Mezar Taşlarında Huve'l-Baki
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
MEZAR TAŞLARINDA
HUVE’L-BÂKÎ
Mehmet Zeki KUŞOĞLU Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Grafik Dersleri Öğretmeni
Fotoğraflar Sabit KALFAGİL
İstanbul Temmuz 1984— 3.000 Adet basılmıştır.
Eser Hakkında
Bir millet varlığını ¡mâniyle sürdürür. Bu inanç, bir taraftan gönüllerde yaşarken öbür yandan o milletin insânhk târihine yâdigâr olarak bıraktığı eserlerde kendini gösterir. Bu eserlerden biri de mezâr taşlarımızdır. Bunlar medeniyet ve kültür târihi bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Her ne kadar mezâr taşı kelimesi sevimsiz tedâiler uyandırırsa da bu, Türk mezâr taşları için olmasa gerektir. Pitoresk ve renkli görünümleriyle yabancıların da dikkatini çekmekten uzak kalmamış, onların resim sanatına ve edebiyât eserlerine konu olmuşlardır. Fransız yazar Theophile Gauti-er, Türk kabristânlarında hüzün duymayıp buralarda geçirdiği uzun saatların, içinde tatlı bir hayâle dalmaktan başka bir his uyandırmadığını söylemekten çekinmez. Diğer taraftan aynı hislerle dolu olduğunda şüphe olmayan Maltah meşhûr res-sâm Preziosi de mezârhkta oturan kadın resmini yapmaktan kendini alamaz. Muhakkak arka plandaki mezâr taşları ve onların dostu ince uzun servi ağaçları ressâm için eşsiz bir dekor teşkil etmiştir.
Maalesef, değil yalnız bizim, batıkların bile dikkatini çeken mezâr taşlarımıza gerekli ehemmiyeti verdiğimizi söyleyemeyiz.
Çeşitli sanat değerlerinin yanı sıra, mezâr taşlarımızın târihî değerleri de büyük önem taşır. Türk târihini tam yazmak için nasıl arşiv vesikalarının tamamını okumak gerekirse taşların da aynı şekilde incelenmesi gerekir.
Ayrıca eski dönemlerden yakın târihlere kadar askerî, mülkî, ve sivil kişilerin başlıkları, dereceleri, rütbeleri, sarıkları, ve onların şekilleri hep bu taşlardan tarihî bir sırayla takip edilebilmektedir. Bunun gibi kadın ve çocuk taşları da ayrı ayrı olduğuna göre taşlar bir kıyâfet albümü hükmünde demektir. Daha açıkçası taşların her biri sanki stilize edilmiş heykel gibidir.
Bu derece manalı olan taşların üstünde çeşitli yazı, cinsleriyle yazılan sözler, hem hattatlık hem de edebiyât bakımından pek önemlidir. İslâm yazısının gelişmesini bir yere kadar buralardan tâkip edebiliriz.
Taşlarda metnin başına konan sözlerin bazıları aynı olup bunlardan en çok rastlananları şunlardır:
Küllü şey’in hâlikun illâ vecheh (Allahtan başka her şey yok olacaktır.) (28. Sûre 88. âyet)
Küllü nefsin zâikatu’l-mevt (Her canlı ölümü tadacaktır.) (29. Sûre 57. âyet)
Küllü men%leyhâ fân (Her canlı fânidir.) (55. Sûre 26. âyet)
★ ★ ★
Bu mütevâzi çalışma M.Zeki Kuşoğlu’nun da belirttiği gibi konunun çok çeşitli bilgileri ve uygulamaları gerektirdiği için, bir çok sanatkâr, ilim adamı ve araştırmacının çalışma ve yardımlarıyla gerçekleşmiştir. Bu eser, mezâr taşlarının baş yazılarını ve bazı tanınmış hattatların yazdığı metinleri de sergilemek sûretiyle taşların yazı bakımından önemini ortaya koymuş bulunmaktadır. Buradaki yazılar bilhassa istif bakımından dikkâti çekmektedir. Eser, mezâr taşlarının yazı bakımından önemini ortaya koyarken ilk defa yaşayan hattatların eserlerine de yer vermek sûretiyle yurdumuzda hat üzerindeki çalışmaların kesilmediğini de ispat etmektedir. Ayrıca son bölümde “Mezâr taşlarımız hangi yönleriyle incelenebilir?” etüdü üzerinde durulmaya değer dikkatli görüşleri ih-tivâ etmektedir.
Eserde sanatkârâne bir şekilde hazırlanmış olan yazıya âit malzeme, gençlerimize yol gösterir bir kaynak hüviyetini taşımaktadır.
M.Zeki Kuşoğlu’nun mezâr taşlarının ehemniyeti üzerinde durarak hazırladığı kitâpda belirttiği dileklerinin bir an önce gerçekleşmesini gönülden dileriz.
Prof.Dr.Ali ALPARSLAN
Karacaahmet Sultan mezârhğı
Eyüpsultan yamaçlarındaki mezarlıklar
FRENKLERİN “pitoresk” dedikleri kalem ve fırça ile tasvire değer şark manzaralarından ehemmiyetli bir kısmını ulu ve boynu bükük mezarlıklarımız meydâna getirir. Bunların seyahat kitapları ve kılavuz haritalarında memleketimizin camileri, eski surları (kale duvarları), dikili taşları, çeşmeleri, sebilleri yanında merak uyandırıcı birer derin araştırma yeri vardır.
Manzaraca bu harap şarkın, mamur garbın Pierre Lotile-rini ve hemen bütün şair ve ressamlarını hoşluğuna hayran bırakan güzellik sırrını, güzellik büyüsü, manevî çekiciliği sahiden tetkik edilmeye değer birer sanat muammasıdır.
Garbın medeniyet görünüşlerindeki sanat, süsleme eli daha çok sanat, Şarkta ise tabiattır. Büyük mezarlıklarımızın tetkikiyle kendini gösterir. Büyük mezarlıklarımıza bakınız. Ne görürsünüz: Etrafına duvar, sadece bir çit ve hatta en basit bir parmaklık çevirmek gibi iptidaî hiç bir yapı işinde bulunmaksızın kırlara ulu orta ölülerimizi gömmüş üzerine kim olduğunu gösteren yazılı taşlar dikmişiz. Sonra ne gözcü, ne bekçi, hemen bir daha buraların semtlerine uğramamışız.
Düzeltmek için bir mühendisin fen eli buralara girmemiş. Ne yol, ne tarh... hiç bir şey... Herkes bir yeri kazdırtıp ölüsünü gömdürmüş. Şimdi bir mezarı ziyaret etmek, orada yatanları çiğnemeden yapılamaz. Bunda da bir usul, nizam tutamamışız. Her işimiz yolsuz, hatta ahretimiz bile...
Bakıma ihtiyacı olmayan ağaçlardan vaktiyle nasılsa birçok dikilmiş. Şimdi bu serviler, çitlenbikler, karaağaçlar büyümüş, her tarafı çimenler bürümüş. Eski mezarlar toprakla bir... Bunlar ölülerin ikinci ölümlerini gösterir birer sefaletle devrilmiş kavukları, fesleriyle upuzun yerlerde serili yatıyorlar. Birtakımı çiğnene çiğnene topraklara gömülmüş, bazıları ileride yapılan harçsız duvarla hatıl konulmuş, başlıklı işlemeli, kitâbeli, fatihalı taşlardan yokuşlara basamaklar yapılmış. Sarıklı, kavuklu koskoca bir Hacı Ahmet ayak altına uzatılmış yatıyor. Bu taş, üzerinden her geçene uhrevî, manevî bir hal diliyle: “Üstüme basmayınız, Mezar çiğnemek için yapılmaz, çünkü Allah ile hayat arasında kudsî bir aralıktır” diye bağırıyor.
1- Sarığı üzerinde Lâle motifi bulunan bir mezar taşı (Eyüp Sultan)
2- Mahmudiye fesli mevlevî sik keli bir taş (Eyüp Sultan)
Medenî memleketlerde olduğu gibi bu mezarların hiç birinde bir sevgilinin, bir annenin, babanın, kardeşin, bir oğlun, kızın çiçek demetleri kılığına girmiş hasret ve saygı izini görmezsiniz. Zavallı ölülerimiz! Bu kozalaklı mahalleye bir kalabalıkla getirilip gömüldükleri günü, gelip geçenlerin insanlığına kalmış fatihalarına emanet edilerek, bir daha hiç aranmamak üzere bırakılırlar. Fakat dikkat ediniz: Ara sıra hilkat ne kadar vefalı... Kayıtsız insanların bu unutmasını nasıl tazmin ediyor. İşte pehlenin aralıklarından yeşillikler fışkırmış, beyazlı, sarılı, pembeli çiçekler açmış... bunların tohumlarını rüzgâr getirmiş, belki kuşlar taşımış. Her zaman çiylerden, yağmurlardan tazeleniyor, güneşten renk, koku alıyorlar. Bu hazin bahçenin otları hiç eksik olmuyor. Belki mevsimlere göre çeşitleri değişiyor. Mezarları çiçeklemek için hangi akrabanın ihtimamlı eli bu tabiî unsurları kadar sürekli olabilir?
Kolaylığı, temizliği, saygıyı feda eden atavik battal, kayıtsız şarklıların sanatta yardımcısı tabiattır. Onların bu göz yummalarını çok yerde güzelliğe çeviriyor. Türk, tabiatın keyfine dokunmaktan korkar, her şeyin düzenini Allahına bırakır.
Servilerin gölgeleri altına sokulmuş, her biri canlanmış birer maneviyat gibi duran taşların safça resimlerine, yazılarına bakınız: Sağa, sola her kıvrılışında bir yaprakla, bir çiçek veren dallar... tabakalara bir piramit şeklinde istifler ile dizilmiş yemişler, sadelikleri bu resimlerle uyuşan satırlar, mısralar... bunlar o kadar safça ve iptidaî ki... mezardaki Türkün görünmez ruhunu bu eserlerinden çıkarmak medenî bir ziyaretçi için hiç güç değil.
Burada terakki etmiş memleketlerde olduğu gibi sanat ve para servetini gösterebilecek abideler yok. Ölüler, sanatkârların dehalarıyle işlenmiş dağlar gibi yığılı mermerler altında yatmıyorlar. Hayatla beraber her ağırlıktan kurtulmuşlar, salt bir hürriyete burada kavuşmuşlar.
Uzun siyah serviler, beyaz küçük mezarlar, bayırları, tepeleri, çukurca yerleri doldurarak, kâh karalara, kâh denizlere doğru ufuklara yayılıyorlar. Bilmem bu mezarlık ağaçlarının koyu yeşillikleriyle gökyüzünün İlâhî maviliğinde nasıl İlâhî bir birleşme yahut sanatkârca bir ahenk var?
İstanbul’un çok feyizli güneşindeki harareti ve mavi fezası bu aşkın kucağıdır. Öteki güzellikleri hep işte bu iki unsurun birleşmesinden doğar.
Bu büyük mezarlık kıtaları, birbirinden iri taşlı kaldırımları bozuk yollar ile ayrılırlar. Arada bir dört yol ağızlarına servilerle boy ölçüşen su terazilerine, çeşmelere, yeşil yapraklı türbeler, çarpık mezarcı kulübelerine rastlanır.
Mezarlık kenarındaki şu harap çeşmenin hazin, şairane duruşuna bakınız. Yosunlu olduğundan akan suyun billûru içinde üstündeki ağaç yapraklarının titreyişleri görünüyor, sanki bu su hızlı akışıyle ömre, yaprakların durmadan titreşmeleri kadar, birer sembol.
Çeşmenin sağında ağzına kadar dolu bir yalak var. Gelip geçen hayvanlar suyu bu yalaktan, insanlar az öteki oluktan hemen yanyana içiyorlar.
Burası inek, koyun, keçi sürülerinin uğrağıdır, nöbet nöbet dört ayaklılar çekilirler, kuşlar iner. Bu mezarlar kalın duvarlarla çevrilmiş ve sessizliğe mahkûm değildir. Bu ölüler arkadaşsız kalmaz. Burada dolaşanlar eksik olmaz. Fakat bütün gezinenler mezar ziyareti gibi dindarca bir maksat için gelmezler. Burası halkın hem ahret evi, hem dünya gezinti yeridir. Mezarlıklar şehrin bütün gezinticiierine ve serserilerine açık birer seyir yeridir. Çocuklar kuzularını burada otlatırlar, kuşbazlar kapancalarını, ökselerini bu ağaçlara kurarlar, güreş meraklısı delikanlılar burada pehlivanlık ederler. Serserilerden ağaç, mezar kovuklarında yatıp kalkanlar olur. Caniler buralara gizlenir. Polisler, jandarmalar avlarını bu mezarlıklarda ararlar.
İşte size bir meydancık... Kahve, mezar, su terazisi, hisar... hepsi var. Ağaç altlarına, mezar önlerine kırık dökük iskemleler serpilmiş, diriler, ölülere karışmış. İşte bütün bir aileye ahret evi olmuş yaldızlı bir mezar parmaklığı önünde sekiz on kişilik bir konuşma mangası... Kocaman bir çitlenbik ağacı ölülerin ruhlarında dua eder bir halde, kollarını göklere kaldırmış... Çimenler üzerinde çocuklar oynuyor, kuzular otluyor, koçlar tokuşuyor, gençler güreşiyor.
3- Teslim taşlı 12 di imli bektaşı taçlı bir taş Edırnekapı
4- Kallavi kavuklu bir taş (Eyüp Sultan)
Pacun çevirenler, mezarların yan taşları üzerine çizilmiş karelerde beş taş oynayanlar, oraya buraya çayırlara uzanmış, gözleri sevgilisinin hayalini takibe dalmış sevdalılar, çarşaflı kadınlar, başları çiçekli kızlar, allı, morlu elvan kıyafetleriyle mayısın hava ve çimenleri içerisinde bu tabiî levhada tonlar meydana getiriyorlar. Uçurtma uçuran oğlanlar, tablaları sehpalar üzerinde müşteri bekleyen simitçi, şekerci, helvacı, marulcu... bir çok satıcı...
Şalvarlı, saltalı fesleri yemenili, geniş alınlı, gür kaşlı, kalın enseii, uzun gümüş köstekti Türkler, geniş dizlerini yarı bükerek bu küçük iskemlelere taşarak oturmuşlar, nargileleri kurmuşlar, ellerindeki okkalı fincanları ağır ağır keyif çatarak höpürdetiyorlar.
Kolları sıvalı, önü peştemallı, kalıpsız fesli genç bir tabi (kahveci çırağı) elindeki maşanın iki ucundan şıkır şıkır çıkardığı tempoya tebaan bir nevi terennüme benzeyen: “Ağalar geliyor”, nidasıyle geziniyor.
Etraftan ağaçların ruhanî gölgeleri altından, tabiî bir müzeyi andıran parmaklık çevrili mezarlar arasından, koca kavuklu, vekar içinde taşlar, bu kaynaşan cıvıldaşan hayat manzaralarını seyrediyorlar. Ve her bir taş eski Türk kafalarının sağlamlığını göstermeye memur gibi duruyor. Fetih zamanında şehit düşmüş Türkler, korumak için zaferlerinin melikesinin kapısına baş koymuş bekliyorlar zannolunuyor.
Bu şehir gökünün maviliğindeki fikirleri göklere çeken bu cazibe, çimenlerinin zümrütlüğündeki bû efsun, haraberindeki bu belâgat, halkındaki bu saffet nedir? Dünyanın en zengin müzelerine, sanat abidelerine sahip olmakla öğünen milletlerin sanatkârları senin ilhamın önünde meftun ve şaşırmış kalıyorlar. Sen onlara ne söylüyorsun. Asırlardan beri biz senin dilini niçin anlayamadık? Seni yabancılardan kıskanırız. Aşkımızın delilin istersen göğsünü yokla... Her avuç toprağında bir Türk cesedi yattığını görürsün. İşte hep onlar, yoluna ölmüş genç âşıklarındır.
Bu fikirler zihninizi doldururken etrafınıza bakınırsınız. Her yanınızda saatin üstünde düşündürücü, cennetten nişan veren bir tatlılık var. Surların her taşı birer tarih sayfası, her burcu birer mahfazasıdır. Mezarlar hep konuşuyor... Külâh biçiminde boylu yüksek serviler hep manalı... Her taraf, hayat sırlarından size bir şey söylüyor. Nerede olduğunuzu şaşırırsınız. O zaman güneşin altın saçaklı eteklerini yaydığı mine gibi lâcivert uzak ufuklara bakarsınız. Gökyüzünün, esmer, belirsiz tepeler ile kavuştuğu çizginin üzerinde irice noktalardan meydana gelmiş karaltılar görünüyor. Bunlar yaklaştıkça büyüyor... Şehre kömür yüklü deve katarları geliyor. Bekleyiniz. Şarklılara mahsus nihayetsiz bir sabır ve ataletle bekleyiniz. İşte o noktalar kanbur, sivri semerleri, vücutlarına kavisli olarak yapışan uzun boyunlarıyle yavaş yavaş devleşerek, taneleri birbirine zincirle bağlı uzun tespih gibi aheste revan yaklaşır. İşte giderek büyüyen, löngür löngür çan sesleri... Hayvanların uyuşuk adımlarındaki ağır vezne bakınız. Her adımda o, uzun boyun üstündeki baş, iki tarafı vekar ile selâmlıyor, her dokunuşunda yere yayılan o yumuşak ayaklar arada bir bozuk kaldırımların derin çukurlarına girip çıkıyor. Nerede bulunduğunu şaşıracak kadar dalmışken bu devleri görünce Şarkta ve Şarklı olduğunuzu hemen hatırlarsınız.
Bu çöl evlâtlarının uzun kirpikli çekik gözlerindeki durgunluğu, sabırlılığı görünüz. Şurada kahvede oturan Türkün ağırlığı, tevekkülü ile aralarında ne cana yakın bir uyuşma var. Develer on, on beş saatlik yolu üç günde geliyorlar.
Türk beş altı saatlik bahçelerden sırtında getirdiği bir küfe kirazı satmış, şimdi hesabını düşünüyor. El-aceletü mineşşey-tan (acele şeytan işidir) hemen hiç bir çeşit hesap usulünü tanımayan bu ayak satıcısı, saatlarca düşünse bile bir aydır kullandığı ana paranın şimdiye kadar beher kuruşu ne kazanmış olduğunu bilemez. Yalnız malı tekmil sattıktan sonra dünkü parasından fazla ne kalmış, ona bakar. “İşte bugün Allah bunu verdi, kısmetim bu kadar, daha fazlasını düşünmek haramdır.’’ der:
Bugün buldum, bugün yerim, Yarın olsun, Allah kerim.
5- Seyfiye sınıfından bir silindir taş (Eyüp Sultan)
6- Bir kadın mezartaşı (Eyüp Sultan)
tevekkülünün verdiği vicdan sefasıyla yaşar.
Bir düşünceli adam, bir muhakeme sahibi, devenin yarı açık, o hazin süzgün gözlerinde Türke karşı şöyle bir sözü olduğunu okur:
“Türk... halâ yüklerinle beraber fikirlerini de benim sırtımda taşıtmakta devam mı edeceksin? Artık elveda... Buraları dolduran lokomotif ıslıkları, otomobil boruları başımı döndürüyor. Artık bu âlem kuvvet, hız, sanat, şeytanlık, hile, dalavere dünyası oldu. İşlemezlere, uyuşuklara ekmek kalmadı. Yıldırım gibi yerde koşanların, kuş gibi gökte uçanların arasında senin benim üşengenliğimizle yaşanmaz, çiğnenir, eziliriz. Sanat ve hızca kendilerine uymayan her şeyi tepeliyorlar.
Türk, seninle biz ne iyi geçiniyorduk. Sen bizim yavaşlığımızdan memnundun. Biz senin üşengenliğinden bahtiyar idik. Fakat bizi artık kendi keyfimize bırakmıyorlar. Ellerinden nereye kaçacağımızı şaşırdık. Asıl memleketimiz olan Afrika çöllerine şekilsek yine kurtulamayacağız. Çünkü demiryolları Büyük Sahra'yı etrafından ağ gibi sarmaya başladı. Artık bize hiç bir iş gördürmeyecekler. Yavaş yavaş cinsimiz yok olup gidecek. Yalnız hayvanat bahçelerinde, birkaçımız deve cinsine örnek olarak yaşayacağız.
Türk, benden ibret al... beni deve yaratmış, seni insan.. Hızda, sanatta, fende, ilimde onlara benzemen için nen eksik?
Ortalıkta baş döndürücü bir terakki uğraşması var. Medeniyet kendine yaramayanların hayat gıdalarını vermeyecek, ırkın sönmeye mahkûm kalacak. Seni de bu saltan, bu iskemlen, bu nargilenle müzeye taşıyacaklar. Başlangıcı zaferler içinde, fakat sonu acıklı tarihini okuyacak yeni kuşak evlâtları çıkardıkları düşüncelerini yüzünle karşılaştırmak için şeni seyretmeye gelecekler. Biçare Türk, bir asır sonra ne beni burada taşıma işinde, ne de seni bu halde görecekler. Elveda...
Hüseyin Rahmi Gürpınar Hayattan Sayfalar 1919
Bugün yerinde Alman Konsolosluğu bulunan Taksim mezarlığı
Bugün mevcut olmayan kuledibi mezarlığı.
TAŞ
Şensin kucaklayan mehtâbı, Surlarla Sütûnlarla, Çeşmeler, kemerler senden yapılır. Senden yapılır Allah’a uzanan merdivenler.
Nemaz vakti Müslümânlara Senden haykırılır.
Taşlardır Beka Taşlardır ebediyyet, Taştan başka Ne bırakılır târihe Medeniyyet!
İnsânoğlu, Taş olur Baş yarar, Taşı üst üste kor Yapar...
Bir yandan durmadan yıkar.
Ve bir gün
Boylu boyunca yatırılır Şehrin musalla taşına, Yine bir taş dikilir başına...
İşte bu taştır
İnşân oğlundan bâkî Üstünde bir târih
Bir Fâtiha Bir...
F.ERDİNÇ (: 1946)
HÜVE’L-BÂKÎ!
8- Mihrab taşı Edirnekapı Mezarlığından
9- Mum taş denilen bir mezar taşı, (Eyüp Sultan)
MEZÂR TAŞLARIMIZ
Dünkü Türk toplumunda, dünyasını değiştiren insana son vazifeyi yapmak ve onu edebî istirâhatgâhında temiz bir mekâna yerleştirmek, dinin ve törelerin gereği idi. Mezarlıklar, şehrin, havası ve manzarası en güzel yerlerinde yapılır, bütün alanlara sonsuzluğun ve doğruluğun timsali olan servi ağaçları dikilirdi. O, Yaradan’a uzanırcasına göğe yükselen servilerin altında temizliğin ve saflığın ifâdesi olan beyaz mermerler, usta ellerde manâyı ve maddeyi birleştiren birer san’at eseri olurlardı.
Salınan servi ağaçları arasında, bize her zaman ahiretin varlığını hatırlatması, geçmişimizle olan bağı sağlaması, ölümün soğuk yüzünü bile sevimli kılması, ayet ve hadisleri ile dünyamızın fâniliğini bizlere söylemesi, şiir ve nesiryollu nasihatleri ile bizi yaşarken doğru yola sevketmesi, daha ilerde sayacağımız birçok yönleri ile birer öğretmen gibi ayakta dururlar mezar taşlan. Birçok yönleri ile incelenmeye değer olan mezar taşlarımızın biz, yalnızca tarih, edebiyat, milli kültür ve san’at yönlerinden kısaca bahsedeceğiz. Kısaca diyorum, çünkü her bir konu için ciltlerce kitaplar yazılabilir.
TARİHİ DEĞERLERİ YÖNÜ İLE MEZÂR TAŞLARIMIZ
“Küllü nefsin zâikatü’l-mevt” (Bütün nefisler, ölümü tadacaktır.) ayetinde olduğu gibi dünyaya gelen bütün canlılar ölümlüdür. Ancak zaman içinde yaşayan insan hakkında bilgiyi, ortaya koyduğu eserleri onun adına dikilen mezar taşlarından öğreniyoruz. Eğer eserleri ve mezar taşları olmasalardı, o kişiler zaman içinde yok olup gideceklerdi, eserleri ve mezar taşları olmayan birçok kişiler gibi. Ayrıca atalarımızın Anadolu’ya ne zaman geldikleri, ilk olarak nerelere yerleştikleri, Anadolu’nun kaç yıldır Türk vatanı olduğu, adları, ünvanları, kişilikleri yine mezar taşları ile Anadolu’muzun bir tapusu olarak gözler önündedir.
Daha sonraki devirlerde OsmanlInın kuruluşu, sistemleri hep bu mezar taşlarında tarihi birer vesikadır. İstanbul’un fethi, din ve dünya büyüklerinin kabirleri, yaptıkları işler, felsefeleri birer yazılı kaya gibi yurdumuzun bütün köşe ve bucaklarında birer tarihi vesika olarak durmaktadırlar.
Ayrıca bu mezar taşları, bizim dünkü âdetlerimizi, zevklerimizi ve kıyafetlerimizi yansıtmaları bakımından son derece önemlidir. Meselâ baş taşında, kişinin sağlığında başına taktığı kavuğunun üzerindeki gül, lale, karanfil gibi motiflerin gelişi güzel konmamış olup, mevtanın sağlığında sarığına bu çiçeklerden birini soktuğunu, bundan da Türklerin ne kadar çiçeğe düşkün olduğunu, onu ne kadar sevdiğini ortaya çıkarıyor.
EDEBÎ YÖNDEN MEZÂR TAŞLARIMIZ
Mezar taşları üzerine kazılmış edebi değeri yüksek o kadar çok şey var ki. Bunların hepsini şu gün, gerek derleme zorluğu, gerekse bu kısa kitap satırlarına sığmayacağı sebebiyle yazmamız mümkün değildir. Ayet, hadis, vecize, atasözü, nesir, şiir, temenni v.s. gibi bir çok şey mezar taşlarının dili olmuştur.
Mezarlıkları gezen bir garip adam, taşların üzerinde şu yazıları okumuş. “Yirmi sene yaşadı öldü. Diğerinde, on sene yaşadı öldü. Bir başkasında ise, dört sene yaşadı öldü.” Sormuş mezarcıya: “Doğum, ölüm tarihlerinden bu şahısların daha uzun yaşadıkları anlaşılıyor, niçin böyle yazmışlar?” Mezarcı da: “O kişiler ömürleri boyunca toplam o kadar güzel günler yaşamışlar” cevabını vermiş. O zaman zavallı adam: “Öyle ise benim mezar taşıma doğdu, öldü” yazsınlar demiş.
Dileriz ki Allah kimseyi doğup ölenlerden etmesin. Ölümün tabiî karşılandığı toplumumuzda, özellikle gençlerin ölümleri, insanımızı son derece duygulandırmış, onlar için ağıtlar yakmış, türküler söylemiş, mezar taşlarına şiirler yazılmıştır.
7- Tarikat sikkeli (tac-ı Şeritli) bir başka taş. (Eyüp Sultan’da)
10- Süslü tepelikli bir mum taş (Eyüp Sultan)
Bakmayın çeşm-i basiretle şehzadem taşına
Bilmez ol, halin ta gelmeyince başına
Otuz iki yaşında câm-ı mevti nûş edip
Mehrume olup doymayan genç yaşına
Emine Hanım ruhuçün kim okur bir fatiha
Dâr-ı Cennet’e giye, ol, Tac-ı zerrin başına
II. Beyazıt’ın torunu Şehzade Osman’ın Amasya Beyazıt Camii avlusunda mezar taşı üzerinde de şunlar yazmakta.
Dün ki bu Şehzade’ye yastığıdı berk-i gül
Bister ü bâlin ana oldu bugün hâk-i siye
Varşova’da bir Türk mezar taşında ise şunlar yazılı imiş (Sayın Muammer Ülker’den naklen)
Bir sonbahar gülüsün
Sevilen bir ölüsün
Karatoprakta değil
Gönlümde gömülüsün
Ah mine’l-mevt
Bu sade tenha mezarda yatan cism-i nâzenin
Göz, bakmaya kıyamaz idi hüsn-ü ânına
Soldurdu ah mevt anı pek nevcivân iken
Allah lâyık görmedi aldı yanına
KafkasyalI Abdullah Efendi’nin
kerimesi Hatice Hanım’ın
ruhuna rızâen li’llâhi
Taâlâ el-Fatiha
Sene 1297.19. Zilkade
yine mezar taşlarımız, cemiyet yapımızın değişik yönlerini yansıtması bakımından dikkate değer. Meselâ, Merkez Efendi Kabristânı’nda bulunan şu mezartaşı yazısı ne kadar hoştur değil mi?
El-Bâki
Merhum ve mağfurun leh ilâ Rahmeti
Rabbihi’l-gafûr.
Kan dırdırından vefat eden Es-seyyid Halil Ağa’nın ruhuna Fatiha, sene 1260
MİLLÎ KÜLTÜR DEĞERLERİMİZ YÖNÜNDEN
MEZAR TAŞLARIMIZ
Mezar taşlarımız,milletimizin geçirmiş oldukları kültür safhalarını göstermesi bakımından son derece değerlidir. Orhun Kitâbelerinden tutun, Ahlat’daki mezar taşları, Karacaahmet Kabristanı ve yurdumuzun diğer kabristanları bizlere geçmiş kültürümüzü safha safha anlatması bakımından, son derece önemlidir.
Bu konuda, birçok makaleler ve yazılar çıkmış olmasına rağmen konuyu bütün yönleri ile inceleyen ve kamu oyuna sunan bir eserin henüz yazılmamış olması son derece üzücüdür. Dileğimiz bu çok yönlü kültür değerlerimizin bütün yönleri ile milletimize tanıtılmasıdır. Çünkü dünkü ananelerimiz, törelerimiz, felsefemiz, inanç dünyamız, sosyal hayatımız, edebî ve hukukî anlayışımız, mesleklerimiz, kıyafetlerimiz hep bu mezar taşlarında gizli durmada ve araştırmacılarımız tarafından gün ışığına çıkacağı zamanı sabırla beklemektedir.
Toprağın altındaki Anadolu medeniyetlerine gösterilen ilginin yarısı demiyorum beşte biri, servilerin altında filizlen-mişçesine duran mermer fidanlarına gösterilse, bu mesele hallolur ve insanımıza kendini tanıması bakımından daha çok yerarı olur kanaâtındayım. Araştırmacılara ışık tutması bakımından, mezar taşlarımızın bazı yönlerini anlatmaya çalışacağım.
11- Çiçek demetli bir kadın mezar taşı (Hattat Sami Ef. kızının taşı), Fatih Camii Haziresi.
(Eyüp Sultan)
12- Balık gözü ile Eyüp Sultan Mezarlığından bir köşe.
13- Aziziye Fesli bir mezâr taşı (Eyüp Sultan)
SANAT ESERİ OLARAK MEZAR TAŞLARIMIZ
Dünyanın meşhur heykeltraşları vardır. Bunların uzun yıllar süren akademik çalışmalarından sonra ancak, sanat eserleri vücuda getirdikleri bilinir. Bizim mermer ustalarımızın çoğu ise okuma yazma bilmedikleri halde sanat eserleri ortaya koymuş ve hemen hepsi, yapmış oldukları eserlerin altına imza dahi atmamışlardır. İşte bu sanatkâr mermer ustalarının hanımları, birbirlerine şaka yaparken:
“Şenim kocan pat pat taşçı;
Benim kocam çıt çıt taşçı.”
diye takılırlarmış sadece. Nadiren yapan ustanın da adı bulunur mezar taşlarında. Çoğu isimsiz kahramanların eserleridir, ama Türk'ün san'at eseridir. Yani bir milletin imzası, vardır altında sanki. Bugün, sanatçı dediğimiz kişilerin bir çoğunun işlerinin altında imzaları bulunur, ama hiç mi hiç kendi toplu-munun karakterini taşımayan batı kopyası işlerdir ve hiçbir değer taşımazlar.
Güzel bir mezar taşının yapımında, üç san’atkârın emeği bulunur.
-
1. Hattat
-
2. Nakkaş
-
3. Mermer ustası
Öncelikle taşa kazılacak söz seçilir. Bu söz bir Ayet-i Kerime olabilir, Hadis-i Şerif olabilir, şiir v.s. olabilir. Bu şiirlerde bazen ebced hesabı ile son mısrada merhumun ölüm tarihi belirlenir. Meselâ:
“Milk-i Bâki özleyip Osman Efendi dedi ‘HÛ’
Hicrî 1115 / Miladî 1751
Bu yazı seçimi, yapıldıktan sanra (bazı kişilerin, daha hayatta iken mezar taşlarına neler yazdırmak istediği ve taşını veya kalıbını önceden hazırlattığı malûmdur) hattat, hangi yazı karakteri ile yazılacak ise (genellikle sülüs veya talik celileri ile olurdu) ön hazırlığa girişirdi. Önce taşın ebâdında siyah bir kağıt hazırlanır, bunun üstüne zırnıkla (zırnık sarı renkte tabii bir boyadır) kalın kamış kalemle veya hazırlanmış tahta
kalemle yazı yazılır. (Bu iş son derece güçtür. Hattat yazar, bir daha yazar; bazı yerlerini değiştirir, tashihlerini yapar, bu iş ta ki hattatın yaptığı işi, önce kendisi beğenene kadar devam eder. -Kendisi beğenene kadar diyoruz. Çünkü hattatlarımızın büyük çoğunluğu meslekî haysiyet ve şerefi her şeyin üstünde tutarlardı.- Buna kalıp yazı denir. Bu kalıbın altına, aynı büyüklükte bir beyaz kağıt konulur ve zırnıkla yazının dışından sıkça iğneyle delikler delinir, deliklerin, altındaki beyaz, kağıda kolay geçmesi için kağıtların altına, ıhlamur ağacından bir levha konur. (Eğer bu mezar taşı yazısı, usta bir hattata yazdırıhyorsa, mermer ustasını da hattat tavsiye ederdi. (Meselâ meşhur hattatlarımızdan Sami Efendi merhum “yazınızı yazarım, ama Edimekapı’daki Süslü Ali’ye yaptırırsanız’’ diye şart koşarmış.” Yazı işi tamamlandıktan sonra, nakkaş tarafından taşın şekli belirlenir ve merhumun sağlığında başında taşıdığı ne ise (sarık, fes, v.s.) başlık olarak çizilir, ayrıca ayak taşına servi ağacı ile veya rumi’li hatayi’li kompozisyonlar çizilir. Kadınlarda ise çoğunlukla baş taşı, gelin duvağı biçiminde çiçeklerle süslenir. Bu işler de tamamlandıktan sonra iş, mermer ustasına kalır. Mermer ustası, büyük bir sabırla günlerce elindeki çekici ve kalem dediği ucu elmas çelik çubuğunu ahenk ile adeta bir müzik aleti çalar gibi, tiki tık, tiki tıklarla mermeri şekillendirir. Burada son derece önemli olan şey,hüsn-i hattın estetik ve anatomik olarak kusursuz yontulmasıdır. Çünkü hüsn-l hat (güzel yazı)da milimetrik kusurlar bile çabucak sırıtır. Ayrıca mermeri gevşetmeden (mermere kalemle ters vurulunca mermer patlar, yani gevşer) Bunu, o zaman yalnız usta fark eder. Fakat mermerin üzerinden bir kış geçince, gevşeyen yere sızan su, mermeri o yönden patlatır, yazıyı, dik ve keskin oymak çok büyük maharet ister. Ayrıca kallâvi sarığın kıvrımları, fesin püskülleri, gül demetleri, hataî’ler, hurda rûmi’ler, servi ağaçları v.s. son derece titizlikle işlenir. Bütün bu çalışmalar bitince, bazen mermerin yazılı kısımlarının dışında kalan çukur zeminler, ekseriye ördek başı yeşili ile boyanır, yüksek kalan yazı da varak halinde yirmi dört ayar OsmanlI altını ile kaplanırdı.
14- Hulusi Efendi Hattı ile bir kadın mezar taşı (Eyüp Sultan)
15- Paris, Berlin ve Londra eski sefirlerinden Hariciye Nazırı Mehmed Rafet Paşa'nın kabri (Eyüp Sultan)
Sözümüzün sonuna geldik sayın okuyuculanm:
Türk, nasıl namaza en temiz elbisesi ile durup Allah’ına öyle dua ederse, ebediyete intikâl edince de yakınları onu son kere yıkar, paklar beyaz bir kefenle defnederler ve başına beyaz mermerden usta ellerin yaptığı sanat eseri dikerlerdi. Allah, ömrünü bu sanata vakfetmiş ve bugün toprak olmuş bütün sanatkârlara rahmet etsin.
Gönlümün istediği şeylerden biri de kabristanlarımızın ihyasıdır. Ne zaman kabristana uğrasam, için burkulur, kavrulur, kahr olurum. Kırık, bakımsız, çöplük içindeki o mezar taşlarını gördüğümde gözümün önüne Çanakkale, Trablusgarp ve Anadolu muharebeleri gelir. Vatanı uğruna, kalemini bırakıp silaha sarılan, taze gelinini Allah’a emanet edip, cepheye koşup, vurulan, ölen, parçalanan, al kanlar içinde yatan Mehmetler gelir aklıma. Gelir de bize can veren, kan veren bu insanların bir mezar taşına sahip çıkmamak kahreder beni.
Anadolumuzun her hangi bir yerinde eski medeniyetlere ait bir buluntu, beni çok memnun eder. Onu, insanlık adına, medeniyet adına koruruz. Yayınlarını yapar, müzelere yerleştiririz. Yerleştirmeliyiz de. Ama, ama dünyanın en güzel açık hava müzelerinden olan mezarlıklarımıza dönüp bakmaz, hatta çöplük haline sokar isek, acaba insanlığa karşı görevlerimizi tam yapmış sayılır mıyız?
Bazen mezartaşlarının yabancılar tarafından çalındığını duyunca sevinir gibi olurum, üzülerek. (Bu duyguyu birçok sanatsever aydın da tatmıştır herhalde) Neden mi? Bir çok yönleri ile paha biçilmez değerli mezar taşlarımız, mıcır yapılacaksa; varsın çalınsın. Çamaşır direği olarak kullanılacaksa, varsın çalınsın. Çirkin ama gerçek, hiç olmazsa çalan kıymetini bilir. Onun için eski mezarlıklarımızın bakımı yapılarak:
a. Bir kısmını açık hava müzeleri haline getirilmesi, b. Yine bir kısmının milli parklar haline getirilmesi, c. Sanat değeri büyük olan mezar taşlarının ise kapalı müze çatısı altına alınarak teşhiri gerekmektedir. Zaten bu ko-
nuda yeterince geç kalınmıştır. İnsanî ve vicdanî sorumluluktan kurtulup gelecek nesillere bu hâzineyi emanet etmek istiyor isek bir an önce işe koyulmalıyız.
Bakınız son zamanlardaki ilgisizliğimiz sonucu neler kaybettiğimizi Karacaahmet Kabristanı ile ilgili bir kaç açıklamayla anlatayım:
Karacaahmet Kabristanı, çok geniş bir alana yayılmış, 12 parselden müteşekkil idi. Bunların adları şunlardı: Şehitlik, Seyyid Ahmed Deresi, İranlIlar mescidi, Harmanlık, Miskinler Zaviyesi, Ayasofyahlar, Üçler Çeşmesi, Saraçlar Çeşmesi ve Yüksek Kaldırım, Tazıcılar koğuşu, Kaygısız Baba, Hattatlar. Bunlardan altı parseli, çevre yolu ve diğer tâli yollar açılırken ortadan kaldırılmıştır. Halende etraflarına çeşitli yapılar eklenerek alan daraltılmaktadır.
Karacaahmet Mezarlığı, OsmanlI Devleti’nin en büyük ve en eski kabristanıdır. Hz. Muhammed s.m’in “İstanbul muhakkak alınacaktır.Onun Emîri ne güzel emirdir, askeri ne mübarek askerdir” müjdesinden sonra Sultan II. Mehmed’e kadar İstanbul’u fethetmek için gelen birçok Müslüman devletlerin şehit düşen askerleri burada gömülüdür. Fetih şehitleri ve sonraları uzun süre ‘Peygamber Toprağıdır’ diye ölüler özellikle Anadolu yakasına Karacaahmed’e gömülmüşlerdir.
Yok olmaya yüz tutan Karacaahmed Kabristanı, bana merhum ŞairYahya Kemâl Beyatlı’nın bir yabancı misyonerin sorduğu soruya verdiği cevabı hatırlattı. Yahya Kemâl Bey’e sorarlar ‘İstanbul’un nüfusu ne kadar?’ diye. ‘O da “Seksen Milyon” der. Yabancı “nasıl olur?” diye sorunca Yahya Kemâl Bey’de “Biz ölülerimizle beraber yaşarız”der.
Şimdi başımızı ellerimizin arasına alarak uzun uzun düşünelim: Hz.Muhammed s.m.’in İstanbul muhakkak alınacaktır" Hadis-i Şerifinden sonra geçen yüzyıllar içinde Karacaahmed Sultan Kabristanlar Şehrinden elimizde kalan ne? Ka-racaahmed’in şu günkü durumundan sîzlere bahsetmeyeceğim gidip kendi gözlerinizle görünüz lütfen.
16- Vahdeti hattı ile bir mezar taşı (Eyüp Sultan)
17- Eyüp Sultan mezarlığından bir Sami Efendi hatlı taş.
Kabristanlarımızı gördükten sonra aklınıza önce Yahya Kemâl Beyatlı gelecek ve “Artık ölülerimizle beraber yaşa-mıyormuşuz!’ diyecek, cennet nasıl çöplük yapılırmış anlayacak ve aklımıza bir başka şairimiz gelecek.
Gözlerim ebnâ-yı âlemden o rütbe yıldı kim, İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı
EŞREF
Bütün miras yediliğimize, umursamazlığımıza ve horlamamıza rağmen hazine henüz boşal mamıştır, zararın neresinden dönersek insanlığa kendimizi o kadar kolay affettire-biliriz.
Notlar:
-
1. OsmanlIlarda yaptığımız sınıflama, Selçuklar ve Beylikler için de geçerlidir.
-
2. Mezar taşlarımız sergimizde gördüğünüz gibi (taştan bir detay-kısım) inceleme konusu olabilir. “Huve’l-bâkî” kompozisyonları gibi. Sınıflanmaya katmadığımız yönleriyle incelenebilir. Meselâ:
-
a. Meşhur hattatların yazdıkları, mezar taşları
-
b. Meşhur hattatların kendi mezar taşları
-
c. Meşhur şairlerin, mezar taşları v.s. konular...
-
3. Yukarıdaki sınıflandırmaya, padişah türbelerini katmıyoruz. Zira türbeler içersindeki sandukanın önünde, klasik manâda baş ve ayak taşları bulunmamaktadır. Türbeler ayrı araştırma konusu olması gerektiği kanâatindeyiz.
-
4. Yukarıda yapmış olduğum sınıflandırmanın yetersiz olduğunu bilmekteyim. Maksadım genç araştırmacılara biraz olsun istikamet vermekti. Bu konuda teklif ve tenkidlerlnizi bekler, saygılar sunarım.
Saygılarımla
Mehmet Zeki Kuşoğlu
Eyüp Sultan mezarlığından bir başka köşe.
1. Tarihi değerleri yönünden:
Yüzyıllarına göre
Devirlerine göre
Selçuklular (12. ve 13. Asır)
Beylikler (14. Asır)
OsmanlIlar (14, 15, 16, 17, 18, 19 ve 20. asırlar)
Devlet adamları mezar taşları
Sivil halkın mezar taşları
Tarikat mezar taşları
İlmiye (Ulema) mezar taşları
• Şeyhülislam • Kazasker • Müderris • Müftü • Kadı • v.s.
Seyfiye (Asker) mezar taşları
Nizam-ı Cedid öncesi
• Vüzera (vezirler)
• Ümera (beylerbeyi sancakbeyi
• Kapıkulları (yeniçeriler)
Nizam-ı cedid sonrası
• Vali
• Kaymakam
• Nizam-ı Cedid mensubları
Kalemiye (bürokrat) mezar taşları
Sivil Halkın mezar taşlan
Erkek Kadın Çocuk
• Mevlevî
• Kâdirî
• Nakşî
• Rüfaî
• Halveti
• Bektaşî
• Uşşakî
• v.s tarikatler
II. Edebi Değerleri Yönünden:
Âyet
Hadîs
Vecize
Nesir
Şiir
III. Folklor Değerleri Yönünden
Başlıklar
Şekiller
Meslekler
Gelenekler
IV. Sanat Değerleri Yönünden:
Hüsn-ü Hat
• Celi Sülüs
• Celi Tâ'lik
• Celi Rık’a
• Diğer hatlar (yazılar)
Tezyinat
• Rumî
• Hatâî
• Hendesî
Diğer şekiller
• Gül
• Karanfil
• Lale
• Servi
• Buhuru meryem
• Nar
• Diğer çiçek ve meyvalar
Kitapta 52 adet mezâr taşı serlevhası bulacaksınız; bunların hazırlanış şeklini sîzlere kısaca anlatayım isterseniz.
İstanbul’un birçok mezârlığını ben ve bir gurup öğrencim adım adım dolaşarak mezâr taşlarının; serlevha, tarih ve ke-tebelerini, ince kâğıtları üzerlerine koyarak tıpkı kopyalarını aldık. Bu tarama ameliyesi bir kaç ayımızı aldı, (ancak daha tesbitini yapamadığımız mezarlıklar ve değişik yerlerdeki ha-zîreler bulunmaktadır, ayrıca kitabın gayesi bir mesaj vermek olduğu için bu taramayı da şimdilik yeterli buldum.) Allah kısmet ederse konuyu daha detaylı ele almak istiyorum. Mezarlıkları tarama işlerinin tamamlanmasından sonra sonra, farklı ve değişik olan istif yazıları bir kenara ayırdım. Tıpkı kopyalarını aldığımız bu taşlar, takdir edeceğiniz ve çoğunuzun bildiği gibi bazı kişiler (Bunlara nasıl insan denilebilir bilmiyorum) tarafından tahrib edilmiş, bir kısmı tabiatın tesiriyle yıpranmış, bir kısmı da hattı yeterince bilmeyen taş ustaları tarafından yapıldığından, hattın anatomisi ve estetiği bozulmuş olduğundan tıpkı kopyalarını aldığımız yazıların tashih ve yeniden kopya yoluyla yazımına geçtim. (Eğer yukarıda saydığım sebeplerle bozulmalar olmasaydı taşların fotoğraflarını çekmek ve diğer hazırlıkları da yaparak kitabı baskıya verme çok kolay olacaktı.) Tashihini yaptığım yazının üzerine ikinci bir şeffaf kâğıt koyarak rapido kalemi ile hat konusunda bilgim ve kabiliyetim ölçüsünde bu çalışmaları tamamladım. Ancak rapido kalemi ile yapılan işin kamış kalemin akıcılığını vermediğini takdir edersiniz. Bütün çabama rağmen milimetrik kusurlarım için beni bağışlamanızı dilerim. Ancak kamışla yazılmış olsalar idi bu sefer de matbaa tekniği bakımından zorluklar olacaktı.
Bu çalışmalar, çoğu tatil günleri de dahil olmak üzere, aşağı yukarı bir yılımı aldı. Uzun yıllar acısını duyduğum (mezar taşı katliamı), aralıklarla üzerinde beş altı yıldır çalıştığım bu çalışmamda bana bilgi ve emekleriyle yardımlarını esirgemeyen bütün büyük ve küçüklerime teşekkürü bir borç bilirim.
Bu kitabı hazırlamanın bir gayesi de git gide hırıstıyan mezarlıklarına benzeyen mezarlıklarımıza karşı bir tavır koymak içindir. Hiç olmazsa kitaptaki istifleri kopya ederek mezar taşlarına bir “Huve'l-Baki” yazdırırlar diye düşündüm. Arayan bulur ama farkında olmayan ne bulur? İnşallah bu kitapla az da olsa bu konuda fayda sağlanmış olur.
Ayrıca kitabın sonunda halen hayatta olan ve yeni yetişen hattatlarımızdan da yazılar koydum. Eski üstadlar seviyesinde olmasalar bile (bu ilgisizliğimizin sonucu düşüş olmuştur) bu sanatı devam ettirmeleri en büyük tesellimiz ve gururumuzdur. Devletimizin ve varlıklı kişilerimizin meseleye eğildikleri takdirde hat ve diğer milli sanatlarımız çağdaş düzeyde eski güzel günlerini yaşayabilirler. O günleri hep beraber görmek ümidiyle...
Hattın nevi : Celî Sülüs Hattatı : okunamıyor Yazılış yılı ; h. 1304 (:1887) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali : (;q kalıcıdır)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Okunamıyor
Yazılış yılı : H. 1291 (:1874)
Okunuşu : Hüve'l-Hallaku’l-Baki
Meali : (:O kalıcı ve yaratıcıdır.)
Yukanda görüldüğü gibi taş üzerinden alınan en iyi sonuç mataada böyle karşınıza çıkmaktadır.
Hattın nevi : Celi Ta'lîk Hattatı ’• Necmeddin okyay Yazılış yılı : H. 1365 (:1948) Okunuşu : Hüve’l-Bakî
-- - - v.ı.^.^.rA
Karacaahmet Sultan mezarlığındaki bu taş ünlü hattatlarımızdan Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezerln kabir taşıdır. Taş üzerindeki hattı yine meşhur hattatlarımızdan Necmeddin Okyay yazmıştır. Huve'l-Bakl yazısı üzerindeki motif Prof.Dr. Süheyl Ünva»'-------- t— ı—««ı*ı~ı 1.« ramnnımızın ııstn tn»cılnrır»H»« Yuauf m»»*
Burada sizlere mezâr taşları bâş yazılarından bir Güldeste sunuyorum. Ondan önce kitabımızın adı olan Hûve’l-Baki kelimesinin bildiğimiz kadarıyla manasını açıklayalım.
Hû: Türkçesi O’dur. Gösterme adıdır diyenler olduğu gibi Zât adıdır, diyenler ve bu adı, Allah’ın en büyük adı sayanlar da vardır. Kur’ân’da duyan,gören,gücü yeten...gibi sıfatları bildiren bir çok adlar O adına döndürüldüğü gibi 59. Haşr sûresi’nin 22. âyetinde Allah adı da O adına döndürülmüştür.
Huva’llâhu’llezî lâ ilâhe illâ hû, câlimu’l-gaybi ve’ş-şehâdeti, huve’r-rahmânu’r-rahîmu. Huva’llâhu’llezî lâ ilâhe illâ hû, el-meliku’l-kuddûsu’s-selâmu’lmu’minu’l-muheyminu’l-cazîzu’l-cebbâri’l-mutekebbiru, subhane’llâhi cammâ yuşrikûne. Huva’llâhu’l-hâliku’l-bâri’u’l-musavviru lehu’l-esmâu’l-husnâ, yusebbihu lehu mâffî’s-semâvâti ve’l-arz1, ve huve’l-cazîzu’l-hakîmu
59. Haşr sûresi 22-24. âyetler.
Mevlânâcılar gülbanklarının sonunu Hû diye bitirirler, (misâl).
Vakt-i şerîf hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin hizmeti mübârekola, niyâzı kabul ola, demler safalar ziyâde ola. [dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî hû diyelim.]
b-k-y (ok. baky) Bir nesnenin varlık süresi ilk durumu üzre sürüp gitmek demektir. Fenâ’nın tersidir. Bir de görüp gözetmek söze göre bir nesneye bakmak anlamındadır. Buna göre bâkî (:kalıcı, bakıcı)
Seng-i kabrim benim menzil taşımdır.
Ebedî istirâhatgâhımda tek yoldaşımdır.
Onun için yapmış seni ecdâdım özenerek
Kendi ruhunu vermiş taşa Hûve’l-bâkT diyerek.
M.Z. Kuşoğlu
Hattın nevi : Celi Ta'lîk Hattatı : Necmeddin Okyay Yazılış yılı : H.1362 (= 1941) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Ta'lîk
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Küllü men caleyha fan
Meali : (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Bazen kitapta hattatı bilinmiyor şeklinde yazılar göreceksiniz; hattatın ölen kişinin kendisine veya ailesine duyduğu saygıdan dolayı imzasını atamamasından İleri gelmektedir. Mesela ünlü hattatlarımızdan Nazif Efendi yine meşhur hattatlarımızdan Sami Efendi’nin kızının mezâr taşını yazmış fakat Sami Efendiye hürmeten imza atmamıştır. Bu mezar taşı Fatih Camii ha-ziresindedir.
Hattın nevi : Celi Ta lik
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H.125O ( = 1832)
Okunuşu : Küllü nefsin zâlkatu'l-mevt*
Meali : ( = Her diri ölümü tadacaktır.)
Hattın nevi : Celi Ta'lîk
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H. 1317 (:1893)
Okunuşu : Allah bes baki heves.
Meali : (;Allah yeter kalanı geçicidir.)
Hattın nevi : Celi Ta'lîk Hattatı : Sâmî Efendi
Yazılış yılı : H.1328 (= 1910) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Ta lik
Hattatı : Hâmid Aytaç
Yazılış yılı : H.1339 (= 1917)
Okunuşu : Lâ ilahe illâ'llâh Muhammedu’r-resûlu’llâh
Meali : ( = Allah’tan başka Tanrı yoktur
Muhammed O’nun elçisidir.)
Hattın nevi : Celî Ta lîk
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H.1312 (= 1898)
Okunuşu : Küllü men caleyha fan
Meali : (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celî Ta'lîk
Hattatı : Rif’at
Yazılış yılı : H.1264 (= 1848)
Okunuşu : Küllü men ca|eyha fan
Meali : (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celî Ta'lîk
Hattatı : Kemâl Batanay
Yazılış yılı : H.1381 (= 1961)
Okunuşu : Selamun Caleyküm bima sabertüm feni^me cUkba’d-dar>.
Meali (¡Katlandıklarınızdan ötürü üstünüze esenlik olsun. Bakın ne güzeldir son konak.) 13. Racd 24.
Hattın nevi : Celî Ta'lîk Hattatı : Hulusi Efendi Yazılış yılı : H. 1336 (:1918) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali (:O kalıcıdır.)
Hüve'l-Hallaku’l-Baki
Şirket-i Hayriyye Müdiri Hüseyin Hâki Efendi Hazretlerinin mahdumu Şirket-i Meskûre Müdiri Hüseyin Ali Bey Efendi'nin
Ruhuna Fatiha
H. 1340 (: 1921)
13 Mayıs
Hüve'l-Hallaku’l-Baki
Şirket-i Hayriyye Müdiri Hüseyin Hâkî Efendi Hazretlerinin zevce-i muhteremesi sâhibetûlharat
Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’in
bu hattı'nın mezar taşına kazılmak üzere yazıldığı muhakkak. Taşa işlenmiş ise nerededir raslamadım. Ancak levhada nnriildiıAii nihi varı altınla çalışılmış ve teshib edilmiştir.
Hattın nevi : Celî Kûfî
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor.
Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali : (:o kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Kûfî Hattatı : Ebüzziyâ Tevfik Yazılış yılı : H.1327 ( = 1909) Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H. 1333 (.1915)
Okunuşu : hü
Meali (:O.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı H. 1304 (:1887)
Okunuşu : Hû
Meali : (:Q,)
Hattın nevi Hattatı Yazılış yılı Okunuşu Meali
Celî Sülüs Bilinmiyor Bilinmiyor Küllü men caleyha fan
(■.Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : (H.1391 =) 1971
Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Hüve l-Hallaku l-Baki
Meali : (:O, kalıcı ve yaratandır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Nestacizu bi llahi.
Meali (:Allah’tan yardım dileniriz.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H.1298 ( = 1881)
Okunuşu : Hüve’l-Hallaku’l-Baki
Meali (:O, kalıcı ve yaratandır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Mehmet Şevket Vahdetî
Yazılış yılı : H.1270 (= 1863)
Okunuşu : Hüve’l-Hayy
Meali (:O, diridir.)
Hattın nevi.: Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Hakk dost.
Meali : (:Allah yardımcıdır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Hüve’l-Gafuru’r-Rahim
Meali (:O, gafûrdur, rahimdir.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H.1300 (= 1882)
Okunuşu : Hüve’l-Hallaku’l-Baki
Meali (:O, kalıcı ve yaratandır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Zekâî Dede Efendi’ nin kabir taşı
Yazılış yılı Bilinmiyor
Okunuşu : Ya Allah Hu
Meali (:Ey, O Allah.)
Hattın nevi : Celî Sülüs Hattatı : bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor Okunuşu : müsenna ya hu
Meali : ya Allah
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Rahmetu’llahi ‘aleyhima
Meali : (:Allah ikisine de rahmet etsin.)
Hattın nevi : Tuğra şeklinde sülüs istif
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı bilinmiyor
Okunuşu : Kaale Aleyhisselâm
Meal1 : “Şefaeti lil ehli kebâiri min ümmeti
Hz.Muhammed a.s. “Şefaatim günahkâr kullanmadır’’ dedi.
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : puad
Yazılış yılı : H. 1307 (:1890)
Okunuşu : Hu ' '
Meali : (:o Allah)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Mustafa Rakım
Yazılış yılı : H.1212 (:1797) Okunuşu : Rahmetillahi Taâlâ Meali :
Tuğra şeklindeki bu Hadis-i Şerif mezar taşlarına sıkça kazılmıştır. Rastladığım çoğu istifler bozuk olduğu İçin kitaba aynı sözün Süleymanlye Kütüphanesinden aldığım güzel bir tuğra İstifini kovdum.
M.Rakım bu taşı ağabeyi İsmail Zühtü için yazmıştır, taş Edirnekapı mezârlı-ğındadır.
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : bilinmiyor
Yazılış yılı : bilinmiyor Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H. 1281 (1864)
Okunuşu : Ah mine’l-mevt
Meali = / al. X
(:Ah ölümden.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : 1298 (:1881)
Okunuşu : Hüve’l-Hallaku’l-Baki
Meali : (:O, kalıcı ve yaratandır.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : bilinmiyor
Yazılış yılı : bilinmiyor
Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meaii (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : Bilinmiyor
Okunuşu : Küllü men caleyha fan
Meali (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celi Sülüs, Hattatı : Bilinmiyor Yazılış yılı : bilinmiyor Okunuşu : Yâ gaffar.
Meali : (;gy bağışlayıcı.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Sami Efendi
Yazılış yılı : H.1297 (:1880)
Okunuşu : Küllü men caleyha fan
Meali ’ (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Bilinmiyor
Yazılış yılı : H. 1208 (:1893)
Okunuşu : Cenab-ı erhamu’r-rahimin.
Mea,i : (:Koruyucular koruyucusunun ululuğu.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Sâmi Efendi
Yazılış yılı : H. 1295 (1878)
Okunuşu : jnna ileyhi racicune.
Mea,i (:Eninde sonunda ona döneceğiz.) 2. Bakara 156
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Mustafa Halim Özyazıcı
Yazılış yılı : H. 1376 (:1956)
Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Sülüs
Hattatı : Mustafa Halim Özyazıcı
Yazılış yılı : H. 1377 (:1957)
Okunuşu : Hû
Meali (:O,)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Sami Efendi
Yazılış yılı : H. 1321 (:1903)
Okunuşu : Küllü men caleyha fan
Mea,i (¡Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celî Sülüs Müsenna Hattatı : İsmail Hakkı Altunbezer Yazılış yılı : H. 1363 (:1945) Okunuşu : Hüve’l-Baki
Meali (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Ahmet Kâmil Akdik
Yazılış yılı : H. 1336 (:1919)
Okunuşu : Hüve’l cazîzül-gafür Meali : (:O aziz ve gafurdur.) (affedicidir)
Hattın nevi : Çelil Sülüs Hattatı : İsmail Hakkı Altunbezer
Yazılış yılı : H. 1363 (:1944)
Okunuşu : Küllü şey’in halikün illa vechehu.
Meali : (:Ondan başka her şey yok olacaktır.)
28 Kasas 88.
Hattın nevi : Celî Sülüs Hattatı : Mehmet Aziz Yazılış yılı : H.1328 (:1910) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : Hâmid Aytaç
Yazılış yılı : H. 1378 (:1958)
Okunuşu : Küllü men ca|eyha fan
Meali (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celî Kûfî Hattatı : Prf. Emin Barın Yazılış yılı : H. 1404 (:1984) Okunuşu : Hüve’l-Bakî Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Dîvânî Hattatı : Prf. Ali Alparslan Yazılış yılı : H. 1404 (:1984) Okunuşu : Hüve’l-Baki Meali : (;Q kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celi Rik’a
Hattatı : .Prf.Ali Alparslan
Yazılış yılı : H. 1404 (:1984)
Okunuşu : Küllü men ca|eyha fan
Meali : (:Yeryüzündeki herkes fânidir.)
Hattın nevi : Celi Rik’a
Hattatı : Prf.Ali Alparslan
Yazılış yılı : H. 1404 (:1984)
Okunuşu : Ah mine’l-mevt
Meali : (;Ah ölümden.)
Hattın nevi : Celî Ta’lîk Hattatı : Muhiddin Serin Yazılış yılı : H. 1404 (:1984) Okunuşu : Huve’l-Baki Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Ta’lîk
Hattatı : Ahmet
Yazılış yılı : h. 1404 (:1984)
Okunuşu : Lâ Taknatû min rahmetillah
Meali : (¡Allah’ın rahmetinden ümid
kesmeyin)
Hattın nevi : Celî Sülüs Hattatı : Haşan Çelebi Yazılış yılı : H. 1400 (:1982) Okunuşu : Hüve'l-Baki Meali : (:O kalıcıdır.)
Hattın nevi : Celî Sülüs müsenna
Hattatı : Savaş Çevik
Yazılış yılı : H. 1404 (:1984)
Okunuşu : Hüve'l-Baki
Meali : (¡o kalıcıdır.)
About the Book
A nation prolanges her existance thanks to her faith. This faith, as living in the hearts of her members, exposes itself through the gifts heritaged to the history of human beings on the other hand. The tombstones are one of these gifts. And they bear great importance from the point of civilization and the history of culture.
Altough, the word “tombstone” calling an unsympatetic indeas, but this is not true for Turkish tombstones. These materials with their picturesquely and attractive appearance took the interest of the foreigns and became the subject matter of their art of painting and literature. French autor Theophile Guathier, confesses that he did not feel sorrow in the Turkish greaveyards, contrarely, nothing than to be in sweet dreams whenever he spent long hours there. On the other hand, famous Maltese painter Preziosi, painted the women sitting in the graveyard. Certainly, in this paintings, the tombstones and their fellows selender cypresses was a unique background to the whole scene.
To be sorry that we can not say that we care these tombstones as much as has been interested by the foreigners.
Besides their artistic values the historical values of our tombstones are also remarkable point of historical aspects. It is necessary to investigate the tombstones so that to write a complete Turkish history such as the necessity to read the whole documents of the archives. On the other hand, from the earliest periods to the recent centuries, it is possible to follow in chronologically, the military, administral and civil person’s headgears in accordance their rankes and social degrees in a historical order. The tombstones of women and children, each are have a special forms. So, these materials are very similiar to an album of the dressings of a society. In terms, each of these tombstones is as though a stylised sculpture.
The sayings, curved on such a meaningful stones, have been written in different calligraphic styles. Thats why the inscriptions are important both literature and calligraphy. We can follow the development of Islamic calligraphy at least in one respect through the material. The Koranic sayings at the beginnings of the epitaphs are similiar and some of them are very common examples are as follows:
“Everything will be vanished, except God.” (Koran, 28. Sûre, 88. Ayet)
“Each life will taste the dead.” (Koran, 29. Sûre, 57. Ayet).
“Each life is morthal.” (Koran, 55. Sûre, 26. Ayet). This modest work, as M.Zeki Kuşoğlu pointed out, realised by a collaboration of several scholars, artists and researchers because of the needs of many different subjects and particular knowledges. This book exposes the importance of the tombstones from the point of calligraphical quality of the epithaps and the literal value of the proses of famous calligraphs. The inscriptions especially take the attention to the manner of composition. The book is also interesting to point of giving the names of the calligraphs of our day. In this connection, we realise that the investigations on the art of fine handwriting did not interrupt until recent years. On the other hand the chapter with the title “In which aspects we can research the tombstones?” is containing very attractive sights.
In the work, the design materials related to their original prose of artistic style, exposing the fruitful sources for the new generation.
We wish to be realised the sights which M.Zeki Kuşoğlu pointed out in the book on the importance of the tombstones.
Prof.Dr. Ali Alparslan
Ruhuna Fatiha
Ön kapak
Ahlat, Bursa ve İstanbul Eyüpsultan Mezarlıklarından genel görünüşler
Arka kapak
Hattın nevi : Celî Sülüs
Hattatı : M.Şevket Vahdeti
Yazılış yılı : H.1288 (1871)
Okunuşu : Rahmetu’llahi tacala caleyh>.
Meali : (:Yüce Allah’ın koruması üzerine olsun.)
Film ve basla: Renkler Matbaacılık 583 36 97 • 522 90 71
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder