaa edeceğini ve bâdema orada ikametle hizmet-i devlete artık sülük eylemeyeceğini ve çünki bundan böyle muvaffakiyet ihtimalâtı olmayıp hizmete devam ise muvaf- fakiyetsizliklerden dolayı kesr-i şeref ve haysiyete sebep olacağım cevaben beyan etti. Kıbrıs’ta ihtiyâr-ı ikamet edeceği baklandaki haber mucib-i memnuniyetim oldu ise de buna inanamadım.
Mûmâileyh Abdullah Bey yanımdan çıktıktan bir saat sonra merkez kumandanlığına celb ile İstanbul Muhafızı Cemal Bey nezdine sevkolunmuş ve mûmâileyhe Kâmil Paşa’mn hemen bugün İstanbul’u terketmesi lâzım geleceğini ve aksi takdirde istimal-i cebr edeceğini beyan ile pek çok tahkiratta bulunduğunu ma’raz-ı şikâyette söyledi ve gördüğü tahkirattan dolayı bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Pederi düçar-ı tahkirat eden evlâdlan idi, onlann ihtirasatı idi. 87 yaşmda olan bu adam 25 yaşmda bir muhterise benziyordu. Hissiyatıma göre buna sebeb-i yegâne evlâdlarının ihtirasından başka birşey değildi. Abdullah Bey’e tesliyet verdim. Ağlamamasım rica ettim. Aynı zamanda Paşa’nın bir müddet için olsun İstanbul’dan tebâüd etmesini tavsiye eyledim. Cumartesi günü hareket edecek olan Rus vapuruyla İzmir’e gideceğini vaad eyledi. Ben de Cemal Bey’e haber gönderdim. Polisleri hemen konak civanndan kaldırmasını emrettim. Aradan bir-iki saat zaman geçti. İngiltere baştercümam Mösyö Fits- maurice geldi. İngiltere Sefiri tarafindan beyan-ı hoşâmedî edilmek üzere Kâmil Paşa’nın konağına gitmek istemiş, polisler menetmiş, “Bu memnuiyet sefirlere, tercümanlara da mı?” demiş, “Evet” demişler. Derhal telefonla Cemal Bey’i celbettim. Polislere emir verdiğini ve anlaşılan emrin icrasmdan evvel baştercümanın konağa gitmiş olduğunu söyledi. Yanlışlık olduğunu baştercümana beyan ettim. Sefirin bana, “Munfasıl iken kendisiyle de münasebatta bulunmuş idim. O ua- kit hiçbir maniaya tesadüf olunmamış idi” diyerek haber gönderdiğini, esna-yı muhâverede baştercüman[ın] söylemesi üzerine müddet-i infisalim olan altı-yedi ay içinde İngiltere Sefiri’ne bir-iki kere gittim ise de beni kimsenin ziyaret etmediğini ve bilâkis hanemin tarassut altında bulundurulduğunu ve nereye gittim ise hafiyeler tarafından takip olunduğumu söyledim.
Harbiye Nezâreti’nde iken Avustuıya Ataşemiliteri Bonovski beni ziyaret etti. Mûmâileyh, Bulgaristan’la ittifakımız hakkında temhid-i
mütalâat etti.
Dedi ki:
- Bulgarlarla alışverişiniz kalmadı. Onlara karşı İstanbul’u müdafaa etmeniz de her zaman kabildir. Şu halde sizin için Bulgarlar’dan korkacak birşey yoktur. Onlann büyümesi de size mazarrat veremez. Çünki onlara karşı İstanbul’u müdafaa etmeniz o halde de mümkündür. Bulgarlar bâdema Sırplar’ın büyümesini istemeyeceklerdir. Bu da onlan size rapteder. Size istinaden Sırplılar’ın büyümelerine mâni olabilirler. Lâkin Rusya bâdema Sırplılar’ı büyütmeye çalışacaktır. Bu suretle Bulgarlarla aralan açılacaktır. Bulgarlar’ın İstanbul’u zaptetmelerini dahi arzu etmezler. İşte buralan Bulgarlarla sizi Ruslar’a karşı da kor. Halbuki Yunanlılar öyle değildir. Yunanlılar megali idea sahibidirler. Bundan böyle İstanbul’u zapta çalışmak, politikalannm gayesi olacaktır. İstanbul ahalisinin nısfi Rum olması, sizde üç milyon kadar Rum teb’a bulunması bu gayeyi edinmelerine kuvvet verecektir.
Buna karşı dedim ki:
- Yanılıyorsunuz. İstanbul ahalisinden Rumlar ile Ermeniler’in mecmuu bile ahalinin nısfim teşkil etmez. Ekseriyeti mutlaka İslâm’dadır. Ba’de-s-sulh üç milyon Rum teb’amız da kalmayacaktır. Rum teb’a- mızın mikdan 1-1.5 milyon raddesinde olacaktır. Ben şimdi Yunanlılarla beynimizde daha ziyade müşareketi menâfi görüyorum. Onlarla birleşmekliğimiz Sırplılar ile Yunanlılar’ı ezmelerine, Sırp ve Rum teb’alannı Bulgarlaştırmaya yarayacaktır ve binaenaleyh onlar bize muhtaç olacaklardır. Lâkin, Rumlar bize daha ziyade muhtaçtırlar. Onlan Slavlar’a karşı ancak ittifakımız kurtarabilecektir. Biz Yunanlılarla birleşirsek ihtimal ki ileride Bulgarlar ile de birleşiriz. O halde Osmanlı-Bulgar-Yunan hey’et-i mecmuası Avrupa’da hatın sayılır bir kuvvet teşkil edecektir.
- O halde siz Osmanh-Yunan ittifakı tarafdansınız.
Ben:
- Kimlerle ittifak edeceğimizi bilemem ve bizim için biriyle ittifak behemehal lâzım mıdır, onu da şimdiden tayin edemem. Mübadele-i efkâr ediyoruz. AvusturyalIlarla Osmanlılar’ın istikbali birbirine merbuttur. Bundan böyle muhâcemât size teveccüh edecektir. Sizin inkırazınız bizim de inkırazımızı mûcib olacaktır. Mübadele-i efkârla hakikat tezahür eder. Tahattur ettiğim şeyleri söylüyorum.
- Ben bilâkis Yunanlılar’la değil Bulgarlarla ittifakınız tarafdanyım. Fakat beyan ettiğiniz mütalâa da şayân-ı dikkattir. Bulgarlarla da ittifakınız niçin bilâhare Yunanlılarla da ittifaka sizi sevketmesin?
- Bulgarlarla ittifak edersek ihtimal ki Yunanlılar Sırplılarla ittifaka mecbur olurlar. O halde maksat, yâni Osmanlı-Bulgar-Yunan ittifakı kabil olamaz. Halbuki evvelâ Yunanlılarla ittifak edersek Bulgarlar Sırplılarla kafan ittifak edemeyeceklerinden bizim zümreye dahil ol-
malan ihtimali daha ziyade olur.
■Lâkin, Bulgarlarile Yunanlılar beyninde iştirak-i menâfi yok, zıddiyet var.
Ben:
- Bu ihtilâf Selanik yüzündendir, ihtilâf idâme için biz Selânik’in Yunan elinde kaldığını arzu ederiz ve buna yardım dahi etmeliyiz. Fakat, Yunanin Dedeağacı’na kadar gelmesi de işimize gelmez. Çünki Trakya ’da hayli Rum mevcut olduğu gibi İstanbul’da da 250 bin kadar Rum vardır. Bu halde Yunanlılar İstanbul’u zaptetmek fikr-i sefihin^7 düşerler ve bu hal adem-i itilâfimıza bâdi olabilir. Yunanlılarin bugün zaptettikleri arazide çok Bulgar yoktur. Bu sebepten bu iki hükümet arasında sebeb-i ihtilâf yalnız Selânik’tir. Bu olmasa, bu iki hükümet aleyhimizde birleşebilirler. Binaenaleyh bu iki kavim arasında bazı vesait istimali ile kabil-i tahfif küçük bir ihtilâfin bulunması bizim için nâfidir. YunanTa birleştikten sonra bu sebeb-i ihtilâf hüsn-i idare ile izâle veya tahfife çalışır isek aralarında bir tiredünyon (rabıta) teşkil edebiliriz. Hususan ba ’de-s-sulh Bulgarlar’ın nüfusu altı milyona baliğ olacak ise de bunun iki milyonunu Müslümanlar ile Rumlar teşkil edecektir. Bu suretle Bulgarlar dahilen de kesb-izaafyet edeceklerdir. Bu hal dahi Osmanlı-Yunan ittifakına dahil olmalannı icap ettirebilir.
- Balkanlılar arasında bir harp zuhur ederse ne yapacaksınız?
Ben:
- Ne yapacağımızı bilemem. Evvelâ hâl-i intizarda kalmak zaruridir. Ahvâl inkişaf etmedikçe birşey yapılamaz.
- Ben kaniyim ki fiilen harbe müdahale ederseniz Ruslar mâni olacaklardır.
- Doğrudur. İşte bu da bizim evvelâ hal-i intizarda kalmaklığımızı müstelzim olur. Lâkin ben zannederim ki Ruslar, Sırplılar aleyhine yürüyecek olursak mâni olurlar. Bulgarlar aleyhine yürümekliğimizin müdahaleye sebebiyet vereceğine pek de kani değilim. Bununla beraber kafi birşey söyleyemem. Çünki diğer iki hükümetle Bulgarlar aleyhine yürüyecek olursak Bulgarlar’ın vücudunu harita-i âlemden kaldırmak mümkün olur ki, Ruslar bunu da istemezler. Çünki, Bulgarlari kendileri meydana getirdiler. Ancak, Bulgarlar’ın ortadan kalkmalan bizim de matlubumuz değildir. Yunanlılarla aramızda bir Bulgaristan bulunması menâfiimize daha muvafiktır. Çünki, biz İstanbul’u Yunanlılardan aldık. Bugün de İstanbul Rum Patriğinin mahalli ikameti bulunuyor.
“Benim için pek faydalı bir mübâhasede bulundum, teşekkür ederim” dedi, vedâ etti.
Mûmâileyhin ziyaretinden sonra Bâbıâlî’de Avusturya Sefiri de beni ziyaret etti ve ataşemiliter ile beynimizde cereyan eden mübâ-
87 Metinde sehîvine yazılmış.
hasâtı işittiğini ve binaenaleyh ahvâl-i umumîye hakkında benimle müdavele-i efkâra geldiğini ve çünki Pazartesi günü Boğaziçi’ne nakledeceğinden gelemeyeceğini söyledi. Müşarileyh ile de aym tarzda bir mübâhase beynimizde cereyan etti. Pallaviçini iki tarafın kuvveti hakkında da bir mukayese yaptı. Sırp ve Yunan kuvvetinin Bulgar kuvvetine muadil olduğunu söyledi. “Evet öyledir, Bulgarlar iyi hareket ederlerse belki galebe ederler. Vaziyet-i sevkul-ceyşiye de kendilerine müsaittir. Selanik’te Yunan kuvvetine karşı zayıf bir kuvvet bırakarak kuvâ-yı külliye ile Sırplılar üzerine yürürlerse onlan mağlûp edebilirler. Fakat, Yunanlılar bizim üserâya pek ziyade hürmet ediyorlarmış ve bizimle ittifak edeceklerini de kendilerine söylüyorlarmış. Bu halde eğer Sırbistan ile Yunanistan’da bulunan ve yüz bini hayli mütecaviz olan üserâmızı teslih ve teçhiz ederlerse büyük bir kuvvet elde etmiş olurlar. Vakıa, Bulgarlar da bu suretle hareket edebilirler. Çünki onlarda da elli-altmış bin kadar üserâmtz vardır ve üserâmızın bir kısm-ı mühimmi de elyevm Bulgaristan dest-i istilâsında bulunan memâlik ahalisindendir” dedim. Efkârımı tamamen anlatmış olmamak için Bulgaristan’daki üserâdan da bahsettim. O fikri verdim ki, Balkan Hükümeti istilâ ettikleri memâlik ahalisinden olan efrad-ı askeriyemizi taht-ı silâha alarak onlardan da istifade etmeye çalışacak ve bu suretle memâlik-i mezkûre ahalisinden olmayanları da iğfal ile meydan-ı harbe sevkeyleyeceklerdir. Hattâ sefir cenaplan “O halde Osmanlı askerleri birbirleri aleyhine harbeyleyeceklerdir” dedi.
Bu suretle idare-i lisan etmekten maksadım, Vehib Bey’e hîn-i harekette ilâveten verdiğim talimatta şayet Rusya’nm bizi fiilen muharebeye iştirakten menedeceği anlaşılırsa Yunanistan ve Sırbistan’da bulunan üserâmızı teslih ve teçhiz ederek bizim emir ve arzumuz hilâfinda imiş gibi harbe teşrik etmek kabil olacağından Yunan’a fiilen muavenet-i askeriyemiz bu suretle vücut bulacak 100 ilâ 120 bin kişilik bir ordu ile olacağından Avusturya Sefiri’ni bu veçhile öyle bir vak’ayı o suretle telâkkiye ihzardan ibarettir ki bu manevra süferâ-yı şâire nezdinde dâhi fırsat ve münasebet düştükçe istimali tasmîm ettim. Avrupa bir müddet olsun böyle aldatılırsa aleyhimizde hâsıl olacak tehevvür bir dereceye kadar tahfif edilmiş olur. Ondan sonra hakikat anlaşılsa bile -ki bittabii anlaşılacaktır- sû-i tesirât ve mehâ- liki görülmez.
O gün MecEs-i Vükelâ’da mesâfih-i cariye ile iştigal edildi. Yunanistan’da esir bulunan Esad Paşa ile Vehib Bey’in Yunanla itâ kı- Enan talimat dairesinde mükâlemeye ve hattâ icrası ihtiyâri olmak üzere tanzim olunacak ittifak mukavelesini imza etmeye memur edildikleri ve yedlerine Hariciye Nâzın tarafından bu memuriyetlerini musaddık bir vesika itâ kılındığı hakkında o gün Meclis-i Vükelâ’ya malûmat vermeyi münasip görmedim. Çünki vükelâmızın işi mek-
tum tutacaklarına emniyetim yok idi. Bu mes’uliyeti Hariciye Nâzın ile ben şimdilik deruhte ettik. Akşam haneme giderek geceyi orada geçirdim ve bir banyo yaptım.
17 Mayıs 329 (30 Mayıs 1913) Cuma:
Sabah dokuzda karşıya geçip Harbiye Nezâreti’ne gittim. Orada karargâhtan ve mahâll-i sâireden mevrud bazı şifreleri mütalâa ile cevaplannı verdim. Kepeğini hiç tefrik etmeksizin yerli unuyla be- ra-yı tecrübe Levazımat Reisi İsmail Hakkı Paşa tarafından yaptın- lan ekmek nümûneleri getirildi. Avrupa ordularında askere kepekle mahlut un verildiği ve köylülerimiz de öyle ekmek ekline alışmış bu- lunduklan halde bizde askere âdeta francala gibi ekmek vermekte manâ olmadığı ve böyle ekmekler bera-yı tecrübe tabhedilmiş idi. Ben etıbbanın tavsiyesiyle kepek ekmeğini eklediyordum. Kepek esasen besleyicidir. Ordunun ekmekleri bu suretle tabhettirilirse yüzde yirmibeş raddesinde bir tasarruf hâsıl olacağı ve bu yüzden senevi ikiyüzelli bin liralık bir meblâğ kazanılacağı teemmül olunmuştur. Akşam bu ekmeklerden yedim. Pek leziz idi. Sofrada bulunan biraderim Halid Bey askere böyle ekmek verilirse efradın değil zâbitânın kıyamet koparacağım ihtar etti. Doğrudur, bizde her fenalık zâbitân- dan, o kıymetsiz, malûmatsız, ekseriyet üzere rüzelâ ve edaniden mürekkep olan hey’et-i zâbitândan çıkar.
Seyr-i sefain idaresine ait bazı hususatı da tesviye ve niyetten sonra mâbeyne gittim. Vahideddin Efendi’nin dairesinden Şükrü Bey nâmında [bir zât] mâbeyn mensubatı nezdinde hal’den ve zât-ı şâhâne hükümet edememekte olmasından bahsetmiş ve polis haber almış, mûmâileyhi Vahideddin Efendi’den talep etmiş, müşarileyh Başmabeyinci’ye müracaat edilmesini söylemiş. Başmabeyinciye bir tezkere yazdım, istedim. Vahideddin Efendi bunun üzerine saraya gelmiş, huzura çıkmış, “Ben hizmetçimi ancak, saraya teslim ederim” demiş. Zât-ı şâhâne de “Benim sarayım taltif mahallidir, mücazat mahalli değildir” demiş. Maksat merkumu teslim etmemekten ibaret. Bunun üzerine ben “Şükrü Bey’i cebren Vahideddin Efendi’nin dairesinden alınm” dedim. Bu da arzedildi. Başmabeyinciye merkumu hükümete teslim etmesinin bâ-tezkere yazılması ferman buyruldu.
O gün sarayda huzura kabul edildim. Almanya İmparatoru’na takdim
olunmak üzere iki kâr-ı atik kâse ihzar edilmiş. Kâselerin kapaklan
elmas ile tezyin olunmuş, mahfaza eski, kıymet yedi-sekizyüz lira.
Bunu zât-ı şâhâne bana gösterdi ve Başmabeyinci Hurşid Bey ile bunu
Berlin’e göndermek istediğini söyledi. Hediyenin pek küçük olduğunu ve
bunun için başmabeyincinin Berlin’e izâmı uyamayacağım arzettim.
Münasip görüldü. Başmabeyincinin işleri kanştırmak-
ta olduğu anlaşılıyordu. Bunu da kaydettim.
Zât-ı şâhâne huzurda sulhün ne zaman imza edileceğini sordu. Vahideddin Efendi’den bahsetmedi. Yalnız, Salâhaddin Efendi’nin düyûnâtından ve kendisine verilecek onbeş bin liradan bahsetti ve işe artık kanşmayacağını söyledi.
Selâmlıktan sonra Üsküdar’a geçtim. Geceyi orada geçirdim. Akşamüstü gelen ajans telgrafları mukaddemat-ı sulhiye metninin imza edildiğini bildiriyordu. Akşama doğru Hariciye Nâzın Londra’da Osman Nizami Paşa’dan aldığı bir telgrafı göndererek ne emir vereceğini istizan ediyormuş. Osman Nizami Paşa, Yunan murahhasiyle görüşmüş. Yunanlılar 1897 tarihinden evvelki hâlin hemen iadesinden sarf-ı nazar etmişler. Yeni bir mukavele yapılmcaya kadar muharebeden evvelki uhûdun tatbik ve icra olunacağına dair bir vaad ile iktifa edeceklerini söylemişler. Osman Nizami Paşa bunun tasdikini münasip görüyor ve istizan-ı keyfiyet ediyordu. Bunun için Meclis-i Vükelâmı toplamayı münasip görmedim. Hemen Osman Nizami Pa- şa’nm iş’an veçhile cevap verilmesini Hariciye Nâzın’na yazdım.
18 Mayıs 329 (31 Mayıs 1913) Cumartesi:
Sabah sekizde karşıya geçerek Harbiye Nezâreti’ne geldim. Birinci olarak dişçi Sami Efendi beni ziyaret etti. Salâhaddin Efendi Hazret- leri’nin hesâbâtı hakkında izahat vermek üzere gönderilmiş idi. Zât-ı şâhâne Salâhaddin Efendiye gönderdiği haberde matlubâtmın kendi yedine itâsma tarafımdan mümanaat edilmekte olduğunu söylemiş. Efendi hazretleri bundan dolayı şikâyet ediyor ve bunu benden me’mül etmediğini söylüyormuş. Efendi, zât-ı şâhâneye gönderdiği pusulada düyûnunu 20.262 lira olarak göstermiş. Halbuki düyünu- nun 16.500 lira olduğunu Maliye Nezâreti’ne ve 17.000 lira olduğunu evvelce zât-ı şâhâneye bildirmiş idi. Efendi’nin gidişi zaten gayet müsrifane idi. Bilâhare, Efendiye Avrupaya gideceğinden dolayı iki bin lira itâsma ve düyûnatı için sekiz bin küsur lira tediyesine ve köşkünün tamiratı için de dört bin küsur hra tahsisine karar vererek bu suretle mâliyeden verilecek 15 bin liradan birşey kalmıyordu.
Ondan sonra Anadolu demiryolları müdürü Günter geldi. Onunla da seyr-i sefain idaresi 170 bin liralık istikraz işini bitirdik. 6,5 faiz ve yüzde bir buçuk komisyon verilecektir. Şehrî seyr-i sefain idaresi iki bin lira tediye eyleyecek ve sekiz senede bu meblâğı tediye etmiş bulunacaktır.
Onu müteakiben Hüseyin Kadri Bey ile beraber Bank Eram (?) memuru geldi. Kibrit ve sigara kâğıdı inhisarları verildiği halde devlete 300 milyon franklık bir istikraz itâsını deruhte ediyor idi. Yüzde beş faiz ve yüzde 85 kıymet üzerinden. Bunu Maliye Nâzın’na ver-
dim. Ondan sonra bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim ve badehu Bâbıâlî’ye gittim.
Bâbıâlî’de evvelemirde Süleyman Efendi’nin kapı kethüdası İsmail Efendi (Selânikli) beni ziyaret etti. Sırphlar’dan.................................................................... Sırplar’ın bizimle ittifaka pek mütemâyil olduklarım ve Belgrad’a bir adem-ı mahsus göndermekliğimizi teklif etmiş imiş.
Badehu, Sinabyan Efendi geldi. Dahiliye Nâzın, Ankara Valiliği’ni kendisine teklif etmiş ama kendisi mütereddit. Gerek Müslüman ve gerek Hristiyan memurlanmızın öyle yerlere gitmek istemediklerini ve bunun da pek gayrimünasip idüğünü kendisine izah ettim ve nihayet “Düşüneyim bakalım, kabul edebilir miyim?” diye kalktı gitti.
Mümâileyhten sonra bazı mesâlihi tesviye ettim ve evrak tedkik eyledim. Badehu, Alman Sefiri geldi. Vehib Bey ile biraderi Esad Paşa’yı Yunan ile ittifak müzakeratına memur ettiğimi bilmiyor idi. Maamafih Yunan ile ittifaktan bahsetti. Almanya Hariciye Nâzın’nın bizim sefirimize Osmanlı-Yunan-Romanya ittifakına dair vuku bulan beyanatını hikâye ettim. İmparatorun, Yunan Kraliçesi olan hemşiresi Sofi vasıtasiyle Yunan ile tesis-i hüsn-i münasebât ederek orada Fransız politikasına galebe etmesi muhakkak olduğunu söyledi ve müttefikler beyninde muharebeye başlayıncaya kadar bir tarafa fazla .... göstermeyerek ondan sonra defaten bir tarafı iltizâm etmek münasip olacağım temhid etti. Bugünkü muharebelerin serî icra olunmakta olduğunu dermeyan ile bu halde kendisiyle birlikte hareket etmek istenilen mağlûp olması ve ondan sonra yapılacak muavenetin husul-i maksada hâdim olmaması ihtimalâtından ve binaenaleyh muharebeye ibtidar olunmazdan evvel hangi tarafla hareket olunacağına bir karar vermek lüzumundan bahsettim. Bunun da doğru olduğunu söyledi
Berlin Sefiri’nden alman bir telgrafnamede ora Yunan Sefiri’nin Devlet-i Aliyye ve Yunan beyninde bir ittifak için kendisine müsteşar vasıtasiyle müracaat eylediği yazılıyor idi. Buna itimad etmedim. Mahmud Muhtar Paşa’nın kendiliğinden müracaat ettiği daha ziyade muhtemel idi. Onu işe kanştırmayı münasip görmedim. Zira kanş- tıracağı muhtemel idi. Binaenaleyh Devlet-i Aliyye’ce şimdilik böyle bir politika takip olunamayacağına dair kendisine Hâriciyeye cevap yazdırdım. Badehu, Avusturya ve İtalya baştercûmanlan gelip Arnavutluk’ta askerimizim oradan alınması hakkında müracaatta bulundular. İki gün sonra nakliyat için sefain gönderileceğini söyledim.
Bunu müteakip Ermeni Patriği geldi. Evvelki müracaatından şimdiye kadar vuku bulan cinâyattan bahis bir takrir ve bir liste verdi. Takrirde katliâmdan bahsediyordu. Kendisiyle görüşmek istedim. Şimendifere yetişmek istediğini söyleyerek hemen gitmesine müsaade itâsım rica eyledi. Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâil-i muallâka rüyet
edildi ve Basra Körfezi ile civarında olan mahallere dair Hakkı Pa- şa’nın İngiltere ile kararlaştırdığı mukavelename mütalâa ve tasdik edildi.
Bu mukavele mucibince Kuveyt, Devlet-i Aliyye muhtariyetini haiz bir kazası itibar olunuyor idi. Kuveyt Şeyhi veraset usulüyle kaymakam tayin edilmek ve orada Kuveyt etrafında çizilen bir daire dahilinde hükümet etmek ve buraya Devlet-i Aliyye gerek asker şevki ve gerek umûra müdahale gibi harekâttan tevakki eylemek şerâit-i cümlesinden idi. Bubiyan Adası’nda ve Katar kıt’asındaki asker ve jandarma geri alınacaktır. Kuveyt bir muhtelit komisyon marifetiyle mahallinde tayin olunacak diğer bir hudud dahilindeki kabailde Kuveyt Şeyhi’nin tevâbîi itibar olunacaktır. Orada İngiltere ile itilâf edilmedikçe harekât-ı askeriye icra olunmayacaktır. Bahreyn’in istiklâli tasdik ve teb’ası İngiliz mahmisi itibar edilecek ve memâlik-i Osmaniye’de uhud-ı atîkadan istifade olunmayıp hu- kuk-ı umumî veçhile muamele görecektir. Katar ile hudud Zehnube Adası’ndan Rubu’l-hâlî’ye doğru müteveccih bir hat ile tefrik edilecektir. Basra Körfezi’nde karantina, fener ve zabıta işleri şimdiye kadar olduğu gibi İngilizler tarafindan tesviye edilecek ve fakat elimizde bulunan sevâhilde hukuk-ı hakimiyet veçhile hareketimizde serbestimiz temin olunacaktır. Kuveyt tevâbîi ay-yıldızı hâvi bir bayrak keşide edecek ve isteyenler bir de Kuveyt kelimesini ilâve edebilecektir.
Bu suretle elyevm mevcut olan statüko tarafeynden temin edilmiş bulunacak ve gerek Bahreyn ve gerekse Kuveyt doğrudan doğruya İngiltere tarafından zapt ve idare olunacaktır. Maskat ve Had- ramut kezâ. Bu mukavelename bizim için kârlıdır. Zira, Kuveyt’in vesair emâretlerin hududu bu suretle tayyün edecek ve bundan böyle zîr-i idaremizde bulunan mahallere doğru tevessülerinin önü alınmış bulunacaktır. Mukavelenamenin sureti evrakım meyalımda mevcut olduğundan burada buna dair daha ziyade tafsilât ifâsına lüzum görmedim.
Harbiye Nezâreti’nde müsteşar ile bazı müzakeratta bulundum ve bazı evrak çıkardım. Bugün 17 Mayıs’ta sulhün imza edildiğine dair Londra’dan telgraf-ı resmî almdı. Fakat yalnız Bulgarlarla bizim murahhaslar o günden itibaren sulhün başladığma dair bir protokol imza edip şâir Balkanlılar bunu imza etmemişlerdir. Bundan maksat hal-i harbin idâmesidir. Çünki, sulh teessüs edince Bulgaılar askerlerini Çatalca ve Bolayır’dan serbestçe çekip Yunanistan ve Sırbistan aleyhine istimal edebileceklerdir. Aksi takdirde bizim oradaki ordularımızın karşısından askerlerini çekemeyecek- lerdir. Bunu bu suretle imza etmemek Balkanlılar arasındaki ihtilâ-
fattan istifade etmek istediğimizi Bulgarlar’a.......... [88] edeceğinden bunu münasip görmedim. Hususan şimdiye kadar sulhe biz talip iken şimdi sulhü kabul etmemekte Avrupaya karşı bizi bir vaziyet-i acibede bırakacak idi. Her nasıl olsa Bulgarlar bizim ordularımız tamamen terhis edilmedikçe karşımızdan askerlerini büsbütün geri çekemeyecekler idi. Hususan diğer[89] Balkanlılar’ın sulhü suret-i katiyyede kabul etmemiş olmaları askerimizin terhis edilmemeleri için bize kâfi bir bahane idi. Bununla iktifa zarurî idi.
19 Mayıs 329 (1 Haziran 1913) Pazar:
Sabah erkenden mahkeme-i temyiz âzâsından Haşan Fehmi Efendi ile Mösyö Hugnen’in ziyaretlerini kabul ettim. Haşan Fehmi Efendi, hükümetin asayişe ve münasebât-ı hâriciyeye verdiği dikkat ve ehemmiyeti pek ziyade senâ etti, yalnız çokça muvakkat kanunlar neşrini muâheze etti. “Sen her şeyin iyisini yapmak istersin. Ben iyisini isterim. Bugün neşrettiğim muvakkat kanunian Meclis-i Me- bûsân’dan bekler iseniz bunu ancak on sene sonra neşredebilirsiniz. Bu vakti kazanmak istiyorum” dedim.
Hugnen bize düvel-i müttefikanın bizden zaptettikleri tüfek ve fişeklerden 175 bin tüfek ve 100 milyon fişeği tedarik eden bankiyeyi[90] getirdi. Merkum nısıf fiyatla bunu tedarik edecek idi. Nısıf fiyatla tedarik olunacağından 530 bin liraya baliğ oluyor idi. Esmânı bu sene-i efrenciye nihayetinde tediye olunmazsa yüzde beş faiz işletilecek ve ilk büyük istikrazdan tesviye olunacaktır. Tüfek ve fişekler hüsn-i halde bulunmak şarttır. Sah günü kendisine cevap vereceğimi söyledim.
Ondan sonra Miralay Şükrü Beyle beraber hudud-ı traniye işiyle meşgul oldum ve bazı evrakı tesviye ettikten sonra İngiltere ve Fransa Sefarethaneleri’ne gittim. İngiliz Sefiriyle Zuhab’ın cenubundaki hudud-ı İraniye mes’elesini tedkik ettim. İtilâfa meyyal idi. Zaten itilâf için Londra’dan kendisine talimat verileceğini Hakkı Paşa Londra’dan yazıyor idi. Hakkı Paşa Petersburg’a da Londra’dan bu işi bitirmek için yazıldığını bildiriyor idi. Bizim teklif ettiğimiz hududun Fransızcasını kendisine bıraktım.
Fransa Sefiriyle mülâkatımda Fransa’dan bir maliye ve bir defter-i hakanî müşavirinin ve bir Ziraat Bankası direktörünün getirileceğini ve birkaç jandarma zabiti de celbolunacağını ve bizden şimdi gönderilecek on zabitten mâadâ altı ay sonra bunlann avdetinde on
zabitin daha gönderileceğini söyledim. Bu zabitler levazımat-ı askeriye umûr-ı teftişiyesini tahsil edeceklerdir. Mûmâileyh getirilecek memurlann vezâifine dair bir tarifname istedi. Tanzimini, Maliye Nâ- zın’na havale ettim.
Bâbıâlî’de von Bişkayı (?) buldum. Yunan ittifak zamanının hulul ettiğini söyledi. Tabii, teşebbüsatımdan malûmatı yok idi. Kendisini baştan savdım. Badehu, Hulûsi Bey (Nafia Nâzır-ı esbakı) geldi. Samsun-Sivas hattı hakkında Fransızlar’ı muâheze etmek (gazetelerle) istediğini söyledi, menettim.
Ondan sonra Başkumandan Vekili İzzet ve Bahriye Nâzın Mahmud Paşalar beni ziyaret ettiler. Yunan ittifakından ve yedi kolordu ile harekete ibtidar olunabileceğinden bahsettiler. Hurşid Paşa ile Enver Bey’in bu ittifak teşebbüsünden haberdar olduklarını İzzet Paşa söyledi. Halbuki bunu kimse bilmiyor idi. İhtimal ki, Vehib Bey’den veyahut dahiliye nâzır-ı esbakı Talât Bey’den haber almışlardır. Alman muallimlerden bahsedildi. İzzet Paşa gelecek Alman generalinin kolordu kumandanlığına tayinini ve birkaç fırka kumandanı dahi getirilmesini teklif etti. Erkân-ı harbiye zâbitânı yetiştirecek, plânlara vesaireye kanşacak ecânibe emniyet olmamasını ve bizimle Yunanlılar arasında fark-ı azîm bulunduğunu iddia etti. Bu suretle müşarileyh ile birleşemeyeceğimizi yeniden anladım.
Bu esnada Başmabeyinci Hurşid Bey geldi 25. sene-i devriye-i cülûsu münasebetiyle Almanya İmparatoru’na irsâl olunacak hediyeyi getirdi. Bu hediyeyi kendisinin götüreceğini söyledim, pek memnun oldu. Zira, Hariciye Nâzın ile müzakere-i keyfiyette hediyenin mücevheratı yedi-sekiz yüz lira kıymetinde ise de asıl kâseler bin beş yüz-iki bin lira kıymetinde olduğundan başmabeyinci marifetiyle irsâl olunabileceğini söyledi. Mahmud Muhtar Paşanın bunu nazır paşadan iltimas ettiğini anladım. Fakat ses çıkarmayarak kabul ettim.
Meclis-i Vükelâ’da telgraflar mütalâa edildi. Tevfik Paşa, şark ve şimalî Anadolu mıntakalanna iki İngiliz müfettiş-i umumî verilmek ümidinde olduğunu ve herhalde İsviçre’den müfettiş-i umumî getirilmemesini yazıyordu.
Asya-yı Sugra şimendiferlerine dair İngilizlerle yapılacak mukavelename, ki Hakkı Paşa tarafından gönderilmiş idi, Meclis-i Vükelâ’ca tedkik edilerek kabul olundu. Asıl bu mukavelename Bağdat hattı hakkında idi, fakat Almanlar! okşamak için İngilizler buna öyle bir nâm vermişlerdi. Nâmı biz de kabul ettik. Bağdat-Basra şimendiferi Almanlar tarafından inşa olunacaktır. Yalnız hattm mec- lis-i idaresinde iki İngiliz direktörünün Almanlar’a kabul ettirilmesi şarttır. Tarife-i mütesaviye dahi istimal olunması şerâit-i mevzuadan idi. Şirketin meclis-i idaresinde iki İngiliz direktör dahi bulunacaktır. İngiltere Hükümeti yüzde .................................................... gümrük resmi munzamınm bâdema
Bağdat demiryoluna karşılık gösterilmesine Ingiltere Hükümeti’nce mümanaat olunmayacak ise de Fransa ve Rusya’mn buna muhalefette bulunması pek muhtemel olduğundan Almanlarla evvelce yapılan mukavelename mucibince bundan Almanlar’ın vazgeçtiklerine ve Basra-Kuveyt şimendiferinin ve Basra Körfezi üzerinde limanın inşasından sarf-ı nazar eylediklerine dair kendilerinden bir beyanname alınmasını talep ediyordu. Bu beyanname Asya-yı Sugra şimendiferleri mukavelenamesine ilâve dahi edilecektir. Bu mukavelenamenin tanzimi bizim için pek büyük bir muvaffakiyet idi.
Meclis-i Vükelâ’mn 175 bin tüfek ve 100 milyon fişek mübayaa- sı için muvafakatini de istihsal ettim. Tevfik Paşa’nın İngiltere tarafindan şarkî ve şimalî Anadolu için iki İngiliz müfettiş-i umumînin intihab ve tayini için muvafakatini istihsale çalıştığı hakkında gelen telgrafnameyi de mecliste okudum ki mucib-i memnuniyet oldu. Mecliste bazı mesâlih-i cariye de rü’yet olundu.
Meclisten sonra Diran Kelekyan Efendi beni görmek istedi. Geldi, taam ediyordum, kendisini karşıma aldım. Ben taam ederken o söyledi. Yunan Sefareti’nden teb’anın işini görmek için bırakılan memurun kendisine şâir bazı Rumlar ve Yunanlılar tarafindan vuku bulan müracaat üzerine Atina’dan bizimle itilâf veya ittifak için bir memur celbine muvafakat ettiğini ve bunun için evvelce tarafımdan telkin olunan ve Osmanlı-Yunan münasebâtı müstakbele-i siyasiyesine ait olan makaleyi neşretmesinden dolayı kendisine -Diran Kelekyan EfendiVe- müracaat olunduğunu bildirdi. OsmanlIlarla Yunanlı- lar’ın bâdema ittifak etmelerinden başka bir çare olmadığına kanî olduğumu ve fakat bu ittifak müzakeresine ibtidar olunacak zamanın henüz hulûl etmediğini ve hulûlünde tarafımdan derhal icabına teşebbüs olunacağım cevaben söyledim, sükût etti.
Sir Edward Grey’in nutkundan bahsetti. Sir Edward Grey, İngiltere Avam kamarasında irâd ettiği nutukta, Devlet-i Aliyye’nin ıslahat icrasma karar-ı kati verdiğine kanaat getirdiğini ve memâlik-i Osmaniye’de ıslahat mes’elesi bir mes’ele-i beynelmilel olup ancak bu işte nüfuz ve haysiyet-i Osmaniye’nin muhafazası da lâzım olduğunu beyan etmiştir. “Sir Edward Grey’in ıslahat icrasına kanaat getirmesi büyük bir muvaffakiyettir. Bu halde Ermeniler memnun olmalıdırlar. Bundan fazlasını istememelidirler. Ben az ecnebi isdihdam edeceğim fakat onlan esaslı surette kullanacağım ve tedricen” dedim. “Fakat, memâlik-i Osmaniye’de ıslahatın bir mes’ele-i beynelmilel olduğunu da Sir Edward Grey söylüyor” dedi. “Evet, alt tarafindan nüfuz ve haysiyet-i Osmaniye’nin muhafazası lüzumundan dahi alt tarafında bahsediyor. Bunlann ne demek olduğunu ben biliyorum”dedim. (Devletler tarafından müdahale olunmam alı. OsmanlIlar yalnız bizden değil şâir milletlerden de memur celbedecekler demektir). Diran Efendi,
“Sir Edward Grey’in bu nutku kabine için birinci muvaffakiyettir” dedi. Şimdiye kadar ihraz olunan birçok muvaffakiyetleri bu suretle inkâr etti. Mûmâileyh bununla bize eskisinden daha ziyade mütemâyil görünüyor idi. Bunun esbâbını düşündüm. Sir Edward Grey’in nutku olması muhtemel ise de geçen defa ziyaretinde kendisine valilik teklif etmiş olmaklığımın buna sebep olduğuna daha ziyade kani idim.
Diran Efendi’den sonra Salih Gürci Bey geldi. Balkanlılarla ne zaman münasebât-ı düveliye teessüs edeceğine ve ordunun ne zaman dağıtılacağına dair malûmat istedi. Tabii bu bâbda henüz birşey söylenemez idi.
Bâbıâli’den saat 9.5’ta Harbiye Nezâreti’ne geldim. Birçok evrak çıkardım. Badehu yatağa gittim.
20 Mayıs 329 (2 Haziran 1913) Pazartesi:
(Yevm-i kabul-i süferâ)
Sabah erkenden Balkan Komitesi yerine Ermenistan Komitesi na- miyle teşekkül eden komitenin programı ve hin-i teşekkülünde irâd olunan nutuklar hakkında Londra Sefareti’nden mevrud tahrirat-ı mufassalayı mütalâa ettim. Tasavvur ettiğim ıslahat programına hemen tamamen muvafık idi. Yalnız beynimizdeki fark mezkûr programda müfettiş-i umumînin taht-ı nezâretinde düvel-i muazzama tarafından mansûb delegelerden mürekkep hey’et-i teftişiyedir. Ben bu hey’et-i teftişiyeyi yalnız bir devlet-i muazzama memurlarından teşkil ediyorum. Tabii, düvel-i muazzamamn müdahalesini de kabul etmiyorum. Sir Edward Grey’in nutku İngiltere devletinin dahi benim fikrimde olduğunu nazarımda isbat eylediğinden programımda azimle çalışmaya karar verdim.
Cavid Bey bâ-telgraf Balkan muharebesindeki masârif-i harbiye- miz mikdannı sormuş idi. Tertip ettirdiğim cedvelde masârif-i mezkû- reyi 24 milyon lira gösterdim. Sipariş olunup henüz vûrud etmeyen ve esmam tediye olunmayan 6,5 milyon liralık esliha ve levazımat-ı harbiye esmânı da bunda dahildir. Ancak düşman eline geçen ve esmâm 12 milyonu mütecaviz bulunan esliha, mühimmat ve leva- zımat-ı harbiyemiz esmânı ile sarfolunan mühimmat ve esmâm ve elimizde kalıp muharebede istimal olunmaktan dolayı tecdit veya tamiri muktezi olan esliha ve levazımat-ı harbiye kıymeti hesab-ı mezkûrda dahil değildir. Bunu da hesaba dahil eder isek masârif-i harbiyemiz 50 ilâ 60 milyon lirayı bulur. Buralara dair mektupta tafsilât verdim.
Sefaretlere ve bazı kumandanlıklara telgraflar çektim ve mesâlih-i cariyeyi tesviye ettim.
Badehu saray-ı hümâyuna giderken Tophaneye uğradım. Gaze-
teler Tophane’de bir sirkat vukuunu haber verdiler. Gazetenin biri, sirkatin on bin lira raddesinde olduğunu yazıyordu. Binaenaleyh keyfiyeti sordum. Tüfek Fabrikası Müdürü Mahmud Efendi izahat verdi. Amelenin üstü-başı arandığından onlar sirkat edemeyip kete- be ve memurinin kapıdan çıkarken bu muayeneye tâbi olmamalan hasebiyle akşamlan çıkarken birer ikişer Martini mekanizma kapağını sirkat etmekte olduklan haber alınmış ve ittihaz olunan tedâbir ile bunlar elegeçirilmiştir. Bunlar mekanizma kapağının beherini hariçte bir liraya satıyorlar imiş. On bin lira sirkat etmek için bunlardan on bin tane sirkat etmek icap eder. Bir buçuk seneden beri Martini tahviline başlanmış olduğu için sirkat nihayet bir buçuk seneden beri devam etmiştir. Bu müddet içinde on bin mekanizma kapağının sirkat olunması cây-i şüphedir. Bunları Kürtler’e ve Lâzlar’a satıyor- larmış. Martini tüfeklerinde müşkilü’l-imâl olan parça budur. Tüfeğin aksam-ı sâiresi kolaylıkla imal olunabilir. Sârikler içinde üç kâtip varmış ve onlar da fiil-i sirkati ikrar etmişler imiş.
Tophane’den saraya gittim. Huzura çıktım. Sulh akdedilmiş olduğuna göre zât-ı şâhâne elbet sorar diye birşey söylemedim. Sormadı. Ben de söylemeye hâcet görmedim. Evvelce her huzura çıktıkça soruyordu. Arkadan da Yıldız’a nakil keyfiyetinden bahis buyruluyordu. Bu kere yalnız Yıldız’a nakl-i hümâyun mevzubahis oldu. Taamdan sonra Yıldız’a gidip oradaki inşaat nazar-ı tedkikten geçirilmek ferman buyruldu. Çünki, ebniyesiyle tamiratının amir-i itâsı kanun-ı mahsus ile sadrazam olmuş idi. Yıldız’a gittim, tamir olunan mahalleri gördüm. Haricen tekmil boyanmış idi. Boya iyi idi. Dahilen de badana vesair ufak tefek tamirat yapılmış ve yapılmakta bulunmuş idi. Bundan dolayı umum saray halkı bana müteşekkir idi. Çünki, Maliye Nezâreti pek çok müşkilât gösterdiğinden tamirat yoluyla ve zamaniyle yapılamıyordu.
Bâbıâlî’de bazı ziyaretler kabul ettim. Badehu, Rusya Sefiri geldi. Yine hudud-ı Iraniye’den bahsetti. Mes’eleyi yine diplomatça bitirmek istiyordu. “Bane’ye kadar temdîd-i hududu verdiğimiz nota dairesinde kabul ettiğinizi söyleyiniz. Zuhab cihetini de istediğiniz veçhile teklif eyleyiniz” dedi. “Diplomasi mesleğim değildir. Fakat bu derecede basit düşünceli bir asker değilim ki öyle hareket edeyim” dedim. Gülüştü. Yine iknaya çalıştı. “Nihayet böyle şeyler harita üzerinde tedkik ve hallolunur” dedim. Bunu bıraktı, İran hududunda Ermeni- ler’e tecavüzatta bulunulduğundan, Kürtler arasında tahrikat devam eylediğinden bahsetti. “Tahrikatı en ziyade Bedirhanî Abdurrezzak yapıyor. Bunu siz saklıyorsunuz. Hudud üzerinde huzur ve rahatın muhafazasını istiyorsanız onu hudud kurbünden teb’id ediniz”dedim. “Merkumu itham edecek delâil isterim” dedi. Yaptığı tahrikat hakkında malûmat verdim. “Lâkin delâil ile sizi maatteessüf zannetmem ki
ikna edebilirim” dedim. “Badi olduğu vakayı, icra ettiği tahrikat hakkında gayriresmî olarak malûmat veriniz” dedi. Vereceğimi vaad ettim. Askerin terhisi hakkında birşey olup olmadığım sordu. “Yoktur” cevabım verdim.
İtalya Sefiri: Sulhün imzasından, askerin zaman-ı terhisi takarrüb eylediğinden fakat ahvâl tavazzuh etmedikçe bittabi terhis-i asâkir yapılamayacağından ve bazı havaî şeylerden bahsetti ve en nihayet İtalya ile Sûnusî arasında bir itilâf akdi hakkında fikrimizde sebat edip etmediğimizi sordu. Sebat ettiğimizi söyledim.
Damad İsmail Hakkı, Salâhaddin Efendi Hazretleri’nin düyûnâtı hakkında malûmat getirdi ve kendi sultanının maaşı mes’elesine dahi bir nihayet verilmesini rica etti.
Mûmâileyhten soma iş için bazı zevât ve onu müteakiben Almanya Sefiri geldi. Müşarileyh hizmet-i Devlet-i Aliyye’ye bir Alman generalinin kabul olunacağım Berlin’e yazmış olduğunu ve fakat Berlin Sefiri Mahmud Muhtar Paşaca bu bâbda birşey söylenmemesini iş’ar ettiğini söyledi. Sebebini sordum. “Mahmud Muhtar Paşa, Alman generali getirilmesi aleyhindedir. Çünki bunun orduda kendi terakkisine mani olacağı fikrindedir. Mes’ele menfaat-i zâtiye mes’elesidir. Ordunun menfaatine taallûku yoktur” dedi. Yunan ile ittifakımızdan bahsettiği sırada (Atina’daki teşebbüsatımızdan haberi yoktu) “Bulgaristan’ın büyümesi İstanbul'u tehlikede kor. AvusturyalIlar bilâkis Bulgarlarin büyüdüğünü isterler ki doğru değildir ve sizin menfaatinize muvafık değildir. Zayıf bir Bulgaristan emrinize muti olur ve sizinle hoş geçinir. Kavi bir Bulgaristan başınıza bir belâ kesilir”. Avusturya Sefiri Pallaviçini bunun aksini iddia ediyordu. Fakat çok kuvvetli bir Bulgaristan filhakika bize muzırdır. Herhalde Balkan hükümetleri beyninde bir muvazenet-i münasibe tesisi bizim için lâzımdır.
Fransa Sefiri: Yann Paris’e azimet edeceğinden aynı zamanda vedâ için gelmiştir. Fransa’dan celbolunacak maliye müşaviri, defter-i hâ- kanî müfettişi vezâifi hakkında Maliye Nezâreti’nce yazılan Fransızca tarifnameyi talebi üzerine kendisine verdim ve bunun -Meclis-i Vü- kelâ’ca- kabil-i tağyir olduğunu da söyledim.
Müşarileyh, Paris’te umûr-ı mâliyemiz hakkında bazı takyidât vaz’ edileceğini ve çünki muhtaç olduğumuz mebâliğ-i azîmenin başka türlü tedariki kabil olamayacağını ve binaenaleyh daha evvel tarafımızdan bazı tedâbir ittihaziyle hem tahfif-i takyidâta ve hem de iz- zet-i nefs-i millîmizi muhafazaya itina etmekliğimiz lâzım geleceğini dost sıfatiyle ve gayriresmî surette tavsiyeye cür’et eder olduğunu söyledi. “Ne gibi tedâbir?” diye sordum. “Cibâyet-i vâridat ve tediye-i masârifat hususunda yani trezorerP' muamelâtını Düyün-ı Umumîye İdaresi’ne veriniz. Düyün-ı Umumîye İdaresi zaten düyûn-ı mevcüde-
91 Fransızca trésorerie: Hazine, nakit durumu.
rtin hitâmı akabinde lağvedilecektir. Düyûn-ı Umumîye İdaresi o vakte kadar umûr-ı mâliyenizi ıslah eder ve size iyi memurlar yetiştirir ve badehu işi yine Maliye Nezâreti’ne tevdi eyler” dedi. Bunu doğru buldum. Fakat kendisine birşey söylemedim. Bu suret defaten vâri- datımızın dahi hayliden hayliye tezâyüdüne bâis olacağı derkârdır. Yalnız dinledim. Bu yolda bazı mûtalâat serdinden sonra vedâ etti.
Akabinde, Paris’te bulunan Cavid ve Halil Beyler’e yazdığım mektuplarda serbestî-yi tâm-ı iktisadimizi vermeye muvafakat ederlerse bu suretin kabulünde bence bir mahzur olmadığım bildirdim ve bu bâbda müzakeratta bulunarak kararlarını bana bildirmelerini talep ettim. Menfaat-i memlekete hadim olan mukarreratın icrasında kat’iyyen tereddüt edilmeyeceğini de ilâve eyledim.
Badehu, Dahiliye Nâzın Âdil Bey geldi. Selânik’teki üserâya, İzmir’deki torpil kazasına ve daha bu gibi husüsâta dair kendisiyle müzakeratta bulundum. Ondan sonra mühürdânn getirdiği evrakın muamelesini ifâ ettim. Yalnız kaldığımda başımda bir sersemlik hissettim. Kırk dakika kadar Bâbıâlî bahçesinde gezindim. Badehu taam ederek Harbiye Nezâreti’ne gittim. Orada dahi müsteşar paşa ile biraz müzakeratta bulunduktan vc şifreleri gözden geçirerek kararnameleri de imza eyledikten sonra onda yatağa gittim.
21 Mayıs 329 (3 Haziran 1913) Salı:
Sabah erkenden mavzer tüfek ve fişekleri hakkındaki siparişi (iki gün evvelki icmalde mevzubahis edilmiştir) imza ettim. Alman zâbitâ- nından Leyman, Vays nâmındaki binbaşılann ziyaretini kabul ettim. Kaymakam Halil Bey, pederi âyandan Süleyman Paşa dahi beni ziyaret ettiler. Halil Bey, Atina’dan geliyordu. Brindizi’den gelirken Atina’da esir edilmiş ve fakat Alman Sefarethanesi vasıtasiyle kurtarılmıştır. Bazı mesâlih-i cariyenin tesviyesinden sonra Bâbıâli’ye gittim.
Orada Almanya baştercümanmın ziyaretini kabul ettim. Berlin’den mevrud bir telgrafnameyi gösterdi. İngiltere ile beynimizde Bağdat-Basra demiryolu hakkında derdest-i imza olan mukavelenamenin nihayetindeki beyanname ile onuncu maddeye Berlin itiraz ediyordu. Beyannamede Almanlar’ın Basra’dan Basra Körfezi’ne müntehi demiryolu ve Basra Körfezi’nde bahri liman inşası hukukundan sarf-ı nazar ettikleri cânib-i Devlet-i Aliyye’den beyan olunuyor idi. Tabiidir ki bu bâbda Almanya şirketi ile uyuşacaktık ve ondan sonra bu beyanatta bulunacaktık. Mukavele suretini Bağdat şirketine vermekliğim de bu sebebe mebni idi. Almanya Hariciye Nezâreti bunu başka türlü anlamış. Güya, Almanlar’ın Bağdat’tan Basra’ya temdîd olunacak hattı inşadan sarf-ı nazar ettikleri söylenmiş. Halbuki yeni itilâfta bu hattın Almanlar tarafından inşası taht-ı
temine alınmıştır. Onuncu maddede Basra’dan körfeze müntehi bir hattın İngiltere ile uyuşulmadıkça cânib-i Devlet-i Aliyye’den inşa olunamayacağı beyan olunuyor. Almanya Hariciye Nezâreti bu bâb- da evvelce uyuşmak lâzım geleceğini iddia ediyor. Bu ise zaten tabiî idi. Almanya baştercümam mes’eleyi lâyıkiyle anlayamadı. Almanya Hariciye Nezâreti gibi kendisi de işin künhüne vâkıf değil idi. Binaenaleyh bu mes’eleyi Bağdat demiryolu ikinci direktörü Mösyö Günter ile görüşeceğimi söyledim. Bu esnada Hariciye Nâzın Said Paşa geldi.
Mösyö Veber (Almanya baştercümam) çıktıktan sonra Avusturya Sefiri geldi. Evvelki günkü mülâkatımızı Viyana’ya yazmış imiş. Viyana bundan dolayı mütalâatımı takdir ediyormuş. Bu da bizim Bulgarlarla menâfiimizin müşterek olması mes’elesi ve Balkan hükümetleri arasında bir münazaa zuhur ederse bizim bitaraf kalmaklığımız idi. “Lâkin aynı zamanda pek büyük bir Bulgaristan dahi bizim arzu edeceğimiz şey değildir” demiş idim. Bunu tekrar ettim. “Evet, bunu da Viyana’ya yazdım. Fakat bunun sebebini anlayamıyorum” dedi. “Sebebi şudur ki, bu kere Bulgarlar Bulgar memleketi olmayan, Bulgar ahalisi bulunmayan Edime şehri Edime vilâyetinin kısm-ı âzamini kendi arzulariyle zaptettikleri gibi ileride yine aynı arzu ile, yâni fütuhat sebebiyle İstanbul’u da zaptetmek isterler” dedim. “Lâkin dört milyon Bulgari hâvi Bulgaristan’ın midesi, bir milyon nüfusu hâvi İstanbul şehri gibi büyük bir şehri hazmedemez. Bundan emin olabilirsiniz” dedi.
Buna mukabil dedim ki:
- Dediğiniz doğru olabilir. Fakat Bulgaristan harekât-ı âtiyesi bunu bize isbat etmelidir. Bu da zamana mütevakkıftır.
Badehu, İngiltere Sefarethanesi’ne gittim. İngiltere Kralı’nın günü idi. Bahçede bir çay ziyafeti verilmiş idi. Bahçede yirmi dakika kaldım. Bir çay içtim. Birçok zevât ile, ezcümle Alman ve Avusturya ve daha şâir süferâ ile görüştüm.
Avdette, Meclis-i Vükelâca girdim. 1329 senesinde yapacağımız ıslahata dair tanzim olunan bütçeyi tedkike başladık. O gün dahiliye bütçesini tedkik ettik. Mevcut 850 nahiyenin ıslahı yâni nahiye kâtibi, naibi, vesairesinin tayini ve mevcut müdürler maaşmm tezyidi için 100 bin lira isteniyordu. Kabul ettik. Daha 200 nahiye teşkili için de 60 bin Hra tahsisat talep olunuyordu. Bu da kabul olundu. Jandarma için 193 bin Ura talep olunmuş ve bu da kabul edilmiştir. Bundan birkaç hafta evvel jandarma için 123 bin lira daha tahsisat-ı munzamma dahi verilmiş idi. Teşkilât-ı sıhhiye için 50 bin lira tahsis edildi. Merkezde bazı kalem daireleri ve müfettiş-i umumî için yedi küsur bin Hra ve bazı vilâyetlerde merkez kaymakamı teşkili için de on bin lira talep edildiğinden bu da kabul edildi. Polis teşkilâtı için 60 küsur bin Hra verildi. O suretle mecmû-i masârif-i munzamma
üç yüz altmış bin lirayı buluyor. Evvelce jandarma için kabul olunan 123 bin lira da buna zam için, yalnız dahiliye ve jandarma teşkilâtı için bu sene 480 bin lira tahsis olunuyor demektir. Bunun için sekiz vilâyet merkezinde inşası takarrüb eden hapishaneler masrafi da dahildir. Beher hapishane için 10 bin lira verilecek ise de bu sene ancak beş bin lira sarfolunacağından sekiz hapishane için kırk bin lira tahsis edilmiştir.
Akşam taamı esnasmda Diran Kelekyan ile görüştüm. Evvelce, Nubar Paşa’nın Fransızca bir bendini bana göndermiş idi. Bunda, Nubar Paşa, Ermenistan için Ermeniler’in muhtariyet veya istiklâ- liyet istemedikleri, taht-ı tâbiiyyet-i Devlet-i Aliyye’de kalmayı kabul ettiklerini ve zaten menfaatleri icabından olduğunu ve fakat ıslahattan emin olmak için Berlin Muahedesi’nin 61. maddesi mucibince Avrupa kontrolünün muktezi bulunduğunu yazıyordu. Kontrol yapacak olan altı devletin altısı da Devlet-i Aliyye’nin terakki ve tealisini cidden arzu etse bunda ben de bir mahzur görmem. Fakat, Rusya Hükümeti öyle değildir. Bu halde kontrol hakkına malik olursa terakkiye bilâkis mâni olmak için esbap ihdasma çalışarak bu hususta daha ziyade muvaffak olacağı derkârdır. “İşte burada Nubar Paşa’dan ayrılıyorum” dedim. “Bu mes’ele bir emniyet mes’elesidir. Eğer siz İngiltere’yi bu hususta temin edebilirseniz Ermeniler de emin olurlar. Bugün iki milyondan ibaret olan Ermeniler’in bilaistisna kâffe- si aynı fikirdedirler”.
Gerek Bâbıâli’de, gerekse Harbiye Nezâreti’nde evrak muamelâtını da gördüm. Badehu uyudum.
22 Mayıs 329 (4 Haziran 1913) Çarşamba:
Sabah erkenden Zeytinburnu Fabrikası’na gittim. Mermi, araba, kundak, fişek fabrikalarım gezdim. Orasını görmeyeli onbir ay olmuştu. Bu müddet içinde araba ve kundak fabrikalan tamir ve tevsi’ olunarak işlemeye başlamış idi. Henüz seri ateşli iki kıt’a cebel kundağı yapılmış idi. Araba fabrikası ittisâlinde ağaç kurutmak için de bir bina-yı mahsus inşasma başlanmış idi. Terakki var fakat pek ağır. Bu da hiç yoktan iyi. Günde 110 bin fişek yapılıyordu ve 24 bin manevra fişeği de imal olunuyor idi. 200 ilâ 250 seri ateşli sahra mermisi de imal edilmekte idi.
Oradan avdette Anadolu Demiryolu Direktörü Mösyö Günter geldi. Dün, Almanya baştercümanı Veber ile müzakere olunan mes’elenin Berlin’ce yanlış anlaşılmayıp belki yazısında hata edildiğini ve benim haklı olduğumu anlattı. Bu mes’elenin de Paris’te Cavid Bey ile Muhtar Bey tarafından orada bulunan Helfriç (?) ve Kuniner (?) ile bil-müzakere tesviyesi münasip olacağmı beyan etti. Bunun üzerine
Cavid Bey’e bir mektup yazarak mes’eleyi izah ettim ve suret-i hallini kendisine tavsiye eyledim.
Seyr-i sefain için yapılan 170 bin liralık istikraz mukavelenamesini imza ettim. Metr Salem, Paris’ten gelmiş idi. Kendisiyle görüştüm. Avustuıyalılar’ın istikraz mes’elesinde Bulgarlar’ı iltizâm edeceğini anlattı. Avusturya’nın şu hâline taacüpler ettim. Akabinde Varenkis Efendi geldi. Ermeni mes’elesinden bahsetti. Ermeni Komitesi programı ile bizim ıslahatımız beyninde bir fark olmadığını, yegâne farkm ecnebi kontrolünden ibaret bulunduğunu söyledim. Eğer düvel-i sit- tenin altısı da hüsn-i niyet sahibi olsalar, terakkimizi cidden isteseler kontrolde dahi beis görmeyecektim. “Lâkin içlerinde Rusya ve belki de Fransa öyle değildir. Hele, Rusya mahv ü perişanimizi ister. Ermenistan mes’elesine parmak sokarsa türlü türlü mefsedetler, mel’anet- ler yapacağında şüphe yoktur. Onun için kontrolden içtinap etmelidir. Islahat yapacağımızdan Sir Edward Grey emin olmasa, nutkunda söylediği veçhile Devlet-i Aliyye’nin ıslahat icrası azm-i kafisinde bulunduğuna kanaat getirdiğini söylemez idi” dedim. Bana hak verdi. Ermeniler’in mutâlebâtına dair bana bir liste getireceğini vaad eyledi.
Bâbıâli’ye geldiğimde en evvel Limpus Paşa’nın ziyaretini kabul ettim. Müşarileyh giderken kendisini üç kişinin takip eylediğini ve bunlardan birinin avdette yine birlikte avdet eylediğini söyledi. Bu zâtın sahib-i evham olduğuna hükmettim. Çünki üç kişi kendisini niçin takip etsin? Mezunen gittiği, Reşadiye'yi de muayene edeceği ve bir havuz siparişi mes’elesini de tedkik eyleyeceği hakkında kendisini takip edenlere malûmat verdiği ve Londra Sefareti’nce de o yolda işaatta bulunmak üzere sefarete malûmat verdiğini söyledi ve zırhlı ile havuz ve kruvazör ve torpidogeçerler hakkında verilen plânlan hâmilen geldiğini ve ancak bunlan henüz tamamiyle tedkik edemediğini beyan etti. Armstrong fabrikasının 23 sene için tersane ve havuz inşası ve İzmit’te tesisi mutasavver küçük tersane tesisatım deruhte edeceğini ve bunun için 850 bin Ingiliz lirası kıymetinde tahvilât çıkarılacağını ve bunun için senevi yüzde yedi faiz ve iki resülmâl tediye olunmak üzere mezkûr 850 bin liranın Ingiltere’de tedarik olunabileceğini söyledi. Sefain-i harbiye resimlerini kendisi ba’de-t-tedkîk bu bâbda raporunu verecektir.
Müşarileyh, badehu donanmanın Dersaadet’e avdetinden evvel burada bulunmasını muktezi gördüğü için alelâcele geldiğini ve çünki donanma zâbitânının Dersaadet’e avdette kendilerinin hüsn-i idare olunmalannı talep edeceklerini ve böyle bir zamanda icap eden nasâ- yihte bulunmak üzere Dersaadet’te bulunmasımn muvafık olacağını beyan etti. Bunu nereden işittiğini sordum. Bazı zâbitân tarafından kendisine o yolda beyan-ı malûmat edildiğini söyledi. Hükümetçe donanmanın terakkisine ne yolda çalışıldığı kendisince malûm olup
bunun için hey’et-i zâbitânın müdahalesine muhtaç olmadığını ve bu yolda müdahalâta isyan nazariyle bakılıp muharriklerinin bitta- biî şiddetle mücazat olunacaklarını ve donanmada muhafaza-i zapt u rapt için her ne lâzımsa icrasmdan kat’iyyen içtinap olunmayacağının cümlece bilinmek icap eyleyeceğini bir lisan-ı kafi ve şedîd ile söyledim. İfademi tasdik ile beraber bu yüzden tahaddüs edecek kıtal esnasında vücutları devlet için lâzım olan bazı zâbitânın dahi itlâf olunması muhtemel olup bu ise zayiattan olacağı cihetle vazife-i hükümet bu gibi harekât-ı tıflânenin vukuundan evvel anlaşılarak önünün alınmasından ibaret idüğünü ifade eyledi. Müşarileyhin lüzumundan ziyade vehham olduğu şu ifâdâtından dahi anlaşılıyor idi.
Cafer Paşa ile Talât Bey, Hariciye Nezâreti’ne merbut olan meclis-i sıhhiye âzâsından Namık Bey’in yerine kaymakam Beyrutlu Kasım Bey’in tayinini rica ettiler. Namık Bey, İstanbul Muhafızı Cemal Bey tarafından Arnavut Ferid Paşa biraderi olmak itibariyle takip olunmakta ve bera-yı istifa tazyik olunmakta idi. Hattâ beş-altı hafta evvel Almanya baştercümanı bu takibattan maksat Namık Bey’in azliyle Rus tarafdan olan Kasım Bey’in azlinden ibaret idüğünü haber vermiş idi. Bunu Cemal Bey’e söylediğimde külliyen inkâr etmiş idi. Halbuki baştercüman iyi haber almış idi. Talât Bey’e mes’eleyi anlattım ve yine eskisi gibi mugayir-i kanun takibat ile herkesin celb-i infialine gidilmesi doğru olamayacağım söyledim. Ricada ısrar etti ve Kâmil Paşa’nın taallûkatından birini kayırmak için Kasım Bey’i bilâsebep azlettiğini söyledim. “O halde bunu yerleştirmek için Namık Bey’in azlinden ise Kâmil Paşa’mn mingayrihakkın yerleştirdiği zâtın meclis âzâlığından çıkarılması icap eder” dedim. Bunu muvafık buldu.
Ondan sonra birçok gelen giden oldu. Badehu, Hariciye Nâzın geldi. Birkaç telgraf getirdi. Bunlann içinde Paris Sefiri Rifat Paşa’dan alınan telgrafnamede Adalar’dan Boğaz karşısında bulunan ikisi müstesna olmak üzere bakiyesinin Yunanistan’a verileceğini Hariciye Nâzın’ndan anladığım ve buna karşı sükûtumuz halinde bir emrivaki karşısında bizi bırakacağım ve binaenaleyh Tevfik Paşa va- sıtasiyle Sir Edward Grey nezdinde teşebbüsat-ı mahremânede bulunularak umum Cezair-i Bahr-ı Sefid’in bir vilâyet-i mümtâze olması teklifinde bulunmaklığımızın icap edeceği iş’ar olunuyor idi. Vâkıa, Vehib Bey vasıtasiyle Yunan’a tarafımızdan edilen teklifte Adalar in Boğaz ve Anadolu’ya karîb olanlarının bilâkaydüşart bize terki talep olunmuş ise de devletler nezdinde o yolda bir teklifte bulunmaklığımızın Yunan’a doğrudan doğruya vuku bulan teklifimizi ihlâl edemeyeceğinden Tevfik Paşafya ol veçhile talimat itâsını münasip gördüm.
Almanya împaratoru’nun yirmibeşinci sene-i cülûsu münasebetiyle
taraf-ı şâhâneden kendisine başmabeyinci vasıtasiyle hediye
gönderilmesi Berlin Sefiri Mahmud Muhtar Paşa’nın talep ve arzusu üzerine takarrür etmiş ise de Almanya Sefareti’nden alman tezkerede Berlin’de bunun için misyon kabul olunmayacağı bildirilmiş olduğundan müşarileyhin izamından sarf-ı nazar olundu. Bu vesile ile başmabeyinciye birinci rütbeden Mecidî nişanı verilmiş ve kendisine ikiyüz lira harcırah itası tarafımdan tensîb olunmuş idi. Halbuki harcırah için Meclis-i Vükelâ’mn kararı muktezi olup gaybubetimde keyfiyet Meclis-i Vükelâda müzakere olundukta kendisine 120 lira harcırah itâsı takarrür etmiştir. Bunu işiten Hurşid Bey bu derecede az bir harcırah itâsı şeref ve haysiyetini muhil olduğundan bunu kabul edemeyeceğini müsteşara bildirmiş imiş. Almanya Sefiri’nin tezkeresi bu vak’amn inkişafina mâni oldu. Fakat meclisin karan nâmünasip olmakla beraber başmabeyincinin münasebetsizliği bu suretle de anlaşıldı.
Meclis-i Vükelâda 329 senesinde adliyece yapılacak ıslahat ve teşkilât program ve bütçesi tedkik olundu. Yüzelli bin liraya yakın bir meblağm bütçeye ilâvesi tensîb olundu. Maarif bütçesi de tedkik olundu. Maarif Nâzın askerin ekmeğini tedarik edemediğimiz bir zamanda 300 bin liralık mekâtip inşasmı teklif ediyor idi. Maarif Nâ- zın’mn ne derece bir fikr-i ibtidaî sahibi olduğu bununla da anlaşıldı. Böyle bir zamanda mektep inşası ıslahattan bahsediyor. Halbuki müdürler vazifelerine bakmıyorlar, talebe arasmda zapt u rapt yok. Muallimler gayrimuktedir ve vazifeye gayrimuvâzıb iken bunun için birşey yapılmıyor. Mekteb-i idadiler leylî sultanîye kalbolunmak teklif olunuyor. Henüz mektepler yok iken her vilâyete Emrullah Efendi tarafından tayin olunan müfettişlerin harcırahı bütçeden çıkarılmış olduğu cihetle bu müfettişlerin lağvı teklif olunac(r)ak bunlara harcırah itâsı da ileri sürülüyor idi. Sultanîlere ecnebi onsekiz ders nâzın getirilmesi talep olunuyor, bunlardan müdür tayini sü-i tesir hâsıl edeceği iddia ediliyor. Netice, yerliden olan müdürün ders nâzınna hiçbir iş gördürmemesinden ibaret olacaktır. Binaenaleyh... olan bir ecnebi müşavirin celbini ve bunun tarafindan memurîn-i ecnebi- yenin ona göre getirilmesini teklif ettim. Bu da kabul edildi.
Selânik sabık Bulgar General Konsolosu Soyoftan Hariciye Nezâ- reti’nin damgasım hâvî olarak aldığım bir mektupta bâdema Bulgarlarla Türkler arasmda bir mes’ele kalmadığını ve mazâ mâ mazâ denerek bâdema iki hükümetin yekdiğerine dest-i muavenetini uzatmak icap edeceği ve hükümet-i seniyye için muhafaza-i sulh ile beraber payitahtın ve Boğazlar’ın temin-i bekası mesâil-i mühimme idü- ğü ve eski ahbaplığa ittibâen[92] bu bâbda bana ifâ-yı hizmete âmâde olduğu iş’ar olunuyordu. Bunu Hariciye Nâzın’na gösterdim ve bu teklifin resmî Bulgaristan tarafindan vâki olduğunu anlattım. Sada-
ret tercümanı vasıtasiyle itâsı takarrür eden cevapta bunun tara- fimdan dahi takdir olunduğunu beyan ile bu bâbdaki hizmetin ne suretle ifâsı kabil olacağının istizahı tensîb edildi.
Talât Bey’den Hariciye Nâzın’na Meclis-i Vükelâ’da gönderilen bir varakada Sırplılar’ın Bükreş’e bir memur gönderdikleri ve tarafımızdan dahi orada bir memura intizar eyledikleri bildiriliyordu. Oraya da Siroz mebus-ı sabıkı Mithat Bey’in izamı tensîb edildi.
Atina’da Esad Paşa ve Vehib vasıtasiyle giriştiğimiz mükâlemat arasında Bulgarlar ve Sırplar tarafindan dahi bu yolda bize müracaat vuku buluyordu. Balkan hükümatı tarafindan bize verilen ehemmiyeti bu hal irâe eder. Cümlesini istimâ tabiidir. Böyle cümlesini istimâdan sonra bir karar itâsı zaruridir.
23 Mayıs 329 (5 Haziran 1913) Perşembe:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde bazı mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Mukaddemat-ı sulhiye imza edildiği cihetle iki üç gün evvel Arnavutluk’taki garp ordusu bakayasını İzmit’e nakletmek üzere günaşın ikişer vapur hareket ettirildiği gibi Yemen’e mürettep efradın dahi gayrimüsellâh olarak nakline ibtidar edilmesini levazımat reisine tenbih ettim ve Yemen kuvâ-yı umumiyesi kumandanlığma müfettişlik salâhiyetiyle tayin olunan Birinci Ferik Şakir Paşa’nın ziyaretini kabul ettim. Yemen için artık Türkler’in sarfedecek paralan ve telif edecek adamları olmadığı cihetle orada İmamla mü’telifâne hareketle San’a’da bir tabur ikamesi ve sevâhilin tutulmasiyle iktifa olunması ve dahilde yerliden teşkil kılınacak jandarmalarla idare-i maslahat olunması lâzım geleceğini ve şimdilik Hudeyde-Hacile şimendiferinin inşasiyle Hicaz Demiryolu’nun San’a^a kadar temdidi zamanına kadar adetâ yalnız hâkimiyet-i Osmaniye’nin Yemen’de idâmesine gayretle ondan sonra tedricen zapt ü temdinine çalışılması ve bu maksadı istihsal için Seyid İdris’e karşı İmam Yahya’nın istimaliyle karşıdan seyirci kalınması münasip olacağını izah ettim. Ve, Yemen’de yirmi tabur yerine bin mevcutlu on tabur teşkil ile müteaddit fırka kuman - danlan ve birçok ümerâ ve zâbitân izamından ve orduda mütemadi zâbitân kıdeminin tebeddülü mahazirinden içtinap olunmak çarele - rinin taharrisine gayret edilmesi muvafık olacağını söyledim. Kendisi de fikrimde olduğunu söyledi. Zaten öyle olduğunu biliyordum ve onun içindir ki bu kumandanlığa kendisini intihab etmiş idim.
Ondan sonra Bâbıâli’ye gittim. Yüzbaşı Bekir Beyin beni görmek istediğini söylediler. Görice’de ve daha birkaç yerde Yunanlılarî bozan Bekir Bey budur. “Gelsin” dedim, izzet Paşa’dan bir mektup verdi. Kendi hakkında bir takdirname zannettim. Halbuki evvelce tenbih ettiğim istihzârât neticesini mulin idi. İzzet Paşa Çatalca'da
seyyar olmak üzere 160 tabur piyade (68 batarya=272 top) topçu ve Bolayır cihetinde 65 tabur piyade ve (21 bataıya=84 top) topçu ihzar edildiğini ve bundan başka Çatalca hatt-ı müdafaasında topçusuz dört redif ve Bolayır cihetinde dahi iki serî ve bir âdi cebel topu ve iki mantilli sahra bataryası ile mücehhez iki redif fırkası bulundurulacağım ve Çatalca cihetinde bir batarya topçu terfik edilecek olan müstakil süvari livası ile aşiret süvari lîvâsımn ve Bolayır cihetinde bir batarya terfik edilecek olan bir alay nizamiye ve iki alay aşiretten mürettep bir süvari lîvâsımn icra-yı harekât edebileceğini yazıyor idi. Taburlar 700 mevcutlu itibar olunduğuna göre kuvâ-yı mezkûre 250 bini tecavüz ediyor ve İzmir’den dahi 26-30 bin kişi getirilmek kabil oluyor idi.
O gün vaktiyle Selânik Bulgar General Konsolosluğu’nda bulunmuş olan Mösyö Şoboftan aldığım mektupta sadarete geçtiğimden dolayı beyan-ı tebrikat olunuyor ve sulhün akdi hususunda sebkat eden hidematım takdir ediliyor ve Türkler ile Bulgarlar arasında artık görülecek bir hesap kalmadığı cihetle bâdema iki hükümet beyninde münasebât-ı samimiye-i dostanenin tesisiyle Bulgaristan’ın pa- yitaht-ı saltanat-ı seniyyenin muhafazası ve Boğazlar’ın müdafaası ve sulhün teminiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun emr-i inkişafında hidemat-ı ciddiye ifâ eyleyeceği ve bunu temin için kendisinin arz-ı hizmete hazır olduğu iş’ar olunuyor idi. Mûmâileyhe imzamla cevap yazmayı münasip görmedim ve bu müracaatına aldırmamazlık da yapmak istemedim. Binaenaleyh sadaret tercümanı Esad Bey tarafindan yazmak üzere kaleme aldığım mektup müsveddesinde benim de kendi fikrinde olduğumu ve bâdema iki hükümetin tesis-i hüsn-i münasebet eylemeleri lâzım geleceğini ve bundan Bulgaristan’ın da pek çok müstefîd olacağım ve bu bâbda kendi tarafından ibraz olunacak hidemat-ı hüsn-i telâkki edeceğimi ve fakat Bulgarlarla hü kümet-i seniyye beyninde şimendifer imtiyazları itâsı ve müsaadat-ı şâire irâesi ile hüsn-i münasebât-ı civâri tesisine çalışıldığı bir zamanda Bulgaristan’ın diğer Balkan hükümatiyle bil-ittifak bize hücum ile Rumeli’nin ziyama sebep olmasından bizde efkâr-ı umumi- yenin Bulgaristan aleyhinde pek ziyade müteheyyic olduğunu ve bunun ihzar-ı sulhün safha-i âhiresinden olsun Bulgaristan’ın artık hükümet-i Osmaniye menâfii aleyhinde yürümemesi icap edeceğini yazdım. Mektup İstanbul’da Türk Bulgar Ajanı vasıtasiyle gelmiş idi. Cevabı da o vasıta ile gitti.
O gün Bâbıâlî’de birçok ziyaretler kabul ettim. Bu meyanda Almanya baştercümam Veber de beni ziyaret etti. Almanya Hariciye Nezâreti’nden sefir Wangenheim’a gelen bir telgrafta bize hasım bir devletin Londra Konferansı’nda Ermeni mes’elesini mevzubahis edeceği muhakkak olup şu halde ondan evvel davranılarak bize daha
müsait bir şekilde olarak mes’elenin Almanya tarafından konferansta ileri sürülmesi daha münasip olacağı Berlin’de düşünülmekte olup Almanya Sefiri Berlin’e cevap yazmazdan evvel bu bâbda BabIâli’nin fikrini anlamak istediğini söyledi. Cuma günü Boğaziçi’ne azimetle sefiri görmek istiyordum. Yann Sefiri iki ilâ üç arasında ziyaretle bu bâbda kendisiyle görüşeceğimi söyledim.
O gün Meclis-i Vükelâ’da bazı mesâlih-i cariyeyi tesviye ettik. Bu meyanda 329 senesi maarif bütçesini ve sene-i mezkûre posta ve telgraf munzam bütçesini tedkik eyledik. Maarif Nâzın Şükrü Bey 11 idâ- dî ve 21 darülmuallimîn mekteplerine birkaç sınıf ilâvesiyle idâdileri sultanilere tahvil ve darülmuallimînleri beş sınıfa iblâğ etmek istedi ve bunun için seksen bin lira kadar para istedi. Bunlann mübrem işlerden olmadığını, askerin ekmeğini tedarik edemediğimiz bir zamanda darülmuallimînde birçok talebeyi ıt’âm ve işrâb edemeyeceğimizi söyledim. Bir türlü meram anlamadı. Sert olarak idare-i lisana mecbur oldum. Zabitan ve memurinden muharebede şehid olanlann eytâmı için 300 mevcutlu leylî iki mektep küşadını münasip gördüm. Bunun için 23 bin lira tahsisat verildi. Sultanîlere ecnebi ders nâzırlan getirmek istedi. “Ders nâzın yerine müdür getir ve mektep umürunu kamilen ona terket”dedim. Ecnebi iki müdür ve iki ders nâzın celbine karar verildi. Nezârete bir de müşavir getirilmesi tensîb edildi.
Telgraf ve posta bütçesi yolunda idi ve zammiyatı 47 bin lira idi. Bunu istekle (?) verdim. Erzurum, Hayfa, Hudeyde, Ciddeye birer telsiz telgraf istasyonu tesisi için lüzumu olan 40 [binj lira yerine bu senelik 10 bin lira konmuş idi. Masârif-i şâire icap eden yerlere hat temdidi ve Cebel-i Lübnan’a telefon temdidi ve telgraf ve telefon fabrikasiyle makine ve edevât celbi ve amelenin teksiri yüzünden yapılıyordu. Saat sekizde meclise nihayet verilerek o gece Üsküdar'a geçtim.
24 Mayıs 329 (6 Haziran 1913) Cuma:
Erkenden Harbiye Nezâreti’ne azimetle mevrud telgraflarla gece den kalma işleri tesviye ettim.
Bu esnada İngiliz Sefiri, cuma selâmlığından evvel beni görmek istediğini kavas vasıtasiyle bildirdi. Vakit dar olduğundan selamlığa giderken sefarethaneye uğrayacağımı söylettim.
Sefarethaneye girdiğimde, Rusya Sefiri oradan çıkıyor idi Ingiliz Sefiri, Londra’dan aldığı emir üzerine tanzim ettiği bir muhtıran ver di. Bu muhtırada İngiliz Hükümeti’nin yüzde dört gümrük resminin tesviyesi için bir şart-ı cedîd dermeyanına mübaderet etmeyi arzu etmez ise de Mezopotami kıt’asındaki petrol madenlen işinde Inpl tere kontrolünün kabulünü hükûmet-i seniyyenin niyat-ı hayırhâ
hanesinden intizar eylediği ümidi izhar olunuyor idi. Bu kontrolden maksat ne olduğunu söyledim. “Siz bu petrol işinde İngiliz sermayesinin tefevvukuna razı olduğunu söylemiş idiniz. İşte maksat budur, bu petrol mes’elesinin kesb-i kat’iyyet edeceğini işittik de” dedi. Vorn nâmında bir serseri Ticaret Nâzın’na yanaşarak 500 bin liralık avans ve yüzde dokuz ham petrol itâsı şartiyle petrol madeni imtiyazının kendisine verilmesini teklif ve Almanlar ile tngilizler’in uyuşamadık- larmı beyan etmiş idi. Ticaret Nâzın bunu bana haber verdiğinde işin bana bırakılmasmı ve bu herife yüz verilmemesini söylemiş idim. 0 da başka birşey yapmamış idi. Halbuki Vorn. İngiliz Sefiri’ne kendisine maden imtiyazının ihale edilmek üzere haber vermiş ve o da itimad ederek keyfiyeti Londra^a bildirmiş idi. Londra ise Mezopo- tami kıt’asmda kendisinden habersiz birşey yapılmasına razı olmamaya karar vermiş olmalıdır ki sefarete bu muhtırayı verdirmiş ve Londra’da bulunan Hakkı Paşa nezdinde dahi aynı teşebbüsatta bulunmuştur. Hakkı Paşa kıt’a-i mezkûrede İngiltere ve Almanya’nm mezc-i menfaat ve teşebbüsatı bizim için enfa’ olacağını beyan ile bu bâbdaki niyat-ı hükümeti öğrenmek istiyor idi. Benim de zaten fikrim bu merkezde olduğundan İngiltere Sefiri’ne, Vorn ile hiçbir kati işe girişilmediğini söyledim ve Londra'ya bu yolda iş’aratta bulunmazdan evvel bir kere benden istifsar-ı keyfiyet etmesi icap eylediğini ve benim kendisini hiçbir vakit aldatmak istemediğimi ve politikam halisâne olduğunun şimdiye kadar kendisince anlaşılmış olması lâzım geldiğini izah ettim. Sefirin böyle beceriksizlikleri mevkiini sarsmış idi.
Bu mes’elenin böyle kapanmasmdan sonra Zuhab hududu mes’e- lesi mevzubahis edildi. Mubahase uzun sürdü. Arkadaşı Rusya Sefi- ri'yle uyuşacak olursam kendisinin o surete raz: olacağını nihayette bildirdi. Mükâlemeden bu hafta içinde şu işi bitireceğimi anladım. Oradan saraya gidip hey’et-i vükelâ ile beraber arz-ı tebrikatta bulundum. Zât-ı şâhâne hidematımızdan beyan-ı memnuniyet etti.
Selâmlıktan sonra veliahda da tebrikatta bulundum ve ondan sonra istimbotla Boğaziçi’ne giderek Alman Sefiri’ni ziyaret ettim.
Üç mes’ele mevzubahis oldu:
Birincisi, Almanya’nın Ermeni mes’elesini Londra Konferansı’nda
mevzubahis etmek istemiyor. “Almanya böyle birşey yaparsa bizdeki sunuf-ı münevvere bile
Almanlar’ın bu suretle Ermeniler üzerinde bir nüfuz istihsali arzusuna
düştüğü zannmda bulunacaklardır. Filvaki bu halde Almanya bir buçuk
milyon Ermeni’nin teveccühünü kazanayım derken bütün Türk ve
Araplar’m taarruzatına hedef olacaktır” dedim. Bu işe kendisinin aklı ermediğini ve bunda Berlin Sefiri Mahmud Muhtar Paşa’nın bir parmağmı hisseylediğini, çünki kendisinden
aldığı bir mektupta Ermeni mesâilinden bahsedildiğini söyledi ve
icabı veçhile Berlin’e yazacağını ve bundan dolayı müsterih olmaklığımı beyan etti.
İkincisi, Yunan ittifakıdır. Atina’dan aldığı bir telgrafnamede Yunan Haricî Nâzın’nın ora Almanya Sefiri’ne Osmanlılar’ın ittifak işinde üserâ masârifinin adem-i tediyesi gibi cüz’iyat ile işi tehirata düşürmekte olduklarını söylemiş imiş. Bundan Almanlarin Yunanlılarla aramızda cereyan eden mükâlemata vukuf peyda ettiklerini anladım. “Hayır, cüz’iyat ile uğraşmayacağız. Serian ittifak akdini isteriz. Aksi takdirde Londra’da konferans Adalar’ın Yunan’a terkini karar altına alacak ve o halde Yunan efkâr-ı umumîyesine karşı Ada- lar’ın bize terki hükümet-i Yunaniyye için güçleşecektir. Şimdi sür’atle hareket edecek dakikadayız. Aksi takdirde yani Adalar’ın bize terki temin olunamadığı surette bizim bilmecburiye Bulgarlarla ittifaka talip olacağımızda şüphe etmemelidir. Çünki Anadolu’ya pek ziyade takar- rüb etmiş olan Yunanlılar’ın mazarratından kendimizi ancak o suretle muhafaza edebileceğiz” dedim. Sefirin bu suretle Berlin vasıtasiyle Atina’ya cevap yazması takarrür etti.
Üçüncüsü, İmparatorün Mahmud Muhtar Paşa’ya vuku bulan beyanatıdır. Mahmud Muhtar Paşa’dan alınan bir mektupta imparatorun görüştüğünü ve esna-yı mükâlemede imparatorun kendisine şu tarzda idare-i lisan ettiğini yazıyordu:
“İngiltere Kralı ve Rusya İmparatoru’nun Berlin’de hîn-i ictimalann- da politikadan bahsolunmamak takarrür etmiş idi. Fakat her vakitten ziyade bu mülakatta bahsedildi. İmparatorlara Türkiye hakkında ne düşündüklerini sordum. Türkiye’nin takviye bulmasından başka birşey düşünmediklerini söylediler. İngiltere Kralı, Türkiye’nin ıslahat için İngiltere’ye müracaat ettiğini ve jandarmanın ıslahı hususunda İngiltere canibinden kendisine muavenet olunacağına ve fakat şuabât-ı sâirenin de düvel-i şâire tarafindan ıslahı lâzım geleceğine dair cevap verildiğini söyledi.
Rusya İmparatoru’na İstanbul için ne düşündüğünü sordum. İstanbul’un
kemafissabık Türkiye İmparatorluğu’nunpayitahtı olması arzusunda
olduğunu söyledi. Lâkin, Bulgarlar İstanbul’a 60 kilometre
yaklaştılar. Bir baskın ile İstanbul’u zaptetmeleri mümkün olacağını
ileri sürdüm. İstanbul iyice tahkim olunursa Bulgar muhâcemâtına karşı
suret-i mükemmelede müdafaa olunabileceği cevabını verdim. Bu
cevaptan memnun oldum. Çünki, Sadrazam Paşa İstanbul’u tahkim için
benden bir mütehassıs istemiş idi. En iyi istihkâm
mütehassıslarımızdan birini endişesiz olarak İstanbul’a göndereceğim
ve İstanbul’un tahkim ve müdafaasına yardım eyleyeceğim. Ba’de-s-sulh
ordunuzu lâyıkiyle tensik etmeniz lâzımdır. Sadrazam Paşa benden bu
işi görmek için bir general talep etti. En iyi generallerimizden
birini Türkiye’ye göndereceğim. Lâkin bu general yalnız Türkiye’de
bulunacak
Alman zâbitânına nezâret değil ordunuzun başkumandanlığı vezâifi gibi vâsi bir salâhiyete malik olmalıdır ki iş görebilsin. Genç Türkler politikasının hüsn-i netayic vermediği tahakkuk etti. Her üç hükümdar artık genç Türkler’den ve onların kahramanlarından bahsolunduğunu işitmemeye karar verdik”.
Mahmud Muhtar Paşa son cümlenin imparator tarafından birkaç kere tekrar edildiğini yazıyordu. Buralarını Almanya Sefiri’ne söyledim ve bugün Türkiye’de hükümetin yine Genç Türkler elinde olduğunu ve İmparator Hazretleri’ne Genç Türkler hakkında yanlış malûmat verildiğini anlattım. Sefir biraz sıkıldı. Mahmud Muhtar Paşa’nın iyi hareket etmemiş olduğunu, çünki hükümdarlar daima serbesti ve hürriyetten müteneffir olup Türkiye ahvâl-i âhiresini de buna aralannda hamledecekleri ve fakat bunlara hükümet adamlarının bittabii iştirak etmeyeceği derkâr olduğundan Mahmud Muhtar Paşa’nın buralarını takdir ederek böyle her işittiği şeyi Dersaadet’e yazması münasip olmadığını ve sefir kısmına böyle bir hareket yakışacağını ve aksi takdirde ifâ-yı vazife düçar-ı müşkilât olacağını izah etti. Sefirin hakkı vardı. Mahmud Muhtar Paşa kendisi gibi birtakım hafifmeşreplerin karar ve tensibiyle harb-i âhirde verilen taarruz emrinin ve pederi tarafindan teldi [teşkil?] olunan büyük kabine politikasının şu ahvâl-i esef-istimale sebep olduğunu takdir etmeyerek bunu Genç Türkiye idaresine tahmil etmeye zaten cahid ve sâi olması İmparatorün bu sözünü fırsat addiyle iş’aratta bulunmaya kendisini sevkeylemiştir. Zaten suret-i iş’ar dahi kendisinin bu iş’aratta bulunmaya teşne olduğunu gösteriyordu. Bu bâbda Hariciye Nâzın Said Paşa ile de dür u dıraz mübadele-i efkâr etmiş idim. Hattâ mü- şarileyh Mahmud Muhtar Paşaya bir mektup göndererek kendisine bazı vasayada bulunmayı tensîb etmiş ise de bu bahsi uzatmak iyi olmadığı beyaniyle mâni oldum idi.
Almanya Sefiri yakında Berlin’e gideceğini ve orada bu işlerin kâffesini yoluna koyacağım vaad etti. O geceyi Üsküdar’da geçirdim. Üsküdar’da İsmail Hakkı Bey nâmında bir doktoru kabul ettim. Dört hareke ile Osmanlı elifbasını ne suretle ıslah ettiğini bana gösterdi. Huruf-ı mukattaa ile ve kemal-i suhuletle yazı yazıyordu. Bu usulü pek takdir ettim ve bu bâbda kendisine muavenet vaad ettim.
25 Mayıs 329 (7 Haziran 1913) Cumartesi:
Sabah erkenden Harbiye Nezâreti’ne gittim. Anadolu Demiryol Müdürü Gûnter geldi. Dünkü Ingiliz Sefiri’nin muhtırası müeddâ- sını kendisine söyledim. Bir suretini mahremâne istedi, verdim. İngilizlerle itilâf ettikleri (Turkish Petroleum Company) ve Ağustos’ta Mezopotamiye bir hey’et-i keşfiye göndereceklerini söyledi. Ona göre
Hakkı Paşaya cevap yazdım.
Ondan sonra Fransız Maliye Memuru........... geldi. Cavid Bey’in Mösyö Perşo ile peyda-yı mûnasebât etmesi lüzumunu söyledi. Fransız nasyonalistlerine karşı Bulgaristan’da ecnebilerin teşebbüsat-ı sınaiyede muvaffak olmadıklan halde memâlik-i Osmaniye’de öyle olmadığı ve münakaşa ve müzayedelere bizde ecnebilerin iştirak etmekte oldukları ileri sürülerek mücahedatta bulunmak esas olduğunu ve burasının da Cavid Bey’e yazılması münasip olacağını beyan etti. Kendisine masârifat-ı harbiyemize dair malûmat verdim. Bu masârifat harbin bidayetinden şimdiye kadar maaş, iaşe-i hayvanat, nakliyat ve bazı siparişat için verilen 24 milyon liralık bir meblâğ ile müttefikler eline geçen ve evvelce bir cedveli muhtırama geçirilen 15 milyon lirayı mütecaviz bir meblâğ, mecmûu takriben 40 milyon liradan ibaret olduğunu söyledim.
Vitalis Efendi tertip kılman program veçhile kendisine Maliye Nezâreti’ne malûmat itasını deruhte etti. Reşid Saffet Bey de Anadolu seyahatinde kendisine refakat etmeye memur edildi.
Badehu, Alman ataşemiliteri geldi. Şundan bundan bahsedildi. Ondan sonra Pagedorf Efendi geldi. Nasoviç’in Viyana tarikiyle Der- saadet’e geleceğini haber verdi. Hüseyin Hilmi Paşadan gelen bir telgrafnamede Nasoviç’in gûya tebdil-i hava için Viyana’ya geldiğini ve Dersaadet Sefareti’ne tayini hususunun Bâbıâlî’den istifsar edildiğine dair sefarete beyanatta bulunduğu iş’ar ve mûmâileyhin şâirleri gibi tahakküm etmeyeceği cihetle Dersaadet Sefareti’ne tayini münasip olacağı olunmuştur. Nasoviç’in filhakika İstanbul’a dahi geleceği anlaşılıyor idi.
Bâbıâlî’de Almanya Sefiri beni ziyaret etti. Berlin’den aldığı telgrafı okudu. Ruslar, Ermeni mes’elesini Londra Konferansı’nda ileri sürdükleri takdirde bir ıslahat programım dahi teklif edecekleri ve bu halde bu program esas olarak müzakerata girişilirse esasın kötü olmasına mebni neticenin de ne yapılsa iyi olamayacağı telgrafnamede iş’ar ve bu bâbda fikrimin ne merkezde olduğu istifsar olunuyor idi. Wangenheim bu cihetin menâfiimize muvafık olacağmda ısrar ediyor idi. Zira Ermeniler’in devletlere müracaatlannda vilâyat-ı şarki- yenin âdeta Rusya ya ilhakı ve Kilikya cihetinin de Cebel-i Lübnan’a benzetilmesi talep olunmuş olduğundan Rus programının dahi aşağı yukarı buna müşabih olacağı anlaşılmakta idi. Londra’dan istifsar-ı mütalâa edilmiş ve mes’elenin ehemmiyeti derkâr bulunmuş olduğundan bir-iki gün daha sabrolunmasını teklif ettim ki Wangenheim tarafından kabul edildi.
Ondan sonra bazı vükelâ beni ziyaret ve her biri kendi dairesi hakkında istifsar-ı mütalâa eyledi.
Hariciye Nâzın, Avrupa’daki süferâdan mevrud birçok telgraflar
getirdi. Londra Sefiri Sir Edward Grey’in Ermeni mes’elesi tedkika- tını Dersaadet’teki süferâya havale etmeyi münasip gördüğünü yazıyordu ki bu iş’ar Almanya Sefiri’ne Almanya Hariciye Nezâreti’nden vuku bulan iş’ara muvafik idi.
Rifat Paşa, Adalar elimizden gittiği halde Yunanlılar’a uhud-ı ati- kanın mer’iyeti hakkında teminat itâsı caiz olmayacağından buna elden geldiği kadar muhalefette bulunulması lüzumunu yazdı. Evvelki gün verilen emir hilâfinda bunun Londra’da Osman Paşaya iş’an- nı münasip gördüm. Zira o günkü ajans telgrafları İmroz ve Tene- dos’tan mâada Adalar’m kâmilen Yunanistan’a verilmesine ve İtalya taht-ı işgalinde bulunan Adalar’m dahi Lozan muahedesinin hükü- met-i Osmaniye’ce icrası akabinde devletlerce bittesellüm Yunanistan’a itâ olunmasına Londra Konferansı’nda karar verildiğini iş’ar ediyorlar idi. Şu vaziyette Yunanlılar’a uhud-ı atîka müsaadatınm ifâsından memleketimizde pek ziyade tekessür eyleyecekleri cihetle tedviri umûr-ı idarece pek çok müşkilât tahaddüs edeceği derkârdır. Şu hal evvelce verilen 93 emri nakız emir itâsmı mazur gösterebilir.
Meclis-i Vükelâ’da orman ve ziraat bütçesi tedkik edildi. Nâzır iki- yüz bin lira zam istiyor idi. Halbuki Rumeli’de bu nezâretin masârifi yüz bin Eradan ibaret idi. Birçok münakaşattan sonra nihayet 50 bin Hra ifâsına karar verildi.
26 Mayıs 329 (8 Haziran 1913) Pazar:
Sabah, Harbiye Nezâreti’nde mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Lim- pus Paşa’mn İzmit’te küçük bir tersane tesisi ve Haliç’teki havuzlann tamiri hakkındaki projeyi mütalâa ettim. Bunun Armstrong ve Vi- kers fabrikaları tarafindan yirmi beş sene deruhte edileceği ve 650 ilâ 760 bin liralık yüzde yedi faizli tahvilât çıkarılıp havuzlar vaâidatiyle bu meblâğ faizinin kısmen olsun tediye olunacağı izah olunmuştur.
Dahiliye Nâzın Âdil Bey’in Ermeni Patriği tarafindan verilen tahfife cevaben yazdığı lâyiha-i mufassalayı da mütalâa ettim. Ekser nukat- ta Âdil Bey’i haklı ve Ermeni Patriği’ni haksız buldum. Bu lâyihayı patriğe göstermeyi tasmîm ettim.
Bâbıâli’de dahi bir müddet mesâlih-i cariye ile iştigal ettim. Ziraat Bankası Müdürü Şevket Bey’i celb ile Fransa ve Perye bankalariyle giriştiği üç milyon liralık muhacirin istikrazının şerâiti hakkında kendisinden izahat talep ettim. Yüzü seksen sekize olmak üzere yüzde beş faizle istikraza talip idiler. Fakat Fransa bankası opsiyon istiyor, diğeri belki Temmuz’da veya kati olarak Teşrinevvel’de istikraz akdetmek üzere beşyüz bin liralık avans veriyor, öbür fabrika bu avansa razı idi. Buralannı Cavid Bey’e bâ-telgraf yazdım. Cavid
Bey’den gelen telgrafta reji ve Düyûn-ı Umumîye’nin itilâf ettikleri ve reji kanunuyla nizamnamesi çıkarılmak şartiyle onbeş sene müddetle tecdide talip oldukları bildiriliyor idi. Reji bir buçuk milyon lira verecek idi. Cavid Bey kanunu çıkanp çıkaramayacağımızı soruyor idi. Bu bâbda tedkikat icrası lâzım olduğundan hemen cevap vermedim.
Maliye Nâzın Rifat Bey yine Erenköyü’ne gitmiş idi. Zavallı hasta idi. Lâkin maaş verilemiyor idi. Müzayaka son dereceyi bulmuş idi. Mâliyenin şu halde gidişi caiz değil idi. Binaenaleyh bir maliye nâzın bulmak lâzım idi. Hacı Âdil Beyle müzakeremizde Oskan Efendi’nin Maliye Nezâreti’ne, Adana Valisi Emin Bey’in Maliye Müsteşarlı ğı’na ve Rifat Bey’in âyanlığa ve Maliye Müsteşan Mihran Efendinin Dîvân-ı Muhâsebât Riyâseti’ne tayinlerini ve Posta ve Telgraf Nezâreti’ne Mısır’dan bir Arap’m celbini görüşmüş idik. Bu suretle Araplar’ın arzusu da is’âf edilmiş oluyor idi. Bu mes’eleyi Said Paşa (Hariciye Nâzın) ile müzakere ettim. Müşarileyh, Oskan Efendi’nin nezâretini yapamayacağım, bank memurlariyle ve ona mümasil adamlarla tesis-i hüsn-i münasebâta Oskan Efendi’nin hali müsait olmadığını ve binaenaleyh Emin Bey’in doğrudan doğruya Maliye Nezâreti’ne tayinini münasip gördü. Oskan Efendi hakkındaki mütalâa pek doğru idi. Bundan başka Oskan Efendi, Posta ve Telgraf Nezâreti’ni cidden ıslaha başlamış idi. Maliye Nezâreti’ne tayini halinde bu da yüzüstü kalacak idi.
Meclis-i Vükelâ’da mukarrerat-ı mühimme ittihaz edildi. Evvelâ, Dicle ve Fırat nehirlerinde Osmanlı ve İngiliz sermayesinden müna- safaten teşkil edilecek imtiyazlı şirket hakkında İngiltere ye verilecek beyanname mevki-i tezekküre kondu. Lynch vapurlanndan ikisi daimî ve biri yalnız limanda İngiliz bayrağım hâmil olacak ve iki Ingiliz bayraklı vapur Osmanlı bayrağım hâmil bir diğer vapur daimi surette ihtiyat olarak duracak idi. Almanlar’ın şimendifer levazımatını nakil hakkı muhafaza olunacak idi. İmtiyaz eski Lynch imtiyazına müşabih olacak idi. Bu suret meclisçe kabul edildi.
Şattülarap’ta seyr-i sefaini temin edecek komisyon mukavelesi 21 sene müddetle akdolunmak mukarrer iken İngiliz bu müddeti yedi sene için kabul etmek istedikleri yüzde onbeş gümrüğün daimi ola rak kabul için şart koşuyorlar idi. Bu bâbda Hakkı Paşa dan gelen ve kabulü müşarileyhce tavsiye olunan telgrafname de okunarak bi’z-zarûre Meclis-i Vükelâ’ca bu dahi kabul edildi.
Mısır istikrazı hakkında paşanın umûr-ı nafiaya mahsus olmak ve fakat mahiyet-i askeriyeyi haiz husûsâta sarfolunmamak üzere Mısır hıdiviyetine istikraz akdi için bulduğu formül de mecliste kıraat olunarak bi’z-zarûre bu dahi kabul edilmiştir.
O gün mecliste Maliye Nezâreti 329 senesi ilâve bütçesi de tedkık
edildi. Talep olunan 240 bin lira yerine yalnız yüz bin lira zam kabul edildi. Bunun 60 bin lirası nevâhîdeki teşkilât için idi.
Mecliste müfettiş-i umumîler için yapılan kanun da kıraat olunarak kabul edildi. Müfettiş-i umumîlere mahsus olmak üzere tanzim kılman talimatname de okunmaya başladı ise de ikmal olunamaya- rak meclis-i âtiye tâlik edildi.
27 Mayıs 329 (9 Haziran 1913) Pazartesi:
Sabah, Hüseyin Hilmi Paşaya bir mektup yazdım. Mektubun sureti evrakım meyanında bulunduğundan bundan burada bahsetmeyi zait görürüm. Suriye müfettiş-i umumîliğini üç şart ile kabul edeceğini yazdığından buna cevap verdim ve Ağustos’ta Şam’da bulunacak surette memuriyetinin icrasma muvafakat ettiğimi bildirdim. Bazı sefarat ile Paris’te Cavid Bey’e birkaç telgraf yazdım ve bazı umûr-ı askeriye ile iştigal ettim. Saat 1 l’de Beyoğlu’nda berbere giderek saçımı, sakalımı kestirdim.
Bâbıâlî’de ilk ibtida Bağdat Ziraat Müdürü Vecih Efendiyi kabul ettim. Beyrutlu bir Arap’tır. Bağdat’ta bir senede 162 su tulumbası füruht edildiğini ve bununla 212 bin dönüm sulanabileceğini ve ahalide iki seneden beri ziraat hevesinin pek ziyade uyandığım ve bu gidişle Bağdat’m pek ziyade terakki eyleyeceğini, pamuk ve dut ziraatine de heves uyandığım ve kendisinin ziraat otomobillerini görmek üzere Romanyaya gitmek istediğini hikâye etti. Bunu dinlemek pek hoşuma gidiyordu. Bir gün evvel Meclis-i Vükelâda Bağdat’ta bir ziraat mektebi küşadına karar verilmiş idi. Bu karan mûmâileyh pek münasip buldu ve derhal Bağdat’a tebşîr-i keyfiyet edeceğini söyledi. Bağdat’ta kavak ağacı dikilmesini tavsiye ettim. Başlandığım temin etti.
(Yevm-i kabul-i süferâ)
Rusya Sefiri: Hudud-ı İraniye’den bahsetti. Yine tâvîzat yapmak istemedi. Kendisiyle pek alay ettim. Lâtifeye getirerek hayli eğlendim. Nezdimde foyasırun çıktığına kanaat getirmiş gibi görünüyor idi. Nihayet, Zuhab’m şimal ve cenubunda tekâlifimi kabul edeceğini ve fakat Baneye kadar olan kısm-ı şimalinin Rusya notasında olduğu gibi kabulünü rica etti. Orada bazı noktaların tarafımdan kabul olunamayacağını söyledim. Israr etti. Nihayet bir gün sefarethaneye azimetle bu kısım hakkında müzakeratta bulunmaklığım karargîr oldu.
Alman Sefiri: Venizelos’un bazı ifâdâtını hâvi Atina Sefareti’nden
aldığı telgrafnameyi okudu. Venizelos bizimle ittifaka âmâde olduğunu
ve fakat biz Bulgarlarla uyuşmak istersek bize zaman bırakacağım ve
istersek ittifak akdi için Dersaadet’e memur göndereceğini
Alman Sefiri vasıtasiyle bana bildirmiştir.
Ben de cevaben dedim ki:
-İttifak için Atina’da adamlarımız vardır. İstanbul’a memur izamına kalkışırlarsa bunu Bulgarlar’ın haber almaması gayr-i mümkündür. Bunu mücerred Bulgarlar üzerinde bir tazyik icrası maksadı ile göndereceklerine kani olacağım geliyor. Maamafih duyulmayacağından emin iseler göndermelerine mâni olmak istemem.
Alman Sefiri, Rusya’mn Ermenistan mes’elesi hakkmda Viyana'da tebligatta bulunduğunu ve bu işin bize müsait bir surette Almanya tarafindan ortaya atılmamasına benim tereddüdüm sebep olduğunu ve şimdi Rusya’nın istediği gibi fırıldak çevireceğini söyledi ve Rus- lar’ın 95 senesi nizamnamesi veçhile hareketi teklif ettiğini ve bunun için kurbiyet-i mevkiyeyi bahane eylediğini ilâve eyledi. Rusya’mn bu hareketinden memnun olduğumu ve Almanya tarafindan bu müdahalenin vâki olmaması da aynca bâdi-i neşatım idüğünü anlattım. Çünki ıslahat arzu-yı ciddisini taşıyan benim gibi bir adamın Sultan Hamid gibi ıslahat kelimesinden korkmayacağım, bilâkis şimdi Rusya’ya öyle ise şimendifer inşasında “Beni serbest bırak” demeye hakkım olacağım ve 95 Nizamnamesi’nde talep olunan şeyler şimdi Bâbıâlî’ce mutasavver ıslahattan pek aşağı bir mertebede bulunduğunu, ancak İstanbul’da teşekkül eden üç Müslüman ve üç Hristi- yan’dan mürekkep bir komisyona (ricâl-i Osmaniye’den birinin taht-ı riyâsetinde) sefaret tercümanlarının vilâyat-ı sitte ahvâline dair malûmat vermeye mezun olmalanndan başka bir müdahale olmadığım izah ettim. Halbuki bizim tasavvuratımız bundan hayli vâsidir. Biz jandarma alaylarımızı îngilizler kumandasma veriyoruz. Şark ve Şimalî Anadolu mıntakalanna birer İngiliz müfettiş-i umumî talep ediyoruz. Bu ıslahat daha vâsi ve daha ziyade müessirdir. “Binaenaleyh, Rusya mutalebesini meydan-ı aleniyete koyduktan sonra ben ıslahat programımı neşrederek Rus mutalebesinden daha çok ileri gittiğimi bütün dünyaya göstereceğim” dedim. Alman Sefiri ıslahat programı- nm şimdiden neşri münasip olacağım söyledi. Ben aksini iddiada sebat ettim. “Çünki, Rusya bir kere müdahaleyi kurduktan sonra bizim programımızın neşrinden sonra da yapacağım yapar. Bilâkis ol vakit programımızdan daha büyük bir mutalebede bulunur. Halbuki şimdi kendisi ileriye atarsa biz onu geçmeye daha ziyade çalışır ve muvaffak da olacağımızı me’mül eylerim” dedim. Bu sözümü tasdik etti.
Avusturya Sefiri: Bâlâdaki fikrimi bu da tasdik etti.
“Avusturya ’nın tazminat mes’elesinde Bulgarlari iltizâm eylemekte
olduğu, ancak Türkiye tazminat itâsına mecbur olacak olursa kendini
toplamayacağı, Bulgaristan’ın bâdema Avusturya politikasım takip
etmesi meşkûk bir madde olup halbuki Türkiye’nin bundan başka bir
çare olmadığını ve böyle tabii bir menfaati zayıflatmak ise
Avusturya’nın menfaat-i
esâsiyesinden bulunmadığını kendisine söyledim’ dedi. Bu bâbdaki mütalâatını vaktiyle Viyana’ya yazdığını anlattı. “Yazdınız ama Viya- na’nın mütalâatınızı nazar-ı itibara almaması mümkündür. Fakat bu da doğru olmadığı cihetle Viyana’yı tekrar ikaz etmeniz münasiptir” dedim.
İngiliz Sefiri: Hudud-ı Iraniye’nin bir an evvel tahdidi lüzumundan bahsetti. Rusya Sefiri’nin Zuhab’ın şimal ve cenubunda teklifatımı kabul eder gibi olduğunu ve bu halde Bane’den yukansı için kendisiyle görüşerek işi bitirmek icap edeceğini söyledim. Londra’dan aldığı bir telgrafnamede bizim askerin Bahreyn’i üssül-harekât ittihaz ile oradan Ahsa’daki urban aleyhine harekât-ı askeriye icra etmekte olduklan ve Bahreyn şeyhinin ise bunu arzu etmeyip bîtaraflığı muhafaza eylemek fikrinde olduğunun beyan olunduğu bildirilmiş olduğundan kendisine verdiğim cevapta El-Hufûfu terkeden ikiyûz kişinin Bahreyn’e iltica ettiği ve orada bulunan erkân kolağası Nevres Efendi’nin bir aralık firsat bularak Acir’i zapteylediğini ve fakat urba- nm hücumu ile orada dikiş tutturamayarak yine Bahreyn’e avdete mecbur olduğunu beyan ettim ve mûmâileyhe verilen cevapta Bahreyn’i terk ile Basra'ya gelmesi emrolunmuş ve bu suretle bundan böyle Bahreyn’e asker çıkarılmaması mukarrer bulunmuş olduğunu söyledim ve derhal Bağdat’a verdiğim emirde badema Bahreyn’e asker çıkarılmaması lüzumunu gösterdim. İngiltere ile itilâf akdolun- masmdan dolayı bu Ahsa mes’elesinde İngilizler birinci defa olarak böyle hafif beyanatta bulundular. İtilâf edilmemiş olsaydı şimdiye kadar kıyamet kopanrlardı.
Onu müteakip Hariciye Nâzın geldi. Onunla bir saat kadar ahvâl hakkında müzakeratta bulundum. Saat altı buçukta Bâbıâlî bahçesinde gezinmek için çıktım. Meclis-i Mebûsân Reisi Halil Bey geldi. İtalya ile Rodos’u kendisine vermek suretiyle Anadolu’nun müdafaası için bir ittifak akdinden bahsetti. Bunun kabil olmadığını ve bu halde Almanya’yı dahi kuşkulandıracağımızı anlattım ve İngiltere ile Kıbns muahedesini canlandırmak istediğimiz bir zamanda İtalya ile böyle bir alışverişe girişmekliğimiz caiz olmadığını söyledim.
Badehu, Dahiliye Nâzın Hacı Âdil Bey geldi. Lazar isminde Selânikli bir Rum’un Yunan ile ittifak için tavassut etmekte olduğunu söyledi. Yunan Kralı, Selânik’te merkumun hanesinde ikamet ediyormuş. Yüzüne bakarak güldüm. Bâbıâlî evrakına baktıktan sonra Harbiye Nezâreti’ne geldim.
28 Mayıs 329 (10 Haziran 1913) Salı:
Gece saat bir buçukta derin bir uykuya dalmış olduğum halde odam kapısının açılmakta olduğunu duydum ve hariçte bir ışık gör-
düm. Uşağım Kâzım odadan içeri girdi ve Almanya ataşemiliterinin beni görmek istediğini söyledi. “Ataşemiliteri hemen getiriniz” dedim. Yatakta olduğum halde kendisini kabul ettim. Berlin’den iki telgraf aldıklarını ve sefir tarafindan geldiğini söyledi.
Birinci telgraf: Almanya Hariciye Nezâreti, Rusya’nm Berlin Sefi- ri’nin hükümeti namına icra ettiği tebligatta, Ermenistan’da sükûn ve asayiş muhtel olup bu halin devam-ı cıvariyet mülâbesesiyle Rusya’ca tecviz olunamayacağından 1895 nizamnamesi esas ittihaz olunmak üzere Ermenistan’da ıslahat icrası hakkında müzakeratta bulunulmak üzere Almanya’nın Dersaadet Sefareti’ne emir verilmesi rica olunduğunu iş’ar etmiştir ve buna Almanya’ca itiraz edildiği takdirde itilâf-ı müselles devletlerinin işi deruhte edecekleri derkâr olduğundan buna meydan vermemek üzere Almanya’ca Rusya’nm bu teklifine cevab-ı muvafakat verildiği bildirilmiştir. Bu mes’ele zaten Pazartesi günkü mülâkatımızda mevzubahis edilmiş ve buna intizar edilmekte bulunulmuş idi.
İkinci telgraf: Berlin tarikiyle Atina’dan gelmekte idi. Mösyö Venizelos tarafından Atina’daki Almanya Sefiri’ne Yunan Meclis-i Vükelâsı namına vuku bulan tebligatta, Bulgaristan ordusunun Haziran’m onsekizine kadar Sırp ve Yunan ordulan karşısmda tecemmu hareketini ikmal ederek ilân-ı harp etmeksizin tecavüzata başlayacağı ve binaenaleyh karar-ı seri itâsı lâzım geleceği beyan olunduktan sonra Yunanistan’m Devlet-i Osmaniye ile derhal akd-i ittifaka talip olduğu ve bu ittifakın ba’del-muharebe dahi devam edeceği ve buna karşı hükümet-i Osmaniye’nin 120 bin kişilik bir orduyu Çatalca’da silah altında bulundurup vakt-i seferde Trakya’da ilerlemekte ve TrakyalI zapteylemekte serbest bırakılacağı dermeyan edilmiştir. Şu halde Yunanistan bize hiçbir şey vermediği halde bizden yalnız istifade emeline düşerek bir ittifak akdetmek istiyor. Almanya Hariciye Nezâreti[94] bu keyfiyetin sadrazama tebliği ile beraber başkaca işe kanşılmamasını ve ittifak-ı müselles süferâsına dahi bu hususta ifşaatta bulunulmamasım Almanya Sefiri’ne emretmekte idi ve aynı zamanda Bâbıâlî’nin muhaberat-ı âtiyeyi Atina ile doğrudan doğruya icra etmesi lâzım geleceğini söylüyordu.
Almanya Sefiri, Berlin’den aldığı emir hilâfına olarak yine serd-i
mülâhaza ediyordu. Türkiye, Yunan’a büyük bir fayda temin etmemekte
olduğu cihetle Adalardan Bahr-ı Sefid Boğazı karşısında bulunanların doğrudan
doğruya idare-i Osmaniye altına alınması ve diğer Adalarda asâkir-i
Osmaniye ikamesiyle beraber Adalar’a bir idare-i muhtare verilmesi
veyahut emr-i idaresinin vaktiyle Yenipazar Sancağı’nda olduğu gibi
Yunanlılar’a terk olunması münasip olacağım tebliğ etmiştir.
Buna imkân olmadığını, çünki Osmanlı ordusunun Bulgarlarla müttefikan hareketi halinde Yunanhlar’ı Adalar’ın terkine mecbur edeceği şüphesiz bulunduğunu ve o halde Yunanlılar’ın bir mütte- fik-i daimîden dahi mahrum kalacaklarını ve halbuki Adalar’dan Bahr-ı Sefîd Boğazı karşısındaki dört ada ile Midilli, Sakız ve Rodos Adalan’nın ve Anadolu ya karîb olan diğer birkaç küçük adanın Dev- let-i Aliyye’ye terki ve bâkîsinin Yunanistan’a itâsı suretiyle bir ittifak akdedilecek olursa bu ittifakın ba’de-l-harp mağlûbiyet halinde dahi devamı zaruri olacağından Yunanlılar’ın müstefid olacaklannı söyledim. Bizim ancak bu suretle Yunanlılarla ittifak edebileceğimizi ve ancak mes’elenin bir kere de Meclis-i Vükelâ’da tezekkürü tabii olduğundan yarın saat ikide netice-i müzakeratın kendisine tebliği için Bâbıâlîye gelmesini rica ettim. Vükelâ zaten saat on birde zât-ı şâhâ- nenin Yıldız’a nakil buyurmalarından dolayı bera-y. tebrik Yıldız Sa- rayı’nda bulunacaklardı. Sarayda müzakerat icrası kabildi. Meclis-i Vükelâyı bu sebeple fevkalâde olarak cem’e de hâcet yok idi. Vehib Bey’de şifre bulunduğu için Viyana Sefareti vasıtasiyle muhaberat-ı âtiyenin temini kabil olacaktır. Bunu da ataşemilitere söyledim.
Sabah erkenden kalktım. Yunanlılar’a verilecek cevabı yazdım. Daha bazı telgraf tesvîd eyledim. Mesâlih-i cariyeyi rü’yet ettim. Bizde alıkonması talep olunacak Adalar’ın esâmisini de bir pusulaya geçirdim. Saat onda otomobil ile Şûrâ-yı Devlet Reisi Said Paşa nezdi- ne gittim. Bu bâbda kendisiyle uzun uzadı müzakeratta bulundum. Yunanlılar’a verilecek cevabı kendisine okuduğum gibi Bulgarlarla da tesis-i münasebâta çalışılacağını ve her iki taraftan hangisinin tâvizâtı işimize gelirse onu kabul etmek cihetine gidilmek zaruri ola- cağmı söyledim. Bunu muvafık gördü.
Badehu, Yıldız Sarayı’na gittim. Hey’et-i vükelâ toplanmış idi. Hu- zur-ı şâhâneye giderek arz-ı tebrikat ettik. Badehu, Maliye Nâzın ile beraber aynca huzura kabul edildik. Merhum Kemaleddin Efen- di’nin düyûnunun kendi matlabât-ı sabıkasiyle tediyesi hakkında mütalâamızı sordu. Maliye Nâzın badettedkîk arzedeceğini söyledi. Badettaam vükelâ odasında toplandık. Mes’eleyi vükelâya suret-i mahremânede ve birinci defa olmak üzere teşrih ettim. Zira şimdiye kadar Yunanlılarla cereyan eden muhaberatımıza vâkıf değil idiler. Said Paşayı ziyaret ettiğimi ve onun da benimle hemefkâr olduğunu söyledim. Beynimizde suret-i âtiyenin Almanya Sefareti vasıtasiyle Yunan Başvekili’ne tebliğine karar verildi.
Suret:
Hükûmet-i seniyye:
Evvelâ: Elyevm gerek İtalya’nın taht-ı işgalinde olup bize iadesi tabii olan ve gerek Yunanistan’ın yed-i zaptında bulunan Cezair-i Bahr-ı Sefid’den İmroz, Semendire, Limni, Bozca, Midilli, Sakız, İs-
tanköy, Kalimnos, Rodos, Sömbeki Adalan kemafissabık Devlet-i Aliyye’de kalmak ve Sisam’ın şekl-i idaresi muhafaza edilmek.
Saniyen: Ba’de-s-sulh Bâbıâli’nin muvafakati istihsal edilmedikçe Balkan hükûmatından biriyle Yunanistan ittifak etmemek ve Devlet-i Aliyye de aynı taahhütte bulunmak.
Sâlisen: Şu sırada Yunanistan ile Bulgaristan beyninde bir harp zuhur edecek olursa Devlet-i Aliyye 120 bin kişilik bir orduyu Çatal- ca’da silâh altında bulundurarak Trakya’da kendi hesabına harekette serbest kalmak şerâiti tahtında olarak Yunanistan’la şimdiden bir tedafüi ittifak akdine muvafakat eyler.
Yunanistan, Haziran’ın ondördüncü günü saat yediye kadar bu hususta muvafakat-ı kat’iyyesini bildirmeyecek olursa Bâbıâli hareketinde serbest kalacaktır.
Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Vehib Bey’e bir şifre verilmiş olduğu cihetle yevm-i mezkûra kadar hükûmeteyn beynindeki muhaberat mezkûr şifrenin istimaliyle iki memleketin posta nâzırlarına hitaben gönderilecektir.
Bu suret Fransızca’ya bi’t-tercüme tarafımdan Almanya Sefaretha- nesi’ne götürülüp sefire verildi ve sefir bunun Atina’ya isâlini deruhte eyledi. Sefir ilâveten tarafımdan şunu da yazacak idi: “Yunanistan bizimle şu esasa göre ittifak etmeyecek olursa Türkiye-Bulgaristan beyninde vuku bulacak bir ittifak neticesinde berren vuku bulacak mağlûbiyetler üzerine Yunanistan, Adalar’ı yine zayi edebilecektir”.
Tarabya’daki Almanya Sefarethanesi’nden çıktıktan sonra Avusturya Sefarethanesi’ne gittim. Pallaviçini’ye kapıda rastgeldim. İçeri girdik. Bir müddet mübâhaseden sonra Balkan ahvâli mevzubahis edildi. Vahameti tasdik olundu. “Ben her ne kadar bîtaraflığı muhafazaya karar vermiş isem de orduda bazı muhaliflerle Rumlarin husule getirecekleri cereyanlar tesiriyle ordunun zaptolunamaması ihtimali her daim mevcuttur” dedim.. Bunu istima eden Avusturya Sefiri mebhut kaldı. “Öyle şey var mı?” dedi. “Yok ise de âtiyen olabilir” dedim. O halde vaziyetimizin vahametinden, Rusya’nın Anadolu’da ihtilâl çıkaracağından veya tecavüzata kıyam eyleyeceğinden bahsetmeye başladı. “Böyle bir tehlikenin önünü almak için Bulgaristan’ın şimdiden bizimle itilâf etmesi lâzımdır. Meselâ bize iyi bir hudud ile tazmi- nat-ı harbiyeden sarfı nazar etmek kâfidir” dedim. Pallaviçini buna da dikkat etti ve bununla maksadım hâsıl oldu.
Filvâki, Haziran ondördüne kadar Yunanistan cevap vermez veyahut bizimle ittifaka yanaşmaz ise Bulgaristan’a yanaşarak onunla ittifak etmek icap edeceğinden ve AvusturyalIlar şu sırada Bulgaristan’ı iltizâm eylediklerinden arkasının tehlikede olduğunu ve binaenaleyh bizimle uzlaşması lâzım geleceğini kendisine ihtar etmekten hali kalmayacaklardır. Şu suretle ihtiyâten Bulgaristan da elde edilmiş bulunacaktır.
Osman Nizami Paşa’dan gelen bir telgrafnamede müttefikler beynin-
de hùküm-fermâ olan ihtilâfattan dolayı müzakereye vaz’ olunan me- vadd hakkında cümlesinin cem’-i ârâsı kabil olmamakta ve bu suretle mukaddemat-ı sulhiye muahedesinin yedinci maddesi icabından olan mukavelâtın akdine imkân bulunmamakta olduğundan her devletle aynca akd-i mukavele olunmak üzere sulh konferansma hâtime verilmesi münasip görüldüğü ve bu suretin Sir Edward Grey’ce dahi tensîb edilmekte olduğu iş’ar olunmuş ve Meclis-i Vûkelâ’da müzakere-i keyfiyet olundukta iş’ar-ı vâki bi’z-zarûre [95] edilmiştir.
Müşarileyhten alınan diğer bir telgrafnamede birkaç gün Paris’te kalınmak üzere Çarşamba günü Paris’e gidileceği ve Bulgar delegeleri muhasebat-ı diplomatikiyyenin tesisi ile mukavelâtm hemen akdine mübadereti tensîb ve üserânın mübadelesini de teklif eyledikleri ve başkumandan vekilimizle bu hususta temasa gelmesi için Bulgaristan başkumandanma iş’ar-ı keyfiyet eyleyecekleri bildirilmiştir. Başkumandan vekiline bu bâbda itâ-yı malûmat edildi ve biraz ayak sürümesi tavsiye olundu.
Başkumandan vekiline hatt-ı destimle yazdığım mahrem bir mektupta Yunanistan ile icra olunan muhaberat hakkında malûmat verildi ve fakat Bulgarlar üzerinde bazı mertebe tesirat icrası için hareketler icrası ve hazırlıklar görülmesi tavsiye edildi. 28. Nizamiye Fırkası’nm Çatalca ve Trabzon’da bulunan aksâm-ı mevâkî-i mah- susalanna iade edildiği gibi Çatalca’dan Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne mensup diğer bir fırkanm daha iadesi de başkumandan vekiline iş’ar olundu ve bu suretle Rusya’mn Kürdistan’da ihtilâl çıkarmasına karşı tedâbir-i ihtiyatiye ittihaz edildi.
Akşam, Diran Kelekyan Efendili kabul ettim. Vaziyet hakkında kendisiyle müdavele-i efkâr eyledim. Kel-ewel ikide bir de İttihadçı- lar’dan müşteki idi. Yunanlılar la hareket edersek Sırplılar da dahil olduklanndan Rusya’mn ses çıkarmaması muhtemel olduğunu söyledi. Bunu ben de öyle düşünüyor idim.
29 Mayıs 329 (11 Haziran 1913) Çarşamba:[96]
Abdullah Bey 82, 103, 135, 212, 276, 277, 278, 279
Abdurrahim Efendi (Şehzade) 244
Abdurrahman Ferdi Çelem 39
Abdülâziz (Sultan) 35, 72, 85, 199, 209, 210, 217, 250, 251, 273
Abdülhamid (Sultan) 7, 10, 13, 77, 115, 179, 211, 212, 242, 270, 309
Abdûlhamid Efendi 104
Abdülhamid Paşa 138, 139, 189
Abdülkadir Efendi 84, 130
Abdülmecid Efendi (Şehzade, Halife Abdülmecid) 22, 25, 70, 77, 95, 106, 107, 115, 142, 181, 182, 191,202,211
Abdürrahim Efendi 193, 194, 217
Abrava Efendi 133
Acemi Bey 207, 273
Adalar 21,47, 58, 90, 102, 111, 127, 137, 138, 143, 158, 159, 160, 174, 180, 198, 204, 216, 239, 245, 246, 247, 248, 254, 257, 258, 263, 271, 297, 303, 306,311,312,313
Adalar Denizi 58, 204
Adam Block 242
Adana 214, 219, 220, 230, 263, 270, 307
Aden 156, 157
Âdil Bey 14, 49, 50, 54, 57, 68, 74, 79, 81, 107, 110, 114, 116, 120, 121, 122, 123, 140, 144, 145, 146, 150, 154, 155, 157, 162, 165, 166, 202, 271, 272, 293, 306, 307, 310, 349
Adnan Menderes 12
Ahmed Muhtar Paşa 41, 64, 106, 131, 171, 329
Ahmed Paşa 82, 103, 125, 135, 173, 212
Ahmed Rasim Efendi 151
Ahmed Reşid Bey 43
Akalan 101
Akif Bey 34,227,250
Akif Efendi 207
Akkâ 149
Alâeddin Bey 48
Alâiye 149
Alasonya 13, 377
Alemdağ 205, 222, 226
Alexandre Dumas 16
Âli Bey 231
Ali Doğramacı 8
Ali Efendi 204
Ali Fuad Türkgeldi 14
Ali Haydar Midhat 10
Ali Kemal Bey 135
AH Paşa 8, 62, 124
AH Rıza Efendi 204
AH Rıza Paşa 33, 86, 176, 177, 194, 195, 207, 249, 259, 326
AH Suat Orgüplü 43
Almanya 10, 22, 23, 26, 32, 34, 51, 52, 55, 67, 69, 76, 77, 86, 87, 89, 94, 108, 110, 115, 116, 118, 120, 121, 122, 123, 124, 132, 135, 136, 138, 143,
148, 151, 153, 155, 160, 164, 168, 169, 173, 177, 181, 183, 184, 189,
191, 192, 196, 198, 201, 204, 209, 210, 211, 216, 218, 219, 220, 221,
224, 225, 229, 230, 231, 235, 239, 241, 242, 243, 245, 246, 247, 250,
254, 257, 258, 263, 264, 268, 270, 271, 283, 285, 288, 292, 293, 294,
295, 297, 298, 300, 301, 302, 303, 304, 305, 306, 309, 310, 311, 312,
313
Amerika 145, 146, 157, 183, 213, 242
Anadolu 24, 26, 29, 34, 52, 65, 67, 70, 79, 80, 89, 94, 100, 103, 105, 111, 112, 124, 125, 137, 139, 141, 147, 149, 154, 157, 158, 161, 163, 166, 169,
176, 181, 185, 192, 198, 201, 204, 216, 219, 229, 230, 232, 237, 238,
239, 241, 242, 245, 246, 252, 253, 257, 258, 260, 261, 262, 263, 265,
266, 268, 269, 270, 284, 288, 289, 295, 297, 303, 304, 305, 309, 310,
312,313
Ankara 14, 17, 24, 141, 181, 214, 229, 265, 270, 285
Antalya 149,219,231,232
Arap, Araplar, Arabistan 9, 10, 55, 59, 95, 100, 114, 153, 176, 191, 202, 204, 217, 265, 275, 302, 307, 308
ArifBey 122, 165
Arif Paşa 8, 110, 122, 165
Arnavutluk 34, 74, 86, 111, 116, 136, 140, 160, 186, 196, 197, 198, 202, 203, 208, 216, 217, 226, 227, 231, 233, 234, 240, 243, 245, 248, 250, 256, 257, 259, 277, 285, 299, 334
Asir 139, 162, 191, 249, 275, 278
Asquith 44, 50
Atâ Bey 144, 156
Atina 14, 86, 142, 160, 162, 230, 232, 246, 254, 264, 265, 274, 276, 277, 278, 289, 292, 293, 299, 303, 308, 309, 311, 313
Averof 152, 161, 165
Avlonya 177, 185, 197, 234, 257
Avrupa 21, 22, 28, 40, 41, 47, 50, 51, 53, 54, 55, 68, 69, 76, 77, 78, 87, 90, 93, 97,98, 106, 109, 110, 111, 112, 116, 117, 118, 119, 124, 126, 133, 143, 146, 147, 160, 177, 180, 183, 187, 198, 199, 205, 216, 220, 222, 226,
232, 238, 259, 273, 280, 282, 283, 284, 287, 295, 305, 359, 361
Avusturya 21, 22, 23, 26, 27, 34, 36, 52, 55, 67, 74, 77, 87, 95, 97, 108, 113, 115, 116, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 127, 129, 131, 132, 136, 143,
161, 169, 170, 172, 177, 180, 181, 184, 186, 192, 196, 197, 198, 203,
204, 207, 208, 216, 217, 231, 234, 235, 236, 243, 245, 247, 251, 255,
256, 257, 263, 268, 271, 273, 277, 279, 281, 282, 285, 292, 294, 296,
309, 313
Ayastefanos (San Stefanos) 19, 20, 63, 64, 66, 75, 78, 87, 102, 117, 119, 153 Aydın 14, 141
Ayser Doğraman 8
Ayvalık 19, 63
Ayvazbaba 109,113
Aziz Paşa 194
Azmi Bey 105, 233
Babaeski 20, 58, 64, 66, 74, 178
Babanzade İsmail Hakkı Bey 173
Bağdat 8, 9, 10, 50, 57, 61, 73, 79, 94, 95, 98, 99, 103, 108, 121, 131, 132, 135, 139, 140, 144, 150, 161, 167, 176, 195, 205, 206, 207, 214, 218, 231, 233, 246, 248, 253, 254, 258, 260, 261, 262, 263, 265, 269, 270, 273, 288, 289, 293, 294, 308, 310
Bahreyn 98, 175, 260, 286, 310
Bahr-i Siyah Boğazı 160
Bakû 105
Balkanlar 13, 16, 20, 21, 22, 23, 26, 27, 40, 66, 67, 86, 90, 98, 128, 143, 162, 163, 175, 177, 180, 181, 192, 199, 216, 217, 232, 235, 236, 263, 264, 265, 270, 276, 281, 282, 286, 287, 290, 294, 299, 300, 313, 374, 375, 377, 379
Balos 123
Bandırma 19, 63
Bnk Eram (?) 28
Basra 9, 52, 57, 72, 73, 79, 94, 98, 99, 100, 103, 139, 161, 188, 194, 195, 196, 205, 206, 207, 218, 230, 248, 249, 260, 261, 263, 266, 272, 286, 288, 289, 293, 294,310
Bauman Paşa 269
Bayezid 14, 52
Behiç Bey 11
Behiye Sultan 244
Bekir Efendi 117
Bekir Sami Bey 137
Belçika 231,268
Belgrad 160,285
Berberyan Efendi 215,216
Berid 144
Berlin 26, 51, 72, 76, 77, 88, 112, 117, 118, 121, 122, 135, 136, 147, 148, 155, 161, 185, 192, 198, 206, 209, 210, 221, 229, 244, 245, 246, 253, 254, 261, 263, 271, 283, 285, 292, 293, 295, 298, 301, 302, 303, 304, 305, 311,329
Besaıya Efendi 14, 20, 21, 66, 99, 175, 176, 215, 217, 350
Beşiktaş 193,216
Beyoğlu 55, 89, 113, 164, 169, 241, 261, 308
Beyoğlu Kışlası 55, 113
Beyrut 22, 23, 137, 149, 154, 155, 157, 159, 161, 163, 164, 181, 185, 189, 196, 197, 202, 240, 243, 273, 276
Beytüş 106, 162, 261
Bingazi 13, 78, 149, 176, 209, 234
Bişka, von (?) 288
Bitlis 168, 169
Boğaziçi 82,282,301,302
Boğazlar 111, 160, 169, 199, 298, 300
Bolayır 18, 49, 52, 57, 58, 59, 61, 62, 65, 86, 100, 125, 136, 196, 202, 204,
286, 300
Bompard 22, 67, 70, 78, 126, 243, 270, 271
Bozcaada 152
Brezüya 23, 139, 168, 175, 183, 187, 239, 243
Bubiyan Adası 286
Bulakbaşı 105, 106
Bulgar, Bulgaristan 20, 21, 22, 26, 27, 34, 37, 38, 40, 47, 48, 49, 64, 65, 66, 70, 71, 76, 77, 85, 87, 90, 92, 98, 100, 101, 102, 108, 109, 115, 116, 117, 118, 119, 121, 122, 12, 127, 129, 132, 133, 136, 138, 141, 142, 145, 148, 151, 154, 155, 156, 159, 160, 163, 172, 177, 178, 179, 180,
181, 186, 188, 190, 191, 192, 194, 198, 199, 203, 207, 208, 213, 214,
215, 227, 229, 241, 246, 247, 252, 254, 265, 266, 268, 270, 272, 276,
279, 280, 281, 282, 286, 287, 292, 294, 296, 298, 299, 300, 303, 305,
308, 309, 310, 311, 312, 313, 314
Bundel (?) 44, 132
Bursa 137, 183, 254, 255
Bûyûkçekmece 119, 123, 129, 133, 137
c
CabirPaşa 41,267
Cafer Paşa 72,95, 134, 173, 191,297
Carl Max Kortepeter 9
Cavid Bey 11,27, 28, 67, 69, 70, 78, 85, 88, 94, 100, 130, 146, 159, 160, 187, 188, 192, 199, 201, 202, 217, 222, 229, 246, 259, 265, 290, 295, 296, 305, 306, 307, 308, 347, 348
Cavid Paşa 34, 177, 198, 203, 250, 259
Cebel 76, 137, 139, 163, 189, 205, 216, 231, 236, 241, 272, 301, 305
Celâl Arif Bey 122
Celâl Bey 14, 105, 139, 205, 207
Cemal Bey (Müdir-i umûr) 106
Cemal Bey (Paşa) 61,78, 103, 104, 106, 107, 113, 129, 142, 145, 174, 186, 190, 191, 202, 204, 205, 207, 209, 213, 218, 233, 241, 242, 256, 269, 276, 277, 279, 297
Cemaleddin Efendi (Şehzade) 41, 43, 106
Cemal Gürsel 12
Cemil Münir Bey 54
Cemil Paşa 28, 29, 81, 223, 244
Cevizlik 109, 113
Cromer 76
Culfa 262
Çakılköy Deresi 123
Çamlıca 8, 226
Çanakkale 58, 62, 92, 111, 141, 165, 179, 183, 209
Çatalca 26,27,28,47,48,49,52,65,71,79,81,86, 100, 102, 109, 113, 117, 119, 120, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 129, 131, 136, 138, 142, 144,
148, 154, 155, 156, 157, 160, 169, 185, 188, 190, 192, 193, 194, 196,
237, 240, 246, 273, 286, 299, 300, 311, 313, 314
Çelebi Efendi 28, 30, 31, 223, 224, 276
Çengelköyü 82
Çetine 136, 190, 263
Çorlu 141
Çürüksulu Ahmed Paşa 82, 103, 135, 173
Daklito (?) 44,217
Damad Ferid Paşa 130
Damad İsmail Hakkı 292
Danef 121, 127, 148
Dangle 116
Danimarka 231
Dedeağac 92, 132
Dersaadet 18, 25, 34, 38, 61, 63, 80, 92, 118, 121, 133, 134, 141, 145, 148, 169, 174, 182, 185, 189, 202, 221,225, 226, 243, 245, 249, 250, 252, 254, 268, 269, 277, 278, 296, 304, 305, 306, 308, 311
Dersim 74
Derviş Paşa 147, 225
Devlet Efendi 26, 27, 54, 151, 168, 183, 192, 209
Dicle 88, 94, 307
Dilşad (Selime Dilşad) Hanım 8
Dimitriyef 127
Diran Kelekyan Efendi 19, 25, 38, 50, 53, 63, 182, 289, 314
Divanyolu 14,314
Diyarbakır 80, 141, 190, 205, 207, 229, 260, 262, 265
Doğu Trakya 21
Draç 185, 197, 234, 262
Dürres 197
Ebro Efendi 168, 195
Edhem Bey 253
Edirne 19, 20, 21, 40, 47, 49, 51, 52, 53, 55, 56, 58, 59, 64, 65, 66, 67, 68, 70, 71, 75, 77, 79, 80, 85, 86, 87, 89, 96, 97, 100, 102, 103, 109, 110, 112, 113, 114, 115, 117, 120, 123, 124, 127, 128, 131, 132, 133, 134, 155, 156, 177, 178, 179, 186, 190, 194, 200, 229, 294, 332, 359
Edward Grey 20, 29, 31, 32, 49, 50, 64, 66, 111, 118, 121, 166, 213, 224, 234, 245, 278, 289, 290, 296, 297, 306, 314
Ege Adalan 21
Eğriçay 162
Ekrem Bey 240
Eliot 152, 154, 165
Emanuel Karasu 41
Emin Bey 307
Emine Meveddet Hanım 14
Eminönü 184
Emin Paşa 278
Emrullah Efendi 162, 298
Enver Bey 2, 12, 13, 17, 18, 19, 47, 49, 53, 56, 57, 59, 61, 62, 63, 72, 75, 78, 119, 176, 198, 199, 209, 210, 221,243, 269, 270, 272, 273, 288, 320, 329
Epir 198,234,245
Erenköyü 307
Ergene 64, 74, 87, 116, 119, 121, 122, 132
Ermeni, Ermeniler Ermeni Patriği 32, 34, 36, 48, 153, 158, 166, 168, 169, 186,' 216, 217, 219, 221, 224, 230, 236, 241, 251, 265, 267, 270, 273, 280, 285, 289, 291, 295, 296, 300, 302, 305, 306
Ermenistan 32, 224, 290, 295, 309, 311
Erzincan 34, 36, 80, 168, 199, 205, 214, 229, 251, 260, 262, 265
Erzurum 199,214,229,260,262,267,301
EsadBey 134,300
Esad Efendi 14, 69, 124, 147, 156, 220
Esad Paşa 33, 41, 113, 190, 197, 198, 202, 203, 231, 243, 246, 249, 250, 278, 282, 285, 299, 359
Eskişehir 141
Eşref Bey 33,225
Eston 95
Eyüp 35, 250, 253
Fad(?) 30,44
Fahri Paşa 18, 41, 49, 56, 57, 59, 60, 61, 62, 63, 189
Faik Paşa 185
Faruk Efendi (Şehzade) 93, 95, 348
Faruki Ailesi 9
Felix Parker 123
Ferdinand 148
Ferid Bey 50, 53, 54, 107, 129, 206, 207, 264
Ferid Paşa 84, 85, 297
Ferid Paşa (Arnavut) 297
Fethi Okyar 11, 17, 18, 49, 56, 61, 62, 63
Fırat 88,307
Filipin Adaları 145, 213
Fitzmaurice 170, 279
Françoise Giroud 51
Fransa 22, 26, 32, 34, 36, 51, 52, 55, 56, 67, 68, 69, 70, 78, 87, 94, 109, 110, 117, 124, 126, 133, 143, 152, 160, 161, 164, 177, 186, 187, 189, 198, 207, 208, 220, 224, 230, 231, 232, 236, 237, 243, 248, 251, 253, 255, 256, 257, 258, 260, 262, 263, 264, 267, 268, 270, 271, 276, 287, 289, 292, 296, 306
Fresine 91, 94
Fuad Bey 68, 179, 235, 244
Fuad Paşa 54, 83, 85, 106, 115, 144, 227, 237, 272, 326
Galata 183
Galib Bey 255, 275
Galib Efendi 104
GaziOsmanPaşa 212
Gelibolu 18, 19, 47, 56, 57, 59, 62, 63, 71, 92, 118, 141, 160, 199, 214
Geshov 148, 168, 254
Giers 73, 87, 104, 127, 153
Girit 102, 111, 128, 138, 163,258
Goltz Paşa 10, 15, 133, 148, 201
Gounaris 162
Görice 226, 299
Gulner(?) 44,21,243
Gümülcine 20, 66
Gunter 26, 29, 89, 94, 98, 112, 185, 192, 201, 206, 207, 222, 229, 240, 260, 294, 295
Gwinner 79
Hacer Süleyman 8
Hacı Adil Bey 11, 14, 20, 47, 49, 50, 54, 57, 65, 66, 68, 74, 79, 81, 107, 110, 120, 121, 134, 150, 154, 155, 157, 162, 165, 166, 272, 307, 310, 349
Hacı Akif Bey 227
Hacı Evliya Efendi 69
Hacı Talib Ağa 9
Haçin 168, 169
Hadımköyü 18, 19, 48, 54, 63, 79, 112, 113, 115, 117, 124, 129, 150, 154, 165, 170, 189, 196, 229
Hadi Paşa 18, 19, 63, 117, 129
Hafiz Hakkı Bey 71, 150, 349
Hâil 95, 144, 151
Hakkı Bey 2, 50, 71, 150, 233, 304, 320, 334, 349
Hakkı Paşa 2, 10, 11, 12, 13, 19,20,37,41,51,54,59,64,65,66,69,70,88, 94, 96, 105, 121, 123, 135, 150, 151, 161, 176, 177, 185, 186, 196, 203, 206, 208, 210, 212, 213, 238, 252, 259, 260, 267, 270, 274, 275, 283, 286, 287, 288, 302, 305, 307, 320
Halaçyan Efendi 159, 191, 202
Halep 154, 189, 207, 214
Haliç 24, 137, 151, 172, 182, 225, 306
Halid Hurşid Bey 240
Halid Süleyman 9
Halid Ziya Bey 43, 55, 146, 186, 204
Halil Bey 12, 13, 85, 149, 155, 156, 177, 178, 179, 194, 204, 258, 274, 275,
276, 277, 278, 293,310
Halil Edib Bey 166
Hamdi Paşa 185
Harem 93, 153
Harput 190,229,265,270
Hasan Efendi 104
Hasan Rıza Bey 179,186
Hasan Rıza Paşa 104, 190, 197
Hasan Tahsin Paşa 13
Haydar Bey 10, 113, 140, 151, 162, 195
Haydarpaşa 29, 34, 139, 142, 205, 211, 216, 222, 250, 271, 355
Hayreddin Paşa 212
Hayri Bey 14, 103, 135, 142, 166, 167, 170, 176, 177, 195, 198, 205, 213, 222, 227
Hayri Bey (Ürgüplü) 11
Hayri Bey (Sertabip) 103
Helfriç (?) 44,261,295
Hereke 29, 34, 142, 223, 227, 250
Hırant Bey 159, 226, 230
Hicaz 10, 54, 131, 139, 140, 191, 229,299
Hikmet Süleyman 8, 362
Hilmi Paşa 100, 121, 134, 149, 152, 199, 201, 204, 210, 211, 213, 235, 238, 243, 247, 258, 259, 268, 305, 308
Hindistan 54, 140, 167
Hoffman 168, 174
Holmzen 226
Huber 89, 183
Hulüsi Bey 157, 288
Hurşid Bey 240, 241, 283, 288, 298
Hurşid Paşa 18, 42, 49, 53, 56, 57, 59, 60, 61, 62, 63, 75, 104, 107, 114, 133, 288, 329
Huveyze 98, 99
Hugnen 150, 261, 269, 272, 287
Hüseyin Cahid Bey 109, 145, 191, 212, 213, 259, 348
Hüseyin Hilmi Paşa 121, 134, 149, 152, 199,201,204,210,211,213,235, 238, 243, 247, 258, 259, 268, 305, 308
Hüseyin Hüsnü Paşa 10, 352, 354
Hüseyin Kadri Bey 233, 244, 284
Irak 8, 9, 88, 153, 167, 176, 231, 238, 246
İbnürreşid 72,95,96, 131, 134, 140, 144, 162, 169, 191
İbnissuud 72, 95, 96, 191, 245, 249, 273
İbrahim Bey 14, 122, 123, 140, 152, 326, 340, 342
İbrahim Hakkı Paşa 10, 12
İbrahim Paşa 13
İbrahim Paşa (Şamlı) 194
iğneada 20, 58, 66, 74, 98
İhsan Doğramacı 8
İmroz 306, 312
İngütere 22, 23, 25, 26, 29, 32, 34, 35, 37, 38, 55, 67, 73, 76, 82, 85, 88, 89, 95, 98, 105, 110, 112, 120, 121, 124, 137, 138, 139, 140, 143, 147, 148, 150, 153, 154, 155, 156, 158, 160, 161, 163, 164, 167, 168, 169, 172, 174, 175, 177, 181, 182, 186, 187, 191, 192, 201, 202, 206, 210, 211, 218, 219, 220, 224, 230, 231, 234, 235, 238, 245, 246, 248, 249, 252, 257, 258, 260, 263, 266, 268, 269, 274, 278, 279, 286, 287, 288, 289, 290, 293, 294, 295, 296, 301, 302, 303, 307, 310
İran 33,34,94, 99, 104, 105, 107, 108, 109, 114, 127, 144, 153, 161, 168, 172, 220, 237, 248, 262,291
İskenderiye 189
İsmail Hakkı Bey 50, 304
İsmail Hakkı Efendi 55
İsmail Hakkı Paşa 54, 176, 177, 185, 186, 203, 275, 283
İsmail Kâmi Paşa 129
İsmail Kemal Bey 203
İsmail Paşa 178
İsmet Bey (İnönü) 2,11,320
İstanbul 2, 9, 10, 11, 13, 14, 16, 17, 18, 19, 22, 23, 26, 28, 29, 37, 39, 40, 41, 48, 51, 61, 62, 63, 70, 71, 73, 75, 77, 78, 80, 81, 90, 92, 93, 98, 101, 103, 107, 111, 112, 113, 115, 117, 118, 119, 120, 125, 126, 127, 129, 132, 142, 145, 148, 151, 154, 157, 159, 160, 161, 163, 166, 169, 170, 172, 173, 174, 175, 176, 184, 186, 190, 191, 196, 199, 202, 204, 206, 207, 208, 214, 218, 219, 222, 223, 232, 233, 240, 241, 242, 244, 252, 255, 256, 259, 266, 268, 269, 276, 277, 279, 280, 281, 292, 294, 297, 300, 303, 305, 309, 333, 339, 351, 354, 355, 356, 357, 359
İsveç 231
İsviçre 231, 268, 288
İşkodra 33,58,77,87,97, 102, 113, 115, 116, 120, 132, 136, 161, 179, 186, 190, 196, 199, 200, 217, 231, 249, 257, 263, 271
İtalya 13, 22, 23, 24, 37, 55, 67, 72, 78, 88, 94, 113, 114, 127, 138, 143, 144, 149, 155, 161, 164, 169, 176, 177, 179, 181, 185, 196, 198, 199, 216, 217, 231, 232, 233, 234, 236, 245, 247, 248, 249, 252, 255, 257, 258, 262, 271, 273, 277, 285, 292, 306, 310, 312
İvanof 178, 179
İzmir 86, 100, 125, 141, 161, 170, 214, 236, 254, 263, 267, 276, 277, 278, 279, 293, 300
İzmit 23, 24, 25, 172, 182, 225, 237, 243, 296, 299, 306
İzzet Paşa 17, 18, 19, 24, 47, 48, 52, 53, 54, 56, 62, 63, 64, 72, 101, 108, 112, 113, 117, 118, 123, 125, 128, 129, 133, 136, 137, 138, 141, 145, 148, 150, 151, 152, 153, 154, 156, 159, 160, 165, 181, 185, 188, 191, 204, 205, 214, 237, 238, 239, 243, 246, 269, 288, 299, 332, 350
Japonya 160, 263, 264
Jean Depuis 15
Jöntürkler 163
Juvenar 94
K
Kabakça 194
Kabataş 124
Kadıköy 101,205
Kadıköyü 100
Kafkasya 9, 80, 147
Kahire 72
Kalfaköyü 101
Kalikrata 218
Kalimnos 313
Kâmil Paşa 14, 20, 41, 54, 55, 61, 65, 66, 68, 70, 71, 74, 81, 84, 88, 105, 106, 131, 134, 137, 162, 166, 170, 171, 176, 185, 189, 202, 226, 276, 277, ’ 279, 297
Kandil Dağlan 114,147
Karaağaç 56
Karadağ 33, 34, 74, 97, 136, 142, 177,186, 197, 208, 209, 217, 249
Karadeniz 64, 74, 80, 262
Karasu Efendi 24, 41, 155, 181
Kara Vâsıf 140
Kasım Efendi 275
Kasr-ı Şirin 108, 162
Kastamonu 141, 229
Katar 88, 98, 249, 260, 286
Kayseri 24, 181, 229, 265
Kâzım Paşa 135
Kermanşah 144, 162
Kıbns 29, 32, 76, 135, 143, 147, 155, 158, 169, 224, 268, 279, 310
Kırkkilise 20, 66, 102, 359
Kilikya 305
Kinley 213
Kişof 145
Kitchener 76
Kompofner Paşa 10
Kont Pallaviçini 116
Konya 28, 98, 141, 214, 263, 276
Kortu Kanalı 257
Kosova 10,74,334
Kotur 105, 106
Köstence 124, 201
Kravfort 159
Kudret Bey 110
Kuniner (?) 44, 295
Kumanya 132
Kurukavak 48
Kuşadası 175,220,231
Kuveyt 34, 37, 38, 51, 52, 53, 72, 73, 81, 82, 88, 89, 94, 95, 96, 98, 99, 121, 243, 252, 260, 261, 266, 286, 289
Kûçükçekmece 19, 63, 352
Kûrdistan 314
Kürt, Kürtler, Kürt Alaylan 72, 105, 148,237, 267, 278, 291
Kürt izzet Bey 267
Kürt Seyid 84
Lâhican 100, 105, 106, 114, 147, 153, 162, 261
Lazar 311
Lâzistan 233
Leon Gambetta 92
Leş 197
Levant Herald 23, 35, 38, 181, 218, 252
Lezhe 197
Libya 12, 13, 23
Limni 312
Limpus Paşa 24, 156, 165, 182, 201, 225. 226, 296, 306
Londra 19, 26, 28, 37, 40, 41, 48, 51, 58, 59, 65, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 77, 87, 88, 96, 115, 117, 121, 122, 123, 135, 136, 147, 151, 152, 157, 160, 163, 165, 168, 174, 192, 193, 196, 201, 207, 208, 212, 213, 217, 220,
221, 225, 238, 242, 244, 245, 246, 248, 252, 253, 254, 255, 260, 268,
269, 278, 284, 286, 287, 290, 296, 300, 301, 302, 303, 305, 306, 310,
361
Lord Curzon 76
Lowther 266
Lübnan 76, 137, 139, 163, 164, 189, 205, 216, 231, 236, 241, 301, 305
Lüleburgaz 20, 58, 64, 66, 74, 359
Lütfi Bev (Savfet Lütfi) 75, 103, 108, 113, 120, 122, 131,259
Lütfi Fikri Bey 74,75, 135
Lütfi Simavi Bey 11
Lüson 64
Lynch 88, 89, 99, 185, 206, 307
Maçka Kışlası 68
Mahmud Esad Efendi 69, 147, 156, 220
Mahmud Kâmil Bey 186, 190
Mahmud Muhtar Paşa 108, 118, 147, 209, 220, 221, 245, 263, 285, 288, 292, 298, 302, 303, 304
Mahmud Paşa (Bahriye Nâzın) 14, 19, 24, 63, 64, 81, 125, 129, 165, 182, 189, 190, 243, 247, 269, 272, 274, 276
Mahmud Şevket Paşa 2, 3, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17,38,39,40,41, 42, 43, 44, 68, 151, 180, 314, 319, 321, 322, 323, 324, 325, 326, 327, 328, 329, 330, 331, 332, 333, 334, 335, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345, 355, 361, 362, 363
Makedonya 234
Malisor 186
Manastırsuyu 87
Mandelstam 145, 168, 169
Maraş 178
Marmara 85, 87, 90, 136, 160, 227
Maslak 151, 153, 170
Mavromichalis 162
Maydos 62
Mazhar Bey 207, 334
Medine 10, 95, 130, 131, 139, 140, 144,158, 167, 199, 209, 210, 217, 273 Mehmed Ali Paşa 62
Mehmed Cibalî 72
Mehmed Esad Efendi 14
Mehmed Fâzıl Paşa 249
Mehmed Fazıl Paşa (Dağıstanlı) 8
Mehmed Paşa 150
Mehmed Reşad (Sultan) 11, 14, 41, 333, 334, 346
Mekke 10, 131, 139, 140, 144, 150, 152, 158, 167
Memduh Paşa 43
Meriç 64,74,87,98, 116, 117, 119
Mersin 189,219,220,232,243
Metris Çiftliği 117, 118
Mısır 13, 29, 30, 31, 41, 55, 78, 89, 90, 99, 114, 140, 154, 156, 166, 167, 170, 171, 176, 191, 199, 209, 223, 224, 234, 237, 260, 268, 272, 307
Michael de Giers 73
MidiUi 266,312
Midyat 144
Midye-lnoz, Midye-Enez Hattı 40,64,87,98, 102, 111, 116, 117, 119, 120, 121, 122, 126, 127, 128, 132, 160, 163, 213, 217, 243, 247
Mihran Efendi 244, 249, 264, 307
Milner 76
Miralay Şükrü Bey 108, 162, 233, 240, 253, 287
Mozel 184
Muanz Körfezi 91,92
Muhammere 23, 120, 121, 161, 181, 206
Muhib Bey 14
Muhiddin Bey 54
Muhsin Süleyman 8
Muhtar Bey 14, 147, 149, 159, 229, 295
Murad (Sultan) 142
Murad Bey 82, 173
Murat Yurdakök 8
Mustafa Kemal 11, 12, 13, 17, 18, 56, 61, 62, 63, 204, 354
Mustafa Paşa 11, 12, 13, 14, 17, 18, 56, 61, 62, 63, 129, 156, 204, 354
Mustafa Paşa (Tarsuslu) 129
Mustafa Remzi Paşa 156
Musul 95, 100, 103, 108, 121, 144, 150, 161, 214, 218, 233, 253, 269
Muvaffak Bey 159
Mübeşşer Selçuker 39
Mümtaz Bey 140
Münir Paşa 139
N
Nâbi Bey 138, 143, 232, 245, 277
Naçoviç 254, 268
Nafiz Bey 134
Nail Bey 159, 177,230
Nakibzade Talib Bey 176
Namık Bey 242, 297
Napolyon 35, 251
Nasoviç 305
Nâzım Paşa 54, 72, 104, 229, 332, 337
Nazif Paşa 104
Need 144, 175
Necef 95, 131, 140, 144, 150
Necip Asgar 138, 139, 145, 152, 183, 184, 187,253
Necip Draga 240
Necmeddin Bey 238
Necmeddin Efendi 227
Necmeddin Molla 151, 167, 176
Nihat Bey 147
Niska, von 142, 162
Nişantaşı 142
Nogora 144, 149
Nureddin Efendi (Şehzade) 23, 142, 145, 151, 170, 181
Nuri Bey 185, 188
o
Ohannes Paşa 189
Oniki Ada 258
Oskan 14, 20, 66, 89, 130, 175, 176, 307
Osman Doğramacı 8
Oskan Efendi 14, 130, 176, 307
Osman Fuad Efendi 13, 350
Osman Nizami Paşa 41, 72, 120, 132, 155, 201, 213, 215, 217, 220, 221,235, 278, 284, 313
Ostrorog 176,212,213,216,235
Ömer Lütfi Bey 122
Pagedorf Efendi 305
Pakize Yetkin 39, 44
Pallaviçini 74, 97, 116, 123, 129, 164, 169, 170, 207, 282, 292, 313
Para (Avusturya Sefareti Baştercümam) 74, 115, 116, 136, 170,271
Paris 23, 26, 27, 50, 69, 70, 76, 78, 121, 126, 128, 130, 133, 146, 148, 152, 156, 157, 159, 160, 175, 177, 181, 186, 187, 192, 201, 202, 207, 209, 211, 219, 221, 222, 229, 230, 231, 241, 255, 257, 259, 261, 264, 265, 266, 276, 292, 293, 295, 296, 297, 308, 314
Pertev Paşa 148,201,326
Perye 306
Petersburg 76, 80, 87, 116, 118, 127, 137, 152, 162, 196, 248, 287
Pierre (Sırp Kralı) 351
Pikar 28, 29, 222
Pisar 242, 255
Pişon 126, 152, 186
Plevne 62, 67, 178
Popof 188
Ralli 142, 162
Ramiz Bey 174
Rauf Bey 228
Recep Paşa 13
Refet 141, 194
Refî Cevad Ulunay 15
Reşad Efendi 212
Reşid Bey 43, 53, 73, 82, 195, 215, 221
Reşid Paşa 41, 72, 95, 131, 151, 162, 170, 191, 213
Reşid Saffet Bey 146, 305
Rffat Paşa 13
Rıza Bey 89, 179, 186, 194
Rıza Paşa 33, 54, 86, 89, 104, 176, 177, 179, 186, 189, 190, 194, 195, 197, 204, 207, 213, 239, 249, 259, 326
Rıza Tevfik Bey 213
Rifat Bey 14
Rifat Paşa 26, 27, 38, 76, 94, 126, 152, 192, 204, 207, 219, 252, 253, 255, 264, 297, 306
Riyad 144
Rodos 219,258,310,312,313
Roma 76, 138, 148, 149, 174, 185, 232, 245, 258
Romanya 142, 163, 173, 285, 308
Rum, Rumlar 131, 143, 149, 265i 266, 279, 280, 281, 289, 311, 313
Rum Kapı Kethüdası 218
Rum Patriği 281
Rumeli 10, 65, 80, 84, 85, 98, 100, 101, 110, 132, 141, 147, 158, 177, 184, 199, 200, 208, 221, 230, 235, 269, 300, 306
Rusya 22, 26, 28, 29, 34, 36, 38, 67, 73, 74, 76, 77, 80, 86, 87, 96, 98, 100, 104, 105, 106, 114, 116, 117, 120, 121, 124, 126, 127, 133, 136, 137,
138, 141, 144, 145, 147, 151, 152, 154, 158, 160, 161, 162, 164, 168,
169, 177, 184, 186, 187, 188, 190, 192, 193, 196, 208, 214, 218, 219,
220, 226, 230, 234, 235, 245, 248, 251, 253, 260, 261, 263, 264, 269,
270, 272, 280, 282, 289, 291, 295, 296, 301, 302, 303, 305, 308, 309,
310,311,313,314
Rüstem Paşa 56, 135, 153, 172
Rüştü Bey 204
Sabahaddin Bey (Prens) 75, 78, 83, 95, 104, 107, 108, 191
Sabih Bey 33, 61, 114, 237, 240, 249, 258
Sabit Bey 22, 180, 228, 241
Sadeddin Bey 146, 226
Sadık Bey 18, 60, 63, 78, 82, 83, 276
Sadullah Bey 229
Sadunîler 95, 191, 207
Saffet Bey 146, 305
Said Bey 105, 114, 116, 120, 127, 133, 271
Said Halim Paşa 14, 41, 49, 187, 346
Said Paşa 11, 14, 20, 21, 49, 52, 57, 58, 59, 66, 68, 69, 71, 73, 76, 79, 80, 88, 89, 90,91,94,96, 97, 101, 106, 109, 110, 115, 116, 120, 122, 123, 124, 130, 132, 137, 139, 145, 148, 155, 158, 159, 163, 166, 171, 175, 184, 187, 215, 245, 266, 294, 304, 307, 312
Sakız 266, 312
Salâhaddin Efendi 193, 211, 235, 273, 284, 292
Salem Efendi 24, 113, 143, 176, 181, 198,201,211
Salih Bey 78, 168, 230, 253, 260
Salih Bey (Üskûplü) 255, 256
Salih Gürci 32, 50, 51, 146, 224, 226, 227, 237, 241, 290
Salih Paşa 94, 95, 142, 325, 326, 334, 341
Salih Paşa (Seryaver) 94, 142
Salih Tunç 51
Sami Bey 30, 137,223, 241
Samiye Necla özbaş 39
Samsun 229, 233, 239, 288
San Culyano 248, 258
Sancaktepe 48
Satvet Lütfi Bey 131
Savof 47, 118, 136, 144, 145, 148, 151, 152, 154, 156
Sazanof 35,36, 76, 87, 116, 117, 137, 248,251
Schellendorf, Bronsart von 132
Selanik 10, 13, 21, 38, 98, 102, 121, 143, 170, 175, 180, 198, 199, 200, 211, 220, 231, 252, 256, 281, 282, 293, 298, 300, 310, 351, 352
Selim Efendi (Şehzade) 151
Selimiye Kışlası 93, 104, 112
Semendire 312
Seyid Abdülkadir Efendi 130
SeyidTâhâ 130
Seyid Talib 139
Seyyid .Ahmedü’s-Sünusi 176
Sırp, Sırplar, Sırbistan 21, 22, 37, 38, 97, 142, 172, 177, 180, 186, 197, 208, 209, 210, 229, 243, 252, 256, 261, 274, 276, 278, 280, 282, 285, 286, 299,311,314
Sıtkı Bey 56
Siirt 144
Silifke 149
Sinabyan Efendi 285
Sirkeci 34, 82, 93, 172, 227, 250, 357
Sisam 313
Sivas 24, 141, 181, 214, 229, 239, 252, 253, 265, 270, 288
Sofya 37, 86, 136, 137, 144, 148, 154, 160, 161, 168, 179, 229, 252, 254, 265, 268
Sömbeki 313
Stock 108
Strempel 77, 89, 132, 161, 173, 225, 229
Sulusaray 161
Suriye 22, 25, 32, 55, 143, 149, 154, 161, 163, 176, 180, 182, 187, 191, 199, 201, 202, 204, 209, 217, 224, 227, 229, 230, 231, 232, 233, 238, 253, 270, 308
Suzerman (?) 183
Süleyman Bey 8, 9
Süleyman Numan Bey 203
Süleyman Paşa 185, 189, 293
Süleyman Şefik Paşa 49, 57, 189
Sûnusî 23, 24, 72, 78, 113, 144, 149, 176, 181, 198, 199, 209, 210, 217, 258,
273, 292
Süreyya Bey 201, 212, 239
Swanson 8, 12
Şaban Efendi 78, 83, 84
Şam 157, 188, 202, 214, 218, 308
Şammar 144
Şarköy 49, 57
Şattûlarap 206, 260, 274, 307
Şâyeste Kadın 95
Şefik Bey 210
Şefik Paşa 49, 57, 189
Şengin 186,190,197,271
Şerif Ali Haydar Bey 195
Şerif Cafer Paşa 95, 134, 191
Şerif Haydar Bey 151
Şerif Paşa 132
Şermin Savaşçı 8
Şevket Bey 276, 277, 306
Şevket Rado 39
Şevket Süreyya Aydemir 12
Şeyh Abdülâziz 72, 85, 199, 209, 210, 217, 273
Şeyhülislâm Esad Efendi 124
ŞişU 52,334
Şobof 300
Şöbliye 231,241
Şükrü Bey 14, 21, 33, 47, 49, 65, 66, 71, 89, 99. 101, 104, 108, 109, 128, 134, 139, 157, 158, 159, 161, 162, 163, 166, 178, 179, 194, 225, 233, 240, 249, 253, 283, 287, 301
Şükrü Paşa 89, 109, 134, 178, 179, 194
Tahir Bey 92, 152, 153, 165, 202, 206
Tahsin Bey 190, 204
Taif 140
Takiy Bey 203
Taksim ve Beyoğlu Kışlalan 54, 55, 113, 370, 372
Talât Bey 11, 50, 53, 63, 79, 85, 95, 110, 134, 135, 158, 162, 176, 210, 246, 274, 275, 288, 297, 299, 346
Talib Bey 176, 195, 196, 207, 230, 231
Tanin 11, 50, 145, 190, 194, 213, 239, 259
Tarabya 313
Taşnaksutyun 186
Taşocaklan 109, 113
Tayyar Bey 236
Tebriz 262
Tekfurdağı 87, 102, 132, 141, 169, 199, 214
Tenedos 306
Tevfik Paşa 19, 20, 29, 31, 48, 49, 50, 51, 58, 59, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 71, 123, 137, 141, 174, 196, 201, 213, 215, 224, 225, 231, 238, 239, 242, 245, 248, 253, 254, 256, 259, 268, 288, 289, 297
Theotokis 142, 162
Tiflis 80
Tiran 33, 190, 197, 250
Toshev 159, 160
Topçu kışlası 54
Tophane 10, 33, 34, 68, 124, 141, 173, 183, 204, 247, 250, 290, 291, 350
Trablusgarp 13, 56, 141, 201, 248
Trablusşam 149
Trabzon 188,226,229,314
Triyeste 185
Tunca 20, 66
Tunus 13,34,36,248,251,271
Turhan Paşa 35, 36, 116, 117, 119, 133, 137, 251
Türkiye 2, 8, 12, 16, 22, 34, 36, 43, 50, 51, 68, 89, 142, 161, 163, 164, 165, 197, 199, 209, 248, 251, 258, 276, 303, 304, 309, 311,313, 359, 361
Urmiye 262
ü
Üsküdar 8, 16, 26, 53, 72, 82, 103, 134, 153, 169, 172, 205, 211, 212, 222, 226, 229, 237, 244, 260, 261, 284, 301, 304
Osküp 170, 184, 199, 240, 256, 333, 359
Vahideddin Efendi (Şehzade, Sultan Vahideddin) 72, 78, 79, 82, 84, 95, 104, 106, 107, 109, 110, 113, 115, 124, 131, 151, 173, 176,202, 283, 284
Valdebağı 22, 180
Van 41, 80, 144, 190, 204, 207, 214, 226, 229, 260, 262, 265, 267
Van Gölü 190,207,226
Vardar 21, 180
Vâsıf Bey 151
Veber 294
Vedat Bey 130
Vehib Bey 246, 264, 267, 274, 275, 277, 278, 282, 285, 288, 297, 312, 313
Venizelos 142, 162, 163, 203, 265, 308, 311
Vezene 162, 261
Vir 172, 174, 175, 201
Viyana 70, 72, 74, 79, 85, 100, 134, 149, 152, 155, 156, 172, 174, 197, 203,
243, 247, 259, 268, 294, 305, 309, 310. 312
Wangenheim, von 22, 26, 44, 52, 72, 219, 271. 300, 305
Washington 44, 146,213
Weiss 118
Yakov, von 209, 210
Yakova 74
Yanya 38, 58, 77, 86, 87, 88, 104, 120, 186, 199, 200, 203, 246, 252, 359
Yemen 13, 62, 85, 101, 156, 157, 176, 191, 217, 237, 249, 272, 274, 275, 299 Yeşilköy 10
Yıldız 22, 35, 180, 185, 202, 211, 216, 227, 244, 250, 261, 291, 312, 351, 352
Yılmaz Öztuna 17
Yorgi (Yunan Kralı) 38, 98, 102, 252, 310
Yozgat 161
Yunan, Yunanlılar, Yunanistan 13, 19, 21, 35, 37, 38, 56, 63, 65, 86, 92, 98, 100, 101, 102, 118, 137, 138, 142, 160, 162, 163, 165, 172, 175, 177, 180, 186, 187, 189, 198, 201, 203, 208, 209, 220, 226, 230, 232, 244, 245, 246, 247, 248, 249, 252, 254, 257, 258, 261, 264, 265, 266, 267, 270, 271, 272, 274, 276, 277, 278, 280, 281, 282, 284, 285, 288, 289, 292, 297, 299, 303, 306, 310, 311,312, 313, 314
Yunus Emre Yetkin 44
Yunus Nadi Bey 51, 113
Yusuf Efendi 77, 94, 95, 125, 212, 228
Yusuf İzzeddin Efendi (veliahd) 41, 70, 77, 94, 115, 212, 347
Yusuf Rasih Bey 110
z
Zahnuniye Adası 175
Zeki Bey 204, 232
Zeki Efendi 227
Zeki Paşa 103, 104, 106, 117, 129, 150, 249, 259, 350
Zeytinburnu 295
Ziçini Paşa 229
Zihni Paşa 139
Ziya Paşa 141, 150, 159, 160, 165, 188
Zuhab 105, 108, 109, 114, 116, 120, 127, 144, 153, 162, 214, 225, 261, 266, 269, 270, 287, 291, 302, 308, 310
Zübeyde 144
2 Mahmud Şevket Paşa’nm biyografisi konusunda yapılan çalışmalar içerisinde görebildiğim en mükemmel araştırma, Türkiye’ye 19601ı senelerde barış gönüllüsü olarak gelen Glen Wilfred Swanson’un 1970’te Indiana Üniversitesi’nde verdiği “Mahmud Şevket Paşa and the Defence of the Ottoman Empite: A Study of War and Revolution During the Young Turk Period”in “Mahmud Şevket Before 1908” isimli yayınlanmamış doktora tezinin “Mahmud Şevket Before 1908” başlıklı birinci bölümünün ilk faslı olan “The Early Years”in ilk kısmıdır. Dr. Swanson, Mahmud Şevket Paşa’nm ailesini yazarken Paşa’nm diğer erkek kardeşlerinin büyüğü olan ve Irak’ın 1936 Ekim’i ile 1937 Ağustos’u arasında başbakanlığını yapan Arif Hikmet Süleyman’m (1889-1968) kızı Ayser Doğramacı’nm eşi Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile görüştüğünü ve Prof. Doğramacı’nm ailenin aslen Gürcü olduğunu söylediğini kaydediyor (sah: 3).
İhsan Doğramacı ile Ayser Doğramacı’nm oğlu olan Prof. Ali Doğramacı da 2 Aralık 2013’teki görüşmemizde büyükbabası Hikmet Süleyman ile büyük amcası Mahmud Şevket Paşa’nm Tiflisli bir Gürcü aileye mensup bulunduklarını söyledi. Hikmet Süleyman’ın oğlu rahmetli dostum Muhsin Süleyman da seneler önceki müteaddid sohbetlerimizde, babasınm ailesinin Gürcü olduğunu ifade etmişti.
Paşa’nm ileride Irak’ta başbakanlık ve kral naipliği yapacak olan 33 yaş küçük kardeşi Hikmet Süleyman, Şeyh Şamil’in kuzeni Müşir Dağıstanlı Mehmed Fazıl Paşa’nm kızı Hacer Hanım (vefatı: 1987) ile evlendi ve Muhsin ve İbrahim isminde iki oğulları ile Ayser admda bir kızları oldu. 1942’de Bağdat’taki Amerikan Kız Koleji’ne devam ettiği sırada İhsan Doğramacı ile izdivaç eden Ayser Hanım’m bu evlilikten Şermin (Savaşçı), Ali (Doğramacı) ve Osman (Doğramacı) isimli üç çocuğu dünyaya geldi. (Hacer Süleyman Hanımefendi’nin 6 Şubat 1987’de Milliyet Gazetesi’nde çıkan vefat ilânı ve Murat Yurdakök, “Kurucumuz İhsan Doğramacımı Kaybettik”, Hacettepe Tıp Dergisi 2010; 41:69-74).
Mahmud Şevket Paşa ile Bağdat valilerinden Ali Paşa’nm torunu olan eşi Selime Dilşad Hanım’m çocuklan olmamıştır ve Paşa’nm babası Kethüdazâde Süleyman Beyin soyu bugün Doğramacı ve Süleyman aileleri ile devam etmektedir.
Selime Dilşad Hanım 23 Kasım 1941’de Üsküdar’da Eskihamam’daki evinde vefat etti ve Yenicami’de kılman cenaze namazınm ardmdan Çamlıca’da Selâ- mi Ali Kabristanı’na defnedildi (Paşa’nm hanımınm vefat haberi 26 İkinciteşrin
18 Milliyet’in 27 Aralık 1964 tarihli nüshasmda 2., aynı tarihli Hürriyet ile Cumhuriyet’in 3. sayfalarında.
1941, 40. gün mevlidi ilânı da 2 Şubat 1942 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndedir).
Mahmud Şevket Paşa’nın katlinden sonra, Dilşad Harum’a verilen 6 bin 250 kuruşluk tekaûd maaşı, Meclis-i Âyân’m 8 (21) Temmuz 1914’deki ictimâında 1914 Mayıs’mdan itibaren geçerli olacak şekilde Maliye Düyûn-ı Umûmiye Büt- çesi’nin 44. faslını teşkil eden hıdemât-ı vataniyye tertibine nakledildi (“Meclis-i Âyân Zabıt Ceridesi”, içtimâ: 25, 8 Temmuz 1330, celse: 1, sah: 437) ve Cumhuriyetin ilârundan sonra Meclis’in 13 Nisan 1924’te kabul ettiği “Müteaddit Zevâta Hıdemât-ı Vataniye Tertibi’nden Maaş Tahsisi Hakkında” isimli ve 481 numaralı kanun ile maaşın devamı sağlandı (“TBMM Zabıt Ceridesi’, Cild: 8, sah: 658, 675-676, 720-721).
Paşa’nın Murad ve Halid Süleyman ismindeki diğer kardeşlerinden sadece Halid Süleyman hakkında bilgi sahibiyiz: Meclis-i Mebusar.’a Divâniye Mebusu olarak katılmış ve Irak’ta 1929 ile 1950 arasında fasılalarla üç defa başbakanlığa getirilen Tevfik el-Suveydi’nin 1929’da kurduğu ilk hükümette Maarif Nâzırlığı yapmıştır. Meclis’te 30 Haziran 1914’teki görüşmelerde sözalan Halid Süleyman, hükümeti suikasti önleyecek tedbirleri almamakla suçlayacak, konuşmasınm sonunda “Eğer hükümet tertibat-ı lâzime ahzetmiş olsaydı, her halde ikinci veya üçüncü kurşunun sesi üzerine mahall-i vak’aya bir-iki polisin yetişmesi lâzım gelirdi. Kendi kardeşim olduğundan, yüreğim yanıyor. Ailemiz, matem içindedir. ...Millet burada, polisin ifâ-yı vazife etmediğini işitsin, işte bendeniz buradan bağırıyorum” diyecektir (“Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi”, Devre: 3, Cild: 2, M. 30 Haziran 1914’teki İctimâ-ı Fevkalâde Zabıtları, sah: 215).
[3] Mahmud Şevket Paşa’nın doğum senesi hâlen tartışmalıdır. Neue Freise Presse, Paşa’run kendisinden alınan bilgiye göre (“Die nachfolgenden daten über Mahmud Mahmud Schefket’s Lebenslauf stammen von ihm selbst“, 7 Mayıs 1909 tarihli akşam baskısı, sah: 3) 1858’de Bağdat’ta doğduğunu, ve yine Paşa’nın ifadesine göre babasırun Basra’nın sabık valisi Süleyman Bey olduğunu, Hristi- yan bir Gürcü aileden gelen büyükbabasının henüz yedi yaşında bir çocuk iken Türkler tarafindan Kafkaslar’dan alınıp Bağdat’a getirildiğim ve Bağdat Genel Valisi’ne satıldığını (“Er ist geboren im Jahre 1858 in Bagdad. Sein Vater war Suleiman Bey, der einstmalige Gouverneur von Baßra. Sein Großvater war ein Georgier und Christ, der als siebenjähriger Knabe von den Türken im Kaukasus gefangen genommen, und nach Bagdad gebracht und dort an den Generalgouvemeur von Bagdad verkauft worden war" aynı gazetede, aynı yerde) yazıyor.
[4] Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye (1328 senesi) sah: 156’da Saniye’den Süleyman Bey, Basra Mutasarrıf olarak kayıtlı.
[5] Carl Max Kortepeter, Paşa’nın annesinin eski bir Arap ailesi olan el-Farukî- ler’e mensup olduğunu söylüyor (“Encyclopedia of İslam’ın 2. edisyonundan naklen Carl Max Kortepeter, “Mahmud Shevket Pasha: The Life and Death of an Ottoman-Arab Tecnocrat", Arab Historical Review for Ottoman Studies, No: 15-16,
[6] Mahmud Şevket’in, Bağdat’ta Midhat Paşa’nın himayesine girdiği ve Midhat Paşa tarafindan Bağdat’ta David Sasoon Okuhı diye bilinen Allliance Israélite Universelle Mektebi’ne gönderildiği konusundaki tartışmalar için Ali Haydar Mid- hat’m “Hatıralanm”a. (İstanbul 1946, sah: 247) ve Swanson "un künyesini yukarıda verdiğim “Mahmud Şevket Paşa and the Defence....”ine bakınız (sah: 5).
[7] Sultan Reşadin başmabeyincisi Lütfı Simavi Bey, Dahiliye Nâzın Hacı Âdil, Posta Telgraf Nâzın Talât Bey ve Evkaf Nâzın Hayri Beyler’in Mahmud Şevket Paşa’dan yirmi dört saat içerisinde istifasını istediklerini, aksi takdirde gensoru ile düşüreceklerini yazıyor (“Sultan Mehmed Reşad Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim", İstanbul 1340, II. kısım, sah: 70). İbnülemin de istifa teklifini Maliye Nâzın Cavid Bey’in Tanin Gazetesi’nde yayınladığı hatıralarından naklediyor (“Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar", İstanbul 1950, sah: 1873).
[8] İbnülemin, eserine o sırada Deme’de bulunan Yüzbaşı Mustafa Kemal’in Mahmud Şevket Paşa’nm istifasım öğrenmesinden sonra Behiç Bey’e (Erkin) yazdığı ve daha önce Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayınlanmış olan bir mektubunu iktibas etmiştir.
Mustafa Kemal’in şimdiye kadar pek dikkat çekmemiş olan bu mektubunun metnini aynen naklediyorum:
“...Bizde buradaki vaziyet ve mukavemetimizle şân-ı millete mutabık bir netice istihsali ümmidi pek kolay iken son zamanlarda memleket dahilinde zuhûr-yafte olan elemli levhalar bizi me’yus etti. Bizim ahlâksızlığımızın, menfaat-perestliğimi- zin derecesi malûm idi. Fakat bunun hıyanet, denâet, rezalet derecesine çıkabileceğini katiyen ve katıbeten tasavvur etmiyorduk.
İhtirâsat, cehalet, mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı Devleti’ni mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu vücuda getirmeyi tasavvur ederken vaktinden evvel esir, sefil, rezil olacağız. Hatânın kimlerde ve nerede olduğunu bilmiyorum. Lâkin, her ne olursa olsun memleket vadi-i inkıraza tekmelenmeyecekti.
Askerlerin siyasetle iştigalden men’i için madde-i kanuniye yapmışlar. Ben, iki sene evvel hasbe’t-tesadüf bulunduğum bir kongrede “Askerleri bırakınız" dediğim için mürteci oldum, idama mahkûm edildim. Zaman ve hâdisat her türlü hakaayıkı isbat ve izhar eder. Fakat bazan böyle birdarbe-i mühlike indirerek..
Harbiye Nâzın’nın terk-i mevki edişini ağreb bulurum. Hamiyetli ve fedakâr idi ise ve ötede beride savurduğu gibi kellesini koltuğuna almış idi ise asıl ibraz-ı hamiyet ve fedâkârî ve sebat zamanı şimdi idi Za’f-ı kalp göstermeğe ne hacet vardı?
[12] Ali Fuad Türkgeldi, “Görüp işittiklerim”, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1951, sah: 367.
[13] Mahmud Şevket Paşa’nm kabinesi, çoğu Ittihadçı olan şu kişilerden müteşekkil idi:
Sadrazam ve Harbiye Nâzın: Mahmud Şevket Paşa, Şeyhülislâm: Mehmed Esad Efendi, Şurâ-yı Devlet Reisi: Said Halim Paşa, Dahiliye Nâzın: Hacı Âdil Bey, Hariciye Nâzır Vekili: Atina sabık sefiri Muhtar Bey, Bahriye Nâzın: Çürük- sulu Mahmud Paşa, Adliye Nâzın: İstanbul’un eski valisi İbrahim Bey, Maliye Nâzın: Divan-ı Muhasebat Reisi Rifat Bey, Nafîa Nâzın: Besarya Efendi, Evkaf Nâzın: Ürgüplü Hayri Bey, Ticaret ve Ziraat Nâzın: Aydm’m eski valisi Celâl Bey, Posta ve Telgraf Nâzın: Maliye Müfettişi Oskan Efendi, Maarif Nâzın: Saruhan’m eski mutasarrıfı Şükrü Bey.
[14] Paşa’nm katlinden hemen sonra başlayan tahkikat ve muhakeme gayet kısa sürdü. Kararmı 22 Haziran’da açıklayan mahkeme 12’si tutuklu 24 kişiye idam, iki kişiye müebbed kalebentlik, üç kişiye de 15 sene kürek cezası verdi ve Sultan Reşad’m karan aynı gün tasdikinin ardmdan, tutuklu bulunan 12 idam mahkûmunun cezası, 22 Haziran’ı 23’e bağlayan geceyansmdan sonra Bayezid Meydanı’nda infaz edildi.
Ve, sebebini bilmediğim tuhaf bir uygulama: İdam edilenler arasmda Polis Müdüriyet-i Umûmiyesi Kısm-ı Siyasî sabık müdürü Muhib Bey de vardı ve Mu- hib Bey’in annesi Emine Meveddet Hanım'a infazdan yedi sene sonra, 536 kuruşluk emekli maaşma ilâve olarak hükümetin karan ile vatanî hizmet tertibinden 500 kuruş tutannda bir başka maaş daha bağlandı (Sultan Vahideddin’in tasdikinden geçerek 20 Muharrem 1339 - 4 Teşrinevvel 1336 (4 Ekim 1920) tarihli ve 3973 numaralı Takvim-i Vekayi’de yayınlanan kararnâme, daha sonra Mustafa Birol Ülker tarafmdan makale haline getirilmiştir: “Hükümet Değişti, Başbakan Katili Kahraman Yapıldı”, Hürriyet Tarih, 12 Şubat 2003).
[15] Ulunay, “Yetiştiğimiz Tarih”, Milliyet, 13 Haziran 1956, sah: 3. (Adi [-i] (104) + ilâhı (47) + geldi (64) + zuhura (1116)= 1331).
[16] Ulunay, “Yakın Tarihden”, Milliyet, 13 Haziran 1958, sah: 3.
[17] Paşa’nın Üsküdar sahilindeki evi, 1990ların sonuna kadar harabe halinde de olsa, duruyordu. 20001i senelerde o evde bulunduğu söylenen, aralannda Almanca ve Fransızca yazışmalann da olduğu bir hayli evrak müşteri bulmak maksadı ile birkaç yer dolaştı ama hayli yüksek bir meblâğ istendiği için alıcı çıkmadı. Evrakın âkıbetini bilmiyorum.
[18] “Mahmut Şevket Paşa, Türkiye tarihinde, günlük not tutan tek başbakandır. Paşa’nın böyle bir eseri olduğu bugüne kadar bilinmiyordu. Bu eseri tarih ilmine kazandırdığımız için, son devir Türk tarihi bakımından mühim bir hizmet yapağımıza kaniiz. Çünkü 4,5 ay gibi çok kısa bir zamanı içine almakla beraber, Paşa’nın notlan pek değerlidir. Türkiye tarihinin en kritik devrelerinden birini bütün çıplaklığıyla önümüze sermektedir. Paşa’nın dili son derece sadedir. Biz, ancak terkipleri çözmek ve eskimiş bazı kelimeleri değiştirmekle yetindik. Notların aslı, iki defter halinde ve Paşa’nın elyazısı iledir. Çocuktan olmadığı için bu defterler, zevcesi Sür- re Emini Mehmet Bey’in kızı Dilşâd Hanım’da bulunuyordu”. (Tefrikanın yaymının ilk günü olan 1 Ocak 1965te metnin alanda bulunan “Mahmut Şevket Paşa kimdir? Hatıralan nasıl bulundu?” başlıklı kutunun sonunda).
[22] Yeni harflere nakledilirken böyle yazılmış, kat’iyyen olabilir.
[23] Yeni harflere çeviride Valbağı yazılmış.
[24] Swanson, “Mahmud Şevket Paşa and the Defence...’, sah: 328.
[25] Hatıratın daktilo edilmiş nüshalarının yeraldığı klasörde bulunan ve bir okuyucunun Hayat Dergisi’ne gönderdiği mektuba Abdurrahman Ferdi Çelem’in yazdığı cevabi mektup ile bir diğer belge, yeni harflere çevirme işinin Çelem tarafindan yaptırılmış olduğunu gösterir mahiyettedir. Yine aynı klasördeki bir başka notta günlüğün dergide yayınlanmasından sonra kitap haline getirileceği, yüz adet nüshanın kuşe kâğıda basılacağı ve yayından doğabilecek tazminat dâvâla- nnın sorumluluğunun Hayat’a ait olacağı hususları yazılıdır. Aile, günlüğün Ha- yat’taki yayından sonra kitap haline getirilmemesinin sebebinin yayıncı ile verese arasında çıkan ihtilâflar, özellikle de günlük metninin değiştirilmesi olduğunu söylüyor.
[26] Günlüğe 7 Mart 329 (20 Mart 1913)te yazdıklanndan.
[27] Ittihad ve Terakki’nin başta Cemal Paşa olmak üzere bazı önemli isimleri, daha sonra yayınladıklan hatıralarında Mahmud Şevket Paşayı bir suikaste uğrayabileceği konusunda birkaç defa uyardıklarını ama Paşa’nın bu uyarılan ciddiye almadığını yazmışlardır.
Paşaya bu uyanlardan birinin, 1912 Haziran’mda, o sırada Harbiye Nâzırlı- ğı’ndan çekildiği ve sadece Âyân Meclisi Üyesi olduğu sırada Bahriye Nâzın ve Harbiye Nazır Vekili Hurşid Paşa tarafından yapıldığını ama Mahmud Şevket Pa- şa’nm bu uyanyı da ciddiye almadığını Hayat Tarih Mecmuası’nda, 1965 senesinin Şubat sayısında yayınlanan bir belgede göı üyoruz. Mahmud Şevket Paşa, Hurşid Paşaya gönderdiği Milâdî 19 Temmuz 1912 tarihli cevabi mektubunda uyanyı dikkate almadığım ifade etmesinin yamsıra Hurşid Paşaya “rivayetlere kolaylıkla inanmaması” tavsiyesinde de bulunuyor.
Mahmud Şevket Paşa’nm dergide yaymlanmış olan Hurşid Paşaya hitaben kaleme aldığı cevabi mektubunun tam metnini aşağıya naklediyorum:
“Huzûr-ı âlîlerine
Devletlû efendim hazretleri,
İki günden beri zabitân arasında görülen bâzı cereyanlardan dolayı cuma selâmlığında bulunmakta ihtiyat edilmesi hakkında irsal buyurulan 23 haziran 1912 târihli tezkere-i devletlerini aldım. Uhdeme yâver-i ekremlik memuriyetinin tevcih buyurulmasına vaktiyle ne mertebede muhalefette bulunduğumu ve bilâhare bunun nasıl bir ilhâh ve ısrar üzerine kabulünde muztarr kaldığımı zât-i âlileri cümleden iyi bilirsiniz. Çünki ol vakit seryâveriik hizmetinde bulunuyor idiniz. Hattâ, ayni zamanda tahsis olunmak istenilen maaşı ne sürette reddettiğimi de elbet der-hâtır buyurursunuz.
Yâver-i ekremliği istememekliğim, yevmen mineleyyâm saray-ı hümâyûn semtine bile uğramamaklığıma lüzum görüleceğini tahattur eylemekliğimden ileri gelmişti. İşte ol vakit düşündüğüm, bugün başıma geldi ve bunu istememekte haklı olduğum tebeyyün eyledi. Şu kadar ki, bugünkü ahvâl henüz o mertebeyi bulmamıştır. Fakat bu gidişle yakında bulacaktır. Bunun devletçe tevlîd edeceği mehâzîr, hergüna tasavvurun fevkinde olacağı için ahvâlin o mertebeyi bulmamasına sarf-ı himmet olunmak lâzımdır. Bunun içün evvel-be-evvel her işitilen söze inanmamalıdır. Zîrâ ortada bir şey yok iken, bazı adamlar göz yıldırmak ve bu suretle meramlannı istihsâl eylemek üzere, günâgûn şeyler icat ederler. Nitekim zabitân beyninde, aleyhimde bazı cereyanlardan bahsolunmuş ve buna metânet-i tabi nezdimde öteden beri mâlüm olan zât-ı âlîleri dahi ikna edilmişdir. Bende-
niz bu cereyanlara ehemmiyet verse idim, çoktan beri nezâretten çekilmeli idim. Emin olunuz ki, bu defa da zabitân arasında mevcudiyeti rivayet olunan adem-i hoşnudîden çekinmedim. Adem-i hoşnudiyî izâle için yalnız kışlalara ziyaret ve herkesi vazifesine davet etmekliğim kâfi idi. İstifanamemde beyân etdiğim sebep, çekilmekliğime bâdî olmuş ve buna ancak ileride anlaşılacak bazı esbâb dahi munzam olmuştur.
Bugün Harbiye ve Bahriye Nezâretleri gibi iki mühim nezâreti idare buyuruyorsunuz. Maslahat nâmına sizden ricâ ederim ki, cereyanlar filânlar hakkında edilen rivayetlere, kolaylıkla inanmayınız ve size bundan bahsedenlere karşı her güna teşebbüsât ve nîyât-ı lâimânelerini akim bırakacak surette ibrâz-ı metanet buyurunuz. Zirâ aksi suretle hareketiniz, tekrar ederim ki netâyiç-i vahime tevlîd eder. Bugün cuma selâmlığına gitmedim, fakat gitmemekliğime tezkereniz sebep olmadı. Bilâkis, tezkerenizi alınca selâmlığa gitmek ve bahis buyurduğunuz cereyarilann âsânnı görmek ve hattâ bunun içün kasten taburlann önünden geçmek istedim. Lâkin bu cereyanların belki Zât-ı Şâhâne’ye de ismâ edilmiş olmasından korktum. O halde, müşkil bir vaziyette kalacak idim. Zâten geçen hafta Başkâtip Hâlid Ziya Bey cuma günleri selâmlığa gelmekle mukayyed olmadığımı ve yalnız bazı eyyâm-ı tesmiyede sarayda mensübin-i şâhâne meyânında isbât-ı vücut edebileceğimi bir tarz-ı acibde olarak tarafı şâhâneden bana tebliğ etmiş idL Bu tebliğ, cumaları selâmlığa gelmemekliğim için birişâret-i kâfiye idi. Fakat bundan müteessir olmadım, çünki buna zâten muntazır idim.
Hâsılı, şu oldukça mufassal tezkeremin sebeb-i takdimi, her söylenilen söze inanmamanızı ricadan ibârettir. Bu ricâmın mânâsı büyüktür. Onu birçok yerlere teşmil buyurabilirsiniz. Uhuvvet-i kadimemize mağrüren, böyle bir ricâda bulunmakta beis görmedim.
Ol bâbda emru irâde efendim hazretlerinindir. 6 temmuz 328 (23 haziran 1912).
Harbiye Nâzır-ı Sâbıkı, Âyân’dan Mahmud Şevkef (Hayat Tarih Mecmuası, Şubat 1965, sah: 26-28).
28 Hayri Efendi’nin günlüğü, torununun çocuğu olan Dr. Ali Suat Ürgüplü tarafından Bamberg Üniversitesi’nde 2012’de doktora tezi yapılmıştır ve yalanda Türkiye’de de yayınlanacaktır.
[29] Buraya tarih konmamış. Metin “10 Kânunsam 328 Perşembe günü saat sekizde sadarete tayin olundum’’cümlesi ile başlıyor, tarihi ben ilâve ettim. Diğer günlerin hepsinde tarih vardır.
[30] surette olabilir.
[31]0 devirde Telgraf Ajansı denen haber ajanslarının Türkiye’deki öncüsü olan Osmanlı Telgraf Ajansınım kurucusu Salih Gürci (Bağdat 1884 - Paris 1927), Bağdatlı musevi bir ailenin çocuğu idi. 1909’da veya 1910’da kurduğu tahmin edilen Osmanlı Telgraf Ajansı imparatorluğun Avrupa’ya sesini duyuran tek haber ajansı olacak, Havas ve Reuter Ajanslan ile anlaşmalar yapacak, Salih Gürci
[32] etti kelimesi mükerrer yazılmış.
[35] mediation: Fransızca arabuluculuk.
[36] intervention: Fransızca müdahale, araya girme, tavassut.
[37] Rusya’nın 1912-1914 arasında İstanbul’daki büyükelçisi olan Michael de Giers. Metinde, Kirş diye yazılmış.
[38] Bugün Kosova ya ait olan Dakovica şehri.
[39] trazin diye mânâ veremediğim bir şekilde yazılmış.
[41] Paris’te 1789 ile 1944 arasında yayınlanan Journal des Débats isimli gazeteyi kastediyor. Gazetenin o tarihteki sahibi Étienne Bandy de Nalèche’dir (1865-1947).
[42] Paşa buraya (ilâve) diye yazmış ama ilâveleri kaydetmemiş.
[43] 1841’de Dicle ve Fırat üzerinde vapur işletme izni alan ve faaliyeti sonraki senelerde büyük tartışmalara sebep olan İngiliz şirketi.
[45] Fransızca contrebande: Kaçak eşya.
[46] Bir sonraki cümlenin ifadesine bakılırsa “dahil değil idi” denmesi gerekir. Paşa, “dahil idi” diye sehven yazmış olacak.
[47] Paşa “İzzeddin” ismini yazmamış ama veliahd Yusuf İzzeddin Efendiyi kastediyor.
[48] Araplar’ın Harb Kabilesi’ni kastediyor.
[49] Talâl olabilir, okunamadı.
[53] Sabah Gazetesi’nin başmuharriri Diran Kelekyan’ı kastediyor.
[54]1328 senesi Devlet-i Aliyye Salnamesi’ne göre Theophile Para.
[55]1328 senesi Devlet-i Aliyye Salnamesi’ne göre kâtip ve ikinci tercüman Felix Parker.
[61] Bulgaristan’da 1911 ile 1913 arasında başbakanlık yapan Ivan Evstratiev Geshov (1849-1924).
[64] Paşa bu şekilde yazmış ama cümlenin buraya kadar olan kısmından mânâ çıkmıyor.
“Türkiye’de 1912 ile 1914 arasında Ingiliz bahriye müşaviri olarak bulunan sonraki senelerin amirali Sir Arthur Henry Limpus (1863-1931). Amiral Lim- pus’un yayınlanmamış Türkiye günlüğü ile Çanakkale evrakı Londra’da, King’s College’dedir.
[66] Krupp olabilir, okunamadı.
[68] Mahmud Şevket Paşa’nın elyazısı ile kaleme aldığı günlüklerinin bulunduğu iki defterin ilki burada sona ermektedir. İkinci defterin aslı kayıp olduğu için günlüklerin devamını bundan seneler önce yeni harflere nakledilerek daktiloya çekilmiş olan ama kimin tarafindan yapıldığı bilinmeyen ve hâlen Paşa’nın eşinin ailesi tarafindan muhafaza edilen metinden naklediyorum.
[69] Yeni harflere nakledilirken böyle yazılmış, kat’iyyen olabilir.
[70] Yeni harflere çeviride Valbağı yazılmış.
[71] Daktilo edilmiş metinde bu şekilde yazılmış ama.. .felâket-i âhiresi mübedde- li ifadesinden mânâ çıkmıyor, mübeddil de olsa anlam verilemiyor.
[73] Arnavutluk’un Lezhö şehri.
” Arnavutluk'tın Durres bölgesi.
[74] Paşa’nın sözünü ettiği bu ve bir diğer mektubunun tam metinleri için benim İttihadçı’nm Sandığı”na bakınız: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan, İstanbul 2014, sah: 59-64 ve 65-70.
[75] Yeni yazı metinde 150:175.
[76] Metinde sehven Fehmiye yazılmış.
[77] Paşa “Fakat kendisine söylemedim” diye yazıyor ama Avusturya Sefiri'ne bu görüşlerinin ne kadarını naklettiği tam olarak anlaşılmıyor.
[78] Fransızca octroi: Bir çeşit tüketim vergisi.
[79] Yeni yazıya nakilde lerıiç yazılmış, kabil i terci' olamaz, yani geri çevrilmesi olamaz ifadesi daha makul geliyor.
[80] 40 olması lâzım, 60 yazılmış.
[81] Yeni harfli metinde resim yazılmış.
[82] Faaliyetine 1852’de başlayan Fransız bankası.
[84] Metinde murazârun yazılmış, mânâ çıkmıyor.
[85] İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Gerald Augustus Lowther (1858-1916). 1913 Mayıs’ında sağlık sebepleri ile istifa edecek, yerine Sir Louis du Pan Mallet gelecektir. Büyükelçinin ismi daktilo edilmiş metinde Sir Lavj diye yazılmış.
[88] Metinde idae yazılmış, mânâ veremedim.
[89] Daktilo nüshada buraya Paşa’nm elyazısı nüsha kastedilerek “Not: Aslında sayfa numara teselsülü 98'den 100’e atlanmıştır” ibaresi yazımış.
[90] banquier: Fransızca’da bankaa.
[92] Yeni harfli metinde itibaren yazılmış.
[94] Yeni yazı metinde Nezâreti'ni
[95] Metinde terciç yazılmış, tercih olabilir.
[96] Mahmud Şevket Paşa günlüğünün son satın olan bu tarihi deftere bir gece önce, yani 28 Mayıs (10 Haziran) gecesi o günün vukuatını yazdığı sırada bir sonraki gece devam etmek maksadı ile koymuştur ama ertesi gün, yani 29 Mayıs (11 Haziran 1913) günü saat 11 sularında Divanyolu’nda uğradığı suikast neticesinde hayatım kaybedecektir.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder